KOR KIZILI #wattys2022

By FundaKinali

2.4M 104K 4.2K

Cesur Yenerler. Merak uyandıracak kadar gizli, gizli olduğu kadar da tehlikeli bir adam. Minel Çağan. Merak... More

~ Tanıtım ~
1. Bölüm
2. Bölüm
3.Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8.Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm (+18)
17. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
FİNAL

18. Bölüm

65.7K 2.9K 170
By FundaKinali

Merhabalar!

Yorumlar azaldı mı ne? Biliyorsunuz ki sizin yorumlarınız bana bu hikâyeyi yazdıran. Hiçbir zaman oy ve ya yorum sınırlaması yapmadım, yapmam da. Kimseye "Yorum yoksa, oy yoksa hikaye de bölüm de yok" demem. Çünkü ben yazdıkça motive oluyorum, sizin yorumlarınızı ve eleştirilerinizi okudukça kendimi geliştirmeye çalışıyorum.

Bu sebepten dolayı "Küçük, kısa da olsa görüşlerinizi bildirirseniz beni dünyanın en mutlu insanı yaparsınız."

Özellikle de bu bölüm için görüşlerinizi merak ediyorum açıkçası çünkü benim içime sinse de sizin ne düşündüğünüzü merak ediyorum.

Bölüm şarkımızla beraber okumanızı öneriyorum. Yasmin Levy - Naci En Alamo (Medyada yer alıyor)

Keyifli okumalar!


***


Gün henüz aydınlık yüzünü göstermemişti ama Cesur doğmakta olan güneşin kızıllığını izliyordu. Derin bir nefes aldı zorlukla. Aslında her düello öncesi böylesine sıkılır, nefes alamadığını hissederdi. Her düello öncesi sanki bir daha bu eve adım atamayacakmış gibi gider, evine geri döndüğünde ise alamadığı nefesin yeniden ciğerlerine dolduğunu hissederdi. Yine öyle bir gündü ve eve dönmeyi her şeyden çok istiyordu.

Sebep çoktu hem. Sevdiği bir kadın vardı artık. Kendine vurduğu her keti yıkmak için bir an içmişti. Sevdikleri vardı. Babası bildiği adam, kardeşi bildiği Rıfat vardı. Hatta her ne kadar hapse yeniden girecek olsa da Şeref vardı. Eve dönmesi için birçok önemli sebep varken, dönmemek işten değildi.

Tüm gücünü kullanacaktı. Kendini asla ama asla sınırlamayacak, anbean yükselen öfkesini orada ortaya çıkaracaktı. Bileği asla yere değmemişti, hiçbir zaman da gücünden kuşku duymamıştı ama bu defa hem gücünü sorguluyor, hem de yenilmemesi gerektiğini aklına kazıyordu.

Yenilmek... Normal bir yenilgi değildi bu. 'Pes ediyorum' deyip çıkamazdı oradan. 'Senin olsun ne varsa' deyip kurtulamazdı. Tek bir yenilgi vardı; ölüm. Karşı tarafın bileği bükülüp, kanı toprağa karışmadıkça yenilmiş sayılmazdı. Aynı şekilde bileği büken ve kanı akıtan da yenmiş olmazdı. Cesur, ölmemek için değil Minel ile güzel bir gelecek için mücadele etmeye hazırdı.

Aslında Tuncel babanın oluşu ona güç verecekti ama bir yandan da kaybedersem, beni oradan çıkarak adam o daha önce kendi oğlunu çıkardı ölü bir halde bunu ona yapamam diye düşünüyordu. Bir sebepti aslında Cesur için. Orada yenilmemek için bir başka sebepti. Şeref'in başını yakmamak için sağ çıkmalıydı. Rıfat'a bir kardeş acısı daha yaşatmamak için sağ çıkmalıydı. En önemlisi Minel'e bir eş, can acısı yaşatmamak için oradan sapasağlam çıkmalıydı.

Belinde hissettiği parmaklar ile usulca başını eğdi ve Minel'in bir kedi misali kendine sokuluşunu izledi. Kumralla sarının karıştığı saçlarına dudaklarını dayadı ve bir öpücük bıraktı. Elleri naif teninde gezerken, birçok kısmın morardığını görünce iç çekti. Kendisini nasıl kaybedebilmişti? Ona zarar vermekten korkarken, onda izler bırakmıştı. Ellerini usulca dolandırdı o izlerin üzerinde.

