Masal

Galing kay dearlenamilena

3.8K 294 926

''Seni kalpten götürecek kadar mı yaşlıyım?'' Dudakları alayla yukarı kıvrıldı. Önüne döndü. Güldüm. O kadar... Higit pa

M-1
M-2
M-3
M-4
M-5
M-6
M-8
M-9
M-10
M-11
M-12

M-7

268 25 60
Galing kay dearlenamilena

🌟 Gökten oy yağsa itiraz etmem haberiniz olsun. Hevesim kursağımda kalıyor. 🌟

💛 Keyifli okumalar 💛

[ Medya: Masallar diyarımız. <3 ]

🧁*🦁

Birkaç gündür kar serpiştiriyor fakat kuvvetli yağmadığı için şehri tamamen örtmüyordu. Cama vuran kar taneleri birkaç saniye içinde suya dönüşüyordu. Kışı sevdiğim söylenemezdi. Daha çok yaz insanı olduğumu söylerdim. Bıraksalar sonsuza kadar yaz mevsiminde kalabilirdim.

Dışarıyı izlemeye ara verip elimdeki kupayı lavaboya bıraktım. Çöpü dışarı çıkarmak için dış kapıya yöneldim. Kapıyı açtığım gibi yere düşen çiçekler istemeden kaşlarımın çatılmasına sebep oldu.

Bir haftadır her akşam çiçeklerle karşılaşıyordum. Nergis... Özellikle nergis gönderiyordu kim gönderiyorsa. Eğilip elime aldım. İlk defa üzerinde kart görünce heyecanlandığımı fark ettim. Arkasını çevirdim, tekrar önüne baktım. Boştu.

Halihazırda dolu olan vazonun içine, diğerlerinin yanına yerleştirdim elimdekileri de. Çiçekler çoğaldıkça eve yaydıkları koku da hoşuma gidiyordu bir yandan fakat yine de tedirgin bir hafta geçirmiştim. Fotoğrafını çekip Tolga'ya göndermeye karar verdim.

"007 Masal konuşuyor; endişelenmeli miyim?"

"Hala devam mı?"

"Maalesef. Sherlock Holmes'un ta kendisi olarak sen bulursun belki?"

"İstersen Arslan'a söyleyeyim. O bulsun. :)"

"Dalga geçme :))"

Sohbetten çıktım. Tolga'nın bilmesi iyi olmuştu. Bu konuda ne yapılabilirdi bilmiyordum. Arslan'ı da bir haftadır görmüyordum. Ne aramış ne de mesaj atmıştı. Onunla uğraşmayı içten içe özlemiştim. Parmaklarım tezgahta ritim tutarken kapı çaldı bu kez. Kapıyı açar açmaz Yağmur üstüme atlamıştı.

"Nasıl mutluyum anlatamam," dedi gülerek. Elimden tutup koltuklara sürükledi beni.

"Ne oldu? Melih amca terfi mi verdi?"

"Babam ve terfi? Keşke ama öyle bir şey değil."

"Koray mı?"

"Ya, hayır!"

"Çatlatmasana insanı Yağmur."

"Can! Can'ı aradım. Numarasını değişmemiş çok şaşırdım."

Ağzım aralandı şaşkınlıkla. Can mı?

"Ne?"

"Kızma ne olur canımın içi ya. Öylesine aradım aslında sonra da ağzını yokladım."

"Kendimi camdan atmaya gidiyorum."

Panikle yerimden kalktım fakat Yağmur kolumdan tutup beni geri oturttu.

"Ben neler yapıyorsun deyince restoran falan açmış ondan bahsetti. Seni sordu öyle..."

"Sen ne dedin?"

"Yurtdışından yeni geldi ne yapsın dinleniyor dedim."

"Sen beni öldüreceksin Yağmur."

Yerinde gülmeye başladı. Koltuk minderiyle koluna vurup önüme döndüm.

"Bu akşam restoranına davet etti bizi. Masal'ı da al gel dedi."

"İyi bir fikir olduğunu sanmıyorum."

"Niye öyle diyorsun? Can'la siz çok iyi arkadaştınız."

"Sorun tam olarak bu zaten."

"Bu çiçekler hala geliyor mu?" dedi kendine doldurduğu elma suyunu içerken. Ayağa kalkıp karşısındaki tezgaha geçtim.

"Tuhaf değil mi? Tolga'ya haber verdim. Belki bir şeyler bulur."

Ellerini tezgaha yaslarken yüzünde sinsi bir gülüş belirdi. Yağmur'u tanıyordum. Bu gülümsemenin altından çok şey çıkarırdı.

"Ne geçiyor aklından?"

"Akşam Tolga'yı da çağırsana," dedi. Tek kaşım havalandı istemeden. İlk defa Tolga'nın ismi geçince laf sokmamış, geçiştirmemişti.

"Tolga'yı mı? Sen," dedim işaret parmağımı ona doğrulturken, "Tolga'yı çağırmamı istiyorsun öyle mi?"

"Ne var canım iki medeni insanız sonuçta," derken omuz silkti ve hızla yanımdan uzaklaştı.

"Koray'ı da çağırayım o zaman," dedim onu takip ederken.

"Koray'ın işi varmış hiç arama."

"Ya bu çocuk yeni gelmedi mi? Ne işi var yine?"

"Tanıtım lansmanları var akşam."

