Sahibim

By AnormalEylul

10M 279K 29.6K

**Bazen birşeye sahip olduğumuzu sanırız. Ama yalnızca 'sanırız'** "Herşey yoluna girecek!" "..." "Herşeyi un... More

Dikkat!
S~10~
S~11~
S~12~
S~13~
S~14~
S~15~
S~16~
S~17~
S~18~
S~19~
S~20~
S~21~
S~22~
S~23~
S~24~
Hımm
S~25~
S~26~
S~27~
S~28~
S~29~
S~30~
S~31~
Yazanın İsyani!!
S~32~
S~33~
S~34~
S~35~
S~36~
S~37~
S~38~
S~39~
Hatırlatma..
S~40~
S~41~
S~42~
S~43~
S~44~
S~45~
S~46~
S~47~
Geçmişin İki Yüzü
S~48~
S~49~
S~50~
Duyuru
S~51~
S~52~
S~53~
2. Kitap?
Özel Bölüm & Teşekkür ?
Merhabalar...

~Final~

159K 5.7K 1.6K
By AnormalEylul

Öncelikle anlayışınız için teşekkür ederim. 2. kitap çıkmayacak ya da diğer karakterler yazılmayacak (Özgür-Ela dışında). Her şey tadında güzeldi. Tadında bıraktığımızı düşünüyorum. Final bölümü sizlerle. Umarım beğenirsiniz..


"Mutluluk avuçlarımda tuttuğum küçük bir toz tanesi; açsam kuş olup uçacak uzaklara, açmasam hiç olup kalacak avuçlarımda.

Ama ben hep bencildim;

Elini tutabilmek için avucumu açarım.. Bu yüzden iki eli dolu mutlulukla gel, mutsuzluğa.."

-Damla Tunalı-

Ogünden sonra bazı şeyler değişmişti. Her şey daha durgun, daha sıradan ilerlemişti. Ertesi gün kalktığımda yanımda Demir'i bulmuştum. Sanırım gece bana sarılarak yatmıştı. Çünkü gözümü açtığımda da bana sarılır durumdaydı. Uyandırmadan yanından kalkmaya çalışmıştım, ama önceden de dediğim gibi; Kesinlikle tavşan uykusuna yatıyordu.

Günün ortasında yine hep birlikte toplanmıştık. Demir kızımın adını ve neden bu adı koyduğumuzu açıkladığında Aras bir ara yüzünü buruşturmuş sanki memnun değilmiş gibi davranmıştı; kendince. Çünkü dışarıdan bakan herkes gözündeki parıltıları çok net görebilirdi. En azından ben görmüştüm. Bunun haklı gururunu yaşıyordu. Bu onun hakkı gibi bir şeydi. Benim yüzümden birçok kez böyle duruma maruz kalmıştı. Ve ben o kötü durumdayken bile onun güven verişiyle dayanabilmiştim.

Özgür bu duruma hemen itiraz etmiş "O zaman oğlanın adını da ben koyacağım!" demiş ve önceden düşünmüş olduğu ortadaydı ki hemen ardından "Baran olsun." demişti. Baran güzel isimdi. Böylece bir bebeğim amcasının ismine benzer bir isim taşıyacakken, diğer bebeğimde dayısının koyduğu ismi taşıyacaktı.

Diğer günlerde aynı rutinlikle geçerken sonunda bu sabah doktordan sevindirici bir haber daha gelmiş, yarın çıkabileceğimi söylemişti. Bu güzel haberle kelebek misali havalara uçmuştuk. Erkenden yanımıza gelen bebeklerimizle biraz zaman geçirmiş, sonrada kontrol için yanımızdan alınmışlardı. Demir biraz hava almak için aşağı ineceğini söylemiş ben ise içeride kalmayı tercih etmiştim.

Demir dışarı çıktıktan sonra bende dinlenmek için biraz uyumaya karar vermiştim. Hastanenin havası bir şey yapmamış olsamda çok yoruyordu. Hem de bebekleri götürdüklerinde en az iki - üç saatten önce göremiyorduk. Böylece zaman daha kolay geçerdi.Yatağa uzanıp yastığın altına koyduğum telefonumu alıp iki saat sonrasına alarmı kurdum. Telefonu tekrar yerine koyacakken bir mesaj sesi gelmişti. Mesaja baktığımda mesaj atanın Mert olduğunu gördüm.

"Mert: Döndün mü? Eğer döndüysen seni ziyaret etmek istiyorum." yazmıştı. Kısa bir süre 'Cevap versem mi? Cevap vermesem mi?' diye düşünsemde sonra cevap vermememin ona haksızlık olduğu kararını alarak şuan ki durumu da göz önüne alarak mesajını cevapladım.

"Döndüm ama evde değilim. Hastanedeyim. Çıkınca mesaj atarım" yazarak gönderdim. Yine tam telefonu bırakıp gözlerimi kapatacakken anında mesaj geldi.

"Mert: Ne hastanesi? Bi'sorun mu var? Neler oluyor?!" Gelen mesajla Mert'in ne kadar çok panik yaptığını tahmin edebiliyordum. Her ne kadar umursamaz görünsede liseden beri onun tanımanın sonucunda ne kadar değer verdiklerine bir şey olma korkusunu taşıdığını görmüştüm. Aslında bunu yaptığı tek kişi bendim..

İçini rahatlatmak adına 'İyiyim, merak etme..' diyerek mesaj yazmaya başlasam da tekrar mesaj atmasıyla yazdıklarımı silip, gönderdiği mesajı açtım.

"Mert: Hastane adı ve oda numaran dışında başka mesaj istemiyorum!" yazmıştı. Bu benim gözlerimi devirmeme neden olmuştu sadece. Her ne kadar endişelense de ukalalığı elinden de bırakmıyordu. Ve biliyordum ki öyle ya da böyle ben söylemesemde yine buraya gelirdi. Bu nedenle önce "Sağ ol . Çok iyiyim!" diye mesaj attıktan sonra başka bir mesaj daha atıp hastanenin ve odanın numarasını gönderdim.