"Acımıyor ki," diye fısıldayan Minel sevdiği adamın parmaklarının dokunduğu yerleri izliyordu. Boynunda, gerdanında hatta göğüs oyluğundaki morluklar utandırmamıştı onu. Neden utansındı ki, hem kimden utanacaktı? Sevdiği adamdan mı? Asla! Onunla geçen vakit öylesine hoşuna gidiyordu ki, hiç bitmesin istiyordu. Bir hafta nasıl dayanacaktı şimdi! İstemiyordu Cesur gitsin.

"Sensiz ben ne yapacağım Cesur?" diyerek üzgünce mırıldandığında Cesur iç çekerek burnundan verdi nefesini. Ne diyeceğini bilmiyordu, ne demesi gerektiğini bilmemek onu daha da sıkıntıya sokuyordu. Yutkundu. Bir hafta demişti, bir ömür gelmese ne yapardı? İşte kalbini sıkıştıran sorular aklını kemirmeye başlamıştı bir fare misali.

"Beni bekleyip, beni seveceksin," deyip güldüğünde Minel kaşlarını çatarak ona baktı. Şakanın sırası mıydı şimdi? Değildi ama bir şey söylemek yerine ona eşlik ederek gülümsedi.

"Bunu her gün yapıyorum hayatım. Seni her gün seviyorum, hep bekliyorum ve... Sadece seninim..." dediğinde Cesur usulca ellerini genç kızın şakağına yerleştirdi ve ciddi bir şekilde gözlerinin içine baktı.

"Burası benim Minel, benden başka kimseyi aklına sokmayacaksın," deyip usulca sol elini yanağına doğru indirdi ve oradan da sol göğsünün üzerinde durdu. Derin bir nefes aldığında, elinin altında çırpınan kalp ile tebessüm etmek istedi fakat ciddiyeti elden bırakamıyordu bir türlü.

"Burası benim, benden başka kimse bu kalbe giremeyecek," dedi. Usulca genç kadının belinden tutup kendine çekti ve ellerini mahrem bölgeye kaydırdı.

"Burası da benim, benden başka kimseye ait olamayacaksın," dediğinde Minel'in kaşları iyice çatıldı. Cesur usulca onun alnına bir öpücük bırakıp sıkıca sarıldı ve fısıldadı.

"Sen benimsin Minel, aksini kabul etmem imkânsız..." dedi. Minel'in başta hoşuna giden bu sözler sonunda canını sıkmıştı. Hızla ellerini adamın göğsüne dayadı ve geri çekildi. Cesur bozguna uğramışçasına bakıyordu ona.

"Öyle mi Cesur?" diye sordu Minel.

"Öyle!"

Cesur'un cevabına karşın usulca adamın saçlarına daldırdı ellerini. Şakaklarına parmaklarını dayadı ve hafifçe okşarken mırıldandı.

"Madem öyle... Burası benim Cesur, benden başka kimseyi düşünmeyeceksin!" diyerek tekrar elini kaydırdı ve adamın sol göğsüne dayadı avucunu. Gözlerinin kahvesinde kaybolurken kendinden emin bir şekilde konuştu.

"Burası da benim o zaman! Benden başka kimse girmeyecek içeriye, takılıp kalacaklar kalbinin kapılarına!" deyip atik bir şekilde elini adamın pantolonunun ön ağına bastırdı ve erkekliğine dayadı avcunu.

"Burası da benim öyleyse... Sende benimsin! Sen de benim adamımsın ve bir başkasının teninde var olmana razı değilim! Anlıyor musun? İmkânsızdır aksi!" dediğinde adeta gözlerinden ateş saçıyordu. Cesur şaşkınca gülümsedi. Ardından sadece Tuncel babanın tanık olduğu kahkahasını salıverdiğinde Minel o sesteki tınıyı avuçlarına almak ve tekrar tekrar dinlemek istemişti onun yokluğunda.

"Canımsın sen be kadın!" diyerek sıkıca sarıldığında Minel gülümseyerek fısıldadı. "Seviyorum seni be adam, dahası olsa yapacağım... Yok ki..." diyerek bir çocuk masumluğunda mırıldandığında Cesur iç çekerek daha sıkı sarıldı sevdiği kadına. Sanki bir kuşu sever gibiydi. Çok sıksa zarar vermekten ölürcesine korkuyor, bıraksa elinden uçup gidecekmiş gibi hissediyordu. Usulca geri çekildi.