Doğru... Annem de beni bunun için aramıştı. Herhangi bir davette bile beni görmek istiyordu. Koltuğa geçip arkama yaslandım. Böyle bir etkinliğe gitmektense Yağmur'la o yemeğe giderdim daha iyiydi.

"Tolga'yı arıyorum o zaman," dedim telefonu elime alırken. Onaylar şekilde başını salladı karşımda.

Birkaç saniye sonra çağrı cevaplandı. Tolga, işlerini bitirebilirse bize katılacağını söyleyip kapatmıştı. Geçen gün Yağmur'un aklına gelen o soru şimdi benim zihnimi kurcalıyordu. Arslan'da gelecek miydi?

"Ben hazırlanıp geldim ama seni de hazırlayalım hadi," diyerek elimden tuttu Yağmur. Giyinme odasına doğru sürüklendi ayaklarımız.

Bir dakika, birkaç dakika, bir saat... Bileğimdeki saate dolanan bileklikleri geriye çektim. Bir saat trafikte oyalandıktan sonra restoranın kapısındaydık. El çantamı alarak arabadan indim. Topuklu botlarım ıslak asfaltın zeminiyle buluştu. Kar, belli belirsiz üzerimize düşüyordu yine.

"Senin haberin var mıydı buradan?"

"Haberlerde görmüştüm sadece," dedim Yağmur'a bakarken. Yağmur, bu sırada anahtarını valeye teslim etti.

"Bana başka şeyler de biliyormuşsun gibi geliyor ya neyse."

"Hiçbir şey bilmiyorum."

İçeri girer girmez dingin bir müzik karşıladı bizi. Ardından üzerimizdeki kabanlar alındı. Tabak çatal seslerinin karıştığı mekana baktım. Kalabalık değildi fakat az müşterisi olduğu da söylenemezdi.

"İki kişi misiniz efendim?"

"Sabit kalamıyoruz ki hiç. Sayımız dörde beşe çıkabilir belli olmaz."

Yağmur'un sözleri garsona tebessüm ettirdi.

"Anladım efendim. Sizi şöyle, şu masaya alalım."

Garson'un yönlendirdiği yere doğru adımlarımı çevirdim. Cam kenarında, hoş bir manzaraya ev sahipliği yapan masaya geçtik. Bakışlarım mutfak kısmını aradı. Ardından telefonum çaldı.

Tolga birkaç dakika içinde burada olacağını söyleyip kapatmıştı. Telefonu çantama atıp karşımda oturan Yağmur'a baktım. Benim gibi mekanı inceliyordu.

"Tolga birazdan burada olur."

"İyi, gelsin bakalım."

Gerçekten tuhaftı Yağmur fakat çözemiyordum. Önümüze bırakılan menüyü elime alıp içindekilere göz atmaya başladım.

Yüz ifadem değişti. Menüdeki birkaç isim dudaklarımda tebessüm bıraktı. Bana tattırdığı birçok ana yemeği menüsüne eklemişti. O günler zihnime yuvarlandı birden.

"Niye sırıtıyorsun cadı?"

Tolga'nın sesiyle başımı kaldırdım. Yağmur'un yanındaki boş sandalyeye yerleşti üzerindeki montu çıkarırken.

"Hoş geldin Tolga."

"Hoş bulduk. Birkaç saatliğine uğrayayım dedim. Bu hafta yoğundu biliyorsun."

"Üç saat sonra mesajlarıma dönüş yapmandan biliyorum. Bir haftadır sesin çıkmıyor."

"Koray yok mu?" dedi ellerini masada birleştirirken. Bir yandan etrafta gezdirdi bakışlarını.

"Biz sana soralım başkomiser. Arslan yok mu?" diyerek araya girdi Yağmur.

"Oo sende mi buradaydın baş belası?"

"Benim bir adım var biliyor musun?"

"Tüh, bende de unutkanlık var baş belası."

"Sizin ikinize de ne lazım biliyor musunuz?"

Kollarımı masada birleştirdim. İkisi de bana döndü.

"Ne lazımmış?" dedi Tolga gülerken.

"Anne terliği çekiyor canınız. Bir nefes alın ya..."

Yağmur gözlerini devirirken arkasına yaslandı. Tolga'da aynı şekilde sırtını sandalyeye yasladı.

"Arslan bir haftadır yok buralarda. Buraya geleceğimi haber verdim ama dönüş yapmadı."

"Bir yere mi gitti?"

"Polis değil mi bu adam senin gibi? Sürekli bir yerlere gidiyor."

Yağmur, Tolga'nın ağzına kelimeleri dizmiş gibi oldu bir anda. Meraklı gözlerle yüzüne baktım. Bir eliyle yüzünü sıvazlamaya başladı.

"Değil aslında," dedi bakışları ikimizin arasında dolanırken.

"Nasıl değil?"

"Değil işte."

Dudaklarım aralandı birkaç kez. Ne söyleyeceğimi bilemedim. Hiçbir zaman böyle bir şey ima etmemişti fakat içimden böyle bir ihtimal olabileceğine inanmıştım. Çünkü Tolga'yla arkadaştı.

"Ne iş yapıyor?"

Yağmur'un sorusuyla bir eli ensesindeki saç tutamlarında gezdi. Başını yanında oturan Yağmur'a çevirdi tamamen.

"Çok şey soruyorsun baş belası. Bugün çok çirkin olduğunu kimse söylemedi mi sana?"

