Bölümün geç gelmesinin nedeni önceki bölümde 100 okunma 20 vote ve 15 yorumu beklememdi.
Lütfen yorum yapın. Ve vote verin.
Sınır koyma gereksinimi duyuyorum.
Sınır +25 vote +20 yorum.
Bu bölüm baya heyecanlıyım bilmiyorum anlayacaksınız ama...
***
Saat 7 olmuştu ve ben heyecanıma yenik düşerek evden yaklaşık 10 dakika erken çıkmıştım. Kapıda beklemekten sıkılmaya başladım. Bugün kendime her zamankinden fazla özen göstermiştim, zaten normalde de kendime fazla özen gösterdiğim söylenemezdi. Elimle çantanın fermuarıyla oynarken siyah bir araba önümde durdu. Hemen ardından ön camdan kafasını çıkaran bir Rose beklemiyordum.
Rose ıslık çalarak, ''Tatlım, çok güzel görünüyorsun.'' dedi. Ryan da ona katıldığını belli edercesine elini sallayarak, ''Arabaya bin de gidelim Lena.''
''Teşekkürler Rose.'' diye yanıtladım Rose'u ve arabaya bindim.
Annem her ne kadar parti işini desteklemiş lsa da en geç saat 1'de evde olmam gerektiğini bana çok net bir biçimde belirtmişti. Konuşmak gibi bir eylemde bulunmak istemiyordum doğrusu ve Rose da bunu anlamış olmalı ki, bir şey söylemedi. Sessiz, aynı zamanda bolca romantiklik barındıran araba yolculuğumuz bitince kocaman bir villanın önünde durduk.
Ryan ve Rose arabadan indikleri halde ben hala arabada oturuyordum. Evden çıkmadan önce depolamış olduğum cesaretim şimdi tuzla buz olmuştu.
Rose birdenbire oturduğum taraftaki kapıyı açınca elimde olmadan dudaklarımın arasından bir çığlık çıktı. ''ne yapıyorsun?''
''Seni arabadan çıkarmaya çalışıyorum.'' diyen Rose çok kararlı görünüyordu.
Onunla mücadele etmek istemediğim için isteksizce arabadan indim. Eve doğru yaklaştıkça içeriden gelen seslerin yoğunluğu dudaklarımı ısırmama neden oldu. Rose ve Ryan gayet rahattılar fakat kendim için aynı şeyi söyleyemezdim.
Evin kapısı açıktı, hırsız girebileceğini düşündüm fakat bu çok saçma bir düşünce olurdu çünkü evin etrafı güvenlik sistemleriyle donatılmıştı. Rose, kolumu çekerek onunla birlikte içeri girmemi sağladı. İçerisi tahminlerimin aksine çok sıcaktı, öyle ki, ceketimi çıkartan Rose'a sesimi çıkartmamıştım.
''Ceketimi çıkardığın için teşekkürler, anne.'' diye sitem ettim Rose'a
Tanrım ya ceketimi çıkardığım için Justin beni bulamazsa?
Pekala, zaten bulmasını istemiyordum. Bu da iyi olmuştu.
Ryan hemen Justin'lerin bulunduğu masada yerini almıştı. Gözüm Justin'e kaydı. Her zamanki gibi kusursuz görünüyordu. Bir an düşününce onu kusursuz yapan yakışıklılığı değil, aşkım olduğunu anladım. Benim gözümde o kusursuza yakındı ve hep öyle kalmasını umuyordum. Şu an o yarımdı. Bir parçası evde sakladığım defterin sayfalarında duruken, bir parçası da buradaydı.
Gözlerim Justin'in olduğu yerde biraz daha oyalanınca ona uzanan kollar, duraksamama neden oldu. Adının Emily olduğunu öğrendiğim amigo kızlarının takım kaptanı olan kızıl sürtük -ona bu lakabı takmıştım- Justin'le öpüşmeye başlayınca etraftan bir alkış sesi yükseldi.
Rose bunu anlamış olmalı ki, kafasını benim olduğum yere çevirdi ve düşmemem için omuzlarımdan tuttu. ''İyi misin?'' yumuşak bir ses tonuyla sorunca kafamı salladım. ''İyiyim, sanırım.''
''Justin'i bilirsin, o böyle. Değişir mi, bilemem. O yüzden üzülme.''
''Önemli değil, Rose. Gerçekten.'' dudaklarımın arasından zorla sarf ettiğim kelimeler boğazıma bir yumru takmıştı.
Rose'u itikledim. ''Git ve eğlen. Beni düşünme, annem değilsin. O yüzden eğlenmene bak, bücür.'' ona bücür dedim çünkü benden bir yaş küçüktü, ayrıca kısaydı. Bu yüzden bu klişe lakabı ona yakıştırmıştım.
''Pekala.'' deyip sevgilisi Ryan'ın yanına gitti.
Ben ise, sap sap durduğum gerçeğini idrak edebildiğim zaman kalabalığın arasından sıyrılmaya çalışarak, mutfak olduğunu düşündüğüm yere gittim. Burası daha sakindi -birbirlerini sömürerek öpüşen çiftleri saymazsak tabii- bir bira bulma umuduyla rastgele yerde bulduğum kutuları açmaya başladım ama ne yazık ki, bulduğum tek şey kırmızı şaraptı.
