AŞKIN DIŞAVURUMU

By authormishel

447K 32.2K 19.8K

KURTALAN MAHALLESİ SERİSİ - 1 İnsanın hayatında kimi anlar vardı ki, bir dönüm noktası ya da sıfırdan başlang... More

1'NEFRETLE BAŞLAMIŞ AŞKLAR
2' BİR SOKAK LAMBASININ ALTINDA
3' YOKUŞ AŞAĞI, GÖZ GÖZE
4' BİRBİRİNDEN KAÇARKEN RASTLAŞANLAR
5'ÇİÇEK GİBİ
6'KİMSE
7' SAHİPLİK EKİ
8' TEK KELEPÇE
9' OYUN BİTTİ
10' BÜYÜK BİR SAVAŞ
JANSET & TEOMAN
11' TURUNCU LALELER
12' GERÇEK OLAMAYACAK KADAR GÜZEL
TİBET GÖKHUN ALINTISI
13' TURUNCU SAÇLI DENİZ KIZI
15' TUTKUNUN KOLLARINDA
16' DÜNYANIN ÇATISI
17' CANIMA KASTI
18' BAŞLADIĞI YERDE BİTEN HİKAYELER
19'SENİ ÇOK SEVİYORUM
20'GÜN GECEYE DÖNERKEN
ACIYA VURGUN BEDENLER

14' EVİMİZ

18.1K 1.9K 1.1K
By authormishel

*
kaçın kurası ~
sezen aksu
*

15. Bölüm oy sınırı 900, yorum sınırı 900 (bölüm sonu açıklamasını lütfen okuyunuz.)

instagram:mishelwatty
wattpad:authormishel

Oy ve yorumlarımızı ihmal etmeyelim 💖

İyi okumalar 💖

BÖLÜM 14- EVİMİZ

*

Bizi yakıp kül edecek kudrette bir aşkın göğsüne sığındım. Soğuktan nasibini almış parmak uçlarım onun kazağından tutunuyorken, kulağıma fısıldadıklarının bıraktığı leke, aşkın kızıl lekesinden başka bir şey değildi.

Yüreğimi, avuçlarına bırakmak ve ondan kaçabildiğim kadar kaçmak arasında verdiğim o savaş bitmek bilmedi. Yüreğimi, onun avuçlarına bırakmak istiyordum çünkü her ne kadar benim kaburgamı dövse de o kalp, ona aitti. Ondan kaçmak istiyordum çünkü bana, aşkına boyun eğmekten başka çare bırakmıyordu.

"Sevgilin mi?" dedim kayıp bir sesle. Dudağı hafif bir tavırla yukarıya kıvrılırken uzun parmaklarını belimde sonsuz bir gezintiye çıkardı. Titredim.

"O kadar şey yaptıktan sonra askerlik arkadaşım olamayacağına göre?" tek kaşı havada, muzip bir tavırla sordu sorusunu. İçime yerleşen o yabancı hisler, ruhumu gıdıklıyordu.

"Senin askerlik arkadaşın mı var sanki? Kesin bedelli yapmışsındır." derken kaşlarımı alnıma yükseltip üstten bir bakış attım yüzüne.

"Dokuz yıl önce bedelli olduğunu sanmıyorum ben." dedi kendini beğenmiş sesi. Askerliğini dokuz yıl önce yaptığını öğrenirken bakışlarımdan yansıyan hayranlığı gizlemeye çalıştım.

"Nerede yaptın askerliği?" dedim bir an sonra.  Bendeki vatan millet aşkı başkaydı doğrusu. Boy boy çocuk doğurup Türk isimleriyle şereflendirecektik umuyordum ki.

"Siirt." demekle yetindiğinde başımı salladım.

"Peki neydin? Komutan oldun mu?" sorumla gülümseyip gözlerini devirdi.

"Lise mezunu olarak giden kimse üst rütbede olmaz, bildiğin komandoydum." ağzımın suyu akacak gibi olduğunda yutkundum. Vatanını da savunmuştu, zehir olsa yutardım artık.

"Sen üniversitede Bilgisayar Mühendisliği okudun değil mi?" dedim bilmiş bir tavırla. Zübeyde sağ olsun, o dönem aramızdaki en iyi stalker oydu.

Başını sallayıp onayladı beni.  Dudağını kıvırıp uysal bir bakışla yüzümü izledi.

"Askerlik bitince üniversiteye başladım. Sonra da yazılıma yöneldim." başımı sallarken sessiz kalmayı tercih ettim. Biraz öncesinde soğuk bir suyun içinde öpüşmemişiz gibi gündelik olaylardan konuşuyorduk şimdi. Garip bir histi, tanıdık bir histi.

"Sen, Kimyacısın." dedi kendinden emin. Omuzlarım çökerken başımı sallayıp onayladım onu.

"Atanacaksın."

"Bilmiyorum," derken kollarının arasından çıktım. Buna bir itirazı olmadığında suyun içinde, hafif bir tempoyla süzülmeye başladı bedenim. Kıyı şeridim oydu. Ben  bir balıkçı teknesiydim ve o, benim denize sürüklenmeme engel olan kalın ipimdi.

"Alımlar çok az, umudum da yok zaten." dedim kıyıya ilerlemeye başladım esnada. Su, gittikçe soğuyordu artık. Temasımız kesildiği anda üşümeye başlamıştım ve dahası onunla, böylesi bir gecede kendimi yıpratmak istemiyordum.

Nihayet suyun içinden çıkıp yorgun bir tavırla kuma bıraktım kendimi. Çok geçmeden arkasında bıraktığı ayın ayazının aydınlattığı denizden çıkıp yanıma uzandığında dudaklarımı ısırdım. Her anımda yanımda bitmesi, hoşuma gitmişti.

