FIRLAMA PRENS (1)

Door sezgisalman

230K 15.7K 2.7K

Çiğdem iki ev arkadaşıyla mutlu mesut yaşıyordu. Ta ki bir gün sahaftan aldığı eski bir kitap hayatını sonsuz... Meer

Tanıtım
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm (Part 2)
11. Bölüm
12. Bölüm (Part 1)
12. Bölüm (Part 2)
13. Bölüm
14. Bölüm (Part 1)
14. Bölüm (Part 2)
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm / FİNAL

10. Bölüm (Part 1)

6.3K 530 49
Door sezgisalman

"Hadi ama! Kesinlikle bir bar maceran olması lazım. İngiliz kızları çok iyiler. Keşke Türkler de o kadar iddialı olsalar."

Alex ne kadar gülüyor görünse de, ne cevap vereceği konusunda tedirgindi. Ve bütün gecedir aynı duyguyu hissediyor olmaktan çok yorulmuştu. Bu kesinlikle ama kesinlikle çok kötü bir fikirdi. Kerim sorduğunda daha baştan kabul etmemeliydi. Bilmediği, tanımadığı bir grup erkek arasında kalmıştı. Tanışıp kaynaşabilmek adına haklı olarak sürekli soru sorup duruyorlardı. Ve sordukları sorular kesinlikle kızlarla çalıştıkları yerden gelmiyordu. Yani kızlar Alex'e İngiltere'de sahte bir geçmiş yazarken, onun üniversite yurdunda, kızların binasındaki partiye gidip geceyi orada dev fıçılardan amuda kalkarak bira içip içmediği konusuna değinmemişlerdi.

Bir de "Böyle şeyler daha çok Amerika'da oluyor ama eminim sizin de üniversiteyle ilgili bir sürü çılgınlıklarınız olmuştur, kaçamak yapılan beş altı günlük Avrupa seyahatleri falan," diye eklemişti üzerine bir tanesi.

Beş altı günde nasıl Avrupa'yı gezmelerini bekliyorlardı acaba? Hem de atla!!!

"Ben hala ne zaman gitsem o Londra metrosunu çözemiyorum. Onu ezberlemeyi nasıl başarıyorsunuz? Çok karışık bir sistemi var," diye şikâyet etti Engin. Onunla da diğerleri gibi bu akşam tanışmıştı. Kerim'in söylediğine göre çok iyi bir görüntü yönetmeniydi kendisi. Ve Alex, o görüntü yönetmeni denen şeyin ne işe yaradığını ancak bu hafta içi her gün gittiği dizi çekimleri sayesinde öğrenebilmişti. İlk kez çekim gördüğünde Çiğdem ortamdan üstünkörü bir bahsetmişti ama pek aklına yatmamıştı. Çünkü o zaman kullanılan cihazları ve aletleri bile bilmiyordu. Bu hafta ise işin tam ortasında olmak tam bir eziyet olmuştu. Cidden bir film ya da dizi çekmek zordu. Bunu görmüştü. Beş gün boyunca her gün aynı tempo ve yoğunlukta defalarca aynı sahneyi çekmek zorunda kaldıkları bile olmuştu. Yeni yeni Çiğdem'i anlıyordu.

"Sen geri zekâlının tekisin de ondan anlamıyorsun. Çocuk neredeyse orada doğmuş gibi bir şey. Çocukluğundan beri oradaymış. Tabii ki de tüm ulaşımı biliyordur," diyerek lafa karıştı Arda. Arda şu an bu grupta oturmakta olan en ünlü çocuktu. Alex'in konuk oyuncu olarak gittiği dizide başrol oynuyordu ve Alex onunla bu hafta tanışmıştı. Aynı zamanda Alex'in oyuncu koçuydu da. Yani şu an Kerim'den sonra en iyi tanıdığı kişiydi. Ve çocuk cidden inanılmaz bir oyuncuydu. Çok başarılıydı. Bu hafta beraber sadece bir sahne çekmişlerdi fakat haftaya, sonraki bölüm için daha çok sahneleri olacaktı. Hem de bol aksiyonlu olacaktı. Onunla kavga edip, bir güzel benzetecekti.

Metro denilen olayı hiç görmediğini söylese ne olurdu acaba? En azından Londra'dakini. Buradakine birkaç defa binmişti ve hoşuna gitmişti. Bir yerlere hızlı bir şekilde ulaşmak güzeldi. Gerçi metrodayken Selen "Prens William'ın ya da Harry'nin metro kullandığını sanmıyorum. Soylu insanlar metroya binmiyorlar diye biliyorum. Ama ünlülere buralarda rastladığım olmuştu. Kimse onlar için trafiği açmıyor, fakat prensler ve bakanlar için açıyorlar tabii," diye açıklamıştı Alex'e. Bu durum ilk duyduğunda Alex'e tuhaf gelmişti. Bir yerden bir yere bu kadar kısa sürede gitme gibi bir şans varsa, herkes bunu kullanmalıydı. Krallar bile! Şimdiki insanları anlamak cidden güçtü. Ellerindeki fırsatların değerini hiç bilmiyorlardı.

"Ee sonuç olarak en sevdiğin yer neresi Londra'da?" diye sordu Kerim. Alex bu soruya kendisini fazlaca kaptırarak "Sanırım Buckingham Sarayı, babam orayı annem için aldığında—" derken birden kendisine bakan gözler açılınca kendisi de gerçek dünyaya döndü.

