Bölüm 20: Yalan-cı

9.1K 575 59
                                    

Tutunmaya çalıştığım kavramlar o kadar soyutlardı ki avuçlarıma hiçliğin adı kazınmış gibi hissediyordum. Kaybolan anılarımı bilerek ve isteyerek unuttuğumu yorumladığım andan bu yana yalnızca tek bir gün geçmişti ve ben bu süreç içerisinde, tam anlamıyla uyuyamamış, doğru düzgün bir öğün yiyememiştim. Zihnimde toplanan kara bulutların nedeninin karamsarlık olmadığını biliyordum, keza karamsar olabilmek için ne yaptığımı hatırlayabilmem gerekiyordu. Beni boğan belirsizlikti ve belirsizlik her ne kadar karamsarlığın kader yoldaşı olsa da kendimi, hatırlamanın her şeyi daha çekilmez hale getireceğine inandırmaya başlamıştım.

Yatağımın üzerinde otururken neredeyse tüm bir Cumartesi gününü birlikte geçirdiğim, malum geceden kalan imgelerin olduğu listeyi bir kez daha elime aldım. Peşine düşüp iyi kötü bir sonuç elde edebildiğim maddelerin üstünü çizmiştim. Listeye daha uzaktan bakmanın sanki bir faydası olacakmışçasına kolumu bedenimden ayırabildiğim kadar uzattım.

'Ahşap kuş kafesi
Sabaha karşı şehir manzarası
Keskin ve tiz bir kahkaha sesi
Boş süs havuzu
Flaş ya da araba farı
Çamur
Çantadan çıkan büyük güneş gözlüğü
Yasemin kokusu'

İşe yaramamıştı. Bir buçuk aylık zaman zarfında izini sürüp elde edebildiklerim dışında -ki hiçbirini tek başıma yakalayabilmiş değildim- geriye kalanlar, aklımda gün geçtikçe zayıflayan soluk birer tasvir haline dönüşüyorlardı. Buna engel olmak adına aklımın odalarını kapı kapı dolaşarak bir kere daha geriye kalan maddelere göz gezdirdim.

Keskin ve tiz olan kahkahanın İpek'e ait olması pek muhtemel görünüyordu. Neticede o akşamın bir kısmında üç kişi olduğumuzu ve üçüncü kişinin –ki tuhaf bir şekilde bu kişiden İpek olarak bahsetmek hoşuma gidiyordu- sarhoş olduğunu hesaba kattığımda, yüksek sesli kahkahalar duymuş olmak mantık çerçeveme sığıyordu. Tek sorun, bu durumun sağlamasını yapamamaktı. Keza, İpek'in benimle konuşma tarzı, hiçbir zaman şen şakrak olmamıştı.

Hatırladığım imgelerdeki pek çok şey izini süremeyeceğim cinstendi. Mart ayının ilk günlerinde baharın getirdiği yağmurlar nedeniyle çamurlu yolda yürümek ya da göze vuran parlak bir ışık kaynağıyla irkilmek, ne yazık ki bunlar arasındaydı. Aynı şekilde, üzerinde seramik balık heykelciklerinin bulunduğu süs havuzlarına her yerde rastlanabilirdi.

Gözüm, daha önce pek çok kez rüyalarımda dahi sezinleyebildiğim fakat üzerinde yeteri kadar durmadığım en sondaki maddeye, yasemin kokusuna takılmıştı. Hatırladığım hiçbir imgenin doğruluğunu kanıtlayamıyordum; fakat o kokunun, o geceye ait olduğunu biliyor ve varlığımın her bir parçasıyla hissedebiliyordum. Koku duyusunun diğer duyulardan farklı olduğunu ve insan psikolojisi üzerindeki etkisini geçen sene zorunlu olarak aldığım 'Beyin ve Davranış' dersinde okumuştum. Beyin, bulunduğu ortamın güvenirliliğini sorgularken ilk önce koku duyusuna başvuruyordu; üstelik bu duyu, diğer duyulardan -görme, tat alma, dokunma ve işitmeden- farklı olarak beynin, duyguları ve aynı zamanda hafızayı da kontrol eden kısmına iletiliyordu. Bu yüzden uyurken ya da baygınken, diğer duyular kapatıldığında, bir tek koku duyumuz yirmi dört saat açık kalıyordu ve yine bu yüzden, bilinç kaybı yaşayan insanlara limon kolonyası gibi keskin bir koku koklatmak hiç de mantıksız bir davranış değildi.

Yine de tüm bilimsel açıklamalar benim aradığım sorunun cevabı değildi. Mart ayında açmayacağını bildiğim bir çiçeğin kokusunu o malum gecede, gerçek kaynağından duymuş olamazdım ve her neyle ilişkilendirdiysem o kısmı hatırlayamadığım aşikârdı. Kendime sorduğum sorular yalnızca iki cevabı beraberinde getiriyordu: İlki, yasemin kokusunun, kaybolan anıların üzerine gidildiğinde belirdiği açıktı ve o zamanlar en yoğun hissettiğim zamanlardı. İkincisi, Ilgaz'ın tüm bu olaylarla alakası olduğunu biliyordum; fakat dikkatimi çeken, rüyalarımda ne zaman Ilgaz'ın varlığını hissetsem öncesinde veya sonrasında, mutlaka bu çiçeğin kokusunu da duyumsuyordum.

SinesteziHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin