-ACEMİ MÜSLÜMAN-

By Rulisinzruli_

1.2M 108K 54.1K

~Bu kitap tüm zorluklara inat aşkından vazgeçmeyip aşkı için savaşanlara ithaf edilmiştir.~ ... More

TANITIM
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
[Esra-Yunus]
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37.Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41.Bölüm
42. Bölüm
43.Bölüm

30. Bölüm

20.6K 2.3K 1.6K
By Rulisinzruli_

Merhabalar ❤️

Sınırı hızlı geçmeyin lütfen- jejxkwkjfk bölüm yetiştiremiyorum kizzzzz

Kitaba olan sevginiz>>>>>
Teşekkür ederimmmm

Bu bölüm çok fazla duygu geçişleri yaşayacağımız bir bölüm oldu. Umarım beğenirsiniz.

İthaf istiyorsanız beni Wattpad'dan takip etmeyi unutmayınnnn. Diğer bölümü en az 20 kişiye ithaf edeceğimmm ❤️

Sınır: 1,6 oy - 1,6 yorum
(Yorumlarınızı bölüme uygun yapınız lütfen. )


İyi okumalar 🖤

~Yıllar önce~

Yağmur damlaları cama vurduktan hemen sonra aşağıya yavaş yavaş iniyorlardı. Cama yansıyan küçük silüet ise o damlaları büyük bir dikkatle takip ediyordu.

Evdeki sessizliği salondan gelen televizyon sesi bozuyordu. Küçük kız hem babasının yolunu gözlüyor hem de televizyonda anlatılan haberi dinliyordu.

Saate baktığında babasının gelmesine yarım saat kaldığını gördü. Sıkılmaya başladığından dolayı pencerenin önünde ayrılıp odasından çıktı. Ablasının odasına gittiğinde kapısının kapalı olduğunu gördü.

Kendisi kapıyı kapatmazken ablası kapatıyordu. Bu durum aralarındaki sayılı farklardan biriydi.

Kapıyı tıklayıp gir komutunu beklemeden kapıyı açtı.

Ablası yatakta uzanmış tavandaki lambaya bakıyordu. Dalmış olmalıydı çünkü kendisinin geldiğini fark etmemiş lambaya bakmaya devam ediyordu.

Ablasının odasından nefret etmesine rağmen değiştirmek istemediğini biliyordu. Nefret etme sebebini ise bilmek istemese de maalesef ki biliyordu.

Rümeysa odasına giren kardeşini saniyeler sonra fark ettiğinde oturuşunu düzeltti. Yüzündeki ağlamaklı ifadeyi silip gülümseyerek kardeşine seslendi.

Yatağının boş kalan kısmına iki kez vurup "Gel." Dedi.

Pınar küçük adımlarla ablasının gösterdiği yere gidip oturdu.

Ayakları yere değmediğinden dolayı rahatlıkla bacaklarını sallamaya başladı.

"Babam alır mı sence?" Dedi cevabını bildiği soruyu sorarken.

"Babam alır mı sence?"demek "babam doğum günümü kutlar mı?" demekti.

ikisi de çok iyi biliyordu. Yıllardır kutlanmayan doğum günü bu yılda kutlanmayacaktı.

Küçük kız yine ağlayarak uykuya dalacak ve sabah hiç bir şey olmamış gibi okuluna gidecekti.

"İnşallah alır güzelim." Demekle yetindi Rümeysa.

Biliyordu. Babası eli boş gelecek ve kapıyı ona açan kızını umursamadan karısına gidecekti.

Öyle de oldu.

Kapı çaldığında Pınar koşarak merdivenlerden inmeye başladı. Rana kapıya yönelen kızı görünce olduğu yerde durup onun kapıyı açmasını bekledi.

Pınar kapıyı açtığında gülümseyen suratı soldu. Babasının elindeki çiçeğe bakakaldı.

Kızına bakmadan karısına doğru ilerleyen Mehmet, kızının doğum gününü unutmuş yolda gelirken gördüğü çiçekçi ile karısına çiçek almak istemişti.

