AŞKIN DIŞAVURUMU

Bởi authormishel

447K 32.2K 19.8K

KURTALAN MAHALLESİ SERİSİ - 1 İnsanın hayatında kimi anlar vardı ki, bir dönüm noktası ya da sıfırdan başlang... Xem Thêm

1'NEFRETLE BAŞLAMIŞ AŞKLAR
2' BİR SOKAK LAMBASININ ALTINDA
4' BİRBİRİNDEN KAÇARKEN RASTLAŞANLAR
5'ÇİÇEK GİBİ
6'KİMSE
7' SAHİPLİK EKİ
8' TEK KELEPÇE
9' OYUN BİTTİ
10' BÜYÜK BİR SAVAŞ
JANSET & TEOMAN
11' TURUNCU LALELER
12' GERÇEK OLAMAYACAK KADAR GÜZEL
TİBET GÖKHUN ALINTISI
13' TURUNCU SAÇLI DENİZ KIZI
14' EVİMİZ
15' TUTKUNUN KOLLARINDA
16' DÜNYANIN ÇATISI
17' CANIMA KASTI
18' BAŞLADIĞI YERDE BİTEN HİKAYELER
19'SENİ ÇOK SEVİYORUM
20'GÜN GECEYE DÖNERKEN
ACIYA VURGUN BEDENLER

3' YOKUŞ AŞAĞI, GÖZ GÖZE

24K 1.4K 753
Bởi authormishel

*

karam~
hakan peker

*

Oy vermeyi unutmayalımm karamlarr 💖


wattpad : authormishel
instagram: mishelwatty
tiktok: mishelwatty

BÖLÜM-3 YOKUŞ AŞAĞI,
GÖZ GÖZE

*

Utançtan eğdiğim başım saatlerdir kalkmıyor, aksine vakit geçtikçe daha da yerin dibine giriyordum. Yemek masasında yalnızca çatal ve bıçak sesi duyuluyordu. Babamın artık abarttığına karar verdiğim bu sessizliğini pek hayra yoramıyordum.

Babama bütün bunların annemin ayarladığı bir kör randevu yüzünden olduğunu, o pitbull benzeri varlığın da yaşanan küçük aksilikleri sorun ederek beni kendince cezalandırmak istemesini anlatacaktım. Anlatacaktım fakat, annem beni odaya çekmiş ve ayağından çıkarıp eline aldığı ev terliğini yüzüme yüzüme sallayarak bu konuda adını geçirmemem gerektiğini bana tatlı bir dille söylemişti. Kolumda hissettiğim o sızı sağ olsun, çok şeker bir anneye sahiptim.

"Ya," diyerek sessizliği bozan Baran'la ağzıma götürdüğüm çatalı ısırdım. Korku dolu gözlerim, bu sefer ne saçmalayacağını bilmediğim kardeşime döndü. Gözlerinin benim üstümde olduğunu fark ederken, endişeyle gülümsedim.

"Hayır anlamıyorum ben abi." dedi yayvan yayvan. Ağzındaki yemeğin kırıntıları aralık dudaklarından döküldüğünde gözlerimi kaçırdım. "Tibet abi hiç sana bakacak bir adam değil."

Kaşlarımı çatıp hızla yüzüne döndüm. "Pardon?" dedim şaşkın bir halde. Çatalla kendimi gösterip, alayla gülümsedim. "Neyim varmış benim?"

"Mesele de o ya," kıkırdadı. "hiçbir şeyin yok."

"O nasıl laf öyle Baran? Ablanla düzgün konuşacaksın. Bu evde, herkes birbirini sevecek ve saygı duyacak." annem terlikle kolumu bir vuruşta kızartmamış gibi nasıl da sevecen konuşuyordu. Yersen.

"Ne dedim ben ya? Ne dramatik hayatlarınız var sizin." çatalını masanın ortasındaki salata tabağına saplayıp bana ters bir bakış attı.

"Adamın yanında tek bir kız gören olmadı bugüne kadar. Nasıl yaptın da aslan gibi Tibet'i düşürdün kız? Doğru konuş bak."

"Anne valla sen doğurdun falan dinlemem şah damarına bıçağı saplarım bunun, haberin olsun." burnumdan solurken beni umursamadan yemeğine devam eden ailemi ümitsiz gözlerle izledim. Bu evde verdiğim psikolojik savaş ne olacaktı Allah'ım?

"Tibet abi iyidir." diye konuştu bu sefer. Hepimiz tam bir sessizliğe alışmış oluyorduk ve Baran o sessizliği abuk subuk savlarla bozuyordu.

Sakin kalmaya zorladım. Dudağımın bir kenarını ısırıp tabağımdaki karnıyarıkla bakışmama, kaldığım yerden devam ettim. Aklıma onun yeşil gözleri geliverdi. Ansızın gözümün önünden geçen silüeti sanki yanımdaki boş sandalyeyi çekmiş ve oturmuş kadar gerçekçiydi. Keşke ben de onu böyle yatırıp güzelce bir karnını yarıp içine hayvan gübresi koyabilseydim. Ah, maalesef ki hayaldi.

"Bakmayın siz öyle boynunda zincirle it gibi gezdiğine," ağzına büyük bir ekmek dilimi attı. Yutmadan konuşmasına kaldığı yerden devam etti. "bu mahallede ondan delikanlısını bulamazsınız." dedi boğuk bir sesle. Çatalını hepimizin önünde gezdirdi, tamamen çiğneyemediğini iyi bildiğim lokmasını zorlanarak da olsa yuttuğunda kısa bir an ölecek sanıp mutlu oldum.

"Yat kalk dua et Tutku."