Mert gelene kadar biraz dinlenmek için uzanıp gözlerimi kapattım. 15-20 dakika geçti geçmedi kapının çalınması ve açılması birkaç saniye olmuştu. Daha gözlerimi bile açamamışken "Damla?" diyen Mert'in sesi kulaklarıma ulaşmıştı. Yavaşça gözlerimi açtıktan sonra kapının önünde dikilmiş, öylece bana bakan Mert'e baktım. Mert yanıma gelmek için hiçbir adım atmazken ben iki dirseğim üzerinde doğrulup dikleşmeye çabaladım. Yatağı dikleştirmek için kumandasını alıp, rahatça oturabileceğim bir pozisyona gelmesini sağladım. Tekrar yatağın yanındaki yerine sıkıştırdıktan sonra Mert'e döndüğümde yine öylece durduğunu gördüm.

Dikkatle yüzüme bakarken, kaşlarımı çatarak yüzüme kızgın bir ifade edinmeyi dileyip, sahte bir kızgınlıkla "Öylece dikilmek için mi buraya kadar geldin?" dedikten sonra, gülümseyerek "Gelsene.." dedim.

Yavaş adımlarla yanıma geldikten sonra yanımdaki koltuğa oturmak yerine ayakucuma doğru, yatağa oturmuştu. Konuşmak yerine bir süre beni incelemeye devam etmişti.

"İyisin.." diye mırıldandığında aynı şekilde "İyiyim." demiştim.

Gözleri karnıma indiğinde biraz rahatsız olsam bile belli etmemeye çalıştım. Böyle dikkatli bakması beni rahatsız etmekten öteye geçmiyordu. Rahatsız olmamın nedeni ise apaçık ortadaydı. Sonunda bakışını yüzüme çevirdiğinde "Erken doğum mu?" diye sordu. Başımla onaylamakla yetinmiştim.

Gözlerime baktığı için, bakışlarından kaçmak adına başımı başka yöne çevirdiğimde Demir'in gitmesinin üzerinden yarım saatten fazla geçtiğini fark ettim. Odaya da gelmemişti. Camdan dışarı baktığımda da havanın dolu dolu olduğunu gördüm. Sanırım bol yağışlı günler bizi bekliyordu.

Mert "Bebeklerin sağlığı nasıl?" diye sorduğunda dikkatimi toplayarak tekrar ona baktım. Sözlerinde, ses tonunda, bakışlarında küçükte olsa ima aradım. İnsanlar öyleydi çünkü. Bir şeyler için laf arasında iğnelemeye bayılırlardı. Mert'in yüzüne bakarken bunların hiç birinin olmadığını anlayabilmiştim. O herkes değildi çünkü..

"Başta erken doğdukları için kuvöze alındılar ve uzun süre ayrı kaldım ama şimdi her şey yolunda. Yarın çıkacağız." dedim.

Bana bakmaya devam ederken "Ne oldu peki de böyle erken.." dediğinde sorduğu şeyi anlamıştım. Fazla detaya girmeden olayları anlatmaya başladığımda her bir cümlemde yüzünün kasıldığını gördüm. Benim için böyle endişelenmesi beni üzüyordu. Ben ona böyle bakamıyorken o'nun benim için üzülmesi haksızlık gibi geliyordu. Anlattıklarımı dikkatle dinledikten sonra sol elime uzanıp tuttu.

"Şimdi iyisiniz ya her şey geride kaldı." cümleleriyle bana teselli vermeye başlamıştı. Ama biraz garip görünmüştü hali gözüme. "Doğan iyi mi? Hastanedeyse onuda ziyaret edeyim." derken bile sanki öylesine söyleniş bir şey gibi geliyordu.

Yinede cevap vererek "Hayır, hastanede değil. Çoktan çıktı." dediğimde sadece 'hmm' diye bir ses çıkarmıştı. Bakışları bende değildi ve yatağa bakıyordu. Yüzüne bakmak için başımı biraz eğerek yüzüne bakmaya çalıştığımda fazla düşünceli olduğunu görmüştüm. Kaşlarım çatılırken "Bir şey mi oldu?" diye sordum.

Başı hâlâ önünde eğikken önce birkaç mırıltı duymuş ama anlayamamıştım. Daha sonra tekrar bakarak biraz daha sesli dillendirdi biraz önceki mırıltısını.

"Her şeyi geride bırakıp benimle gel." dediğinde inanamazca ona bakıyordum. Söylediği cümle beni dumura uğratırken yüz ifadesindeki ciddilik kendimi toparlamama engel oluyordu.

Yine aynı şekilde "Bebekleri de alalım ve yeni bir hayat kuralım." dediğinde ağzım açık kalmıştım. Bütün olanlara rağmen yine bana bu şekilde yaklaşması.. Yeni bir hayat kurmak istemesi..

Üniversitenin son sınavına gireceğim gün ki sözleri hafızamın bir köşesinde belirmişti. O günde buna benzer şey söylemişti.

"Her şeyi geride bırak bana gel. Her şeyinle kabulümsün."

Bu doğru değildi. Ne olursa olsun, ne yaşamışsam yaşayayım bana bu tür yaklaşımı doğru değildi. Yaşanan şeylerden sonra onunla nasıl öylesine çıkıp gidebileceğimi düşünüyordu ki?

Mert "Yarın buradan beraber çıkalım." dediğinde cevap verecekken kendi tekrar söze girip "Hatta bugün." dedi. Elimin üzerinde baskı hissettiğimde elimi tutmuş olduğunu çoktan unutmuş gibiydim. Elimi tutan eline baktım bir süre. Bu beni rahatsız etmişti. Elimi çekmek istediğimde buna izin vermemişti önce. Ama tekrar çektiğimde istemeyerekte olsa bırakmış, biraz da geri çekilmişti.

