AŞK-I MAVERA

By sevincrami

1.4M 86.3K 41.3K

UYARI: hikayede 18+ sahneler, kan, vahşet ve birçok rahatsız edici öğe olacaktır. Rahatsız olanlar uyarı bıra... More

MAVERA | TANITIM
MAVERA | GİRİŞ
MAVERA | 1
MAVERA | 2
MAVERA | 3
MAVERA | 4
MAVERA | 5
MAVERA | 6
MAVERA | 7
MAVERA | 8
MAVERA | 9
MAVERA | 10
‼️DUYURU‼️
MAVERA | 11
MAVERA |12
MAVERA | 13
MAVERA | 14
MAVERA | 15
MAVERA | 16
KORHAN&ALİN ÖZEL BÖLÜM
MAVERA | 17
MAVERA | 18
MAVERA | 19
AÇIKLAMA‼️
MAVERA | 20
MAVERA | 21
ÇOK ÖNEMLİ
MAVERA | 22
MAVERA | 24 / 1.KİTABIN FİNALİ
MAVERA | 2.KİTAP TANITIMI
MAVERA | 25
MAVERA| 26.BÖLÜM ALINTI
MAVERA | 26
MAVERA | 27
MAVERA | 28
MAVERA | 29
MAVERA | 30
MAVERA | 31
MAVERA | 32

MAVERA | 23

38.5K 2.5K 2K
By sevincrami

Bu kitapta geçen isimler, yerler ve kurumlar tamamen hayal ürünüdür. Kitap tamamen kurgudan ibaretdir. Tüm hakları tarafımdan korunuyor. Kitapta, diğer kitaplardan alıntı,çalıntı yoktur!

Kitapta geçen örgüt, tim, üs isimleri tamamen benim uydurmamdır. Yaşanan olayların gerçeklik ile alakası yoktur. Hikayenin geçtiği ve geçeceği yerler hayal dünyama ve gerçek dünyaya uygun lanse edilecek, buna dikkat edin. Eğer her hangi bir örgüt veya Üs isimleri ile burada gördüğünüz isimler aynı olursa, bu tamamen tesadüftür

Bölüme başlamadan önce yıldıza basar mısınız? Ve rica ediyorum,satır arası yorumlarda fikirlerinizi belirtin. Sizinle sohbet etmek çok güzel çünkü...


OY SINIRI: 1400
YORUM SINIRI: 1000 (sırf yorum sınırı geçsin diye tek harf ve rakam atan kişileri engelleyeceğim)

Başka kitaplardan bahsetmeyin!

23.MAVERA | HER ŞEYE RAĞMEN

💂🦋


İçimde bir yerlerde ağlayan küçük kız çocuğu var. Ateşler içerisinde kalan, canlı canlı yakılan, ölmek için yalvaran küçük kız çocuğu var. O çocuk masumdu, en azından yıllarca öyle olması için savaştım. Kalbimde ve gözlerimde kin olsa bile, o çocuğa bunu asla bulaştırmadım. Küçük İzem asla Leyla gibi birisi olmadı.

Dertler vardır şehirlere sığmaz; öyle bir şeydi benim insanlara olan bu nefretim. Dünya bana öyle bir dert verdi ki, gerçek bir Leyla oldum. Delirdim. Aklımı kaybettim. İşlenen tüm suçları gördüm ve nefret ettim insanlara. Kaçtım; kaçmaya çalıştım. Aldım başımı geldim cehennemime. Ben ilk kez bu cehennemde nefes aldım. Ben ilk kez hayatı ve yaşamayı sevdim. Ben ilk kez, avuç içimdeki o izi sevdim.

Bana acılarımı sevdiren adam beni sevemedi mi yani?

Onu arkamda bırakıp eve gittiğimde kendimi odaya kapattım. Saatlerce çıkmadım oradan; sustum ve konuşmadım. Aklım öyle karışıktı ki hiçbir şeyi anlayamıyordum. Karam'ın bana aşkla bakıp ama bunu asla itiraf etmemesini anlayamıyordum.

Altında bir nedeni vardı, evet ve ben bunu anlıyordum. İşin ucu babama dokunuyordu, bunu da biliyordum fakat o hiçbir şey bilmiyordu. Ne olursa olsun onu bırakmayacağımı, sonu ölüm bile olsa onunla savaşacağımı bilmiyordu.

Belki de bunu biliyordu ve bunun için susuyordu. Bu savaşın sonu ölümdü, ölmeni istemiyordu.

Saatlerce çıkmadım odadan, taki Alin'in gelmesi ve karargaha gitmemiz gerektiğini söylemesine kadar.

Ani bir karar vererek İvan'ın sorgusunun nasıl gittiğine bakmamı istemişlerdi. Şu an bizim de sorguda olduğumuzu düşündükleri için bazı mâlumatları öğrenmeli ve açık vermemeliydik. Bununla yanaşı bildiklerimi de anlatmam lazımdı.

Bu yüzden de üzerimi değiştirip hiçbir şeyi sorgulamadan direkt arabaya binmiştim. Evden ve yatağımdan her ne kadar uzaklaşmak istemesem de bunu yapmam gerekiyordu.

Geldiğimiz ve karargah denilen yer çok değişikti. Yerin üç kat altında bir dünya kurulmuştu resmen. Türkiye'de olan teşkilatın gizli karargahından farklıydı. İnsanlar buradan çıkamıyorlardı, hatta bazıları ölüydü; babam gibi.

"Garip," diye mırıldandım. Yanında yüreyen Karam benim aksime etrafa garip bakışlarla bakmıyordu. "Bunlar şimdi ölü mü?"

Başını salladı sadece. Saatlerdir o da tek kelime etmemişti. Hissiz birisi gibi öylece bakıyordu, tepki vermiyordu hiçbir şeye.

İleri gittiğimi düşündüm bir anlık. Onun çaresiz olduğunu bilerek ona ağır konuştum. Belki de benden istediği zamanı ona vermem gerekiyordu. Belki de bizim gerçekten zamana ihtiyacımız vardı.

Pişmanlığım ve gururum savaştı bu kez de; ama yine de kalbim galip geldi. Her ne olursa olsun onu sevdiğimi unutamazdım. Her ne olursa olsun yanında olmam lazımdı. Evet, ona sırtımı dönüp de bu savaşta tek başına bırakamazdım onu.

"O seni bıraktı!" Diye bağırdı zihnim. "Sana sevdiğini söylese de savaşabilirdiniz, aklını başına topla!"

"Dinleme onu!" Dedi kalbim. "O seni seviyor, gözleri bile bunu haykırıyorken ona nasıl beni sevmiyorsun diyebilirsin? Sen bu değilsin, Leyla. Sen akıllı kadınsın, sen zaten sevgisizliğe alışan kadınsın. Bizi seven tek kişi kaldı, onu da kaybetmeyelim. Bizim için savaşan adamı bırakma..."

Ben kalbim ve aklım arasında bir seçim yapamadan Karam'ın koluma dokunması ile irkildim. "N'oldu?" Dedim korkuyla.

Gözleri yüzümde dolaştı. Asıl korkan taraf o'ydu. "İyi misin? Bir şey mi oldu?"

Gözlerine baktım. Kalbimin sesini dinledim ve onun gözüyle baktım. Gözlerinde bir sevgi vardı ve bununla beraber korku da vardı. Çaresizdi ve ona çare olmama izin vermiyordu.

Dudaklarımı araladım. "Karam,"

Ben sözümü tamamlamadan bir adamın, "geçebilirsiniz efendim." Demesi ile sustum.

Karam gözlerini gözlerimden ayırmadı. Umutla bana bakarken o adamı önemsemedi. "Söyle," başını salladı. "Söyle nar çiçeği."

Gözlerinde parlayan umut ışığı kalbimi ısıtıyordu. Her hikayede cesur kadın ve korkak erkek olurdu, bizim hikayemizde ikimiz de korkaktık aslında. Biz aslında gerçekten de bu lanetli kadere mahkum olan maveralardık.

Başımı iki yana salladım, gözlerinden çektim gözümü. "Yok bir şey," ondan uzaklaştım ve kapıya taraf gittim. "İnsanları daha fazla bekletmeyelim."

Ben, benim için açılan kapıdan içeriye geçerken, aslında ondan kaçtığımı anlamıştı. Ona yine kanacak, yenilecektim; bunu anlamıştı.

Açılan kapıdan içeriye geçtim, Karam'ın da geçmesi ile beraber kapı kapandı ve odada olan iki kişinin de bakışları bizi buldu. Hayır, birisinin gözleri direkt beni buldu.

Gözlerim, karşımda duran kadının gerçekçiliğini sorgulayamadı. Zihnimde sayısızca cümle dolanıp durdu.

"Sadece bir köy kızına göre fazla güçlüsün. Teröristlere kafa tutuyorsun."

"Sen de yapıyorsun."

"Ama senin gibi değilim." Dedim. "Ben işkence sırasında sussam da, sonradan ağlıyorum. Ama senin ağladığını görmedim. Canın hiç mi yanmıyor?"

Nefesim kesildi, dudaklarım aralandı. "Sen," cümlemi tamamlayamadım.

Küçük ama emin adımlar ile yanıma geldi. Baştan aşağıya siyah giyinen, siyah ve düz saçları omuzundan olan, simsiyah gözleri olan kadın karşımda durduğunda bana gülümsedi. Tıpkı yıllar önce o harabede yaptığı gibi gülümsedi. Elini uzattı bana. "Seni yıllar sonra güçlü bir kadın gibi karşımda görmek çok güzel, Leyla."

Önce Karam'a baktım. Hiç de şaşkın durmuyordu ve aslında Selin'in burada olacağını biliyordu. Taylan da aynı şekilde bizim tanıştığımızı biliyor gibiydi. Ve ben şu an o kadar şaşkındım ki, Taylan'ın burada olmasını bile sorgulamadım.

Tıpkı yaptığım şeyi sorgulamadığım gibi...

Onun bana uzattığı elini tutmadım. Kollarımı açtığımda hiç düşünmeden boynuna doladım ve onu kendime çekerek sarıldım. Bunu o da beklemiyordu ki, şaşırdı. Fakat beni bekletmeden ellerini belime koyarak aynı şekilde bana karşılık verdi.

"Selin," sesim şaşkınlık doluydu.

Güldü. "Sakin ol cesur kız, boğacaksın beni."

Daha sıkı sarıldım. "İnanamıyorum, gerçekten inanamıyorum."

"Beni özlemiş gibisin." Sesinde alay vardı.

"Çok özledim." Sesim titredi. "Seni de, Ali'yi de çok özledim. Hiç... Hiç unutmadım sizi."

Bedeninin kasıldığını hissettim. "Geçti." Dediğinde aslında o an yaşadığımız acının hiçbir zaman geçmeyeceğini ikimiz de biliyorduk.

Ondan ayrılıp gözyaşımı sildim. "Çok değişmişsin." Kilo almıştı ve doğruyu söylemem gerekirse bir kadına göre fazla kalıplıydı. Erkek gibi kadın derler ya, öyle.

"Sen hiç değişmemişsin," kaşları ile arkamı işaret etti. "Değişen tek şey soy adın."

Titrek nefes aldım. "Türker oldum ben." Kendimi tutamadan gülümsedim. Bu benim için gururdu; asker karısı olmak gururdu.

"Evliliğe pek hevesliymişsin." Dedi göz kırpıp. "Tüm teşkilat senin kocacı olduğunu konuşuyor." Küçük kahkaha attım. "Hep güzel gülüyordun ama aşık olmak sana yaramış." Dediğinde gülüşlerim durdu. Karam'ın nefesini tuttuğunu anlayıp yutkundum.

"Biz görev için-"

"Ve yalan söylemek sana hiç yakışmıyor." Lafı ağzıma tıkayıp kulağıma eğildi. "Bunu ona söylemedin mi?" Başımı iki yana salladı. "O da daha bir itirafta bulunmadı." Dediğinde bundan emindi.

Başımı uzaklaştırıp gözlerine baktım. "Bir şey biliyorsun." Ve ben de bundan emindim.

İnkar etmedi. "Biliyorum."

Yutkundum. "Nedeni babam mı? Benden babam yüzünden mi uzak duruyor?" Sesim kısıktı.

Dudaklarını ıslattığında, botunun burnunu iki kez yere vurdu. "Hayır," dedi düşünmeden. Şaşkınlıkla  başımı kaldırıp Karam'a baktım. Pencereden sorgu odasına bakıyordu. Ben, babamdan korktuğu için benden kaçtığını düşünürken bunun altında başka neden mi vardı?

"Bilmek istiyorum," dedim şaşkınlığımı üzerimden atamadan. "Nedeni her neyse artık bilmek istiyorum."

"Bunu sana ben söyleyemem." Dedi net bir dilde. "Ama bil ki Leyla, o sana zarar gelmemesi için savaşıyor."

Yorgun gözlerle ona baktım. "Ben de onunla birlikte savaşırım ki." Tek bir kelimesine muhtaçtım sadece. İstediğim şey sadece sevildiğimi bilmekti.

Dudaklarını birbirine bastırıp başını iki yana salladı. "Bu savaşa seni korumak için giren adam seni kendi elleri ile ateşe atmaz."

Çenem titredi. Karam'a sormaya korktuğum o soruyu sordum. "Beni seviyor mu?" Bunu bilmeye ihtiyacım vardı. En azından birisinden duymaya ihitiyacım vardı.

Yüzünde muhteşem bir gülümseme yarandı. "Ayakları altına serilen bir dünya varken, seni dünyası yapacak kadar çok seviyor."

İşte bu kadardı. Benim çaresizliğim bir sevgiye muhtaçken aradığım umuda sıkıca tutunacağım kadardı.

"Onu zorlama." Elini koluma koydu. "Eğer bu savaşta onun yanında olmak istiyorsan bunu ona belli et. O şu an çok çaresiz, Leyla. Ona zaman ver, yanında olduğunu hissederse eğer, her şeye rağmen bu savaşta senin için yaşamayı başarır."

Yutkundum korkuyla. "Ona bir şey olur mu?" Karam sanki ona baktığımı anlamış gibi başını kaldırıp bana baktığında, aslında beni ne kadar çok özlediğini anladım. Gözlerime baktı ve iç çekti.

"Sevgi yaşatır, Leyla." Dedi Selin. "Onu yaşat; tıpkı onun seni yaşatmaya çalıştığı gibi. Tek gülümsemen bile yeter ona uğruna dünyaları yaktırmaya."

Dünyaları yaksın diye değil, dünyamızı kursun diye gülümsedim ona. Yaşasın diye gülümsedim. Ona gülümsediğimi anladı mı bilmiyorum ama gözleri dudaklarıma takılı kaldı ve kendi dudakları da ondan bağımsızca iki yana kıvrıldı.

"Umarım ben onu yaşatırken o beni öldürmez, çünkü sevginin gücü bazen yaşatmaya yetmez..."

Selin benden uzaklaştı ve ellerini birbirine çarptı. "Evet gençler, birbirinize aşık aşık bakmanız bittiyse işimize geçelim."

Yüzümdeki gülümseme daha da büyüdü çünkü Karam 'aşık' kelimesini duyduğu an başını hafif aşağı eğmiş ve dudağını ısırmıştı. Gözüme o kadar farklı gözüktü ki, o an ona sarılmak istedim. Ben artık bu savaşta ikimizin de kalbinin kazanmasını istiyordum.

"Sen de bana öyle bakabilirsin." Dedi Taylan.

Ben onların yanına giderken, Selin ona ters bakış attı. "Benin en yumuşak bakışım bu."

"Kıdemli Yüzbaşı Defne Aksel'den de bu beklenirdi zaten."

"Bir dakika, ismin Defne mi?" Buna neden bu kadar şaşırdım bilmiyorum ama Defne ismi bana yabancıydı. Yıllardır onu Selin olarak anmıştım ben ve şimdi garip hissediyordum.

"Nasılsın Leyla İzem?"

Taylan'a baktım. "Bunu benim sana sormam lazım; yediğin dayaklardan sonra nasılsın?" Ben onunla alay ederek güldüğümde, Karam da güldü. O an onun neden güldüğünü zaten anlamıştım. O gün yaşadıklarımızı hatırlamıştı...