"Tutku mu?" babam yemeğin başından beridir ilk kez konuşurken, tabağından kaldırdığı mavi gözleri hık demiş burnundan düşmüş diyebileceğimiz oğlunda sabitlendi. "Abla kelimesi sandığa mı kaldırıldı Baran?" dedi ters bir sesle.

Baran bu çıkışı beklemiyormuş gibi  bir an duraksadı, ardından iri bir gülümsemeyle omzu üstünden beni izledi.

"İki dirhem bir çekirdek ya, şuna baksana baba..." yağlı eliyle yanağımı sıktığı an sabır dileyerek soluklandım. "Üstelik ufacık, şöyle bir bebeğe hiç abla denir mi?"

"Uzatma." diye konuştu babam. Katı sesi sofraya efendime söyleyeyim bir atom bombası gibi düştü. Baran'dan çektiği gözleri ağır bir tavırla beni buldu ve ben o an kırmızı bir lahanaya dönüverdim.

"Ne zamandır görüşüyorsunuz siz bu çocukla?"

Korkulu harelerim annemi radarına aldığındaysa onun benden de gergin olduğunu gördüm. Yüzünün rengi atmış bir vaziyette başını çevirip suratını babamdan sakladı. Dudaklarını okuduğumda, "Üç." dediğini anladım.

"Üç gün." dedim tereddüt içinde. Babamın kaşları gözlerinin üzerine şakkadanak bir avcı edasıyla yattı.
Sıçtım korkusuyla anneme baktım.

"Üç hafta." dedim bu sefer. Hâlâ dudaklarında bir 'üçtür beştir dünya boştur' minvalinde şeyler yuvarlıyordu.

"Üç ay." dedim korkuyla. Annemin pes ederek gözlerini kapattığını ve başını eğdiğini görünce el mâhkum babama döndüm. Suratında bir şüpheyle bir beni bir annemi izliyorken boğazımı temizledim.

"Ay baba," dedim aceleci bir sesle. "utanıyorum ya sormasana bir şey." kalbim kaburgama tak tak vuruyordu. Göğüs kafesimdeki sızı gittikçe artıyordu ve ben sahte bir ilişkinin içine mecburen sürükleniyordum.

"Ne sorma kızım? Normal bir insan da değil ki...her yeri dövmeli." rahatsız olduğunu anlarken anneme yan bir bakış atıp kaş gözle babamı gösterdim. Buyursundu, kendi şaheseri buydu.

"Boynunda zincir, kulağında küpe...namaz bilmez, abdest bilmez." başımı sallayıp onayladım onu. Haklıydın babam, imanın şartını sorsak beş yüz yetmiş bir derdi.

"Sanki senin kızın biliyor mu? Tam kendine göre birini bulmuş işte Hasan bey. Kurcalama çocukların ilişkisini." annemin aksi sesiyle topun ne ara bana geldiğini kestirmeye çalıştım. Burada pitbull Tibet hakkında kötü konuşuyorduk kadın, bölmeyiver.

"Haklısın, çok haklısın babam." dedim annemi duymazdan gelirken. "Vallahi ben de anlamadım, bir anda kendimi bu ilişkinin içinde buldum."

"İnan hiç beklemediğin bir anda oluyor kuzum." Baran'ın çıkardığı ince sesle birlikte yanımda oturan kardeşime yumuşak(!) bir yumruk attım. Elleri karnına kapanırken böbreklerinde bıraktığım o hasardan oldukça memnundum.

"İnsan işte, kiminle nerede ve ne zaman yolları kesişecek hiç belli olmuyor."

Annemin sözlerine istemeye istemeye başımı salladım. Kim derdi ki, kör bir randevuda onunla karşılaşacağım ve olanlar olacak diye.

Aklıma Selma teyzenin babamla konuştuğu gelirken kararsız bir nefesle gülümsedim.

"Selma teyzeyle ne konuştunuz?" dedim kısık bir sesle. Tabağındaki gözleri ağzına attığı karnıyarığı çiğnediği esnada gözlerime sabitlendi.

"Yemeğe gelmek istiyorlar." dedi ansızın. Yüreğime yediğim iri bir tekme, beni nakavt etti. Gözlerim, dudaklarım ve hatta belki de çok daha farklı yerlerim şokla aralandı.

"Ne yemeği?" diye sordum kısıkça.

"Ne yemeği olacak asalak?" Baran'ın sesi tekrar duyulduğunda ona bu sefer bir tepki veremedim. "Seni aileden aforoz etmeyi ciddi ciddi düşünelim biz. Bu kadar zeki bir ailenin içinde böylesine bir geri zekâlılığı kaldırabileceğimizi sanmıyorum."

"Baran." babamın uyarı dolu sesine karıştı sesi. "Ne Baran ya? Bu kız ailelerin tanışmasının zamanı geldiğini, karşı tarafın evlilik düşündüğünü anlayamıyor mu?"

"Ne evliliği be? Ortada fol yok yumurta yok." diyerek çıkıştım. Babamın şüpheci gözleri üzerimdeydi. Hayır yani hepsinin bir oyundan ibaret olduğunu söyleyemiyor, annemin sırf babamla cinsel hayatı bir kavga sonucu bozulmasın diye burada evleniyorduk yahu. Kimse yok muydu?

"Gönül mü eğlendiriyorsun Tutku?" soğuk sesiyle gülümsemeye zorladım. "Gönül eğlendirecek başka adam mı kalmamıştı da birbirini gören insanların içinden bir zibidiyi tutup çektin kızım?"

"Baba," soluklandım. "bana da sürpriz oldu tamam mı? Evet azıcık, birazcık görüştük ama bitebilecek kadar düz bir ilişki. Merhaba, merhaba düzeyinde."