Şaşkınlıkla ağzı aralandı Yağmur'un. Onlar birbiriyle tartışırken sesleri giderek boğuk gelmeye başladı kulaklarıma. Zihnimin altına yuvarlanan pek çok soru zamanı gelmiş gibi gün yüzü gösterdi kendini. Tolga'nın konuyu değiştirme hızı da gözümden kaçmamıştı elbette.

"Masal... Masal burada mısın?"

Elime dokunulmasıyla bakışlarım Yağmur'u buldu. Seslerin arasına geri dönmüştüm.

"Dalmışım," dedim gülümseyerek.

"Garson'a siparişleri verelim mi? Acıktım."

"Bu yemeği neye borçluyuz bu arada şefim?"

"Şu çiçek konusunu araştırıyor Yağmur."

"Evet. Can'ın restoranına geldik bu yüzden."

"Pat diye konuya girmekte üstüne yok canım arkadaşım benim."

"Entrika varsa bende varım," deyip menüyü eline aldı Tolga. Üçümüz siparişleri verdikten sonra garson yanımızdan ayrıldı.

"Çiçekleri araştıracak mısın?" dedim Tolga'ya bakarken. Sırıtmaya başladı karşımda birden.

"Bir tanıdığın falan çıkar belki. Biraz daha bekle istersen Masal."

"Not falan da bırakmıyor. Hem kim olacak ki?"

Garsonun gelişiyle konuşmamız yarıda kesildi. İkramlar, mezeler ve yemekler önümüze bırakıldıktan sonra yanımızdan ayrıldı.

Tolga, bir yandan önündeki tabağa gömülürken, "Can denen çocuk değildir söyleyeyim size," dedi bir anda.

"Nereden biliyorsun?" dedim elimdeki çatalı tabağa geri bırakırken. Kollarını iki yana açtı.

"Mesleki tecrübe, yetenek, cazibe... Ne dersen artık."

"Ukala daha iyi bir tabir."

Çatala geçirdiğim tavuğu ağzıma atarken sırıtmaya başladım.

"Nasıl yakın mıydınız bu çocukla?"

"Çok iyiydi aramız. Yani derslerde birlikte çalıştığım birkaç isimden daha yakındı bana. Ama işte..."

Peçeteyle dudaklarımı temizledim. Önümdeki sudan yudumladım.

"Sana vurulunca işler değişti öyle mi?"

"İnsan hayatına iki türlü devam edemiyor Tolga."

"Masal'ın hayatına birini alması bizim için mucizeye eş değer başkomiser."

Önündeki bıçağı tabağa yavaşça geri bıraktı. Bıyık altından gülerken, Yağmur'a döndü.

"Seni tavlamak daha kolay öyle mi diyorsun baş belası?"

"Pes ya! Bundan bunu mu çıkardın gerçekten?"

Telefonun sesiyle etrafa baktım. Tolga'nın telefonuydu. Klavyede gezinen parmaklarını izledim. Başımı kaldırırken karşıdan gelen kişiyle çatal elimden düştü. Birkaç kez gözlerimi kırpıştırdım.

"Hoş geldiniz. Kusura bakmayın yemekler bitince uğramak istedim yanınıza. Nasıl? Beğendiniz mi?"

Önce Yağmur'a sarıldı. Ardından Tolga'yla el sıkıştı ve bana döndü. Oturduğum yerden ayağa kalktım. Beyaz şef önlüğüyle karşımdaydı. O, değişmişti. Kesinlikle değişmişti. Yüzündeki sakallar ona hava katmıştı mesela.

"Masal, hiç değişmemişsin."

"Yalancı," dedim gözlerimi kısarak. Elleri kollarımda kaldı öylece.

"Doğru söylüyorum."

"Güzel bir yer açmışsın kendine."

Gülerek yanımdaki sandalyeyi çekti. Yanıma oturdu.

"Ee görüşmeyeli neler yaptın?"

"Yurtdışına kaçtım bir süre," dedim. Bir elimi çenemin altına yaslayıp tebessüm ettim. "Fransa'ya gittim. Sonra buraları özleyince geri döndüm. Bir yıl oldu."

"Bekliyordum senden böyle bir şey," derken başını salladı. "Masal, çok yetenekliydi." Diğerlerine dönerek söylediği şeyler yüzümü gülümsetti istemeden. Gururum okşanmıştı.

Tolga ayaklandı birden. Baktığı yöne başımı çevirirken Arslan'ı gördüm. İlk defa onu beyaz gömlek ve kumaş pantolonla görüyordum.

Üzerinde ceketi yoktu. İki eli cebinde yürürken son derece havalı olduğunu inkar edemezdim. Gözlerim onu takip ettiği sırada diğer masadan bir boş sandalye alıp bize doğru çekti. Can ve Tolga'nın çaprazına oturdu. Baş köşeye...

"Hoş geldin."

Bir elini masaya bıraktı öylece. Üzerimdeki bakışlarını çekip Can'a yöneltirken dudakları aralandı.

"Hoş bulduk küçük hanım."

"Ortak arkadaşınız sanırım," diyerek elini uzattı Can. Kısa bir el sıkışmasının ardından yan oturduğu bedenini düzeltti sandalyede.

"İsmim Can, buranın şefiyim. Bu tatlı belanın, Masal'ın, arkadaşıyım aynı zamanda."

Arslan'ın aldığı nefesi oturduğum yerden duyuyordum. Can'ın ismini duyduğunda bakışları bana değdi. O kadar kısa sürdü ki tekrar yanımda oturan Can'a çevirdi.