Yüzünü buruşturdu. "Kabul ediyorum, iyi dövüşüyorsun. Hatta bir an eğitimli askerlerimle dövüştüğümü sandım." Böyle konuşması gururumu okşuyordu fakat bu dövüşü neden öğrendiğimi hatırlamak canımı yakıyordu. "Galiba sinirlenince ya da canın sıkılınca birilerini dövüyorsun, o yüzden bu alışkanlığın."

Bu kez yüzünü buruşturan taraf bendim. Bunu sadece eğitimden eğitime yapardım, bazen de spor salonunda kum torbası yumruklardım. Hiçbir zaman sinirlenince ya da canım sıkılınca birisini dövmedim. Resim çizerdim ben. Hatta Şırnak'tayken ben eve geldiğimde resim çizerken, Zeynep de piyano çalardı telefonundan. Evimiz o kadar da büyük değildi ve Zeynep'in gerçek aşkı olan piyanoyu alamamıştık. O da bu yüzden telefona indirdiği uygulamadan yapardı bunu. İki kardeş baş başa verip sakinleştirirdik kendimizi.

"Çok konuştunuz," beklenmediğim bir anda Karam'ın sesini duyup ona baktım. Yüzünde gülünseme falan yoktu. Aksine, gözlerinde bir ateş vardı, hedefi de Taylan'dı. Taylan'ın benimle samimi olmasını kıskandığını belli ediyordu. Bu Selinle konuşmadan önce sinirlenmeme neden olabilirdi ama şu an bir şey yapmayacaktım.

Ona karşı fazla tepki verdiğimi düşünmüyordum. Sabah olanlar için asla pişman değildim. Ona hisslerimi açıkça belli ediyorsam ben, ondan da bir şeyler beklediğimi bilmesi lazımdı. Ne olursa olsun yanında olduğumu ve onunla savaşacağımı  bilmesi lazımdı.

Selin'in dediklerini düşündüm; Karam'ın korkusu benim onunla savaşmamdı, çünkü eğer savaşırsam beni kaybedeceğini düşünüyordu. Beni kaybetmek istemiyorken bile bize zarar veriyordu. Belki beni yaşatıyordu ama kendisini öldürüyordu.

Yapmam gereken tek şey vardı; yaşamak. Karam'ın yanında olmak ve yaşamak. Çünkü yaptığı her şey benim içindi; bizim içindi.

Onu anladığımı ona belli etmem lazımdı; bunu bin kere yapmama rağmen tekrar yapmam lazımdı. Ve artık onun da bunu belli etmesi lazımdı. Beni sevmediğini veya sevdiğini söylemesini istemiyordum artık. Çünkü biliyordum, Karam bana aşıktı ve istediğim tek şey bana bunu neden itiraf edemeyeceğini söylemesiydi. O sırrı söylemese bile ortada bir şeylerin olduğunu bana söylemesini istiyordum.  Bana tutunacak, onu bekleyecek umut vermesi lazımdı...

"Lan seni sikerim!" Aniden etrafa yayılan sesle yerimden zıpladım adeta. Ses öyle yüksek çıkmıştı ki, korkmamak elde değildi.

"Sesinin ayarını sikeyim, Akın." Dedi Karam dişini birbirine sıkıp.

Sorgu odasına baktığımda, Akın'ı gördüm. İvan'ı yumrukluyordu ve duracak gibi de değildi. "Öldürecek!" Dedim elinle onu gösterip.

Yüzünü buruşturdu Selin. "Biliyoruz."

"E o zaman durdursanıza?"

"Aklımızı kaçırmadık çok şükür." Dedi Taylan. "Onu durdurursak bizi de öldürür."

Şaşkınlıkla baktım onlara. "O adam bize canlı lazım!"

Selin elini boş ver der gibi salladı. "Zaten konuşmuyor."

Başımı iki yana salladım ve Karam'a baktım. "İçeriye girebilir miyim?"

Onunla konuşmam; dahası, sakin konuşmam onu şaşırttı. "Girebilirsin," dedi ve devam etti. "İstediğini yapabilirsin."

Gülümsedim ve beklemeden odanın kapısını açıp ardımdan da kapattım. Akın, İvan'a yeniden yumruk vuracakken, "Akın," dedim.

Yumruk yaptığı eli havada kaldı ve omuzunun üzerinden bana baktı. Fakat bakışları öyle korkutucuydu ki, Selin'lerin haklı olduğunu düşündüm. Gerçekten de onu durduranı öldürecek kadar sinirliydi. "Ne?" Dedi, devam etmemi bekliyordu.

"Adamı öldüreceksin."

Başını iki yana salladı. "Yani?"

Ona gözlerimi devirdim va yanına gittim. "Bu kadar konuşmak yeter, başımı ağrıttın." Dedim alayla. İvan'a baktığımda yüzümü buruşturdum. "Burnunu kırmışsın."

"Sen gelmeseydin acısı falan kalmayacaktı." Yakasını bir çöp atıyormuş gibi hırsla bıraktı ve geriye çekilip ellerini temizledi.

"Durum ne?" Diye sordum.

"Konuşmuyor pezevenk!"

"Ben denesem?" Dediğimde bana baktı ve alayla güldü.

"Olmaz."

Kaşlarımı çattım hemen. "O nedenmiş?"

"Çünkü konuşturacağını biliyorum."

"E o zaman sorun  ne?" Ellerimi iki yana açtım.

Başını çevirip odada olan pencereye baktı. Diğer oda gözükmese de Karam'ların orada olduğunu biliyordu. "Allah sabır versin, Avcı." Dedi ve sandalyesini duvarın dibine çekip oturdu. Bacaklarını iki yana açtı, ellerini de bacakları arasından sarkıttı. Bir patron edası ile konuşmaya başladı. "Yap ne yapacaksan."

"Kaba herif!" Dedim sinirle.

Kınayıcı bir şekilde dilini damağına vurup üç kere cık'ladı. "Ben sana deli diyor muyum?"

Gözlerimi açıp sinirle ona baktım. "Hele bir de, mahvederim seni!'

Ellerini havaya kaldırdı. "Sana bulaşmam, babana yaptığından sonra hiç yapmam."

Sırıttım. "Aferin," arkamı ona döndüm. "Hep böyle akıllı ol kocamın arkadaşı."

"Akın demen yeterli."

"Tamam, Akif." İvan'ın yüzünü kontrol etmek için elimle çenesinden tuttum ve yüzünü yana çevirdim.

"Akın!"

"Anıl, bunu nasıl ayıltacağız biz?" Çünkü İvan dayak yemekten bayılmıştı.

"Akın!" Dedi dişini birbirine sıkıp.

"Yüzüne su çarpsak uyanır mı, Asım?" Dedim sanki onu duymuyormuşum gibi.

"Ulan manyak," sandalyesinden ayağa kalktığında sırıtmak istedim ama yapmadım. Yanıma geldi, çok hafif sesini yükseltti. "Akın! Benim adım Akın!"

Bedenimi ona döndürdüm ve şaşkınlıkla baktım. Oysa ki içimden kahkaha atıyordum. "Neden bağırıyorsun, Atıf?"

"Atıfı sikeyim!" Bu kez cidden bağırmıştı.

Kaşlarımı kaldırdım. "Gay misin?" Bana şaşkınlıkla baktı; ağzı ile beraber gözleri de kocaman açıldı. Kapı açıldığında benim bakışlarım içeriye giren Karam'a kayarken, Akın hâlâ şaşkındı. "Karam," kapıyı kapattı. "Azer gay'miş."

Karam yanıma geldiğinde yalancı şaşkınlıkla baktı bana. "Öyle mi?" Kaşını kaldırdı. "O zaman benim ondan uzak durmam lazım, di mi karıcım?"

Başımı salladım  ve Karam'ı kolundan çekip uzaklaştırdım Akın'dan. "Bence de, bak bunun gözü göz değil."

Başını salladı. "Haklısın karım."

Akın kendisine geldiğinde, "siktir git lan!" Diye kükredi Karam'a. "Karı koca ikiniz de delirmişsiniz. Kafayı yemişsiniz!"

Kendimi tutamadım ve kahkaha attım. "Şaka yapıyorum Amir ya."

"Leyla!" Dedi uyaran sesle.

"Tamam Akın, şaka yaptım." Bugünlük bu kadar şaka yeterliydi bence.

"Ben gidiyorum." Elini havada savurdu ve arkasını döndü bana. "Sen zaten bu çeneyle İvan'ı öldürürsün."

"Sikerim lan seni!" Diye bağırdı Karam onun arkasından.

"Neden?" Dedim ve gözümü kıstım. "Sen de mi gay'sin?" Bunu beklemediği için gözlerini kırpıştırdı. Omuz silktim. "Neyse, bana ne ki bundan?" Diyip İvan'ın yanına gittim. Yerinde kıpırdandığında, "uyanıyor galiba." Dedim Karam'a.

Karam geldi ve beklemediğim bir anda beni kenara çekip, direkt yumruğunu İvan'ın yüzüne geçirdi. İvan acıyla bağırdığında, "şimdi uyandı." Diyip yerine geçmem için eliyle orayı gösterdi.

"Ali'si deli, Veli'si deli, bunların hepsi deli." Anneannem anneme hep bu deyimi derdi ve ben de şu an yerine uyduğu için kendimi tutamayıp söylemiştim.

"Ali kim?" Diye sordu Karam. "Veli kim?"

Derin ve bıkkın nefes aldım. "Yersiz kıskançlıklar can sıkar yüzbaşı, canımı sıkma."

"Soru sordum sadece." Dedi huysuz sesle.

"Sorma, yüzbaşı, sen mümkünse soru sorma çünkü sorduğum her soruyu yanıtsız bırakıyorsun." Onun konuşmasına izin vermedim; zaten kendisi de konuşmak istemiyordu. Kalçamı masaya yasladığımda, elimi de bacağıma koydum. İvan gözünü açtığında direkt benimle göz göze geldi ve yutkundu. "Sonunda uyandın." Dedim bıkkın sesle. "Feriha gibi bir bayıldın mı, bir daha ayılmıyorsun sen de."

Dediği ilk şey, "yanlış yapıyorsun." Oldu.

Omuz silktim. "Bana göre doğruysa bu, başkası umurumda değil. Hem daha bir şey yapmadım ki?"

"Beni bulacaklar. Beni bulduklarında-"

"Beni yaşatmayacaklar." Diye tamamladım cümlesini. "Oradan bakınca yaşamaya meraklı birisine mi benziyorum ben?" Kendim yanıtladım sorumu. "Hayır, yaşamak zerre umurumda değil. Çünkü zaten ben yıllar önce öldüm. Siz beni öldürdünüz ve zaten ölü olan birisini ölümle korkutamazsın."

"Ben bir şey yapmadım!" Diye savunmaya geçti hemen.

Başımı salladım usulca. "Sen değil, siz yaptınız."

"Benim haberim bile yoktu, seni iki kez gördüm sadece!"

"Ve bu yetti arkamdan iş çevirmenize." Dudak büktüm vay be der gibi. "Plan kimindi? İsim ver bana, bu kadar kusursuz bir planı kim, nasıl yaptı bilmek ve tanımak istiyorum. Doğruyu söyle," güldüm. "Kaça sattın kendini?" Cevap vermedi. "Karam,"

Ve hemen yanıtladı beni. "Emret, nar çiçeği." Emretmek değil, sadece rica ederdim ben bundan sonra.

Çenemle karşımdaki şerefsizi gösterdim. "Sence bunu öldürmeli miyim?" Rengi beyazladı ve hemen Karam'a baktı.

"Sence buna izin verir miyim?" İvan yutkundu. "Elini bir şerefsizin kanıyla kirletmene izin vermem. Bunu ben yaparım, sen iste yeter ki."

Ona bakmak ve gülümsemek istesem de İvan'a nefretle bakmaya devam ettim. "Peki ya sence kalbinden mi vurulmalı yoksa tam şakağından mı?"

Karam seslice yuktunde ve yumruğunu sıktı. "Şakağından. Sağ taraftan."

Bedenim buz kesti. Benim şakağımda, sağ tarafta yanık izi vardı ve Karam o izi her gece sabaha kadar öpüyordu. Bunu ben uyuduktan sonra yapsa da çoğu zaman, hissediyordum. Uyurken saçlarımı sevdiğini, bana gülümsediğini, avuş içimdeki kesik izinde parmağını dolaştırdığını ve kendisinin asla uyumadığını biliyordum.

"Beni," dedim İvan'a. Sesim kısık da olsa, nefret doluydu. "Diri diri yaktınız siz."

Başını iki yana salladı. "Benim haberim yoktu, hiçbir şeyi bilmiyordum. Daha üç yıl önce katıldım ben bu örgüte. Ablamın getir götür işlerini yapıyorum, onlar için önemli birisi değilim ben!" Ve kendisi de farkında olmadan göt korkusundan her şeyi bana anlatıyordu. Bu yüzden de hiçbir şeyi bozmadan devam ettim.

"Sana neden inanayım?" Tek kaşım havalandı. "Sen de onlardan birisin, belki de tüm işlerin başında sen varsın."

"Ablam," dedi ve hemen de devam etti. "Ablamın bu örgüt. Kadınlara iş teklifiyle gidip sonrasında siteye koyuyor onları. Para veriyor önce, kandırıyor. Bir müddet sonra da borçlarını ödemelerini istiyor, onlar da yapamayınca hepsini yurtdışı adıyla Rusya ve Azerbaycan'a getirip siteye koyuyor."

"Kadınları kimse aramıyor mu?" Diye sordu Karam.

"Sence ailesi olan ya da birileri tarafından önemsenen kişilere yapar mı bunu?" Yapmazdı. O şerefsizler sadece kimsesi olmayan, zorda kalan kadınları alıyor ve satıyorlardı.

"Çocuklar da var mı o istede?"

"Var," dedi benim sorumu yanıtlayıp. "Ama özel müşteriler için ayırıyorlar onları, siteye koymazlar." Midem bulandı, kusmak istedim. Bunu her ne kadar dizilerde veya kitaplarda görsem de gerçketi. Bu iğrenç dünyada kızlar ve çocuklar tacize uğruyor, satılıyor, öldürülüyordu. Ben de onlardan birisiydim; bir anlaşma sonucu param Serdar'a kalırken, bedenimi de Mirza almıştı. Benim gibi ne çok kız, kadın ve çocuk vardı-bir yerlerde oturmuş ve yardım bekliyorlardı. Onların hepsine elim uzanmıyordu belki ama Allah'a onlar için dua ediyordum her gece. Benim yaşadığımı hiçbir çocuk yaşamasın diye yalvarıyordum...

"Bugün teslimat var," dedi Karam. "Ve sitenin başında olan, sadece Tanya'yı bilen bir yönetici var. Teslimatta orada olacak mı?"

"Hayır," dedi hemen. "O teslimata gitmez asla. Gizli eve gider bazen ve gelen yeni kızlara bakar. Bugünkü teslimattan haberim yok, bilmiyorum gerçekten." Kendisini inandırmaya çalışıyordu ama zaten biz haberi olmadığını biliyorduk. Onun MİT in elinde olduğunu bildikleri için tedbir alıyorlardı.

"Başka?" Diye sordum.

"Ortada olmadığımı anladıkları an bunu kimin yaptığını bilecekler."

"Türk devleti," dedim gururla. "Türk devleti ve askeri kökünüzü kesecek, bunu da biliyorlar değil mi? 7 yıl önce kocam, yani Karam Arslan Türker bunu onlara ezberletti. Serdar'ın kardeşinin beynini dağıttı ve Türk askerinin gücünü ispatladılar o gece."

Sesimde öyle bir gurur vardı ki, böyle haykırmak istiyordum, herkes sesimi duysun istiyordum. Kendimle ve yanımdaki adamla gurur duyuyordum. O Türk askeriydi ve ben de onun karısı. Bundan başka ben de vatanım için çabalıyordum, bu benim için gerçekten gururdu. Beni şu an tüm herkes terörist gibi tanısa da, gizli görevde vatanım için çabalamaktan gurur duyuyordum.

Tüm askerlerle gurur duyuyordum...

Gözleri ikimizin arasında mekik dokudu. "Bana ne olacak?"

Kalçamı kaldırıp masadan uzaklaştım. Parmaklarımı birbirine geçirip önümde birleştirdim elimi. "Eğer ki benim sana bir şey yapma yetkim olsaydı, inan ki diri diri yakardım seni. Ama malesef ki henüz böyle bir şey yapamam."