Küçük kız dolan gözlerine inat gülümsedi. Kapıyı geri kapatırken merdivenin başında durmuş onu izleyen ablasına baktı.

İkisininde bildiği gerçek onları bu yılda yanıltmamıştı.

Babası doğum gününü unutmuştu.

Babası pasta almamıştı.

Babası, üvey annesine çiçek almıştı.

Babasız değildi. Ancak o gece babasızlığı iliklerine kadar hissetti.

~Şimdiki zaman~

İlk defa ağlamaktan nefret etmedim. İlk defa mutluluktan ağladım.

Ali Sungur.

Herşeyim olan adam. Benimle ilgili en ufak şeye dahi önem verip beni mutlu etmek için elinden gelen her şeyi yapan adam...

Rüya gibi geliyordu.

Karşımdaki insanların benim için mutlu oluşları benim için burada bulunuyor olmaları çok güzeldi.

Ablam bana sarılırken gözyaşlarımı silip öyle sarılmıştı.

Sırayla sarılmak isteyen herkese sarılırken sona kalan Ali'ye gülümseyerek baktım.

"Bizim dini nikah işini bir an önce halletmemiz gerekiyor." Dedi homurdanarak.

Gerçekten de öyleydi galiba. Neredeyse herkesle sarılmış ama sevdiğim adama yaklaşamamıştım bile.

Cevap vermek yerine güldüm.

Masaya doğru ilerlerken pastalar gözüme çok fazla geldi. Toplasak 10 kişi bile değildik. İki pasta yeterde artardı bile. Böyle diyor olsam da bu İnce davranışı beni çok mutlu etmişti.Kimsenin kolay kolay yapmayacağı bir şey yapmıştı.

"Bu pastaların hepsini biz yemeyeceğiz öyle değil mi?" Diye sordum herkese tek tek bakarken.

Ablam gülümsediğinde Ali söze girmişti çoktan.

" 2 pasta yeterli bizim için. Yengemin bildiği bir çocuk esirgeme kurumu varmış. Paketleyip oraya göndereceğiz." Dediğinde ona döndüm.

"Yaa çok güzel. Bizde gidelim mi?" Dedim saf heyecanla.

Küçük çocukların orada annesiz, babasız,ailesiz büyümesi hep dokunmuştur bana. Bazen aklıma gelir çok üzülürdüm. Şimdi ise bu pastaların onlara gönderilecek olması beni çok mutlu etmişti.

Ali gülümsememe bakarken yanaklarımın kızardığını hissetim.

Ablam omzuma dokunurken güler yüzle konuşmaya başladı. "Gideriz tabii. Hatta hep birlikte gideriz." Deyip enişteme döndü. "Gideriz değil mi Polat?" Diye sordu.

Eniştem gülümseyerek başını salladı. "Gideriz tabii. Oyuncaklar araba da zaten." Dediğinde şaşırmıştım. Oyuncakta mı almışlardı?

"Oyuncakların bir kısmı benim arabamda." Diyen Ali'ye döndüm bu sefer.

Daha önceden ayarlanmış bir şeydi büyük ihtimalle. Sadece pastalarla değil oyuncaklarla beraber gitmek istemişlerdi.

Bugün daha ne kadar mutlu olabilirim diye düşünüyordum.

"Ben müdüre hanımdan rica ettim. Çocukları erken uyutmamaları için. Anlayışla karşıladı,hatta çok teşekkür etti." Dedi ablam.

Sümeyra teyze"Garibanlar sevinsin kızım. Allah onların ayağına taş değdirmesin inşallah. Çekmişler acılarını zaten. Annesizlik, babasızlık çok zor." Diye dua ederken burukça gülümsedim.

O andan sonra her şeyi çok hızlı gelişti. Pastamızı yemiş hediyelerimi kabul ettikten sonra da yola çıkmıştık.

Saat 21.30'a gelirken arabayı süren adama dönüp iç çektim. Gerçekten bir insan temiz kalpli,ince düşünceli ve ultra yakışıklı nasıl olurdu bu adamla öğrenmiştim.

Maşallah sevgilime.

"Çok teşekkür ederim." Diye konuştum. Unutamayacağım bir gün olmuştu bugün.