"Can.. Şu meşhur Can değil mi?"

"Meşhur? O kadar olmadık ama teşekkür ederim."

Can, Arslan'ın ne demek istediğini anlamamıştı elbette. Yağmur'a değdi bir anlık gözlerim. Resmen zevk alıyordu bu durumdan ve sanki tüm bunların olacağını tahmin etmiş gibi bir havası vardı.

"Fransa diyordun."

Elime değen parmaklarıyla bakışlarımı Yağmur'dan ayırdım.

"Evet. Fransa'dan dönünce burada bir şeyler yaparım diyordum belki ama kaldım böyle. Bakarsın geri dönerim."

"Masal'ı geri istiyorlar bizden."

"Gerçekten mi? Gidecek misin?"

"Bilmiyorum."

Omuz silktim dudaklarımı büzerken. Arslan, arkasına yaslanmış bana değil Can'a bakıyordu hala. Dikkatimi dağıtıyordu bu adam. Kesinlikle bu geceki görevi bu olmalıydı.

"Menüye baktın mı? Birlikte yaptığımız tarifleri ekledim."

"Daha çok senin yaptığın," diye düzelttim onu.

"Herkesten gizli mutfağa giriyorduk Masal'la. Yaptığım her şeyi ilk o tadardı."

O günler üşüştü hafızama. Heyecanla masaya dönük bir şekilde anlatıyordu anılarımızı.

"Bir gün mutfakta kilitli kalmıştık. Neredeyse disipline gidiyorduk. Sonra nasıl kurtulduk onu anlatmayayım istersen."

"Biraz daha konuşursan fena şeyler olabilir Can."

Ağzına fermuar çekti yalandan. Gözleri gülüyordu bana bakarken, fark ediyordum. Masaya sert bir şekilde konan bardağın sesiyle gözlerimi kırptım istemeden. Arslan, elindeki su bardağını çevirip duruyordu öylece.

"Ee evlendiniz mi Can bey?"

"Bak ya... Nasıl dalga geçiyor. Yağmur biliyor her şeyi tabi," dedi gülerek. Tolga'nın bakışları önce Yağmur'a sonra Can'a döndü.

"Bilir bu baş belası. Her şeyi bilir."

"Masal'ın peşinde o kadar koştuktan sonra başkasına yürüyecek dermanım kalmadı."

"Şahitsiniz. Kötü kız yapıyor beni görüyor musunuz?" diyerek Can'ı işaret ettim. Tolga'yla Yağmur sırıtmaya başlamıştı.

"Sen istesen de kötü olamazsın. Fırsatım olsa yine koşarım ama şimdi," duraksadı. Bileğindeki saate baktı. "Şimdi içeri koşsam iyi olacak."

"Çok bile oturdun."

"Gelsene sana mutfağı göstereyim. Belki mutfağıma aşık olmaya ikna ederim seni."

"Bak o olabilir işte."

Kolunu açtı gülerek. Arkamda kalan bakışlardan kaçarken koluna girip yürümeye başladım.

Mutfağa girdiğimizde tanıdık sesler doldu kulağıma. O yoğun karmaşanın ve gelen sipariş seslerinin arasında çıkan harika tabaklar yüzümü gülümsetti.

"Özlemişim bu atmosferi."

Tek tek etrafta olan biteni anlatıyordu Can. İşini severek yaptığını biliyordum. Büyük ilgiyle dinledim onu. Ardından diğer mutfağa geçtik.

"Bakma öyle haberlere çıktığıma," dedi gülerek. "Bir gün bu mutfağı yakıyorduk. O zaman görürdün manşetleri."

Belimden tutup beni yönlendirirken mutfaktan çıktık. Büyük uğultuları arkamızda bırakırken başka bir dünyaya geçmiştik sanki. İnsanlar, arka plandaki dünyadan bihaber yemeklerini yiyorlardı.

"Nasıl başardın yangın çıkarmayı?"

Elini alnına vurdu bir anda. Konuyu en baştan anlatmaya başladı. Bir yandan koridordan geçip restoranın içine doğru yürümeye başladık. O anlattıkça gülmekten kendimi alamıyordum.

"Manşetini hazırlıyorum," dedim iki elimi havaya kaldırarak. "Ünlü şef annesinden kaçarken mutfağını yaktı."

"Gülecek konu çıktı sana."

Masaya doğru yürümeye başladık. Arslan'ın aşağıdan yukarı çıkan bakışlarıyla çarpıştım. Can'ın kolundan yavaşça çıkarken düz bir ifadeyle bakmaya devam etti.

"Ne oldu içeride? Dönemediniz."

"Neler oldu neler. Neyse, Masal'ı size teslim ettiğime göre ben mutfağa geçiyorum"

"Otursaydın?"

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Eliyle beni tehdit eder gibi yaptı.

"Bak gülme... Arkamdan da gülme. Hadi, kaçtım."

Arkasını dönüp hızla uzaklaşırken elini salladı bir yandan. Yerime geçtim oturdum.

"Yazıyorum şuraya bak. Bakışları hala aynı," dedi Yağmur. Ayağına vurdum yavaşça.

"Tolga, çiçekler Can'dan gelmiyor bence."

"Ben söylemiştim," dedi arkasına yaslanırken. Önce bana ardından Arslan'a baktı. Arslan'ın yeşilleri bana değdi.

"Hoşuna gitmiyor mu?"

