Dağ Başında Aşk (Tamamlandı)

By Deein_Deniz

9.1M 455K 213K

Bu bir Asker kurgusudur. Wattpad hali ve Kitap hali yayında. Bildiğiniz bütün asker hikayelerini unutun bu hi... More

Bölüm 1 / 👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 2 / 👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 3 / 👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 4 / 👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 5 / 👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 6 / 👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 7 / 👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 8 / 👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 9 / 👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 10 / 👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 11/ 👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 12 / 👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 13 / 👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 14 / 👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 15 / 👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 16 / 👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 17 / 👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 18 / 👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 19 / 👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 20 / 👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 21/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 22/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 23/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 24/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 25/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 26/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 27/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 28/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 29/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 30/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 31/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 32/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 33/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 34/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 35/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 36/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 37/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 38/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 39/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 40/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 41/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 42/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 43/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 44 /👨‍✈️👩‍💼
Görsel Bölüm 1
Bölüm 45/ 👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 46/ 👨‍✈️👩‍💼
Görsel Bölüm 2
Bölüm 47/ 👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 48/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 49/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 50/ Sezon Finali👨‍✈️👩‍💼
Dağ Başında Aşk 2/👨‍✈️👩‍💼
2. Sezon Bölüm 2/👨‍✈️👩‍💼
2. Sezon Bölüm 3/👨‍✈️👩‍💼
Görsel Bölüm 3
2. Sezon Bölüm 4/👨‍✈️👩‍💼
2. Sezon Bölüm 5/👨‍✈️👩‍💼
2. Sezon Bölüm 6/👨‍✈️👩‍💼
2. Sezon Bölüm 7/👨‍✈️👩‍💼
2. Sezon Bölüm 8/👨‍✈️👩‍💼
2. Sezon Bölüm 9/👨‍✈️👩‍💼
2. Sezon Bölüm 10/👨‍✈️👩‍💼
2. Sezon Bölüm 11/👨‍✈️👩‍💼
Görsel Bölüm 4
2. Sezon Bölüm 12/👨‍✈️👩‍💼
2. Sezon Bölüm 13/👨‍✈️👩‍💼
2. Sezon Bölüm 14/👨‍✈️👩‍💼
2. Sezom Bölüm 15/👨‍✈️👩‍💼
2. Sezon Bölüm 16/👨‍✈️👩‍💼
Wattpad Finali
Görsel Bölüm 5
17 Ocak Sürpriz!
KİTAP HALİ/ 1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25/1. kitap finali
2. Kitap/1
2
3
4
5
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21/2. Kitap Finali

6

1.9K 101 6
By Deein_Deniz

"O zaman neden izin verdin?" diye sordum sesim titrese de.

Emre ne olursa olsun beni o yolda durdurup, geri döndürür hatta beni eve kadar getirirdi. Ama o izin vermişti, takip etmem için. Elini belimden çekmeden, yerinde duruşunu dikleştirdi. Boynumdan nefesi geriye çekilince nefes aldım. Elindeki silahı kaldırırken gözümü kırpmadan elini izliyordum.

"Bunun için, sana zararı dokunan herkese ne olduğunu gör diye," dedikten sonra elindeki silahı ateşledi. Yerde yatan adamı alnının ortasından, tereddüt etmeden vurmuştu. O an anladım bana arkamdan sarılan adam Emre değil, Kurt'tu.

Ellerim titrerken, derin bir nefes aldım. Gözlerimi yerde yatan adamdan alamıyordum, daha doğrusu cesetten. Kurt kendini geri çekerken, bedenim boşluğa düşer gibi sallandı. Bunu gerçekten yapmış mıydı? Öldürmüş müydü gözünü dahi kırpmadan?

"Gamze'yi buradan çıkart." Kurt'un sesi kulaklarımda çınlarken, başımı yerden kaldırdım. Semih yaslandığı duvardan ayrılmış bana doğru ilerliyordu.

"Gitmemiz gerekiyor," dediğinde sözlerini zor da olsa anladım. Usulca başımı sallayıp Semih'in arkasından odadan çıkmak için hareketlendim. Kapıda öylece dururken Kurt'a baktım. Sanki ona baktığımı hissetmiş gibi gözlerimizi buluşturdu.

"Geleceğim."

Kesin çıkan ses tonuyla gözlerimi ondan çekip, kapıdan çıktım. Evin kokusu tekrar ciğerlerime doldu. Rutubet değil, daha beter ve iğrenç kokuyordu. Daha fazla solumamak için adımlarımı hızlandırıp, bahçeye çıktım. Semih sigarasını yakmış, geniş gövdeli bir ağacın yanında durmuştu. Kurt'un yüzündeki o mimiksiz, sert ifadenin bir benzeri de onda vardı. Öylece dikildim kaldım bahçenin ortasında.