İlk defa doğum günüm kutlanmıştı çünkü.

"Sadece bir pasta bile yeterdi. Çok ince bir davranıştı seninki. Gerçekten kırk yıl düşünsem böyle bir doğum günü sürprizi beklemezdim." Dedim mutluluğum sesime de yansımıştı.

Gülümseyerek bana döndüğünde gamzeleri görüş alanıma girdi.

"Emin ol bu yaptıklarım az bile. En iyilerini hak ediyorsun Pınar. Her şeyin en iyisini hak ediyorsun güzelim." Dedikten sonra iç çekerek önüne döndü.

Bazen böyle konuştuğunda rüyadaymışım gibi hissediyordum. Her şey bir rüyaydı ve ben az sonra uyanacak gibi oluyordum.

Ancak o rüya olmayacak kadar gerçekti.

Onun gerçek olduğunu bilmek paha biçilemez bir şeydi.

O gerçekti ve benimdi.

Yolumuz yarım saatin ardından bir çocuk esirgeme kurumunun önünde son buldu.

Bir binanın içinde yüzlerce farklı hayat vardı. Dışı yapılı içi ise kırık dökük bir binaydı. Kırık dökük olan duvarlar değil içerisinde bulunan ruhlardı.

Arabadan aşağı indiğimizde Ali bagaja doğru gidip oyuncakları bagajdan çıkardı. Sayısız poşet vardı elinde. Eniştemin de öyle.

Yunus'un kafesinde çalışanlar ellerindeki sayısız pastalarla içeri girerken bizde hep birlikte onları takip etmeye başladık.

Yanımda yürüyen adamın kalbinin güzelliği yüzüne yansımıştı. Nasıl bir şanstı bizimkisi bilmiyordum ama mutluluk kavramının varlığına ve o kavramın bizi de bulabileceğini inandıran bu aile bizim için hediye gibiydi. Öyle ki kendi ailemizden daha çok aile olmuşlardı bize.

Sümeyra teyze kendi kızları gibi sevmiş,Esra bizi kardeşi, ablası gibi görmüştü.

Eniştem ve Ali ise Allah'ın "Siz çok çektiniz bu da sizin sabrınızın hediyesidir." Dercesine gönderdiği kişilerdi.

İçeri girdiğimizde müdüre hanımla tanışmış daha sonra da çocukların olduğu oyun salonuna gitmiştik.

Çok tatlı oldukça genç ve güzel bir kadındı.

Samimiyeti ise sahte değil sahici gibiydi.

Pastalar yemekhanede tabakalara dağıtılırken bizde oyun salonuna girmiştik. Pastalardan önce oyuncaklarını vermek istemiştik.

"Çocuklar! Misafirlerimiz var."

Gökçe hanımın sesini duyan çocukların dikkati bize çevrildi. Müdüre hanımın adı Gökçeydi.

Anneannem ve Sümeyra teyze mutfakta pastaların dağıtılmasına yardım edeceklerini söyleyip orada kalmışlardı.

Şimdi ise Yunus,Esra, Eniştem,ablam, Ali ve ben yan yana duruyor çocukların bize gelişini izliyorduk.

Kamer çocukları görünce alkışlamaya başladı. Bunu gören Eniştem kızına küçük bir öpücük kondururken Ablamdan, Kamer'i almıştı.

"Çok küçükler." Diye mırıldandım.

Hepsi çok küçüktü. Aralarında 5 yaşında olduğunu düşündüğüm çocuklar dahi vardı. O kadar üzülmüştüm ki nasıl şartlarda büyüyorlardı düşünmek dahi istemiyordum. Ne kadar iyi şartlar, imkanlar sağlanıyor olsa da içlerinde ki o kırık ruhlar daima ilk günkü gibi olacaktı.

Annesizlik, babasızlık her yerde yüzlerine vurulacak, hiç bir zaman tam anlamıyla mutlu olamayacaklardı.

Ali,Yunus, Esra ,ben ve ablam poşetteki oyuncakları çocuklara dağıtırken hepsinin başlarına bir öpücük kondurup nasıl olduklarını soruyorduk. Hepsi o kadar saf bir şekilde gülüyor ve o kadar sevinçle bize cevap veriyorlardı ki kalbimin sevinçten burkulduğunu hissetim.