Elindeki siyah metal çakmağı çevirip duruyordu bir yandan.

"Anlamadım?"

"Çiçek gelmesi diyorum. Artık hoşuna gitmiyor mu küçük hanım?"

"Üzerinde not bile olmayan çiçekler niye hoşuma gitsin Arslan?"

"Not olsaydı sorun olmayacaktı öyle mi?"

"Yine de hoşuma gitmezdi. Her kimse... Kendini gösteremeyecek kadar korkak biri olduğu belli."

"Listen kabarıktır senin. Onlara sorarsın bir de," derken gözleri kısıldı. Elindeki çakmağı çevirmeyi bırakıp masaya bıraktı.

"Ne demek bu?"

"Fransa'dakilerden biridir belki diyorum."

Alay ediyordu benimle. İçimdeki kahkahayı daha fazla tutamadım. Önümdeki peçeteyle kendime rüzgar yapmaya başladım bir yandan.

"Tabi," dedim onun delirtmek adına, "Düşünelim bakalım. Cedric, Alfredo, Gabriel... Hangisi acaba ya?"

Arslan öyle bir yüzüme bakıyordu ki yeniden gülmemek için zor duruyordum. İsimleri sallamıştım ama ciddi olup olmadığımı anlamamıştı.

"Ne? Onlar da değilse geriye Tolga kalıyor."

"Tövbe, haşa," diyerek ellerini havaya kaldırdı Tolga. Yağmur'la güldük bu hareketine. Arslan'a döndüm bir kez daha.

"Bu durumda bir de İtalya'dakileri arar sorarım."

Yüzümdeki gülümseme genişledi. Şaşkınca yüzüme bakarken göz kırparak Yağmur'a döndüm.

"Kalkalım mı artık?"

"İyi olur."

Arslan'dan önce ayaklandım. Onu beklemeden dışarı doğru yürüdüm. Kapıda kabanlarımızı geri aldık. Üzerime geçirdim hemen. Dışarıda gece soğuğu vardı.

"Benim işlerim var kızlar. Arabanız burada mı?"

"Yağmur'la geldim zaten o bırakır beni."

"Yolunu değiştirme Yağmur," diyerek araya girdi Arslan. Kaşlarım çatıldı. İki elini omzuma yerleştirdi. "Masal'ı ben bırakırım. İyi geceler."

Omuzlarımdan tutup yürümemi sağladı. O kadar hızlı davranmıştı ki adımlarım benden izinsiz onunla ilerliyordu.

"Ben seninle niye geliyorum acaba?"

Duraksadım. Nefes aldıkça dudaklarımın arasından çıkan buhar havayla nüfuz ediyordu. Arabanın kapısını açtıktan sonra bana döndü.

"Hava soğuk."

"Bunu sadece gömlek giyen adam mı söylüyor?

Büyük ve geniş arabasına doğru yürümeye devam ettim. Başını yukarı kaldırıp iki yana salladı. Bu söylediğime öfkelenmiş olamazdı değil mi? Kendi kapımı örterken o çoktan şoför koltuğuna geçmişti.

Isıtıcıları çalıştırdı bir yandan. Sıcaklık ayarını sonuna getirdi. Birkaç dakika içinde araba sıcacık olmuştu. Boynumdaki kahverengi atkıyı çıkarıp arka koltuğa bıraktım.

"İhtimal dahilinde bile değilim değil mi?"

Başımı ona çevirdim. Bir kolunu cama yaslarken diğer eliyle direksiyonu kavradı parmakları. Sokak lambaları üzerimizde izler bıraktığında kırmızıdan beyaza döndü parmak boğumları.

"Ne ihtimali?"

"Tolga bile listene giriyor."

"Sen hala orada mısın Arslan?"

Bir hışımla bana döndü yüzünü. Ardından yola bakmaya devam etti. Bir ses patladı aniden.

"Ne oluyor?"

Dikiz aynasından gördüğü şeyle gözleri büyüdü. Baktığı yere baktım bende. Bu kez silah sesi doldurdu kulaklarımı. Kırılan cam sesine döndüm. İstemsizce çığlık koptu dudaklarımdan. Korkuyla başımı eğdim.

"Başını kaldırma sakın!"

Göz ucuyla ona bakarken telefonunu bana doğru uzattı.

"Tolga'yı ara çabuk!"

Onu dinleyip Tolga'nın kayıtlı olduğu numaraya tıkladım.

"T-Tolga!"

"Masal? Arslan'ın telefonunun sende ne işi var?"

Arabanın metal yüzüne çarpan kurşun sesiyle telefon elimde titredi. Arslan, telefonu benden alıp kulağına götürdü. Ne konuştuğunu ya da neler anlattığını idrak edemiyordum. Telefonla konuşurken bir elini başımın üzerine bıraktı.

"Arslan kim bunlar?"

"Torpidoyu aç Masal."

"Ne?"

"Hadi, acele et!"

Hızla torpidoyu açtım. Gümüş renk metal tabancayı görmemle başım döndü.

"Masal, şok geçirmenin sırası değil! Şu silahı ver bana!"

Aniden savrulan arabanın içinde tutunmaya çalıştım. Tabancayı elimden aldı hızlıca. Arabanın içini aydınlatan tek şey hala sokak lambalarıydı. O kadar hızlı gidiyordu ki kar tanelerinin cama vurmasına bile izin vermiyordu. Eğildiğim yerden doğrulmaya çalıştım fakat Arslan'ın eli buna engel oldu.

