GÖLGELERİN KAÇIŞI

By Galaksidensize

625K 27.9K 45K

Son yirmi yedi saniye. Zaman gelmişti, kulaklıktaki ses son kez konuşacaktı. "Sonuna geldik, küçük hanım," Al... More

~Tanıtım~
~Giriş~
1.Cehennemin Kıyısından.
2.Deniz mi,gökyüzü mü?
4.Boğulmak mı,ölmek mi?
5.Geçmişin izinden.
6.Yaralar ve izleri.
7.Sen ve ben.
8.Kirli öpücükler.
9.Kardeş bilekliği.
10.İzin ver.
11.Öpersen iyileşir.
12.Gerçeklerin gölgesinde.
13.Öldürmedin mi?
14.Sözlerim sarhoş.
15.Mavi araba.

3.Cevapsız sorular.

33.8K 1.6K 1.7K
By Galaksidensize

DİKKAT❗️Kitapta başka kurgulardan bahsedenler (üstü kapalı ve ya açık şekilde fark etmez,) engellenecektir.]

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın <3

Keyifli okumalar dilerim✨

~Cevapsız sorular~

Bazen bir ses, bazen de bir nefes yaşadıklarımızdan daha fazlasını anlatırdı. Geçmişi,geçmişin zihnimizden alıp götürdüklerini ya da götürmek zorunda kaldıklarını silmez, eninde sonunda anlatırdı.

Geçmişim, unutulacak kadar karışık değildi aslında. Şarkıları severdim mesela, piyano ya da gitar çalmayı, onların eşliğinde dans etmeyi; dahası üstüm başım tamamen boya olana kadar resim yapmayı çok severdim.

Benliğimde çılgın biri olsam da kimse bilmezdi. Hatta bilmek bir yana, akıllarının ucundan bile geçmezdi. Okulda ruh gibi dolaştığım ve çevremde çok fazla insan bulundurmadığım için iç dünyamdan haberdar olan birileri yoktu.

Tek yakınım olan büyükannemle büyükbabam sabahları benden önce evden çıkar, döndüklerindeyse ben çoktan evde olurdum. Bazen birlikte elbette vakit geçirirdik ama çok derin sohbetler etmezdik. Bu sebeple, onlar bile beni hiçbir zaman tam olarak tanımamışlardı.

Aslında şimdi anlıyorum da, kimsenin beni tam olarak tanımamasının sebebi yanımda az vakit geçirmeleri değildi, onun da katkısı vardı tabii ki, fakat belki de en büyük neden bendim. Hatta belki de değil, bendim.

Sabahları büyükannemle büyükbabam evden çıktıktan sonra yüksek sesli müzik açar, derse dans ederek hazırlanırdım. Kenardan bakan birine fazlasıyla delirmiş görünebilirdim, ama bu beni rahatlatıyordu.

Tüm hatalarımla, çılgınlıklarımla ben olmak, kendimiz olmak dünyanın en özgür insanı olmaya eş değerdi. Ne kadar bu özgürlüğü sadece tek başıma yaşasam bile.

Eve döndükten sonra sıradaki deliliğim ise resimler üzerinde olurdu. Elimde fırçayı aldığım an tüm sesler susar, zaman akışını durdururdu, bense sadece bana özel olan kendi dünyama dahil olurdum. Orada acı yoktu, hüzün, gözyaşı hiç yoktu; yalnızca ben ve boyalarım vardı.

Hiçbir kural, hiçbir engel olmadan kendimi renklerin akışına bırakır, tüm benliğimle rengarenk olurdum. Sözde değil, gerçekten rengarenk olurdum. Yaptığım resim bittiğinde giysilerim boyalar içinde kalırdı,fakat kimse görmeden her şeyi temizler, arkamdan iz bırakmazdım.

Saklardım, kirli giysilerimi, yaptığım resimleri, gitar ya da piyanoyla çaldığım şarkıları ve aslında onlarla beraber çılgın ruhumu da kimseye göstermez saklardım.

Neden diye sormayın çünkü nedenini ben de tam olarak hiçbir zaman anlayamadım.

Belki de kendimi sadece kendime
saklamak istedim.

Ya da

Belki de ruhumun neşesi, zihnimin bağladığı tozları arındırmaya yetmiyordu.

Bilmiyorum.

Ama bir an geldi, öyle bir an ki, artık bir şeyleri saklamak zorunda kalmadım. Çünkü herkesten sakladıklarımı en son bıraktığım yerde ben bile bulamadım.

Değiştim, büyüdüm; büyümekten ziyade fazlasıyla yaşlandım. Tüm giysileri boya olana kadar resim yapan o küçük kız yavaş yavaş değil, aniden rengisizleşti.

Bir daha elime fırça almadım, parmaklarım bir kez daha piyano tuşlarına dokunmadı. Gitar çaldım, gönülsüzce olsa da, 18 yaşımdayken sadece bir seferlik, kendim için gitarı elime aldığımı hatırlıyorum ama şarkılardan nefret etmesem de, keyif almamaya başladım. En son kendi isteğimle şarkı dinlediğim zaman, büyükannemle büyükbabam ölmeden önceki günün sabahıydı mesela. Sonrasında keyifle şarkı dinlemek bir yana dursun, yanımda birisi dinlerken kapatmasını rica edecek raddeye geldim. Tüm hobilerim, benim gibi yok oldu. Sebebini anlayamadım, ama her şeyden fazlasıyla soğudum.

Oysa şarkılar, hiçbir zaman var olmayan, duvarlarına çizdiğim resimleri astığım, bir köşesine piyano ve gitarımı yerleştirdiğim evimdi.

İnsan evinden soğur muydu?

Soğumamalıydı.

Ve soğumazdı da, şimdi zihnimde dolaşan şarkı, bunun en büyük ispatıydı.

Siyah kirpikleri, mavi göz bebekleriyle anlaşılması zor bir uyum sağlarken, ben parmaklarımı gitarımın üzerinde dolaştırıyordum. Yıllardır elime almadığım, telleri gevşeyen alete tekrar dokunarak, aslında ruhumun ölü parçalarını canlandırıyordum sanki.

Hatırlıyordum, 18. yaş günümde gönülsüzce olsa da, kendim için bir şeyler yaparak o şarkıyı çaldığımı net hatırlıyordum, fakat hangi şarkı olduğunu hatırlayamıyordum.

Hani bazı anlar olur, bir kelime ya da bir şarkı sözü dilinizin ucunda dolaşır durur ama bir türlü hatırlayamazsınız ya, işte ben tam da o andaydım.

Çalıyordu, çalıyordu fakat hatırlayamıyordum. Her kelimesinde kendimi gördüğüm, ancak benliğimi kaybettiğim için sözlerini bulamadığım o şarkı gibi, sanki o gün yıllar sonra unuttuğum şarkının oluşmasına bu gözler sebep olmuş gibi.

Hangi şarkıydı bu?

Neden tam da onunla göz göze geldiğimde çalmaya başlamıştı?

Anlayamıyordum.

Yaşadığım şaşkınlıktan olmalı ki, "Sen..." diye bir fısıltı çıkmıştı dudaklarımın arasından ama devamını getirememiştim.

Getiremezdim de zaten, çünkü saçmaydı.

Yolda gördüğümüz birisini tanıdığımız bir kişiye benzetmek kadar basit değildi bu. Hatırladığım ve anladığım kadarıyla tünelde bayıltıldıktan sonra buraya getirilmiştim, karşımdaysa maskeli biri vardı. Durup da adama sen bir yerden tanıdıksın da nerden tanıdıksın çıkaramıyorum diyemezdim.Zaten belki tanıdık bile değildi, hatta belki değil, eminim tanıdık değildi, çünkü sadece gözleri görünüyordu.