Bütün barbie bebekleri dağıttığımızda pastanın haberini alan çocuklar yemekhaneye koşmaya başladılar. Ablam ile eniştem çocukların peşlerinden giderken Esra ve Yunus'da gülüşerek arkalarından ilerliyorlardı. Elimde son kalan Barbie bebeğe baktım. Fazladan kalmıştı.

Tam dönüp gidecekken oyun salonunun en dip köşesinde pencerenin önünde oturan küçük kız çocuğunu fark ettim.

"Orada bir çocuk mu var yoksa ben mi yanlış görüyorum?" Ali'nin sorusu ile ona döndüm.

Bakışlarıma düşen durgunluk ile başımı salladım. "Evet, yanına gidebilir miyiz?" Diye sorduğumda gülümsedi.

"Yeter ki iste." Dedi.

Gülümsemesine karşılık verdikten sonra yavaş adımlarla kıza doğru ilerlemeye başladık. Kıza yakın olacak şekilde durduğumuzda kız çocuğu hiçbir şekilde bize dönüp bakmamıştı.

O kadar küçüktü ki sanki daha da küçülmek istiyormuş gibi bacaklarını karnına çekmiş kollarını bacaklarına sarmıştı.

Küçüktü. Kollarıma alsam kollarımda kaybolacak kadar küçüktü hemde.

"Merhaba." Dedim yumuşak çıkarmaya çalıştığım sesimle.

Dönmedi. Sanki biz yokmuşuz gibi dışarıyı izlemeye devam etti.

Çaresizce Ali'ye döndüm. "Dışlıyorlar mı acaba? Ondan mı bu kadar üzgün ve arkadaşlarından uzak duruyor? Dışlamıyorlardır değil mi Ali?" Dedim sanki vereceği her cevap bana bir yemin gibi geliyordu.

Hayranlık içeren bakışlarla bana baktığında bir cevap vermesini bekliyordum. "Dışlamıyorlar desem inanır mısın?" Diye sordu.

Dudaklarım büküldü. Bir cevap vermek yerine önüme döndüm.
Bir kez daha konuştum. "Merhaba?"

Ancak sonuç aynıydı. Yanında hiç yokmuşuz gibi bizi umursamıyordu. Hatta bizi görmüyor bile olabilirdi. Sırtı bize dönüktü çünkü.

Son çare istemeye istemeye omzuna dokundum.

Birden arkasına döndüğünde gözlerinde telaşlı bir ifade vardı. Yutkundu ve duvara doğru ilerleyip aramıza mesafe koydu. Ellerine kucağına indirmesini beklerken hırkasının cebinden çıkardığı cihaz görüş alanıma girdi.

O an ağlamak istedim. Ciddi ciddi ağlamak istedim. İşitme cihazını kulağına takarken bakışlarını bir an bile bizden ayırmıyor korkulu gözlerle bize bakıyordu.

Ellerini kulağından çekti ve bu sefer sorgu dolu gözlerle bize bakmaya başladı. Ali'ye döndüğümde yüzündeki merhamet ve şefkatle kız çocuğunu izlediğini gördüm.
Tekrardan kıza döndüğümde bir kez daha "Merhaba" dedim.

Dudaklarını ıslatıp yutkundu. Ürkek bakışlarıyla "Merhaba" diye varla yok arası bir sesle konuştu.

Sesi o kadar güzeldi ki...

Çok kırılgan duruyordu. Öyle böyle değil çok kırılgan duruyordu. Bu hali bana küçük Pınar'ı hatırlattı.

"Adını öğrenebilir miyiz?" Diye nazikçe sordum.

Ali'nin bana baktığını hissetmiş ancak aynı karşılığı ona vermemiştim.

"Ben de sizin adınızı öğreneceksem neden olmasın?" Diye sordu gülümseyerek.

Gülümsemesi kalbimi yumuşattı.

"Tabii ki." Diye karşılık verdim.

"Irmak. Adım bu."

