𝐖𝐀𝐊𝐈𝐍𝐆 𝐔𝐏, steve roge...

By mccall2ee

7.2K 548 2.7K

𝐖𝐔 ★ 𝐒𝐓𝐄𝐕𝐄 𝐑𝐎𝐆𝐄𝐑𝐒 ------------------------ 𝐔𝐘𝐀𝐑𝐈𝐋𝐀𝐑: Cinsellik, şiddet. Her gece aynı rü... More

Waking Up
Giriş | sonun başlangıcı
1.Perde | Karanlığın Sözleşmesi
2. Perde | Kırık Aynaların Sureti
3.Perde | Yakıcı ve Yıkıcı
4. Perde | İşte Gerçekler, Yüzbaşı
5.Perde | Benimle Ne Yapacaksın?
6.Perde | Tanrıça'ya Dokunmak
7.Perde | Bu Sen Misin Bucky Barnes?
8.Perde | Ceset Kadar Soğuk
9.Perde | Sen ya da Hiç
10.Perde | Asgard Kralı
11.Perde | Soylu Lanetin Tohumu
12.Perde | Dimitri
13.Perde | Son Vals
14.Perde | Katliam
15.Perde | Bizi Kurtar, Lordum
17.Perde | Tanrıların Gazabı
18.Perde | Köstebek
19.Perde | Daha Yakın, Ten Tene, Kıyamete!
20.Perde | Kan Duvara Sıçradığında
Son Perde | désolé, mon amour

16.Perde | Şehvete Karşı Diz Çök

308 22 105
By mccall2ee

Yorum ve oylarınızı unutmayın, tarif edilemez bir mutluluk veriyor✨

+18

16.Perde | Şehvete Karşı Diz Çök

Kendinizi dünyanın en şanssız insanı ilan etmeden önce iki kez değil, ömrünün sonuna kadar düşünmeliymiş meğer insan. Ya da ilahi bir varlık veya bir Tanrıça. Ellerimin arasında kanını taşıyorken yalnızca tüm umutlarımın da bir kan gibi akıp gittiğini sanmıştım ancak şansımı son kez daha düşünmemiştim.

Sadece, Midgard'ın en şanssız varlığıydım o gün. Ancak şansın nereden vuracağı bazen Tanrıya bile sürpriz oluyordu. Yoktan var olan bir şans değildi benimkisi, ben daha doğmadan önce Tanrıların duvar yazılarına yazdığı bir kaderdi.

Yenilmezler binasına varmamızın üzerinden sadece saatler geçmişti, ancak o saatler bana zulüm gibi gelmişti. Nedense her saniye, 'ya yarası yeniden kanamaya başlarsa?' Diye geçiyordu. Artık onunla bir bağım yoktu, onu hissedemiyordum ve bu beni tedirgin ediyordu.

O günden itibaren yalnızca ona kalbimle bağlıydım ve bu bizi bir arada tutmak için yeterliydi çünkü kalp durursa bizde ölürdük. Yani bağın bozulması bizim için hiçbir şeydi, yine de birimizin aldığı yarayı diğeri alacaktı, biliyordum işte.

Kapısının önüne geldiğim odayı yavaşça tıklattım ve kapıyı usulca açtım. Stella ile karşılaşınca usulca gülümsedim. Düşünceleri doğrudan konuşmak istediği için sormadan içeriye girdim ve kapıyı ardıma kapattım.

Işıklar sönüktü. Ve gecenin en değerli anlarıydı sanki bu. "Rahatsız etmiyorum, değil mi?" Diyerek gülümsedim ve yatağın hemen sonuna oturup ona baktım. Sarı saçları karanlıkta bile parlıyordu, dizlerini kendine çekmiş öylece oturuyordu.

"Emin ol birinin beni rahatsız etmesini isteseydim bunu evrenin en güzel Tanrıçasının yapmasını isterdim." Diyerek gülümsedi bana. "Gözlerini konuşmuyorum bile." Ona sürekli soracaktım, ancak bir türlü soramamıştım. Thor'u nereden biliyordu? Yoksa o elektrik kotası dünyadayken de bu kıza da mı bulaşmıştı?

"Onu hiç gördün mü? Gözlerimi ondan aldığımı söyledin ama o senden bana bahsetmedi bile." Ya da basit bir hayranlık taşıyordu içinde. Thor'un bu gezegende yenilmezlerle bir kahraman olduğunu biliyordum. Sevenleri olabilirdi, değil mi?

Stella yutkundu, tanıştığımızdan beri sakladığı bir şeyler varmış gibi hep çekimserdi ve bu haline asla anlam veremiyordum.

Ancak ondan yedi ölümcül günahın kokusunu alıyordum.

Ayrıca sürekli ayaklarına dokunuyordu, ona yeniden verdiğim yürüme yetisinin gitmediğinden emin oluyordu. "Sen beni bırak. Ben yalnızca saçmalayan biriyim. Biraz da gerçekleri konuşalım."

Tanıştığımızdan beri ilk defa bu denli ciddiydi. Normalde cilvenin vücud bulmuş haliydi. Kaşlarımı çattığımı gördüğünde, açıklamak ister gibi, "Eğer o gün Steve'in yanında olmasaydın, uyanmayacaktı." Dediğinde kafamı iyice büyük bir karmaşa volkanına atmıştı ve patlamayı beklediğinden emindim.

