Sinestezi

By selen_sezer

425K 23.1K 2.6K

Sesil, yirmi yaşına henüz basmış bir psikoloji bölümü öğrencisidir ve okuduğu bölümü seçmesinin en önemli ned... More

Prolog
Bölüm 1: Kayıp
Bölüm 2: Gece 2:15
Bölüm 3: Sinestezik
Bölüm 4: Sahne ve Siyah
Bölüm 5: "Bekle!"
Bölüm 6: Ortak
Bölüm 7: Ilgaz
Bölüm 8: Pozitif
Bölüm 9: Bahçe
Bölüm 10: Yel Değirmenleri
Bölüm 11: Suflör
Bölüm 12: Klasik
Bölüm 14: İhtimaller Denizi
Bölüm 15: Yalnızların İşi
Bölüm 16: Yansımalar
Bölüm 17: Süreç
Bölüm 18: Gölgeler
Bölüm 19: 'S & I'
Bölüm 20: Yalan-cı
Bölüm 21: İkinci Şans
Bölüm 22: Déjà vu
Bölüm 23: Hiçliğin Orta Yeri
Bölüm 24: Maskeler
Bölüm 25: Aynı Sahiller
Bölüm 26: Labirent
Bölüm 27: Kasvet Koyu
Bölüm 28: Rakamlar
Bölüm 29: Cambaz
Bölüm 30: Kedi

Bölüm 13: Beklentiler

8.8K 597 43
By selen_sezer

Laraların evine vardığımızda, arabanın arka kapısını kapatıp Lara'ya veda ettikten sonra ön taraftaki koltuğa oturmuştum. Ev halkına üçten önce evde olacağımı söylediğim için kolumdaki saati, belirttiğim saate henüz yarım saat olmasına rağmen, istemsiz olarak kontrol ediyordum.

"Merak etme, buradan sonra yürüsek bile yetişirsin." dedi, direksiyonun başındaki Bora.

Beni yürütmeyeceğini bildiğim için yorgun bir gülümseme yayıldı dudaklarımın çevresine.

"Güzel bir akşamdı ve evlere servis görevini üstlenip alkol tüketimini minimuma indirdiğin için ne kadar teşekkür etsem az." dedim minnetimi artık gizleyemediğim uykulu bakışlarımın ardından gösteriyordum.

"Sarhoş bir Taylan'ı, ailesini uyandırmadan yatağa bırakmamı saymıyorsun ama en çok onun hakkında konuşacağım yarın." dedi Bora, o gece Taylan'ın hal ve hareketlerini önümüzdeki bir sene boyunca kimseye unutturmayacağının sinyallerini vererek.

Arabanın dijital saati, gecenin iki buçuğunu henüz geçiyordu ve doğum günümü kutladığımız mekana en uzak ev, benim evim olduğu için en son arabada ikimiz kalmıştık. Radyodan kısık sesli, gece yarısı akustiği çalan bir frekansın şarkıları yükseliyordu ve ben arabaların ön koltuklarının uyumak için bu kadar rahat olduğunu on dokuzuncu yaş günümün gecesinde fark etmiştim. Gözlerimi -dinlendirme amaçlı- kapatabileceğime kendimi ikna ettiğim sırada Bora'nın sesini işittim.

"On dokuzuncu yaşından beklentilerini öğrenebilir miyiz, Sesil Hanım?" diye sordu, sokak röportajına çıkmış yerel bir kanal muhabirinin edasıyla.

"Uyku." diye cevap verdim düşünmeden.

"Arabanın yol bilgisayarı bunun önümüzdeki yedi dakika içerisinde mümkün olabileceğini söylüyor. Keşke gerçekleşme ihtimali bu kadar yüksek beklentilerin olmasaydı." dedi, dalga geçip geçmediğinden emin olamamıştım.

"Sence on dokuzuncu yaşımdan neler beklemeliyim?" diye sordum, Bora'yı deniyordum.

"Hiç gerçekleşmesini istediğin ama gerçekleşme ihtimali istediğin diğer her şeyden daha az olan bir şey yok mu?" diye soruma sorusuyla cevap verdi.

Uykumun dağıldığını hissediyordum, çünkü o an konuştuğum Bora, daha önce tanıma şerefine sahip olamadığım bir Bora'ydı. Bu, büyük arkadaş gruplarının en büyük sorunlarından biriydi zaten, herkesi aynı şekilde çok iyi tanıyamıyordunuz. Mutlaka birileri, sizinle aynı frekansa bir diğerinden daha yakın oluyordu ve siz 'O' kişiyi daha iyi tanıdıkça diğer arkadaşlarınızdan geri kalıyordunuz.

"Peki ya sen?" diye sordum, "Senin gerçekleşme ihtimali en düşük beklentin neymiş?" Bora'yı kendi sorusuyla kapana kıstırdığımı hissedebiliyordum.

Tek eli direksiyondayken diğer elini kıvırcık saçlarının arasından geçirip bana kesik bir bakış attı. Kendimi, Bora'nın daha önce kimseye söylemediği ama en çok istediği şeyi tahmin etmeye çalışırken bulmuştum. Dahası onun da bana söyleyip söylememekle ilgili tereddütleri var gibiydi. Birinin özel arsasındaki meyve ağaçlarına dadanmış çocuk gibi hissediyordum kendimi, belki orada olmamalıydım ama daha önce varlığından dahi haberdar olmadığım meyve ağaçlarının beni cezbetmesine engel olamıyordum.

"Babamı daha çocukken kaybettiğimi biliyorsun." dedi Bora, gözlerini yoldan ayırmadan "İşin aslı denizciydi ve ne batan gemiye ne de babamın bedenine hiç ulaşamadılar. İnsan, bir gün babasının çıkıp geleceği beklentisini içinden hiç atamıyor." diye ekledikten sonra sustu.

Bakışlarımı yüzüne çevirdiğimde, Bora'nın yüzünde karşı şeritten gelen araba farlarının bile aydınlatamadığı gölgeler kol geziyordu. Yeni yaşından tek beklentisi uyumak olan ben, sadece söyleyecek bir şey bulamadığım için değil ayrıca o güne kadar yaşamamın ne kadar gereksiz olduğunu fark edip utanmıştım. Kalbimin ezilmesine neden olan duygunun Bora'ya acımakla herhangi bir ilgisi yoktu, daha çok o an, orada, Bora için yapabileceğim hiçbir şey olmamasından kaynaklanıyordu.

"Bora, ben.." dedim ama cümlenin devamını getiremedim, ne diyeceğimi bilemiyordum; sadece arabanın içerisine çökmüş olan kalp ağrısı bulutlarını dağıtmak istiyordum.

"Bir şey demek zorunda değilsin, sordun söyledim. Şimdi sıra sende." dedi, daha önce kimseden görmediğim bir halden anlayış olgunluğu sergilemişti.

Sadece on dokuzuncu yaşımdan değil, tüm hayatımdan, gerçekleşme ihtimali çok düşük olan bir beklentim olmadığını fark ettim. Okuduğum bölümü kazandım, okuduğum bölümü bitirip bir meslek sahibi olmayı bekliyordum en fazla. Belki yurtdışında yüksek eğitimimi tamamlayabilirdim ama tüm bunlar o klişe, ailelerin çocuklarına hayatları boyunca aşıladığı beklentilerden fazlası değildi.

"Bir yaşımı daha sana anlatabileceğim bir beklentim olmadan tamamlamak istemiyorum, sanırım." dedim, aklımdan geçirdiklerimi ifade etmenin bir yolunu bulduğumu düşünerek.

"Şaşırmadım." dedi gülerek, kasveti biraz dağıtmayı başarabilmiştim. "Sen tanıdığım en garantici insanlardan birisin, Sesil. Bir şeyin olma ihtimali, kesinliğe yaklaşmıyorsa onu göz ardı etmeyi iyi beceriyorsun." diye bitirdi.

"Hiç de değilim." diye cevap verdim ani bir itirazla; fakat hayatımın kısa bir özetini yapacak olsaydım Bora'ya bu kadar kolay başkaldıramazdım.

"Öylesin, en son ne zaman lunaparka gidip o, metrelerce yükselen adrenalin dolu oyuncaklara bindin?" diye sordu.

"Midemi bulandırıyorlar, ayrıca ne ilgisi var bunun beklentilerle?" derken Bora'nın varacağı noktayı merak ediyordum.

"Ölmek." dedi tek kelimeyle, "En küçük ihtimallerde bile, ölüm riskini barındıran ve sana yaşadığını hissettirecek olan her şeyden bir adım uzakta duruyorsun; çünkü ancak o zaman hayatta kalmanın kesinliği hakkında konuşabiliyorsun." dedi.

Bora bunları, tanıdığı tüm garantici insanlara hitaben mi söylüyordu yoksa gerçekten benim karakter analizimi birbirimizi tanıdığımız bu on ayda mı yapmıştı bilmiyordum; fakat su parklarındaki kaydıraklara bile uzaktan bakmama neden olan sorunun özüne inmiş gibi duruyordu.