"Semih, sen şu taksici hâlen bekliyor mu bir bak, bekliyorsa onunla gidersin." Kurt kapıdan çıkar çıkmaz sözünü söylemişti. Benimle yalnız kalmak istiyordu.

"Keyfinize bakın," diyen Semih omuz silkip, aralık bahçe kapısından çıktı.

Kurt, yanıma gelip elimden tuttu. Beni bahçe kapısından çıkarttığı gibi evin önünde duran arabaya bindirdi. Kapıyı kapattıktan sonra sürücü koltuğuna geçti. Arabada nefes seslerimiz yankılanırken buz kestiğimi fark ettim. Sanki mühür vurulmuştu o an ağzıma, konuşsam, her şey daha kötü olacak gibiydi, ben de sustum.

Eve geldiğimizde sessizce ayakkabılarımı çıkartıp, arkasından girdim. Kapıyı kapatınca, bakışlarım boş salonda dolaştı. Banyodan su sesi gelince, banyoya girdiğini anladım. Üstümdeki ceketi ve çantamı girişteki askılığa bıraktım. Biraz önce yaşadığımız olayları henüz sindirememiştim, kafam o kadar karmaşıktı ki artık çoğu şey bana yabancı geliyordu. Sanki kendi bedenimde misafirdim. Olayları, görüyor, yaşıyor ama müdahale edemiyordum.

Sedirin üstüne oturup, banyodan çıkmasını bekledim. Birkaç dakika sonra banyonun kapısı asıldı. Elindeki havluyla yüzünü silerek çıktı. Hafif uzamış, kirli sakalları artık iyice kendini belli ediyordu. Daha önce hep tıraşlı gördüğüm yüzü, şimdi kirli sakallı başka bir sertliğe bürünmüştü. Elindeki havluyu askıya astığında başını kaldırdı ve göz göze geldik. Yüzü öyle ifadesizdi ki bir an aynı adam mı diye düşündüm.

Dış kapının zili çaldığında Kurt hareketlendi. Kapıyı açtığında ben de kimin geldiğini merak ediyordum. Semih ile yeni ayrılmıştık ve gelmeyeceğini düşünüyordum. Kurt kapıyı dikkatli bir şekilde açarken, eli belindeki silaha gitti. Her an tetikteydi. Kapıyı az bir şey açıp, gelen kişiyi görünce elini belinden çekip, kapıyı tamamen açtı. Tehlike yoktu.

"Hoş geldin," diyerek başını salladı.

"Hoş bulduk."

Daha önce duymadığıma emin olduğum sesin sahibi Kurt'un geri çekilmesiyle içeriye girdi. Otuzlu yaşlarının başında, sarışına yakın saçları ve açık teniyle Kurt'tan farklıydı. Onları birbirine bağlayan şey ise neredeyse birbirinin aynısı olan göz renkleriydi. Kurt'un göz rengi zümrüt yeşiliyken, içeri giren adamın gözleri safir yeşiliydi. Emre'nin bahsettiği istihbaratçı kuzeni olmalıydı. Ayrıca bu evi kimsenin bilmediğini düşünürsek de bu tahminim kesine dönüşüyordu.

"Gamze seni kuzenimle tanıştırayım," dediğinde ayağa kalkıp yanlarına doğru ilerledim. Emre'nin yanında durup, bana elini uzatan adama elimi uzatarak kısaca tokalaştım.

"Gamze, memnun oldum," dedim.

"Vural ben de, memnun oldum Gamze," dedi samimi bir şekilde.

Birlikte salondaki sedirlere geçtik. Emre ve ben yan yana, Vural ise yan tarafımızda kalan sedire oturmuştu. Ortamda kısa bir sessizlik oluştu. Kurt'a baktığımda derin bir nefes aldı. Sanki bir şeylere karar veriyormuş gibiydi. En sonunda Vural'a bakıp başını kısa bir şekilde salladığında Vural konuşmaya başladı.

"Attığın adresteki cesedi aldık. Sorun yok, hızlıca deliller imha edildi. Uyuşturucu laboratuvarıymış gerçekten de orası, polis bizim arkamızdan girip mahalleye baskın yaptı. Senin vurduğun adam da arada kaynadı ama daha dikkatli ol bir dahaki sefere Kurt. Burası dağ değil, attığın kurşunun hesabını sorarlar."