"Mert, lütfen.." diye başladığımda beni eliyle susturdu. "Konuşmadan önce beni dinle. Lisenin ilk günü nasıl tanıştığımızı hatırlıyor musun?" Bunları duymayı gerçekten istemiyordum. İkimizi de üzmekten öteye gidecek değildi söyleyecekleri. Binlerce cümle söylesem bile anlatamayacağım bir kelimeydi "Biz" olamayacağımız. Bu onu sevmediğim için ya da nefret ettiğim için değildi. O'na istediği şekilde asla yaklaşamazdım.

"Koskoca okulun bahçesinde nasıl becerebildiysen gelip ayağımı çiğnemiştin. Ben bunu hiç unutmadım. Bu bana seni getirirken nasıl unutabilirdim ki? Bu sayede tanışmışken nasıl unuturdum?"

"Mert, bunları hatırlamak hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Ne yapmak istediğini anlıyorum ama olmaz. Gelmeyeceğim.."

"Seninle iyi kötü 8 yıl geçirdik. Lise ve üniversite anılarımız bir. Benim için ne kadar değerli olduğunu biliyorsun. Senin için her şeyi kabul ederim. Bundan endişeleniyorsan sorun etme. Önemi yok. Sen olduktan sonra gerçekten gerisinin önemi yok. Bunu daha önce yapamadığım için kendime o kadar kızıyorum ki. Belki de biraz hızlı davransaydım böyle.." devam etmemesi için durdurdum.

Mert, şimdiye kadar ki hayatımda belki en mükemmel insandı. Dürüsttü, sevecendi, yardımsever ve en önemlisi güvenilirdi. Belki de onun dedikleri doğruydu. Bütün bunları bir sene evvel konuşsaydık böyle olmazdı. Ya da olurdu. Ama artık geçmiş zamana yapacak bir şey yoktu.

"Bunu kendine yapma artık. Burada git ve kendi yoluna bak. Başkasını sevebilirsin. Benimle olmaz, yapamayız."

"Yaparız!"

Bu ısrarlı hali rahatsız bir şekilde nefesimi vermeme neden olurken o'na bakamayıp bakışlarımı kapıya çevirdiğimde kapının pervazına yaslanmış öylece bizi dinleyen Demir'i gördüm. Öylece dalmış orada duruyordu. Mert bir şeyler söylemeye devam etse de onu duymuyordum. Aklımda sadece 'Nedenler' vardı.

Neden geldiğinde ses çıkarmadı?

Neden içeri girmedi?

Neden bu kadar durgun?

Neden sadece öylece duruyor?

Demir benim o'na baktığımı gördüğünde durdu ve benim o'na baktığım gibi o'da bana baktı. Bakışları öyle değişikti ki sanki suçluymuşum gibi gözümü kaçırma isteği sarmıştı bütün yanımı. Ama gözlerimi kaçırmayıp bakmaya devam ettim. Demir hareketlendiğinde içeri gelecek zannettim ama bir kez daha gözlerime bakıp gitmişti.

Neden böyle yaptığına anlam veremezken sadece arkasından bakakalmıştım. İçeriye girip bağırıp çığırmasını bile bekliyordum ama bunu yapmayı bırak, odadan içeri bile girmemişti. ".. bu yüzden gidelim" diyen Mert'e döndüm. Cümlenin başını dinlememiştim. Ne dediğini bile bilmiyordum.

"Artık gitmelisin" dedim sadece. Diyecek ne söz vardı, nede kelimeler bunu istiyordu. Bir yanlışa daha hayatımda yer vermeyecektim. Yeterince yanlış vardı hayatımda bir yenisi eklemeyecektim içerisine. Eğer onunla olursam bu o'nu kullanmakla eş değer olacaktı ve bende o'nu kullanmak istemiyordum. İsteyeceğim son şey bile değildi.

Mert "Damla.." dediğinde sadece "Lütfen." diyebilmiştim.

Mert bana bakıp yüzüne zoraki bir gülümseme yerleştirdikten sonra ayağa kalktı. "Anladım" sadece bunu demişti. Ne kadar manidar bir kelimeydi.

Mert "Çocuklarını da görmek isterdim ama gitsem iyi olacak" dedi. Bir şeyler söylemek istedim ama buna izin vermeyerek kelimeleriyle uzaklaştı.

"Mutlu ol" diyerek bir adım uzaklaştı. "En iyisi hep senin olsun" bir adım daha.. "Güzel yüzüne hüzün hiç yer almasın." Ve bir adım daha.

Elimden bir şey gelmezken sadece "Özür dilerim" demiştim. Ne kadar komikti. Ben sürekli bu kelimenin hiçbir şey ifade etmediğini söylemiştim. Bir şey değiştirmeyen bir kelimeydi. İçerisinde sadece 'pişmanlık' izi bırakıyordu. Bununda ne kadar olandan sonra bir önemi vardı tartışılır. Mert özür dilememin ardından konuşmadan, yetim gibi buruk bir gülümsemeyle odadan çıkıp uzaklaştı.

Mert'in ardından yarım saat tek başıma içeride oturup düşünerek geçirmiştim. Gelen giden olmamıştı. Demir'in gelebileceğini düşünmüştüm ama beni yine yanıltıp gelmemişti. Sonra odadan çıkıp çocuk bölümüne geçtiğimde Demir'in orada oturup beklediğini görmüştüm. Adımlarımı o'na doğru yönlendirip yanına gittiğimde bana bakıp sonra tekrar karşısına bakmaya devam etti. Yanına geçip oturdum. Konuşmadı, konuşmadım.

Sessizlikle kaç dakika geçirdik bilmiyorum ama ikimizde ısrarla konuşmama taraftarıydık. Ara sıra o'na bakıyordum ama o karşıdan bakışlarını ayırmamıştı. Yinede ilk konuşan ben olmamıştım.

"Gitmedin."

Sadece bir kelime. Ama ne demek istediğini anlamadım. En azından ilk onun konuşmasından sonra bende konuşabilirdim. "Neden burada bekliyordun?"

