FARKLI ZAMANLARA AİDİZ

Por cinemaceviri

18.4K 1.8K 614

Bedenim tir tir titremeye başlamıştı. Gözlerim dolmuş neredeyse ağlayacaktım. Etrafta yeni yeni fark ettiğim... Más

Prolog
Bölüm 2 - Gerçek Saklı Yalanlar
Bölüm 3 - Kırık Saat
Bölüm 4 - Gün
Bölüm 5 - Serenat Yaptıran Aşk
Bölüm 6 - Akşam Buluşması
Bölüm 7 - Gelin Hamamı
Bölüm 8 - İnci Küpeler
Bölüm 9 - Zeybek
Bölüm 10 - Pansuman
Bölüm 11 - Acı Kahve Falı
Bölüm 12 - Öfkeli Boğa
Bölüm 13 - Asi Bakışlım
Bölüm 14 - Hata
Bölüm 15 - Kara Kız
Bölüm 16 - Kaybetme Korkusu

Bölüm 1 - Takvim Yaprakları

1.3K 123 37
Por cinemaceviri

Merhaba, yine yeni bir kitapla karşınızdayım. 

Esir-i Aşk'tan sonra ikinci defa Türkiye'de geçen bir hikaye yazıyorum. Eski zamanda geçiyor, ben her ne kadar gerçekliğe uygun yazsam da gözden kaçırdığım noktalar olursa şimdiden özür diliyorum ve bunu yorumlarda belirtmenizi rica ediyorum.

Kitaptan biraz bahsetmeden önce belirtmek istediğim hususlar var. Kitabım ve karakterimle ilgili olası herhangi bir benzetmeyi veya yakıştırmayı asla kabul etmiyorum. Konu bakımından (zaman yolculuğu) bilindik bir içerik olduğu için daha önce görmüş olmanız olası. 

Her neyse, uzun uzun açıklama yaparak sizi boğuyorum ama buna mecburum.

Biraz kitaptan bahsedecek olursam 1983 yılında geçiyor. Sağcı solcuların olduğu mahalle kurgusu da diyebiliriz. 

Kitabın adı hakkında son bir şey, Aidiz yerine Aitiz olması gerektiğini biliyorum -yanlış yazmışım- ancak değiştirmek istemiyorum. Eğer rahatsız olursanız değiştiririm tabi. 

Şimdiden yorumlarınız merakla bekliyorum. İyi okumalar.  


*


"Ölmek için doğmuştur insan, bu yüzden yağmur sonrası toprak kokusunu sever."

Lev Tolstoy


"Öldü mü acep?"

"Ne ölmesi lan, azıcık kenara kaçın bakam. Nefes alsın kızcağız."

"Burada böyle bir kadının ne işi olur ki? Bence kocası bunu gece vakti yolun ortasına bıraktı. Bu garibim de gideceği bir yer olmayınca burada uyuya kalmış olabilir."

"Eh Kazım! İki dakika da yazıp çizdin ya lan, helal olsun."

"Huriye anam doğru söyler. Hem parmağında yüzük de yok. Evli değildir."

"Evli değilse, kimse de onu buraya bırakmadıysa neden burada yatıyor o zaman?"

"Aha uyanıyor, uyanıyor."

"Kenara kaçın bakam. Korkmasın kara kız."

Sesler duyuyordum. Gittikçe netleşen sesler. Gözlerimi açtığımda aydınlığa alışmam zamanımı aldı. Görüş alanıma giren yaşlıca bir kadın bana bakıyordu. Sonra diğer kalabalığı fark ettim. Çok fazlalardı.

Zihnim türlü senaryolarla beni korkutmaya başlamışken yaşlı kadın konuştu.

"Kendine gelebildin mi kızım?"

Hatırlamaya başladım. Mesaiye kalıp geç saatlere kadar makalemin üzerinde çalışıyordum. Mollaoğlu'nun işlediği cinayetin ardındaki gerçek nedeni arayıp bulamamış ve en sonunda pes etmiştim. Şükrü abiyle vedalaşıp ofisten ayıldığımı hatırlıyordum. Hava yağmurlu ve fırtınalıydı. Fatih'in ısrarla aramaları, korna sesi, farlar... Yoldan çıkıp bir ağaca çarpmıştım.