'S*ktir! Lanet olsun, lanet olsun, lanet olsun! Ben onu sesli mi söyledim?!' diye bağırdı içinden. Herkes kilitlenmiş Alex'e bakarken, birden Engin ve Yalçın sandalyeden düşme evresinde olacak kadar kahkahalara boğulunca, Alex içinden ettiği küfürlerin sayısını iki katına çıkardı. Arda sırıtarak Alex'in viskisini önünden alırken "Tamam, sen uçmuşsun, sana daha fazla alkol yok," dedi. Alex hemen bir toparlama yöntemi düşünmeye başladı.

"Ya babam orada annem için çok güzel şeyler yapmış onu diyecektim dilim sürçtü, kusura bakmayın hala alışmaya çalışıyorum, neredeyse çok uzun süredir Türkçe konuşmuyordum. E şey... Güzel şeylerden kastım, mesela orada tanışmışlar. Yani... Bir gezi sırasında işte, turistik bir gezi sırasında tanışmışlar ve babam özellikle orada evlenme teklif etmiş. Onlar için orası çok değerliydi. Benim için de öyledir."

Toparladığını umuyordu. İçinden cümlesini 'Orada doğdum sonuçta beyler! Bahçesinde oynamaya bayılırdım,' diye tamamladı. Bu gece bir felakete dönüşecekti. Sıçıp batırıyordu. Eğer bunun gibi potlar kırmaya devam ederse insanların kıllanması an meselesiydi.

"Hyde Park da güzeldir. Keyiflidir. Sırf Londra da değil tabii. İngiltere'de çok güzel yerler var. Gitmeyeniniz varsa tavsiye ederim. İskoçya, İrlanda, hele de Dublin," dedi. Neyse ki şimdilik normal görünüyorlardı. Durum normale dönmüş gibiydi.

"Neden erkekler gecesi yapıp duruyoruz biz ya? Böyle çok sıkıcı. Kadınlar olmadan kesinlikle şu gece kulübü işinden keyif alamıyorum ben," diye şikayet etti Yalçın viski şişesinden kendini yeni bir duble doldururken.

"Eğer çok sıkılıyorsan şurada güzel bir grup var. Onlara katıl," diye işaret etti Kerim bardağı elindeyken bir kokteyl masasında takılan dört kişilik kız grubunu göstererek. Kızlar zaten gecenin başından beri sürekli Kerimlerin grubuna bakarak gülüşüyorlardı. Hatta göz kırpıp iş atan bile olmuştu.

"Kesinlikle bize bakıyorlar. Hepsi de şu alışveriş merkezlerinde kutulara dizdikleri şekerlere, çikolatalara ve jelibonlara benziyorlar. İnsanın hepsinden tadası geliyor," dedi Yalçın ağzı sulanarak. Engin ona gülerken onun omzuna bir tane vurdu. Alex'in geçen hafta öğrendiği erkekler arası şakalaşma stiliydi bu!

"Salakcım, onlar bize değil çok büyük ihtimalle Arda ve Onur'a bakıyorlar. Onur bile bir ihtimal yani. Arda'ya göz koymuşlardır."

Alex başını arkaya çevirip sözü edilen kızlara baktı. Hepsi cidden şekere benziyordu. Renk renk saçlar, çeşit çeşit ten renkleri ve tarz tarz kıyafetlerle çok göz alıcılardı. Bakışlarını olayın odak noktası Arda'ya çevirdiğinde onun hiç de ilgili olmadığını gördü.

"Arda romantiktir. Bakma sen böyle havalı durduğuna. Boş zamanlarında ağına bir sürü kız düşürüyor gibi görünen bir tip olsa da, kendisi boş zamanlarında Shakespeare soneleri okur," diye fısıldadı Kerim Alex'in kulağına. Gülerek telefonuyla uğraşmakta olan Arda'ya bakıyorlardı.

"Ben çapkınımdır. Ama romantik olduğum da kesin. Ben Shakespeare sonelerini kızlara okuyorum," diyerek sırıttı Alex. Kerim ona gülerken Yalçın ve Engin hala kızların ilgisi konusunda tartışıyorlardı. En sonunda Yalçın hiç kimsenin yardımı olmadan o dördünü de masaya getirebileceğini söyleyince Engin onunla iddiaya girdi. Dolayısıyla da Yalçın göreve gitmek üzere ayaklandı.

Arda, Yalçın'ın kızlara doğru gitmekte olduğunu görünce "Ne yapıyor bu akıllı?" diye sordu. Engin kıs kıs gülerken "Kız tavlamaya gidiyor ama bence daha çok senin başını belaya sokacak. Geceni zehir edecek," dedi.

"Of! Aptal değilim, bütün akşamdır buraya baktıklarını fark ettim. Ama biraz kafa dinleseydik ya! Ben cidden çok bıktım aynı muhabbetlerden," diye söylendi Arda. Başını koltuğun arkasına koyarak gözlerini kapadı.

"Bir dahaki buluşmada flyboard yapalım istersen? Uyar mı size sayın Güner?" diye sordu Engin Arda'ya alaycı bir şekilde. Arda ise gözlerini kısarak Engin'e baktıktan sonra Kerim'e dönerek "İyi fikir değil mi sence de? Bence denemeliyiz. Ben çok merak ediyorum," dedi.