Kim birisini sadece gözlerinden tanırdı ki?

Belli ki bu da zihnimin bana oynadığı oyunlardan biriydi.

Bu sebeple bozguna uğratmamak için, kelimemi o an algıladığım bir şeyi dile getirerek, "Onu öldüren kişisin." diye devam ettim.

Tünelde beni bayıltan kişi buradaydı, kıyafetlerinden tanımıştım. Diğeri, yani hala gözlerine baktığım adam, yolda arabamızın önünü kesen ve onu öldüren kişi olmalıydı.

Tabii sadece iki kişilerse.

Hiçbir şey söylemedi, sadece bakıyordu. Ani olarak sertçe yutkunduğunu hissettiğimde, bakışlarım boynuna kaydı. Ardından tekrar gözlerine tırmandığımda, kısıldığını fark ettim.

Gülümsüyor muydu?

Aklımın oyunu değilse evet, gülümsüyordu. Maskesine rağmen dudaklarının kıvrımını hissedebiliyordum.

Neden?

Komik bir şey söylememiştim. Tabii birini öldürdüğünü duymaktan zevk almıyorsa.

Gerçi niye şaşırıyorsam, diğeri de özür diledikten sonra beni bayıltmıştı; bu da birilerini öldürdüğü için gülümseyebilirdi.

Ama bu gülümsemede bir şey vardı, sinsice ya da öylesine değil de buruktu sanki.

Gözleri tekrardan düzgün bir hal aldığında, bakışlarımın üzerinde dolaştığının farkındaydım. O da bu garip durumu sonlandırmak için bir şey yapmıyor, öylece bakıyordu.

Yüzü sadece alnı ve gözleri görünür bir şekilde maskeli olduğu için tam inceleyemiyordum, ama göz bebekleri tonunu anlayamayacağım mavilikteydi. Kirpikleri ile kaşları hacimli ve düzgündü. Siyah saçları ise çok uzun olmasa da üst kısmı hafif dağınıktı ve birkaç tutamı alnına dökülmüştü.

"Abi,daraldım,ne kadar bakıştınız ya."

Sonunda gözlerimi kaçırarak sesin sahibi olan kahverengi gözlü adama yönelttiğimde, hala sırıtarak bizi izlediğini gördüm.

Saçları mavi gözlü adamdaki gibi siyah ve hafif dağınıktı, ama ondan farklı olarak maskesi yoktu. Kemikli yüz hatları, köşeli ve gamzeli çenesi sebebiyle normalde çok ciddi olduğu düşünülecek biri gibi duruyordu, fakat simasındaki sırıtış ciddiyetini azaltıyordu. Diğer adamdan birkaç yaş küçük olmalıydı.

"Beni de o kadar dikkatli inceleyecek misin?"

Aniden gözleri büyüdü, kaşlarını kaldırarak soru dolu bakışlarını bana yönlendirdiğinde, gözlerimi kaçırarak doğrulmaya çalıştım.

Kaç dakika hatta kaç saatdir mavi gözlü adamın kollarının arasında olduğumu bilmiyordum ve bence bu yeteri kadar rahatsız ediciydi.

Kıpırdadığımı anladığında, belimdeki eli beni kaldırmak için hafif baskı yaptı. Sonunda doğrulup sağa doğru kayarken hala olanları kavramaya çalışıyordum.

Bakışlarım etrafı taradı. Arabadaydım, şoför koltuğunda kahverengi gözlü adam vardı, arka koltukta ise mavi gözlü adam ve ben. Solumda oturuyordu.

Camlardan dışarıya baktığımda bir şey göremedim, çünkü cam buhar ve su damlalarıyla kaplıydı. Yağmur ise hâlâ yağmaya devam ediyordu.

Elim acıyan boynuma ardından alnıma gittiğinde gözlerim irice açıldı. Araba çarpması esnasında öne savrulduğumda yaralanmıştı. Şimdiyse alnımda elle hissedilir bir şey vardı. Yara bandı mıydı? Evet, yara bandıydı.

Ellerime baktım, eldivenlerim yoktu. Tunelde kriz geçirdiğimde yere vurarak incitmiştim fakat ufak çizikler olsa da gayet temiz görünüyorlardı.

Ardından sağ elim hızla elbisemin sol dizimin iki parmak kadar yukarısında biten yırtmacına gittiğinde gördüğüm görüntü kaşlarımın çatılmasına sebep oldu. Eteği dizimin üstünden çeker çekmez üzerindeki yara bantlarıyla karşılaştım.

Bu gece kaçıncı dizlerimin üstüne çöküşümde yaralamıştım bilmiyorum, ama tüm yaralarım sarılmıştı.Omuzumda mavi gözlü adama ait olduğunu düşündüğüm siyah bir deri ceket vardı.Elbisem ise hala kirli olsa da üzerimde kurumuştu ve en garip olanı kendimi normal olmayacak kadar iyi hissediyordum.

"Şimdi de kendini inceliyor," dedi kahverengi gözlü adam alayla. Sorgulayan bakışlarım ikisinin üzerinde dolaşırken arabanın arka koltuğunda,sol tarafımda oturan,mavi gözlü adamın dikkatle beni izlediğini fark ettim. Diğeriyse şoför koltuğunda olmasına rağmen başını arkaya çevirmiş, bize bakarak gülümsüyordu, daha doğrusu hala sırıtıyor gibiydi.

"Siz..." diye bir fısıltı çıktı dudaklarımdan, ardından sesimi hafif yükselterek duyulur bir şekilde "Siz mi yaptınız bunları?" diye sordum.

Mavi gözlü adam bakışlarını kaçırarak başını cama doğru çevirdiğinde diğerine baktım, hızla ellerini kaldırarak alt dudağını büzdü. "Elimi bile sürmedim," dedi ciddiyetden uzak bir şekilde ardından gözleriyle solumdaki adamı işaret ettikten sonra sırıtmaya devam etti.

Bakışlarım o adama kaydığında tekrar bana bakıyordu. "Neden yaptın?" diye sordum.

Bir sebep bulamıyordum. Gözünü kırpmadan insan öldürebilen birisi neden bir kızın yaralarını sarardı ki?

Başını omzuna doğru yatırdı, gözleri tekrar fakat bu defa öylesine kısıldığında "Sence sorman gereken daha önemli sorular yok mu?" diye mırıldandı.

Elbette vardı, hem de fazlasıyla ama belli ki ilk sorumu cevaplamak istememişti. Bu konuyu daha fazla uzatmadan "Kimsiniz?" diye sordum, onun benimle konuştuğu gibi mülayim bir tonla.

Yardım etmeye çalıştıkları tam güvenmesem de açık bir şekilde ortadaydı. Bu sebeple ben de sakinliğimi korumaya özen gösteriyordum. Gerçi en son öfkeyle hareket ettiğimde bayıltılmamın da buna katkısı olmadı desem yalan olurdu, fakat daha çok bir sorun yaşarsam onlar iki kişiyken ben tek başıma bir şey yapamazdım, bunun farkında olmam sakin görünmeme neden oluyordu.

"Ben Polat," dedi mavi gözlü adam, bakışlarını ön koltukta oturan kişiye çevirdiğinde, "Bu da Reis," diye devam etti.

"Beni tanıyor zaten," dedi Reis, başını omuzuna doğru hafif yatırarak gülümsedi, ardından yüzünü buruşturdu. "Ama pek hoş bir tanışma olmadı."

Kast ettiğim isimleri değildi ve evet, Reisi zaten tanıyordum. Beni tünelde özür dileyerek bayıltan kişiyi nasıl unutabilirdim ki.