"Alımların az olması, alınanın sen olmayacağı anlamına gelmiyor. Atanacaksın, ben sana güveniyorum." dedi göğü izlerken. Yeşil gözlerini çevreleyen uzun kirpikleri, gökyüzüne fırlatılmaya hazır okları andırıyorken karşımda bir heykel olduğunu düşündüm. Yıllarca, özene bezene yontulmuş bir kilden ortaya çıkan o eser, hayran olunasıydı.

Yüzündeki bakışları fark etmiş olacak ki başını çevirip baktı gözlerime. Bakışlarımızı ayırmadan gülümsedim. İkimiz de sırılsıklam bir halde, dalgalar kimi zaman üzerimize yorgan niyetine seriliyorken uzanıyorduk.

Islak kumda, sırılsıklam iki aşık birbirini izliyordu.

"Gözlerin nasıl bu kadar yeşil?" derken buldum kendimi. Ayın ayazıyla parlayan hareleri içime işlerken ağırca göz kırptı.

"Bilmem. Çok mu yeşil?" uysal bir tonda konuştuğunda yutkunup başımı salladım. Yüreğimde bir titreyiş vuku buluyorken sırt üstü uzanmaya bir son verip yan çevirdiğim bedenimle yaklaştım ona. Bir dalga ansızın bize çarptı ve bir an için sular altında kaldık.

"Yosun gibi. Akşamın çökmek üzere olduğu bir ormanı andırıyor." dedim fısıltıyla. Uzun kirpikleri, kalın kaşlarına karışırken gülümsedi. O da beni taklit eder gibi sırt üstü uzanmaya bir son verip yan çevirdiği bedeniyle bana yaklaştığında, artık aramızda bir avuç kadar mesafeyle soluklandık.

"Sever misin yeşili?" kısık sesiyle titrek bir nefes aldım. Hâlâ gerçekliğinden emin olamadığım bir durumun içinde, bir sahil kenarında onunla vakit geçiriyordum.

"Severim." sesim kayıptı. Yine de beni duyduğunu biliyordum.

"Seviyorum." dedim biraz sonra. Yutkundu. Başının altına sıkıştırdığı eli kalkıp belime yöneldi ve ben çok geçmeden onun koynuna sığındım. Bedenlerimiz birbirine yapışık halde, güçlü bir dalga daha örtüldü üzerimize. Göz kontağımızı kesmedik.

"Hasta olacaksın." dediğinde omuz silktim. Umurumda değildi. Onunla, şu saniye ölmeyi göze alabilirdim.

"Sen hasta olmayacak mısın sanki?" diye sordum tek kaşım havada. Bakışları ıslak saçlarımda bir gezintiye çıktı.

"Çok uzun zamandır hastayım." özlem dolu gözleri, hasretle yoğurulmuş sesi bedenime tek bir darbeyle vurdu. Onunla, nasıl bu hale gelebilmiştik?

"Geçmiş olsun ya." dedim anlamazsa vurup. Gözlerinin içine kadar güldü yüzü. Kısılmış bakışları, gerilen yanaklarıyla titrekçe soludum.

"Bu kadar mı? Doktor derdime bir çare bulmayacak mısın? " diye sordu yapay, hastalıklı bir sesle. Kıkırdarken sırtıma vuran soğuk dalgadan kaçabilmek için göğsüne sokuldum.

"Bulmak zorunda değilim." dedi dilim. Kendimi ona nazlı nazlı kur yaparken, naz yaparken buluveriyordum. Bu gece, bir milattı bizim için.

"Hipokrat yeminini unuttun mu? "

Kıkırdarken çenesinin üzerindeki gamzeye kısa bir buse bıraktım. Düşünmeden gerçekleştirdiğim bu eylem, ruhumda birkaç çiçeğin açmasına neden oldu.

"Hipokrat yemini etmedim canım." dediğim sırada yüzüme yapışan bir tutamı uzun parmaklarıyla kulağımın arkasına itti.

"Hipokrat yeminini et, ben ölüyorum." sesi gittikçe azaltıp sona doğru tamamen kaybolduğunda gözlerimi devirdim. Gözleri ölmüş gibi kapandı ve biraz sonra tek gözünü açıp beni kontrol etti.

"Tamam, nasıl ediliyor?" dedim garip bir hisle. Onu numaradan da olsa ölüm ile aynı kefeye koymak ağır geldi. Göğüs kafesimde keskin bir sızı paydahlandı ve ben, ona bütün hasretleri sırtlayıp baktım bu sefer. Dünya üzerinde özlenebilecek başka biri yoktu artık, tadına baktığım o adamdan başkasını aşermeyecektim.

O, gözlerimin içine bakıp beni yakan o sözleri söylediğinde canıma eski bir aşkın kemiği saplanmıştı. O aşkı bir kazıda bulmuş, özene bezene ortaya çıkarmış olan arkeologlar kadar dikkatliydik şimdi. Aşkımıza, bir şey olmasından korkuyorduk.

Dudaklarından düşündüğüne dair birkaç mırıltı fırladı. Bakışları, dudaklarıma inip orada oyalanıyor ve ateşi andıran hareleri beni cayır cayır olmak suretiyle yakıyordu.

"'Ben, Tutku Günay.' diyeceksin önce." derken onay vermemi bekler gözleriyle başımı salladım.

" 'Geleceğin Tutku Gökhun'u olarak, sevgilimin her an yanında olacağıma, iyi günde ve kötü günde elini tutacağıma, onu hiçbir zaman üzmeyeceğime ve çok seveceğime yemin ederim.' diyerek de devam edeceksin."