"Sana dedim." Diyerek doğruldu ve ellerimi tuttu. "Onu iyileştirmeye çalıştığımda ruhu bunu istemedi. Ruhu onu yeniden diriltmeme karşı çıktı ve yeniden onu uyandırabilmek için büyük bir savaş verdim. Ruhu bana onun yorulduğunu söyledi, biraz dinlenmeye ihtiyacı olduğunu fısıldadı. Doğruyu söylemek gerekirse onu uyandıramayacaktım. Ta ki senin sesini duyana kadar."

Dedikleri kalbimin hayati damarlarını zonklattı sanki. İçime bir ferahlık geldi ve ben bunun kaynağını bilemedim. Göz bebeklerimin büyüdüğüne yemin edebilirdim. "Sanki Steve, kendi ruhunu tek eliyle kavradı ve kendi bedenine çekti. O derece hızlıydı. Ve bunun için yalnızca sesini duyması yeterliydi."

Usulca gülümsediğimde, o benim aksime sesli bir şekilde güldü. "Bu yüzündeki Asgard yapımı bir fondöten mi yoksa yüzünüzün kızardığını mı görüyorum Tanrıçam?" Diyerek yapmacık bir saygıyla eğildi. Gülerek koluna vurduğumda gülüşü kahkahalara dönüştü.

"Bana bak, gülmeye devam edersen seni sarayıma köle olarak alırım haberin olsun!"

"Ah! Daha cazip bir fikir olamazdı..." alaylı gülümsemesi beni de neşelendirmişti. "Sizin gözleriniz her gün prens her gün savaşçı görüyor tabii, alışıksınız ancak ben onlardan bir tanesine rastlarsam muhtemelen bedenimdeki tüm femizim uçup giderdi."

Yüzümü buruşturup dalga geçtim, "Çirkinleri de var, evlendiririz seni onlarla. Böylece feminizmin damarlarını hiçbir zaman terk etmez."

"Bunu çok isterdiniz ancak benim kaderimde yıldırım mavisi bir çift göz var." Diyerek başını kendi omzuna yaslayıp tatlı tatlı güldü. "Ve kendisinin de hiç çirkin olduğunu sanmıyorum. En azından efsanelerde kastan oluştuğunu falan söylüyorlardı."

"Thor'dan bahsediyorsan senden haklısı yok." Diyerek güldüm. Cidden abimi bir kızla konuşuyordum ve bu ilk defa garip gelmemişti. Zamanın nasıl geçtiğinden bile haberim yoktu veya onunlayken neleri konuştuğumun. Bir aurası olduğu kesindi ve benimle uyuşması adına sevinmiştim çünkü sadece iki günlük arkadaşlığı bile yüzümü güldürmeyi başarmıştı.

Stella'nın uykusunun geldiğini anladığımda ise onu yalnız bırakıp odadan çıktım ve kapısını usulca bırakıp onu yalnız bıraktım. Hydra denen yer gerçekten cehennem gibi bir yerdi ve onlara yaptıkları işkenceler için büyük dersler hak ediyorlardı.

Stella'ya bir mutant diyorlardı. Gelişmiş. Artık adına ne derseler.

Adımlarımı attım ama nereye bilmeden yalnızca yürüdüm. Gecenin etkisi altına çoktan girmiştim ve karanlıkta sanki en görebilen insan bendim. Öylece yürüdüğümde kapısının önüne geldiğim kişi oydu. Nedenini bilmiyordum ancak onu uyurken görmek istiyordum.

Kapısını usulca açtığımda karanlık odada gözlerimi gezdirdim ancak toplanmış yataktan başka bir şey yoktu. Kaşlarımı çatıp odanın içerisinde gezerken, "Steve?" Diye seslendim ancak sesini duymadım. Odanın biraz daha içine girerken aniden boynuma bir kol dolandı ve beni kendine yasladı. "Hayvan!"

Gülerek beni göğsüne yasladığında, başımı omzuna yatırmak zorunda kaldım. Çırpındıkça beni kendine bastırıyordu ve kaçmamı engelliyordu. "Hayvan biraz kırıcıydı." Diye gülerken aniden zihnine girip ona acı verici bir çınlama verdim. "Kahretsin!" Dişlerinin zihnindeki sesle kasıldığını hissettiğimde kulaklarını kapatmak için beni serbest bıraktı.

Gülerek ona döndüğümde zihnini rahat bıraktım. "Benim ödüm koparsa seninki de kopar. Unuttun mu, biz birbirimize bağlıyız." Büyülü bir bağımız olmasa bile kaderin ipliklerinin ayağımıza dolandığını biliyordum.

Steve, gülümseyerek ellerini belime koyduğunda usulca beni duvara yasladı. Sırtımdaki soğukluk bile bedenimdeki şehveti dondurmaya yetmedi. "Bu saatte neden uyanıksın?" Diye sordum. Bu karanlığın bile gözlerindeki mavileri söndüremediğini görmek içimi kıpır kıpır etti. Şu anın bozulması için bir kıyamet daha gelirse bu defa kendimi yok ederdim.

Dudaklarını büzdü, "Saatin kaç olduğunun farkında mısın?" Sonrasında gülümseyerek kolunu kaldırıp eski model saatini gösterdi. Bu saatin askerlik zamanında Bucky'nin doğum günü hediyesi olduğunu söylemişti. "Sabah beş."

"Bu saatte uyanman için seni tehdit eden biri mi var yoksa kendine acı çektirmek hoşuna mı gidiyor? Büyülü bir bağımız olsaydı hâlâ uyuyor olurdun."