Gerçekten merak ediyordum neden gelmediğini, neden bir şey demediğini. Konuşulan bazı şeyleri duyduğuna emindim bakışlarından bunu fark etmiştim. Zaten öylece çekip gitmişti.

Demir yine bana bakmadan "Gitmene izin vermemek için." dedi.

"Gitmemem için mi?"

"Evet, onunla gitmene izin vermemek için." dediğinde işte şimdi anlamıştım anlatmak istediğini.

"İçeri neden girmedin?" En büyük soru buydu. Belki de her şeyin cevabı buna bağlıydı.

Dakikalardır bana bakmama eylemine son vererek "Oraya girseydim yine ortalık bulanacaktı. Ve bu sefer bunu sana yapmak istemiyorum. Hep kötü taraf olmaktan sıkıldım. Zorda olsa kendimi tutabilmek için en iyi yere buraya geldim" dedi. Burası dediği bebeklerdi..

"O'nu seviyor musun?"

"Evet" dedim, böyle bir sevgiden bahsetmediğini biliyordum ama yinede "O benim kaç yıllık arkadaşım" dedim.

Bana bakarken ne demek istediğimi anlamıştı sanırım biraz güler gibi olup, başını sallamakla yetinmişti.

Demir konuyu tamamen değiştirerek "Dışarı çıktığımda Ara aramıştı. Yarın çıkacağımız için yataklarını bugün getirtmişler" dedi. Önceden seçtiğimiz iki yatak olmalıydı.

Yarın çıkacağımız gerçeğiyle aklıma bir aydır evi hiç kullanmadığımız aklıma gelmişti. Allah bilir her yer tozlar içerisindedir. Yeni doğmuş bebeklerimi mikrop yuvasına götüremezdik.

"Ev çok pis.." dediğimde cümlemin devamını getirmeme gerek kalmamıştı. Çünkü Demir gerekli açıklamayı yapmıştı.

"Söyledim onu. Sabah bir temizlik şirketinden bütün evi temizlemeleri için birilerini getirecekler." Bu sorunda böylelikle halledilmiş olmuştu.

"O zaman söyleseydin keşke de akşama boşuna gelmeselerdi yine. Zaten burada bir şey yapamayıp sadece bekliyorum"

"Desem de zaten dinlemeyip yine geleceklerdi."

Yan yana böyle oturmaya devam ederken, havadan sudan konuşmaya başladık. Bu bile benim için zordu. İkili diyaloga girebileceğimiz cümleler bulmakta zorlanıyordum. Cümleyi bırak bir kelime bile gelmiyordu aklıma. Sanırım zihnim Demir ile iletişim kurmamı istemiyordu. Aslında Demir'in de benden hiçbir farkı yoktu. O'da benim gibiydi. Ama konuştukça da kelimeler öyle ya da böyle ucundan-kıyısından birleşiyordu. Biraz sohbetin ardından söz döndü dolandı yine Mert'e gelmişti.

Demir "Mert'in lisede tanıştığınızı söylediğini duymuştum. Öyle mi?" diye sorduğunda "Evet" diyerek onaylamıştım. Hemen arkasından gelen soru ise beni bir kez daha şaşırmama neden olmuştu.

"Onca zaman onun yanındaydın, bu süreç içinde hiç mi ondan hoşlanmadın?"

Bu cümlesiyle kaşlarım çatılmıştı. Her erkek ve kadın arkadaş olduğunda ille de birbirinden hoşlanmışlardır gözüyle bakılıyordu. Ama ben Mert'i hiç o gözle görmemiştim. Onu bırak başkasına da o gözle daha bakmamıştım. Sanırım çok seçiciydim. Ya da mıymıy.

"Hayır."

İnanmamış gibi bakarken "Biran bile?" dedi sorarcasına.

"Biran bile"

"Başka birini?"

"Hayır.."

"O zaman beni sev!" Demirin cümlesiyle donup kalmış gibi ona bakarken son derece ciddi görünüyordu. Hiç çekinmeden 'beni sev' demişti. Bana bu cümleyi kurabilmişti.

"Hiç kimseyi sevmediğin gibi sev. Ne anneni ne de babanı sevdiğin gibi. Daha fazla sev beni. Hiç kimse alamasın sendeki yerimi. Kimseyi görme kimseyi duyma. Her geçen gün biraz daha artarak sev beni." O'nun sözleri tüm beynimin loblarını meşgul etmeye başlamıştı. 'Sevmek, hem de kimseyi sevmediğim gibi sevmek; Demir'i..'

"Herkes kıskansın, öyle görünmemiş, öyle eşsiz, soluk soluğa, yarını düşleyerek.. Başkasını sevmemişsin, beni sev, hem de çok. Sana herkesten daha yakın ben olayım. Benim seni sevdiğim gibi sende beni sev.."

O'na ve dediklerine o kadar uzaktım ki. Duyduklarımın bile olabilme olasılığı yok gibiydi. Bir okadar uzak bir o kadar imkansızlık içeren.

'Sevmek' mi? Affetmek istemiyordum bile. Unutmak ve yok saymak istememiştim şimdiye kadar. İnsan hafızası denilen şey çok kötü bir şeydi. Ne unutmana izin veriyor, ne de acını yok ediyordu. Bu biz insanların en büyük zayıflığıydı belki de.

'Aptallar ne affeder ne unutur. Saflar affeder ve unutur. Akıllılar ise affeder ama asla unutmazlar' demiş Thomas Szasz. Kesinlikle çok doğru bir sözdü. Her şeyin bizde olup bittiğinin sözü. Bu sözde aptallar kısmına giriyor olmalıydım. Affetmek istemediğimi belirtiyordum sürekli. Asla unutulmazdı doğru ama gelecek için bir şeyler görmezden geline bilirdi. Ben yapmak istemiyordum.

'Affetmek yüce bir gönülün işidir.' Kesinlikle öyleydi. Ama sanırım ben öyle olamamıştım.