"O zaman sen söyle, ne beklemeliyim on dokuzuncu yaşımdan?" diye sordum Bora'ya, alacağım yanıtı gerçekten merak ediyordum.

"Mesela bugün eve gittiğinde uyuma, diğerlerinden farklı başla yeni yaşına." diye cevap verdi.

"Bunun benim hayatımı değiştireceğine inanmıyorum." dedim yarım ağızla gülerek.

"Belki evren senin hayatını değiştirecek işaretleri bugüne kadar hep sen uyurken gönderdi." derken Bora'nın alaycı ses tonuna geri dönmesinin beni mutlu ettiğini hissetmiştim.

"Evrenin, pek çok insanın düşündüğünün aksine, işaret gönderme yeteneğine sahip olduğunu sanmıyorum." dedim ve ardından "Düşünsene 8 milyara yakın insan yaşıyor dünyada, hangi birimize işaret gön-" lafımı bitiremeden karşı şeritte yanımızdan geçip gitmesi gereken büyükçe bir kamyonun ışıklarının gözümü kesercesine yaktığını hissettim.

Her şey çok hızlı gelişmişti.

Fren sesleri, emniyet kemerimin nefes almamı engelleyen baskısı, havada asılı kalmışım hissi ve tiz bir alarmı sesi eşliğinde süre gelen eylemsizlik.

Arabanın kapısının iki kere açıldığını duydum, biri daha uzaktan gelmişti, diğeri hemen yanımda çınlamıştı.

"Sesil iyi misin?"

Sesil iyi miydi? Ben de merak etmeye başlamıştım.

"Sesil, yüzüme bak. İyi misin?"

Sesil'in bir an önce bir şeyler yapması gerekiyordu çünkü iyi olup olmadığını öğrenmeye çalışanın sesi olabildiğince telaşlı çıkıyordu. Göğüs kafesimi zorlayan bir şeyin yılan gibi kıvrılıp üzerimden kalkmasıyla içime dolan temiz havanın ciğerlerimi yaktığını hissettim. Biri beni oturduğum yerden kaldırmıştı ve yeni yerim biraz önceki kadar rahat ve sıcak değildi. Yüzümün, sürekli konuşan ve Sesil'in nasıl olduğunu merak eden bir çift yabancı el tarafından kavranıp yukarı kaldırıldığını hissettim. Gördüğüm çehre çok tanıdıktı, Bora.

"Sesil?" dedi.

Bana seslendi. Gözlerimden süzülen yaşların yanaklarımı ısıttığını hissedebiliyordum. Başımı hızlıca arkaya doğru çevirdim. Biraz önce içerisinde bulunduğum araba, yolla arasında fazla kot farkı bulunmayan tarlaya doğru savrulmuş ve ön tamponunun büyükçe bir kayaya çarpmasıyla durabilmişti. Bilincime yeniden kavuştuğumda gözyaşlarıma engel olamıyordum ve hafif bir boyun ağrısı dışında kayda değer hiçbir şey hissedemiyordum bedenimde.

"İyiyim." diyebilmiştim en sonunda ve gözle görülür biçimde rahatlayan Bora'nın, elindeki telefonla uğraşarak yanıma oturduğunu fark ettim.

"Özür dilerim, üzerimize gelen kamyonu çok geç fark ettim." derken sesi titriyordu.

"Hayır, ben teşekkür ederim. Üzerimize gelmemesi gereken kamyonu fark ettiğin için." diye cevap verdim.

Başımı birkaç dakika önce gitmekte olduğumuz yola çevirdim, bomboştu. Orada oturmamıza sebebiyet veren kamyon büyük ihtimalle çoktan başkalarının hayatlarını da tehlikeye atmakla meşguldü şu an.

"Bir tanıdığıma konum gönderip durumu açıkladım, bizi almaya geliyor. Sizinkilere haber ver istersen, biraz gecikebiliriz." dedi mahcup bir ses tonuyla.

"Sorun değil." derken onu rahatlatmaya çalışıyordum ve ardından "Kimse geciktiğimi fark etmeden önce aramak istemiyorum." diye ekledim.

"On dokuzuncu yaşın diğerlerinden sarsıcı bir şekilde, farklı başladı." derken sesi hala, tüm olanlar kendi suçuymuşçasına üzgün geliyordu.

İstemsizce gülümsedim, bu Bora'yı şaşırmıştı.

"Ne düşünüyorsun?" diye sordu.