Dudaklarımdan fırlayan kahkahalara engel olamadım. Sert bir dalga bizi tekrar alaşağı etti, belimdeki tutuşu dahası mümkünmüş gibi arttı. Onun soy adını taşıma ihtimali dahi kaburgamı zorluyordu.

"Bu nasıl hipokrat yemini ya?" dedim gülmelerim arasından. Tibet, yüzünde hayranlıkla dolu bir ifadeyle beni seyrediyordu.

"Hani doktordum ben? Sevgilin oluverdim birden. Ne oluyor?"

Dudakları burnumun ucuna konduğunda dişlerimi sıktım. Derin bir nefesle artık deniz kokusuna bulanmış kokumu içine çekip bıraktığı ufak bir öpücükle geriye çekildi.

"Bizim hipokratımız bu, bunu söyleyeceksin." omuz silkip belime dolanmış kolunu tuttum. Kalın, güçlü kolların arasında çıplak bir halde kalmak istediğimi fark ederken, kanıma sızan arzuyla kasıldı gövdem.

"Sen ettin mi yeminini?" kısık sesim ona ulaştığında başını salladı.

"Etmedim, şimdi edeceğim." dediğinde kaşlarım alnıma yükseldi ve dudaklarımı büzüp baktım ona.

"Kendin yemin etmeden bana yemin mi ettirecektin sen? Uyanık, alçak adam." göğsüne sahte bir yumruk attım. Bundan gram etkilenmeden, gocunmadan izledi beni.

"Ben, Tibet Gökhun." dediği an  bıraktım nefes almayı. Kanım, tersi yöne akmaya başladı. İstekli, tutku dolu sesi yüreğime bir ağırlık bırakırken titrediğimi fark ettim.

"Sevgilimin her an yanında olacağıma, iyi günde ve kötü günde elini tutacağıma, onu hiçbir zaman üzmeyeceğime ve çok seveceğime yemin ederim.'' kısık, efsunlu bir sesti kulağıma ulaşan. Söylediği her kelime bedenime bir dövme gibi işlendiğinde sızlayan gözlerimle gülümsemeye zorladım.

"Seni bir ömür boyu seveceğime şerefim ve namusum üzerine söz veriyorum."

Hırıltılı bir solukla uzanmaya son verip kolları arasından çıktım. Bedenim, ıslak kuma gömülecek kadar ağır bir haldeydi şimdi. Gözlerim, utançla perçinlendi ve ondan başka her yeri izledi.

"Eve gidelim." dedim içime kaçmış bir sesle. Dahasını kaburgalarımın altındaki o organ taşıyabilir miydi? Birkaç gün öncesine kadar bana yabancı bir adam, artık yıllanabilir miydi koynumda?

"Yeminini et." dedi boş bir sesle. O da uzandığı yerden kalkıp tam karşımda durduğu sırada omuz silktim.

"Etmeyeceğim ya. Ben yemin edince o yemini bozasım geliyor." gerçekten de böyle bir şey vardı. Şeytan kanıma sinsice giriyor, yapmam dediğim her şeyi yaparken buluyordum kendimi.

"O nasıl bahane ya? Ben yemin ettim ama. Oyunbozanlık etme." kaşları çatıldı. Yüzündeki kızgın ifadeyle gülümsedim.

"Yeminini dakika bir gol bir hemen yedin. Neymiş o bakışlar? Beni üzüyorsun." kollarımı göğsümde bağlayıp başka bir yöne döndüm. Topukluları neden çıkarmıyordum? Bunun bir cevabı yoktu. Bata çıka evimize varacaktık inşallah.

Avuç içi karnıma bastırıldığında yutkundum. Çok geçmeden sırtım, onun yapılı göğsüne yaslandı ve omuzumdaki boşlukta sıcak bir soluk hissettim.

"Üzülmediğini ikimiz de biliyoruz." dedi kısık bir sesle. Dudaklarım onun hasretini hissettiğim bir anda yandı. Titrekçe soluyup omzum üstünden ona döndüm.

Eğdiği başı, soğuk suyun etkisiyle kirece dönmüş yüzü ve canlı, yeşil bakışlarıyla dibimdeydi. Bir hayalin içindeymişim gibi hissediyordum.

"Üzülebilirdim ama." dedim tek kaşım havada. Şakağıma bıraktığı buseyle karnım taş kesilirken Tibet, bunu fark etti. Dudakları, yukarıya kıvrıldığında yutkunup gözlerimi kaçırdım. Ateşimiz, karşımızda kalan soğuk denizi kaynatabilir, bir ormanı tamamen yakabilirdi.

"Yeteri kadar üzüldük Eti Tutku." dedi fısıltısı. Bunu itiraf etmek benim için ne kadar zor olsa da bana Eti Tutku deyişinin hoşuma gittiğini bildiğini, biliyordum.

"Bundan sonra o yılların acısını, eksik olan her şeyi tamamlayarak çıkaracağız." başımı sallayıp onayladım.

"Hayalinde hiç, benimle yapmak istediğin bir şey oldu mu?" diye sordum kısık bir sesle. Ben, bir bardak suyu bile onunla içmenin hayalini kurmuş o aptal aşıktım.

"Oldu." deyip yutkundu. "Söylememi ister misin?" keyif kırıntılarını taşıyan sesiyle kaşlarım kısa bir an çatılacak gibi oldu fakat sonra arsız bir hayal kurduğunu anlayıp karnıma bastırdığı elinin üzerine geçirdim tırnaklarımı. Dudaklarından acı bir inilti çıktıysa da eli konumunu korudu.

"Öyle hayal değil Tibet." dedim kızgınca. Yataktan çıkabilirsek şükür edeceğiz gibi duruyordu.