"Ama yapamazsın." sesiyle düşünce aleminden sıyrılıp gözlerimi kapattım. Biraz rahat nefese ihtiyacım vardı. Bana iyi gelebilecek tek şey buydu.. Gözümü kapatırsam bir şeyleri görmezdim, onlarda yok olurlardı değil mi? Umarım öyle olurdu.. Ama birde kulaklarımı da mı kapatmalıydım? Duymamak için.. Kör ve sağır; düşüncesel baskıya maruz kalmadan bir ömür yaşamak.

"Mert ile gitmemişsen bile burada kalma nedenin ben değilim."

Doğru noktaya parmak basmasıyla gözlerimi açtım. O'nun için kalmamıştım. Mert ile giderek büyük bir hata yapıp onu mutsuzluğa hapsetmemek için gitmemiştim. Bencil olmamak için, o'nu kullanmamak için..

"Ama yine de mutluyum. Çünkü onunla gitmedin.."

Demir'in bu cümlesiyle aklıma bir soru takılmıştı, sormadan edemedim. Aslında cevabını çok iyi bildiğim bir soruydu.

"Gitmek isteseydim?"

Kendinden emin ve net sesiyle "İzin vermezdim." dedi. Bunu zaten biliyordum. "Sen benim şansımdın. Ben senin için belki öyle olamadım ama sen benim kesinlikle şansımdın. Bu yüzden ömrümüz boyunca ben affetmesen de, sevmesen de, her gün kavga edip mutsuzluktan öldürsen de yinede bırakmam, bırakamam seni.."

--

Hemen o günün ertesi hastanede son kontrollerimiz yapılmıştı ve çıkma zamanımız gelmişti. Biz içeride çıkmak için hazırlanırken hemşiremizde bebeklerimizi getirmişti. Eşyaları topladıktan sonra evden getirilen bebek kıyafetlerinden üzerlerine geçirmek için çıkardık.

Daha önce hiç üzerlerini değiştirmediğim için heyecanlıydım. Ellerim tir tir titriyordu. Heyecanımı bastırabilmek için kızıma giydireceğim zıbını elime aldığımda hayretim bir ka daha arttı, niye bu kadar küçüktü? Avucum kadar minik kıyafetlerin içine nasıl sığacaklardı? Kıyafetler sıkmaz mıydı? Derin bir nefes alıp kızımın başından geçirdim. Kumaş başına sürtünürken bile korkmuştum. Ama daha zor olan bir şey vardı, kollarını geçirmek..

Kızımın zıbını başından geçirilmiş öylece hastane yatağında yatarken giydiremiyordum. Ve bu durum ağlama etkisi yaratmaktan başka bir işe yaramıyordu. Kıyafeti bile giydirmekten acizdim. Canını yakmaktan korkuyordum. Ve bu daha ilk gündü. Bu emzirmeye ya da kucakta tutmaya benzemiyordu. Ben anne olamıyordum. Beceremiyordum. Bu ilkti, ilk defa doğum yapmıştım ve bebek nasıl bakılır, nasıl giydirilir bilmiyordum. Emzirirken yine hemşireler yol yordam göstermişti. Ama ya sonrası? Şimdi annemin benim yanımda olup bana göstermesi, öğretmesi gerekmiyor muydu? Bundan bile mahrumdum. Bana destek olacak annem yoktu yanımda. Bu olanlardan belki de haberi bile yoktu. Birde doğumdan sonra kıza annesi bakar derler; alışana kadar..

Demir "Damla, niye durdun?" dedikten sonra kucağında oğlumuzla bana baktığında "Bir dakika sen neden ağlıyorsun?" diyerek sorarcasına baktığında sesindeki paniği hissetsemde bu durumda umursamamıştım. O'nun korkularından daha önemli şeylerim vardı. Şuan kendimi berbat hissediyordum.

"Giydiremiyorum." Ağladığım için sesim okadar boğuk çıkmıştı ki belki duymamış bile olabilirdi. Bu halim gerçekten acizlikten farklı bir şey değildi.

Demir "Neden, olmadı mı ki?" dediğinde bakışlarını kızımıza indirmiş kontrol ediyordu. Bir şey olmadığını anlamış olacak ki tekrar bana baktığında kaşları havaya kalkmıştı. Tekrar bir şey sormamıştı ama cevap beklediği de her halinden belliydi.

Sesimin zayıflığı kendini dibine kadar belli ederken "Korkuyorum" dedim. Bu benim tüm korkularımı barındırıyordu. Yanlış bir şey yapmaktan, can yakmaktan korkuyordum. Zayıflıktı evet, bebeklerime karşı zayıftım hep de zayıf olacaktım.

Demir "Neden?" dediğinde gözlerimi yummuştum ve gözyaşım engel olmak istememe rağmen bir yol bulup süzülüyordu.

"Çok küçük.." diyebildim sadece. Demir dikkatli bana baktıktan sonra Baran'ı bana uzattı. Anlam veremesemde refleksle ellerimi sorma gereği duymadan uzatıp oğlumu kucağıma aldım.

Demir yatağın yanında hafif eğilince bende ne yaptığını dikkatli izledim. Kızımın önce minik sağ elini kaldırıp zıbının kolundan geçirdikten sonra minik sol elini de aynı diğeri gibi kaldırıp kol yerinden geçirdikten sonra zıbını alttan bağlayıp diğer çıkardıklarımı yavaşça giyindirdi. O küçücük kıyafetlerin içine girerken ağlamayan bebeğim bana birazda olsa cesaret vermişti. Kızım hazır olduğunda sıra Baran'ıma gelmişti.

Demir bana bakıp "Sen giydirmek ister misin?" dediğinde bir süre beynimde kendimle kavgaya tutuştum. Bir yanım evet derken, diğer yanım yapamazsın, canını yakarsın diyordu. Kendi beynimde olmayan bir tartışma başlatmıştım.

Başımı olumsuzca sallarken ağzımın içinde "Hayır" diye geveledim. Korkum ağır basmış, beni ele geçirmişti. Böyle bir şeyin olacağına ihtimal vermezken şimdi tamda içindeydim.