"Bir tanem, seni eve mi bırakayım?" diye sorduğunda Minel başını sağa sola salladı.

"Hayır, hayır. Arkadaşlarımla buluşacağım, kahvaltı yapacağız da..." dediğinde Cesur başını salladı ve Minel'in çantasını alışını bekledi. Ardından elini sıkıca kavradı ve evden çıktı. Arabaya bindiklerinde de elini bir an olsun ondan çekemiyordu. Sanki ona dokunmasa bir daha hiç dokunmayacakmış gibi hissediyordu. Korkuydu hissettiği. Sevdiğini kaybetme korkusu... Çok küçükken tattığı, kendine kattığı histi bu. Yola çıktılar usulca...

***

"Bana her dakika mesaj at tamam mı? İşin olmadığı zamanlarda gezmelisin İtalya'yı. Sürekli fotoğraf çekin, bana göndermeyi de unutma. Kartpostal da almalısın sevgilim, burada bir albüm yapabiliriz." Minel sürekli fikirlerini söyledikçe Cesur kendini daha kötü hissetti. Kimseye yalan söylemeyen adam hem sevdiği kadına yalan söylüyor, hem de onu sevmediğine dair herkesi kandırıyordu. Bu hiç de iyi değildi ona göre.

"Bir de..." diyerek usulca saçlarını tutturduğu siyah sade tokayı çıkardı Minel. Adamın elini tutup, tokayı bileğine taktıktan sonra atik bir şekilde çantasını karıştırdı. Aradığını bulduğunda paketin ağzını açarak içinden iki ip bileklik çıkardı. İkisi de siyahtı fakat birisinde sonsuzluk işareti varken, diğerinde küçük bir tabanca şekli vardı.

"Bu da bizim uğur bilekliğimiz olsun," diyerek bilekliği de tokanın arkasına taktı ve ipini adamın bileğine göre bağladıktan sonra kendisi de bilekliğini takıp gülümsedi. Usulca telefonunu çıkarıp bileklerinin ve ellerinin fotoğrafını çekti. Gülümseyerek başını kaldırdı.

"Sakın çıkarma, şans getirecek bize... Bir de albüme bu ellerimizin fotoğrafını da koyacağım," deyip adamın boynuna sarıldığında Cesur ona sıkıca sarılıp kokusunu içine çekerken gözlerini yumdu. Ayrıldıklarında göz gözeydiler.

"Bilekliği de tokayı da çıkarmayacağım," deyip onlara bir öpücük bıraktı Cesur. Ardından "Kendine dikkat etmeni istiyorum canım, çok dışarıya çıkma... Lütfen Minel, kendine çok iyi bak..." deyip iç çekti ve yutkundu. Minel adamın manalarını anladığında gözlerini kaçırsa da ardından tekrar ona baktı.

"Tamam, dikkat edeceğim sevgilim. Sen de çok dikkat et, biraz soğuk oralar... Sakın üşütme," deyip gülümsediğinde Cesur onun dudaklarına kapandı. Öyle bir öpüşmeydi ki sanki yıllardır özlemle kavrulan iki sevgilinin vuslata eriş gibiydi. Geri çekildiklerinde Minel nefes nefese fısıldadı.

"Seni seviyorum, bunu sakın unutma!" dediğinde Cesur dudaklarını ısırarak gülümsedi ve "Sen de beni unutma!" dedi.

"Tabi ki unutmayacağım. Kim bir haftada sevdiğini unutur adamım!" deyip güldüğünde Cesur buruk bir şekilde gülümsedi. Tekrar bir öpücük bırakıp, kokusunu derince soludu ve geri çekildi.

"Minel!" diye bağıran sesin geldiği yöne çevirdiler başlarını ve üç kızın onları muzip bakışlarla izlediklerini gördüklerinde gülümsediler. Minel sıkıca sarıldı yine. Bırakmak istemiyordu ki Cesur'u. Geri çekilip arkadaşlarına doğru ilerlerken tekrar geri döndü ve adama bir kez daha sarılıp onu sevdiğini mırıldandı. Bir öpücük daha bırakıp arkadaşlarının yanına ilerledi.

"Bir bırakamadın adamı Minel!" diye gülen arkadaşının koluna girdi ve kıkırdadı.

"Seviyorum ne yapayım?"