Beklemediğim bir anda, "yaparsın." Dedi Karam. Ona baktığımda bunu İvan'ı korkutmak için yaptığını düşündüm ama gayet de ciddiydi. "Ona istediğini yapabilirsin; ister şimdi kafasına sık, istersen de yavaş yavaş öldür."

Derin nefes aldığımda ben, İvan nefes bile alamıyordu. "Ölmesini istiyorum." Dedim simsiyah gözlere bakıp. "Eğer ki onunla bir işiniz yoksa, ölmesini istiyorum."

"Hayır!" Diye bağırdı İvan. "Bunu yapamazsınız, hayır!"

Onu yaşatmak için hiçbir neden aramadım. Çocuk tacizcisi, tecavüzcü, katil, örgüt yöneticisi, çocuklara uyuşturucu verip ölümüne sebep olan bir pisliğin bu dünyda yaşaması zaten haksızlıktı; ölen çocuklara haksızlıktı...

Onun haykırışlarını dinlemeden sorgu odasından çıktım. Bu dünyada böyle olacaktın işte; acımasız. Birisi size ölmemek için yalvardığında sırtınızı dönüp gidecektiniz. Eğer o kişiler zamanında sizin, "ölmek istiyorum!" Diye haykırmanıza neden olduysa, bunu yapacaktınız.

"İşte bu!" Ellerini iki yana açan Taylan bana gülümsedi. "Benim öğrencimden de bu beklenirdi."

Bana dediklerini dikkate almayıp odadan çıkan Selin'in ve Akın'ın ardından gittim. Karam da yanıma geldiğinde, "onu gerçekten öldürecek misiniz?" Diye sordum.

Selin bir başka odanın kapısını açtığında, hepimiz oraya geçmiştik. Ben koltuğa oturduğumda Karam da yanıma oturdu. Selin tam Taylan'ın yanına oturacaktı ki, Karam'a baktı kaşını çatıp. Karam işaret ve orta parmağı ile ona masanın başında olan koltuğu gösterdi. Başını iki yana salladı ve bıkkınlıkla oraya oturdu. Selin'in rütbesi Karam'dan büyüktü ve şu an Karam'ın dediklerini yapıyordu, buna takılmam normal miydi?

Akın, elindeki çakmağını döndürürken, kalçasını masaya yaslamıştı. "Operasyona gidecek misiniz?"

Başını salladı Karam. "Buradan çıkınca direkt konuma gideceğiz."

"Çocukları almaya gelecek benim timim."

Sırıttı Taylan, Selin'e. "Kartal Timi."

"İvan'dan başka şeyler öğrenebilir miyiz?" Diye sordu Karam.

"Hayır," dedi Akın. "Direkt gebertelim o yüzden de."

Gözünü devirdi Selin. "Bir işi de insani yollarla halletsen şaşırırım."

"Karşımdaki insan olmayınca..." Dedi imayla.

Onlar konuşurken benim gözlerim sadece Akın'ın elinde olan çakmaktaydı. Gözlerimi kıstım ve çakmağın üzerinde olan aslan işlemesine baktım. Tıpkı Karam'da bu sabah gördüğüm silahın üzerindeki simvoldu.

"Akın," dedim gözlerimi gözlerine çıkarıp. "Çakmak kimin?"

Herkes'in bakışı Akın'ın eline düştüğünde o, hareketini durdurdu. Bakışları yanımda oturan Karam'a kaydığında tekrardan bana baktı.

"Çakmak," diye yeniledim. "Kimin?"

"Benim," dedi ve cebine koydu.

Tek kaşım havaya kalktı. "Lakabın Kaşkar ve bunun anlamı boz kurt demek. Sen neden aslan simvolü olan şeylere merak saldın."

"Merak," dedi bana bakıp. "Senin de dediğin gibi."

Herkesin gözlerine tek tek baktım. Karam'ın gözlerine bakamadım çünkü kaçırdı gözlerini benden. "Bu simvol neyin, kimin?"

"Benim." Dedi Akın bastırarak. "Benim, Leyla. Sorgulama."

"Müsteşar..." dedim şüpheyle. "Sen onunla nasıl bağlantı kurdun? Üstlerinden birisine mi söyledin yoksa-"

"Neyi sorguluyorsun Leyla?" Karam lafımı kesti kısık sesle.

Bakışlarım onu buldu. Benim zeki bir kadın olduğumu ve her şeyi çözmeme çok az kaldığını biliyordu. Bu yüzden de korkuyordu. "Yaşadığım hayatı." Dedim ve duraksadım. "Ya da yaşayamadığım." Dediğimde ima yaptığımı anladı.

"Sorgulama. Bilmen gerekenleri zaten biliyorsun, fazlası can yakar."

Güldüm alayla Akın'a. "Sanki hiç yanmıyor... En azından bunun nedenini bilirim."

"Leyla-" Karam'ın ismimi söylemesi ile birlikte odanın kapısı kırılırcasına açıldı. Ben irkilip ayağa kalkarken, diğerleri de anında ayaklanmıştı.

Selin, "başkanım," dediğinde, saygıyla durdu hepsi. Tek rahat duran kişi Karam'dı. Ben bile içten içe gerilirken, onun alaycı bakışları babamın üzerindeydi.

"Hoş geldiniz başkanım." Dedi Taylan, "buyu-"

Lafını tamamlayamadı çünkü babamın gözleri beni bulurken, "sen ne yaptığını zannediyorsun?!" Diye kükredi resmen. Onun ardından içeriye dört kişi daha girmişti ve girdiklerinde bir felaketin başladığını anlamıştım.

Onu delirten şeyin ne olduğunu tabii ki anlıyordum. Bu yüzden de; "sana senin anlayacağın dilden cevap veriyorum, Yunis Bilgiç. Sen beni sırtımdan bıçakladın, aynı bıçakla ben de seni kalbinden bıçakladım."

"Bana bak-"

Bağırmasıyla birlikte, "şşş," dedi Karam kaşını derince çatıp. "Sesinin tınısına dikkat et!" Babamla emir vererek konuşmasını herkes duydu fakat tek bir kişi, babamın korumaları bile buna tek kelime etmediler.

Ben buna takılmıştım ki tam, "bunu yapmayacaktın!" Dedi babam. "Senin yüzünden mesleğimi kaybedeceğim ben!" Dediğinde, benim yanıma gelmişti.

"Leyla bir şey yapmadı," dedi Akın konuya dahil olup. "Müsteşarla konuşan bendim."

"Sen sus!"

"Asıl sen sus!" Dedim ve alayla devam ettim. "Çok mu üzdüm seni? Çaresiz misin? Vatanın için beni terk eden sendin, sonra benim için vatanı ve mesleği hiçe saydın ve inadın uğruna canımı yaktın! Sana yaptıklarımı sonuna kadar hak ettin, hatta daha fazlasını yapmam lazımdı. Mesleğini de, beni de kaybettin Yunis Bilgiç. Acıyorum sana, yazık, çok yazık... Kendine baba diyorsun bir de. Baba mısın ya sen?" Güldüm ve elimle onu gösterdim. "Bu mu babalık? Kızının canını yakmak mı babalık?" Sinirden kıpkırmızı oldu. Dişimi birbirine sıktım. "Sen Yunis Bilgiç, kötüsün! Vatanını inadına kurban-"

"Sesini kes!" Lafımı keserek öyle bir bağırdı ki bana... Bağırmasıyla birlikte de elini havaya kaldırdı. Havaya kalkan elini gördüğümde irkildim. Gözlerim kocaman açıldı, bakışlarım eline takılı kaldı. Fakat havaya kalkan eli yanağımla buluşmadı.

Eli havaya kalktığı ânda Karam onun elini yakaladı ve diğer elini omuzuna bastırıp sert bir şekilde duvara doğru itti. "Seni öldürürüm!" Diye kükredi. Sesini asla hiçbir zaman böyle duymamıştım ben. Elini omuzundan çekti ve belindeki silahı çıkarttı direkt. Karam silahı Yunis Bilgiç'in tam şakağına dayadığında, odada olan tüm herkes silahlarını ona doğrulttu. "Karıma dokunmak isteyen elini kırarım!" Silahın namlusunu şakağına bastırdı sertçe.

Babamın gözleri benim gözlerimle birleşti. Onun gözlerinden pişmanlık akarken, benimkinde korku vardı.

"Vurma!" Diye bağırdım.

Ellerini saçıma doladı ve yere düşen başımı kaldırdı. Saç diplerim acıdı, tıpkı yanağım gibi. "Her gün yiyeceksin bu dayağı, İzem!" Ve tekrar elini çekip yanağıma tokat attı.

Canım yandı, bunu umursamadı. Ağladım, umursamadı. Öldürmesi için yalvardım ama umursamadı. Ağzımdan kan gelene kadar dövdü beni. Sonra da karşıma geçip keyifle sigarasını içti.

O gece içtiği sigarayı boynumda söndürdü...

"Karam, bırak silahı." Dedi Selin.

"Benim karıma kimse dokunamaz!" Hâlâ bağırıyordu. Delirmiş gibiydi; benim gibi. "Duydun mu beni? O eli kırarım!"

"Karam yeter!"

"Yetmez!" Diye haykırdı Akın'a. "Ona... Ona nasıl yaparsın bunu? Sen benim karıma o eli nasıl kaldırırsın?" Silahın emniyet kemerini açtı, hiçbir tepki vermedim. Donup kalmıştım, beynim olanları idrak edemiyordu.

Yunis Bilgiç'in gözleri Karam'ı bulurken, diğerleri de daha sıkıca kavradı silahlarını. O an aslında tüm silahların Yunis Bilgiç'e doğrultulduğunu anlayamıyordum. Aslında tüm herkesin koruduğu tek kişinin Karam Arslan Türker olduğunu bilmiyordum. Yunis Bilgiç'in yapacağı tek harekette tüm kurşunların onu hedef alacağını bilmiyordum.

Karam Arslan Türker'in gerçek kimliğini bilmiyordum.

Ben aslında kocamı tanımıyordum...

Dudaklarım yavaş yavaş aralandı, gücsüz bir şekilde, 'Karam," dedim. Sesimi duyduğu an bedeni kasıldı. Tırnaklarımı avuç içime geçirdim. "Beni," dedim ve yutkundun. "Tut.... tutar mısın?" Başım dönüyordu. Gözlerimin önünde kan kusan İzem vardı. Zihnimde onun acı haykırışları vardı. Ben babama bakıyordum ama gördüğüm tek kişi Serdar Pişirgen'di. Çünkü ben babamdan korkuyordum.

Cümlem biter bitmez Karam elindeki silahı yere attı. Babamı değersiz bir eşya gibi yana savurduğunda, masaya tutundu; benim tutunacak tek umudum yoktu.

Ben tam kendimi bırakacakken Karam buna izin vermedi. Belime sarılan eli beni hızla kendisine çekti ve iki eli ile de göğsüne bastırıp düşmemi engelledi. "Geldim güzelim," dedi. "Tuttum, yanımdasın."

"Karam, dok-"

"Çıkın!" Dedi sadece.

Kimse lafını ikiletmedi. Yunis Bilgiç'in ne yaptığını göremeden ben, herkes anında odayı boşalttı.

"Güzelim benim," dediğinde dudaklarını saçlarıma bastırdı. "Geçti, yanındayım." Beni kendisinden ayırdığında yüzüme bakmak istemişti fakat ben kendimi tutamadığım için bedenim yere yığıldı. Karam'ın dudaklarından küfür çıktı ve beni tuttuğunda tekrar, o da benim gibi dizleri üzerine çökmüştü.

Karşımdaki boş duvara bakıyordum ama gördüğüm ve hissediklerim farklıydı. Boşluktaydım, canım yanıyordu.

Elleri yüzümü avuçladı, ona bakmamı sağladı. "Leyla, bana bak. Yanındayım ben, her şey iyi ve ben yanındayım." Yanağıma akan yaşları sildi. Dudaklarını ıslak yanağıma bastırdı. Elleri ellerimi tuttu. "Yapma, bunu yapma!" Ellerimi açmaya çalıştı, başarısız oldu. "Bebeğim lütfen yapma, kendine zarar veriyorsun yapma." Tekrar ellerimi avuçları arasına aldı ve bir şekilde yumruk yaptığım elimi açtı. Gözleri avuç içime baktı. Muhtemelen kanamıştı ve o hiçbir şeyi umursamadan dudaklarını avuç içime bastırdı. Her iki avucumdan da defalarca öptü. Saçlarımı okşadı, yanağıma akan yeni yaşları sildi. "Beninle konuş," dedi yalvaran sesle. "Lütfen. Sesini duymaya ihtiyacım var. Bağır, çağır, kır, dök ama susma ne olur. Susup da yalvarır gibi bakma bana." Alnını alnıma bastırdı. "Hadi güzelim, sadece tek kelime. Lütfen..." Diye fısıldadı.

Ona istediğini verdim. Titreyen dudaklarıma aldırmadım ve konuştum. "Korkuyorum." Dediğim ilk kelime bu oldu. Yanağımdaki elleri buz kesti. "Canım yanıyor." Ve dudaklarımdan dökülen ikinci kelime...

Benden ayrıldı, ellerini belime sardı ve yere oturdu. Beni kendisine çektiğinde, kucağına alarak göğsüne bastırdı. Dudakları saçlarımın üzerine dokundu. "Canını yakan herkesin canını yakacağım, yemin ederim!" Sesinde nefret vardı.

"Bana vuracaktı." Bedenimde bir soğuk vardı, sanki çıplaktım ve karların altındaydım.

"Asla!" Dedi. "Kimse sana dokunamaz, buna asla izin vermem!" Ve vermemişti de.

"Babam bana vuracakatı." Sanki olayları yeni kavrıyor ve anlıyordum. O şoku atlatamamıştım daha ama bir şeylerin de farkındaydım. Gözlerimi sıkıca kapattım, elimle Karam'ın kazağını tuttum sıkıca ve yüzümü göğsüne bastırıp ağladım seslice.

Bana ağlama demedi, sakinleştirecek boş cümleler bilmedi. Tükendiğimin farkındaydı ve benim de bir insan olduğumu unutmayan tek kişiydi Karam. Hisslerimin neden çabuk değiştiğinin, canım yandığı için saçmaladığımın, attığım kahkahanın acılarımı gizlemek için olduğunu biliyordu.

Karam bana insan olduğumu hissettiriyordu. 7 yıl önce ayağı zincirlenip bir mağaraya bağlanan, önüne küflü ekmek koyulan, her gün kan kusana kadar dövülen, boynumda sıcak demir söndürülen, sigara izmariti ile yakılan, tacize ve hakarete uğrayan köleydim. Esirdim ben. Lanetli kadındım. Ve ben aslında şimdi duyguların olduğunu anlıyordum.

Ağlayabiliyordum. Evet, 7 yıldır hiç ağlamayan ben, Karam'dan sonra ağlayabiliyordum.

Gülebliyordum mesela. Acıyla değil de mutlulukla kahkaha atıyordum.

Uyuyordum. Kabussuz uyku nedir bilmeyen ben, bu adamın kollarında uyuyordum.

Ben aslında Karam'dan önce hiç yaşamıyormuşum.

Ve ben, Karam'dan önce hiç sevilmemişim...

💂🦋

"Ha bu akan dereler denizlere dolacak"
"Soylesena guzelim sonumuz ne olacak"
"Ak duman, kara duman, sardi dört yanumuzi"
"Ander kalsun sevdaluk oy, alacak canumuzi"

Başımı arabanın camına yaslamış, gözlerimi kapatmıştım. Ne kadar zamandır böyle gözü kapalı aynı şarkıyı dinlediğimden haberim yoktu. Şarkı bitiyor, sonrasında yeniden tekrar kaldığı yerden başlıyordu. Tıpkı benim hayatım gibi o da bir döngüye girmişti.

"Şarkıyı değiştirmemi ister misin?" Bunun da kaçıncı kez tekrarlandığından haberim yoktu. Maksat ise belliydi; benimle konuşmak.

"Hayır," dedim kendimden de beklemediğim bir an'da. Sesim eskisine nazaran güçlüydü. Sadece konuşmadığım için biraz kısık çıkmıştı, o kadar. "Bu şarkı iyi."