Vural ellerini önünde birleştirmiş, direkt Kurt'a bakarak konuşuyordu. Dikkatimi çeken iki konu vardı. Birincisi içeriye girdiğinden itibaren hiç Emre dememesiydi. Emre'nin annesi tek çocuktu çünkü ev Emre'nin ailesine kalmıştı bu yüzden baba tarafından kuzen olduklarını düşünüyordum. Soyadları aynı olma şansı amca çocuğu iseler yüksekti. Diğer dikkatimi çeken şey ise bizim çıktığımız yere polis neden baskın yaptı? Emre istihbarat ile anlaşmıştı ve sessizce ilerleyecek diye düşünüyordum. Kurt'un cevabı için sessiz kaldım.

"Anlaşma, anlaşmadır. Bana ölü ya da diri teslim edilmesi gerekiyor diye bir seçenek sunulmadı. Ben de ölü teslim etmeyi tercih ediyorum," derken Kurt gayet rahattı.

Vural başını iki yana sallayıp, geriye yaslandı. Kurt'a söz geçiremeyeceğini o da fark etmiş gibiydi. Kurt'un telefonu çalarken bana baktı izin ister gibi. Başımı salladığımda, gözünü kapatıp açtı ve ayağa kalktı. Bahçeye çıkarken arkasından baktım. Kapıyı kapattığı anda misafirimize döndüm. Kurt dönmeden sormak istediklerim vardı.

"Neden ona ismiyle hiç seslenmedin?" diye direkt konuya girdim.

"Bunu benim kadar sen de biliyorsun bence Gamze. Şu an Emre değil karşımdaki adam. Bir kurt gibi avına odaklanmış, pençelerinin arasına alıp, parçalamaya hazır. Avının kokusunu aldı, şimdi saldırma sırasında," diyerek düşüncesini net bir şekilde belirtti. Derin bir nefes aldım, bunu fark eden tek kişi ben değilmişim demek.

"Ona bir zarar gelmeyecek değil mi bu işin sonunda? Yardımcı olacaksın Kurt'a?" Ne olursa olsun her zaman önceliğim belliydi. Kurt iyi olmalıydı.

"Emre'nin babasıyla tanıştın mı?"

Soruma, soruyla karşılık veren adama kaşlarımı çattım. Konunun neden buraya geldiğini anlamadım ama merak ettiğim için cevap verdim.

"Evet, Orhan amca çok tatlı birisi," dedim mavi gözlü, sıcakkanlı, gülümseyen adamı hatırlayınca.

"Tatlı mı?" diyerek kahkaha attı Vural.

Tepkisiyle şaşırırken, nerede yanlış bir şey söylediğimi düşündüm. Tanıştığımızda bana oldukça iyi davranmıştı, kötü bir durumda karşılaşmış olsak bile. Üstelik oğlunun evinde, Emre'nin kıyafetleri üstümde sabahın yedisinde karşılaşmıştık. Durumun saçmalığına rağmen tek bir imada bulunmamış, gayet içten bir şekilde konuşmuştu.

"Gülünecek ne var bunda?" dedim en sonunda ters bir şekilde.

"Amcam Orhan Kurt bir Borda Bereli efsanesidir. Ona birçok sıfat takabilirim ama tatlı kesinlikle içlerinden birisi değil. Düşün bakalım böyle bir adamın oğlu nasıl olur? Emre'yi bizzat eğiten amcamdı. Emre'nin hiçbirimizin yardımına ihtiyacı yok."

Vural'ın sözlerine ben daha cevap veremeden, ne demek istediğini bile soramadan kapı açıldı. Emre elindeki telefonla içeri girerken oldukça düşünceli görünüyordu. Bir bana bir Vural'a baktıktan sonra bana doğru ilerledi. Telefonu sedirin üstüne koyup, yanıma oturdu. Vural oldukça rahat görünürken, Kurt ve ben gergindik. Tabii bir saat kadar önce gözlerimin önünde birini öldürmesinin etkisi yok da diyemezdim.

"Ben gidiyorum, bir şey olursa haberleşiriz. Dediklerimi arada aklına getir Kurt," dedikten sonra ayağa kalktı Vural.

Bana doğru dönüp, "Görüşürüz Gamze, sana bu vahşiyle bol şans," dedi.

Eğlenen sesiyle ve yüzündeki gülümsemeyle ben de tebessüm ettim, kabalık olmasın diye. Ayağa kalkacakken, Kurt bir anda ayaklanıp Vural'ın yanına geçti. Şu an gerçekten de tam bir vahşiydi.

"Gel seni yolcu edeyim kuzen. Hem bana vahşi yanlarımdan bahsedersin." Vural endişeli gözlerle Kurt'un sözlerini duyunca yutkundu. Bana bakınca omuz silktim, kendi kaşınmıştı.