Yanaklarıma dağılan saçlarımı çekip yüzümü açığa çıkardı. "Çünkü ben uykusuz kalırsam sende uykusuz hissedersin ve uykusuz kalmış bir Luxuria gezegenimin sonunu getirebilir." Yakınlığı nefesimi kesiyordu ve bunu çok iyi yapıyordu. Auram onu gittikçe değiştiriyordu ve dönüştüğü kişiden şikayet etmiyordum. "Spor saatim." Diyerek açıkladı ve ardından kurnazca gülümsedi. "Ancak koşmak yerine başka şeyler yapabiliriz."

Mırıldanarak güldüğümde usulca dudaklarıma eğildi ancak tenim tenine değmeden önce, "Eğer beni üçüncü kez öpersen bir kıyameti daha beraberinde getirirsin." Diyerek onu durdurdum.

Belimdeki eli usulca bedenimden aşağı süzüldüğünde tepeden tırnağa bir ateş bağladı bedenimi. Soluk borum gittikçe tıkanıyordu sanki. Tenini tenimde gezdirdiği vakit boyunca nefesimi tutmaktan başka bir şey yapamıyordum. "Bir kıyameti getirmek kulağa hiç bu kadar haz dolu gelmemişti."

Demek ki, bu evrende bir Kıyamet tanrıçası varsa o tanrıça beraberinde bir Kıyamet Tanrısı da getiriyordu. Sadece birbirimize dokunarak bu evrenin sonunu getirebilirdik. Bu evrenin sonunu lanetin getireceğini düşünürken saçmalıyordum, bu gezegenin laneti bizdik. Sonu bizim ellerimizdeydi.

Bedenini bedenime daha sert yaslayıp vücudunun her bir detayını vücudumda hissetmemi sağladı. Soğuk duvarın bile yandığını hissederken, "Bunu senin yaptığının farkındasın, değil mi?" Diyerek kıkırdadı. "Hayatımı mahvettiğin için teşekkür etmem gerekiyor. Başka hiçbir şey beni bu kadar tatmin edemezdi. Beni yerle bir ettin ve buna ne kadar minnettar olduğumu bilemezsin."

"Ortada bir şeytan varsa ona uyan bir kişi de olmalıdır, sevgili yüzbaşı. Ben bir oyun düzenledim, sende piyon olmayı kabul ettin." Saçlarımı parmaklarıyla geriye itti ve usulca boynuma gömüldü. Kalçamda dolaşan eli sertçe beni kendi vücuduna bastırırken dudaklarını boynumda gezdirdi.

Karnımdan kalbime giden his aklımı uçuklatacakken başımı zevkle geriye yatırdım ve buna sonsuza kadar devam etmesi için alan tanıdım. Sakalları boynuma batarken, bir sonraki gün boynumun sakalları yüzünden tahriş olacağını biliyordum. "Evrenin düzenini bozan kişiler bizsek," dedi Steve Rogers diğer yandan. "Bu düzeni sonuna kadar bozup yeni bir düzen oluşturmakta bir sakınca göremiyorum."

Onda çoğu Asgard savaşçılarında bile olmayan hükmetme duygusu vardı. Bunu ona ben mi aşıladım yoksa bu başından beri damarlarında mıydı bilmiyordum ancak bunu yapabileceğini adım kadar iyi biliyordum. Bedenimi kavrayıp kaldırdığında, refleks olarak bacaklarımı onun beline doladım. Gülerek ona tepeden baktığımda, "Sana böyle bakınca, her sabah koşmaktan daha eğlenceli seylerin de olabileceğini görüyorum..." Diyerek güldü.

Gülerek yanağından öptüm. "Bence koşsak gezegenin için daha iyi olur. Unutma, ipler yalnızca bizim elimizde yüzbaşı. Kontrol bizde. Ne hayatımı mahveden tanrılarda ne de bizi körelten saçma lanetlerde. Yalnızca bizde." Ve bu onu hükmetme duygusuna daha da iten şeydi. Ya destansı bir son yazacaktık ya da güç zehirlenmesi yaşayacaktık. En çok güç zehirlenmesini o hissedecekti, çünkü bunlara sahip değildi, bir anda olacaktı.

Dudakları boynumdan kaydı, bedenime doğru. Eli kalçamı sertçe kavradığında yüzüm buruştu. Köprücük kemiğimin hemen üzerine bir öpücük verdi ve sanki bu ömür boyu beni ferahta tutacak kadar güçlü bir dokunduruştu. "Bir dilek dilemek isterim..." Dedi. "Dudaklarım omuzlarında, teninde gezsin saatlerce. Dudağımı bir mürekkep gibi kullanıp tenine bu evreni yakacak türden şiirler yazmak istiyorum. Yazarın olmak istiyorum."

Bende bedenime bir imza atmanı istiyorum, yüzbaşı. İmzayı öyle sert at ki, bedenim afallasın, aklım karışsın.

Dudaklarımı onun dudaklarına son kez, sert bir şekilde değdirememek o kadar kıvrandırıyordu ki beni, şu an güçlerimi kontrol edecek kıvamı geçirmiştim. "Beni gökyüzüne çıkartma, yüzbaşı. Sen aşağıdaysan gökyüzünün bir anlamı kalmaz. Yeryüzünde iki yıldız olarak parlayabiliriz."

Ya da evreni karanlığa boğabiliriz.

Dudaklarını bedenimden ayırmadan güldü ve bir anda kucağındaki bedenimi yatakta buldum. Bu hızı beklemediğim için sesli bir şekilde güldüm. Zaman kaybetmeden bedenime binerken tüm gölgesini üzerine düşürdü. "Yazar olmak için fazla heveslisin." Diyerek gülümsediğimde ellerimi uzatıp boynunun arkasında bağladım.