"Uraz'ın sevdiği şarkı," bana kısa bakış attı. "Bazen bunu mırıldanırken duyuyorum."

"Anladım." Aslında hiç konuşacak halde değildim fakat benim iyi olmama ihtiyacı vardı yanımdaki adamın. O yüzden de bir iki kelime konuştum.

"Seni eve bırakabilirim." Sesi öyle çıkmıştı ki sanki bunu söylerse ters tepki verecektim.

"Orada olmak istiyorum." Evde kalırsam kafayı yerdim.

Başını salladı. "Alin'ler çoktan varmış olmalı esas noktaya. Bize haber verecekler tırlar yola çıktığında."

Aklıma takılan soruyu sordum ona. "Bizim aradığımız adam ki?"

Ne oldu bilmiyorum ama aniden bedeni gerildi. "Hazer Hazinedar."

Gözlerimi kıstım. "İyi misin?"

Dikiz aynasına baktı ve sonra bakıp gülümsedi. "İyiyim güzel karım." Bana her zaman karım demeyen adam, hele ki şu an küsken karım diyordu.

Avucunu dizine sürttü. Bir şeyler olduğunu anladığım için, "Karam, neler oluyor?" Diye sordu.

Dudaklarını ıslattı. "Takip ediliyoruz." Söylediği şeyle birlikte sanki nefesim kesildi. Kim bizi takip edebilirdi ki? Her yerde vatan haini gibi biliniyorduk, bu nasıl olurdu?

"Ne zamandan beridir?"

"Yaklaşık 10 dakikadır."

Ona inanmaz bakış attım. "Ve sen bunu bana şimdi mi diyorsun?"

Sıkıntılı nefes aldı. "Onları atlatmamız lazım."

"Atlatamayız çünkü açığa çıktık şu an biz!" Sesim sinirliydi ve sinirim ona değildi.

"Seni tehlikeye atamam." Dedi net bir dilde.

"Vatanı da atamazsın; atamayız." Şu an ne yapacağını bilmiyor gibiydi. "Onları ben hâllederim." Dediğimde aniden bana döndü.

"Kafayı mı yedin sen, Leyla?" Sesi sinirliydi. "Halledeceğim ben." Onu dinlemedim ve torpidoyu açıp silahlardan birisini aldım. "Leyla-"

"Bana güven," dedim kendimden emin sesle. "Gerçekten onları buradan uzaklaştırabilirim ve onlar benim peşimdeyken görev de tehlikeye girmez." Başını iki yana salladı. Arkaya baktığımda bizden uzakta beyaz bir araç gördüm. Ona döndüğümde, elinin üzerine koydum elimi. "Hadi yüzbaşı."

"Sana bir şey olursa-"

Lafını kestim hemen. "Olmayacak, söz veriyorum sapasağlam sana geleceğim."

Sinirlerine hakim olamadı ve avucunu direksiyona geçirdi. "Kızım sen daha doğru düzgün dövüşemiyorsun bile!"

Bu dedikleri beni sinirlendirdi. "7 yıldır durmadan dövüş dersleri alıyorum, ustaca silah kullanıyorum ve sen benimle bunun kavgasını etme! Durdur bu arabayı ve operasyona git!"

Bakışları yumuşadı. "Tekerlere sık önce kurşunu, sonra da gebert hepsini."

Başımı salladım. "Tamam, merak etme." Ben ne kadar merak etme desem de edecekti, aklı bende kalacaktı. Ddoğruyu söylemek gerekirse eğer içimde korku vardı. Peşimizde olan adamların kimliğini bilmiyorduk ve her şeye rağmen bu operasyonu da tehlikeye atamazdık. İşin ucunda kurtarılmayı bekleyen, umut eden çocuklar vardı. Onların Karam ve timine ihtiyacı varken, bana da onların yollarına çıkan engelleri ortadan kaldırmak düşer.

"Silahı aldın mı?" Dediğinde Karam, başımı döndürüp arkadan gelen arabaya baktım ve, "evet." Diye yanıtladım.

"O silahı bırak."

Kaşlarım çatıldı, bedenimi döndürmeden ona baktım. "Bu benim silahım?" Silahı havada salladım.

Beni dinlemedi ve torpidoda olan diğer silahı alıp bana uzattı. "Bunu al dedim, Leyla."

İçimdeki şüphe ve korku giderek artıyordu. Bana, Akın'a ait olduğunu söylediği o silahı veriyordu. Silahı aldım elinden. "Bu silahın özelliği ne?"

"Seni koruyacak olması." Bunu söylerken sanki bu silahta sihirli bir şeyler vardı da ve onu gören kimse bana zarar vermeyecekti gibi hissetmiştim. Bu hiss normal değildi; tıpkı elimde tuttuğum silahın üzerinde olan aslan işlemesinde Akın'ın çakmağında, Taylan'ın da omuzunda dövmesi olduğu gibi. Bu asla tesadüf değildi ve içimden bir ses bunu bir gün benim de yapacağımı söylüyordu.

İçimden bir ses bana, bir gün bu silahın sonum olacağını söylüyordu.

"Şimdi," tüm dikkatimi ona verdim. Aklımdaki soruları sadece şu anlık rafa kaldırdım çünkü şu an benim inadımdan da daha önemli konumu vardı. Ve zaten başka zaman da olsa inat etmem işe yaramayacaktı. Karam bana gerçekleri asla anlatmayacaktı çünkü aklında sadece bunun bana zarar vereceği vardı. Beklemekten başka çarem yoktu. Kendi başıma da öğrenirsem bu gerçeği, belki de gerçekten sonumuz olacaktı. Bunu istemiyordum ve sabrediyordum. "Arabanın hızını yavaşlatacağım ve ormana gireceğim. Sen arabadan inmeden önce sadece beş saniyemiz olacak tekerlere kurşun sıkmak için. Arabaya kurşun sıkıldığında ineceksin ve onları da geberteceksin. Eğer yanında-"

"Operasyona git, çocukların sana ihtiyacı var yüzbaşı." Dedim lafını yarıda kesip.

Ve ben çocuk değildim ama, ona ihtiyacım vardı...

"On," dediğinde arabanın hızını azalttı. Geriye doğru saymaya başladı. Ani bir manevra ile ormana girdiğinde, "şimdi!" Diye bağırdı. Arabanın kapısını açtığımda ben, o sadece pencereni açmıştı. Bize neredeyse yaklaşan arabanın tekerlerini hedef aldığımda ben, aynı anda ateş ettik. "İşte bu be!" Bana doğru döndü. "Aslan karım benim!"

Dudaklarımda gülümseme olsa da içimde normal bir endişe vardı. "Son beş."

Arabadan indiğimde, "kendine dikkat et." Dedi. "Hayatta kal ve bana geri dön."

Son iki saniyede, "mümkünse vurulma." Diyip kapıyı kapattım. Ben, hiç zaman kaybetmeyip ormana doğru koşarken, arkamdan silah sesleri geldi ve daha sonra da araba sesinin gelmesi ile Karam'ın gittiğini anladım. Beni bırakması en doğrusuydu çünkü ben başımın çaresine bakardım. Çünkü böyle olmazsa eğer, çocuklar kurtulamazdı.

Birimiz kendisini feda edecekti ve bu da ben olacaktım.

Bağırma ve silah sesleri daha da yaklaştı. Koşmayı asla kesmedim. "Hadi İzem," dedim kendi kendime. "Sik belalarını da görsünler Türk askerine bulaşmak neymiş!"

Böyle koşarak bir yere varamayacağımı anladığım için hızımı yavaşlatıp arkama baktım. Bu adamladın kimliğini bilmiyordum ve eğer bir şeyler bilmeden direkt öldürürsem, her şeyi bok ederdim. Kim olduklarını ve açığa çıkıp çıkmadığımızı öğrenmem lazımdı. Eğer ki açığa çıktıysak, o zaman hepimizin sonu geldi demektir bu.

Fazla düşünecek zamanım yoktu, bu yüzden de aklıma gelen ilk şeyi yaptım ve sanki ayağım takılmış gibi yapıp yüz üstü yere düştüm. Bacağım biraz acısa da bunu sorun etmeden yalancı bir çığlık attım.

Durmak için sahte çabalarımı sadece sesler yaklaştığında gösterdim ki, bunu yaparken bir yandan da silahımı belime koymakla meşguldüm. Ama tabii ki bunu yanıma gelen adamlar yüzünden yapamayıp direkt yere bıraktım.

"Tuzağa düştün küçük tavşan!" İtalyan aksanı ile konuşan adamın sesine kaşımı çattım. Kadir abinin meşur kelimesini tekrar ettim içimden; Bizimle derdi neydi bu gavurların?

Birisi dolanıp ön tarafa geçerken, diğeri de montumdan tutup beni kaldırdı ve arkama geçip silahını kafama dayadı.

O silahı onun götüne sokacaktım, haberi yoktu.

"Kimsiniz?" Diye sordum karşımdaki adamın gözlerine bakıp.

"Bu soruyu biz sana soracaktık ajan." Gözlerimi kısmak istesem de yapmadım. Ajan da ne alakaydı ki? "Hazer Haznedar elimizde biz MİT ajanı olduğunu öğrendiğinde ne yapacak acaba?"

Duyduğum isim ile gözlerimi kocaman açtım. MİT'in aradığı ve Kurşun Timine sağ yakalamaları için emir verdiği adamdı bu adam. Ve ben ona yaklaşmıştım şu an. Size şanslı olduğumu söylemiş miydim? Söylediysem de inanmayın çünkü benim o adamın yanına gitmem direkt açığa çıkmam demekti!

"Beni nereden tanıyorsunuz?" Diye sordum Rus dilinde.

"Seni tanımıyoruz," omu silkti. "Sadece bir tahmindi bu." Buna inanacak kadar aptal değildim ben! İçimizde bir hain vardı ve Allah kahretsin ki ikili oynuyordu. Bizi direkt açığa çıkartmıyordu çünkü bunu yapan kişi anında bulunurdu. Sessizce, yavaş yavaş yapıyordu ve ben de onu sessizce, yavaş yavaş öldürecektim!

"Bana ne yapacaksınız?" Öldürmeyeceklerinden emindim ama öldüreceğimden değil...

Başı ile sağ tarafı gösterdi. "Ormanda Hazer'in evi var ve emin ol, bugünki hediyesini görünce yanındaki hatunları takmayacak bile."

"Hazer'i de, sizi de sikeyim piç kuruları! Allah belanızı versin!" Diye bağırdım.

"Bu çok konuşuyor," dedi silahı başıma bastıran adam. "Ama siz ajanlar cin gibi olursunuz, neden şu an uslu uslu duruyorsun?"

Çünkü ben ne zaman ajan olduğumu bile bilmiyorum aptal! "Silahım olsa zaten gebermiştiniz şimdi ikiniz de."

"Düşürdün mü silahını?" Kahkaha attı karşımdaki adam. "Hani nerede?" Etrafına baktı. "Yazık ya, silahsız mı kaldın sen?" Gözleri yerdeki silaha sataştığı zaman gözlerini kocaman açtı ve, "siktir!" Diye küfür yuvarladı.

"Ne oldu?"

Önce bana baktı yutkunarak, sonra da soruyu soran adama. "Silahta aslan semvolü var."

Birkaç saniye sonra, "ananı sikeyim!" Diye küfür yuvarladı arkamdaki adam.

Silahın başımdan çekilmesini fırsat bilerek bacağımı arkaya atıp, onun iki bacağı arasına soktum ve ellerimi yukarıya kaldırıp omuzumun üzerinde olan silah tuttuğu elini kavradım. Çevik bir hareketle silahı kavradığımda, kendimi yana attım ve adam da yere düştü.

Bana sıkılan kurşun yan geçtiğinde ben elimdeki silahla karşımdaki adamın alnının ortasından vurdum kurşunu. O yere doğru düşerken, sıra diğerindeydi.

Ben geriye doğru dönecektim ki tam, ayağıma elini dolayıp beni yere çekti. Dudağımdan küçük çığlık kaçarken çamura düştüm sırt üstü. Adam bu boşluğumdan yararlanıp bana vurmak istediğinde, elini tutarak başımı yana attım ve silahı yerden alıp hiç düşünmeden karnına bastırıp çektim tetiği.

Yüksek sesle inledi önce ve bedeni üzerime yığıldı. Onu hemen yana attım ve ayağa kalktığımda başka bir kurşunu da kalbine sıktım. Çünkü hâlâ yaşıyordu; işimi riske atamazdım.

Kendi silahımı elime alıp, onlarınkini de belime taktım. Başıma ne geleceğini bilmiyordum ve fazladan kurşunun bir zararı olmazdı.

"Eeee, şimdi ben adamı nereden bulacağım?" Diye sordum kendi kendime. Yerde kanlar içerisinde yatan adamlara bakamıyordum, midem bulanıyordu ve aklımdan geçmişi atmaya çalışıyordum.

Telefonumu cebimden çıkarıp Karam'ı aramayı düşündüm. Adamı bulduğumu söylemem lazımdı ve aynı zamanda da hainin çok yakınımızda olduğunu bilmesi lazımdı. Henüz kimliğini bilmiyordum belki ama hissediyordum, bana yakındı. Lafın gelişi değil, gerçekten de bana yakındı ve kalbim kasılıyordu bunu düşündüğüm an; En yakınımda, belki de evimizin içinde, ve belki de kalbimdeydi....

Ben, tam telefonu cebimden çıkaracaktım ki, arkamda bir hareketlenme olduğunu fark ettim. Nefesimi tuttuğumda telefonu sağ tarafa doğru kaydırdım. Açılan ekrandan omuzumun arkasına bakmaya çalıştığımda önce kafama bir silah dayandı, sonra da emniyet kemeri açıldı.

"Положи пистолет и телефон на пол!" (Silahı ve telefonu yere bırak!" Diye emretti konuşan adam.

Gözlerimi kapattım, şanssızlığıma tonlarca küfür ettim içimden. Korkuyu üzerimden atmam lazımdı ve buradan ne olursa olsun kurtulmam gerekiyordu. Eğer bunların eline düşersem, gerçekten her şey bok olacaktı, en esası da açığa çıkarak hiçbir şeyi beceremeyecektik.

"Кто ты такой?" (Kimsin?) Sorum saçmaydı belki ama onunla konuşup zaman kazanmam ve plan yapmam lazımdı. Ev buraya yakındı, eğer ki tek yanlış hareket edersem, anında beynimi dağıtırdı.

Bunları düşünmemle birlikte bedenimden titreme geçti. Buraya gelmeden önce her gün dövüş dersleri alıyordum, silah kullanıyordum fakat asla böyle bir şeyin olacağını düşünmemiştim. Böyle anlara kendimi psikolojik olarak zaten hep hazır tutardım; yedi yıldır aynı kabusu görünce, ister istemez bunu yapıyorsunuz.

"Не говори слишком много! (Çok konuşma!) Beni asla takmadı ve silahı başıma daha çok bastırdı. "Опусти пистолет и подними руки вверх!" (Silahı bırak ve elini havaya kaldır!)

Gözlerimi sıktım. Taylan bana eğitimlerin birinde, "eğer arkadan kafana silah dayarsa birisi, ellerini havaya kaldır teslim oluyormuş gibi. O bu zaman ona teslim olduğunu düşünüp dikkatini ya eline ya da silaha verecek. Bu zaman ondan kurtulabilirsin." Demişti.

O zamanlar onu canından usandırsam da şu an iyi ki öğretmiş diyordum çünkü bu adamdan kurtulmamın tek yolu Taylan'ın bana öğrettikleriydi.

"Полный." (Tamam.) Dedim bıkkınlıkla. Silahı parmağımda döndürdüm ve önce telefonu attım tamamen toprak olan tarafa. Taşların üzerine atacak kadar aklımı kaçırmamıştım. Bir servet yatırmıştım o telefona ve asla kırılmasına izin vermezdim!

"И брось пистолет, сейчас же!" (Silahı da bırak, hemen!)

Gözlerimi devirdim. "Hay senin dilini!" Silahı başıma bastırdığında, "Ладно, я ухожу. Тихий." (Tamm, bırakıyorum. Sakin.) Dedim.

Dudaklarımı ısırıp derin nefes aldım. Belimi aşağıya eğdim ve silahı yere bıraktım. Eğildiğim için silahın namlusunu başımda hissetmiyordum, bu da benim işime geliyordu tabii ki.