"Aman, aman mutluluğunuz daim olsun!"

"Ay teşekkür ederim canım!" diyerek gülümsedi ve mekândan içeriye girdi. Cesur onun içeriye girdiğini görür görmez geri döndü. Hızla arabaya binerek adeta tekerleri çığlık çığlığa bağırtarak yola koyuldu. İçi, amansız bir şekilde yanıyordu. Bu his korkunçtu!

***

Şeref elindeki ince belli çay bardağını dudaklarına yanaştırdı ve bir yudum alıp yerine geri bıraktı. Cesur da masaya diktiği gözlerini kırpmadan dalıp gitmişti düşüncelere. Tuncel baba onlara bakarak içten içe dualar ediyordu. Bu işin bir an evvel son bulmasını diliyordu. Aniden içeriye Rıfat girdi. Peşinden ise Tuncel babaya benzeyen, Cesurdan iki yaş küçük olan genç adam ilerledi.

"Baba," diyen genç adamın sesi ile Cesur aniden başını kaldırdı ve gördüğü yüz ile şaşkınca ağzını aralasa da sesi çıkmadı. Ardından şaşkınlığı bir an evvel üstünden atarak ayağa kalktı ve sıkıca sarıldı. Tuncel baba duyduğu sesin etkisinden çıkamamış, adeta donup kalmış ama göz yaşlar gözlerini doldurmaya başlamıştı.

"Kardeşim, senin ne işin var burada?" diye sorarken kendine sıkıca sarılan adamın saçlarını öptü Cesur.

"Sizi özledim," diyerek geri çekilen gencin gözlerinin içindeki parıltılar, akmayan yaşların sebep olduğu o saydam görüntü ile yutkundu Cesur. Ardından başını çevirip Tuncel babaya baktı ve onun gözlerini kapatarak gözyaşlarını akıttığını görünce derin bir nefes aldı.

"Gencay... Sen niye geliyorsun buraya? Biz seni yurt dışına yolladık, insan haber verir değil mi?" diyerek azarlar bir tonda söylendiğinde genç adam gülümsedi buruk bir şekilde.

"Aman be Cesur, sizi özledim diyorum sen bana ne diyorsun!" diyerek gülen Gencay diğerlerine baş selamı verip, usulca Tuncel babanın önünde dizlerinin üzerine çöküp adamın dizlerinde duran elini avuçlarının içine aldı ve önce avucundan, sonra ise elinin üzerinden öpüp alnına koydu. Tuncel baba aniden elini çekip, genç adama sıkıca sarıldığında Gencay derin bir nefes alarak sıkıca sarıldı babasına. Geri çekilip, babasının yanındaki sandalyeye oturdu ve bu buruk andaki garipliği değerlendirdi.

"Şeref abi burada, babam da burada olduğunda göre... Yine mi düello yahu?" diyerek gülen Gencay'a hepsi onaylamaz bir bakış attı. Genç adam kimsenin gülmediğini fark ettiğinde durumun garipliği ile yine kaşlarını çattı.

"Kim?"

"Balatlı Caner," diyerek cevap veren Cesur'a gözlerini kısarak baktı Gencay. Lisede iken Almanya'ya gönderilmişti ve yıllardır orada yaşıyordu. Tuncel baba gibi orada restoran işletiyordu. Pek de küçük değildi, 27 yaşındaydı.

"Bende geliyorum," dediğinde Cesur bu işin iyice sarpa sardığını düşündü. Onun da gelmesi hayatında en son isteyeceği şey bile değilken o gelmekten bahsediyordu. Zaten onu bu ortamdan ve bulundukları durumdan uzaklaştırmak için göndermişlerdi. Şimdi gelmesi ve düelloya ortak olması işten değildi.

"Hayır, Gencay! Sen burada kalacaksın, evinde kalacaksın, otelde... Ama asla oraya girmeyeceksin!" diyerek kesin bir talimat verdi Cesur. Gencay kaşlarını alayla kaldırdığında umursamaz bir tavırla mırıldandı.

"Ben Tuncel Peker'in oğluyum Cesur Efendi! Oraya girme demekle olmaz o işler! Geliyorum o kadar!" diyerek kesin bir şekilde konuşan adama kızsa da onun ne kadar inat ve dediğim dedik birisi olduğunu bilen Cesur zoraki bir şekilde kabul etti.