Irmak.

İsimlerimizin anlamlarının benzerliği tatlı bir tesadüftü.

"Benimde adım Pınar." Dedikten sonra Ali'ye döndüm.

"Bende Ali." Dedi. Suratında daha önce hiç karşılaşmadığım bir merhamet sesinde de hiç duymadığım bir yumuşaklık vardı.

Onun bu halleri o kadar hoşuma gitmişti ki karşımda bambaşka bir Ali vardı. Onu birçok kez Kamer'le oynarken izlemiş olsam da aralarında kan bağı dahi olmayan bu kıza gösterdiği tavırın güzelliği kalbime dokundu.

"Neden buradasınız? Çocuğunuz mu olmuyor yoksa?" Dediğinde şaşkınlıkla ona baktım.

Ali'nin de en az benim kadar şaşırdığını hissediyordum.
Yutkunmaya çalıştım. "Bunu nereden çıkardın bakalım?" Diyen Ali ile Küçük kız bakışlarını kaçırdı.

"Buraya genellikle evlat edinmek isteyen aileler gelir. Sizde oldukça gençsiniz. Hem parmağınız da yüzük de var." Deyip işaret parmağı ile yüzüklerimizin olduğu ellerimizi gösterdi.

Gülümsemeden edemedim. "Kaç yaşındasın?" Diye sordum. Konu böylelikle dağılmış oldu.

"Altıyı bitirmek üzereyim." Dediğinde şaşırmamıştım çünkü gerçekten de çok küçük gözüküyordu.

"Ne güzel. Peki ya arkadaşların ile neden oynamıyorsun?" Diye sordu Ali.

Az önceki sorunun şokunu atlatmış olmalıydı ki gülümseyerek kızı izliyordu.

"Onlar benimle oynamak istemiyor. Hem ben oyun oynamayı çok fazla sevmiyorum. O barbie kimin?" Dediğinde bakışları elimde tuttuğum oldukça güzel olan barbie bebeğe kaymıştı.

"Kabul edersen senin."

Bakışları kısıldı. Ali'ye dönüp baktığında ne yapacağını büyük bir merakla bekledim.

"Kimi evlatlık edineceksiniz?" Diye sordu.

Bizim buraya bir çocuğu evlatlık edinmek için geldiğimizi zannediyordu. Neden bu kadar merak ettiğini anlayamamıştım.

"Kimseyi evlatlık edinmeye gelmedik. Sadece sizi ziyaret etmek için buradayız. Pasta da aldık hatta. Sever misin pasta?" Dediğinde kelimelerini özenle seçtiğini fark ettim.

Irmak'ın yüzünde yer edinen hayal kırıklığını anlayamamıştım.

Kollarını göğsünde topladı. Bakışları tekrardan dışarıya çevrildi. "Sevmiyorum pasta. Bebekte istemiyorum." Dediğinde gözlerinin dolduğuna şahit oldum.

Yanına uzanıp oturduğumda temastan hoşlanmayacağını düşündüğüm için ona değmemeye dikkat ettim. Bebeği hemen yanına indirdiğim de kulağındaki cihaz bir anlık gözüme çarptı. Daha sonra bakışlarım Irmak'ın gözlerine çevrildi.

"İyi misin? Yanlış bir şey mi dedik? Seni incitecek bir şey mi söyledik yoksa? Özür dilerim. Özür dileriz." Dedim hızlı hızlı.

"Galiba kötü bir çocuğum." Dediğinde öylece bakakaldım.

"Onu nereden çıkardın?" Diye sordu Ali yüzündeki şaşkınlıkla.

Omuz silkti. "Öyleyim. Duymuyorum diye kimse beni istemiyor. Sürekli düşüyor, bir şeylere yanlışlıkla da olsa zarar veriyorum. Ama onlar öyle değil Melike çok güzel duyuyor, Aysel hiç düşmüyor, defne hiç bir şeye zarar vermiyor. Sorunlu bir çocukmuşum. Öyle diyorlar."Dediğinde sessizce gözyaşları gözlerinden dökülüyordu.