"Başka sorun yoksa yola çıkalım, yeterince oyaladık," dedi Polat. Bakışlarım ona kaydığında kaşlarımı çattım. "Var," dedim hızla.

Daha hiçbir şey sormamıştım bile, başıma gelen olayların sebebi olmalıydı ve ben her şeyden habersizdim.

Polat eliyle maskesini düzelterek arkasına yaslandığında "Sor," diye mırıldandı.

Kaşlarım hızla kalkarken "Hepsini mi?" dedim şaşkınlıkla.

Gözleri tekrar kısıldı. "Hepsini."

Birkaç saniye duraksadığımda neler sormam gerektiğini düşündüm. Kafam o kadar karışık ve sorum o kadar fazlaydı ki tüm sorularımı bir kenara bırakarak ilk sormam gerekenleri düşündükden sonra dudaklarımı araladım. "Kast ettiğim isimleriniz değildi,"dedim ikisine de bakmaya çalışırken."onları da bilmeliyim tabii ama merak ettiğim başka şeyler var. Mesela neden buradayım? Yaşanan olaylar neydi? Annemle, babam ,onları tanıyor musunuz?"Annemle babam onu tanıyordu çünkü nasıl güveneceğiz diye sorguladıkları kişi muhtemelen Polat denilen adamdı."beni neden bırakıp gittiler?"sesim buruklaşdığında kendimi toparlamak için durmadan devam ettim,çünkü dursam gözlerim dolacakdı,istemiyordum."Şimdi neredeler? Tüm bunları kim yapıyor?"Polata bakdım"Onu, yani Ömer abiyi sen mi öldürdün?Evet, sen öldürdün ama neden öldürdün?"Ardından aklıma daha önemli sorular geldi. "Nereye gidiyoruz? Bana neden yardım ediyorsunuz? Aslında emin değilim, bana yardım mı ediyorsunuz?"

Aniden durduğumda saniyelerdir nefes almadığımı fark ettim. O an aklıma Ayça geldi, çanta vardı, çantada adresi olmalıydı. Çanta neredeydi? Yoksa tünelde mi kalmıştı.

Gözlerimi tekrar açtığımda "Çanta vardı, yanımda çanta vardı, nerede çantam?" diye endişeyle sordum.

İkisinin de dikkatle beni dinliyorlardı fakat ani olarak birbirlerine baktıklarında kısa bir sessizlik oldu.

Gözlerimi kapadım ve derin bir nefes aldım, ardından "Çantam nerede?" diye sordum bir kez daha.

Reis elini kaldırıp saçlarını dağıtarak Polata düşünceli bir bakış attı. Ardından "Abi aklında tutabildin mi?" diye sorduğunda kaşlarımı çattım.

Benim şaşkın bakışlarım da Polata kayarken başını omuzuna doğru yatırarak gözlerini kıstı.

"Kısmen." diye cevap verdiğinde Reis tekrar sırıtmaya başladı.

Dalga mı geçiyorlardı, ben gayet ciddiydim.

"Arabayı çalıştır Reis." diye mırıldandı Polat eliyle önümüzü göstererek.

"Hey!" sesimi yükselttim. "Sorularım cevaplanmadığı sürece sizinle hiçbir yere gitmiyorum."

Ne kadar yardım ettiklerini düşünsem de onlara güvenemezdim. Kötü niyetlerini saklamak için iyi davranıyor da olabilirlerdi. Ya da onlara sorun çıkarmamam için kendilerini benim tarafımda gibi gösteriyor da olabilirdiler.

Reis, itirazımı duymamış gibi önüne dönerek arabayı çalıştırdı. Diğerinin bakışlarıysa hala üzerimdeyken bakışlarını anlamaya çalışdım.Nefret yoktu, kim de yoktu, öfke hiç yoktu, boş da bakmıyordu aslında ama nasıl baktığını tam olarak çözemiyordum.

"Söyle dursun." diye sesimi çıkardım. Öylece bakmaya devam etti. Sanki o da aynen benim gibi bakışlarımda bir şeyler arıyordu ama anladığım kadarıyla bulamıyordu. Benim bulamadığım gibi.

"Lütfen." diye mırıldandım. Bakışlarının etkisinden mi bilmiyorum ama sesim yalvarır gibi çıkmıştı.

Nefesini sesli bir şekilde verdi, ardından gözlerini kaçırdığında, "sorularına cevap vereceğim." dedi sakince. "Ama vaktimiz az, bu yüzden arabada ilerlemeli."

Belki de yorulmuştum. Belki de tüm bu olayların kısa zamanda son bulmasını, evime giderek sıcak yorganımın altına girip kötü olan her şeyi hafızamdan silmek ya da tüm bunların kabus olduğunu düşünmek istiyordum, bilmiyorum ama cevap vermeden başımı tamam anlamında salladım.

"Ve bir şartım var." Kaşlarım çatıldı.

"Ben sorularına gerekdiği kadar cevap vereceğim ve sen de başka soru sormayacaksın."

Hayır, böyle bir şey olmayacaktı, benim daha çok sorum vardı ve kendimi tanıdığım için hep var olacaklarına emindim.

"Ama..." diye dudaklarımı araladığımda tek kaşını kaldırdı.

Bıkkın bir nefes verdim. "Tamam."

Şimdilik bu kadarına razı gelmeliydim, sonra hiçbir şey söylemiyorum derse elimden bir şey gelmezdi.

Reis arabayı çalıştırdığında ön silecekler de çalışmaya başladı. Cam üzerindeki su damlalarından arındığında dışarıyı net bir şekilde inceleme fırsatı buldum. Hava yavaş yavaş aydınlanıyordu. Yağmursa sanki hızla çalışan sileceklere inat daha da şiddetli yağmaya başlamıştı. Tünelin önünde değildik ama durduğumuz yer pek tekin görünmüyordu, çünkü etrafımızda bizden başka araba yoktu ve burası ürkütücü derecede ıssızdı. Bir an bakışlarım şüpheyle ikisinin üzerinde dolaştığında zihnimden geçenler tüylerimi diken diken eden türdendi,olur da burada öldürülürsem cesedimin bile bulunamayacağına emindim.

Reis arabayı ana yola doğru götürdüğünde tek dileğim bir an önce kalabalık bir yere varmaktı. Kendisi ise hala sinir bozucu bir şekilde sırıtmaya devam ediyordu. Düştüğümüz durumun hangi yanına sırıtıyor diye düşünmeden edemedim. Bu durum ne kadar sinirlerimi bozsa da bir yandan da neden bilmiyorum, ama rahatlamama sebep oluyordu.

Yine de dikiz aynasından bakıp başımı 'neye sırıtıyorsun' anlamında iki yana sallamadan edemedim.Omuz silkerek sırıtmaya devam etti.

"Peşinizde biri var, senin ve ailenin" aniden Polat'ın sesini duyduğumda korkuyla irkildim. Omuzumdaki ceket düştü.

"Korkma" dedi endişeyle "iyi misin?"

Elimi kalbimin üzerine yerleştirdiğimde gözlerimi kapatarak birkaç derin nefes aldım.

"Reis, durdur arabayı."

Aslında korkmama sebep kendimdim, biliyordum. Etrafı incelediğimde zihnimden korkunç senaryolar kurmam neden olmuştu bu denli korkmama.

Araba aniden durduğunda gözlerimi tekrar açtım, o sırada Reis arabanın çekmecesine uzanarak küçük bir su şişesi çıkardı ve Polat'a uzattı. Yüzündeki az önceki sırıtış solmuş, yerine endişe gelmişti.

Polat şişenin kapağını açarak ağzıma doğru tuttuğunda aynı zamanda bir eli belime gitmişti.