Tam zamanı dedim içimden. Tam zamanı, İzem, ya şimdi ya da hiçbir zaman!

Ve öyle de yaptım.

Belimi yukarıya kaldırıp doğrulmadan önce kendimi yan taraf çektim ve silah bana değil karşıya doğrultuldu. Sırtım hâlâ ona dönükken elini havada yakalayıp dirseğim ile karnına vurdum. Bedenindeki güç biraz azaldığında hemen elimin yanı ile dirsek büklümüne vurdum. Parmaklarının kavradığı silah yerlerle buluştu, botumun tabanı ile onu uzağa savurdum.

Onu kendimden uzağa itip nefes aldım benden uzaklaştığında. Hiç vakit kaybetmeden hemen yüzümü ona döndüm. Bakışlarımız birleştiğinde sırıttı. Fazla cüsseli birisi değildi ama erkeklerle dövüşmek zor oluyordu hep benim için. Eğitimlerde de hep erkeklerle dövüşmemi isterdi eğitmenim, bunu her ne kadar istemesem de mecbur kabul ediyordum.

Çenesi ile beni gösterdi. "Ты Pусский агент?" (Rus ajanı mısın sen?)

Güldüm alayla. Başımı iki yana salladım. "К сожалению, эти знания тебе не пригодятся, потому что ты скоро сдохнешь." (Bu mâlumat işine yaramayacak çünkü az sonra geberip gideceksin.) Bundan şüphem yoktu, hayatta kalmak için başka birisinin canını almam lazımdı. Ve zaten karşımdaki adam da masum değildi.

O üzerime doğru geldiğinde iki adım geriye gittim. Adımları hızlıydı, gözlerinde ise ateş vardı. Hayatta kalmak için beni öldürmesi lazımdı ve zaten o buna alışmıştı.

Yanıma geldiği gibi ona kaldırdığım elimi bilekten tuttu ve yumruğunu karnıma geçirdi. Başım aşağıya düşerken, dudaklarımdan inleme kaçtı. Bu darbeler bana yabancı değildi fakat acısı her zaman daha tazeydi.

İkinci kez elini havaya kaldırdığında bu kez ayağımı kasıklarına geçirdim ve vurdum sert bir şekilde. Bu hareketim onun benden uzaklaşmasına neden olsa da, daha çok sinirlendirmişti.

Dudakları arasından küfür yuvarlayıp üzerime atladı, ben daha kendimi koruyamadan yumruk yaptığı elini resmen ağzıma vurdu. Bu da yetmedi elini saçıma dolayarak başımı ağaca vurdu. Alnımdan gözlerime doğru akan sıcak kan ile birlikte bağırdım. Deli gibi konuşuyor va bana vuruyordu. Nefes almakta zorlanıyordum, elinden kurtulmam lazımdı. Geçireceğim krizden önce onu gebertmem lazımdı, sonra bırakacaktım kendimi.

Saçımı çektiğinde, beni bir eşya gibi yere fırlattı. Yedi yol önce de aynısını yaşamıştım; önce başımı duvara vurmuştu bayılana kadar, sonra da bir çöp gibi köşeye atılmıştım. Ben acıyla inlerken Mirza kenardan zevkle izlemişti beni getirdiği hali.

"что случилось?" (Ne oldu?) Ellerini iki yana açıp sırıttı. "Это было все шоу? Жаль, но мы только начали." (Bu kadar mıydı gösteri? Yazık, oysa ki daha yeni başlamıştık.)

Başımı kaldırıp ona baktığımda çektiğim acıya rağmen sesimi çıkarmadım. Yutkunmaya çalıştığımda gözlerimi kapattım. "Sakin ol," diye fısıldadım. "Sakin ol İzem, bu ilk değil. İlk kez dövülmüyorsun, sen alıştın buna."

Ben kendimi toparlamak istediğimde karşımdaki adamın gözlerinin takılı kaldığı noktaya baktım. Karam'ın bana verdiği silaha bakıyordu fakat bu normal bakış değildi. Rengi beyazlamıştı, korkusunu aramızdaki mesafeden bile hissedebiliyordum.

"Sen..." Dedi Rus dilinde konuşup. "Sen... Nasıl olur bu?"

Delirmiş gibiydi. Gördüğü şey normal bir silah değildi ve evet, şüphelerimde haklıydım sonuna kadar. Bu simge, bu silah ve yaşanan onca olay tesadüf değildi. Silah Akın'ın da değildi, bu silah Karam'ın kendisinindi.

Haklıydım, ben Karam'ı hiç tanımamıştım...

Adam kendisine geldiğinde korkunun yerini öfke aldı ve hareketlendiğinde ondan önce davrandım. Canım acısa da, başım dönse de kendimi yana atıp silahı yerden aldım ve hemen de namluyu o adama doğrulttum. Adımları durduğunda, gözleri direkt benim gözlerimi buldu.

"Kıpırdama!" Diye bağırdım. "Ellerini kaldır ve sakın hareket etme!" O dediğimi yaparken ben de gözlerimi ondan çekmeden ayağa kalktım. Elimi alnıma dokundurup gözlerimin önüne tuttum. Başımdaki feci ağrının nedeni buydu; kaşımın üstü patlamıştı ve kanıyordu. Dudağımdaki yara küçük olsa da alnım için aynısını söyleyemeyecektim.

"Bizi nasıl buldunuz?" Gelen soru Leyla İzem Türker'e değildi. Vera'ya da değildi. Bu sorunun nedeni farklıydı ve karşısında gördüğü kadını daha korkulacak birisi gibi tanıyordu.

"Peşimizde ne işiniz vardı?" Diye sordum.

Güldü alayla. "Biz sizin sadece peşinize takılırız, o da biz istediğimiz için değil siz istediğiniz için olur."

Söyledikleri ile gözlerim kocaman açıldı. Sessizce bir küfür yuvarladım dudaklarımdan. Bu bir plandı. Bunu yapan aslında ne askerdi ne de MİT üyesiydi. Bunu yapan kişi daha yüksekteydi ve işte olay da tam olarak burada başlıyordu.

Aslında her şey plandı evet ve bu planda da birimizin Hazer'in yerini bulmamız sağlanmıştı. İçeriden birisinin bilgi sızdırması ile peşimize adamlar takılmıştı, aslında onları iki dakika içerisinde halledeceğimizi biliyorlardı ve zaten planda onları öldürmek yoktu. Esas plan Hazer'in yerini bulup Tim'e haber vermemdi. Bunu yaptıran kişi kim bilmiyorum ama Karam'la bağlantısı var, bundan eminim. Sadece Karam ondan çok uzak. Planı anlamayacak kadar uzak...

"Hazer nerede?" Diye sordum.

Alayvari bir gülümseme yarandı yüzünde. Benden korktuğu kadar da cesurdu. Onları bunun için yetiştirmiştiler zaten. "Bunu sizin bilmeniz lazımdı. Tırların yola çıkacağını bilmediğinizi söyleme bana."

Elimdeki silaha baktım. Bu silahtı işte onun benden korkmasını sağlayan, aynı zamanda da her şeyi bilmesine yardımcı olan. Bu silah şu an benim elimdeydi çünkü beni koruyordu. Kurşunu değildi beni koruyan, temsil ettiği adam veya adamlardı...

"Yani evde değil?" Her neredeyse onu bulmam ve Karam'a haber vermem lazımdı.

Omuzunu indirip kaldırdı. "Bilmiyorum."

Bu iş artık sinirlerimi bozmaya başlamıştı, bu adamla burada vakit kaybediyordum ve bunu istemiyordum.

"Tamam." Diye mırıldandım. "O zaman seninle de işimiz bitti piç kurusu!" Konuşmasına izin vermeden tetiğe bastım. Kurşun direkt alnına girerken, etrafa yayılan sese yüzümü buruşturdum.

Birkaç dakikada sadece 3 terörist öldürmüştüm. Bu benim hayatıma ve bana ne kadar uzak gözükse de aslında öyle değildi. Bunu 7 yıl önce de yapmıştım. Bir teröriste sayısızca bıçak darbesi vurmuş ve öldürmüştüm. Tıpkı onların benim ruhumu öldürdükleri gibi.

Kimisinin çocukluğu elinden alınırken katil olur, kimisi de kahraman. Fakat hem katil hem de kahraman olmak diye bir şey olmazdı. Katiller asla kahraman olamazlardı, hırs uğruna birisini öldüren kişi kahraman olamazdı! Ve buydu benim tesellim;  sen katil değilsin, İzem. O terörist, onları öldürdüğünde asla katil olmazsın! Senin kocan asker, sen asker karısısın. Her şeyi geçtim sen, Teşkilatın bir parçasısın. Senin işin bu, kendini katillerle kıyaslama! Sen iyisin, anneni terörist sanarken ve bıçaklamaya çalışarken de iyiydin, Önder'i vurduğunda da iyiydin. Ve sen, kendini öldürmek istediğinde de iyiydin...

Yutkundum. İçimdeki öfke artık kendim için değildi, benim hayatla hesaplaşmam yoktu, ailemle bir hesaplaşmam vardı ve onu da şimdi yapamıyordu.m Şu anki öfkem sadece yedi yıl önce bana yapılanların şimdi de başkalarına yapılmasınaydı.

Ben sadece kendimin öldüğünü düşünürken, benimle birlikte her gün sayısızca kadın ölüyormuş...

Ağzımdaki kanı yere tükürüp elimin tersi ile ağzımı temizledim. Cesetleri arkamda bırakıp az önce o adamın geldiği tarafa doğru gittim. Aynı zamanda da telefonumu cebimden çıkarıp Karam'ı aramıştım. Fakat telefonu meşkuldü. Görev yerine varmasına daha vardı ama telefonunun da neden meşkul olduğunı tahmin ediyordum. Büyük ihtimal üstleri ile konuşup bana yardım göndermelerini isteyecekti.

Ondan başka birisini aramayı aklımdan bile geçirmedim. Kimseye güvenmiyordum çünkü. Aralarında bir hain vardı, kimliğini bilmeden işimi riske atamazdım. Kendi canım umurumda bile değildi artık, o çocukların bugün o şerefsizlerin elinden kurtulması gerekiyordu...

Yaklaşık o dakikalık bir yol yürüdüm. Fakat beni durduran şey karşıma çıkan büyük ve tamamen camdan yapılan ev oldu. Evin etrafında korumalar varken buranın Hazer'e ait olduğunu anlamıştım.

"Kızı buldunuz mu?" Duyduğum şey ile birlikte ağzımı kapattım ve sırtımı ağaca yasladım.

"Buralarda bir yerde olması lazım." Dedi elinde el feneri tutan koruma.

"Fazla uzağa gidemez zaten."

"Bizim çocuklar silah seslerinin geldiği yere gittiler." Allah'tan oradan ayrılmayı akıl etmiştim. "Üçünü de öldürmüş." Böyle söyleyince bedenimden ürperti geçti. Bunu yaptığıma inanamadığım için değildi bu tepkim, aksine, sanki ben buymuşum gibi alışkanlıkla karşılıyordum her şeyi. Sanki gerçekten de benim yerim burasaydı.

Ve sanki ben doğduğumdan beridir felaket getirmişim kendimle bu dünyaya...

"Onlara boşuna hayalet demiyorlar." Gözlerim kısıldı. MİT'de böyle bir tim yoktu, bildiğim bir teşkilat da yoktu bu isimde. Hayalet dedikleri şeyin elimde tuttuğum silahla ne kadar bağlantısı olduğunu düşünsem de, her yol kapatılmıştı sanki.

"O kızı bulacağız!" Bana yaklaştıklarında bedenimi ağaç ve duvarın köşesini sıkıştırdım. "Hazer onu görünce çok sevinecektir." Güldüler ve uzaklaştılar yanımdan.

Ağacım dibinden çıkmadan önce etrafa baktım. Evin kapısındaki iki koruma da gittiği için ve şu anlık beni görebilecek konumda birileri olmadığı için hiç zaman kaybetmeden olduğum yerden ayrıldım. Silahımı sıkıca kavrayıp öne doğru tuttum. Kapıya yaklaştığımda ise arkamı kontrol edip güvenli olduğunu anladığımda içeriye geçtim direkt.

Evde birisi yoktu çünkü ışıkların hepsi kapalıydı. Fakat burada da duramazdım. Her yer camdı, beni görme ihtimalleri çok yüksekti. Ayrıca her yerde beni ararken onlar, ben burada sanki süper güçleri olan kahramanmışım gibi dolanıyordum.

Korkum yoktu, evet. İşte en kötüsü de buydu; başıma gelebilecek hiçbir kötü olaydan korkmuyordum. Alışmıştım ve bu çok acıtıyordu canımı.

Acılarım alışmak yakıyordu canımı...

Dışarıdan araba sesi geldiğinde irkilip silahı kapıya tuttum reflesk olarak. Az önce korkmadığımı mı söylemiştim? Tamam, kendimi sakinleştirmenin bir yoluydu bu ve evet, ölmek istemiyordum. Korkmak değildi bunun adı, sadece yaşamak için bir nedenim vardı, küçük bir umudum... Bana, hâlâ beni söylemeyen kocam vardı ve ondan bu kelimeyi duymadan ölmek gibi niyetim de yoktu!

Çünkü bu savaşın ortasında bana gözleri ile umut olan adamın sevgisine de ihtiyacım vardı.

"Hoş geldin ptron!" Diye bağırıp yanına koştu korumalar.

"Her şey yolunda mı?" Diye sordu ve arabadan inen kızı kollarının altına aldı. Kıza baktım, yanında zorla duruyordusa eğer her şeyi göze alıp onu bu adamın yanında götürecektim sağ salim fakat öyle bir şey yoktu. Hatta ikisinin de parmağında yüzükleri vardı ve kız gayet de mutluydu.

Bir katilin kollarında olmak onu mutlu ediyordu...

"Kızı arıyoruz." Ded bir başka koruma.

"Tek mi?" Sesi şüpheliydi. Tekim ve evindeyim, Hazer.

"Öyle olduğunı düşünüyoruz."

"Kaç kişi öldürdü?" Bunu soran Hazer'in nişanlısıydı.

"Üç." Dediğinde beklemediğim bir şey oldu.

Kadın Hazer'in belindeki silahı çevik bir hareketle aldı ve bunu söyleyen korumanın kalbine üç el ateş etti.

Ben şokla gözlerimi büyütürken, kız sinirle bağırdı. "O kızı bulacaksınız!  Beceriksiz gibi gelip burada karşımda dikilmeyeceksiniz!"

Hazer buna kahkaha attı ve silahı alıp beline taktı. "Sevgilimi duydunuz," elini tuttu. "O kızı bulacaksınız. Ona kadar bizi rahatsız etmeyin."

Eve geldikleri gördüğümde içimden kocaman bir siktir çektim. Ne yapacağımı bilemeden direkt ikinci kata çıktım ki zaten burası da tamamen odaydı. Evden sesler geldiğinde, yapacağım en salak ve basit şeyi yapıp elbise dolabına saklandım.

Önce elbiseleri kenara itekledim, sonra da bedenimi tamamen dolaba yerleştirip kapıyı kapattım. Silahımı elimde hazır tutuyordum, tabii kendimi ne kadar koruyacaksam ben bunların yanında...

"Sence peşimizdekiler Türk mü?" Diye sordu Kadın. Artık odaya gelmiştiler ve bu beni geriyordu.

"Rus dilinde konuştuğunu duymuşlar telsizden." Dedi Hazer.

"O zaman Rus ajanı." Düşünceliydi sesi.

"Sanmıyorum. Ruslar ile aramız iyi, ayrıca büyük patron öyle bir şey olsa bizi haberdar ederdi."

"Hayaletler ile işimiz zor." Kısık çıkmıştı sesi. "Yıllar sonra tekrardan ortaya çıkmaları iyi olmadı."

Elimdeki silaha baktım. "Hâyalet sen misin?" Diye sordum kendi kendime. "Yoksa Karam mı..?"

Ben kendi kendime konuşurken ve düşünürken sadece birkaç dakika içerisinde kulağıma midemi bulandıran sesler geldi. Gözlerimi kocaman açıp elimi ağzıma bastırdım. "Şansını sikeyim, Leyla! Denk gele gele adamın sevgiliyse sevişeceği âna denk geldin!"