"Plan belli. Şeref baltayla, ben bileğimle gireceğim o tünele... Büyük ihtimal âlemin önde gelenleri olacak. Tuncel baba da karar verenler arasında. Tarafsız olmak zorunda! Ya biz öleceğiz, ya onlar... Ama bu düellonun başka ihtimali yok!" diyen Cesur'a baş salladılar hep birden.

"Minel?" diye sordu Tuncel baba. Gencay anlamasa da onları dinliyordu tüm dikkatiyle.

"Takipteler baba. Nefes kadar yakın, bir o kadar uzak!" diyerek cevapladı onu Rıfat. Konuşma bitmişti. Geriye sadece beklemek ve düello saatinin gelmesi kalmıştı. Gencay babasının gözlerinin içine bakıyor, onu ne kadar çok özlediğini düşünüyordu. Tuncel baba ise onun bu bakışlarının farkında olmasına rağmen Cesur'un yanında ona pek de yakın davranmıyor, inatla yakınlaşmaktan sakınıyordu.

"Babam," diyen Gencay'a baktı Tuncel baba. Gencay devam etti, "Ben de katılayım onlarla," dediğinde yaşlı adam hiddetle ayağa kalktı ve oğlunun yakasından tutarak kaldırdı ayağa.

"Bana bak! Bir bana bak! Seni gebertirim çocuk! Geride kalacaksın Gencay, yanımdan ayrılmayacaksın," dediğinde Gencay başını salladı fakat aklında kırk tilki dolanıyordu. Herhangi bir sorun olduğunda kendini ortaya atmaktan geri kalmayacaktı. Cesur onun için sıradan biri değildi, bir abiydi aynı zamanda. Ve şu hayatı boyunca bir şey öğrenmişse o da birbirlerine sahip çıkmaları gerektiğiydi.

"Babam, merak etme yanından ayrılmayacağım!" diyerek telkinde bulundu. Cesur onların konuşmalarını dinledikçe amansız bir şekilde gerilmeye başlamıştı. Ayağa kalkıp elindeki çatı yudumluyor, diğer yandan da durmaksızın volta atıyordu. Ne vardı ki başının döndüğünü bile anlamıyordu.

Şeref bileğindeki saate baktığında sanki yelkovanla akrebin kulaklarında çınlayarak ilerlediğini hissetti. Yelkovan tam on ikinin üzerinde durduğunda yutkundu Şeref. Usulca ayaklandı, Cesur'un omzuna avucunu dayayıp onu durdurdu ve gözlerinin içine baktı.

"Hazır mısın Kasırga?"

"Hazırım, Baltabaş!" dediğinde ikisinin de gözü Tuncel babaya kaydı. Aynı anda Tuncel babanın önünde eğilip elini öptüklerinde yaşlı adam sağ avucunu, sol göğsüne bastırarak onlara baktı.

"Destur delikanlı... Gazanız mübarek ola!" dediği gibi herkes çıkıverdi bahçeye. Ardından arabalara dağıldıklarında Gencay, Şeref ve Cesur bir arabaya binmişlerdi.

Yol boyunca kimse konuşmamış, herkes dışarıda akıp giden hayatın izlerini izleyerek izbe bir yola girmişlerdi. Bir süre orman devam etti. Ardından büyük bir tarlayı andıran boşluğun ortasındaki tek kulübenin önüne park ettiler. O kadar çok araba vardı ki Cesur tebessüm etti. Demek ki ya kendisinin çok düşmanı vardı, ya da Balatlı'nın.

Küçük kulübeye girdiklerinde hızla merdivenlere yöneldiler ve aşağı indiklerinde burunlarına çalınan kan kokusuna karışan küf kokusu ile derin bir nefes verdiler. Tünel uzun ve dardı. Sonunda ise kocaman bir boşluğun olduğu, yer altında dikenli tellerle çevrili bir kafes... Cesur'un sağ çıkmak için savaşacağı kafes...

Tuncel baba kendi yaşıtlarının olduğu tarafa ilerledi ve adamlarla baş selamı vererek selamlaşıp yerine yerleştiğinde Gencay'ı aradı gözleri. Tam önlerindeki kafesin, diğer tarafında Rıfat ile yan yana oturuyordu. Cesur tam karşısındaki adamın gözlerinin içine nefretle baktı.

"Kasırga!"

"Balatlı!"