"İç biraz" dedi tedirginlikle. Gözlerim şaşkınlıkdan açılırken uzattığı sudan birkaç yudum aldım.

Sadece irkilmişdim, bu denli endişelenmeleri normal miydi? Bence değildi. Ama garip bir güven hissetmiştim, sanki parmağıma diken batsa onların canı acıyacakmış gibi davranıyorlardı ve bu hiç yaşamadığım bir durumdu.

Belki de çok iyi rol yapıyorlardı.

"Ben mi korkuttum seni?" diye sordu Polat, su şişesini geri çektiği sırada, "Sesimden mi korktun?"

Başımı iki yana sallarken, "Hayır," diye mırıldandım. "Sadece böyle olaylar hiç yaşamadım, korkmam normal."

Gözleri hala üzerimde dolaşırken elini çekmesi için hafif yana kaydım, o da bunu anlamış olmalı ki uzaklaştı, ama ardından "Ceket" dedi ve araba koltuğuna düşen; ona ait olduğunu düşündüğüm siyah ceketi alarak omuzlarıma örttü.

Ne söylemem gerektiğini bilemeden sadece teşekkür anlamında başımı salladım. Elbisemin üst kısmı fazla açık olmasa da askılıydı ve kollarım görünüyordu, muhtemelen üşürüm diye düşündükleri için ceketi omuzlarıma örtmüşlerdi.

Ardından her şey tekrar eski halini aldığında Reis sırıtmaya devam etti ve önüne dönerek arabayı tekrar çalıştırdı. Polat ise arkasına yaslanıp elini çenesine yerleştirdi ve başını cama çevirerek dışarıyı izlemeye başladı.

Birkaç dakika sessizlik oldu. Benim sorularım ise hala cevaplanmamıştı. Yerimde kıpırdayarak yapmacık bir şekilde birkaç kez öksürdüm. Maksadım dikkatini çekerek sorularımı cevaplamasını talep etmekti ve başarmıştım; başını camdan çekip bana baktı.

Fazla uzatmadan, "Kim var peşimizde?" diye direkt sordum. Cümlesi irkilmeme sebep olsa da unutmamıştım. 'Peşinizde biri var,' demişti en son.

Bunu aslında az çok anlamıştım fakat sormamda maksadım neden peşimizde sorusuna yol açmaktı.

Derin bir nefes aldı, ardından kısa ama derin anlam taşıdığı her halinden belli olan bir bakışla Reis'e baktı ve bana döndüğünde "Egemen Perker Kaya," diye mırıldandı. Sesindeki kini hissetmiştim.

Reis ise ismi duyar duymaz sırıtmayı bir kenara bıraktı ve tuttuğu direksiyonu sıkarak önündeki yola öylece düz bakmaya başladı.

O an, onların hareketlerine dikkat ederken aklıma gelen şeyle "EPK" diye fısıldadım.

Yolda Ömer abiyi arayan kişi oydu, Ömer abi'nin efendim diye itaatkar tonla konuştuğu kişi de oydu. "Ömer abi beni ona götürüyordu," dedim o anki farkındalıkla. İçimdeki burukluk sesime de yansımıştı. Artık nasıl yaptı kısmını atlatmıştım fakat beni üzen yıllardır kimseye güvenmezken ona güvenip aynı zamanda hayin olduğunu anlayamamamdı.

"Günaydın," Reis son harfe baskı yaparak alayla mırıldandığında gözlerimi devirdim. Ardından, "O şerefsize abi demesen mi artık?" diye devam etti.

Haklıydı, ama bir karşılık vermedim.

"Onu öldürdün," dedim Polata baktığım sırada.

Cevap vermedi.

O an bunu dile getirmek istemediğini düşündüm. "Onu öldürdün çünkü, öldürmesen beni o adama götürecekti değil mi?"

Kızmalı mıydım, elbette hayır, hayatımı kurtarmış sayılırdı fakat hak da vermiyordum, çünkü birini öldürmüştü.

Gözlerini kaçırdı, eli maskesine gittiğinde yine cevapsız kalacağımı anladım ama, "Hayır," dedi Reis, bakışlarım ona kaydı. "Onu öldürmüş çünkü senin saçını çekmiş."

Duyduğum cümlenin şaşkınlığıyla gözlerim açılırken, "Ne?" diye sorduğum sırada Polat, "Reis," diyerek sesini yükseltti.

Reis, sanki komik bir şey söylemiş gibi kahkaha atmaya başladığında kendince şaka yaptığını anladım.

Ardından birkaç kez öksürerek, "Tamam, susuyorum," dedi ciddi görünmeye çalışırken.

Polat, Reis'e göz devirdikten sonra bana döndü, "Sana yardım ediyor muyuz diye sormuştun, evet yardım ediyoruz."

"Neden?" diye sordum. Bir sebep olmalıydı, hiç kimse kimseye öylesine yardım etmezdi, hele ki böyle bir olay için hiç etmezdi. Neyin içine düştümü hala tam olarak anlayamamıştım ama benim yanımda olmak ölüm demekti, buna emindim.

Cevap vermedi.

"Neden?" diye sordum bir kez daha, ardından bu soruyu es geçerek konuyu başka yöne götürdüm, "Neden size güvenmeliyim?"

Beni kurtarmış olabilirlerdi, ama bu onlara güveneceğim anlamına gelmezdi. Yaşananların altında başka nedenler ve başka sebepler de yatmış olabilirdi.Bu yüzden bana onlara güvenmem için geçerli bir sebep sunmalıydı.

"Ayrıca," dedim dikiz aynasına kısa bir bakış atarak, "Senin bu arkadaşın beni vurdu."

"İlk sen vurdun."

Gözlerim şaşkınlıkla açıldığında başım Reis'e doğru döndü.

"Bu azmış gibi bir de ısırdın," diye devam etti, yüzünü buruşturarak.

Kaşlarım çatıldı, bana laf yetiştirebileceğini mi sanıyordu? Komik adam.

"Ben bayıltmadım ama," dedim hızla.

"Ben de acıtmadım."

Gıcık herif.

Tam bir şey söylemek için dudaklarımı aralayacaktım ki, "Tamam," diye mırıldanan Polat'ın sesini duyduğumda sustum.

Susmamın sebebi konuşması değil, şaşırmama sebep olan ses tonuydu. Güldüğü belli oluyordu, fakat hızla ciddi görünmeye çalışarak, "Özür dileyecek şimdi," diye devam etti.

"Hayır dilemeyeceğim, ilk o dilesin," dedi Reis alayla. Polat'ın kaşları çatıldı.Dikiz aynasından ona bakıp ''Reis'' diye bir kez daha uyardığında, Reis, "Tamam, özür dilerim," diyerek sırıtmaya başladı.

Ben ise onları ağzım açık bir şekilde izliyor ve anlayamıyordum. Başımda ve eğer gerçekten bana yardım ediyorlarsa başımızda bin türlü dert varken nasıl böyle rahat davranabiliyorlardı.

Polat'ın gözleri tekrar benim gözlerimle buluştuğunda bakışları daha ciddi bir şekil aldı. "Güvenmek ya da güvenmemek senin tercihin," dedi soğukkanlılıkla. "Ama eğer bir sebep arıyorsan, istersek ve amacımız buysa seni gördüğümüz ilk an öldürebilirdik, ya da bu şekilde değil de sert davranabilirdik."

Doğruydu, bunları elbette anlayabiliyordum. Şimdi sakince onlarla konuşuyorsam en önemli neden, söylediklerini benim de düşünmemdi, fakat bir planın içinde de olabilirdim, bunu da düşünmüştüm.