Başımı üç kez art arda dalaba vurdum ve telefonu açtım. Karam'ı tekrar ararken, hâlâ meşkuldu. Ağlamaklı hâl aldı yüzüm. Gelen sesler midemi bulandırdığı için kulaklığımı kulağıma taktım. "Ulan ben evliyim böyle boklar yemiyorum, millet nasıl azdıysa evlenmeden hallediyor işini!" Evlenmeden önce eğer birkaç saat yan yana olsaydınız, bundan beter şeyler yapacaktınız diyen iç sesimi hemen susturdum.

Ben öyle bir kadın mıydım canım? Asla yapmazdım(!)

Kulaklığımda şarkı dinlerken tüm timin ve Karam'ın ailesinin instagram hesabına bakmıştım.

Korhan sadece Alin'i paylaşmış ve görmemişin sevgilisi olmuş algısı yaratmıştı herkeste.

Güneş'in hesabında hiç post yokken, Simra'nın hesabında neredeyse 300 post vardı. "Çok mu işsiz benim görümcem?" Yüzümü burışturdum. Kendi hesabımda sadece 4 tane fotoğrafım vardı onları da ne zaman paylaştığımı hatırlamıyorum bile. En son düğünden birkaç resm paylaşmıştım, o kadar.

Simra yolda bulduğu her köpeği eve gitirmiş, fotoğrafını çekip paylaşmıştı. Hatta bir postunun açıklamasına, 'abimi buldum.'  yazıp siyah bir köpek paylaşmıştı. Ona yorum yazmak istesem dd bunu yapamazdım çünkü ben bir hâin ilân edilerek sorguya alınmıştım.

Oysaki asıl hain şu an odada keyif sürüyor!

Başımı dolaba yaslayıp gözümü kapattım. Sesleri az da olsa duyduğum için kendimi kötü hissediyordum. Karam'ın acilen beni buradan alması lazımdı!

💂🦋

Yazar anlatımı ile


Sevgi kurtarır diye bir laf var. İki kalp sevince, kimse duramazmış önlerinde. O kadar güçlüymüş ki bu hiss, bazen aklı, bazen de kalbi parçalarmış. Oysa ki seven kalptir. Sevgi zarardır ve sevgi her zaman kurtarmaz.

Yusuf'u sırf babası sevdi diye kuyuya atamdı mı kardeşleri? Ve Yusuf'u Züleyha sevdi diye zindana atmadılar mı?
En büyük örnek gözler önündeyken kalp zihnin gözlerini kapatır, kör olmak ister ve bu körlük onu mahveder.

Aşk öldürür. Ve aşk ölür...

Sırtını saklandığı dağa yaslayan Korhan belki de bu hissin ne kadar çok acıttığını biliyordu, elbette sevmişti de sevilmişti de. Fakat kalbini ölesiye acıtacak tek şey, aylarca hoşlandığı kadının etrafında pervane olmasına rağmen onu asla görmemesiydi. Sevdiği kadın ona abi diyordu, var mıydı bundan daha acısı? Vardı...

Esma"yla aralarında sırf beş yaş var diye ona abi demesine bile razıyken, Karam'ı gören Esma'nın aralarındaki on yaşı umursamadan direkt ona yaklaşmasını kabullenememişti. Gurur muydu bu, yoksa sevgi miydi bilmiyordu ama bu hiss onu yoruyordu. Öyle ki artık Esma'ya karşı sadece tükenmiş hissediyordu. Karşılıksız sevgi insanı gerçekten de yoruyor.

"Başın öne eğilmesin, aldırma gönül aldırma." Yine en sevdiği şarkıyı mırıldanırken, Alin başını çevirip ona baktı. "Ağladığın duyulmasın, aldırma gönül aldırma." Bu şarkıya takıntılıydı resmen. Nedensizce her akşam, her sabah dinlemek ve söylemek istiyordu. Sesi de güzeldi...

"Dışarıda deli dalgalar-" sesini yarıda kesen şey, Alin'in de onunla birlikte şarkıya eşlik etmesiydi. Alin karşıya baktığında, Korhan'ın yüzünde küçük gülümseme yarandı. "Gelip duvarları yalar." Dedi Alin.

"Seni bu sesler oyalar, aldırma gönül aldırma." Dedi ikisi de birlikte. "Aldırma gönül aldırma. Gönül aldırma."

Sustular ikisi de. Korhan'ın yüzündeki gülümseme solarken, küçük bir iç çekti Alin'e bakıp. Asla ona bakmıyor ve göz teması kurmuyordu. Böyleydi Alin, soğuk. Bazen sevgisini belli ediyorken, bazen de bundan korkup aniden kendisini geriye çekiyordu. Sabrediyordu Korhan çünkü bu korkunun neden olduğunu biliyordu. Ona güveniyordu, onu seviyordu fakat geçmişinde yaşadığı olaylar bu duyguların önüne geçiyordu.

Alin elindeki silaha bakarken, ikisinin de aklında aynı şeyler dönüp duruyordu. Ne olacaktı bu işin sonu?

"Sen böyle yaparken nasıl aldırmasın ki bu gönül..." Diye konuştu kısık sesle. Alin, nefesini tuttu. Söylediği cümlenin anlamı ve ağırlığı o kadar büyüktü ki, altında kalıp can verebilirdi.

Yutkundu. "Bir şey yaptığım yok, Korhan."

Bıkkın nefes vermek istedi ama yapmadı. Onu gerçekten seviyordu, Alin ona sabretmeyi öğretiyordu. "Yine neden soldu yüzün?"

"Ben hep böyleydim." Bu kaçış yoluydu; hep böyleydim diyip kaçardı. Karşısındakinden değil de, daha çok kendinden kaçardı.

"Bana da gülümsemiyorsun, Boncuk." Sesi kırgın çıkmıştı.

Silaha bakmayı kesip başını ağır ağır kaldırdı ve Korhan'ın yeşil gözlerine baktı. Korhan anında kırgın ifadesini yok edip gülümsedi ona. Böyleydi bu adam, Alin onu ne kadar kırsa da, incitse de gözlerine baktığı an her şeyi unutuyordu. Ve bir daha hatırlamıyordu.

"Bizim sonumuz ne olacak?" Diye ani soru yöneltti Korhan'a.

Korhan yine gülümsedi en mükemmelinden. "Evleneceğiz, boncuğum." Derken bayağı ciddiydi. "Seni Karam komutanımdan isteyeceğim."

Alin ise başını iki yana salladı. "Bunlar sadece bir hâyal Korhan, gerçekçi ol."

Gülümsemesi kesildi ve kaşını çattı. "Alin ne diyorsun, anlamıyorum seni."

Ofladı sıkıntıyla. "Ben senin gibi değilim. Sen askersin, işin belli, hayatın belli. İçerisinde olduğun bir tim var, görev yaptığın şehir var, düzenli hayatın var peki ya ben?" Ellerini iki yana açtı. "Ben bir ajanım. Milli İstihbarat Teşkilatının görünmeyen yüzüyüm. Bazen bir ölüyüm, bazen var olmayan bir insan. Bazen teröristim, bazen vatanını savunan asker! Bazen yerin üstündeyim, bazen yerin yedi kat altında bizim için yarattıkları karargahta. Benim bir hayatım, bir adım, bir mesleğim yok Korhan. Bazen bir öğretmen olurken iki dakika sonra doktor oluyorum. Şu an bile aslında olduğum kişi değilim ben. Şu an bile kendimi bulamıyorum, hâyallerle oyalıyoruz kendimizi. Biz birbirimiz-"

"Uygun değiliz mi diyeceksin?" Diye sordu. Sesinde bariz bir korku vardı. Korhan Demir, Alin Tüfekçi'yi kaybetmekten korkuyordu.

Cıkladı. "Biz, birbirimize yara oluruz sadece." Dedi yaralarını sarmak için çabalayan adama. Ve Korhan'ın kalbinde açtığı yaradan haberi yoktu. "Bir gün bu görev bittiğinde ben bordo bereli olmayacağım. Ben bir asker değilim, Korhan. Sizin içinize MİT tarafından yerleştirilen ajanım. Bu time katılmamı isteyen Yunis başkandı ve bana emri verirken Leyla'yı korumam gerektiğini, time katılıp MİT'i temsil etmemi söylemişti. Planda aşık olmak yoktu." Sesi kısıktı, aşık olduğunu söylemekten çekiniyor gibiydi. "Görev bittiğinde yine MİT ajanı olacağım, timden ayrılacağım. O zaman birbirimizi asla göremeyeceğiz."

Yutkunamadı Korhan. Aşık öyle bir duyguydu ki, asla gerçekleri düşünmeye izin vermiyordu. Sadece hayal kurdururdu ve sonra da yerden yere vururdu o hayalleri. Tıpkı şimdi yaptığı gibi.

Yine de kendisini bırakmadı, umutsuzca davranmadı. "Neden göremeyecekmişiz? Görev yerlerimiz ayrı olacak sadece, bundan başka değişen bir şey olmayacak ki."

Beni anlamıyorsun der gibi iki yana salladı başını. "Korhan bir gün benden ölmem istense ne olacak?" Ve evet, bu teşkilatın en zor işi de buydu; yaşarken ölmek.

"Kabul... Etmezsin." Bunu dediğine kendisi de inanamıyordu.

Güldü Alin alayla. "Konu vatansa eğer, her şeyi kabul ederim. Tıpkı senin ettiğin gibi."

Gözlerine baktı. Ona bu kadar güzel bakan kadının söylediği her kelimenin gerçekliğini anlayabiliyordu. "Ne yapacağız peki? Ayrılacak mıyız?" Sesi öyle güçsüzdü ki, Alin gerçekten de canının yandığını hissetti. Çıktıkları bir görevde bunları konuşmaları da saçmaydı zaten. Her şey baştan sona saçmaydı.

Alin gözlerini ondan çekip karşıya baktı. Buna verecek cevabı yoktu. Kendisini bu time öyle ait hissetmişti ki, aslında kim olduğunu unutmuştu. Bir kalbinin olduğunu hatırlamıştı ve galiba Alin'e gerçekten de sevmek yasaktı.

"Bugün olmasa da bir gün olacak bu." Dedi fısıltıyla.

Korhan sinirlerine hakim olamadı ve, "sikseler ayrılmam lan ben senden!" Dedi hafif yüksek çıkan sesle. "Ajansan ajansın, bana ne? Seviyorum kızım seni, bırakmam asla!"

Alin avucu ile onun ağzını kapattı. "Sesini kes aptal!" Dedi sinirle.

"Kesmiyorum." Dudaklarına kapanan el olduğu için sesi boğuk çıkıyordu. "Seni de bırakmıyorum!" Bileğinden tutup elini ağzından uzaklaştırdı. "Anladın mı beni, sevgilim?" Son kelimenin üzerne bastırarak söyledikten sonra, tuttuğu bileği öptü ve Alin'in şaşkınlıkla ona bakmasına neden oldu.

"Manyak." Dedi hâlâ şaşkınken.

"Sana sevgilim."

"Aptal!"

"Sana güzelim."

"Pislik!" Dedi sinirle.

"Bir tek sana boncuk, tek sana."

"Laftan anlamayan amip beyinli!" Dediğinde Korhan güldü.

"Sadece sana, hep sana, her şeyde sana. Sevgim de, aşkım da... Aptallığım da... Gücüm de, güçsüzlüğüm de," yüzünü yüzüne yaklaştırdı, Alin'in yeşilimsi ela gözlerine baktı. "Kalbim de, aklım da... Sabrım da, sabırsızlığım da... Aldığım ve verdiğim her nefes de sana," diye fısıldı, Alin hefesini tutmuş sadece yeşil gözlere bakıyordu. "Her şeyim sensin boncuk ve ben, her şeyimi kaybedemem..."

Ne hissedeceğini, nasıl hissedeceğini bilemezken sadece tek kelime edebildi. "Seni seviyorum..." Tek kelimede aslında Korhan'ın söylemediği çok kelime, çok cümle saklıydı.

Alin'in korkusu, korkusuzluğu, kimsesizliği, sevgisizliği, aldığı yaralar sadece bu kelimede saklıydı ve Alin, bir tek Korhan'a kendisini belli ediyordu...

💂🦋

"Komutanım,"

Güneş artık bu sesi ve bu kelimeyi duymaktan gına gelmişti. Neredeyse başını bu dağlara vuracak raddedeydi fakat kendisini tutup, "söyle, asker." Dedi.

Zafer başını kaşıdı. Uzandığı yüksek dağın tepesine yerleştirdiği keskin nişancı tüfeğinin dürbininden Güneş'e baktı. "Karam komutanım ne zaman gelecek acaba?"

"Karam komutanım gelince de bu kadar çok konuşacaksan eğer, emin ol ki seni sikecek." Dedi Kadir. Yarım saattir sadece Zafer'in boş sorularını yanıtlayarak geçiriyorlardı.

Ayıplar gibi cıkladı. "Nar çiçeği Leyla Hanım yengeciğim böyle bir şeye katiyyen müsade etmez." İşaret parmağını iki yana salladı.

"Lan, komutan sana demedi mi Leyla Hanım'a nar çiçeği deme diye?" Dedi Dağhan.

Omuz silkti. "Şu an komutan yok, dersem de haberi olmaz."

"Sesini kesmezsen eğer ben söyleyeceğim." Uraz, kendisini iyice Leyla'ya benzetiyordu artık. Gerçi Leyla'nın tehtitleri bayağı işe yarıyordu. Sahi, bu kadında bu kadar bilgi neredendi?

"Siz de iyice Leyla Hanıma benzediniz." Dedi Dağhan gülerek.

"Yengeciyiz biz oğlum." Bundan gurur duyuyor gibiydi.

Güneş, yanındaki Uraz'a gözünü devirdi. "Tehtit değil, adamlık öğren Leyla'dan. Mâlum, kadın senden daha adam." Dedi son kelimeye bastırarak.

"Offf, girdi ulan, girdi!" Diye elini havada salladı Zafer.

"Komutanım, siz de fena değilsiniz." Dedi Dağhan gülüp.

"Sen anca laf sok." Homurdanıp önüne döndü Uraz.

"Sen de korkak gibi kaç."

"Aaaa, işte burada durun komutanım." Dedi Zafer. "Korkaklıkta Uraz komutanımdan önce Karam komutanım geliyor."

"Lan Dağhan," dedi Kadir yanındaki Dağhan'a. "Bombalarından birisini tıksana şu gevezenin ağzına. Kulağımı sikti lan, ciyaklıyor bir de. Böyle erkek sesi mi olur amına koyayım!"

"Ya komutanım," Kadir başını taşa vurdu bıkkınlıkla. "Acıkmamak için yapıyorum işte, anlasanıza!"

"Zıkkım ye, Zafer!" Dedi herkes birden.

"Şu an ona da razıyım." Dedi ve iç çekti. Silahını okşayıp, öptü. "Kızım, sen de olmasan beni anlayan yok valla." Tekrar iç çektiğinde, "komutan geliyor!" Dedi Güneş kulaklığa.

Karam, arabasını uzak bir yerde park etmiş ve dikkat çekmeden askerlerinin yanına gelmişti. Kadir ve Dağhan'ın yanına vardığında kulaklığını kulağına taktı.

"Leyla nerede?" Diye sordu Kadir endişeyle.

Karam gözünü telefondan ayırmadı. "Alin'lerden haber var mı?"

"Henüz değil." Dedi Güneş.

"Komutan," dedi Kadir sinirle. "Leyla nerede?" Kardeşi için endişeleniyordu ve bunun için de tutarlı sebepleri vardı.

Karam başını iki yana salladı. "Takip ediliyorduk." Dedi. "Leyla görevi tehlikeye atmamak için dikkatleri üzerne çekti ve beni buraya yolladı." Onu orada bıraktığı için kendisine lanetler okusa da elinden başka bir şey gelmezdi. Bir görev emri gelmişti onlara ve kurtarmaları gereken onca masum insan vardı, hisslerle hareket ederse zaten Leyla'yı sonsuza kadar kaybedecekti. Leyla güçlü ve akıllı kadındı, ne yapıp edip kurtulurdu o adamlardan ama korkuyordu Karam. Leyla'nın psikolojisi iyi durumda değildi, geçmişte yaşadığı en küçük olayı hatırlarsa travması tetiklenebilir ve kendisini kaybedebilirdi. Hele ki bugün kendi babasının ona vurmak istediğini görmüştü, nasıl iyi olsun ki bundan sonra?