"Şşt... Sakin! Girin içeriye..." diyen adam onları ayırıp kafesin içine soktuğunda Cesur üzerindeki kapüşonu çıkardı ve siyah tişörtü ile kaldı. Şeref elindeki küçük balta ile boynunu esnettiğinde karşısındaki deve bakıyordu.

"Belli ki bu iki delikanlının anlaşamadığı bir durum var. Kim haklı, kim haksız ayırt edememişler. Öyleyse... Düello başlasın! Bilek kana bulanana kadar da devam etsin!" Tuncel babanın sözleri ile düello başlamış ve kocaman kafesin içinde dikenli tellere yakınlaşmadan birbirlerine bakarak dönmeye başlamışlardı. Cesur derin bir nefes alıp, bileğinde toka ile bilekliği öptü.

Atik bir şekilde Caner'in bileğini tutup sıkarken yüzüne sıkı bir yumruk geçirerek geri çekildi ve ardı arkası kesilmeyen yumruklarını gelişi güzel atmaya başladı. Hızını alamıyordu fakat aniden elmacık kemiğinde hissettiği acı ile geriye savruldu. Muştanın izi büyük ihtimalle yanağında belirmiş, hafif kan birikintisi yüzüne yayılmaya başlamıştı.

Caner yüzündeki yanmayı görmezden gelmeye çalışıyordu fakat pek de başarılı sayılmazdı. Acısını yok saymak için hızla Cesur'a yöneldi ve amansız yumruklarını onun bedeninin her hangi yerine atmaya başladı. Cesur acı ile kasılırken gözünün önünde gezinen Minel'in görüntüsü ile hızla onu itti.

"Sen benim olana göz dikemezsin Balatlı!" diye kükrediğinde Caner alay dolu bir kahkaha atarak ağzından yayılan kanı köşeye tükürdü ve ağzını sildi.

"Minel'i ilk ben gördüm! Ona ilk ben sevdalandım! Ben onu seviyorum ulan! Senin bir günlük zevkine asla ortak olmayacak o!" diye bağırdığında Cesur sanki ölümcül bir darbe yemişçesine kasıldı. Öyle ki dikenli teldeki elini sıktığını ve kanının aktığını hissetmiyordu.

"Ölümün elimden olacak piç kurusu!" diye kükreyerek Balatlı'nın üzerine yürüdü ve kaldırdığı bacağını hızla onun karın boşluğuna vurarak geriye savurdu. Caner sırtındaki ile iç çekerek atağa çıktığında ikisi de birbirlerine darbelerini indiriyor, yerde birbirlerinin üzerlerine çıkarak yumruklarını atıyorlardı.

Cesur, Balatlı'nın yüzüne o kadar çok vurmuştu ki kan gölüne dönmüştü adamın suratı. Üstünden kalkıp derin bir nefes aldığında kolunda hissettiği keskinlik ile iç çekerek geriye çekildi. Balatlı'nın adamı çatı ile kolunda derin bir yara açmıştı fakat Şeref baltası ile onu engelliyordu hala. Cesur onlara bakarken birden geriye savruldu ve dikenli tellerin sırtına batıp deldiğini hissettiğinde nefesinin kesildiğini anladı.

Ayağa kalkıp Caner'e sıkı bir yumruk geçirdi. Fakat Caner onun ensesinden tutarak kafa atmış ve yere düşmesini sağlayarak karnına oturmuştu. Cesur ellerini kullanarak yüzünü kapatmaya çalıştı fakat adam ellerini hapsetmiş, keskin muştanın olduğu yumruklarıyla yüzüne vuruyordu. Bir süre sonra yüzüne değil, vücudunun her yerine vurmaya başladı. Ayağa kalktı tekmeler attı.

"Öleceksin lan sen! O sadece benim!" diye kükreyip bir tekme daha attığında Cesur yüz üstü yattı zemine. Gücünü toplamak istiyordu. Gücünü toplayıp ayağa kalkmak ve onu öldümek istiyordu fakat başarılı olamadı. Hareket ettikçe aldığı darbeler nefesini kesiyor, gözleri bayık bakıyordu. Son bir umut başını hafifçe kaldırdı ve Tuncel babanın dolu gözleri ile karşılaştı.

Dudaklarını oynatarak, "Özür dilerim baba," dedi. Ardından sırtında hissettiği keskin acı ile ağzında biriken kanı öksürerek tükürdü. Tuncel baba tellerin arkasında eğilip ona bakıyor, Gencay babasının arkasından onu izliyordu.