Kerim de sanki bu fikri kafasında tartıyormuş ve olumlu yanı ağır basıyormuş gibi bir yüz ifadesine bürünmüştü.

"Olabilir. Ama onu yazın yaparız. Sen denedin mi hiç Onur? Ne dersin, yapsak mı yazın? Bu arada böyle daldım ortadan lafa ama yazın biz kısa tatillere çıkarız da, gelmek istersin değil mi? Flyboard olayını da deneriz."

Alex yine karşısında biri bilmediği bir dili konuşuyormuş gibi bakmaya başlamıştı. Şu lanet olası flyboard da neyin nesiydi?

"Hmm... Olabilir. Tatil, uyar bana. Flyboard da eminim ki eğlenceli bir şeydir," dedi salak salak. Arda oturduğu yerde hemen doğrularak parmağıyla Alex'i işaret etti.

"İşte bu abi! Bir daha desene Flyboard diye?"

Alex salak bakışlarını sürdürürken "Flyboard?" dedi soru sorarcasına. Arda tüh be dercesine bacağına vurarak "İşte bunu başarmak istiyorum abi ben! İngiliz aksanı! Kütük gibi İngilizce konuşuyorum ben. Kendimi dinlerken kendimden iğreniyorum. Bu yüzden Hollywood'a falan açılamıyoruz biz. Androidler gibi İngilizce konuşuyoruz anasını satayım!" diye söylendi. Kerim arkadaşının sözlerinden sonra kahkahalara boğuldu.

"Gül sen gül! Çocuk haklı. Kadınlar İngiliz aksanı ve Fransızca sayesinde orgazm olabiliyorlar biliyor musun?" Engin sinirle bir sigara yaktı kendine. Kerim ise bu sefer daha çok gülmeye başladı.

"Tamam o zaman, ben bir dahaki buluşmaya karar verdim. Bizim şu büyük tahtalı toplantı salonunda, Onur'dan British English kursu alıyoruz," dedi kahkahalarının arasında. Alex de akabinde gülmeye başladı. İnsanın kendi dili olunca pek fark etmiyordu ne yazık ki bunu. Ama kendi zamanında da kadınların Fransız erkeklerine bayıldığını biliyordu. Gerçekten de konuşmayla ve tonlamayla alakalı olabilirdi.

"Bana uyar valla. Benim ihtiyacım var. Yurtdışında bir yerlere gelebilmek istiyorum. Başka hangi dilleri biliyorum demiştin Onur? Fransızca da var mıydı? İspanyolca?"

"Evet. İkisinde de iyiyimdir," diye cevap verirken 'evet'i Fransızca, 'ikisinde de iyiyimdir'i İspanyolca söylemişti.

"İyiyimdir yani. Onu diyordum. İstiyorsanız birkaç bir şey gösterebilirim sahiden de. Çünkü daha önce öğretmişliğim de var," diye Türkçe de açıkladı. Kardeşleri Sophie ve Amelia'nın öğretmenliğini Alex yapmıştı.

Ne büyük şanssızlıktı aslında. Kendisi şu an sanki doğduğundan beri Türkçe biliyormuş kadar iyi konuşuyordu. Ama onların başka dilde bu seviyeye gelmek için çok çaba sarf etmesi gerekiyordu. Belki de geri döndüğünde Türkçeyi unutmazdı. Unutmasa çok iyi olurdu.

Onlar hala İngilizce konuşmak üzerine espriler döndürürken Yalçın kızları oturdukları locaya getirmeyi başarmıştı. Hem de dördünü birden. Onlara sırıtarak bakan dört hanımefendiyi görmezden gelmek mümkün olmayacağı için beyler de kızlara doğru döndü. Kızlar daha çok Arda'ya bakıyorlardı.

"Beyler, sizleri tanıştırayım. Bu güzel Esma, bu tatlı şey Funda, bu güzellikler de İpek ve Selen."

İpek ve Selen hemen kıkırtılar eşliğinde Yalçın'a itiraz ederken, adı İpek olan "Hayır İpek benim, Selen o," diyerek onu düzeltti. Arda gözlerini devirirken "En azından isimleri hatırladı," diye mırıldandı ağzının içinde. Onu duyan tek kişi Engin oldu.

"Merhaba bayanlar, oturmaz mıydınız?" Kerim nezaket sınırları içerisinde oldukça dikkatli bir şekilde konuşuyordu. Yanlış mesaj vermemek için tonlamasına bile dikkat ediyordu. Yalçın daha kızlardan birini Selen diye tanıştırdığı dakika kıza kilitlenmişti. Sonra öbürünün Selen olduğu anlaşılınca ona bakmıştı. Kızların ikisinin de kendi bildiği Selen'le yakından uzaktan alakası yoktu. O Selen çok çok başkaydı. Bakışları bile daha etkileyiciydi.

Neden ona bu kadar takılıp kalmıştı ki sanki? Koskoca adamdı. Otuz yaşındaydı. Ve saçma bir şekilde kendinden dokuz yaş küçük bir üniversite öğrencisine takılıp kalmıştı. Hem de kız tam bir ergen gibi davranıyordu. Kendisine de uyuz oluyordu. Bunu anlamamak için kör olmak lazımdı.

"Heey! Daldın gittin? Ne düşünüyorsun?" Alex kendisine seslenince başını kaldırıp ona baktı. Yanında Selen'le birlikte oturuyordu.