"Tamam, ben de öyle hayalden bahsetmedim zaten. Senin sapık bir zihniyetin var." sesi gülüyordu. Göğüs kafesi derin, ağır bir tavırla ileriye atılıyordu ve ben onunla birlikte uçuyor gibi hissediyordum.

"Üç deyince inanıyoruz. Bir, iki, dört." dedim gülmelerim arasından. Boşta kalan bir eli de karnıma kondu ve ben onun kıskacının altında kaldım.

"Seninle her şeyin hayalini kurdum." fısıltısı, karşımızda kalan denizin uğultusundan da kudretliydi. Sırılsıklamdık fakat bedenimiz sıcaktı.

"El ele bakkala gitmeyi de dünyanın bir ucunda seyahate çıkmayı da." gözlerim sızlarken denizdeki bakışlarımın içine kadar gülüyordum. Pınarlarım doldu, çok geçmeden kirpiklerime iri bir damla yapışıp kaldı.

"Seninle gün batımında bisiklet sürmeyi çok isterdim." dedim usulca. Bir yeşilliğin en ortasında, akşamın o tatlı meltemi yüzümüze vuruyorken rüzgara karşı bisiklet sürmek istiyordum. Yanımda, ondan başka kimseyi istemiyordu kalbim.

"Seninle ikimizi temsil eden bir dövme yaptırmayı isterdim. Anlamlı, sen gördüğünde beni, ben gördüğümde seni hatırlayacağım bir dövme."

"Ha beni unutacaksın ve bir dövme hatırlatacak öyle mi?" hayali, hoşuma gitmişti. Bunu sesimden de okuyabilirdi.

"Seni unutmak mümkün mü?" kulağımda hissettim sıcak nefesini.

"Değil mi?" diyerek verdim karşılığı. Sarılışı kuvvetlendi.

"Değil. Sen benim unutamadığımsın."

"Seninle bir adada mahsur kalmak isterdim." dedim içimi yakan o istekle. Onunla, dünyada tek başımıza kalmaya bile razıydım.

"Sevgililik yemini etmediğin için, seninle bir adada mahsur kalamam. Annem çok kızar."

"Koca adamsın, bir şey demez." diyerek yanıtladı aksi dilim. Kıkırtısı yüzümü güldürdü.

"Neden yemin etmiyorsun?" meraklı sesini duyunca derince soludum. Konu yemin etmek değildi, onunla inatlaşmayı seviyordum. Ben o yemini etmesem de ona karşı bunları özene bezene yapacağıma, dikkat edeceğime emindim. O da emindi.

"Sevgili değiliz çünkü ben öyle bir teklif almadım."

O, sözlerime bir karşılık vermeden kulağımıza doluşan uluma sesleriyle korkuyla sindim göğsüne. Bedenlerimiz onun yönlendirdiği yöne dönünce karşımızda gördüğümüz manzara beni korkutmaya yetti.

"Tibet." dedim titrekçe. En az on beş köpek, sahilde koşturuyordu.

"Bir şey yok, bizi fark etmediler. Hadi, korkuyorsan gidelim." dikkatli sesiyle başımı sallayıp onayladım onu. Kollarının arasından çıktığımda buna itiraz etmedi ve uzun parmakları, parmaklarıma dolandı.

"Bizi yerler mi?" diyen sesimle gülümsedi. Köpeklerden kısa bir anlığına aldığım bakışlarım, onun bendeki gözlerine kenetlendi.

"Beni bilmem ama seni yiyemezler. İzin vermem." boşta kalan elimle kolundan tutunduğum esnada tekrar duyurdu sesini.

"Seni ben yiyeceğim." dediğinde bu sefer korkuyla onu izledim. Meydan okur bakışları, bizi halen fark etmemiş olan köpek sürüsündeydi. Kafaya takmıştı, benden bir ısırık alacaktı.

"Kuduz olmak istediğimi sanmıyorum." dedim burnumu kırıştırıp. Bir cevap vermezken yürümeye başladık. Dikkatli bakışlarımız köpeklerin üzerindeydi. Birbirlerine saldırıyorlar, ısırmaya çalışıyorlardı.

"Oyun istiyor ablası."

Tibet'in söyledikleriyle ürperdiğim esnada olduğumuz yöne dönen bir köpekle göz göze geldim. Adımlarım bıçağa rastlamış gibi kesildi.

"Fark edildik." dedim kısık bir sesle. Tibet, elimdeki tutuşunu artırdı.

Çok geçmeden birkaç köpek de arkadaşlarının kilitlendiği o yöne baktıklarında bizi fark ettiler ve sonra, hiç gocunmadan üzerimize doğru temkinli adımlar atmaya başladılar. Biraz sonrasındaysa bütün köpekler bir ordu misali üzerimize gelmeye başlamıştı bile.

"Konu sevdiğim kadınsa, merhaba Azrail." dedi önüme geçerken. Bir an sonra omzu üzerinden arkasına bakınıp, yosun yeşili gözlerini gözlerime kenetledi.

"Çekil kız şuradan. Burada ölecek biri varsa o da benim."

Memnuniyetle başımı salladım. Karşımızda on beş köpek üzerimize geliyorken benim sevgili olduğumuzu iddia eden pitbullum hepsini korkutabilirdi. Buna inanmak istiyordum.

"Beni küçükken köpek ısırmıştı. Fino." dedim kalın kolunu sıkı sıkıya tutarken. Tibet'in Mercedes cipine metreler kala bir köpek çetesi tarafından önümüzün kesileceğini neden söyleyen olmamıştı?

"Fino nereni ısırdı? Ayağını mı?" dedi keyifli sesi. Bakışları karşımızda kalan kalabalığı buldu. Bir kolu beni korumak ister gibi önüme siper olurken sırtına sığındım.