"Öyle ilişki mi olur kızım? İyi halı sahaya çağırmıyor Tibet abi seni." Baran'ın itici kahkahasıyla gözlerimi devirip koluna bir çimdik atıverdim. Sıkı sıkıya kapattığı dudaklarından çıkan terbiyesiz sözleri bu akşamlık görmezden gelecektim.

"Seni iste yeter babam!" dedim abartılı bir coşkuyla. "Ayrılırım yani." diyerek devam ettim. "Benim babamın yanında kimmiş elin oğlu pardon?"

"Abartma Tutku." Annemin dudaklarını kıpırdatmadan söyledikleri kulağıma çalındıysa da durmadım. "Elimin tersiyle iterim gider." dedim sol elimi toz iteler gibi yaparken.

"Ben kızımın sevgilisinden ayrılmasını neden isteyeyim? Bunca yıldır yanında bir erkek görmedik. Tibet'i sevdiysen, güvendiysen bize de destek olmak düşer."

Babamın arkamda böylesine dağ gibi durması kimi zaman hoş olabilirdi lakin şimdi vakit kızının ilişkisini onaylamama vaktiydi. Karşımızdaki adam örf ve adetlerimize aykırıydı. Kendine gelesin Hasan efendi, medeniyeti abartıp gavat olmayasın.

"Yok canım." dedim omuz silkip. "Çok da anlam yüklememek lazım. Kalptir neticede, yarın bir bakmışsın unutmuşum."

"Kızım sen iyi misin?" babam katı bir dille konuştuğunda düşen yüzümü gizlemeye çalıştım. "Sen bu ilişkinin içinde zorla mı tutuluyorsun?" sahici bir merak barındıran sesiyle gözlerimi kırpıştırdım.

Evet.

"Hayır." dedim kararsızca. "Bu nereden çıktı?"

"Ayrılmak için çırpınıyorsun gibi geldi." bakışlarından ve sesinden henüz atamadığı şüphesini sindirmeye çalıştım. "Sana öyle gelmiş. Tibet beni asla istemediğim bir ilişkinin içinde tutmaz."

"Herhalde." dedim sonra. Kısık, yalnızca benim duyabileceğim bir sesti.

"O zaman yemeğe gelmelerinde bir sorun yoktur." omuz silkip kalktı masadan. Hayretle aralanan dudaklarımdan yarım yamalak sözler çıktıysa da hiçbiri bir anlam ifade etmiyordu.

"Eline sağlık Kübra sultan." der demez salon çıkışına yürümeye başladığında göğsümü şişirecek bir nefes alıp verdim. Nihayet salondan çıkan adamın bıraktığı boşluktan hırsla çektiğim gözlerim umursamaz bir tavırla salata tıkınan annemin üzerinde sabitlendi.

"Beğendin mi yaptığını? Mutlu musun? Al evlendirirsiniz seneye artık." dedim sinirle. Çatılmış kaşlarımın altında alev alev yandığı doğru olan ela gözlerimin içine baktı, baktı ve bardağındaki suyu nispet yapar gibi lık lık içti.

"Seneye kadar devam etse bu oyun, sen kendin evlenmek istersin zaten."

"Ne, oyun mu?" Baran'ın anlamaz sesiyle ensesine bir tane geçiriverdim. "Oyun tabi." dedim fısıltıyla. "Normal şartlarda ben o herife bakar mıyım sanıyorsun?"

Beni şöyle bir süzüp başını ümitsizce salladı. "Ben de bir an için gerçekten bir erkeğin seni sevebileceğini sanmıştım." dedi derince soluyup. "Normal şartlarda o adam sana bakmazdı zaten, bu ancak bir oyun olurdu. Nasıl düşünemedim? Nasıl?"

"Biraz daha beni küçümsemeye devam edersen eğer altına sıçtığını Janset'e söylerim." dedim dişlerim arasından. Biricik arkadaşımın adını duyar duymaz irice açılan gözlerinde gördüğüm korkuyla sırıttım. "Altına edip pisliğini tuta tuta tuvalete koşturan bir çocuğu takdir edersin ki on yıl sonra da almaz." diyerek devam ettim. Aralarındaki altı yaşı umursamadan güzeller güzeli arkadaşıma asılmasını göz ardı ediyoruz diye, hep edecek değildik.

"Ne dedim ya?" diyen sesi endişe doluydu. Omuz silkip kalktım masadan. "Abla," elimden tutan elini hızla itip salon çıkışına yürüdüm.

"Sen Janset'e onu söylersen ben de oyun oynadığını söylerim ki," meydan okuyan sesiyle adımlarım aniden kesildi. Masada bıraktığım şeytanın yüzüne ağır ağır döndüm. Bıyığı ancak terlemiş adamdan da tehdit yiyorduk ya bu evdeki hiyerarşinin altında her daim ezilen ben oluyordum.

"Bana bak Baran," annem oturduğu sandalyede eğilip ayağından çıkardığı terliğini eline aldı. Terliği Baran'ın gözleri önünde sallayıp, tehditvari bir gülüşle izledi onu. "Eğer bu oyundan birine bahsedecek olursan, babanla boşanacak kadar büyük bir kavga ederiz." başını ağır ağır salladı. Baran derin bir yutkunmayla hâlâ onu izliyordu.

"Ve emin ol senin velayetini almam. Burada ekmek kesmeyi bile bilmeyen babanla birbirinizi yersiniz." dedi soğuk bir sesle. Baran bir kez daha yutkunup kesikçe soludu. "Anlaşıldı mı?"