Gülümsedi. "Sende şiirin sonunda imza atmam için oldukça heveslisin." Bir an aklımı okuduğunu düşünmek korkunç gelmişti çünkü düşüncelerim şimdi çok farklı çalışıyordu ve her birini gizli tutmak beni gebertecekti.

Yüzümü bir elinin arasına aldığında buruk bir şekilde baktı bu sefer. "Fazla güzelsin, Luxuria. Bu canımı ne kadar yakıyor bir bilsen. Kontrolümü kaybettiğimi görmeni istemiyorum ancak sen buna zorluyorsun beni. Sana dokunmak istememe sebep oluyorsun..."

"Kontrolünü kaybettiğini görmek istiyorum..." dediğimde kurnazca gülümsedim. Onu nasıl yerle bir edeceğimi biliyordum. "Artık büyülü bir bağımız yok, Yüzbaşı. Bana sonsuza dek dokunabilirsin. Belki de bizi yakan elektrikler artık yok, ancak yıkımın ateşi her zaman canımızı yakacak."

Gülerek boynuma yeniden yöneldiğinde bu sefer zaman kaybetmeden bedenime indi. Dudakları bu sefer daha sert geziniyordu bedenimde. Hissettiriyordu. Nefesimi kesiyordu. Köprücük kemiğimde hissettiğim sakalları bedenimi gıdıklarken kıkırdadım. "Dudaklarım tenimde gezerken beni ne kadar sevdiğinden bahset." Dedi bir yandan öperken.

Güldüm, "Çok uzun olmaz mı?"

"O halde seni sonsuza dek öpeceğim." Dudakları, göğüslerime kadar indiğinde istemsizce derin bir nefes aldım ve boynumda olan ellerimi çekip geniş omuzlarına koydum. Soğuk elleri tişörtümü aştığında tenimde hissettiğim buz gibi his bedenimi kıvrandırdı ve bir anda bacaklarımın kasıldığını hissettim.

Çıplak tenimde hissettiğim elini gülerek durdurdum. "Ölümle dans etmek senin için çocuk oyuncağı olmalı, Rogers. Dudaklarımız birbirini kanatana kadar öpüşünce de aynı şeyleri düşünecek misin?" Bunu onu biraz daha kışkırtmak için söylemiştim ancak bakışları ciddileşince bunun kötü bir fikir olduğunu anladım.

"Duymuyor musun?" Dedi. "Karanlık çağırıyor."

Ellerimi sakalları üzerinde gezdirdim, "Çağrıma kulak ver o zaman." Bir anda tişörtümün altındaki eliyle üzerimdeki tişörtü tuttu ve usulca kavradı. Kumaşı kavrarken yumruk yaptığı eli bedenimin üzerinde titredi. Her an yırtabilirmiş gibi tetikteydi. "Dokunduğun her şeyi yok ederken, bana yeni bir yaşam vermen senin için fazla illegal değil mi?"

İllegal. Çünkü seni karanlık yarattıysa iyilik büyük bir illegaldi.

Ellerim büyük bedenine sarıldı, parmaklarım kaslarında gezinmek için sabırsızlandı. "Sevdiğin kişiye benzeme olayı bir tek burada olmuyormuş demek ki. Beni ölüm makinesinden getirdiğin hale bak."

Kıkırdadı, dudaklarıma biraz daha eğildi. "Şehvetinden bir şey eksilmedi, senin yanındayken kontrolü elde tutmak akıl alır gibi değil. Dudaklarımla bedenini ezberlemek istiyorum, bedenine dokunmak, sana işaretler bırakmak istiyorum ve bu benim için hiç iyi değil. Steve Rogers gibi davranmıyorum. Seni ellerimin altında kıvrandırmak ve o tırnaklarını omuzlarıma geçirmeni istiyorum."

Kesinlikle sınırdaydık ve durmalıydık. Ancak bedenim buna izin vermiyordu, aklım bana lanetler okuyordu ancak vücudum onunla aynı fikirde değildi. Dudaklarını yeniden tenimde gezdirdi, "Tanrım... sen her şeyin en iyisini hak ediyorsun çünkü sen benim sevgilimsin." Yumruğu ile kavradığı tişörtümü iyice gerdirdi, "Ve sana hak ettiğini vereceğim."

Elleri arasındaki kumaşı yırtarken, bir anda ikizimizde birbirimize eğilip dudaklarımızı birleştirdik ve bu evrendeki en büyük gök gürültüsünün baş ucumuzda kopmasına neden oldu. Dudakları dudaklarımın üzerinde depremi yaratırken diliyle dudaklarımı araladı.

Bulutlar birleşti ve aydınlanmaya yüz tutan gökyüzü iyice karardı. Yağmur adım adım kendini artırmak yerine şimdi küçük bir damla bile yeryüzünü yok etmek için düşüyordu sertçe yere. "Steve..." sesim onun dudaklarında soğurulurdu. Sanki konuşmamamı ister gibi daha da sertleşti. Benden ayrılmaya kalktığında dişlerimi dudaklarına geçirdim.

Gitmesin.

Aynı şekilde karşılık verirken soğuk elleri göğüslerimi buldu. Dudaklarımı parçalamak ister gibi öperken, dudaklarının dudaklarım üzerindeki ezilişinin dudağımın kenarından kolayca akıp giden ölümcül şaraptan farkı yoktu.

Dudaklarında tüm karanlık düşüncelerin tadı vardı.

Ve ben karanlık düşünceler tarafından yaratılmıştım.