"Evrenin bana işaret göndermekten vazgeçip bağırmaya başladığını." diye cevapladım fakat Bora'nın kahverengi gözlerindeki merak pırıltıları daha fazla yoğunlaşmıştı. "Biraz önce evren, ne kadar garantici olursam olayım hiçbir şeyin ki buna hayatta kalma ihtimalim de dahil, elimde olmadığını bağırdı." diye ekledim.

"O zaman bu olay seni düşündüğümden daha fazla sarsacak." derken buruk bir gülümsemeyle kıvrılmıştı Bora'nın dudakları.

"Öyle olmasını bekliyordum ama mutluyum." dedim anlattığım mutluluğun içimde nefes alışını hissederken.

"Bence hala şoktasın." dedi Bora, kazadan sonra ilk defa dalga geçtiğini işitiyordum.

"Hayır, gerçekten mutluyum. Düşünsene, yaşıyoruz ve sonra bir gün öleceğiz ama bunun dışında başka hiçbir şey kesin ve net değil." derken beni gerçekten anlamasını istercesine bakışlarımı bakışlarına dikmiştim ve ardından "Sadece bu yüzden bile, babanı beklemekten vazgeçmemelisin." diyebildim konuşmamı bitirdiğimde.

Bora hiçbir şey demedi sadece gülümsedi. Daha önce görmediğim ve tanımadığım bir Bora olarak gülümsedi. Ona kendimi anlatmaya çalışırken, onu ne kadar iyi anladığımı fark ettiğimde hala gülümsüyordu.

Bacaklarımı saran kollarımın artık yaşadığım şoktan değil, Şubat'ın ortasında sadece ay ışığının aydınlattığı bir tarlada otururken üşümekten titrediğini hissetmiştim. Bora'nın bunu fark etmesi birkaç saniyesini almıştı ki ayağa kalkıp arabaya doğru yürümeye başladı.

"Bagajda battaniye olacak hemen geliyorum." dedi arabaya doğru seri adımlar alırken.

Sırtıma kadifemsi bir şeyin dokunduğunu hissettiğimde bunun Bora'nın bıraktığı battaniye olduğunu düşünerek başımı geriye doğru çevirdim; fakat ne Bora, ne de arabası orada değildi. Oturduğum yerden hızlanan kalp atışlarımla birlikte doğrulduğumda sırtımda hissettiğim dokunun kaynağı ile göz göze geldik. Gri, bal rengi gözleri olan bir kediydi bu.

Bora'nın beni orada öylece bırakmasını hazmedemiyordum; fakat artık biraz önce olduğu kadar çok üşümüyordum. Kedinin tiz bir sesle miyavladığını işittiğimde benden uzaklaşarak biraz önce arabanın çarptığı iri kaya parçasına doğru yürüdüğünü gördüm. Ardından gitmek çok kolaydı, çünkü bunun mümkün olduğunu bilseydim, kedinin beni beklediği için yavaş hareket ettiğini söyleyebilirdim. Kayanın dibine vardığımızda, yanımdaki küçük, tüylü yaratık kendinden beklenmeyecek bir hızla bulunduğu yerin altını kazmaya başladı. Arada durup yüzüme bakarak yine o tiz sesiyle miyavlasa da benim şaşkın bakışlarımı küçümsedikten sonra kazmaya devam ediyordu. Bir müddet sonra toprağın altından mavi tülümsü bir kumaş parçasının açığa çıktığını seçebildim. Gri kedi, önümde debelense de daha fazlasını yapamıyordu ve dizlerimin üzerine eğilip kumaş parçasına doğru uzandım. Hızlıca çektiğimde tüm kumaşı toprağın altından kurtarabilmiştim.

"Bunu mu istiyorsun?" diye sordum karşımdaki kediye, cevap veremeyeceğini bile bile.

O, tam da düşündüğüm gibi, bana attığı ifadesiz bakışlarının ardından biraz önce toprağa buladığı patilerini yalamaya başlamıştı bile. Elimde duran mavi kumaşı incelemeye başladığımda çok geçmeden onun bana ait olduğunu fark etmiştim. Gözlerime uyacağını düşündükleri için Taylan ve Ezgi, o akşam doğum günümde bana hediye olarak almışlardı; fakat fuların bu hiçliğin ortasındaki toprağın altına nasıl girdiğine bir türlü anlam veremiyordum. Bakışlarımı tekrar gri kedinin olduğu yere doğru çevirdiğimde onun artık orada olmadığını fark ettim; fakat kedinin nereye gitmiş olabileceğine dair merakım arkamdan yükselen tiz bir kahkahayla ertelenmişti.