"Bunları size sorun çıkarmamam için yapmadığınız ne malum, beni o adamın yanına götürmediğinizi nereden bileceğim?" diye sordum, gözlerim şüpheyle kısılırken.

"Bilemezsin," dedi aynı ciddiyetle, ardından maskesini düzeltti. O sırada havanın artık tam olarak aydınlandığını ve arabalarla dolu olan bir yola geldiğimizi fark ettim.

"Gittiğimiz yere vardığımızda bilebilirsin sadece. O zamana kadar ise yapabileceğin tek şey bize güvenmek, başka elinden bir şey gelmeyeceğini sen de çok iyi biliyorsun."

Maalesef ki biliyordum, onlar iki kişiyken kaçmam mümkün değildi, bağırsam kimse duymazdı, bağırmazdım da zaten, çünkü gerçekten maksatları bana yardım etmekse, belki de aradığım buydu.

Yalnızdım, terk edilmiştim ve en büyük korkum yalnızlıkken elimden hiçbir şey gelmezdi.

Artık kendimi umursamıyordum, ama Ayça varken onun için ayakta kalmam gerektiğinin de bilincindeydim.

Kısa bir sessizlik oldu. Ardından, "Sorularımın hepsini cevaplamadın, çantam nerede?" diye sordum.

Oturduğu yerde kıpırdadığında, bakışları tekrar bana döndü. "Sorularının hepsini cevaplayacağım demedim, gerekli olduğu kadar anlatacağımı söyledim ve anlattım da, şartımız buydu." dedi düz bir sesle.

Ben arkasına yaslanıp yolu izleyeceğini beklerken eli cebine gitti. Telefonunu çıkarıp birkaç tuşa bastıktan sonra bana uzattığında, not yerinde bir şeyler yazdığını gördüm, soran gözlerle yüzüne baktım. Başıyla telefonu işaret etti. Okumamı istiyordu.

Telefona doğru yaklaşarak gözlerimi dikkatle harflerin üstünde gezdirdiğimde daha çok şaşırdım. Not yerinde 'Kardeşin için sorduğunu biliyorum, merak etme, çantan güvende, kardeşinin varlığınıysa benden, anne babandan ve senden başka kimse bilmiyor, Reis bile.'yazıyordu.

Evet, Ayça'nın varlığını annem, babam ve benden başka kimse bilmiyordu. Bunun için defalarca tembihlenmiştim. Sebebini sorduğumda her zaman olduğu gibi cevapsız kalıyordum, fakat bir bildikleri vardır diye düşünerek fazla kurcalamıyordum. Şimdiyse o da bundan haberdardı.Acaba bu bilgiyi ona annemle babammı vermişdi?O bizi korumak için ailem tarafından görevlendirilmiş biri ola bilir miydi?

Gözlerim büyürken ne söyleyeceğimi bilemeyerek sertçe yutkundum. Bu garip davranışı şaşırmama sebep olsa da içimde nedenini anlayamadığım bir güven kıvılcımı oluşturmuştu.

Bakışları yüzümde gezindi, gözlerimde, yanaklarımda ardından burnuma kaydığında durdu ve gözleri kısıldı.

Benim de gözlerim kısılıydı fakat sebebi onun gibi gülümsediğim için değildi. Tek kaşımı kaldırdım, başımı 'ne?'anlamında iki yana salladığımda aynısını yaparak geri çekildi. Sanki daha önce birisiyle aynı anı yaşamış gibi garip hissettim. Ardından gözlerimi kaçırarak arkama yaslandım. O kaçırmadı, elindeki telefonu cebine koyduktan sonra benim gibi arkasına yaslanarak kollarını önünde birleştirdiği sırada nefesini sesli bir şekilde bırakdı.Bakışları arabanın camına doğru çevrildiğinde gözlerim istemsizce ona kaydı.

Üstünde siyah bir kazak, altında siyah kot pantolon vardı. Tabii yüzünde de siyah bir maske, o an merak ettim, neden maske takıyordu? Eğer mesele benim onların yüzünü görmemem gerekdiğiyse Reis de takardı, fakat sadece o takmıştı.

Ardından neyse ne dedim içimden, beni ilgilendirmiyordu, beş dakika sonramın ne olacağından, nefes alıyor ya da almıyor olacağımdan habersizken maskesinin kafama takılması fazlasıyla saçmaydı.

Düşündüm bundan sonra olacakları, bu gece yaşananları ve kararımı, benden sorun çıkarmadan onlarla gitmemi istiyorlardı. Ne yapsalar, nereye gitseler yanlarında gidecek hiçbir sorun çıkarmayacaktım ve bunu benim için yapacaklardı. Fazla inandırıcı gelmiyordu hatta hiç inandırıcı değildi ancak aksini de talep edecek güçte olmadığımın farkındaydım. Hayatımın esas seçimini şansa bırakacaktım ve eğer talihim getirirse gerçekten de benim tarafımda olacak, bana yardım edeceklerdi. Diğer ihtimali düşünmek bile istemiyordum. En fazlası neydi? Ölüm mü? Ruhu ölmüş birisi için basit kalırdı.

"Tamam,"diye mırıldandım kucağımda yerleştirdiğim ellerimle oynarken. Polat'ın başının camdan bana doğru döndüğünü hissettim. Reis ise muhtemelen dikkatle ne söyleyeceğimi bekliyordu.

"Size güvenmiyorum," dedim, başımı kaldırıp dikiz aynasından Reis'e düz bir şekilde bakarak. Gözlerini devirdi.

"Başka çarem olmadığının da farkındayım, sizinle hiçbir sorun çıkarmadan geleceğim ama..." Başımı ona çevirdim. "Tek bir sorumu cevaplamanı istiyorum."

Sorularım vardı, hem de fazlasıyla, ama o sadece birkaçını cevaplamıştı. Merak ettiğim bir soru ise sanki nefesimi kesiyordu; kesmemeliydi, ama kesiyordu işte.

Bakışları üzerimde dolaştı, ellerimde, boynumda, yüzümde. Ardından gözlerime tırmandığında "Sor," dedi.

Başımı salladım, ilk önce derin bir nefes aldım, yetmedi, gözlerimi kapattım, yetmedi, tekrardan açtım, yetmedi. Ne kadar zor olabilirdi ki? Yetmeliydi aslında ama yetmedi.

"Onlar..." sesimin burukluğu tüm vücuduma yayıldığında sol gözümden bir damla yaş aktı, akmamalıydı ama aktı.

Başımı yukarı kaldırırken derin bir nefes daha aldım, yetmedi. Sonunda pes ederek bakışlarımı ona çevirdim ve o an göz göze geldiğimizde neden bilmiyorum ama yetti, yetmemeliydi aslında fakat kendimi toparlamaya yetmişti.

"Annemle babam, iyiler mi?" diye tek nefeste sordum.

Baktı, baktım ancak birkaç saniye sonra bakışlarını kaçırdığında kaşları çatıldı. "Bilmiyorum," dedi aynen benim gibi tek nefeste.

Yalan yoktu, kaçış yoktu, umursamazlık hiç yoktu, gerçekten de bilmiyordu. Sadece iyi olup olmadıklarını değil, onlarla ilgili hiçbir şey bilmiyordu. Yaşadıklarını ya da... Bilmiyordu işte.

Bir şey demeden başımı sallayarak önüme eğdim ve ellerime bakmaya devam ettim.

"Eğme," aniden sesini duyunca, tekrardan bakışlarım Polat'a döndü.

"Ne?" diye sordum, gözlerim şaşkınlıkla büyürken.

Kaşları ciddiyetle çatıldı."Eğme başını."

Durdum, başımı önüme eymem neden onu rahatsız etmişti?