Ağlarken çıtı bile çıkmıyordu. Öyle ki yüzüne bakmayan birisi ağladığını duymazdı bile.

"Hepimizin kusurları var. Mesela ben çok sakarım ve sürekli etrafımda olan şeylere çarpar,onların kırılmasına sebep olurum. Arkadaşlarım duygularına hakim olabiliyorlar. Ama ben olamıyorum. Üzüldüğüm an nerede olursam olayım hemen ağlıyorum. Ben de bu huyumdan çok nefret ediyorum ama biz böyle yaratıldık. Böyle olmamız gerekiyormuş ki biz böyle olduk." Dedim.

Kendi kusurlarımı söyleyip yalnız olmadığını hissettirmek istedim.

Kusur sandıklarımı*

Ali, Irmak'ın hemen yanına otururken "Biliyor musun Irmak? Senin kusur sandıkların aslında seni sen yapanlardır. Ve her insan kusurludur. Önemli olan kusurları ile güzel olmayı becerebilmektir. Ve bunu becerebilen çok nadir insanlar var. Sen o nadir insanlardan birisin. Kusurlarına rağmen çok güzel olan o insanlardan birisin. Ki kaldı ki senin kusur diye saydıkların, kusur diye kabul ettiklerin birçok insanda olan ve gayet de normal olan şeyler. Hem biliyor musun? Aramızda kalsın ben de çok unutkanımdır. Öyle böyle değil her şeyi unuturum. Ama unutkanlığımı kusur olarak görmüyorum.Çünkü o bir kusur değil." Dedi.

Her kelimesi her cümlesi o kadar güzeldi ki Irmak'ın ağlamasını bile durdurmuştu.

"Biliyor musun ben de unutkanım. Yani bazı şeyleri unutuyorum." Dediğinde gülerek ellerini tuttum. Rahatsız olmak yerine ellerime gülümseyerek baktı. "Çok güzelsin. Bunu öylesine söylediğimi zannetme sakın. Gerçekten o kadar güzelsin ki adının berraklığı yüzüne yansımış." Dediğimde büyük bir merakla bana baktı.

"Berrak ne demek?"

Sorusunun masumluğu Ali ile beni gülümsettiğinde bana sorulan sorunun cevabını Ali verdi.

"Doğrusu birçok anlamı var. duru, parlak, pırıl pırıl, temiz. Pınar ablanın dediği gibi adının berraklığı yüzüne yansımış. Sorunlu bir çocuk olduğunu sana kim söyledi bilmiyorum ama sen sorunlu bir çocuk değilsin. Her çocuğun hastalığı olabilir. Hatta her insanın hastalığı olabilir. Hastalıklı olan her insan sorunlu olacak değil ya? Takma olur mu? Sen sorunlu bir çocuk değilsin aksine çok ama çok zeki bir çocuksun. "

Irmak'ın yanakları kızardığında heyecanla Ali'ye döndüm. O da anlamış gibi göz kırptı.

Utanmıştı.

"Sen onlara kulak asma. Onlar yokmuş gibi davran." Dedim sarı saçlarını okşarken.

Heyecanla bana döndü. "Kulak asmamak için ne yapıyorum biliyor musun? Cihazımı çıkarıp cebime koyuyorum. Böylelikle onları duymamış oluyorum. Çok sinirleniyorlar ama yine de gidiyorlar." Dediğinde gözlerimin dolmaması için kendimi zor tuttum.

Dünya küçük bir çocuğun gözünden bakılınca masallar diyarı gibiydi.

Bunu bu gece bir kez daha anlamıştım.

"Aferin güzelime." Deyip başına küçük bir öpücük kondururken Ali ile göz göze geldik. Bakışlarını kaçırdığında hissettiklerini az çok biliyordum.

Bir hayat en fazla bu kadar acımasız olabilirdi.

Bazı insanlar ne kadar mutlu olurlarsa olsunlar dünyanın bir yerlerinde annesiz, babasız,kimsesiz büyüyen çocuklar daima var olmaya devam edeceklerdi.

Kimse buna engel olamayacaktı.

Kimsesiz biri öldüğünde aslında kimsesiz biri de doğuyordu.