"Hiç! Kafam uçmuş işte," diyerek geçiştirmeye çalıştı durumu Kerim. Daha fazla Selen'den söz edip Alex'in—kendi bildiği kadarıyla Onur'un—canını sıkmak istemiyordu. Zaten o konuda çok fazla darlamıştı çocuğu. O da açık ve net bir şekilde kuzeninin kendisinden hoşlanmadığını ve durumun pek de ümit verici olmadığını söylemişti.

"Ben de tam da Selen'e, benim kuzenimin adının da Selen olduğunu söylüyordum. Güzel bir isim değil mi sence de?" diye sordu Alex en yakışıklı gülümsemelerinden birini takınmışken Selen'e baktı.

"Kesinlikle. Çok güzel bir isim," diye mırıldandı Kerim de. Alex Selen'le sohbet ederken Kerim de arada dahil oldu. Ve cidden Alex'le gurur duymuştu. O kadar gizli o kadar hissettirmeden flört ediyordu ki, bu baya şaşırtıcı bir şeydi. Normalde erkekler uğraşmayı sevmezdi. Net olarak, klasik cümlelerle kıza kur yapıp işi hızlıca hallederlerdi ama sanki Alex'inki bir çeşit beyin yıkama gibiydi. Eğer bu işlerden iyi anlıyor olmasa, o bile fark edemezdi Alex'in çapkınlık peşinde olduğunu.

***

Kerim'in Q7'sinde, gecenin dördünde, son ses müzik ve müziği bastıran kahkahalar hâkimdi. Arabayı Kerim kullanıyordu ve yanında Arda oturuyordu. Hemen arkada Yalçın ve Engin, kızlara karşı sergiledikleri mallıkları anlatırken o kadar sarhoştular ki, olay komik olmasa bile anlatmaları arabadakilere çok komik geliyordu. Üç sıralı arabanın en arkasında ayaklarını uzatmış oturan Alex de onlara çok gülüyordu. Yalçın aynı Garry gibiydi. Biraz saftirik ama kesinlikle çok eğlenceli ve iyi biriydi. Onları cidden sevmişti.

"Kızın bana 'Ne yani Arda ölecek mi?!?!' diye çığlıklar içinde bağırdığı kısmı görmediniz. Çok iyiydi çok! Salak şimdi dizinin sonunda ana karakterin öleceğini sanıyor. Sanki hiç Türk dizisi izlememiş. Böyle bir şey mümkün mü Allah aşkına?" diyerek arkasına yaslanıp yeni bir sigara yaktı Engin.

"İnsanlara yalan da olsa ileriki bölümleri söyleme Engin! Kerim, sen yapımcısın şuna bir şey desene! Onu mahkemeye verebileceğimizin farkında değil mi?" diye dalga geçti Arda. Fakat ciddiymiş gibi rol yaptığı için Engin bir an için panikledi. Ağzından sigarayı çekip ön koltukların yanlarına ellerini koyarak ortadan öne eğildi ve Arda'yla Kerim'e baktı.

"Beni mahkemeye vermeyeceksiniz değil mi? Şaka yaptım, sadece basit bir şaka yaptım. Hem gerçek sonu bile söylemedim!" diyerek kendini savundu.

Kerim başını yana çevirerek Engin'in o panik haline bakarken kahkahayı basınca arabadaki herkes gülmeye başladı. Engin oltaya geldiğini anlayınca, kahkahalarla gülmekte olan Arda'ya doğru "Sizi piç herifler! Ödümü patlattınız! Sana bu rol yeteneğiyle Oscar vermeliler Oscar!" diye haykırdı.

"İnşallah! İnşallah! Allah söyletti."

Kahkahalar yavaşlarken Kerim ışıklarda arabayı durdurdu. Gecenin bu saatinde kimse yoktu ama yine de kuralları ihlal etmek olmazdı. Zaten alkollüydüler. Eğer es kaza polis falan görürse, başları belaya girerdi.

"Aaaaa!!! Aaaaa. Ben de yüzmek istiyordum. Şu şansa bak! Burada kumsal varmış!" Yalçın heyecanla bağırarak arabanın kapısını açtı. Koşarak denize doğru giderken üzerindekileri çıkarmaya başlamıştı bile. Arda cama yapışarak "N'apıyorsun! Delirdin mi lan?!" diye bağırdı arkadaşının arkasından ama arkada oturan Engin, Batman filmindeki Joker'in kahkahasını atarak "Yüzeliiim!" diye haykırınca, Arda hemen ona döndü.

Kerim yeşil yanınca ne yapacağını şaşırarak arabayı yasak yere park etmek zorunda kaldı. Arda hemen arabadan inip diğerlerinin peşine takıldı. Bu esnada onlara çok feci küfürler ediyordu tabii. Alex önündeki koltuğu iterek Kerim'le aynı anda arabadan çıktı. Kerim acınacak haline gülmeye başladı.

"Bu herif otuz iki yaşında a*ına koyayım! Otuz iki yaşında ve şu yaptığına bak! Yalçın boxerını giy! Salak herif, şimdi bir yerden gazeteciler ya da polisler çıkacak. Bizi mahvedeceksin!" diye bağırmasına rağmen kimse onu takmadı. Engin ve Yalçın çıplak bir şekilde Arda'yı denize çekiyorlardı. Arda'yla boğuşurken onun üzerindeki tişörtü çıkarmışlardı bile.