"Popomu." dedim acıyla. Ah, o finonun da alacağı olsundu. Üç santim bacaklarına bakmadan ardımdan hart diye bir ısırık almıştı kerata.

"Ne? Nasıl?" diye sordu ardı sıra. "Fino popona nasıl yetişebildi?" hayret dolu sesiyle aklıma gelen anıları kovaladım. Kuduz aşısı bir hayli yakmıştı.

"Küçüktüm. Kısaydım."

"Büyüdün ama hâlâ kısasın."

Sinir, ansızın yabani bir kısrak gibi kanımda koşturmaya başladığında tırnaklarımı koluna geçirdim. Dudaklarından ıslıklı bir soluk çıkardı.

"Ne demişler, götü yere yakın olandan korkacaksın." söylediklerini duyduğumda bakışlarımı köpek sürüsünden alıp onun ensesine çevirdim bu sefer. Köpeklerin hırıltıları arttıysa bile bu umurumda değildi.

"Sen hiç korkuyor gibi değilsin." dedim dişlerimin arasından. Bana bu topukluları giydiren Janset'in saçını süpürge edecektim. Hayır yani o giydirmişti ama ben neden çıkarmıyordum. Tövbe haşa ama biraz salak olabilir miydim?

"Korkmalı mıyım?" sorusuna birden fazla uluma karıştığında görecekmiş gibi başımı salladım.

"Hoşt! Kış!" dedi kontrollü bir şekilde geriye adımlarken. Onunla birlikte ağırca geriye atıyordum adımları. Kuma gömülüyordum ve eğer bu köpekler bizim peşimize düşerse koşamayacağımı da biliyordum üstelik.

"Hoşt." dediğinde gerginliğim ansızın beni terk etti. Dudaklarımı ısırıp gülmelerime engel olmaya çalıştım.

"Ne korkak bir adam çıktın sen? Şunlara bir taş bir şey atsana, gitsinler."  diyen kızgın sesimle arkasını dönüp yüzümü izlemeye başladı.

"Sahilde taşı nereden bulayım kızım ben? Deniz kabuğu mu atayım, kum mu atayım hayvanlara?"

Omuz silkip başımı salladım.

"Erkek sus, beni sırtına al, köpeklerden koru." dedim kollarımı göğsüme bağlarken.

"Sevgili olmadığımızı söyleyen bir kadın için bunları yapmak zorunda olduğumu sanmıyorum." kendini beğenmiş bir tavırla izledi yüzümü.

Dudaklarımdan bir, 'hah' nidası fırladıysa da yüzüm gülüyordu.

"Seninle sevgili olmayarak çok iyi bir karar vermişim. Beni demek burada kurda, kuşa, köpeğe yem edeceksin." küskün bir tavırla soludum. Bakışlarım benden habersiz içime sinen nazla etrafı izledi.

"Sevgili olduğumuzu kabul et artık." bıkkın sesi beraberinde gözlerini devirip soluklandı. Köpek sürüsünü unutmuş, birbirimizi oradan buradan ısırıyorduk.

"Çıkma teklifi almadım."

"Çıkma teklifi mi kaldı Tutku?" dediğinde gözlerimi gözlerine kenetledim.

"Ben nostalji kadınıyım. Sen seversin sevmezsin beni alakadar etmez. Ben nostalji severim, çıkma teklifi isterim." dedim hırçın bir tavırla. Bu neydi canım? Bu çıkma teklifini kim kaldırmıştı?

"Tamam, benimle çıkar mısın?" dedi boş sesi. Kaşlarım hızla çatıldı. Beni istemiyor muydu?

"Haftaya ghostlayacak gibi davranıyorsun. Geceden beri lovebombing de yaptın zaten. İki güne bariyer ilişki de istersin sen, beş güne de her yerden engellersin."

"Bunlar ne?" anlamsız sesiyle kıkırdayıp koluna vurdum.

"İlişki türleri, türevleri her ne zıkkımsa artık." dediğimde yüzü buruştu.

"İlişkinin türü de türevi de olmaz kızım. Seni seviyorum diyeceksin, bitecek. Alacaksın sevdiğini kolunun altına, bir şaheser gibi millete hava ata ata gezeceksin. Sonra evleneceksin, boy boy bebeler yapacaksın."

"Boy boy bebelere kadar her şey çok iyiydi." gözlerimi devirdim. Hayır anlamıyordum, benden nasıl boy boy bebeler çıkacaktı ki? Ben kendim bir bebektim zaten.

"Neyi varmış? Boy boy bebe yapmayacak mıyız?"

"Yapacak mıyız?"  diye sordum korkak bir sesle. Başını sallayıp onayladı. Bir an sonra belime dolanan kalın kollarıyla birlikte bedenine çarptığımda kısa fakat sert bir öpücük bıraktı dudağıma. Kasıklarım bir bıçakla kesilir gibi sancılandığında, gözlerini ayırmadan fısıldadı.

"Seninle gün doğup batana kadar ve güneş yerini aya, ay yerini güneşe bırakana kadar sevişebilirim." bacaklarımın bağı çözülürken kolundan sıkı sıkıya tutundum.

"Seni ne kadar istediğimi tahmin bile edemezsin Tutku."

Yüzüme vuran sıcak, ferah kokulu nefesiyle döndü başım. Bakışlarım, onun koyu renkli kalın dudaklarına düştü. Dilini dudaklarının üzerinde ağır bir tavırla gezdirdiği esnada dişlerimi sıktım. Tırnaklarım, onun ıslak kazağına saplandı.

"Sen çok mu azgınsın bana mı öyle geliyor?" dedim varla yok arası.