"Anlaşıldı anne." diyen fısıltısını duyduğum an kıkırdadım. Anne terliğiyle terbiye edilmek... batılıların en büyük eksiğiydi.

"Gülme kız orada sen de. Git dersini çalış, atan. Hadi." yönünü bana dönüp terliği bu sefer bana doğru salladı. Gözlerimi devirip sıkıntıyla soludum. "Yoksa seni Tibet'le evlendiririm."

Duyduğum tehdidin ağırlığıyla topuklarımı kıçıma vura vura kaçtım. Bir anne kızını nasıl böyle bir şeyle tehdit edebilirdi? Hiç mi kalp hiç mi vicdan taşımıyordu bu kadın?

Koridordan koşar adım odama varacağım esnada babam koridorun sonundaki banyo kapısını açıp dışarıya çıktı. Ani bir frenle kendimi durdurmaya çalışırken tam dibinde ancak bunu başarabilmiştim. O başını eğmiş, üstten bakışlarla yüzüme bakıyorken bense alttan korkak gözlerle onu izliyordum.

"Ne oldu Tutku?" kaşları çatılmış, ortada bir kuyu oluşmuştu.

"Ne olmuş baba?" dedim anlamsız bir sesle.

"Nereye gidiyorsun böyle?"

"Odama gidiyorum baba."

"Neden koşuyorsun Tutku?"

"Neden koşmayayım baba?"

"Çekil önümden." dedi bu savaşa bir son verirken. Bedenim ani bir şekilde yana çevrildiğinde açılan boşluktan ilerlemeye başladı. Gittiği yolları ezberledim. Rabbim seni de başımızdan eksik etmesindi inşallah.

İçimi ansızın bir dert sardı ki o derdin sırtına atlayıp dıgıdık dıgıdık odama vardım. Ardımdan kapattığım kapıyla birlikte ansızın düşen yüzüm, bana aslında asla mutlu olmadığımı ve olmayacağımı hatırlattı. İnsanların gözleri önünde neşeli olmak, gülümsemek bir işe yaramıyordu. Nihayetinde kendime ait o dört duvarın arasında kaldığım vakit maskem yüzümden düşüyordu.

Ne istediğim aileye ne de istediğim hayata sahiptim. Yine de şükrediyordum fakat işler her zaman şükürle hallolmuyordu. Babamın artık evlenmem için Tibet'e bile onay verdiği o dünyanın üzerimde tepinmesi bitecek gibi değildi. Sürekli bir erkek tarafından alınmaya mecburmuşum gibi yapılan girişimler, baş göz edelim seni ayağına evdeki nüfusu azaltmaya çalışmalar, barbar ve zorba bir erkek kardeşle didişmeler...benim yüreğim bunu daha fazla kaldırabilecek gibi değildi. Atanamazsam korkarım ki sonum, ruh ve sinir hastalıkları hastanesiydi.

Düşünmeye bir son verip yaslandığım kapının önünden çekildim. Sarı, cılız bir gece lambasıyla aydınlanan odada iki cam vardı. Biri Lale ablanın evini görüyor, diğeri ise hemen yatağımın yanında, Tibet denen o haydudun odasına bakıyordu.

Camların ikisinin de açık olduğunu fark ederken önce sokağı gören camı kapattım. Ardından yatağımın yanından dolaşarak Tibet'in odasına bakan camı kapatmak için ince tülümü ittim. Ellerim açık camı kapatmak için havaya kalktı ve ben asla yapmamam gereken bir şeyi yapıp, ilk kez onun odasının camına baktım.

Boğazıma sarılan garip bir hissiyat nefes almamı engelliyordu. O tam karşımda, odasının boydan camı önünde, ince tülü çekmiş bir vaziyette, belinde havlusuyla duruyordu. Uzun bedeni yatağının üzerine koyduğu kıyafetlerini alabilmek için eğildi, eline aldığı bir tişörtü kollarından geçirirken sırtı bana dönüktü.

Sırtında dahi dövmeler olduğunu ancak görüyordum. Anlamsız birçok dövme, büyüklü ve küçüklü şekillerde sırtının tamamını kapatıyordu. Odasının beyaz, aydınlık ışığı sırtındaki dövmeleri apaçık bir şekilde gösteriyordu ve evlerimiz arasındaki o yirmi beş metre kadarlık mesafeden bile vücudundaki kasları görebiliyordum.

En nihayetinde tişörtünü bedenine geçirip ansızın yüzünü cama döndüğü vakit kaldırdığı başıyla birlikte göz göze geldik. Beklemediğim bir anda çarpışan bakışlarımız, aldığım solukları birer taş gibi boğazıma dizerken onun kalın, düzgün kaşlarının çatıldığını gördüm. Varla yok arası tülünden, yüzündeki tek bir kıpırdayış bile okunabiliyordu. Onun böylesine ince bir tülü camına takmasından sonra emin olmuştum artık, bu adam aptalın tekiydi.

Yüzünü azar azar etkisi altına alan bir sırıtışla izlemeye başladı beni. Uzun, düzgün yapıdaki dişlerini göstere göstere gülüyorken kaşlarımı çatıp nefretle baktım gözlerine. Hâlâ tişörtünün eteklerinden çekmediği eli beline sardığı havludan tutunduğu an, mideme yediğim iri bir tekme hissettim.

Gözlerim bir anlık gaflette indiği o yerden kopamıyordu. Kilitlenmiş bir halde, yapacağını düşündüğüm o eylemi boynu bükük bir gariban gibi bekliyordum.