Öldüğümü sanmıştım ama yaşıyordum. Geri zekâlı Fatih, beni aldattığı yetmiyormuş gibi bir de az kalsın ölümüme neden olacaktı. Allah'tan yaşıyordum.

Yaşıyordum yaşamasına ama bu insanlar da kimdi? Hepsi yüzüme doğru eğilmiş sirk izler gibi izliyorlardı beni. Kendimi olabildiğince geriye doğru çektim.

"Ben... S-siz kimsiniz? Arabam! Arabam nerede?"

"Sakin ol önce bir kızım. Burada araba maraba yok."

Tanıdık bir simaya sahip olan yaşlı kadın omuzuma dokunmak istemişti ama kendimi bir kez daha geri çektim. Sırtım arkamdaki sert ağacın gövdesiyle birleşmişti artık. Ne demek arabam yoktu? Nasıl olmazdı, ben kaza yapmıştım. Arabamı çekmişler miydi yoksa? O zaman beni fark etmeleri gerekmez miydi? Bir dakika. Bilincimi kaybetmeden önce hissettiğim hiçbir ağrı ve acıyı şuan hissetmiyordum. Hissetmem gerekirdi öyle değil mi? Belki birkaç kırık?

Bir gariplik vardı.

Çattığım kaşlarım yüzümden mi bilmiyorum ama başım ağrımaya başlamıştı. Bu en azından kaza yaptığımın bir kanıtıydı değil mi?

Ayağa kalkmaya çalıştım ama beceremeyince kalçalarımın üzerine düştüm. Tekrar denemek istedim ve bu seferde yaşlı kadın izin vermemişti.

"Kızım bir dur hele. Sakinleş bi." Kadının yüzü öyle sevecen öyle anaçtı ki onu tanıyor gibiydim ama çıkaramıyordum. "Söyle bakayım senin burada ne işin var? Bak hepimizi korkuttun, öldük sandık."

"Kocan seni terk ettiği için gidecek yerin kalmadı diye burada uyuya kaldın değil mi?"

Adamın sözleriyle kaşlarım daha da çatıldı.

"Ne?"

"Kazım bir dur la." Başka bir adam konuştu. Artık bana bakıyordu. "Bacım sende söyle hele, ne işin var burada? Geldik, burada boylu boyunca yatıyordun. Öldün sandık."

Heyecandan mı korkudan mı bilmiyorum ama dilim tutulmuştu. Bu insanlar benim için buradalardı.

"Gitmeyin kara kızın üstüne. Belli ki bir kaza neyin yapmış. Şimdi eyi misin kızım?"

"İ-iyiyim, sanırım." Dedim. Bir kez daha ayağa kalkmayı denedim. Ama gözlerim karardı, dengemi kaybettim.

"Eyi değilsin sen. Faruk, Kazım oğlum bir yardım edin kızcağıza. Bizim eve kadar götürek, yakın zaten. Bir su çalak suratına kendine gelsin."

"Tamam anam."

Ben daha ne olduğunu anlayamadan bir adamın kucağına alınmıştım. İnmek için çırpındım ama adam kuvvetliydi. "Rahat dur bacım. İyilik yapıyoruz şurada. Hem ben evliyim, meraklanma."

Adam beni bir arabaya bindirdi. Yaşlı kadın yanımda oturuyordu. Beni taşıyan adam şoför koltuğuna atlayıp arabayı çalıştırdı. Ne olduğunu anlayamadan tanımadığım bir adamın arabasında tanımadığım bir kadının evine götürülüyordum. Beni öldürüp organlarımı mafyalara satabilirlerdi veya bedenimin çürümesi için beni bir kuyuya atabilirlerdi.

Neden bilmiyorum ama bu insanların bunları yapabileceğine inanmıyordum. Güven hissine yakın bir hissiyat peyda olmuştu bedenimde. Buna rağmen bir şeylerin ters gittiğini gözüm kapalı bile hissedebiliyordum. Ne olduğundan emin değildim ama başıma bela açmamasını umdum.

Çok geçmeden araba durdu. Adam şoför koltuğundan inip kapımı açtığında ona gerek olmadığını belirttim. Yine de yaşlı kadın koluma girerek beni evine kadar götürdü. Kanepeye otururken mutfaktan 17, 18 yaşlarında bir kız çıktı.

"Ayşenur içeriden bir bardak su getir kızım. Kolonya getir."