"Emin misin?"

"Evet, ben Aral'ı alayım." deyip kızımı alarak kenara çekildim.

Demir'e dikkatli bakmaya devam ederken onunda benim gibi elinin titrediğini fark etmiştim. Benimkisi kadar çok değildi ama yine de titriyordu. O'da belli ki benim gibi ilk defa bu tabloyla karşılaşmıştı. Ve benden biraz daha cesaretliydi. Özenle üzerini değiştirdikten sonra Baran'ı kucağına aldığında ben diğer elimle kıyafetlerin olduğu bebek çantasını alacakken benden önce davranıp Demir almıştı. Oysa sol eli tam olarak iyileşmemişti ve çokta ağır olmayan çantayı aldığında kolunun ağrısı yüzüne yerleşmişti bile. Yanına geldikten sonra çantayı almak için biraz eğildiğimde "Hadi, yürü" diyerek buna izin vermedi.

"Kolun.." dediğimde cümlemi bile tamamlamama izin vermemiş, öyle bir bakıp yürümeye devam etmişti ki, mecbur susup bende yürümeye devam ettim. Normalde gelmeyin dememize rağmen sürekli burada olan kardeşlerimiz bugün ortalıkta yoktu.

Hastaneden çıktığımızda dışarıda bizi Batuhan karşılamıştı. Burada beklemiş olmalıydı, keşke akıl edebilip içeri girip bize yardım etseydi. Yine de geçte olsa çıkışta bizi görünce yardıma gelmişti. Demir'in elindeki çantayı geniş arabanın bagajına yerleştirmiş, bizim için arka kapıyı açtığında arka koltukta iki tane sanırım yanlış bilmiyorsam 'puset' adı verilen bebeklerin korunaklı yolculuk yapmasını sağlayan şey vardı.

Pusetlerden birini aldıktan sonra ben içeri oturup kızımı içerideki pusete yerleştirdikten sonra Batuhan diğer pusetide yanıma bıraktığında Dermir de oğlumu pusete yerleştirmişti. Pusetler ön koltuğun arkasına iyice sabitlenmesine rağmen yol boyunca iki elim iki puseti tutmaktan vazgeçmemişti. Yol haliydi ne olacağı belli olmazdı.

Hastane eve yakın olduğu için kısa sürede eve ulaşmıştık. Demir arabadan inip kapıyı açıp pusetle birlikte Baran'ı aldığında bende Aral'ı pusetiyle birlikte alarak arabadan çıktım. Batuhan arabayı park edip arkadan çantayı alıp yanımıza geldiğinde içeri girmiştik. Üçüncü kata gelip dairenin önüne geldiğimizde Demir anahtarla kapıyı açıp içeri girmem için kapıdan çekildiğinde içeri önce ben girmiştim.

Salona geçtiğimde güzel bir sürprizle karşılaşmıştık. Salonda küçük bir kutlama havası vardı. Öyle abartılı, balonlar, süsler falan değildi ama küçük bir pasta alınmıştı. Hastanede neden olmadıkları anlaşılmıştı. Sehpa üzerindeki pastanın yanına gittiğimde üstünde 'Sağlıklı bir ömür için; Aral~Baran' yazıyordu. Hepsiyle tek tek görüşüp teşekkür ettikten sonra pastalarımızı yemiştik. Hastaneden yeni çıktığımız için çok oturmamış bir saat kadar kalıp gitmişlerdi. Bizde yatakları yerleşen yeni çocuk odasına çıkıp bakmıştık. Oda şimdi tamamlanmış, çok güzel görünüyordu.

Çocukları yatak odasına bıraktıktan sonra bebek telsizinin birini odaya bırakıp diğeri elimde salona indim. Demir de aşağıda televizyonda yabancı bir film izliyordu. Bende tekli koltuklardan birine geçip oturdum. İki saat kadar hiç konuşmayıp televizyon izlemiştik. Sonra yukarıdan ağlama sesi geldiğinde ben yukarı çıkarken Demir de benim peşimden yukarı çıkmıştı. Oğlum son sesine kadar odayı inletirken kızımın poposunda pireler uçuşuyor, çıkan sesi pekte umursuyor görünmüyordu.

Demir Baran'ın yatağına gidip uzanarak "Oğlum, gel bakalım babaya. Kardeşi uyandırmadan çıkalım." diyerek odadan çıkarırken kokuyu kavramış olacak ki bana bakıp "Altını pisletmiş, değiştirsek iyi olacak." dedi. Dolaplarından bir bez alıp tekrar Aral'a bakarak odadan çıktım. Demir, koltuğa bir bez serip yatırmış, üzerini çıkartıyordu. Çekmeceden de ıslak mendili alıp yanına gittiğimde yerinden biraz doğrulup bana alan yarattığında ben geçip altını dikkatle değiştirdim. Ayakları ve kolları da yüzü gibi tam ısırmalıktı. Ayağını tutup ısırıyormuş gibi yapıp dudaklarımın arasına sıkıştırdığımda gülüp iki elini hareket ettirmeye başlamıştı. Sanırım minik oyunumu sevmişti.

Biz oynamaya devam ederken Demir'in telefonu çaldığında yanımızdan biraz uzaklaşıp konuşmaya başladı. Arada bana bakıyordu. Duydukları belli ki şaşırmasına neden oluyorken bunu niye bana bakarak yaptığına anlam veremiyordum. Oğlum kendine dikkat çekmek için ellerini ayaklarını oynatırken ona istediğini vererek onunla oyamaya başladım.

Demir telefonu kapattıktan sonra yanıma gelip Baran'ın başucuna oturup sağ işaret parmağını Baran'ın yüzüne doğru uzattığında bunu da oyun olarak kabul eden küçük bebeğim hemen parmağına yapışmıştı.

"Arayan Özgürdü"

Daha sabah buradaydılar ne olmuştu da aramıştı ki? Birde telefonda konuşurken Demir'i surat ifadesi aklıma gelince. Ama kötü bir şey olsa Demir böyle durmazdı.