Bununla da idare edebilirdim.
Şişenin kapağını açtığım gibi kafama dikmem bir oldu. Buraya gelirken aklımda herhangi bir plan yoktu. Sadece eğlenebilmeyi ummuştum ancak biraz önce gördüğüm manzara yüzünden kendimi sarhoş etmenin en mantıklıca yol olduğunu düşündüm.
Şişeyi bitirmek üzereyken bir el şişeyi elimden aldı. Arkamı dönüp küfür edeceğim sırada James'i görünce afalladım.
James'in burada ne işi vardı?
''Senin burada ne işin var? Ve şu siktiğim şişeyi bana ver!'' diye çıkışınca James yüzünü buruşturdu.
''Şişenin neredeyse dibini getirdiğin halde sarhoş olmaman ilginç doğrusu. Hem neden içiyordun?''
Haddini fazla aşıyordu. ''Seni ilgilendirmez.'' diye tersledim ve şişeyi almaya çalıştım.
''Ver şunu!''
''Vereceğim ama bana bir öpücük verirsen.'' deyince ''Sen kendini ne sanıyorsun?!'' diye bağırdım.
James bıkkın bir tavırla elini yeni çıkmış sakallarında gezdirdi. ''Bak, senden gerçekten hoşlandım ve alacağım sadece bir öpücük. Ondan sonra seni rahat bırakacağım.''
Ne yapmam gerekiyordu, bilmiyordum. Daha önce öpüşmemiş biri değildim ancak James'i tanımıyordum.
Mutfağın kapısında Justin ve Emily'i öpüşürken görünce -tanrım neden şu siktiğim mutfağına gelmişlerdi ki?- bir anlık deli cesaretiyle James'in dudaklarına yapıştım.
Eminim şu anda aptal bir kız olduğumu düşünüyordunuz ama hadi ama! Burası bir lise partisiydi ve ben sırf siktiğim -bu kelimeyi seviyordum- Justin'inini seviyorum diye başkasını öpemeyeceksem yaşamanın ne anlamı vardı?
James şişeyi elinden düşürürken, düşüneceğim son şey kırılan şişeydi. Aslında fena bir öpüşme sayılmazdı. Dudakları adeta bir tecrübeyi konuştururcasına hunharca -evet, hunharca- dudaklarımı sömürürken dilimi ağzının içine doğru ittirdim. Bu James'in hem inlemesini, hem de ellerini kalçalarıma yerleştirmesine neden oldu. Çantamı bile nereye bıraktığımı hatırlamıyordum.
Öpüşmeyi sonlandırdığımızda ilk konuşan ben olmuştum. ''Nasıldı? Şimdi beni rahat bırakacak mısın?''
Aslında demek istediğim bu değildi ancak şu an bunu umursayacak halim yoktu.
James yarım bir sırıtışla, ''Tahmin ettiğimden daha iyi öpüşüyormuşsun.'' deyince dişlerim görükecek şekilde gülümsedim. ''Sen de fena değildin.''
Çantamı yerden aldığımda -yerde olduğunu gördüm- telefonu elinde, kızgın bakışlarla etrafı elinde bir Justin görmeyi beklemiyordum.
Anlaşılan ona attığım mesajı şimdi okumuştu ve siyah ceketli kızlara tek tek bağırması da bunu açıklıyordu.
O an kötü kadın kahkahası atmak istedim fakat bana yoğun bir arzuyla bana James'i görmemle dilimi ısıracaktım. James'i orada öylece bırakırken kendimi dışarıya attım.
Yavaş yavaş sarhoşluğun bedenimde bıraktığı etki ortaya çıktığında bileğimi burkulmaktan son anda kurtardım. Az ileride bütün maviliğiyle ve göz alıcı ışıltısıyla nefes kesen havuzu görmemle havuzu daha rahat seyredebileceğim bir yer aradım.
Sonunda bir sandalye bulabildiğimde bıkkınca nefesimi dışarıya üfledim. Ceketimi almayı unutmuştum ve üşümeye başlamıştım. Ayrıca ayağımdaki topuklular ayağımı acıtmaya başlamıştı. Ani verdiğim kararla ayakkabılarla beraber çantamı rastgele çimenlere doğru fırlattım.
Tanıdık bir kokuyla birlikte ceketim sırtımdaki yerini alırken titremeden edemedim.
Justin buradaydı.
***
990 kelime. Benim için uzun, insanlık için kısa bir rakam.
Sınır geçmezse yeni bölümü zor görürsünüz.
Tekrar okumaya fırsatım olmadı çünkü gelen misafirime bilgisayarı vermek zorundayım.
İyi bayramlar!
Belki bayramda 2 bölüm birden yayınlarım. Sınır geçmediği halde. Ama sınır geçmezse 1 bölüm yayınlarım.
Siz bilirsiniz.
KİTABI BİRİLERİNE ÖNERİN!