Bir kez daha gök gürledi ve peşinden bir yıldırımı getirdi. Rüzgar pencereleri çarparken, yağmur yeryüzüne yıkımı getiriyordu. Depremi altımda hissedebiliyordum ancak dudaklarımda hissettiğim şiddet tüm her şeyi unutmamı sağlıyordu. Bir kıyamet alameti daha gerçekleşmişti. Hem de bu sefer bizim dudaklarımız arasında kopmuştu.

Parmakları sertçe saçlarımı kavradığında alayla güldüm, başımı dudaklarına daha sert bastırdı sanki ondan kendimi kopartırsam bir kıyamet daha kopar gibi. Ancak yıkım şu an ikimizin arasında zar atıyordu. Cehennem için en güzide zamanlardı. "Asla unutamayacağın şeyler yapacağım..." diye fısıldadı usulca, geriye çekildiğinde ise bedeninin büyüklüğü gözlerimin önüne gerçekler gibi serilmişti.

Onun bana dokunmak istediği kadar bende dokunmak istiyordum vücuduna.

Tişörtünü tutup kaldıracakken, doğrulup ellerinden tuttum ve onu durdurdum. Bedenine oturan tişörtü yukarı kaldırdığımda, bana yardım edip beyaz kumaşı omuzlarından aşırdı ve sertçe kenara fırlattı. Yüzlerce kilometre koşarken bile nefes nefese kalmayan adam nefes nefese bir şekilde bana baktı. Ardından eliyle göğsümden ittirip yeniden yatağa düşmemi sağladı.

Yeniden üzerime binip eğildi ve dudaklarını yeniden dudaklarımla kaynaştırdı. Ancak bu sefer kanayan derinin üzerinde durmadı, boynuma, oradan köpürücük kemiğime ve göğüs kafesime kadar indi ve Steve Rogers dudaklarının altında bedenimin itaatine şait oldu.  Dudakları baştan aşağı tüylerimi diken diken ederken bedenim istemsize yay gibi gerildi.

"Kalbinin nasıl attığını dudaklarımın üzerinde hissedebiliyorum. Bu kalbi hayatta tutmak için elimden geleni yapacağım çünkü artık benim için atıyor. Seni seviyorum Luxuria." Dudakları göğüslerimden aşağı, karnıma inerken midemdeki his gittikçe büyüdü. Midgardlılar buna kelebek mi diyordu? Dudakları pantolonuma kadar indiğinde, derin bir nefes alıp geriye çekildi.

Parmakları hızla kemerimi çözerken, tokasının çıkardığı metal sesi odada yankılandı. Kemeri kumaştan sertçe çekti ve yatağın dışına attı. Bedenimi tamamen çıplak bıraktığında, dudaklarını aralayıp dilini göğüslerimde gezdirdi. Hissettiğim hissizlikle birlikte parmaklarımı Steve'in saçlarına geçirdim.

Beni bu hale getirmesine bayılıyordum. İtiraf etmek gerekirse yeni değildi. Geriye çekilip yüzümü elleri arasına aldı, güldü, "Sence de bu bina bizim için fazla kalabalık değil mi?" Diye sordu. "Senin kendinden geçmeni sağlayacağım, öyleki bir sonraki sabah onlar kulaklarını duvara dayadıklarında seslerimizi duyacaklar."

"Benden hepsinin zihnini köreltmemi mi istiyorsun?" Diye sordum kaşlarımı kaldırıp.

"Bu bizi tatmin etmem için illegal bir şey mi?" Bunu demesiyle kıkırdarken, gözlerimi kapatıp bu odadaki herkesi hissetmeye çalıştım. Bedenime aldığım adrenalin, çoğunlukla Steve güçlerimi çıldırtıyordu. Bu nedenle tüm hepsinin zihni aninden önümde diz çöktü ve hepsini körelttim. Bizi duymayacaklardı.

Derin bir nefes verip üzerime yeniden bindi ve dudaklarını göğüslerimde gezirdi. Bana hissettirdikleri sadece odanın değil, bu gezegenin de sıcaklık seviyesini yükseltiyordu. Steve Rogers bir Tanrıçayı oldukça hafife alıyordu. Hayatım boyunca bir Tanrıça ve bir Faninin birlikte olabileceğini düşünmemiştim ancak Steve, sanki bir Tanrıçayı memnun etmeyi adı gibi biliyordu. Dili göğüs kafesimde bir yıkıma sebep olurken sanki dudaklarını hisseden kalbimmiş gibi kan yerine şehvet pompalanmaya başlamıştı damarlarımdan.

"Steve!" Yüzümü buruşturup hissettiğim hazla başımı geriye yatırıp yastığa bastırırken vücudumu kontrol altında tutmam mümkün değildi. Adını haykırmam sanki hoşuna gitmiş gibi daha da vahşileşirken asıl kıyameti içime getirdiğini fark ettim.

Dudakları yeniden karnıma indi, dilini tüm bedenimde hissettim. Kasıklarım onun için kasıldı bir an için. Parmakları iç bacağıma ilerlerken onun dokunuşlarını tenimde tehditkâr bir şekilde hissetmek bedenimi tetikliyordu. "Steve..." Yalnızca söyleyebildiğim şey onun adıydı. Haykırabileceğim tek şey onun ismiydi.

Ya da o bana böyle hissettirdi.

Nefesim kesilmişti. Ve kahretsin ki bunu fark etmişti. "Dudaklarımın altında kıvranan ve adımı haykıran dudaklarının beni ne kadar sertleştirdiğini tahmin bile edemezsin. Sana getirmek istediğim yıkımdan haberin bile yok..."