"Tamam anne." Kız içeri girip kayboldu. Geri geldiğinde getirdiği suyu alıp içtim. Yaşlı kadın yanıma oturup kolonyayla bileklerimi ovdu, burnuma koklattı. İtiraf etmeliyim biraz kendime gelmiştim.

"Biraz daha eyi misin şimdi?"

Başımı sallayarak onu onayladım. O sırada etrafa bakıyordum. Mobilyalar o kadar eskiydi ki bir ara çocukluğumu hatırladım. Köşede içinde fincan takımı olan ahşap bir vitrin vardı. Hemen yanında eskilerin tüplü televizyonu. Üzeri de dantelle örtülmüştü. Altındaki dolanın bölmelerinde büyük bir teyp vardı. Burası lüks bir vintage mağazası değildi, bir evdi. Yine de o mağazaları aratmayacak kadar çok eski eşya vardı. Sanki zaman akıp giderken, burası geçmişte kalmayı başarmış gibiydi.

"Eyi, söyle bakalım. Niye orada yatıyordun? Evin neyin yok mu yoksa?"

"Hayır, var. Ben... Dün gece arabamla kaza yaptım. Ne olduğunu pek hatırlamıyorum."

"Kaza mı yaptın?" Diye sordu yaşlı kadın. Kızı merakla bana bakmıştı.

"Arabayı sen mi sürüyordun?"

Havalı bir şeymiş gibi sormuştu. Başımı sallayarak onu onayladım.

"Kaza yaptım diyon ama bir tane çizik yok yüzünde. Araba falan da görmedik heç."

"Ben de anlamıyorum ki ne olduğunu... Benim arabamı bulmam gerekiyor. İçinde çok önemli dosyalarım vardı. Kaybolduysa..."

Kaybolduysa bugüne kadar uğraştığım bütün emeklerim mahvolmuş demektir. En çok da topladığım o bilgilere üzülürdüm. Onları elde etmek için çok çaba sarf etmiştim. O dosyaları kaybetmek benim için felaket olurdu. Hepsinin bir kopyası bilgisayarımda vardı elbette, yine de üzülürdüm. Hepsini ellerimle hazırlamıştım.

"Kaybolmamıştır, kaybolmamıştır. Akşam bizim oğlan gelsin ona arattırırız. Tanıdığı adamlar vardır onun. Hemencecik bulurlar."

"İnşallah." Tabi arabam kaybolduysa...

"Eyi, sen açsındır şimdi. Ben sana bir sofra kurayım. Ayşenur sen misafirimizin yanında dur kızım."

Ben daha itiraz etmeme izin vermeden ayağa kalkmış ve oturma odasından çıkmıştı. Aklımda hala nasıl kaybolduğunu anlayamadığım arabam vardı. Koskoca arabaya nereye kaybolurdu. Belki birisi çalmış olabilirdi. O zaman ağrı ve acı hissetmememin nedeni neydi? Kötü bir kaza yaptığımı iyi hatırlıyordum. Belki sağ çıkmam bile bir mucizeydi.

Düşüncelerim arasından sıyrıldığımda Ayşenur'un meraklı gözlerle beni izlediğini fark ettim. Ona tebessüm ederek bir kez daha evi incelemeye başladım. Kasnakla yapıldığını tahmin ettiğim nakış işi çerçeveyle duvara asılmıştı. Sağ tarafımdaki duvarda da bir takvim vardı. Bu zamanda kim bu takvimlerden kullanır diye düşünürken bakışlarım üzerinde yazan tarihe uzandı.

4 Ağustos 1983

"Bu takvim doğru mu?" dedim Ayşenur'a.

"Hm hm. Abim her gün itinayla koparır yapraklarını."

Bu doğru olamazdı.

"Telefon var mı?" diye sordum bu sefer. Bana kapının yanında duran ev telefonunu gösterdi. "Cep telefonun yok mu?"

"Cep telefonu mu? O ney ki?"

Kaşlarını çatarak bilmeyen gözlerle bana baktığında nefesimin daraldığını hissettiğim.

"Benimle dalga mı geçiyorsun? Cep telefonu işte."

Bunu bilmemesinin imkânı yoktu. Yaşı da küçük değildi, nerede yetiştiğini bilmiyordum ama bir insan cep telefonunun ne olduğunu nasıl bilmezdi.

"Bizim evde bir tane telefon var. O da aha orada."