Alex olan biteni izlerken bir hayli eğleniyordu. Aslında bu çılgınlık esnasında onlara katılası gelmişti ama Kerim'i daha fazla sinirlendirmek istemiyordu.

Kerim cüzdanını arka cebinden çıkarıp içine bakınca yine küfretti. "Bütün nakdi harcamışız. Onur, senden rica etsem bana şu yolun karşısındaki ATM'den bin lira çekebilir misin? Günlük limit oydu sanırım, hatırlamıyorum. Eğer daha fazlaysa, daha fazla çek. Çünkü bu gidişle hem polislere, hem de gazetecilere ödeme yapmak zorunda kalabiliriz. Ben şimdi gidip onları döveceğim. Şifresi 4736 kartın. Platinium olanı al."

Kerim Alex'in bir şey demesine fırsat vermeden cüzdanı onun ellerine verip sahile doğru bağırarak koşmaya başladı. Alex elindeki cüzdana mal mal bakarken Kerim'in "EY-Tİ-EM" dediği şeyin ne olduğunu düşünmeye başladı.

Geldiğinden beri öyle bir şey hiç duymamıştı. Kart olayını anlamıştı. Bir nevi paraydı ama bir de onunla para mı 'çekiliyordu'? Çekiliyordu hem de! ATM'den. Banka gibi bir şeydi herhalde bu ATM.

Arkasını dönüp yolun karşısına bakmaya başladı. Bir kafe, bir market ve dizi dizi sıralanmış bir sürü küçük kutucuklar gördü. Eveeet! Üstlerinde ATM yazıyordu.

"EY-Tİ-EM... İngilizce okunuyor. Pekâlâ. Para çekiyoruz. Hiç de bankaya benzemiyorlar ama. Bunlardan daha önce görmüştüm. Bir sürü var etrafta. Ama hiç para 'çekildiğini' görmedim. Acaba nasıl çekiliyor?" diye kendi kendine konuştu yolun karşısına yürürken. Cüzdandaki kartlara bakarak olayı anlamaya çalıştı. İlk eline aldığı şey Kerim'in iş kartı oldu. Bunları tanıyordu. Sonra onu koyup başka bir kart çıkardı. Bunu da biliyordu. Bu ehliyetti. Kendisinde de bir tane vardı. Araba kullanmak içindi. Tabii Alex'in arabalar hakkında en ufak bir fikri bile yoktu. Bugünlerde en çok sorun yaşadığı konu buydu.

Bir başka kart alıp üzerine baktı. Mavi renkli bir karttı ve üzerinde Kerim'in tam adı ve numaralar vardı. Üzerinden okuduğu kadarıyla bir banka kartıydı! Yani aradığı şey. Ama Platinium değildi. Onu da geri koyarak başka bir kart çekti. İşte! Üzerinde eşek kadar Platinium yazıyordu. Banka adı da vardı! Kesinlikle aradığı bu olmalıydı.

"Hmm acaba hangisi bunlardan?" diye söylenerek ATM'lere bakmaya başladı. Banka adını eşleştirmeyi başarınca çok sevindi. Küçük odaya girmek için kapıyı açtı ve tuhaf, bir sürü tuşlu makineyle karşı karşıya kaldı.

"Çok güzel. Evet," diye mırıldanarak ofladı. Kaçak gözlerle arkasına bakmaya çalıştığında Kerim ve Arda'nın diğerleriyle savaş vermekte olduğunu gördü.

"Keşke onları ben dövseydim Kerim. Sen paranı çekseydin," diye mırıldandı. Çok iyi döverdi. O insanları dövmeye alışkındı.

"Bu kartı bunun içine göstereceğiz herhalde. Of kızları da arayamam bu saatte. Hay lanet şey!" diye söylenerek makineye bakmaya başladı. Bir tane kart giriş resminin olduğu yer görünce heyecanlanarak kartı oradan içeri itmeye çalıştı ama olmadı. Sonra tekrar denedi, olmadı. Tekrar tekrar itiştirdiği halde girmeyince siniri bozuldu. Kartı tutup dikkatlice üzerine baktı. Doğru bankada olmadıydı. İsimleri kontrol etmişti işte. Peki neden olmuyordu bu lanet şey?

Dikkatli dikkatli bir makineye bir karta bakarken ekranda gördüğü kart giriş videosuyla jetonu düştü. Kartın bir giriş şekli vardı! İsim kısmı yukarı bakacak şekilde giriyordu! "Aha! Kimseye ihtiyaç duymadan da halledebiliyormuşum değil mi Çiğdem Hanım?! Hah! Şimdi çatır çatır para çekeceğim. Hala nasıl geleceğini bilmiyorum ama çekeceğim!" dedi kendine gaz vererek.