"Neden aramış?"

Baran'ın koltuk altlarından tutup kucağına alıp oturttuktan sonra bana bakıp "Annenler dönmüş" dediğinde nefes alamamıştım. İçim titrerken gözlerim dolmuştu. Gerçekten okadar çok özlemiştim ki sözcükler anlatamazdı bu özlemimi. Nefesimi tutup konuşmasını bekledim. Çok geçmeden "Özgür anneni aramanı söyledi, öğrenmesi gerekiyormuş" diyerek bitirdi.

Sözleri hem heyecanlanmama hem de korkmama neden olmuştu. Utanmak; birde o vardı.

"Ara ve yarın için davet et. İstersen birkaç gün misafirimiz olsun"

Bunun ne kadar doğru bir şey olduğunu bilmiyordum. Küçük bir çocuk gibi annemle konuşmaktan korkuyordum. Biliyordum ne bana bir şey der, ne de kızarlardı, kızacakları bir şey yapmamıştım ama bu yine de kendimi kötü hissetmeme engel değildi.

"Tamam" dedikten sonra titreyen ellerimle ev telefonunu alıp koltuğa oturdum. Annemlerin ev numarasını çevirdikten sonra kalbimin normalden üç katı hızlı çarpışlarıyla kapının açılmasını bekledim.

"Alo"

Gelen ses kalbimin daha çok hızlanarak neredeyse vücudumu terk edecek seviyeye gelmesini sağlarken, ağzım kupkuru olmuştu. Zorla yutkunup dudaklarımı ıslatarak, biraz rahatlamaya çalıştım. İşe yaramamıştı.

"Annem."

---

Soluk soluğa uyandığım rüyayla yanıma baktım, yanım boştu, derin bir nefes alarak odadan çıktım. Karşımdaki odaya hızlı bir şekilde giderken saat gecenin üçünü gösteriyordu.

Odadan içeri girdiğimde Demir yerdeki minderlerin üzerinde uyuyordu. Çocuklara baktığımda onlarda mışıl mışıl uyuyorlardı. Demirin yanına çöküp dürtüklediğimde her zamanki gibi hemen kalkmış uykulu gözlerle bana bakmıştı.

"Neden burada yatıyorsun?"

"Aral diş çıkardığı için ağlıyordu yine, sen uyanma diye baktım ama burada uyuya kalmışım. Sen neden kalktın. Yoksa yine ağladılar mı?"

"Hayır, hâlâ uyuyorlar. İçeri geç, öyle uyu."

Yerden kalkarken "Tamam, sende gel hadi" diyerek odadan çıktığında ben biraz daha burada kalmıştım. Daha yeni Baran'ın diş çıkarma paniğini atlatmışken küçük kızım kıskanmış olacak ki hemen biter bitmez o'da çıkarmıştı. Bu gerçekten çekilesi bir dert değildi. Konuşamadıkları içinde başta derdini anlayamamıştık. Ama sonra Zeynep annenin diş olayını söylediğinde sonunda anlamıştık.

Bilinmezlikle çaresizlik bununla boy gösterirken sürekli hastaneye taşınıp gelir olmuştuk. Sonra eline kemirebilmesi için bir şeyler verdiğimizde biraz olsan durulmuştu. Bu yüzden Aral'da daha deneyimliydik.

Şimdi sessizce uyuyan bebeklerime baktığımda 7 ay ne kadarda çabuk geçtiğini görebiliyordum. İkisinide uyandırmadan tüy gibi hafif öperek odadan çıktım.

'Bütün yaşadığımın rüya olduğunu bilerek uyanmak rahatlamama neden olmuştu. Her şey yalandı. Sadece bilinçaltımın bana oynadığı bir oyundu. Demir ve kardeşleri, bebekler, doğum ne de diğerleri.. Hepsi bilinçaltımın bana oynadığı yaramaz bir oyundu. Bir gün bu rüyadan uyanmış ve normal kendi hayatıma dönmüştüm. Sabahları ailemle güzel kahvaltı masasına otururken, diğer zamanım ağabeylerimle şirkette çalışmayla geçiyordu. Ara ara dışarı çıkıyor, biraz eğlenip geri dönüyorduk. Annem bizi ayakta bekliyor, biz gelmeden uyuyamıyordu. O kâbustan uyandıktan sonra her şey o kadar yolunda ve güzeldi ki, ben artık gerçekten ben olmuştum. Sadece rüyaydı ve ben uyanmış, rüya kapısından hızla uzaklaşıp kaçmıştım..' diyerek devam etmek isterdim.. Bu düşünceler beni güldürmüştü.

Ama hayır, öyle olmamıştı. Ne kâbus ne de başka bir şeydi yaşadığım. Yalın bir gerçekti. Her gün bu gerçeklerle yaşayarak geçirdim. Zaman okadar hızlı akıp geçiyordu ki hızına yetişemiyorduk. Arada bir şeyler getirip götürüyordu, farkında olmuyorduk. Ama öyle yada böyle geçiyordu. Kendimizi tamamen zamana bırakmıştık.

Birçok şey değişmişti.

Annemlerle o kadar ay içerisinde sadece iki kere görüşmüştük. Sonra köye yerleşeceklerini söylemişlerdi. Kardeşlerimle görüşmeye devam etmiştik.

Kendimi kandırabileceğim bir sürü bahanem olmuştu. Bazen küçük bazen büyük, kocaman sayfalar dolusu bahanelerim vardı. Belki yeni bir sayfa açamamıştım, ama sayfaları silip baştan yazmakta benim elimdeydi. Bende öyle yaptım. Şimdi her cümlemin arkasında geçmişin izleri vardı ama okunur olan yenileriydi. İstediğim gibi doldurdum sayfaları. Yeri geldiğinde geçmiş sadece silik bir iz gibi kalmıştı. Zaten ömrümüz boyunca orada kalıp kendini belli edeceğini biliyordum. Zaten unutmak gibi bir çabamda yoktu, çünkü lanet bir insan hafızası gerçeği vardı.