Tüm bunlar doğru olamazdı. Doğru olamayacak kadar saçmaydı çünkü. Tüm bu eski eşyalar bana kurulmuş bir oyun falan olmalıydı. Adım kadar emindim, bunların ardından kesin o aptal Fatih çıkacaktı. Neredeyse ölümüme neden olması az gelmişti çünkü.

"Kamera şakası falan mı bu?" dedim, etrafta kamerayı aramaya başladım.

"Valla sen ne diyon ben hiç anlamıyorum abla."

Benim buradan gitmem gerekiyordu. Girerken çıkarttığım ayakkabılarımı tekrardan giyerek dış kapıdan çıktım. Ayşenur arkamdan bağırıyordu ama umursamadım. Telefonum, cüzdanım her şeyim arabamın içinde kalmıştı. Acilen bir yerlerden bir telefon bulup annemi aramalıydım. Bana ulaşamadığı için kafayı yemiş olmalıydı.

Öfkeden nereye gittiğimi bile bilmeden yürüyordum ki başımı kaldırıp etrafa bakmaya başladım. Hatırladığıma göre burada metro durağı olması gerekiyordu ancak onun yerine sıra sıra dizilmiş müstakil evler vardı. Paniğe kapılmadan ilerideki bakkala girdim. Adamdan telefonunu rica ettiğimde tıpkı Ayşenur'un bana gösterdiği o telefondan uzatmıştı. Bakkaldan çıkıp yoldan geçen başka bir adam daha sordum. Fakat yine aynı cevap. Kimse cep telefonun ne olduğunu bilmiyor muydu?

Aklımı kaybediyordum.

Bu gerçek olamazdı.

Ben gerçekten de zamanda yolculuk yapmış olamazdım! Bu imkânsızdı!

Bedenim tir tir titremeye başlamıştı. Gözlerim dolmuş neredeyse ağlayacaktım. Etrafta yeni yeni fark ettiğim geçmişe ait şeyler vardı. Tabelalar, arabalar, insanların üzerindeki kıyafetler bile...

Kaza yaparken duyduğum gibi bir korna sesi duydum, acı bir fren sesi. Bu sefer gerçekten öleceğimi düşündüm. Ta ki belimden tutulup çekilene kadar.

Kalbim daha önce hiç deneyimlemediğim kadar hızlı atıyordu. O kadar hızlıydı ki göğüs kafesimde bir delik açacağını düşündüm. Avuç içlerimin arasında az önce beni ölmekten kurtaran adamın gömleği vardı. Gözlerim kapalı, başım ise göğsüne yaslıydı. Burnuma dolan sigaraya karışmış çam kokusu beni sakinleştirirken adrenalinin etkilerinin yavaş yavaş bedenimi terk ettiğini fark ettim.

İnsanların bağırtılarını duyuyordum. Sanırım az önce beni neredeyse ezmekte olan adama bağırıyorlardı. Göğsüne yaslandığım adamın sesi de onlara karıştı. Başımı kaldırarak ona baktım. Göz göze geldiğimizde dünyamın durduğunu hissettim.

Hayatını ve gerçeklerini araştırmak için aylarımı harcadığım adamın kollarındaydım.

Kenan Mollaoğlu'nun kollarındaydım!


Bölüm Sonu!

Bölüm nasıldı? Umarım hoşunuza gitmiştir çünkü devam ettirmeyi çok istiyorum ama bu en çok da size bağlı.

Seguir leyendo

También te gustarán

214K 8.1K 45
Bebeğini kaybeden acılı bir anne ve bebeğine süt anne arayan terk edilmiş bir babanın aşk ve ihanetlerle çevrelenmiş sıra dışı sürprizlerle dolu haya...
KUĞU Por Nulenna

Ficción histórica

1.6K 189 16
Tarihi Kurgu | Romantik Christian heyecandan elleri titreyen kadını takip ederken evin içini de merakla inceliyordu. Zarif mobilyalar etrafa sadelikl...
181K 13.7K 40
Bu kızı sevin Bu kızı önemseyin Bu kıza değer verin Yada bırakın bana özel kalsın Anonim anonimliğini unutursa ne olur?
204K 3.6K 85
Hiç tanınmamışken, birden tüm Türkiyenin sizi sevmesi nasıl bir duygudur sizce? Ve, hayatınızda ki eğlence yerini hüzün'e bıraksa, ne yapardınız? • "...