Kartı sokmayı başardığında makineden kartın yerleştiğine dair ses geldi ve otomatik bir kadın sesi "LÜTFEN ŞİFRENİZİ GİRİNİZ!" diye haykırınca Alex korkuyla geri kaçtı. "Ne bağırıyorsun be? Deli misin nesin? Yazmışsın zaten oraya şifreni gir diye!" diye kavga etmeye başladı makineyle. Önündeki rakamlara dikkatlice bakarak şifreyi sesli bir şekilde tekrar etmek suretiyle girdi. Yeşil renkli 'Enter' tuşuna basması gerektiğinin komutu şifre hanesinin üstünde yanıp sönüyordu. O da denileni yaparak enter'a bastı. Şimdi daha karmaşık bir menü gelmişti karşısına. Dikkatli bir şekilde ekrandaki yazıları okuduktan sonra 'para çekme' hanesini görünce çocuklar gibi sevindi. O hanenin yanındaki tuşa basarak bir sonraki kısma atlamayı başardı. Şimdi de miktarların yazılı olduğu bir menü çıkmıştı. Günlük limitle ilgili hiçbir şey yazmıyordu. Lanet olası günlük limit ne, onu bile bilmiyordu zaten. Seçeneklerde bin göremeyince yine bir of çekerek makineye dayandı. Acaba diğer dediği neydi? Ona basınca ne oluyordu? Başka şeyler de mi çekiliyordu? Ya tüm parayı alıyorduysa?

"Beş yüz var burada. Şimdi beş yüz çeksem, sonra tekrar aynı şeyleri yapıp bir daha beş yüz çeksem?" diyerek kendisiyle tartıştı. Ya da risk alıp diğer tuşuna basabilirdi. "Tamam o zaman en kötü ne olabilir ki? Bir basalım," diyerek diğeri tıkladı. Tıkladıktan sonra kapadığı gözlerini yavaşça aralayarak ekrana baktı. Derin bir oh çekti. Kerim'in tüm banka hesabını boşalacak diye çok korkmuştu.

"Şimdi bu tutar kısmına bin yazalım," diyerek bin yazdı. Keyifle enter'a bastı. Para saymaya başladığı sırada başka bir soru geldi karşısına. "Allah aşkına bu ne böyle ya? Ver şu parayı da gidelim artık! Ne bitmek bilmez soruların varmış," diye şikâyet etti. 'Fiş istiyor musunuz?' sorusuna bir cevabı yoktu. Kerim bu konuda bir şey dememişti. Fakat evetin yanındaki kurak toprak resmi onu üzmüştü. Hayırın yanındaysa yeşillik vardı. "Ne kadar mantıklı," diye mırıldanarak hayırı işaretledi. Sonra sonunda parasını ve kartını almayı başararak oradan kaçarcasına ayrıldı.

Hızlı adımlarla bata çıka kumda ilerlemeye çalışırken Kerim pes etmiş, kumlara oturmuştu. Yalçın ve Engin hala denizdelerdi ve Arda da sadece ayakları suya değecek kadar denize ilerlemişti. Artık onlara bağırmıyordu. Kollarını göğsünde kavuşturmuş boş boş karanlık gökyüzünü inceliyordu. Gürültü yapan tek şey Yalçın ve Engin'in sinir bozucu bağırtılarıydı. Alex onların şarkı söylüyor olduklarını düşünüyordu.

"ATM'yi soyuyorsun sandım. Ne kadar uzun sürdü? Dönmeseydin yanına gelecektim," dedi Kerim cüzdanını Alex'ten alıp arka cebine koyarken. Alex de onun yanına oturdu. "Eeee... Şifreyi unutmuştum da onu hatırlamaya çalıştım. Yanlış girmeyeyim diye. Çocukları çıkaramadınız galiba?"

Kerim kafasını iki yana sallarken "Maalesef," diye mırıldandı. "Arda en son yumruk atmayı teklif etti ama kıyamadım ben. Ne de olsa senelerdir tanıyorum onları. Hem madem biz çılgınlık yapamıyoruz, bırakalım onlar yapsınlar." Ellerini ensesinde kavuşturup kuma uzandı. Gözlerini kapatıp dalga sesleri eşliğinde huzurlu hale geçti. Bir de şu salak bağırtılar olmasaydı süper olacaktı.

Herkes sessizleşip kendi halinde takılmaya başlayınca Alex'in aklına da hemen Çiğdem düştü. Bir haftadır araları felaketti. Hiçbir çekime gelmemişti. Beş dakika bile uğramamıştı. Ve o olmadan çok zorlanmıştı Alex. Ne kadar reklam çekimlerinden duruma biraz alışmış olsa da ve Arda ona yardım ediyor olsa da, bu daha detaylı ve daha zordu. Az önce para çekerken her şeyi tek başına becerebildiği konusunda böbürlenmişti fakat işin doğrusu; durumunun çok da iyi olmadığıydı. Aslında Alex için bu küskünlüğün can yakıcı kısmı Çiğdem gibi birini kaybetmiş olduğunu düşünmesiydi. Acilen onunla küs olmaya bir son vermeliydi. Aynı evin içinde onu özlemekten yorulmuştu. Eskiden koca saraydayken kimseyi özlemezdi ama şimdi minnacık evin içinde her gün gördüğü kızı özlüyordu işte.

Arda bir anda hareketlenerek "Hadi beyler! Cidden gidiyoruz bu sefer. Sınırı zorlamayalım. Ceza yiyeceğiz," diye bağırdı denizdeki delilere. Sonra geri dönerek kumsala yürüdü. Alex'le Kerim de ayaklandılar. Üstlerindeki kumları temizledikten sonra Arda'yla beraber arabaya yürüdüler.

***

Uzaktan uzaktan gelen gürültüler sayesinde uyanmıştı ama gözlerini açmayı reddediyordu. Zaten o sesler de gittikçe netleşiyor ve yakınlaşıyordu. Sanki birileri koca koca çuvalları atarak savaş alanına barikat kuruyordu.