Derken odamın kapısı bir anda çalınmadan, sertçe açıldığında korkuyla sıçradım. Ellerim camı can havliyle kapatmış, perdemi kalbim kulağımdayken hızla çekmiştim. Göğsümü tutup kapıyı kimin bu denli bir insansızlıkla açtığına baktım.

"Ne yapıyordun orada?" diyen Baran'ın sorgular sesiyle titrek bir nefes doldurdum içime. Kan değerlerim anasının amistana kadar çıkarken ayaklarımın bağı çözülüyordu.

"Atomu parçalıyordum. Geri zekâlı." diye söylendim dişlerimin arasından. Kalbim bu geceye daha fazla dayanacağa benzemiyordu. "Ne yapıyordum sence? Camımı kapattım."

"Yok yok."

Harfleri uzatırken odamın içine girmiş, ağır adımlarla üzerime yürümeye başlamıştı. Elleri eşofmanının cebinde, bu yaşında benden uzun haliyle üstten bakışlar atarak izliyordu beni.

"Tibet'i mi dikizliyordun?"

"Sana ne ulan?" diyerek yükseldim. "Sevgilim değil mi? İster dikizlerim ister dikizlemem." odada yayılan kahkahasıyla ellerimi göğsüme bağlayıp alnıma yükselen kaşlarıma engel olmadan onu seyrettim.

"Oyuna kendini çok kaptırma Tutku." dedi gülmeleri arasından. "Bunca yıldır erkek yüzü görmediğinden adama aşık olursun falan..."

Yüzüm düşecek gibi olduysa da zapt ettim. "Senin için acı bir aşk hatırası olarak kalacak olan kimseye gönül vermeyi deneme bile."

"Dost musun düşman mısın sen?" dedim tükürür gibi. "Nesin? Yeni nesil Kabil mi?"

"Hayır tatlım," yanıma varıp yanağımdan makas alacağı sırada elimin tersiyle elini ittim. "Dokunma, elini yıkadın mı sen? En son bokunu tuta tuta tuvalete koşuyordun."

"Yok yıkamadım. Neyim ben korona virüs mü?" dedi ters ters. Yüzümdeki iğrenir ifadeyi silmeye çalışarak gülümsedim. "Daha tehlikeli bir hastalıksın." dedim fısıltıyla.

"Odamdan defol git. Bu odaya elini kolunu sallaya sallaya giremezsin aptal ergen."

"Erkek ollmuşamm." dedi kalınlaştırmaya çalıştığı sesiyle. "Ergannlığaa girmişam." benim ifadesiz suratıma tezat o yüzünde iri bir gülümsemeyle beni izliyordu. "İğrençsin biliyorsun değil mi?"

"Bana hakaret etmeye devam edersen Tibet'e, ona aşık olduğunu ve geceleri camını dikizlediğini söyleyeceğim." ciddi bir ifadeyle, katı bir sesle konuştuğunda gözerimi kapatıp sabır dileyerek soludum.

"Çık odamdan."

"Odaları değişeceğiz artık. Elalemin erkeklerini gizli gizli izleyemeyeceksin."

"Baran," zorlukla gülümsedim. "odadan çık yoksa çığlık atacağım. Sabrım bitti."

"İyi, bu akşam gidiyorum ama yarın akşam gelmeyeceğim ve sana dünyayı dar etmeyeceğim sanma sakın."

"Siktir git." dedim kolundan tutup onu odanın dışına sürüklerken. "Elimde kalacaksın. Küçük müçük dinlemem seni iyi bir döverim artık yeter."

Bedeni kapının diğer tarafında yer aldığı an bana dönük olan yüzüne kapıyı çarptım. Bekletmeden çevirdiğim kilitle kendimi garantiye alırken içimi kemiren o rahatsız hisle baş etmeye zorluyordum.

Kalbim göğüs kafesimin altında pasif bir direniş başlatmış ve bütün kan hücrelerimi o direnişe davet ediyormuşçasına kaşınıyordu damarlarım. Sanki kalbimin üstünde bir seçim mitingi yapılıyordu. Milyonlarca ayağın minicik yüreğimi ezip geçtiğini hissediyordum.

Korkak, ağır adımlarımın beni götürdüğü yeri söylemeye içim el vermiyordu. Ellerim, kapattığım kalın perdeden tutunup perdeyi hafifçe açtı. Ürkek bakışlarımın endişeyle konduğu camını seyrettim. Karanlık odanın içini görmeye zorlarken buldum kendimi. Işığı kapatmıştı. Belki yatmış belki de odasından çıkarak bir yerlere gitmişti. Bilmiyordum. Onu bilmiyor, tanımıyordum.

Omuzlarım nedensizce çökerken aralık perdeyi kapattım. Kendimi yatağıma atıp yastığıma sarıldığımda düşünmemeye çalıştığım varlığı beynimin en orta yerine konuşlanmıştı ve sanki ömür boyu oradan asla kalkmayacaktı.

Öyle bir histi.

*

Baldırlarımı saran kısa taytımı çekiştirirken kapıdan çıktım. Arkamdan bağırıp çöpü atmamı isteyen annemin sesini duyar duymaz kapattığım kapıyla birlikte kıkırdayıp yürümeye başladım. Her yer ışıl ışıl parlıyordu. İlkbahar gelmiş, ağaçların dalları en güzel giysilerini giyip yeşillere, çiçeklere bürünmüştü. Kuşların cıvıltıları her bir ağaçtan duyuluyorken gülümsedim.

Engel olamadığım bir dürtüyle kendi etrafımda dönüp birkaç kez zıplamama kalmadı ki Gülümser teyzenin imâlı sesiyle yüzüm düştü.