"Haber var mı ondan?" Kadir kardeşini tanırdı, inat etmiş ve Karam'ı buraya yollamıştı. Ve bu inadın bir gün başına bela olacağını da biliyordu.

"Üstlerle konuştum, bölgeye ekip yönlendiriyorlar." Leyla'yı orada bıraktıktan hemen sonra MİT ile konuşmuş ve oraya hemen en iyi timi yönlendirmelerini istemişti. İçi rahattı çünkü onlar oraya gitmese bile Leyla'ya verdiği silahın onu koruyacağını biliyordu.

O silahın anlamını, neler yapabileceğini ve neyi;kimi temsil ettiğini biliyordu...

Telefona gelen aramayla birlikte hemen ekrana baktı. Leyla'nın ardığını gördüğünde ise hemen cevapladı aramayı. Kalbi istemsizce korku ile atarken durmadan, art arda konuştu. "Leyla, neredesin? İyi misin? Peşindeki adamları atlattın mı?"

Leyla zaten sinirliyken bir de kocasının panik hallerine katlanamayıp, "sesini kes de beni dinle." Dedi. Evet, çok fazla romantikti kendisi.

Karam anında sustu. Karısı sus diyorsa susacaktı, yoksa Leyla susardı ve asla konuşmazdı.

"Hazer'in evindeyim." Asla uzatmadan, lafı dolandırmadan, direkt söylemişti bunu.

Karam'ın gözleri önce şaşkınlıkla açılsa da, sonradan kendisine hakim olamayıp sinirle bağırdı. "Ne saçmalıyorsun sen? Ne Hazer'i? Şakanın sırası değil, hemen yerini söyle bana!" Bunu yapamazdı, kendisini böyle tehlikeye atacak kadar aptal kadın değildi o!

Leyla yaptığı şeyin ne kadar tehlikeli olduğunu şu an Karam'ın endişe ve korku dolu sesinden anlıyordu. Şu âna kadar kendisini sakinleştirse de, Karam öyle sinirliydi ki bunu asla yapamazdı.

Kısık sesle, "Hazer'in evindeyim." Dedi tekrardan.

Karam tam konuşacaktı ki, telefonun arkasından gelen sesi duyup, ağzını kapattı. Daha sonra tekrar ağzını açtığında, "o ses neydi?" Diye sordu. Yanlış duyduğuna inandırmak istiyordu kendisini.
Leyla elini havada sallayıp karşıya doğru tükürdü. Midesi dayanamıyordu buna. Neden bu eve girdiyse... "Leyla," dedi uyaran sesle. "O ses neydi? Ben yanlış duydum değil mi?"

"Ne sesi komutanım?" Kimse konuşmaya cüret edemezken Zafer yürek yemiş olmalıydı.

Leyla alt dudağını ısırdı. Karam kesinlikle bu âna tanıklık ettiği için onu mahvedecekti ama o da hak etmişti! "Şey..."

"Uzatma!" Sesleri duydukça daha çok sinirleniyordu.

Ofladı ve yine pat pat konuşmaya başladı. "Ben Hazer'in evinde, onun dolabındayım. Hazer de nişanlısıyla-"

Karam kendisini tutamadan resmen sinirle kükredi. "Leyla sen şaka mısın? Ne demek Hazer'in odasındayım?"

"Ne?" Dedi şaşkınlıkla Kadir.

"Ulan bir de o orospu çocuğunun seslerini mi duyuyorsun sen?!" Evet, çünkü tek derdin buydu di mi Karam?

Leyla oturduğu yere sinip yüzüne ağlamaklı bir ifade yerleştirdi. "Kulaklıkta şarkı dinledim, yalı çapkını izledim. Hiç duymadım ki Karam, hiç duymadım." Yalan söylüyordu, sesleri bir türlü bastıramamıştı ve bir zaman sonra sinirden ağlayacak raddeye gelip ağlamıştı.

"Sikerim lan senin inadını! Sen o eve nasıl girersin? Orada kaç koruma var biliyor musun? O adam nasıl manyak biliyor musun? Seni yakaladığı an sana bir şey..." Sinirle elini duvara geçirdi. "Lan sana bir şey yaparsa ne olacak?!" Adam manyaktı, nişanlısı ondan da manyaktı. Leyla'yı bulduklarında açığa çıkacaktı ve o zaman gerçekten onun sonu gelecekti. Karam deliriyordu çünkü yanında değildi. Tamam, kim olsa aynısını yapar ve peşinde olduğu adamı bulduğunda elinden kaçırmazdı fakat Leyla daha o kadar eğitim almamıştı. Doğru olanı yapmıştı ama bunu yapan yanlış kişiydi. Alin veya Güneş olsa da endişelenirdi fakat bu kadar değil. Onlar yapılması gerekenleri biliyordu ve Leyla daha onlar gibi değildi.

Yunis'e lanetler okudu içinden. Leyla'yı MİT'e alması ve timin içerisine sokması asla akıllıca değildi! Resmen kızını kendi eli ile ölüme yolluyordu!

"Özür dilerim." Dedi suçlu sesle. "Aradığımız adam ayağımıza kadar gelmişken kaçırmak istemedim. Galiba sen haklıydın," diye mırıldandı dolu sesle. "Fazla öz güven zararmış... Yanlış yaptım..." Hayır, yaptığı asla yanlış değildi! Zaten Hazer'i almaları için emir gelmişti ve onu hangi yolla olursa olsun almaları lazımdı. Fakat Leyla daha o kadar geliştirmemişti kendisini. Tamam, ustaca dövüşüyor, silah kullanıyordu ama herşey bununla bitmiyordu. Onun bir geçmişi vardı, yakasını bırakmayam geçmişi. O adamlar onu buldukları ilk an sadece zaafından vuracaklardı; bedeninden... Ve Karam'da bunu tahmin ettiği için bu kadar korkmuş, tepki vermişti. Leyla'ya birisinin dokunduğunu düşünmek bile nefesini kesiyordu.

"Opersyon bittiğin an," dedi sert sesle. "Sana geleceğim. Sen ne olursa olsun olduğun yerden çıkma ve asla korkma, ben geleceğim. Tamam mı?"

Dolan gözlerine bastırdı avucunu. "Hı-hı." Diye mırıldandı. "Uslu uslu oturuyorum burada."

Karam, karısının masum sesini duyuğu an hemen yumuşadı. Fakat içindeki korku hâlâ geçmemişti. "Beni bekle nar çiçeği. Sana dokunmaya kalkarsa birisi, gebert!" Bunu ondan istediği için asla pişman değildi! Yaptığında yanlış bir şey yoktu zaten. Görevdeydiler ve yapması gerekeni yapmasını istiyordu.

"Tamam." Diye mırıldandı. Sonra daha kısık sesle, "kendine dikkat et." Dedi.

"Komutanım, Alin'lerden haber geldi." Dedi Güneş.

Karam başını salladı. "Sen de dikkat et."

Leyla telefonu kapattığında şu an burada oturmak yerine timin yanında olmayı istiyordu. Fakat artık olan olmuştu...

"Leyla iyi mi?" Diye sordu Güneş. Ona bir şey olmasını kimse istemiyordu. Belki de Kadir ve Karam'dan sonra Leyla'yı düşünen tek kişi Güneş'ti. Çünkü acısını anlıyordu. Ve daha çoğu, hissediyordu.

Leyla, Güneş'in tek dostuydu...

"Hazer'in evinde." Dedi. Sinirden elleri titriyordu. "Onu orada  bırakmamam lazımdı."

"Sizi dinlemezdi ki," dedi Uraz. "Peşinizde adamlar varken buraya böylece gelmenize izin vermezdi."

Ofladı Karam alnını ovuşturup, "ne kadar zamanımız var?" Diye sordu.

"Beş dakika." dedi Dağhan.

Silahını hazır hale getirdi Karam. Bu zaman, "sence yetişecek miyiz?" Diye sordu Kadir.

Başını hiç düşünmeden evet anlamında salladı. "Yetişeceğim." Dedi yemin eder gibi. "Ne olursa olsun gideceğim ona."

Çünkü Karam hep nar çiçeğine giderdi...

"Komutanım,"

"Söyle Zafer."

Zafer keskin nişancı tüfeğinden çekmedi gözünü. "Geliyorlar." Dedi.

Zafer'i duyan herkes konum aldı. Uraz ve Güneş timden uzaktaydılar ve onların görevi arkadaşları arabaları durdururken, çocukları ve kadınları tehlikeli bölgeden uzaklaştırmaktı.

Nihayet arabalar onlara yaklaştıklarında, Zafer tüfeğini öptü. "Hadi kızım," gözünü dürbine dayadı. "Yüzümü kara çıkarma." Parmağının tetiğe basılmasıya birlikte önde gelen siyah ve uzun aracın tekerine saplandı kurşun. Anında direksiyonun hakimiyetini kaybeden araç ağaca çarptı.

Diğer arabalar hemen durduğunda, "sizde komutanım." Dedi Zafer.

Karam, Dağhan'a işaret etti başıyla. Dağhan çantasından sis bombasını çıkarttı ve, "Güneş komutanım, iki dakikanız var." Dedi.

Karam ve Kadir araçtan çıkan teröristleri indirirken, Dağhan da arka taraftan dolanıp, kadınların olduğu tıra yaklaştı. Timin ağzında gaz maskesi olduğu için bu konuda rahattılar fakat diğerleri için aynı şeyi söylemek doğru olmazdı.

Dağhan elindeki bombayı tıra doğru attığında etrafa aniden beyaz tüstü yayıldı. "Zafer, hadi koçum!" Dedi Karam.

Teröristlerin kaçmaya yerleri bile yoktu. Kurşun timi ETÖ'ye göz açma imkanı tanımıyordu. Zafer keskin nişancı tüfeği ile onları tek tek indirirken, Karam ve Kadir ve Dağhan'ı koruyorlardı. Çünkü Dağhan şu an tehlikeli bölgedeydi. Kurşunların neredeyse hepsi onun üzerinde uçuyordu.

"Dağhan, dikkatli ol!" Diye uyardı Karam onu.

Tırın arkasında saklandı ve derin nefes aldı. "Merak etmeyin komutanım, iyiyim."

Başını salladı Karam. "Zafer, durumlar ne?"

"Son üç." Silahın yönünü kuzey 3 istikametine döndürdüğünde, "son iki." Diyip br teröristi daha vurdu.

"Son bir." Kadir de bir teröristin kalbinden vurduğunda, "ve bitti!" Dedi Karam. Sonuncuyu da o gebertmişti.

"Herkes iyi mi?" Diye sordu Karam. Olumlu yanıt geldi herkesten. "Güneş ve Uraz, sıra sizde. Çocukları ve kadınları tırlardan çıkarın."

"Emredersiniz komutanım!"

Güneş ve Uraz Dağhan'ın yanına gittiklerinde, Karam'la Kadir de ayakalandılar. Fakat aniden Kadir'in tam kulağının dibinden geçen kurşunla, "ananı sikeyim!" Diye küfredip tekrar yere eğildiler.

"Komutanım, iyi misiniz?" Dedi Güneş kulaklığa. Bu zaman çoktan tırın ağzını açmış, kadınları ve çocukları oradan indiriyorlardı.

"Keskin nişancı var!" Diye bağırdı Karam. "Zafer, bul onu çabuk! Çocuklar var burada!"

Zafer, "komutanım, kurşunun nereden geldiğini görmem lazım." Dedi.

"Lan kulağımı sikti, görmedin mi?" Diye bağırdı Kadir. Elini kulağına bastırmış, dişini birbirine sıkıyordu.

"Çocukları koruyordum ben." Dedi Zafer.

Güneş'le Uraz tırların kapısını açtıkları için artık bu işin geri dönüşü yoktu. "İçeride çocuklar var." Dedi yutkunarak. Herkes onlara umutla bakıyordu ve artık bu işi kimse zarar görmeden halletmeleri gerekiyordu.

Bir kurşun daha tırın tekerlerine değdiğinde, "ananı sikeyim!" Diye bağırdı Uraz. "Lan çocuklar var içeride Allahsız!"

Ve onun daha doğmayan çocuğunu öldürmüştü onlar...

Çocukların bağırma sesleri, kadınların yalvarışlarını duyan Karam, "Zafer," dedi sakin tutmaya çalıştığı sesi ile. "Hadi koçum, hallet şunları."

"Komutanım, yerini bulamıyorum. Şerefsiz yön değiştiriyor!" Nişancı tüfeğinin dürbininden baktı, daha da yaklaştırdı onu ama yine de bir şey bulamadı.

Güneş tırın içine baktığında, ayakta durmakta zorlanan küçük bir kız çocuğu gördü. Çocuk onunla göz göze geldiğinde, her şeye rağmen gülümsedi. Bu savaşın ortasında sadece çocuklar masum kalabilirdi. Ve o çocukların anneleri artık masum değildi...

Güneş yutkundu. "Zafer,"

"Komutanım?"

Çocuğa baktı, zorlukla gülümsedi. "Sol tarafımda ev var," durdukları yerden biraz uzakta yıkık dökük ev vardı. "Oraya gidersem bulabilir misin onu?"

Uraz, "saçmalama!" Dediğinde, gözlerinde bariz bir korku vardı.

"Güneş, emin misin?" Diye sordu Karam.

Başını salladı. "Bunu birimiz yapmalı komutanım." Sonra tekrar sordu. "Bulabilir misin?"

"Evet," dedi Zafer. "Ama çabuk olmanız lazım, sadece on saniyeniz var. On ikinci saniyede tam kalbinizden vurulabilirsiniz." Çünkü kurşun, o mesafeden sadece 12 saniyede Güneş'in bedenine saplanabilirdi.

"Ben yaparım." Dedi Uraz. "Ben daha yakınım oraya, hem ben senden daha iyi koşuyorum."

Buna güldü. "Bu kez vurulursan kılımı bile kıpırdatmam."

"Sana bir şey-"

"Sen yine gidersin." Dedi. Kulaklıktan onları duyan tim, neler olduğunu anlayamıyordu. "Zafer,"

"Komutanım," dedi Zafer. Endişe vardı sesinde. Eğer Güneş'i koruyamazsa, o keskin nişancıyı bulamazsa ve indiremezse bu kadar sivilin hayatını tehlikeye atmış olacaktı.

"Üç," dedi Güneş. Zafer gözünü dürbine yaklaştırdı. "İki," dediğinde, bir adım attı. Uraz ona baksa da asla gözlerini yanındaki adama değdirmedi. "Üç!"

Silahını kavradığında ve tırın arkasından çıktığında, anında onu gören keskin nişancı kurşunları ona doğru yağdırmaya başlamıştı bile.

"Dikkatli ol!" Diye bağırdı Uraz.

Fakat Güneş işinde gayet profesyöneldi ve yönünü değiştirerek hareket ediyor, dikkatini dağıtıyordu. Sonunda kendisini evin arkasına attığında, yere çöktü. Kalbi deli gibi atıyordu.

"İyi misin Üsteğmenim?" Diye sordu Karam.

Dudaklarında gülümseme yarandı. "İyiyim komutanım." Uraz tuttuğu nefesini bıraktı sonunda, başını iki yana salladı.

"Buldun mu?" Diye sordu Kadir.

Güldü Zafer. "Ayıpsınız komutanım, tabii ki buldum."

"Aslanım benim." Dedi Karam.

Güneş kırılmış gibi, "komutanım, ben de bir tebriki hak ediyorum." Dedi.

Güldü Karam bu haklı siteme. "Aslansın Güneş."

Tatmin olmuş gibi başını salladı. "Eyvallah komutanım."

"Zafer, on saniyen var."

Güldü Zafer. "Üçe kadar sayın komutanım."

Kadir, "bir," dediğinde, Zafer hemen tetiğe bastı ve tam karşısında olan keskin nişancıyı alnından vurdu.

"Son iki saniyeyi siz alın, komutanım. Mâlum, yaşlandınız, lazım olur." Dedi imayla Kadir'e.

"Ulan Zafer," başını iki yana sallayıp kahkaha attı. "Lan adamsın, adam."

"Sağolun komutanım!" Dedi gür sesle.