Gözlerini açtığında tepesinde gördüğü spotlar ona tüm gerçekleri hatırlattı. Sene 2013'tü. 1800 falan değildi.

Başını sağ tarafa çevirdiğinde Çiğdem'in battal boyutlarda bir sürü poşeti kapının önüne attığını gördü. Eve sabaha karşı gelince salonda yatmıştı. Zaten bir haftadır Çiğdem'in odası hariç her yerde yatıyordu. "Onlar ne öyle?" diye sordu uykulu bir sesle. Gerinerek doğrulmaya çalıştı.

"Gereksiz şeyler! Atıyorum!" diye cevap verdi Çiğdem sertçe. Alex sürünerek koltukta oturur vaziyete geçti ve gözlerini ovuşturduktan sonra Çiğdem'e bakmaya başladı. Her sağa sola iki üç adım atışında sarı saçları savruluyordu. Ve giydiği pantolon o kadar ama o kadar seksi görünüyordu ki. Bir türlü o göğüsleri unutamıyordu. Onların o sutyenin içindeki o mükemmel görüntüsünü. Bazı geceler rüyalarına bile giriyordu. Ve şimdi o göğüslerle küstü! O göğüsler Alex'e küsmüştü!

"Eğer bir yerlere yetişmeyeceksen ya da işin yoksa biraz konuşabilir miyiz?" diye sordu ayağa kalkıp. Çiğdem'e doğru ilerledi. Gelen soru karşısında Çiğdem yaptığı işi bırakarak tam da Alex'in karşısında durdu ve başını kaldırıp ona baktı. "Bugün sana yatak alacakmışız."

"Evet, menajerim mail attı, reklam çekimlerinden gelen para, Kerim'in açtırdığı hesaba yatmış. Yapım şirketi de avansı yatıracak. Ama ben bu konuda konuşmak istemiyorum."

"Ben de gerekli konular dışında seninle konuşmak istemiyorum." Çiğdem işine dönerken Alex duvara yaslanıp gözlerini kapadı. O uykulu halinden kurtulamıyordu. "Böyle olmamıza dayanamıyorum, tamam mı? Sırf seninle aram bozuk olduğu için kâbuslar görüyorum, ne kadar iyi ve eğlenceli bir iş yapıyor olsam da mutsuz hissediyorum. Lütfen ama lütfen sadece biraz daha iyi olabilir miyiz?"

Çiğdem yine durup soluklandı. O da Alex gibi onun tam karşısına, duvara yaslandı. Hala Alex'e bakmıyordu. Alex ise gözlerini onun üzerinden çekmiyordu. "Benim yüzümden bu kadar baskı hissetmek zorunda değilsin. Burada özgürsün. Bunu sana söyledim."

"Bunun baskıyla alakası yok! Bak, ben senin için geldim tamam mı? Ne kadar bunu bu şekilde söyleyince kırıcı olsa da, burada bulunma nedenim sensin. Ve eğer sen bana küs olursan ben burada çok sıkılıyorum. Kalmak için bir neden göremiyorum."

"Neyiz biz? Altı yaşında mı? Küs olmak ne alaka? Küs falan değiliz. Ayrıca burada bulunma nedenin ben değilim, gelmene sebep olan etkenim. Ben istedim diye buraya gelmiş olabilirsin ama sen istemedin. Sana zorla kendi isteklerimi yaptıramam. Çünkü buna hakkım yok."

"Bak! İşte! Kendin diyorsun! Kendinle çelişiyorsun. Melodi'ye bu kadar takılma. Senin söylediğin her şeyi yapmak zorunda değilim. Ama buradaki önceliğim sensin. Buradaki ilk arkadaşımsın. İlk seni tanıdım ben ve sen olmasaydın bu korkunç durumun üstesinden gelmeyi başaramazdım."

Çiğdem ayakkabılığa oturarak ofladı. Başını dizlerine gömerek bir süre öylece bekledi. O başını kaldırmayınca Alex de gidip onun yanına oturdu. "Haftaya cuma akşamı bir balo varmış. Hem de bizim tarz, biliyor musun?" Alex'in ağzı sulanarak söylediği cümleyle nihayet başını kaldırıp Alex'in mavilerine bakmayı başardı. Gözleri cin gibi parıldıyordu zaten. "Ne balosu?"

"Maskeli 'kostümlü' dedi Kerim, fakat onun kostüm dediği şeyler benim gardırobumun tamamı oluyor. Dün akşam gece kulübüne gitmeden önce kendi kıyafetini gösterdi de... Tam da düklerin giyeceği tarzda bir kıyafetti. Ceketinin rengi çok hoşuma gitti. Neyse! Böyle 1800'ler temalı olacakmış, Victoria dönemi dedi. Sanırım tarihler benden sonrasına daha çok tekabül ediyor ama sonuç olarak özlediğim atmosferi tekrar yaşama fırsatım olacak. Danslar, müzik, insanlar ve tüm o balo eğlenceleri."

Çiğdem düşünür gibi kaşlarını çatarken çok da memnun görünmüyordu. Alex ise birazdan Halil İbrahim Sofrası'na oturacakmış kadar heyecanlıydı. "Sonuç olarak benimle gelir misin diyecektim? Kerim bir eş bulmamı söyledi. Eşle gidilme durumu bizde zorunlu değildi. Hatta daha çok kızlar kendilerine eş bulsun diye bu balolar yapılırdı, fakat şimdilerde öyle değilmiş sanırım. Sana eşlik edecek birisi iyi oluyormuş. Ben de sana sormak istedim."