"Bakma oraya," derken silahı kendine çekti.

"Arslan!"

"Masal! Direksiyonu kontrol edebilirsin değil mi?"

"Ne?"

Parmakları direksiyonun üzerindeki hız sabitleyiciye dokundu. Ardından camı aşağı indirdi ve bedeninin neredeyse yarısını camdan çıkarırken ateş sesleri kulaklarımı bir kez daha doldurdu.

"Direksiyonu tut!"

Kulağımı yoklayan sesler arasında bana bağırmasıyla kendime geldim. Biraz yana kayarak iki elimle direksiyonu kavradım ve savrulan aracı toparlamaya çalıştım.

"Üç dediğimde sola sapacaksın!"

"Hayır, bu kadarı-"

"Yap şunu!"

Derin derin nefesler aldım. Gözümü yoldan ayırmamalıydım. Arslan'ın sesini bir kez daha duyduğumda direksiyonu sola kırdım ve daha da tuhaf bir yola girmiş olduk.

Bir silah sesi daha duyuldu. Arslan ağız dolusu küfrederken içeri girdi. Beyaz gömleğinin üzerindeki kırmızı renkle tanıştı gözlerim.

"Omzun!"

Direksiyonu benden alırken yumruklamaya başladı. Kolunu umursamadan öfkesini üzerinden atmaya çalışıyordu. Diğer elindeki tabancaya baktım. Bakışları beni buldu hemen. Tabancayı arka koltuğa fırlattı.

"İyisin, iyisin değil mi?" dedi bir yandan arabayı sürerken.

"Kafayı mı yedin? Omzun kanıyor Arslan."

Göğsü hızla inip kalkıyordu hala. Çok öfkeliydi ve öfkesinin bu çeşidiyle ilk defa tanışıyordum.

"U dönüşü yapacağım sıkı tutun."

Tekerleklerin asfalta bıraktığı sesle gözlerimi kapadım. Aynı hızla bilmediğim başka bir yola girdi. Kalbim ağzımda atıyordu artık emindim.

"Hastaneye gidelim."

"Eve gidiyoruz."

"Kanıyor baksana! Ya ciddi bir şeyse?!"

Ani fren yaparak arabayı kenara çekti. Eliyle çenemi tutarken ona bakmamı sağladı.

"Bir an önce eve gitmezsem daha kötü olacağım."

"O zaman izin ver ben süreyim şu arabayı!"

"Gerek yok az bir yolumuz kaldı."

Daha fazla üstelemedim. Önüme döndüm sessizce. Girdiğimiz yoldan ana yola çıktı kısa sürede.

Telefonu eline alıp klavyede gezdirdi parmaklarımı. Ara ara dikiz aynasından arkamızı kontrol etse de kimse yoktu peşimizde artık.

Saatin en son kaç olduğunu unutmuştum. Yolda ne kadar zaman geçirdiğimizi de bilmiyordum. Tek katlı, müstakil bir evin önünde durdurmuştu nihayet arabayı. Bedenim ve zihnim uyuşmuş gibi hissediyordum.

"Geldik," derken kapıyı açıp arabadan indi. Kendi kapımı açıp onu takip ettim. Gece ayazının içinde yüzüme çarpan rüzgar uyuşan her bir hücremi uyandırmaya çalışıyordu. Ürpermiştim.

Anahtarla evin kapısını açtıktan sonra içeri doğru adımladık. Geniş oturma odasına açılan ve amerikan mutfakla bütünleşen eve baktım yürürken.

Sonra adımlarım durdu ve ona takip ettim bakışlarımla. Üzerindeki gömleğin düğmelerini çözmeye başladığı sırada yüzünü buruşturdu. Gömleği omzundan indirdi. Dolaptan alkol çıkarıp kapağını açtıktan sonra şişeyi omzundan aşağı dökmeye başladı. Göz kapakları kapandı acıyla. Ne kadar belli etmemeye çalışsa da canı yanıyordu.

Aldığım nefes içimde sıkıştı havaya nüfuz edemeden. Etraf bulanıklaşmaya başladı yavaşça. Gözlerimin dolduğunu hissediyordum. Bakışları beni bulduğunda gözümden bir damla yaşın akmasına izin verdim. Bana doğru yürürken birkaç adım attım ona. Göz kapaklarım kapandı birkaç saniyeliğine. Geri açtığımda o bulanıklık gitmiş yerini ıslaklığa bırakmıştı.

Ben ne olduğunu anlamadan Arslan beni kendine çekti. Bir eli saçlarımda gezerken sessizce akan gözyaşlarım gömleğine bulaşmaya devam etti. Yavaşça kollarımı kaldırıp beline doladım.

"Özür dilerim."

Fısıltıyla söylediği cümle zihnimin bir köşesinde yankı buldu. Saçımı okşayan elini sırtıma bıraktığını hissettim.

"Yağmur'un seni bırakmasına izin vermeliydim. Korkuttum seni."

Haklıydı, korkmuştum. Birkaç saat önce ikimizde ölebilirdik. O ölebilirdi ya da ben ölebilirdim. Ölümle ilk kez bu kadar burun buruna geldiğimi hissetmiştim.

Kulağımın altında atan kalp ritimleri dahi düzensizdi. O da korkmuş muydu? Gergin miydi? Üzgün müydü? Bilmiyordum. Belki de hepsiydi.