"Kız Tutku! Evde kalmadım dansı mı yapıyorsun?" yürümeye bir son verip başımı kaldırdım. Sesin geldiği yönde Gülümser olacak hain kadın ve kedisi abuzittin kıllı bacak yine çekirdek çitlemekteydi.

"Kabilede mi yaşıyoruz Gülümser teyze? Evde kalmadım dansı ney?" diye sordum boş bir sesle. "Koca bulan kızların dansı işte kız." dediği sırada abuzittin birkaç kez mırlamış ve sahibinin komik olmayan şakasına ortamdaki tek tepkiyi vermişti.

"Birincisi kocayı hiçbir zaman aramadım ki bulayım. İkincisi sen koca bulduğunda kabile dansı yapacak kadar yaşlı olabilirsin fakat ben henüz yirmi beş yaşımdayım moruk. Bizde kabile yok."

"Aa," dedi sahte bir şaşkınlıkla. "Kız o kadar kocadın mı sen? Tutku evde kaldı diyorlardı da inanmıyordum, doğruymuş meğerse."

"Beni kıskandığını düşünmeye başladım artık."

"Seni mi kıskanacağım kız? Senin yaşında kolumda kocam vardı benim." üstten attığı kendini beğenmiş bakışlarıyla dişlerimi sıktım.

"Eh, hayat işte. Ölümlü dünya." dedim alayla. "Kadere bak ki şimdi sen yalnızsın ben ise değilim."

"Hiç yakıştıramadım doğrusu." dedi alıngan bir sesle. "Mustafa amcan duysaydı çok üzülürdü."

"Mustafa amca duyacak kadar hayatta olsaydı zaten böyle bir şey demezdim haliyle. Bunamaya mı başladın kız? İlaçlarını alıyor musun?"

"Kız ben de sana onu diyecektim. Bir dur hele," derken içeriye girmiş ve beni abuzittin ile baş başa bırakmıştı. Abuzittinin aşağı sarkan bir koluyla bana attığı katı bakışları, onun nasıl da kötü karakterli bir kedi olduğunu bağırıyordu adeta. Armut pişmiş ve kimilerinin ağzına düşmüşe benziyordu.

Biraz sonra camda görünen Gülümser teyze elinde mavi renkli bir eczane poşetini kafama şeytanı taşlar gibi fırlattı. Kafama çarpıp yolculuğunu ayaklarımın dibinde bitiren poşeti eğilip aldım.

"Herkes kafama nişan alıyor." diye homurdandım kısık sesimle. Aklıma tekrar Tibet olacak o mendebur herif gelmişti dostlar.

Nihayetinde arkamı kollayıp birinin şahane popoma bakıp bakmadığını kontrol ederek ayaklandım. Poşetin içinde boş ilaç kutuları, kimlik ve beş tiel görürken parayı poşetten çıkarıp Gülümser teyzenin gözü önünde bir mendil edasıyla salladım.

"Ne bu?" dedim merakla. Görmeyeli epey oluyordu.

"Kör müsün kız? Para ya, fakirlikten parayı mı unuttun?" gözlerimi devirip parayı indiragandi yapıverdim. "Ya sorma, bu yalnızca Rahmi Koç'un görebileceği türden bir meblağ olduğundan şaşırdım biraz."

"İlacı onunla alıver."

"Tamam." dedim başımı sallayıp yürümeye başlarken. Bununla bakkaldan sakız alınmazdı ya neyseydi. Üstünü gerekirse biz kapatırdık. Öylesine has bir delikanlılığımız da yok değildi.

Adımlarım nihayet sokaktan çıkarken ceketimin cebinde titreyen telefonu elime aldım. Ekranda gördüğüm 'Enfal63' yazısıyla yüzüm gözüm açılıverdi. Aramayı cevaplayıp kulağıma götürdüğüm sırada kalbimin Allah tarafından birleştirildiği o kızın sesini duydum.

"Tutku!" dedi aceleci sesi. Kaşlarım çatılırken yürümeyi kestim. "Janset?" dedim endişeyle. "Bir sorun mu var?"

"Çok büyük bir sorunumuz var, hemen buluşmamız lazım."

"Salak! Zaten bugün buluşmayacak mıydık? Evden çıktım geliyorum size doğru."

"Ay, akıl mı kaldı ya?" dedi harfleri uzatarak. Sesi biraz olsun rahat geliyordu. "İyi gel, babam çıktı zaten. Ben de hazırlanıyorum." cevap beklemeden yüzüme kapattığı telefona sanki onu görüyormuşum gibi yargılayıcı bakışlar attım. Bu kız ciddi anlamda arkadaşlık özürlüsü olabilirdi. Tek arkadaşı bendim çünkü. Ve benim de tek arkadaşım oydu...

Orada yolun ortasında durmaya bir son verirken yürümeye başladım. Yokuşu inerken dikkatle attığım her adım sonunda biraz duraksıyor, ardından ağır bir adımla kaplumbağa edasıyla aşağıya iniyordum.

Başımı kaldırıp karşımı kontrol edeyim derken bir de ne göreyim? Gül cemaline ekmek bandığım sahte sevgilimi elbette!

"Sence de çok sık karşılaşmıyor muyuz?" diyen keyifli sesini duyduğumda sahte bir tavırla gülümsedim. Bacaklarında gri, bol bir eşofman altı vardı. Üzerine geçirdiği siyah, bol tişört kollarını sıkıca sarmıştı. Tişörtün bazı yerlerinde ince yırtıklar dikkat çekerken, köpek saldırısına mı uğradı diye düşünmedim değildi üstelik. Elindeki ekmek poşetini ise gaddar bir tavırla sağa sola sallıyordu.