Her geçen saniye beni onsuz bıraktığı için bedenimin içerisinde doldurulması gereken bir boşluk hissediyordum ve sanki o boşluk gittikçe büyüyordu. Nefes nefese geriye çekildiğinde, hemen doğrulup parmaklarımı kemerine yerleştirdim.

Neredeyse titreyen ellerim kemerini çözmeye çalışırken, ellerimin üzerinde onun sıcak ellerini hissettim. "bana bırak." Diyerek sırtımı yeniden yatakla buluşturdu. Kemerini hırçınca çözerken bacaklarımın arasında hissettiğim ıslaklık delirmeme neden olacaktı. Onu hissetmek bir an önce yapılacaklar listemin ilk sırasındaydı ve bekleyecek güçte değildim.

Kendini de benimle aynı seviyede çıplak bıraktığında, bedenim daha da kıvranmaya başlamıştı. Yalnızca görüntüsünün vermiş olduğu hazzı kasıklarım sert bir şekilde hissediyordu. Hiçbir şey yapmamama rağman nefes nefese kaldığımda, bacaklarımı omuzlarına aldı ve iç bacağıma bir öpücük verdi.

Dudakları yeniden benimle alay ederken, bacaklarımın arasında hissettiğim dudakları nefesimi kesti. Parmaklarım onun saçlarına vahşice dolanırken, pencere rüzgarın etkisiyle sert bir şekilde çarptı ve cam parçalara ayırdı. İkimizinde bakışları cama dönerken, Steve kaşlarını çatarak, "Bunu sen mi yaptın?" Diye sordu.

"Güçlerimi kontrol edemiyorum..." Diyerek neredeyse inledim. "Devam edemeyiz."

"Bu binayı üzerimize yıksan da dudaklarımı teninden ayırmayacağım..." Dili yeniden hassas deriyi bulduğunda dudaklarımdan yoğum bir inilti koptu. Hırçınca dilini içime ittirirken can yakıcı bir şekilde yutkundum.

"Steve..." Hissettiğim hazla birlikte saçlarını kavradığım elim iyice yumruk haline geldi. Bedenim ince ince titrerken, "Lütfen..." Diyerek fısıldadım neredeyse çünkü ses tellerimi hissedemiyor gibiydim.

Bana beni sevdiğini söyleme, hissettir.

Ve sanki o bunu duymuş gibi dilini hassas deride daha sert gezdirdi. "Siktir!" Neredeyse bağırarak inlediğimde saçlarını daha sert kavradım. Bu hoşuna gitmiş gibi daha da kendinden geçirdi bedenimi. "bilerek yapıyorsun!"

Derin bir nefes alıp geriye çekildiğinde bacaklarımı iyice omuzlarına çekti. Bedenimi kendine çektiğinde üzerime eğilip dudaklarımdan öptü. "Ben hızlı olacağım ancak sen benden daha fazlası için yalvaracaksın... Sana daha önce tatmadığın bir hazzı tattıracağım... Sana hak ettiğinin fazlasını vereceğim."

Hak ettiğimin de daha fazlasını vermen gerektiğini düşünüyorum. Sonuçta bir yerde şımarmaya ihtiyacım var.

Geriye çekilip bedenimi doğruladığında, nefes nefese kalmıştım. Kadınlığıma yerleştirdiği sertliği yorganı avuçlamama sebep oldu. Hassas deride gezdirdiği kalın sertlik bedenimin kasılmasına neden oldu. Tahmin ettiğimden fazla iyiydi.

"Kontrolü kaybettiğimi görmek istedin değil mi?" Diye sordu nefes nefese. "Sana kontrolsüz bir benin kalbine neler yapacağını göstereceğim."

Büyük bir kuvvetle kendini bana ittirdiğinde, ağzım yoğun bir inleme için açıldı ancak ses tellerim sanki felcin eşiğindeydi. Tek bir ses çıkartmadan yalnızca avucumun altındaki yorganı kavradım ve çığlımı parmaklarımla verdim. İçimdeki açlığın doldurduğu büyüklük beklediğimden daha iyi hissettirdi. Öyle ki bir süre zihnimin kaydığını hissettim.

"Çanlar çalıyor..." Kulağımda yankılanan sesi Steve'in duyduğunu sanmıyordum. "Bu evrenin sonu olacaksınız... Küçük." Ve sonrasında ses bir anda yok oldu ve kulaklarım uğultuyla doldu.

Steve kendini kontrolsüz bir şekilde yeniden ittiğinde, odanın içerisi şimşeklerin şiddettiyle aydınlandı. "Luxuria..." Dedi, dudaklarından şehvetin şarabı akıyordu. "Sen her türlü günaha değersin." Hissettiğim haz, güçlerimi kontrolden çıkarırken masaların üzerlerindeki vazolar büyük bir titremeyle yeri boyladı ve parçalara ayrıldı.

"Tanrım..." Nefes alma ihtiyacıyla dudaklarımı aralarken, "Özür dilerim..." Diyerek yüzümü buruşturdum.

İçimdeki hareketleri can bulduğunda, bedenim istemsizce sertliğiyle kasıldı. Bedenini her vuruşunda kendini kasan bedenim onun kalınlığına sarıldı. "Kendini serbest bırak," diye fısıldadı. "Bugün mumlar hiç sönmeyecek. Çünkü yıkım en büyük günahı işledi. Ve günahlar önümüzde diz çöktü."