Kollarımı ayırdım ondan. İki elimle yanağımda kalan son yaşları süpürdüm.

"Kimdi onlar?"

Yere sabitlenen bakışlarım yüzüne çıktı. Keskin bakışlarını okumaya çalıştım.

Gözleri yorgun bakıyordu. Göz altları isyan ediyordu bir şeylere. Canı yanıyordu fakat yine de ayaktaydı. Bir cevap vermeyeceğini anlamıştım. Omzuna indi bakışlarım. Gömleğinin düğmelerini kapatmamış üzerinden de çıkarmamıştı. Birkaç adım geriye sendeledi. Düşecekken bana tutundu.

"İyiyim," derken göz kapakları kapanıp açıldı.

"Değilsin, iyi değilsin."

Benden uzaklaşıp kendini geniş koltuklara attı daha sonra. Az önce yaşananları ve şu anı idrak etmeye çalışıyordum. Ayakta dikilmeyi bırakıp yanına oturmaya karar verdim. Başını geriye yaslamışken kapalı göz kapakları ardında hızla alıp verdiği soluklarını duyuyordum.

"Canın yanıyor. Doktor çağıralım en azından."

"Merak etme. Birazdan burada olur."

Kapı çaldı bu esnada. Söylediği gibi doktorun gelmiş olabileceğini düşünerek dış kapıyı açtım. Orta yaşlı bir adam içeri girdi hızla. Arslan'ın yanına oturdu. Elindeki deri çantayı açıp hızla orta sehpaya dökmeye başladı.

"Bir günün olaysız geçmiyor oğlum. Gömleğini çıkar," dedi gazlı bezi eline alırken.

Yavaşça yerinde doğruldu. Ona doğru adım atıp gömleğini çıkarması için yardımcı oldum. Omzundaki kan beline kadar birkaç yol çizmişti.

"Neyse, en azından kurşun içeride değil."

Ağzımdan çıkan, "Oh!" nidasına doktor tebessüm etti.

"Sıyırmış olması mucize Arslan."

"Ben bir sıyıracağım ki o zaman görecekler," dedi.

"Bu biraz yakacak evlat."

Omzuna kaydı gözlerim, ardından Arslan'ın üzerimdeki bakışlarıyla buluştu. Doktor, yarayı temizlerken gözlerini yumdu birkaç saniye. Yüzümü buruşturdum istemeden.

"Dikiş atacağım yoksa kendiliğinden kapanmaz."

Kapı çaldı tekrar. Oturduğum yerden kalkıp kapıya doğru yürüdüm. Kolu indirdiğimde Tolga'nın endişeli bakışları beni yokladı.

"İyi misin Masal?"

"Ben iyiyim ama Arslan yaralandı."

"Ne?"

Yanımdan hızla geçti. Kapıyı örtüp yürüdüğüm yolu geri döndüm.

"Benim işim bitti. Günde üç kere pansuman yapılması lazım. Su değmesin oraya. Ağrı kesicileri de buraya bırakıyorum."

Doktor, her şeyi madde halinde sıralarken deri çantasını topladı bir yandan.

"Ha bir de, bu gece her ihtimale karşı uyumamalı," derken bize döndü. "Olası bir baş dönmesi ya da mide bulantısında bana haber verin."

"Teşekkür ederiz," dedim ve kapıdan yolcu ettim adamı. Arkamı döndüğümde iki gerilim hattıyla karşı karşıya olduğumu hissediyordum.

Arslan, yeni dikiş atılan yarasını umursamadan ayağa kalktı. Tolga'ya doğru yürüdü.

"Sen bana bekle demedin mi lan?! Bekle ben halledeceğim demedin mi?!"

Arslan üstüne giderken Tolga koltuğun diğer tarafına geçti.

"Haklı çıktın bir şey diyor muyum?"

"Seni de onlarla aynı çukura gömeceğim!"

"Üstüme atlamadan önce bir dinle! B planım var."

"Siktirtme lan planlarına! Senin beynine uyan aklıma..."

"Masal, bir şey söyle şuna kükremesin."

Koltuğun etrafında birbirlerini kovalarlarken Tolga koşarak yanıma geldi. Arslan'da aynı hızla önümde belirirken arada siper olmuştum. Omuzlarımdan tutup kendini korumaya çalışıyordu Tolga.

"Tolga, delirtme beni!"

Sanırım sinirlerim bozulmuştu ya da şu an bulunduğumuz durum gerçekten komikti. Gülüşüm nefesimle ortama yayıldı.

"Ölmedin sonuçta sakin ol!"

"Yanımda Masal vardı!"

"Çok şükür bak ona da bir şey olmamış."

"Çocuk musunuz ya?" diyerek kaşlarımı çattım. Parmağımı Arslan'a doğrulttum. "Canına mı susadın? Dikişlerin patlayacak."

"Ölse mezardan kalkar bu," dedi Tolga. Arkama doğru uzanıp koluna çimdik attım.

"Çık git lan evimden! Geberteceğim yoksa seni."

"Böyle söyle canımı ye kardeşim."

Hala beni önüne siper ederken kapının kolunu indirdi. Tam kapıyı örteceğim sırada başını içeri soktu.

"Masal, uyutma bunu bak. Ölür falan cinayetten içeri alırım seni."

Gözlerim büyüdü şaşkınlıkla. Koluna vurdum.

"Tolga!"

"Papatya çayı ver şuna yarına kadar sakinleşsin."