"Ben azgın değilim, sadece her bir zerresini merak ettiğim bir kadına aşığım." diyen fısıltısıyla başımı geriye yatırıp göğü seyretmeye koyuldum. Nefes alamadığımı sanırken dudaklarım da aralanmış, bütün havayı içine çekmek ister gibi kaşınıyordu ciğerlerim.

Bir anda boynumda hissettiğim o kalın iki et parçasıyla yutkundum. Şah damarıma bıraktığı o kuş tüyü kadar hafif öpüşün ardından tenime sürterek gırtlağıma taşıdığı dudakları, orayı da bir öpüşle yaktı.

Anın gücünü kıran, bizi girdiğimiz o hayalden çıkaran uluma sesleriyle doğrulduk. Bakışlarımız, çoktan unutmuş olduğumuz köpekleri buldu ve artık hepsinin bize oldukça yakın bir konumda olduğunu gördük.

"Beni sırtına alacak mısın?" dedim titrekçe.

"Sevgili olduğumuzu kabul etmezsen bizi burada bu köpeklere yem edeceğim." söyledikleri kanımı fokurdattı. Yan bir gözle karşımızda kalan köpek sürüsünü izleyen o adamı seyrettim.

"Sevgili değiliz Tibet." dedim dişlerimin arasından.

"O zaman bu sefer bir kangal tarafından popondan alınacak olan o ısırığın sorumlusu ben olmayacağım." derken döndü yüzüme. "Ve hatta bir şey diyeyim mi? Şimdi koşmaya başlayıp seni burada bırakacağım." der demez kollarını bedenimden çekti. Ben mükemmel bir boşluğun içine düşerken çoktan koşmaya başlamış olan o adamın uzaklaşan bedenini izledim.

"Ya ama! Tibet!" dediysem de oralı olmadı. Hızlı olmayacak bir tempoda koştuğunu görünce ben de ardından koşmaya başladım. Buyrun burdan yakındı doğrusu, resmen kurda kuşa yem olacaktım.

"Koşamıyorum!" dedim ağlak bir sesle. Ben beş yıl boyunca böyle bir caniye mi aşıktım gerçekten?

Ayaklarım kuma gömülüyor, bileğime sarılan o yeşil, ince ip bacaklarımı kesiyordu. Bata çıka, ağır ağır koşuyordum fakat bir türlü ona ulaşamıyordum.

Kumsaldan çıkıp yürüyüş yolu üzerinde durduğunda korkuyla arkamı kontrol ettim. Gördüğüm boşluk, beni bir an için afallattı fakat sonra Tibet'in, köpeklerin zaten çoktan gittiğini bildiğini anladım.

İçimdeki hayretle bizden epey uzakta kalan ve tam tersi yöne ilerleyip bir süre sonra da tamamen kaybolan sürüden çektim gözlerimi.

Gözlerine baktım. Metreler öteden bile harelerinde diri bir zevk okunuyordu. İçimdeki korkunun yerini çoktan bir sinir almış vaziyette eğildim. Nihayet ipleri zorlana zorlana da olsa çıkarıp çıplak ayaklarımla kuma bastım.

Attığım ağır, sancılı adımlar onun bakışları altında kumsaldan tamamen söküldü. Sonunda yürüyüş yolu üzerindeki taş zemine ayak bastığım an oturduğu banktan kalktığını gördüm. Üşüme hissim, bütün bedenimi titretmeye başladı.

İki elimde de yeşil, topuklu ayakkabılarımı tutarken ona yürüdüm. Bir an sonra yüzünde yeşeren o keyifli gülüş, bütün sinir sistemimi kırdığında elimdeki ayakkabılardan birini hızla fırlattım üzerine.

Birkaç adım sağa saparak attığım ayakkabıdan kurtuldu fakat bu sefer kalan son ayakkabıyı da attım ve ayakkabımın sivri topuğu, onun göğsünün tam ortasına çakılıp gürültüyle yere düştü.

Dudaklarından fırlayan bir inlemeyle yanına koştum. Gözlerim şokla irileşmiş, beni köpeklere yem etmeyi göze aldığını düşündüğüm o adama zarar verdiğim düşüncesi acımasız bir halde oturmuştu içime.

"Tibet." dedim korkulu bir halde. Göğsüne kapattığı elini ittiğim an kazağında gördüğüm ince delikle duraksadım. O sivri uç, kazağını delip geçmişti.

"Allah aşkına bana sürekli şiddet mi uygulayacaksın sen?" boğuk sesi acı çektiğini belli ettiğinde yutkunup gözlerine baktım. Bu sefer içimi yakan bir sinirle koluna vurduğumda tüm acısına rağmen şaşkın bir gülüş yerleşti yüzüne.

"Benim ilişki dinamiğim bu, beğenmiyor musun?" sivri dilim, çatılmış kaşlarımla tam karşısındaydım. Göğsünde açtığım o delik zerre umurunda değilmiş gibi, bakışlarındaki bin ifadeyle izledi beni.

"Beğeniyorum, ama biraz daha naif bir ilişkiyi tercih ederim."

"Beni bir daha kandırmak gibi bir hataya düşersen bu halimi bile ararsın. Beni orada bırakıp koşa koşa kaçan bir adamı sevgili mi yapacağım kendime?"

"Köpeklerin gittiğini görünce öyle yaptım Tutku." gözlerini devirip bedenini eğdi. Yere saçılan ayakkabılarımı tek eliyle toplarken, bir eli göğsündeki o deliğin üzerini kapatıyordu. Yüzünde, acı çektiğini gizleyemediği bir ifade vardı.