"Steve!" Nihayet dudaklarımdan bir inleme koptuğunda bedenim sanki bu anı bekliyor gibiydi. Acımasızca içimde hareket ederken, bir anda ruhum ona doğru çekilir gibi oldu. Bedenim istemsizce onun kontrolüne girdi ve teslim oldu. Bir depremin kapıda olduğunu biliyordum ancak lanetten değil, benden kaynaklıydı. Güçlerimin iplerini kopartmıştım.

Acı, yerini zevke bıraktığında ellerim kalın kollarına ulaştı. Zevkle inlerken bedenim önünde gerildi. Kendini içime iterken, dakiklar önce açılan boşluğu doldurduğunu hissedebiliyordum. Her bir duvarımda, her bir hücremdeki sıcaklığını ve hareketini hissedebiliyordum.

Her bir damarı içimdeydi, ve bir kalp gibiydi. "Böyle hissettirmemesi lazımdı..." Dedim inleyerek. Tırnaklarımı kaslarının hücum ettiği kollarına geçirdiğimde kalınca nefes verdi. "Bunun mükemmel olmaması lazımdı..." Çünkü bu bağımlılığın ilk aşamasıydı.

"Benden kaçmak için her deliği denedin ancak şimdi çıkmaz sokaktasın..." Nefes nefese bir şekilde tırnaklarımı kollarına biraz daha bastırdığımda, bir tanrıçanın gücüyle bastırılan parmaklar Steve Rogers'ın kolunda kanayan küçük yaralar meydana getirdi. "Kahretsin, Luxuria!" Tırnaklarımın açtığı yaralardan ince ince kan akarken içimdeki hareketleri acımasızlaştı.

Kıkırdayarak tırnaklarımı ona daha da gömdüğümde, ona hissettirdiğim acının kat kat fazlasını hissettirmek adına içimde gidip geliyordu. Yatağın başlığı sert ve hızlı bir şekilde duvara çarparken, bedenim büyük vücudu altında kafeslenmişti sanki. Bedenime bir yıkım yaratıyordu ve parçalanıyormuş gibi hissetmeme neden oluyordu.Ve bu tehlikeli hissettirmiyordu. İlk defa.

Bedeni bedenime öyle hızlı çarpıyordu ki, artık düşüncelerim kendini kaybeder oldu. Sadece onun bana verdiği zevke odaklandım. Odaklanmak zorunda kaldım. Çünkü içimdeki büyüklük bana başka bir seçenek sunmuyordu. Ve bir anda duvarda büyük bir yarık oluştu ve odanın duvarlarında baştan aşağı çatlaklar, gürültüyle meydana geldi.

"Steve!" Bu seferki, ses tellerimi yarıp geçen bir çığlıktan ibaretti. Çünkü hızı artık nefesimi kesmeye başlamıştı. "Dur!" Yüzümü buruşturarak yoğun bir şekilde inledim. Dudaklarım benden bağımsız hareket ediyordu. Ona uyuyordu.

Aydınlığı ile beni değiştiren adam, şimdi karanlığıyla üzerime gölgeleniyordu. "Bunu adını şehvetten alan bir tanrıça mı söylüyor?" Diyerek kendini bana vurmaya devam ederken kalbim göğüs kafesimi parçalamayı başarmıştı sanki. "Beni etki altına alman için kilometrelerce yakınımda olman bile yeterli Luxuria... Sanki beni zehirledin ve ben senin karanlığında kontrolümü kaybettim."

Ona kontrolü kaybetmesini ben söyledim.

Sonrasında her şey daha mantıklı geldi.

Onu bu hale getiren bendim.

Onu günahkâr yapan bendim.

Steve Rogers'ın karanlığı benim eserimdi. Şehvetle terleyen bedenlerimiz birbirine kuvvetle çarparken, elini yatakla bir olan belime koydu ve bedenimi hafifçe doğrulttu. Dudakları yeniden göğüslerimi bulduğunda vücudumun dengesi yeniden bozulmuştu.

Bir yandan bacaklarımın arasındaki kuvvetli baskısı, bir yandan da bedenimi sert bir arzuyla keşfeden dudakları ve dilinin baskısı dediği gibi bana kıyameti getiriyordu. "Steve!!" Nefes nefese bir şekilde elleri arasında kıvranırken nasıl bu hale geldiğimi bile kavrayamamıştım. Altımızdaki yatağın gıcırtısı gittikçe artmıştı ve artık onun bile altımızda şansının olmadığını hissediyordum.

Dili vahşice bedenimi dolaşırken, kendimi bırakmaya olan yakınlığım bacaklarımın arasındaki ıslaklığı artırmıştı. Bunun fırsatıyla içimdeki hızını artırmış, ona sarılıp dişlerimi omzuna geçirmeme neden olmuştum.

Kendimi bırakırsam büyük bir çığlık atardım ve bunun sonunda ise sesimi kaybederdim. "Kendini bırak..." Diye fısıldadı. "Teslim ol, bedenini kontrol etmeyi bırak. İzin ver seni kontrol edeyim..." Fısıltısı kulağıma ulaştı. "Bırak senin için bir şeyler yapayım..." Sözlerini gerçekleştirmeyi istemesem de, içimdeki güç ruhumun çekilişi gibi bedenimi terk etti sanki ve zihnim ona itaat etti.

Bedenim, büyük zevkin doruğunda titrerken kendimi ona sertçe bastırdım. "Kahretsin... Steve!"

"Dudaklarında adımı bu şekilde dolandırmana bayılıyorum. Ses tellerini yorana kadar seni buna muhtaç bırakmayı istiyorum." Tüm duvarlarım içimde onu sıkıştırırken, bana düşmanıymış gibi çarpan bedeninin sesi odada yankılanıyordu. "Beni ne kadar sevdiğini söyle... Beni sevdiğini söyle."