Yüzüne sorgular gibi baktığımda karşılık vermeden bakışlarını bir kez daha kaçırdı.

"Bilmeyeceğiz demedi ya, bilmiyorum dedi sadece, öğrenmek için elimizden geleni yapacağız."

Bunu söyleyen ise Reis'ti.

Karşılık vermedim, fakat o an gerçekten de ellerinden geleni yapacaklarına inandım, belki de inanmak istedim, bilmiyorum.


🥺

İçimdeki soğukluk ve şüphe, arabayı dolduran huzur verici sıcak havayla zıt bir şekilde uyum sağlarken, yaklaşık iki saattir kucağımda yerleştirdiğim ellerimi izliyordum. Son konuşmamızın üzerinden dakikalar geçmiş, üçümüz de tek kelime dahi etmemiştik. Aslında konuşulacak çok konu, sorulacak fazlasıyla soru vardı, fakat o cevaplamayı reddetmişti.

Reis önümüzde uzanıp giden yoldan gözlerini ayırmıyor, öylece düz bakıyordu. Polat ise bir kez bile olsun bakışlarını camdan ayırmamıştı.

Sıkılmıyor mu diye düşündüm bir an, fakat onun izlediği manzaranın benimkinden daha güzel olduğunu anladığımda bu düşünceden vazgeçtim.

Hava çoktan aydınlanmış, yağmur durmuştu. Benim tahminimce saat sabahın sekizi olmalıydı. Biz ise hala yoldaydık, nereye, neden gidiyorduk bilmiyorum, fakat artık o kadar umursamaz olmuştum ki merak da etmiyordum. Aslında... hayır, yalan söyleyemeyeceğim, çok merak ediyordum ancak sakin kalmam, umursamazlığımın ispatı diye düşünüyordum.

Yanılıyor muydum? Bilmiyorum, belki de.

Ama bu kadar sakin ve bu kadar her şeye boyun eğmiş de olmamalıydım, biliyordum fakat kendime kızmıyordum. Benim hayatım bundan öncesini fazlasıyla zor atlatmıştı zaten, hatta atlatmış da sayılmazdı. Geçmişimde bir birinden ayrılmış ruhumun parçaları birleştirilmiş olabilirdi, fakat izlerini hala üzerinde taşıyordu.

Burada insanların arasında olmam bile mucizeydi, evet öylesine söylemiyorum. Akıl hastanesine yatırılmadan önce yapılan tahlillerin sonucu, sadece bir mucize eseri düzelebilir ama siz yine de umudunuzu kaybetmeyin demişti doktorlar annemle babama. Ve o mucize olmuştu. Ara sıra krizler geçirsem de özüme dönmüştüm.

Hayatım bir mucizeyle dengesini sağlarken ikinci mucizenin yaşanmasını istemem bencillik olurdu, fakat ben o mucizeye muhtaçtım.

Tüm yaşanan olayların kısa zamanda açığa çıkmasını ve son bulmasını istiyordum ama anladığım kadarıyla bunun gerçekleşmesi için sadece mucize yetmeyecekti.

Aniden arabanın içinde hareketlenme olduğunda ben de ellerimi izlemeyi bırakarak etrafa baktım.

Düşüncelerimin zihnimi hapsetmesine o kadar çok izin vermiştim ki arabanın durduğunu, içerisinde hareketlenme olduğunda ve Reis "Geldik" diye mırıldandığında fark etmiştim.

Polat duruşunu dikleşdirmiş, maskesini düzeltiyordu. Bakışlarım üzerinde dolaşırken yüzünde az önceki siyah kumaş maskenin değil de siyah tıbbi maskenin olduğunu gördüm. Ne ara değişmişti?

Kaçırmıştım. Ne kaçırdığımı da sorguluyordum aslında ama belki maskesini değişirken yüzünü görebilirdim.

Bu isteğin sadece meraktan doğduğunun farkındaydım. Merakımın sebebi yüzünü görmek değildi aslında. Eğer yüzünü görürsem belki gözlerinde görüp de kaybettiğim tanıdıklığı yüzünde bulabilirim diye düşündüğüm için merak ediyordum.

Gözlerim etrafı tararken "Ne oluyor? Nereye geldik?" diye sordum hızla, fakat camdan gördüğüm görüntü kaşlarımın çatılmasına sebep olmuştu.

"Bizim 'cehennem ocağı' olarak adlandırdığımız eve geldik, burada insanları parçalara ayırıyoruz."

Reisin yaptığı ve hiç komik olmayan şakaya belki inanabilirdim, fakat geldiğimiz yerin bir ev değil de hava limanının yakınlığı olduğunu fark ettiğimde gözlerim şaşkınlıkla açıldı.

Tamam, hava limanına yakın bir yerde öylesine durmuş olabilirdik ama bir an ya başka ülkeye gidiyorsak diye düşünmeden edemedim. Annem arabada ilk uçakla İtalya'ya gitmem gerektiğini söylemişti, değil mi?

Ben bir açıklama beklentisiyle Polata bakarken, o başıyla Reise bir şeyler işaret ettikten sonra kapıyı açarak arabadan indi.

Reis, o indikten sonra sanki kaçmam mümkünmüş gibi kapıları kitlediğinde "Hey" diye sesimi çıkardım. "Bana bir açıklama yapsan?"

Bir açıklama yapacağını sanmıyordum çünkü, anladığım kadarıyla bu ikilinin yöneticisi Polattı. O izin vermediği sürece Reis bir şeyler söylemezdi ama yine de şansımı denemek istedim.

Omuz silkerek "Yaptım ya."dedi, az önce söylediklerini kast ederek. Gözlerimi devirdim.

Doğru tahmin etmiştim.

Kendim bir şeyleri anlamak için bakışlarımı onun indiği ve yürüdüğü tarafa yönlendirdim. Araba yolun kenarında bir yerde durmuştu. Benim tarafımdan bakıldığında çok yakın olmasa da havalimanı, diğer yani onun indiği tarafa bakıldığında ise yol ardından mağazalar görünüyordu. Çevrede fazlasıyla ev, insan ve araba olması içimi az da olsa rahatlatmıştı. En azından insanların içinde öldürülme ihtimalim daha azdı.

Onun camından bir kez daha dikkatle baktığımda, yolun karşı tarafına geçtiğini ve mağazalarla dolu olan yere doğru ilerlediğini gördüm. Bu benim onu ilk ayakta bir şekilde gördüğüm an olduğu için bakışlarımı ayıramadım. Omuzları oldukça geniş duruşu ise düzgün ve dikti. Boyunun bir doksan üzeri olma ihtimali yüksekken ben bir altmış beş boyumla muhtemelen bacaklarından gelirim diye düşündüm. Yani biraz abartmış olabilirim fakat yanında çok ufak tefek duracağım kesindi.

Gözlerimi üzerinden ayırarak gittiği yöne doğru yönlendirdiğimde kaşlarım çatıldı. Birkaç sert adım attıktan sonra karşıdaki giysi mağazalardan birine girdi.

"Ağzını kapa."

Reisin gülerek kurduğu cümleyi duyduğumda bakışlarımı yoldan ayırdığım sırada "Ne?" diye sordum şaşkınlıkla

Ağzını kapa mı demişti o? Dakikalardır Polatı ağzım açık bir şekilde mi izliyordum? Hayır, Reis öylesine söylemişti. Öylesine söylemişti değil mi?

Kaşlarım öfkeyle çatılırken "Sen..." diye sesimi yükselttim, beni duymamış gibi kahkaha atmaya başladığında ise ne söyleyeceğimi bilemeyerek "Gıcıksın." dedim adeta afallamış bir şekilde.