Çiğdem düşünceli modunu bir süre daha devam ettirdikten sonra "Imm... Alex, benim hiç 1800'ler tarzı balo kıyafetim yok," dedi 1800 ve balo kelimelerine vurgu yaparak.

"Sorun değil, hallederiz. Dikecek bir terzi ya da alacak bir dükkân vardır eminim. Kıyafet konusunda insanı şoke edecek kadar alışveriş merkeziniz ve kıyafet dükkânınız var. Eğer bu alışveriş merkezi denilen şeyler bizim zamanımızda da olsaydı tüm kadınlar kalp krizi geçirip ölürlerdi."

Çiğdem Alex'in esprisine kıkırdarken "Abartma. Biz de kadınız. Hiçbirimiz kalp krizi falan geçirmiyoruz. Ben yine de o tarz kıyafetler konusunda çok emin değilim. Nerelerden bulabiliriz bilmiyorum," dedi.

Tam o sırada odasından çıkan Selen koridorda ilerlerken "Ne tarz kıyafet? Seks hayatını renklendiren türden şeyler mi? Ben biliyorum. Bu hafta Yelda ile birkaç seks shop gezdik. Çok çılgın şeyler vardı. Bir kedi kadın kostümü almaya karar verdim. Sana da ayarlayabilirim," dedi hızlıca.

Alex 'seks shop' tamlamasını sindirmeye çalışırken, Çiğdem dehşet içinde Selen'e bakarak "Hayır geri zekâlı. Lafa ortasından dalarsan böyle olur. Senin geliştirmeye çalıştığın ama aslında olmayan o cinsel hayatınla ilgili detayları bilmek istemiyorum. Bir balodan söz ediyorduk. Resmi bir davet varmış anladığım kadarıyla. Alex de davetliymiş ve ona bir 'dam' gerekmiş. O da bana sordu. 1800'ler tarzı giyiniliyormuş. Tema oymuş," diye konuştu arkadaşıyla. Bu sırada Alex lafa karışarak "Seks shop da neyin nesi? Neden bundan daha önce bahsetmediniz?" diye sordu. Fakat ikisi de onu duymazlıktan geldi. Selen Çiğdem'e bakarak "Şu balo! Cuma olacak olan! Yelda orada çello çalacak. Beni de çağırdı. Kuliste takılmak için. Ona mı gidiyorsunuz?" dedi heyecanla.

"Bilmiyorum. Kıyafet sorunumuz var."

Selen sanki dünyanın en akıllı kızıymış gibi başını yana yatırarak arkadaşına müthiş bir bakış attı. "Sen ne okuyorsun akıllı bıdık?"

"Sahne sanatları?"

"Sizin neyiniz var?"

Çiğdem'in gözleri bir anda heyecanla büyürken sevinçle havaya zıpladı. "Kostüm deposu!!!" diye haykırdığı esnada yumruklarını havaya kaldırdı.

"Çok zekisin tatlım!" dedi Selen alay eder gibi. Çiğdem Selen'i takmadan Alex'e dönerek "Geçen dönem Kraliçe Victoria oyunu sergilenmişti! Prens Albert kıyafeti hala duruyor olmalı! Hem de tam sana göre bir şeydir o! Ben de Victoria'nın bazı elbiselerini sevmiştim. Onlara bakarız," dedi heyecanla.

Alex kaşlarını kaldırarak "Victoria şu yeğenim olan mıydı?" diye sordu. Çiğdem kıyafetleri gözünün önüne getirip birini seçmeye çalışıyordu. Selen mutfağa girerken "Evet, Urfalı Victoria, yeğenin olan," diyerek Alex'le alay etti. Sonra kendi saçma esprisine kendisi güldü.

Alex gözlerini devirerek dikkatini tekrar Çiğdem'e yöneltti. Çiğdem düşünceli bir şekilde odasına doğru yürümeye başlayınca hemen oturduğu yerden kalkarak onun peşine takıldı.


"Çiğdem? Şu seks shop olayı ne peki? Ben nedenhiç görmedim?"

Ga verder met lezen

Dit interesseert je vast

6.3K 1K 15
'tüm ideolojileri kınıyorum, anlarlar belki o zaman.' ..yalan söyledim bu zarar bize. şimdi kalbimi bırak yalan söyleyen küçük bir diş perisiyim ben...
BOL KÖPÜKLÜ Door 光

Algemene fictie

861K 81.9K 63
[Aşkın Tatları Serisi - 3] Hikayemizi yıllar önce yazmaya başlamıştık, sadece farkında değildik. Aşk bizim için başta tuzlu kahve gibiydi. Ama bazı g...
769K 37.1K 33
O gün yaptığı tek hata; espresso'yu cool lime refresha ile aldatmaktı. Fakat hiç ummadığı, görmek istemediği kişi de o gün karşısına çıkmıştı. Dışarı...
192K 8.7K 40
KLASİK BİR GERÇEK AİLE/ABİ KİTABI (Küfür yok) Berbat bir hayat yaşayan İlgi başka bir kızla karıştığını öğrenirse ve tek kız olursa ne olur?