Bedenim zevkle kıvrılırken kıkırdadım, "Şaka yapıyor olmalısın... Sana olan hayranlığımı dudaklarında hissedebiliyorsun... Üzerinde bir Asgard kumaşı var ve bunun beni ne kadar çıldırttığını bilemezsin... Ve Steve Rogers, bacaklarımı hissetmiyorum..."

Kendini bana itmeye devam ederken güldü, "Seni zorladığımı bilmiyordum... Benden iyilerini Asgard'da tecrübe ettiğini sanıyordum aslında." Diyerek fısıldadı nefes nefese. Parlayan vücudunda ellerimi gezdirmek, parmaklarımın ucunda kaslarının her bir çukurunu hissetmek istedim ancak şu an her şey benim isteğim dışı gelişiyordu.

Ve ilk defa bir şeyi yaparken ilerisini düşünmüyordum. Başkası düşünüyordu, o yön veriyordu. Bilgisizlik beni heyecanlandırıyordu. Dediğine onun yaptığı gibi nefes nefese kıkırdadım, "Onlara erkek demek için şahitlere ihtiyacim vardı Rogers... Sen şansını fazla zorluyorsun."

"Çünkü ilk defa biri zihin gücüne sahip olan senin zihnini ele geçirdi. Değil mi?" Artık kasıklarımdaki hissizlik ve tatlı zevk bedenimin her yerini sararken bedenimin kontrolünü tamamen yitirdiğimi anladım. "İlk defa biri seni bu kadar savunmasız hissettirdi ve bu seni korkutuyor."

Bir an kulaklarım dediklerini duymadı bile. "Steve... Bu çok fazla. Daha fazla dayanamay.." Sözümü devam ettirmeden dudaklarımı dudaklarıma bastırdı. Dili hırçınca dudaklarımı aralarken beni son kez öpüyormuşçasına öpüyordu.

Geriye çekildiğinde gözlerime baktı, "Senin için daha da hızlanacağım... Kendini bana bırak... Sadece bana." Sözleri bi' an için gerçekten zihnimi ele geçirdi ve ben hangimizin zihin gücüne sahip olduğunu unutuverdim.

Dediği gibi kendini içime daha derin ve hızlı ittirirken, bedenim doruk noktasındayken hayatımın en acı verici kasılmasını yaşattı. "Siktir... Ah..." Bedenim sertliği altında kuvvetli bir şekilde titrerken, dediğini yapıp kendimi ona bıraktım. "Steve!"

Mahvoluşumu gördüğünde gülümseyerek bedenini bana çarpmaya devam etti ve bu sefer dudağıma narin bir öpücük kondurdu. "Şimdi sıra bende..."

Bu gece, şeytanın hizmetkârlarıyla birlikte oturduğu ziyafet masasında, Lilith'le beraber şehvetin kadehini tokuşturdukları gündü. Dudaklarından bal yerine, şarabın damladığı o geceydi. Ve o gece, Tanrılar ve Tanrıçalar üzümlerini yerken, fanilere acıyarak baktı, ancak dudakları alayla gülümsedi.

Çünkü izledikleri iki beden, birbirine hırçınca karışırken, bu evrenin sonunu sadece birbirlerine dokunarak getiriyordu.

ON ALTINCI PERDE
SONU

Şimdi şey...

Bunu ben yazmadım,

Böyle bir bölüm var olmadı,

Öyle işte. Şimdi sizi hipnoz ettim ve bunun böyle olduğuna inandınız ve her şeyi unuttunuz.

Bölümü kısaltacağım derken uzattım bir tık, neyse zaten finally höpürdeştiler ve bunu yaparken bırakın yatağı evreni yok ediyorlardı 👀👀

Umarım olmuştur yani, bilemedim simdi. Umarım zamanında çöp olmamıştır, eğlenmişsindir veeee umarım burası senin safe place'in olmuştur 👀❤️

Oy vermeyi unutmayın lütfen bir sonraki bölümün geliş süresini siz beliyorliyorsunuz.

Bu sefer oylar azaldı, üzülüyom çok (dürüm tutan köpek meme'i)

Çokk seviyorum sizi, görüşmek üzere!!!!

Continue Reading

You'll Also Like

374K 11K 92
𝐒𝐡𝐞 𝐢𝐬 𝐢𝐧 𝐭𝐡𝐞 𝐜𝐨𝐧𝐬𝐭𝐚𝐧𝐭 𝐬𝐩𝐢𝐫𝐚𝐥 𝐨𝐟 𝐟𝐨𝐫𝐠𝐞𝐭𝐭𝐢𝐧𝐠 𝐚𝐧𝐝 𝐫𝐞𝐦𝐞𝐦𝐛𝐞𝐫𝐢𝐧𝐠- 𝐓𝐡𝐚𝐭 𝐦𝐚𝐢𝐧𝐥𝐲 𝐝𝐮𝐞 𝐭𝐨 𝐭𝐡...
2.2M 67.2K 46
Just a classic wrong number story ---- Y/n lives with her abusive father *cough* sperm donor *cough* and brother. She accidentally texts the Tony St...
985K 8.6K 10
- title pretty much explains it - will include most avengers / mostly Bucky thoo :) - this book will contain smut and fluff and maybe some angst her...
2.1M 76.5K 43
After Uncle Ben died, Peter Parker's world crashed. Aunt May blamed him for his death and years later continued to do so. Not only does Peter have to...