"Bunu yapmak zorunda değildin. Beni bıraktın sandım." dedim küskün bir sesle. Onun acı çekmesine neden olduğumu düşündükçe, benim de göğsümde bir delik açılıyor gibi hissediyordum.

"Birincisi bebeğim," derken tam karşımda durdu. Yanımızdan yayan bir halde geçen beş kişilik arkadaş grubunun bakışlarını umursamadık.

"Ben seni şu saatten sonra hiçbir koşulda bırakmam. Onu unutalım." aksini kabul etmez tavrıyla gözlerimi devirdiysem de söyledikleri hoşuma gidiyordu. Beni bırakmasını asla istemiyordum fakat içimde bir dürtü kendimi ona tamamen teslim etmemem gerektiğini söylüyordu bana.

"İkincisi nedir?" diyen sesimle gülümsedi. Kollarımı göğsümde bağladığım esnada beni kolunun altına alıp yürümeye başladı. Başımı çevirip onu seyrettim.

Benden bir hayli uzun boyuyla, tam olarak karşısına odakladığı bakışlarıyla içimi titretiyordu. Onun kalın, kaslı kolunun omzuma bıraktığı ateş, içime yayılıyordu. Bir elinde ayağımdan çıkarıp göğsüne sapladığım o ayakkabıları tutuyorken diğer elinde ıslak saçlarımdan bir tutamı tutup parmaklarıyla okşuyordu.

"İkincisi de benim ilişki dinamiğim de sanırım bu." dedi gözlerini gözlerime çevirdiği esnada. "Şaka yaparak sevmeyi çok sevdiğimi fark ettim."

"Allah allah." diye söylendim. "Ne zaman fark ettin?"

"Bu gece." dedi keskin sesi. Çıplak ayaklarımın üşüdüğünü hissederken bakışlarımı ayaklarıma indirdim. Onun dikkati de üzerimdeydi tam da bu yüzden yürümeyi kestiğinde onunla birlikte ben de durdum.

"Bu gece kendimi yeniden keşfettim." dudaklarım kıvrılmak istediyse de bunu engellemeye çalıştım. Yine de söylediklerinin hoşuma gittiğini belli eden o tebessüme mani olamadım.

"Sırtıma bin." diyen sesinin emarelerinin bıraktığı yangın hissiyle soludum. Kurulduğunu iyi bildiğim dudaklarımı ıslatıp ısırdığımda hasretle, özlemle izledi dudaklarımı.

"Ama ağırsam?" diye sordum kısık bir sesle. Kaşları çatıldı, inceler bakışları bedenimde gezintiye çıkarken rahatsızca kıpırdandım.

"Elli iki kilo değil miydin sen? Ne ağırından bahsediyorsun?"

"Hani şüşkoydum?" diye sordum tek kaşım havada. Kaldırdığım başım ve eğdiği başı arasındaki o mesafeden biri atlasa ölebilirdi.

"Şüşkoları da kaldırabilirim bebeğim. Atla sırtıma." dedi eğlenir gibi. Burnumdan kızgın bir soluk bırakıp somurttum. Bir anda bana sırt dönen, bedenini önümde eğen adamın benden alçakta kalan bedenini seyretmeye durdum gece yarısı.

İnceler bir tavırla omzu üstünden beni izlemeye başladığında pes edip kollarımı boynuna doladım. Kolları ansızın bacaklarıma sarıldı ve çok geçmeden ayaklandı.

Bir koala edasıyla ayaklarımı önünde birleştirip artık gökten görebildiğim şehri hayran bakışlarla izledim.

"Yuh be. Bu kadar mı fark eder?" deyişime kıkırtıları karıştı. Bacaklarımı beline doladığımdan yukarıya çekilen elbisemin açıkta bıraktığı tenim, onun kolları arasında kasıldı.

"Ne sandın kızım? Şu andan itibaren otuz santim daha uzunsun." diye söylendi kendini beğenmiş bir tavırla. Çenemi, onun başına yaslayıp attığı adımlarla ilerleyişimizi izledim.

"Ne yani?" dedim içime doluşan bir sükunetle. "Sen bir doksan beş misin?"

Ferah, naneli şampuanının kokusu burnuma dolup zihnimi uyuşturuyordu. Kısa saçları, çeneme batsa bile o batışın da huzur verdiğini hissediyordum.

"Oha, sen bir altmış beş misin? Daha uzun duruyorsun." şaşkın halini umursamadım.

"Sana benim değil senin boyunu sorduk canım. Cevap alayım." kadere bakın ki aşık olduğum adamın boyunu bilmiyordum.

"Ben bir doksan altıyım." içim bir an kıpır kıpır olurken nasıl bir sevap işledim diye düşünmedim de değildi üstelik. Lale ablaya pis bezleri değiştirirken yardım etmem ilk defa bir işe yaramış olabilir miydi?

"Ne oldu kız? Dilini yuttun bakıyorum da." keyifli sesinden duyduklarımla gözlerimi devirip bu sefer yanağımı kafasına yasladım. Göz kapaklarım huzurla kapandı, onun attığı her bir adım zihnimde canlanıyordu.

"Üşüyorum." dedim biraz sonra. Kulaklarım bir kilit sesi duyunca gözlerimi açıp başımı kaldırdım. Aracına kalan son birkaç adımı da tamamlayıp yolcu kapısını açtı. Beline doladığım bacaklarımı çektiğim esnada o da bacaklarıma doladığı kollarını kurtardı benden. Bir an sonra yere bastığımda duydum sesini.

"Acele et, hemen bin."

Bir tepki vermesem de içime yerleşen o hızla yolcu koltuğuna oturdum. Islak saçlarımın koltuğun deri yüzüne yapıştığını hissederken kısa bir an doğrulup gece boyunca üzerimden çıkarmadığım deri ceketi bir çırpıda söktüm tenimden.