"Abartmasan mı? Dün bir bugün iki." dedim alaylı bir sesle. Üstten attığı koyu, ormanı andıran o okları sağa sola savuşturmaya çalıştıysam da bakışları yüzümde oyalanıyordu.

"Dün gece camından odamı dikizlediğini de sayarsak etti üç." elini cebinden çıkarıp uzun üç parmağını önümde salladı.

"Onu bunu bırak da..." derken soluklandım. Dün gece o kısacık an yüzünden saatlerce uyuyamamış olduğum gerçeği benimle birlikte mezara gidecekti. "Beni takip ettiğini itiraf et en iyisi."

Göğsünü titreten bir kıkırtı saldı kalın, etli dudakları. Burnunu hafifçe çekip başını çevirdiği yeri izlerken konuştu. "Farkında mısın bilmiyorum ama burası tam da benim evimin olduğu sokak."

"Eee?"

"Eesi şu, egon zedelenecek ama bunu söylemek zorundayım matmazel." tepkimi ölçmek ister gibi yüzümü incelemeye koyulduğunda bezmiş bir ifadeyle seyrettim onu. "Seni takip edebileceğim kadar umursamıyorum."

"Çok da umurumdaydı." dedim omuz silktiğim sırada. Gözlerinin ağırlığına daha fazla dayanamazken bakışlarımı arkasına kalan bir noktaya sabitleyip yutkundum. Ben yokuş iniyordum ve o yokuş çıkıyordu. Benden birkaç adım kadar aşağıda olduğundan hemen hemen aynı boydaydık fakat o buna rağmen bir tık daha uzun sayılırdı.

"Yüzün asıldı. Gerçekten de çok umurundaymış. "

"Yüzüm seni gördüğüm her an asık zaten." diye söylendim kısık sesimle. Gözlerinde gördüğüm zevk pırıltılarıyla dişlerimi sıktım.

"Neden?" diye sordu. "Tek taraflı, dermanı olmayan, karşılıksız bir aşk mı taşıyorsun yoksa minicik kalbinde?"

"Sana aşık olsam ayılıp bayılırsın. Dua eder umreye gidersin. Messi hayrına hayrat yaptırıp o hayrata koca ağzını dayar bütün su bitesiye kadar içersin, lokma dağıtır borca girersin ama sana aşık olmayacağım ucube. Çatla da patla."

Tek nefeste söylediğim destan biter bitmez göğsümü yakan derin soluklar alarak baktım ona. Şaşkınlıkla aralık kalmış dudakları, hayretle kısılmış gözlerinde absürt bir ifadeyle izliyordu beni. Boğazını temizleyip girdiği transtan şükür rabbime ki çıkmayı akıl edebildi.

"Büyük konuşuyorsun ya bayılıyorum. En son büyük konuştuğumda beş yaşımdaydım."

Kısa bir adım atıp yokuşu çıktı, bir anda benden on metre kadar uzun olduğunu sanarak geriye bir adım attım. Aramızdaki mesafeyi halen eşit tutmakta bu kadar ısrarcı oluşum bana da sürpriz oluyordu.

"Babamla namaza gider, o yaşta oruç tutacağım diye ağlardım. İmam olacağım diye büyüklenirdim falan." geçmişe dalıp gitmiş gibi soluklandı. Göğüs kafesi ağırca havalanıp inerken yolu izleyen yeşil gözleri, gözlerime düğümlendi.

"Eee? Sonra dinsiz, imansız bir serseri mi olayım dedin?"

"Öyle demeyelim de kariyer planlarımda birtakım ufak değişiklikler yaşandı diyelim." dudaklarını birbirine bastırıp başını aşağı yukarı salladı.

"İmamlık ve serserilik..." dedim derinlemesine bir sesle. "Baya büyük bir sıçış. Ay pardon sıçrayış olmuş diyecektim."

"Serseri değilim Tutku." sesinden ilk kez duyduğum adımın, kulağımda bıraktığı iz şah damarıma dayandı. Pimi çekilmiş bir bombayı andıran kalbimin sesi kulaklarıma vurmaya başladığında rahatsızca kıpırdandım. "Seni gidi Eti Tutku. Benim maaşımı duysan ağzın bir hafta açık gezersin." dedi aynı tonlamayla.

Kendimi güçle toparlayıp silkelendim. Omuzlarımı kaldırıp gözlerine meydan okur bir ifadeyle bakmaya başlarken, "Hah," dedim neşeli olmaya çalışarak. "Kaç kuruş? Üç mü?" tıpkı onun gibi elimi kaldırmış üç parmağımı gözleri önünde sallamıştım.

"Otuz bin dolar." dedi omuz silktiği sırada.

"Atma Ziya." derken buldum kendimi. Nasıldı yani? Otuz bin dolar mı? Bu parayı bu mahallede kaybeden var mıydı ki bu herif bulacaktı?

"Neden atayım?"

"At yalanı," dedim devamını onun içinden getirmesini dileyerek. Dudaklarına yapışan gülümsemeyi zorlukla yuttu.

"Atmıyorum yalan falan." gözlerini devirdi. "Tabi senin ömrün boyunca kazanamayacağın o parayı bir ayda kazanıyor olmam pek akıl kârı değil ama, gerçekler bunlar."

"Evden çıkıyor musun ki sen? Hep evdeymişsin." dedim merakla. Sonra bir an kafama dank eden ihtimalle derinden sarsıldım. Sahte de olsa sevgilimdi, namusumdu bu adam. Yoksa...

"Yoksa...çıbıldak fotolarını mı satıyorsun?" elim ağzıma kapanırken şaşkınlığımı gizlemeye çalıştım.