Sessizce güldüm söylediklerine. Arslan'ın bağırmasıyla yerimde zıpladım.

"Hala burada mısın sen?!"

"Tamam gittim!"

Kapının sert bir şekilde örtülmesinin ardından Arslan'a döndüm. Başını ovarken arkasını dönüp koltuklara geçti.

"Şey, lavabo..."

"Koridorun sağında, ilk kapı."

Başımı sallayıp koridora yürüdüm. Söylediği kapıdan içeri girdikten sonra aynadaki yüzüme korkuyla baktım. Önce kan bulaşan ellerimi ardından dağılan yüzümü temizledim.

Oturma yerine dönerken Arslan bacak bacak üstüne atmış dalgın görünüyordu. Yokluğumda üzerine yarım kol geçirmiş olduğunu fark ettim.

Mutfak tezgahında açılmış ağrı kesiciye ve boş alkol bardağına değdi bakışlarım.

"İlaç mı aldın?" diyerek yanına oturdum bir yandan. Tek eliyle başını ovmayı bırakıp bana döndürdü bedenini.

"Neden sordun?"

Kaşlarım çatıldı ve başımla tezgahı işaret ettim.

"Alkolle ilaç alacak kadar sarhoş musun onu merak ediyordum."

Yorgun gözlerine tebessüm kondu. Derin bir nefes alıp verirken yüzündeki o muzip ifadeyi anlamlandıramadım.

"İçmeden de sarhoş oluyorum bugünlerde merak etme."

Öyle derin bakıyordu ki gözlerime. Aklından geçenleri okumak isterdim. Kalbime yayılan sıcaklık bedenimi çepeçevre sararken gözleri kısıldı.

"İyileşince seni süründürmem gerekecek," dedim gülerek. Üzerindeki hırçınlık kaybolmuştu. Az önceki öfkesi toz bulut olmuştu.

"Alıştım nasıl olsa."

"Arslan."

Başını tavana kaldırırken tebessüm etti. Başını aynı hızla indirirken yana yatırdı.

"Efendim Masal?"

Kelimeler ağzından tane tane çıkmıştı. Yüz ifadesini hafızamın bir köşesine koyup saklamak istiyordum. Korkunç birkaç saatin ardından Arslan ve sevimli olmak ilk defa aynı karedeydi.

"Vazgeçtim, boş ver. Ciddiye bile almıyorsun beni."

"Masal."

"Efendim Arslan."

Onun alaylı sesine karşılık benim isyankar çıkan ses tonum ikimizi aynı anda gülümsetmeyi başardı. Kendimi toparlayıp ciddi olmaya gayret ettim.

"Kaç saattir ayaktasın?"

Bir elimin parmakları yavaşça göz altlarında gezintiye çıktı.

"Okuyorsun artık beni," dedi fısıldayarak. Bileğindeki saate baktı. Ardından gözlerimizi buluşturdu.

"29 saat 12 saniye."

"Ne işler çeviriyorsun kim bilir," dedim fakat o alaylı ifadesi kaybolmadı.

"Boş ver, bilme," diyerek yüzüme fısıldadı. Zaman ellerimde olsaydı eğer şu an durduğunu hissederdim. Yorgun gözlerindeki tebessümler bile onu kurtarmıyordu.

"Şu anki Arslan hepsinden farklı sanırım."

"Çünkü," dedi bakışlarını bir saniye bile benden ayırmazken, "Bütün dengemi alt üst ettin."

"Anlamadım?"

"Kendime koyduğum yasakları tek tek bozuyorsun."

"Yasaklar mı?"

"Madde madde hem de."

Neyi kast ettiğini anlamıyordum. Bacak bacak üstüne attım onu dinlerken. Bir elimi yanağıma yasladım onun gibi. Her şey yeterince gizemliyken söyledikleri giderek tuhaf bir hale getiriyordu durumu.

"Bunların ilki neymiş peki?"

Meraklı bakışlarım ona saplandı. O sert ifadesi geri geldi.

"Senden uzak durmam gerektiği."

"Bu konuda çok da başarılı değilsin sanırım," dedim. Benimle birlikte tebessüm etti.

"Değilim."

"İkincisi ne peki?"

Gözlerini kaçırdı yine. Saniyeler sonra eski yerini aldı. Ben ona bakarken onun bakışları dudaklarıma dolandı.

"Kalbimle hareket etmemem gerektiği."

Saatin dönen çarkları zamana meydan okudu. Ormanındaki yangını gördüm. Kendimi gördüm. Onu gördüm. Kulaklarım tıkandı seslere. Her şey yeniden boğuklaştı.

🧁 Erken bölüm atıp sizi şımartmak gibi
huylar edinmişim kendime haberim yok. 🧁

👑 Farkında olmadan yazdığım ennnn uzun bölüm oldu. Nasıl ilerliyoruz?

🦁 Arslan'daki gelişmeye ne diyorsunuz? Önümüzde bir 24 saat var. :)

🍭 Can? Can'ı sevdik mi??? :)

Ipagpatuloy ang Pagbabasa

Magugustuhan mo rin

944 112 38
"Seni sevmek için seni öldüreceğim."
19.5K 101 2
NOT : şiddet , ve küfür içerir + 18
2M 30.2K 39
Aynı çatı altında zevk deryasına açılan iki tutkulu beden. Berra Korkmaz Arslan Korkmaz Birbirinden kopamayan iki kuzen. Ateşli, tutkulu ve doyumsuz...