"Cesur! Kalk ayağa! Abi kalk!" diye kükredi Gencay. İlk kez onu böyle görüyordu. Başını diğer tarafa çevirdiğinde Şeref'in kan içinde hala mücadele ettiğini görünce ağzını açtı ve "Baltabaş! Cesur abim ölüyor!" diye kükredi fakat Şeref mücadeleyi bırakıp onlara bakamıyordu. Gencay başını çevirip gözleri dolu halde Cesur'a bakarken Balatlı'nın çakıyı son kez onun sırtına saplayışını, gözlerinin kapanışını görünce nefesi kesildi.

"Cesur!" diye kükreyen babasının omuzlarını tutarak geri çekti. Yerde cansızca yatan adama bakarken ne yapacağını şaşırmıştı. Rıfat bir yandan ellerini tellerin arasından içeriye sokarak nabız kontrol ediyor, Tuncel baba öfkeyle soluyordu. Gencay o an fırsat bilerek kafesin kapısını açtı ve kendini içeriye atarak hızla üzerindeki gömleği çıkardı. Şeref'in elindeki baltanın birini alarak tüm gücüyle savurdu. Balatlı'nın karnına isabet eden balta ile hızla koştu ve adamı iterek yere yatmasını sağladıktan sonra elini tutup muştanın birini çıkardı.

Karnında balta saplı bir halde hala hareket eden adamın muştasını parmaklarının arasından geçirdi ve amansız, öfke ve acı dolu yumruklarını yüzüne attı. Aniden üzerinde hissettiği baskı ile geriye çekildiğinde Şeref'in diğer adamı öldürdüğünü anladı.

"Kasırga ölmez! Minel de ondan başkasının olmaz Balatlı!" diye kükreyip baltanın diğerini Gencay'a verdi Şeref. İkisi aynı anda kaldırdıkları baltaları Balatlı'nın başına geçirdiklerinde herkes susmuş onları izliyordu. Şeref kalan gücüyle Cesur'un başına çöktü. Nabzı anbean düşerken onu kucakladı. Tuncel babanın peşlerinden gelmesi ile hızla çıktılar o yerden ve arabalara atladılar. Tuncel baba, gerilerek Gencay'ın suratına keskin bir tokat attı. Şeref'e de bir tokat atarak yola bakmaya başladı. Tokadın sebebini anlayamayan adamlar sessizce kucaklarında yatan, kan gülünü andıran Cesur'u hastaneye yetiştirmeye çalışıyorlardı. Cesur ise o sıralarda bir rüyanın içinde, Minel ile gülüyordu. Belki de ölüyordu...

***

"Tatlım," diyen annesine gülümseyerek baktı Minel. Sıkıca sarılıp, öptüğünde kibirli kadın kızının yatağının diğer tarafına geçti ve yorganın altına girerek kızını kucakladı.

"Annem," deyip annesine sığındı Minel. Mutlulukla gülümsediğinde kadın iç çekti.

"Biliyorum bana kızıyorsun, seni alçalttığım için... Minel, ben başka bir şey bilmiyorum inan... Evet, zengin bir aileden gelmedim. Ben aslında taşra kızıyım. Köyün birinde büyüyüp, babanla şans eseri tanıştım ve hayatım birden değişti. Yokluktan, varlığa yükselince insan her ne kadar değişmem dese de değişiyor. Görgüsüzlük benimki belki de... Bilmiyorum," diyerek gözlerini silen kadına üzgünce baktı Minel.

"Ama tek bildiğim bir şey var; babanı çok sevdim, hala da seviyorum. Bak kızacaksın ama Cesur hakkında pek de iyi şeyler duymadım," dediğinde Minel kaşlarını çatarak baktı ona.

"Ne demek iyi şeyler duymadım! Ne diyorsun sen anne!" diyerek hızla yatağında oturur vaziyete geldiğinde kadın usulca kızının ellerini tuttu.

"Babası hakkında... Annesi hakkında... Ve o Tuncel denen adam hakkında... Bir araştırma yaptım ve bu dosyada hepsi... Okumalısın kızım. Doğru kararı vermen için oku bunu..." diyerek ince bir dosyayı bıraktı yatağın üzerine ve çıkıverdi odadan. Minel öfkeyle aldı dosyayı ve kahve kupasını da alarak balkona çıktı. Küçük, beyaz masaya yerleşip, kapağı açtığında o gün, kitabın arasında fotoğrafını gördüğü adamı gördü. Gözleri usulca dolandı satırlarda.