"Evden çıkmadan para kazanılamaz mı bayan ahraz? Yazılımcıyım ben. Amerika merkezli bir şirkette çalışıyor ve de dolar kuru üzerinden maaş alıyorum."

"O kadar para kazanıp bir de utanmadan yırtık tişört mü giydin?" diye sordum konuyu dağıtmaya çalışarak. Biraz daha konuşmaya devam edecek olsaydı eğer, şaşkınlıktan çenemi düşürecek ve yerden almaya utanarak hayatımın geri kalanını çenesiz geçirecektim.

"Ne çenesi düşük bir kız çıktın sen?" dedi içimi okumuş gibi. "Moda kızım bu. Mahalle kızları anlamaz."

"O mahalle kızı belki modadan anlamaz ama çok iyi anladığı bir şey var." dişlerimi sıkıp attığım bir adımla tam önünde durdum.

An itibariyle benden daha uzun bir hale gelen ve bakışlarını indirip gözlerime büyük bir efsunla bakan adam kısık bir sesle konuştu.

"Hmmm." dedi günahlara davet eden fısıltısı. "Ne ola ki?"

"Kendini bir şey zanneden avelleri tokatlamak." der demez koluna indirdiğim bir tokatla sıçradı. Eli kolunda bıraktığım pembeliğe kapanırken bu sefer bir diğer koluna vurdum.

"Kızım, yavaş olsana. Ne yapıyorsun?" dinlemeden bu sefer bir yumruk da karnına geçirdim.

"Tutku!" dedi acıyla. Bedeni hafifçe eğildiği sırada bu sefer ensesine bir şaplak indirdim. "Herkes bizi izliyor."

Dişlerini sıkmış acı çeken gözlerle gözlerime bakıyordu. Eli ensesine kapanıp orayı okşadığı sırada güldüm. Başımı çevirip evlerin camlarına bakındım. Mahallenin Kore dizileri sevdalısı, genç kızı Hazal yüzünde kocaman bir gülümsemeyle bizi izliyordu.

"Ay!" dedi ellerini birbirine çarparken. "Romantik komedi gibi! Bir daha vur Tutku abla!" başımı sallayıp onayladım onu. Bakışlarım tekrar karşımda kalan adama döndü ki onun henüz Hazal'dan çekmediği gözleri benim ona baktığımı anlayınca korkuyla, endişeyle, ağlamaklı bir ifadeyle beni buldu.

"Seni mi kıracağım kız?" diyerek yükselttim sesimi. Kendini korumaya çalışan adam kollarını ve karnını kapatıyordu. Tam da bu yüzden suratına Oktay Kaynarca tokadını yapıştırdım ki sokakta dağılan 'şlak' sesiyle abarttığımı anlayıp durdum.

"Elini..." devamı gelmedi fakat devamının ne olduğunu herkes bilirdi. Elimle cima eylemek gibi ahlaksız planları vardı demek ki.

"Kız Tutku! Bir daha vur!" başını camdan uzatmış bakan Nezaket teyzeye kararsız bir bakış attım. Tibet dişlerini sıkıp derin derin soludu.

"Herkes bizi izliyor demiştim sana."

"İzlesin." omuz silktim. Bu sefer koluna acı bırakmayacak bir çimdik attığımda gözlerini devirdi. "Kocasını köteklemeyen bütün kadınlar izlesin hem de!" dedim sesim gittikçe arttığında.

"Kocasını mı?" tek kaşı havada muzip bir ifadeyle beni izlemeye koyuldu. Yüzünde bıraktığım parmak izlerime odaklanmaya bir son verip gözlerine bakındım.

"Ben senin kocan mıyım?"

"Sen benim uşağım bile olamazsın." dedim yanından geçerken. Bir adım atıp yokuşu biraz olsun indim derken kolumdan tutmuş, bedenimi hafif bir tavırla kendine çevirmişti.

"Bak yine büyük konuştun. Sana büyük konuşma demedim mi?" yumuşak, ılık sesiyle yutkundum. Kolumu kendime çekip onun kıskacından kurtulduğum esnada elimi 'hadi be sende' dercesine havada salladım. Dilini dişlerinin üzerine ağır bir tavırla gezdirdi.

"Sana inat alacağım kızım seni."

*

Arkadaşlar, bölümleri beğendiyseniz lütfen oy ve yorum yapmayı ihmal etmeyin. Yorum ve oy sayısı arttığında daha iyi ve daha hızlı bir şekilde yazıyorum 😪💖👍🏻

Yazım tarihi: 29/02/2024

Yayım tarihi: 29/02/2024

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı burada belirtebilirsiniz💖

Đọc tiếp

Bạn Cũng Sẽ Thích

BİR KÜÇÜK SIR Bởi Betüş

Tiểu Thuyết Chung

1.8M 126K 29
Onların kaderi yıllar önce yaşanmış tek bir gece sayesinde birleşti. Bir anda karşısına çıkan ve peşini bırakmayan Atmanlı aşireti genç kızın bütün s...
İLTİCA Bởi

Teen Fiction

1.3K 757 31
Bu kitabımda Asel adlı karakterimizin sürekli sığınacak bir liman bulduğunu sanıp her seferinde sırtından vurulmasını konu aldım.o zaman hadi başlaya...
7.4K 590 12
Kendi öz kızını, düşman elinden parayla satın alan bir baba sağ kolunu kızını zorluklar karşısında eğitmesi için yanına gönderiyor. Ve hikaye aslında...
908K 50.2K 39
Evin ise yediği tokatın şiddetiyle yere düşmüştü. Dudağının kenarı yeni bir darbe alırkende Kazım Ağa saçlarından koparırcasına tutup Evin'i kaldırmı...