Elbisenin derin göğüs dekoltesi artık daha açıkta kaldığında Tibet'in gözleri oraya takıldı. Kemerimi takmak için içeriye soktuğu bedeni donunca kemerimi hızla takıp arkama yaslandım. Kucağıma koyduğum ince cekete geçirdim tırnaklarımı. Onun saniyelerce göğüsümde gezinen yeşil hareleri, bedenimi yakmaya başlamıştı.

"Dünyadan Tibet'e." dedim elimi önünde sallarken. Dalgın bakışları titrek bir tavırla beni buldu ve anında kaçırdı gözlerini. Aracın içinden çıkıp kapıyı bekletmeden kapattı. Saniyeler sonra sürücü koltuğuna oturdu, bense bu süreçte ceketi sıkarken kırılan bir tırnağımı üzgün bakışlarla izliyordum.

"Bu akşam için çok hazırlanmıştım." dedim küskün bir tavırla. Araç sessizce ileriye atıldı ve şerit boyunca ilerlemeye başladı. Tibet'in kısa bir an için beni izlediğini hissettim.

"Çok güzeldin, hâlâ güzelsin." yoğun sesi, aldığım nefes tıkadı boğazıma. Göğüs kafesim tembel bir tavırla ileriye atıldı.

"Kriz geçirdim, ağladım, denizde ıslandım, her yerim kum oldu."

"Ve tüm bunlara rağmen hâlâ güzelsin." dedi küçük bir mırıltıyla. Tırnaklarımı izleyen bakışlarımı ona çevirip dudaklarımı büzdüm. Ceketi sıkan elimi önüne uzatıp burnunu çektikten sonra konuştum kısıkça.

"Ama bak," deyip sustum bir an. "Tırnağım da kırıldı."

Gülümsedi. Yoldaki bakışları önce gözlerimi buldu ve orada gördüğüm o huzurdan sallandı ruhum. Yıllardır beklediği o huzura ermiş gibi bir ifadeyle izliyordu beni.

Bir an sonra önüne uzattığım elimi seyretti ve yolun boş olmasını fırsat bilip direksiyondan çektiği bir eliyle elimden tuttu.

Başını eğdi, iri parmakları arasında kalan soğuk elimi dudaklarına götürdüğü esnada bacaklarımı birbirine bastırdım. Karnımda bir sancı yüzölçümünü artırdı.

Kalın, etli dudakları parmaklarımı birer birer öpüyordu. Ve bunu muhteşem bir ağırlıkla gerçekleştirdiğinden içimdeki arzu, an be an büyüyordu. Durduramadığım hisler, ayaklarıma dolanıyordu.

"Tırnaklarını başka şeylerde kır bundan sonra." dedi dudaklarını geriye çekip. Sert bir tekme yemişim gibi sendelerken gırtlağıma doluşan çığlıkları zorlukla yuttum. Elimi bir hışımla kendime çekip döndüm önümü.

"Eve götürüyorsun beni değil mi?" dedim fısıltıyla.

"Hayır."

Verdiği kısa cevapla kaşlarım çatıldı. Yola henüz yeni sabitlemiş olduğum bakışlarım aceleyle onu buldu yine.

"Ne demek hayır?" dedim hayretle. "Battık, dahası gece oldu. Nereye gideceğiz?"

"Eve." dedi kendinden emin bir halde. Yoldaki yosun gözleri beni buldu, alıp verdiği nefeslerle göğüs kafesi titredi ve sonra beni yakan o sözleri söyledi dili.

"Evimize."

*

Arkadaşlar bölüm istiyor olmanızı gerçekten anlıyorum ama zaten elimden geldiğince hızlı yazmaya ve arayı çok açmamaya çalışıyorum.

Lütfen sınırı boş yorumlar yaparak doldurmaya çalışmayın. Sizce benim istediğim böyle bir şey mi? Doksan kişi bölüm boyunca 10 yorum yapsa zaten sınır doluyor. Bölüm okurken yorum yapmadığınız halde harf, nokta, virgül gibi şeylerle yorum sınırı doldurmaya çalışmanız itire edici.

Lütfen buna bir son verelim ve okurken satır aralarında yorumlarımızı dolu bir şekilde yapalım.

Bölüm bir tık kısa gelebilir fakat fazla yoğun olduğum için çok fazla zaman ayıramıyorum. Bayramda düğünümüz var ve biz hazırlık yapıyoruz.

Umarım hoşunuza giden bir bölüm olmuştur, sevgiler.

Anlayışınız için teşekkür ederim, iyi geceleriniz olsun.

15.Bölüm oy sınırı 900, yorum sınırı 900

Continue Reading

You'll Also Like

7.5K 591 12
Kendi öz kızını, düşman elinden parayla satın alan bir baba sağ kolunu kızını zorluklar karşısında eğitmesi için yanına gönderiyor. Ve hikaye aslında...
1.8M 126K 29
Onların kaderi yıllar önce yaşanmış tek bir gece sayesinde birleşti. Bir anda karşısına çıkan ve peşini bırakmayan Atmanlı aşireti genç kızın bütün s...
908K 50.2K 39
Evin ise yediği tokatın şiddetiyle yere düşmüştü. Dudağının kenarı yeni bir darbe alırkende Kazım Ağa saçlarından koparırcasına tutup Evin'i kaldırmı...
İLTİCA By

Teen Fiction

1.3K 757 31
Bu kitabımda Asel adlı karakterimizin sürekli sığınacak bir liman bulduğunu sanıp her seferinde sırtından vurulmasını konu aldım.o zaman hadi başlaya...