Başını iki yana sallayarak gülmeye devam etti.

Ben sadece... yani ağzım açık bir şekilde izlemiyordum. Öylesine bakıyordum. Ve ağzım da açık değildi. Açık mıydı? Offff.

Yanaklarım utançla kızarırken konuyu hemen değiştirmek için "Neden gitti?" diye sordum.

"Bilmiyorum, canı istemiş olabilir, özledin mi?" dedi alayla.

Ne alaka, lanet olsun, konuşdukça daha da dibe batıyordum.

Burnumdan öfkeyle solumaya başladığımda "Benimle alay etmeyi kesermisin?" diye çıkıştım.

Gözümü açdığım andan,hatta hayır tunelde gördüğüm andan beri böyleydi.Bir dakika ciddi olamıyormu bu adam diye düşünüyordum ki,kurduğum cümleden mi yoksa sesimin sertliyinden mi bilmem, ama yüzündeki gülümseme soldu.

Duruşunu dikleştirip dikiz aynasından öyle bir baktı ki acaba yanlış bir şey mi söyledim diye düşündüm bir an, fakat ardından "Seninle alay etmiyorum."dedi sakince. İfadesinde küçümseme, tehdit ya da başka kötü bir duygu yoktu, ama yüzünün aniden düşmesi afallamama sebep olmuştu.

"Sadece ortam çok gergin, kendini elimizde tutsak gibi hissetme ya da korkma diye böyle davranıyorum."diye açıkladı temkinle, ardından tekrar sırıtmaya başladığında "Bir de huyum bu, değişemem ki."dedi.

Ne söyleyeceğimi bilemeyerek gözlerimi devirdim. Ne kadar benimle alay ettiğini düşünsem de, evet, böyle davranması az da olsa içimi rahatlatıyor, daha çok korkmamı engelliyordu.

Ama şu anki beni ilgilendiren konu bu değil, sorularımdı. Polat sert birine benziyordu, ama Reis daha çok yola gelir gibiydi, belki de sorularımın birkaçını cevaplardı.

Bu düşünceyle pes etmeyerek yüzüme masum bir ifade yerleştirdiğim sırada dikiz aynasından baktım.

"Sorularımı cevaplar mısın?"

Gözleri kısıldı, şüphe dolu bakışları yüzümde dolaşırken "Ne sorduğuna bağlı." diye yanıtladı.

Sorun da buradaydı işte.

"Neden buradayız?" diye sordum.

Omuz silkdi.

"Bilmem."

Bıkkın bir nefes verdim.

"Buradan başka bir yere de gidecek miyiz?"

Yüzündeki gülümseme büyüdü.

"Bilmem."

Pes etmeyecektim.

"Bundan sonra ne olacak?"

"Bilmem."

Ellerim yumruk şeklini aldığında dişlerimi sıktım. Yüzümdeki masumiyet maskesi artık düşmek üzereyken, sabrımı zorluyordu.

Bu tür sorularımı cevaplamayacağını anladığım için başka bir şeye açıklık getirmek maksadıyla"Neden maske takıyor?"diye sordum.

Bir kez daha bilmem derse yeter diye bağıracakdım artık fakat duraksadı.Yüzündeki gülümseme solarken bakışlarını cama çevirib bir kaç saniye susdu.

"Bilmem."

Sesindeki burukluk aksini söylerken devam etmeyeceğini sanıyordum ancak tekrar gülümseyerek "Gizemli ve çekici görünmeye çalışıyordur belki."diye devam etti.

Soruyu duyduğundaki ifadesi sebebin bu olmadığını açık bir şekilde belli ediyordu fakat daha fazla kurcalamadım.Hem tanımasamda Polat öyle birine benzemiyordu.

"Başaramamış mı sence?"tekrardan sırıtarak dudaklarını araladığında omuz silkdim.

"Başaramamış."

Yalan söylemeyi beceremiyorsun Hayat diye isyan ediyordu iç sesim.

"Hadi ama," diye mırıldandığında başını omuzuna doğru yatırdı. "Abim diye söylemiyorum, yakışıklı, hem böyle tipler buraya, ben de dahil." Sırıtışı büyüdü. "Her genç kızın hayalidir."

Abisi olduğunu bilmiyordum. Polat'ın yüzünü görmesem de, kardeş olacak kadar benzediklerini sanmadığım için olmalı ki bu ihtimali düşünmemişdim.

"Kalsın," dedim, yüzümü buruşturarak. "Benim hayalim değil."

Başını salladı. "Zaten senin kız olman bir muamma, hatta bu dünyaya ait biri olduğun da şüphe altında, tünelde yaptıklarını unutmadım."

"Hmm," diye mırıldanarak yüzüne baktığım sırada burnumu kırıştırdım, aynısını yaptı.

Başımı tekrardan cama çevirdiğimde gülümsememe engel olmak için dudaklarımı birbirine bastırdım. O sırada Polat elinde siyah bir poşetle mağazadan çıktı.

"Aha," dedi Reis. "Güldün."

Kaşlarımı çatarak ciddi görünmeye çalışsam da başarılı olduğum söylenemezdi.

"Gülmedim," dedim kararlı tonumla, fakat inandırıcı değildi çünkü yalan söylemeyi pek beceremiyordum.

"Ama gördüm ben," diye homurdandığında omuz silkdim.

"Peki," dedi, başını sallayarak. "Öyle olsun."

O an Polat arabaya varmıştı ve ben kapıyı açıp bineceğini beklerken, o Reise kapıları açmasını işaret ettikden sonra benim tarafıma gelip kapımı açtı.

Elindeki poşete ve yüzüne düz bir şekilde bakarken Reisin de arabadan indiğini fark ettim.

Dışarıdaki yağmur durmuş, hatta güneş ara ara görünmeye başlamıştı. Ve şu an güneşin ara ara göründüğü anlardan biriydi. Parlak ışığı yüzüne vururken gözlerinin bir kez daha ne kadar garip ve tanıdık olduğunu fark ettim ve O şarkı sanki onun gözleriyle tekrardan can bulmuşçasına zihnime işliyordu.

Ben öylece yüzüne bakarken gözlerini kaçırıp, arabadan inmem için elini uzattı. Hızla bakışlarımı başka yöne çevirmeye çalışırken elini tutmadan kendim indim.

Ceketi omuzlarımdaydı ve ayağa kalktığımda dizlerimin birkaç santim yukarısına kadar geliyordu. Acaba çok komik görünüyormuyum diye düşünmeden edemedim, fakat beyaz elbisemde kurumuş kan ve çamur lekeleri varken, komik değil de daha çok acınası görünüyordum.

Beyaz topuklu ayakkabılarım ise elbisemden farklı olarak temizdi. Aslında tünelde çamur içinde kalmıştı, fakat muhtemelen yaralarımı temizledikleri gibi ayakkabılarımı da temizlemişlerdi.

Arabadan indikten sonra tam karşısında durduğumda, topuklarıma rağmen başım omuzuna denk geliyordu. Bakışlarım üzerinde daha fazla oyalanmadan elindeki poşete kaydığında "Bu ne?" diye sordum.

Sanki elindeki poşetten habersizmiş gibi şaşırmış bakışlarla eline baktı. Ardında kaşları çatıldığında, "Bu..."diye mırıldandı.

Elini poşetin içine götürerek deri siyah bir şey çıkardı, ve poşeti Reise uzattı. Elindeki siyah şeyin uzun bir kadın paltosu olduğunu gördüğümde benim için aldığını anlamışdım.

"Palto,şimdilik bununla idare et. Gideceğimiz yere vardığımızda daha rahat giysilerin olacaktır."

Başımı sallamakla yetindim, ancak neden bu kadar normal davrandıklarını hala anlayamıyordum.