Başımı hızlıca sesin geldiği yöne doğru çevirmemle arkamdan esen şiddetli rüzgarın beni neredeyse düşüreceğini zannetmiştim. Ayakta durmakta zorlanıyordum ve sesin sahibini görmek yerine üzerinde durduğum tarlanın ufuk çizgisiyle birleşmesi dışında alışılagelmedik hiçbir şey görememiştim. Birinin belimden tutup beni kendine doğru çektiğini hissettim. Arkam dönüktü ama etrafımı saran yoğun yasemin kokusundan kimin ayakta durmama yardımcı olduğunu tahmin edebiliyordum. Bir eliyle beni kendine sabitlerken diğer elinin tuttuğum fulara doğru gittiğini gördüm. Elimden yavaşça fuları aldı.

"Bırakmalısın" dedi, sesi daha önce duymadığım bir yatıştırıcılıkla kulağım hemen üstünde çınlamıştı ve sonra aynı tonla "İzin ver, gitsin." diye ekledi, bir kez daha ve elimden aldığı fuları hala esmekte olan rüzgara devretti.

Fuların ufukta kaybolmasını izlemek içimde tuhaf bir ağlama hissi uyandırmıştı.

***

Yatakta doğrulduğumda ruhum rüyamdaki kaza yerinde kalmışçasına yorgun hissediyordum kendimi. Bir Pazar sabahı bu kadar yorgun uyanmanın herhangi bir açıklaması yoktu ama daha öncesinde gördüğüm rüyanın yine yıldızlı anılarımdan biri olması ve yine gerçeğine uygun bir şekilde sonlanmaması bu yorgunluğuna açıklanamaz bir tedirginlik ekliyordu.

Aklıma birden geçen sene, Ezgi ve Taylan'ın aldığı, rüyamda da geniş yer kaplayan mavi fularım geldi. Yılın bu zamanları onu kullanmak için en uygun hava koşullarını beraberinde getiriyordu ve birkaç hafta öncesine kadar, neredeyse onsuz hiç evden çıkmıyordum. Taylan ve Ezgi, gerçekten doğru tercih yapmışlardı çünkü o fular, gözlerimin rengine yakışıyordu. Çantalarımdan birinin içinde unutmuş olabilirdim veya elbise dolabımın bir köşesine sıkışmış olabilirdi; ama öyle ya da böyle odamın içerisinde bir yerlerde olmalıydı. Atladığım yataktan doğruca çantalarıma doğru yönelmiştim. Hepsini teker teker boşaltıp ters yüz etmiştim ve fuları bulamadığımda, bir sonraki adrese, elbise dolabıma koşmuştum. Odam, saniyeler içinde savaş alanına dönmüştü; fakat bu savaştan galip çıkmamı sağlayacak tek şeyi, mavi fuları, bulamamıştım.

Komodinin üzerinde can çekişircesine çalan telefonumun üzerine atladığımda, odamdaki arayış maratonum yüzünden çoktan nefes nefese kalmıştım. Arayan Taylan'dı.

"Efendim Taylan?" dedim aradığını bulamamış birinin asabiyetiyle.

"Sesil, biz provaya giriyoruz. Sen gelince-" duraksamıştı "Sen koşuyor musun?" dedi.

Bakışlarımı hızlıca, odanın duvarında asılı olan ve son birkaç yıldır inatla çalışmayı sürdüren analog saate çevirdim; onu vuralı beş dakika olmuştu. Provaya geç kalmıştım.

"Hayır, uyuyakalmışım Taylan. Bir saate görüşürüz." diyebildim.

Neden nefes nefese kaldığımı açıklamak için hiç zamanım yoktu, dahası olası açıklamalar da yine düzinelerce soruyu beraberinde getirecekti. Taylan'ın telefonu kapatırken endişeli bir ses tonuyla diğerlerine benden bahsettiğini işittim. Üstümü giyinip okula varmak biraz zamanımı alacaktı ama düşünmek için okul yolunda yeterince zamanım olacaktı.

Continue Reading

You'll Also Like

987K 13.2K 34
Aşık olduğu adamın evleneceğini öğrenen Mavi, çareyi en yakın kız arkadaşında bulur. Düğüne kısa bir süre kala acilen bir plan yapmaları gerekmektedi...
117K 10.5K 37
Bebekliğinden beri kendi elleriyle büyüttüğü çocuğun yaramazlıkları ile uğraşan bir adam.
307K 23.2K 41
0536****: "Merdüm-i dîdeme bilmem ne füsûn etti felek Giryemi kildi hûn eksimi füzûn etti felek Şîrler pençe-i kahrımdan olurken lerzân Beni bir gözl...
25.2M 898K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...