Birinin kabus gibi olan hayatı son bulurken diğerinin ise kabusu daha yeni başlamış oluyordu.

Biz ne kadar görmemezlikten gelsek de böyle çocuklar vardı. Bu şekilde büyüyen gençler, yetişkinler vardı.

Evet buna engel olamazdık, son veremezdik. Ancak yine de hayatlarına dokunabilirdik. Kabus gibi olan hayatlarına bir çiçek gibi açabilirdik. Hiç yoktansa yalnız olmadıklarını hissettirebilirdik.

Irmak gibi bir sürü çocuk vardı. Düşünmek istemiyordum ama Irmak'ın halinden daha kötü olan birçok çocuk vardı. O çocukların hayata tutunmaları o kadar zor oluyordu ki ne yaslanabilecekleri bir dağ ne de tutunabilecekleri bir dal oluyordu hayatlarında.

Düştüklerinde kendi kendilerine kalkmaları gerekiyordu çünkü kimseleri yoktu.

Ağladıklarında kendi gözyaşlarını kendileri silmeleri gerekiyordu çünkü kimseleri yoktu.

Irmak'da öyleydi. Kim bilir kaç gece yatağında sessizce ağlamış kimsenin ruhu duymamıştı.

Evet babanız varken babasız gibi hissetmek çok zordu. Ancak ailenizin hiç olmaması... O işte tarif dâhi edilemeyecek bir acıydı.

O gün Irmak, bebeği kabul etmiş Ali'nin onun için getirdiği pasta tabağında ki iki çeşit pastayı yemişti.

Daha sonra ise kollarımda uyuya kalmıştı.

Ali, yatakhanenin yerini ve Irmak'ın yattığı yatağın numarasını öğrendikten sonra birlikte Irmak'ı yatağına yatırmış dakikalarca onu izlemiştik.

"Hayatı mahvolmuş bir çocuğu kurtarmak yerine böyle bir dünyaya bir çocuk daha getirmek ne kadar mantıklı bilmiyorum." demiştim.

Elbette ki insan kendi çocuğunu sevmek isterdi. Kendi çocuğunu büyütmek isterdi. Ancak hayatı mahvolmuş bir çocuğu da evlat edinmek bu kadar zor olmamalıydı. Bir can kurtarmak kadar ne güzel olabilirdi ki bu adaletsiz dünyada?

Ali asla dediklerime ters bir şey dememiş aksine beni destekleyen bir gülümseme sunmuştu.

"Kalbinin güzelliği yüzüne vurmuş. Senin o hassas,temiz kalbinden ne kadar öpersem öpeyim doyamam herhalde."

(...)

Gecenin ilerleyen saatlerinde eve dönmek için arabalara binmiş yola çıkmıştık.

Irmak'ı ilk görüşüm olmuş olabilirdi ancak son görüşüm olmayacağı kesindi.

İçimden bir ses onun hayatımızda çok büyük bir yeri olacağını fısıldıyordu.

Öyle olsun istedim.

Çok kısa bir sürede ona bu denli bağlanmış olmam diğer çocuklardan farklı olmasından kaynaklıydı.

Onu ilk gördüğümde zaten tanıyormuşum gibi hissetmiştim. O ürkek bakışları, ağlamak için hazırda duran göz pınarları bana küçük Pınar'ı hatırlatmıştı.

Arabada ki sessizlik Ali'nin radyoyu açması ile son buldu. Oldukça kısık olan müziği ilk defa duyduğumu hissettim.

"Ömür boyu unutamayacağım bir gün yaşattın bana. Galiba ne kadar teşekkür etsem az. Galiba değil gerçekten de ne kadar teşekkür etsem az. O kadar güzel bir gündü ki hayal gibi geliyor hâlâ." Dedim.

Ömrümde ilk defa doğum günümü kutlamıştım.

Bugünün her ânı özeldi ancak çocuk esirgeme kurumuna gitmemiz ve Irmak ile yolumuzun kesişmesi kaderin bize olan oyunu muydu yoksa tesadüfü müydü tartışılırdı.