Unutmuyordum evet ama kenara koymayı başarmıştım..

Bunca zaman sonra ona aşık oldum mu? Hayır, ona hiçbir zaman aşık olmadım. Olamazdım da. Ama bunca zaman sonra aynı evde yaşamanın, hep birlikte olmanın getirisiyle bir tür alışkanlık olmuştu, bu aşk değildi. Kendimi kahredip yiyip bitirmek yerine sadece her şeyi akışına bırakmıştım. Zamanımı ağıtlar yakarak, kendime acıyarak geçirmemiştim. Evet, başıma gelenler iğrençti. Ama bende kendimi suçlayıp kendime zarar verip, intihar edecek kadar da aciz değildim. Zaten ben ona baktıkça o acı çekiyordu, biliyordum. Bununla bir ömür yaşamaya mahkûmdu.

Ama eğer bunlar olmasaydı Demir'e aşık olur muydum? Hayır, yine de olmazdım.

Demir'i hayatımda ikiye ayırmıştım; kötü & iyi..

Benim ilk tanıştığım Demir kuşkusuz benim için en kötü insandı. Belki kendince nedenleri vardı. Ama bu nedenler benim üzerimde geçerli sayılabilecek nedenler değildi. 'Kendi' nedenleriydi.

Benim için kötü olan adam, aynı zamanda çok iyi bir babaydı. Hiçbir zaman ilgisini gizleme gereği duymadan sevgisini gösteriyordu çocuklara. Bakımlarında da asla yardımdan kaçmıyordu.

Daha yeni yeni kelimeler ağzında dökülen bebeklerim ilk 'baba' kelimesini seçmişlerdi. Ama ben bunun baba değil 'ba' nın tekrarı olduğunu biliyordum. Çıkması en kolay sesti çocuklar için.

Şimdi daha yeni konuşma girişimine başlayan iki bebeklerdi ve işimiz 'Baba' sesini çıkarmaları kadar kolaydı. Onlarca soru yoktu. Tek tük bir heceydi ağızlarından çıkarabildikleri.

Asıl büyüdüklerinde heceler yerlerini uzun cümlelere bıraktığında zorlaşacaktı her şey.

'Anne babamla nasıl tanıştınız?' dendiğinde tatlı yalanlar sunacağımız günlerde gelecektir.

Bizim bir tanışma hikâyemiz yoktu.

Yoldan geçen karşı cinse bakıp 'aaa ne kadar yakışıklı', 'vay be çok güzel' dediğimiz oluyordu. Anlık hoşlandı, göz büyülenmesi, bakma dürtüsü.. Ama biz öyle tanışmamıştık. Ne Demir benim için yoldan geçen 'yakışıklı' adamdı, ne de ben onun için 'güzel' diye iç çekip yanından geçtiği kız.

Belki; üniversite çıkışı otobüse yetişmek için acele ettiğim bir günde önüme bakmadan çarpıp, tanıştığımız bir aşk masalı.

Ya da beklide herhangi bir sokakta öylesine yürürken karşıma aşkın çıktığı sonrasının evliliğe uzandığı bir hikaye.. Bunları biz hayalimizde yaşayıp anlatacaktık.

Küçük yalan demetimiz olacaktı.

Asla, ikiz olmadıklarını bile bilmeyeceklerdi. Belki de normal şartlarda evlensek bir sene arayla doğacak iki bebeklerdi. Bunu da bilmeden büyüyeceklerdi. Çift yumurta ikizleri gibi. Bu neden, birbirine benzemediklerini de açıklıyor olacaktı..

Yalanlar üzerine kurulacaktı her şey ama bizim için başka bir ihtimal de yoktu.

-Son-

***

Yürü! Hür maviliğin bittiği son hadde kadar!... İnsan, âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar..

Sanmayın ki 'son' denilen şeylerde son vardır.Hayaller sizin elinizdeyken son değil 'sonsuzluk' vardır. Sonsuz olmanız dileğiyle..  

Gerisi sizin hayalinize kalmış;

Belki Özgür, Ela peşinde koşarken delirme noktasına gelmiştir.

Doğan yine olmayacak birine takılıp, kendini yine kaptırdığında belki de Eda gelip kızı evire çevire dövmüştür.

Belki de Aras yan masada oturan esmer kızı yabancı sanarak laf atmış sonra karakollara düşmüştür.

Batuhan, Bir kıza aşık olup her şeyin ona verirken belki yine terk edilmiştir.

Ya da Efe sakin işe gidip gelirken dövmeli gotik tarafından taciz edilir.


Bu benim finalimdi ve başka bir sonu yakıştıramadım. Beğenirsiniz beğenmezsiniz, tercih meselesidir. Hikayeme başlarken kimsenin demesiyle bir şeyleri değiştirip hikayeye yön vermedim. Bu finalim içinde geçerliydi. 

Bundan sonra hikayeyi yazarken ki duygularımı ve kısa bir teşekkür notunu paylaşacağım. Hikayeyi beğenen beğenmeyen herkese sevgiler saygılar..

Continue Reading

You'll Also Like

586K 28.5K 26
Not: Kitapta +18 unsurlar mevcuttur.. ........................................ ~ZS~....................................... Kına yakmak kendini adama...
798K 36.7K 34
"Ahu." dedi ve duraksadı. Saçlarıma bir öpücük kondurdu. "Aşiret ağası olsam ne yazar. Kalbimin ağası sen olduktan sonra." ##########################...
135K 9.9K 17
/Aile Kurgusu/ Yeni bir ev, yeni insanlar, aynı baba fakat farklı ruh. Gözlerinde yoktu artık küçük bir çocuk, çoktan terk etmişti yuvasını. Heyecan...
4.5M 334K 58
"Bu kitap babası tarafından sevilmeyen ve hiç bir zaman sevilmeyeceğini düşünen kızlara ithafen yazılmıştır..." (Haziran-Temmuz ayları arasında kitap...