Herkes saklandığı yerden çıktığında, "Zafer, sen yine de dikkatli ol." Dedi Karam. Zafer başını salladı ve mevzi aldığı yerden dikkatlice etrafı kontrol etmeye başladı.

Karam ve Kadir tırın yanına geldiklerinde içeride olan elliye yakın kadına baktılar. Hepsinin yüzünde umut ışığı vardı.

"Türk müsünüz?" Diye sordu bir kadın.

Başını salladı Karam. "Güvendesiniz artık, korkmayın." Başı ile Dağhan ve Uraz'a işaret etti sivilleri oradan çıkarmaları için.

Uraz ve Dağhan anında komutanlarının emrine uyarken, Kadir silahını karşıya doğrulttu ve Karam'la birlikte vaziyet alarak onları korumak için etrafa baktılar.

Güneş evin arkasından çıktığında, "komutanım," dedi Zafer. Bu sırada Uraz bir çocuğu yere bırakmış, annesinin inmesine yardım ediyordu.

"Söyle Zafer." Dedi kısık sesle Karam. Yüksekten konuşup çocukları korkutmak istemiyordu. Bazen Leyla ile de yüksek sesle konuştuğunda irkildiğini fark ediyordu. Kirpikleri titrese de, çenesini kaldırıp daha yüksek sesle bağırıyordu karşısındaki kişiye. Travması vardı ve bunun şu an burada kurtardıkları kadınlarda da olduğuna emindi.

"Komutanım," yutkundu Zafer. "Karşıda hareketlenme var." Güneş duyduğu sesle yerinde kaldı. Uraz kucağındaki çocuğu yere bıraktığında, şaşkınlıkla baktı Karam'a.

"Nerede?" Diye sordu. Bu kez sesi endişeden dolayı kısıktı.

Güneş başını yukarıya kaldırdığında, tam da yukarıda, eski evin çatısında keskin nişancı olduğunu gördü. Nişan aldığı yere baktığında ise, "hayır!" Diye mırıldandı. İkinci kez ise sesi haykırışa dünüşmüştü.

Herkes silahına davrandığında Güneş açığa çıkan çocuğun hedef alındığını gördüğü için koşarak ona doğru gitti. Uraz'ın ismini bağırmasi bile onu durdurmadı ve tam ortada duran bedene sardı kollarını. Bu an iki kez silah patladı. Kurşunların sıkılmasının arasında sadece 3 saniye fark vardı.

"Ananı sikeyim!" Diye bağırdı Karam.

Güneş kolları arasındaki çocuğa sıkıca sarılmayı bırakmadı fakat bedeninde bir acı da hissetmiyordu. Kurşunun kime denk geldiğini anlamak için başını kaldırdığında ise, nefesi kesildi.

Güneş çocuğu korumak için ona sarıldığında, çocuğun annesi de Güneş'i korumak için öne atlamış ve kurşunun kalbine saplanmasına izin vermişti.

"Uraz!" Diye bağırdı Karam. "Uraz hemen kadına bak!"

Kadın dudaklarını araladığında, başı yan tarafa düştü. Güneş'le göz göze geldiğinde, dudaklarından sadece, "kızım." Kelimesi çıkmıştı.

Bugün bir anne hayatını kaybetti, bir çocuk yarım değil, paramparça kaldı.

Bugün bir anne çocuğunun hayatını kurtaran askere, hiçbir zaman anne olamayacak kadına borcunu ödedi.

Bugün bir anne dünyaya gözlerini yumdu ve bir çocuk buna şahit oldu...

💂‍♂️🦋

LEYLA İZEM TÜRKER


Kulağıma taktığım kulaklığı yarım saattir ki çıkartmıştım, boş boş karşıya bakıyordum. Sonunda sesler kesildiği için rahat nefes alacaktım ki, dışarıdan duyduğum sesler buna izin vermedi.

"Geldiler." Dedim gülümseyerek. Fakat Karam'ın bana olan sinirini hatırlayıp yüzümdeki gülümsemeyi yok ettim.

Sıçmıştım, hem de çok büyük!

"Ne oluyor?" Diye bağırdı Hazer.

"Sikeyim, baskın yedik!" Dedi nişanlısı. Bu kadını öldürürsem bana kızma ihtimalleri ne kadardı?

Sesler gittikçe yaklaştığında, sevinmekten daha çok endişeleniyordum. Yanlış bir şey yaptığımı, görevi tehlikeye attığımı düşünüyordum çünkü Karam bayağı sinirliydi telefonda konuşurken.

Duyduğum kurşun sesleri beni yedi yıl öncesine götürdü. Karam o gece de bana böyle gelmişti. Feryadıma karşılık bir mermi atılmıştı...

Bugün bir kez daha anladım; Karam ben nerede olursam olayım bana gelirdi. Bir, birbirimizin kaderiydik ve bunu istesek de değiştiremezdik.

"Sana değer verilene kadar yalnız kal." Derler. Ve ben, bugün aslında birileri için ne kadar çok değerli olduğumu anladım.

Ben artık yalnız değildim...

Silah sesleri kesildiğinde, yerimde kıpırdandım fakat başımdaki o ağrı hiç dinmediği için inleyip elimi alnıma bastırdım. Kurumuş kan alnımda, yüzümde, dudaklarımda iz saldığı için küfrettim kendime. Onun karşısına böyle çıkmak istemiyordum.

Ben artık birileri bana acısın istemiyordum.

Olduğumuz odadan sesler duydum. Bağırma sesleri arasında, "yat! Yat! Yat!" Diye bağırdı Alin ile Korhan'ın sesi.

"Karım nerede lan benim!" Karam'ın sesini duymam, kalbimin hızla atmasına neden oldu. "Nerede benim karım?" Buradayım demeyi çok istesem de olduğum yere daha çok sindim. Bana kızmasını istemiyordum. O bağırdığında ben de ona bağıracaktım ve kıyamet kopacaktı işte yine.

"Komutanım." Dedi Kadir abi. Sessizlik oldu on saniye. Sonrasında saklandığım dolabın kapısı açıldı.

"Siktir ya!" Dedim sessizce. İşte şimdi boku yemiştim.

"Leyla?" Dedi Korhan.

Onlara bakmayı istemiyordum. Nedeni ise açık aydın belliydi; bu hâlde birisi beni görsün istemiyordum.

"Leyla," bu kez konuşan Karam'dı. Ve tam da karşımda duruyordu. "Leyla bana bak."

Başımı yerden kaldırmadan önce gözlerimi kaldırıp etrafa baktım. Odada kimse yoktu, tim bahçeye açılan kapıda durmuş, Hazer'leri alarak bekliyorlardı.

Bu kez inat etmedim ve olduğum yerden çıkarak doğruldum. Suçlu çocuklar gibi başımı aşağı salıp, ellerimi de önümde birleştirdim.

Karam'ın eli havalandığında tabii ki ne yapacağını anlamıştım. Parmakları çeneme sarıldığında başımı yukarıya kaldırdı. Gözlerim onun gözlerine bakarken, onun siyahları benim yüzümde dehşetle dolaşıyordu. "Bu," dedi kısık sesle. Yüzündeki ifade yavaş yavaş korkutucu bir hâl aldı. Gözlerinden resmen ateş çıkıyordu ve dişlerini sinirden birbirine sıkıyordu.

"Karam,"

Ben lafımı bitirmeden eli benden uzaklaştı. Her şey bir anda oldu. Hızla benden uzaklaştığında odadan bahçeye çıktı ve ayakta duran, başına silah dayadıkları Hazer'in diz kapağına tekme attı. Hazer dizleri üzerine çöktüğünde bu kez dehşetle bakıyordum Karam'a.

Dizleri üzerine çöken Hazer'in tam kafasına geçirdi bu kez ayağını ve, "sen benim karıma nasıl dokunursun şerefsiz?!" Diye haykırdı. Beni vuran Hazer değildi evet ama emri veren o'ydu ve bunun için de elbette suçlu sayılıyordu.

"Komutanım," dedi Kadir abiye bakan Korhan. Kadir abi elini havaya kaldırdı kimse kıpırdamasın diye.

"Seni sikerim!" Diye bağırdı. Aşağıya eğildiğinde, ağzından kan gelen Hazer'in yakasından tutup başını sertçe yere vurdu kafasını. "Hangi elinle dokundun lan sen benim karıma?"

"Ben yapmadım." Diyebildi zar zor.

Karam ona bakmayıp belindeki silahı çıkarttığında, tüm herkes ona şokla bakıyordu. Hazer'in nişanlısı hareket etmek istediğinde Alin omuzundan basıp hareketini kesti. "Kıpırdarsan ben de seni sikerim!" Dedi kısık sesle.

Karam belindeki silahı çıkarttığında, herkes silahını Hazer'e doğrultmuştu. Hareket edemese de Karam'ı korumaya almıştı askerleri.

Hazer'in sağ elini tuttuğunda yana doğru açıp here sabitledi elinin tersini. "Yapma." Dedi başını iki yana sallayıp.

"Sen," dedi dişini birbirine sıkıp. "Benim," silahı tam avuç içine bastırdı. "Karıma," dedi ve devam etti. "Sevdiğim kadına dokunamazsın! Benim sevdiğim kadına kimse dokunamaz!" Ve tetiği çektiğinde, Hazer'in haykırışı tüm ormana yayılmıştı. Fakat ben donmuş bir vaziyette öylece Karam'ın bana dönük olan sırtına bakıyordum. Etrafa yayılan haykırıştan farklı olarak beynimde sadece Karam'ın sesi yankılanıyordu.

Benim sevdiğim kadına kimse dokunamaz...

Karam beni seviyordu ve ilk kez bunu herkesin içerisinde söylüyordu.

Karam bugün ilk kez beni sevdiğini söylemişti ve kendisi de bunun farkında değildi...

Karam beni seviyordu...

İlk kez birisi beni sevdiğini haykırıyordu ve korkmuyordu.

Ben ilk defa sevildiğimi iliklerime kadar hissediyordum...

İkinci bir silah daha patladığında, irkilerek yerde yatan Hazer'e baktım. Diğer elinin avuç içine de kurşun sıkan Karam ayağa kalktığında hırsını alamadan iki kez Hazer'e tekme attı. Yerde acıyla kıvranmasına aldırmadan onu orada öylece bırakıp bana döndü.

Adımları onu bana getirirken, bu kez sadece bedeninin değil, kalbinin de bana koştuğunu hissediyordum. Artık arada yıkmamız gereken bir duvar kalmamıştı. Bunu, yanıma gelir gelmez dudaklarıma kapanmasından daha iyi anlamıştım.

Kimseyi umursamadan beni kendisine çektiğinde, hiç beklemeden dudaklarını dudaklarına dokundurdu. Bu beni şaşırtmadı, o yapmasa zaten ben yapacaktım.

Dudaklarının hareketine uyum sağladım. Canımın yanmasına aldırmadım, elimi yüzüne koyup karşılık verdim ona. Onun elleri yüzüme dokunmuyordu, canımı yakmaktan korkuyordu ve bunun için de sadece belimden tutuyordu.

On saniyelik bu teması kesen ben oldum, bunu istemeyerek yaptım çünkü canım yanmıştı.

Dudaklarımızı ayırdığımda, söylediğim ilk cümle, "beni seviyor musun?" Oldu.

İlk kez uzatmadı, ilk kez bana karşı çıkmadı ve ilk kez kaçmadı. "Seviyorum." Dedi gözlerime bakarak. Bu da yetmedi, "çok seviyorum." Dedi. "O kadar seviyorum ki, bir adım uzağımdayken nefes alamıyorum, boğuluyorum. Sensiz yapamıyorum."

Bana ilk kez beni sevdiğini söyleyen adam sanki beni bu gerçeğe inandırmak istiyordu. Buna gerek yoktu, ben sadece duymak istiyordum ve ona inanıyordum.

Hayatımda inandığım tek adamdı.

İnanmaz gibi bakıp güldüm. "Bunu bana ilk kez diyorsun, ilk kez bana beni sevdiğini itiraf ediyorsun."

Bunun için kendisine kızıyordu. "Karıma onu sevdiğimi söylemeyen aklıma sıçayım."

Bu kez duramadım ve kahakaha attım. "Bunu ben yaptım yüzbaşı, iyi süründürdüm seni."

Tabii der gibi başını salladı. "Ağzıma sıçtın resmen." Elini alnıma çıkarttı, parmağı kaşıma dokundu. "Acıyor mu?"

Elini indirip dudağımdaki yaranın üzerine koydum. "Burası daha çok acıyor kocam." Sonra omuz silktim. "Ama sen öpünce tüm acılarım geçiyor, öp de geçsin."

Başını aşağı eğdi ve dudağımın kenarındaki yaranın üzerine bastırdı dudaklarını. Elimi saçına çıkarttığımda, ilk kez rahat nefes alıyordum.

"Karam," diye mırıldandım. "Seni seviyorum." Ve ilk kez ona, onu sevdiğimi itiraf ettim bugün.

"Her şeye rağmen." Diye mırıldandı.

Geçmişte yaşadığımız o anıyı hatırlayıp güldüm. "Her şeye rağmen..."

Gözlerime bakmaya devam ederken, "bazen imkansız değil de, mavera olur bu." Dedi.

Kaşlarım usulca çatıldı. Yanaklarım soğuktan uyuşmuştu ama gözlerime tutsak olan gözleri, kalbimi sıcacık ediyordu. "Mavera?"

Bu kez bakışlarına anlamsız duygular misafirlik ediyordu. Onu çok kolay anlıyordum fakat bazen buna izin vermiyordu. Onu anlarsam, bırakamazdım ve o, bundan korkuyordu. "Erişilmesi zor olan demek."

Gülümsedim. Bu gülümseme, gözlerime kadar ulaştı. "Zoru yıkmayı severim ben. İmkansız olmasın da, zoru başarırım."

Kaşları havalandı. "Her şeye rağmen?"

Onu taklit ettim. "Her şeye rağmen."

Biz bugün zoru yıkarak birbirimize adım attık. Biz bugün, kaderimizi görünmez bir iple birbirine bağlayarak sonsuz bir son yazdık.

Şimdi ya ölecektik, ya da yaşayacaktık. Fakat birlikte.

Biz birlikte var olduk, birlikte de yok olacaktık.

💂‍♂️🦋


BEN GELDİM MAVERA ÇİÇEKLERİM ♡︎

•Nasılsınız? Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz?

•Bizim Mecnun Leyla'sına aşkını itiraf etti sonunda🥳 bunu bekliyor muydunuz?

•Evet, Karam sonunda aşkını itiraf etti ama ortada sırlar var, bunu unutmayalım👀
Sır dediğimiz şeyin Yunis'le veya kolye ile alakası yok. Eğer sadece bu olsaydı Karam zaten Leyla'dan onca zaman uzak durmaz, her şeyi anlatırdı. Ama bunu söyleyemez, söylerse de Leyla'ya zarardan başka bir şey vermez...❤️‍🩹

•Bölümde en çok beğendiğiniz sahne hangisiydi?✨

•İlk kitabın finaline 1 bölüm kaldı. Birkaç hafta(ay) sonra tekrardan bu kitap altında buluşacağız. O zamana kadar da İstanbul ve Rüzgar ile buluşturacağım sizi🖤✨

•Kendinize iyi bakın. Sizi seviyorum, Mavera ailesi...🦋🪄

•Duyurular için beni takip edin✓
İnstagram: sevincrami_
TikTok: sevincrami
Kitap resmi instagram hesabı: askimaveraofficial


Belki erişilmesi zor ama imkansız değil...



















Continue Reading

You'll Also Like

42.9K 10.1K 35
Murphy yasası der ki; Herhangi bir şeyin olma olasılığı, arzu edilirliğiyle ters orantılıdır ve bu demek oluyor ki ne zaman bir şeyden vazgeçerseniz...
357K 19.8K 56
"Sakın, sakın Ala, aklının ucundan dâhi geçirme." Diye burnundan soludu. Sinirle bir adım attım. İşaret parmağımı doğrulttum. "Sakın Yüzbaşı, sakın o...
74.7K 3.7K 17
l Asker - Doktor l kurgusu ve aşk; Bazen nefes almak kadar kolay, bazen ise; sol göğüsüne saplanan kurşun kadar acıdır. Bu isimle yazılan tek kitap
1.4K 121 1
Hiç bir hikayeyi okumadan anlayamazsın...