"Hayal değil, gerçek. Galiba ben de ne kadar Allah'a şükür edersem edeyim az. Galiba değil ne kadar şükür edersem edeyim az. Seni bana nasip etti çünkü." Deyip yolda olan bakışlarını kısa bir an bana çevirdi.

"Gözlerini çok seviyorum. Ama sürekli böyle dolu dolu olmaları canımı sıkmıyor değil."

Bakışlarımdaki hayranlığı gizlemeden ona bakıyordum. Hayran olunabilecek bir adamdı. Her kelimesini her cümlesini o kadar dikkatli seçiyordu ki insanın kalbine dokunuyordu.

"Mutluluktan doldular bugün." Diye mırıldandım.

Ağzının içerisinde cıkladı. "Mutluluktan dahi olsa dolmalarını istemiyorum. Daima parlasın gözlerin. Kalbin gibi. Daima gülümse, daima neşeli ol, kendin için değilse bile benim için yap çünkü senin mutluluğunla mutlu olan, senin üzüntünle üzülen bir adam var karşında." Dedi mest olduğum o sesiyle.

"Senin de karşında öyle bir kadın var."

"O kadının uğruna ölmeye hazırım." Dedi iç çekerek.

"Ölme. " Diye fısıldadım. "Herkes biri için ölebilir. Sen benim için yaşa. İşte o zaman seviyorum demesen de olur."

Gülümsedi. "Yaşarım. Senin için,senin uğruna her daim."

Dakikalar sonra evin önünde durduğumuzda Yunus'un daha gelmemiş olduğunu gördüm.

Emniyet kemerimi açarken Ali'ye dönüp gülümsedim. "İyi gecelerin olsun." Dedim.

"İyi gecelerin olsun." Dedi benim gibi. Arabadan inerken kapıyı kapatmadan hemen önce bana seslenince tekrardan ona dönmek zorunda kaldım. "Pınar."

"Efendim?"

"Hediyen odanda seni bekliyor." Dediğinde öylece ona baktım.

"Hediye mi?" Dedim anlamayarak.

Başını salladı. "Evet."

Heyecanla gülümserken "Ne ki?" Diye sordum.

"Bilmem." Dedi omuz silktiği sırada.

"Yaa tutma o halde beni. Görüşürüz. " Deyip el sallayarak kapıyı kapattım. En son gördüğüm şey; gülerek başını iki yana sallamasıydı. Koşar adım bahçeye giderken saniyeler sonra Ali'nin gittiğine dair motor sesini duydum.

Kapıya yaklaştığım sırada adımlarım sekteye uğradı. Çünkü kapının hemen önünde yerde duran simsiyah bir kutu vardı.

REKLAMLARDAN SONRA BURADAYIZ EFENDİM.

OY VERMEYENLER VEREBİLİRLER Mİİİİİ?

BÖLÜM?

Acaba siyah kutunun içerisinde ne varrrrr?

Sizce kim gönderdi???

Dini nikah yolda- Şşşşş...

Şimdilik bu kadar. Sınırı yavaş geçin lütfen jamxkwkkx bölüm yazmaktan yoruldum.

Diğer bölüm ithaf yapacağım. Beni Wattpad'dan takip etmeyi unutmayınnnn.

Wattpad: Rulisinzruli_

Instagram: Rulinzils_

Hoşçakalınnnnnn

Continue Reading

You'll Also Like

184K 876 6
!!! KİTAPTA BOLCA SMUT BULUNUR !!!
198K 11.4K 67
Karanlık bi boşlukta gibi hisseden Derinin o dipsiz boşluktaki tek ışığının farkına varış ve ona tutnmaya çalışması... ❗KİTAP FİNALDEN SONRA DÜZNELEN...
7.8M 394K 77
Bordo Bereli cesur bir askerin ve başarılı bir doktorun hikâyesi... ''Halide sana deli gibi aşık!'' En yakın arkadaşım, sevdiğim adama sırrımızı söy...
16.6K 852 41
🌙" Asla karanlık tarafın peşini bırakmaz. Derinde var olan acıların; Onlar asla bırakmaz." ⛓Hayatını koca bir karanlıktan ve umutsuzluktan başka bi...