Başımı salladıktan sonra, cevap vermeden omuzumdaki cekete uzandı ve yanımızdaki Reise uzattı. Ceket omuzlarımdan düşer düşmez tüm vücudumun ürperdiğini hissettim. Ne kadar güneş olsa da hava soğuktu. Ardından bir şey demeden paltoyu tekrar omuzlarıma örttüğünde durması için elimi kaldırdığım sırada"Ben hallederim,"diye mırıldandım yavaşça.

Cevap vermeden geri çekilmesini beklerken önce sağ kolumu, ardından sol kolumu paltonun kollarına yerleştirdikten sonra eğilerek fermuarını kapattı. Fermuarı o kadar fazla kapattı ki neredeyse paltonun boğazı yüzünden çenem ve ağzım görünmüyordu. Ardından paltonun kapüşonunu da kafama geçirdikten sonra, "Üşüme."dedi sadece ve Reise döndü.

Onun ceketiyle komik göründüğümü sanıyordum, fakat bence bu paltoyla daha komik olduğuma emindim. Uzun palto elbisemi tamamen kapatıyor, üstümdeki kan ve kurumuş çamur izleri görünmüyordu. Vücudumun bölgelerine kalırsa, galiba yüzümün sadece ağzımdan yukarı kısmı ve ellerim görünüyordu.

Ben de onun gibi Reise döndüğümde Reis elindeki annemle babamın verdiği siyah çantayı Polata uzattı.

Bakışlarım elindeki çantadan Reisin yüzüne kaydığında ise buruk bir tebessümle karşılaştım. Polata öyle bir bakıyordu ki bir an veda edeceklerini düşündüm, ve ardından el sıkışıp sarıldıklarında gerçekten de veda ettiklerini anladım.

Muhtemelen ben Polatla kalıyordum.

Bundan sonra Reis bizimle gelmiyor muydu?

Bu biraz şey,yani hayır ama...neyse

Birbirlerinden uzaklaştıklarında Polat, "O zaman görüşürüz,"diye mırıldandı. Reisin yüzündeki burukluğu onun sesinde hissetmişdim.

Reisin buruk tebessümü daha da büyürken"Görüşür müyüz?diye sordu.

"Görüşürüz, kardeşim," dedi Polat başını sallayarak ardından aralarında birkaç adım mesafe bırakarak yanıma geldiğinde Reis, "Abi" diye sesini çıkardı ve o an bakışlarım yüzüne kaydığında gözlerini kapattığını fark ettim. Derin bir iç çekti, sonrasında tekrar açtığında "Görüşürüz" diye mırıldandı.

Yüzündeki buruk tebessüm silinerek yerini gerçek gülümsemeye bıraktığında, "Dikkat et," dedi.

"Merak etme, bir şey yapamazlar," diye yanıt verdi Polat.

Kimden bahsettiklerini bilmiyorum, fakat muhtemelen Egemen denen adamı kastediyorlardı.

"Onları demiyorum zaten." Şaşkınlıkla Reisinin yüzüne bakarken kaşlarını kaldırarak beni işaret etti.

Yine alay ediyordu. Hiç üşenmeden, gerçekten diyorum, hiç üşenmeden ve çekinmeden eğilerek ayağımdaki topukludan birini çıkararak ona doğru fırlattım, fakat arkaya kaçarak korunmayı maalesef ki başarmıştı.

Sol yanımdaki Polat'ın kahkahasını ve Reisin homurtularını duyduğumda istemsizce ben de gülmeye başladım.

Reis, "Bunu kastediyordum işte," diye homurdanmağa devam ettiği sırada ona fırlattığım topuklu ayakkabımı alarak Polat'a uzattı.

Bir ayağım yüksekte kalmışken diğerinin çıplak parmakları yere bastırarak dengemi zar zor tutuyordum.

Polat gülmeye devam ederken başını iki yana sallayıp, Reisten ayakkabımı aldı. O sırada bana uzatacağını düşünürken hiç beklemediğim anda önümde eğilerek kendi giydirmek için elini uzattığında, "Ben hallederim" diye mırıldanarak kendimi arkaya çekmek istemiştim, fakat dengemi kaybettiğimde omzuna tutunmak zorunda kaldım.

Yüzüm utançtan kızarırken başımı Reise çevirdiğimde, yüzündeki sırıtışı büyüdüğü sırada"Oooo," dedi alayla. "Polat Bey, birinin önünde diz çöküyor, bu anı ölümsüzleştirmem gerek."

Cebinden telefonu çıkardığında, "Yapma" diye çıkıştım, fakat artık çoktan fotoğrafımızı çekmişti bile.

Polat'ın bir eli çıplak ayak bileğimden tutarken, diğer elinde topuklu ayakkabım vardı ve ben onun omzuna tutunarak dengede kalmaya çalışıyordum. En içler acısı olansa Reis böyle bir şekilde bizim fotoğrafımızı çekmişti.

Ayakkabımı bana giydirdikden sonra ayağa kalktığında ben de ayağımı zemine basarak hızla ondan uzaklaştım.

Belki de daha fazla utandırmamak için yüzüme bakmadı ve ben de onunla göz teması kurmamaya özen göstererek Reise döndüm.

"Bunu saklayacağım,lazım olur."diye mırıldandığında utançdan bağırmağıma ramak kalmışdı.

Polat ise muhtemelen Reisin bu davranışlarına alışmış olmalı ki konuyu daha fazla uzatmadan "Biz gidelim artık."dedi düz bir sesle.

Nereye gidiyorduk?Neden gidiyorduk?

Az önceki olayı es geçerek soru dolu bakışlarla yüzüne bakdım.

"Nereye gidiyoruz?"

Muhtemelen cevap vermeyecek diye düşündüm fakat az önce ayakkabımı bana giydirmek için yere bırakdığı siyah çantayı alırken yüzüme bakmadan mırıldandı.

"İtalyaya."

~bölüm sonu~

Evet bir bölümün daha sonuna geldik,umarım sevmişsinizdir.

Bölümün en sevdiğiniz kısmı hangisiydi?

Sizce Reisle yollarımızı ayırdık mı gerçekden?

Hmmm

Bölümle ilgili hatalarımı,yanlışlarımı ya da isteklerinizi buraya yaza bilirsiniz.

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmazsanız çok ama çok sevinirim <3 (Özellikle yorum, okurken nasıl heyecanlandığımı inanın anlatamam.)

Instagram: ozgurruhlargezegeni ve golgelerinkacisiofficial ("Özgür Ruhlar Gezegeni" ve "Gölgelerin Kaçışı" da yazarsanız çıkar.)

Daima gülümsemesem de gülümsetmek dileğimle, yıldızlı geceler, gülücüklü günler, bir sonraki bölümde görüşmek üzere 💕"

Continue Reading

You'll Also Like

1.5M 56.1K 55
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Lavinia: Sana vermem gereken bir ceza vardı. Defne: Tobe hasa Defne: Ben ned...
2.4K 200 17
Her bölümde farklı konulu bir kompozisyon var. Bölümler çok kısa. Bir bakın bence. 💕 Yazmanız gereken kompozisyon varsa benimle iletişime geçebilirs...
491 241 3
Doğduğu gün hastaneden kaçırılan EFNAN, 8 yıl boyunca abisi sandığı adamla yıllar sonra bir araya gelir fakat onlar için oynanılan bir oyundan habers...
YUVA By _twclr

Teen Fiction

615K 31K 49
Amelya 20 yıl sonra aslında ailesinin gerçek olmadığını intikam için bebeklerin karıştırılmasına nasıl bir tepki verecek gelin hep birlikte okuyup öğ...