"Kabadayı" sözcüğünde gözleri kısıldı. "15 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan silahlı saldırıyla ilgili davada, 'çıkar amaçlı suç örgütü kurmak ve yönetmek' suçundan 3 yıl 4 ay cezaya çarptırıldı," diye mırıldanarak yazıları okuduğunda gözleri irileşmişti.

"Yakın dostlarından olan Ali Kanlı ile Ulus'ta bir kumarhanede oturdukları sırada ışıkların kapanmasıyla Kurt Hamdi lakaplı Hamdi Lokman öldürüldü ve olaydan Kabadayı Mehmet sorumlu tutuldu. Kurt Hamdi'nin öldürüldüğünü gören Tayfun Yenerler can tehlikesi nedeniyle ailesiyle birlikte İstanbul'a göç etti. O dönemde ters düştüğü ünlü kabadayı Avni Candaş'ı yaraladı. Bu arada sayısız yaralama ve ruhsatsız silah taşıma yüzünden hapishaneye girdi."

Şaşkınca bakıyordu okuduklarına. Cesur'un babası nasıl böyle olabilirdi? Ardından hızla sayfayı çevirdi ve bu defa Tuncel babanın fotoğraflarını gördü.

"Kumar, dolandırıcılık, bıçakla ve tabanca ile adam yaralama gibi suçlarla adını duyuran Baba Tuncel lakaplı Tuncel Peker, yeraltı dünyasının sözü geçen isimlerinden biridir. Değişik tarihlerde suç örgütü yöneticiliği yapmak, silahla tehdit, zorla senet imzalatmak, zorla para almak, Ateşli Silahlar Kanunu'na muhalefet ve arazi mafyacılığı gibi suçlardan yargılanmıştır."

Şaşkınlığı anbean artarken nefes almadan sayfayı çevirdi. En sonunda sevdiği adamın fotoğrafını gördüğünde hakkındaki bilgileri okudu ve her hangi bir suç işlemediğini öğrenince derin bir nefes aldı. Sadece birkaç bilgi vardı hakkında. Üzerinde ruhsatlı silah, birkaç gece kulübü ve restoran... Bir galeri... Bunlar bir şey değildi fakat öğrendiği diğer bilgiler aklını karıştırmıştı. Annesi hakkında hiç bilgi yoktu. Babası ve Tuncel baba hakkında da pek bilgi yoktu, sadece sabıka kaydı misali yazılan yazılar vardı işte.

Evet, aklı karışmıştı fakat sevdiği adamın her hangi birine zarar vereceğine inanmıyordu. Babası ya da Tuncel baba suç işlemiş olabilirdi ama Cesur onlar gibi değildi. Bu sebepten dosyayı hızla kapattı ve köşede duran çöp kovasının içine attı. Annesi yine yanılıyordu ona göre. Kesinlikle tek güvendiği Cesur'un kendi ağzından çıkan sözlerdi. Usulca telefonunu çıkardı ve Cesur'u aradı. Çaldı, çaldı... Yine çaldı fakat açan olmadı. Tekrar, tekrar aradı yine cevapsız kaldı. Bu defa mesaj yazdı gülümseyerek.

"Seni seviyorum, bunu sakın unutma! Gelirken kartpostal getir sevgilim, önümüzde koca bir ömür var..."


Continue Reading

You'll Also Like

4.4M 168K 62
Güçlü, her şeyin üstesinden gelebilen, deneyimlediği kötü şeylere ve yaşadıklarına rağmen ayakta kalmayı başarmış, kızına ve kocasına tutunan ve onla...
2.4M 105K 71
Bu imkansızdı işte ... "" Sözlüyüm ben ."" Dedi Havin . Cesur'un ise Havin'in bu tavrı hoşuna gitmişti. Her ne kadar ondan uzakta yaşamış olsa da Hav...
228K 38 3
*** "Sen benim yaralı olmamı istiyorsun. Sürekli kanamamı istiyorsun. Yaralarımın iyileşmesindendir senin korkun kaldırıyorsun kabuğunu inatla. Ben b...
2.9M 152K 17
Maça Kızı 8 serisinin devam bölümlerini içermektedir.