Saate baktığımda doktora gitmemiz için daha zaman olduğunu fark ettim. Yatak odasına geçip, valizimi açtım. Üstte duran tişörtlerden birini çıkarttım. Altına da başka bir eşofman çıkartıp, kenara koydum. Dolaba yönelip, içinden büyük bir havlu ve saç havlusu aldım. Yatak odasından çıktığımda Kurt sedirde geriye doğru oturmuş gözlerini kapatmıştı. Sabah erken kalkmış ve gece geç uyumuştuk. Gerçi gecenin kalanında uyduğundan bile emin değildim.

"Ben duşa giriyorum," diye mırıldandım. Uyuyorsa uyandırmayım diye fazla yüksek konuşmadan.

"Tamam," dediğinde uyumadığını anladım ama gözlerini açmamıştı.

Yatak odasının yanında kalan banyonun kapısını açtım. Evde doğalgaz yoktu ama elektrikli şofben vardı. Bulaşıkları yıkadığımda sıcak suyun musluktan akmasından dolayı rahattım. Kurt da herhangi bir şey söylemediği için sorun yoktu. Banyoya girip kapının arkasındaki askılığa havluları astım. Sıcak suyu açıp, ısınana kadar üstümü çıkarttım. İçerisi buharlaşmaya başladığında derin bir nefes aldım. Marketten aldığımız şampuanları Kurt banyoya koymuştu.

Sıcak suyla rahatlayarak uzun süre sıcak suyun altında kaldım. Duş aldıktan sonra saçlarımı ve vücudumu havluya sarıp banyodan çıktım. Kurt'un kapalı gözleriyle sedirde bıraktığım gibi uzandığını gördüm. Gözlerim güzel yüzünde oyalandı bir süre.

O gözlerini açmadan ben yan tarafımdaki kapıyı açıp yatak odasına girdim. Yatağın üstüne bıraktığım kıyafetlerimi giyip, saçlarımı taradım. Burada saç kurutma makinası bulacağıma pek inanmadığım için saçlarımı serbest bıraktım. Zaten kısa oldukları için hızlı kurumaları gerekirdi. Dolabın üstünde duran battaniyeyi alıp salona geçtim. Kurt'un üstüne oldukça sessiz bir şekilde bıraktıktan sonra olduğum yerde durdum.

İlk görüşte gözlerine vurulduğum adam, şimdi karşımda uyuyordu. Kalbim onun sevgisiyle dolup taşarken düşündüm. Ne yaparsa yapsın yine onu sevdiğimi ve seveceğimi biliyordum. Bugün gözlerimin önünde birini öldürdü. Bugün bana, beni incitecek herkesi öldüreceğini ispat etti. Cehennemi olacağım onların demişti ve ben söz vermiştim kendime. O cehennemin ateşi ben olacağım diye. Şimdi geri dönmek ihanetti, bu yola beraber çıkmıştık, benim arkama bakamaya dahi tahammülüm yoktu.

Zümrüt gözlü Kurt olmadan nefes alamazdım ve savaşacaktım.

Elim saçlarına giderken bileğimi nazikçe tutup beni kendine çekti. Battaniyenin ucunu kaldırıp beni sedirin üstüne yanına çekti. Başımı omzuma gömerken, artık belirgin olan sakalları tenime değdi. Huylanırken, geri çekilmedim. Kokumu içine çekip mırıldandı.

"Üşümüşsün," diyerek soğuk olan ellerimi beline sardı. Teninin sıcaklığı ile içimi çektim.

"Senden uzakta hep üşüyorum," dedim beline sıkıca sarılarak.

Gözlerimi kapatıp, barutla karışan o güzel kokusunu içime çektim. Şimdi ait olduğum yerdeydim. Onun kollarında, sıcağında, yakınında. Emre boynuma küçük bir öpücük bırakırken uykulu hâliyle bile aklımı başımdan alıyordu. Bu hâli Kurt değildi, bana karşı savunmasızdı, benim olduğum kadar onun da bana ihtiyacı vardı. Kurt öyle değildi, onun kimseye ihtiyacı yoktu. Yakar, yıkar ama altından kalkardı, Emre'nin ise kalkmak için Gamzelisine, bana ihtiyacı vardı. Benden bu yüzden uzak duruyordu, görüyordu incindiğimi ve yarasını kendi sarmaya çalışıyordu.

Bu adam beni mahvediyordu. Emre beni hep incitmeden sevdi, el üstünde tutarak. Bir damla göz yaşıma dünyayı yakacak kadar çok sevdi. Ama Kurt beni korkutuyor. Kendisinden değil, yapacaklarından korkuyorum. Ne yapacağı, nasıl yapacağı hep belirsizdi. Aklındaki planları bir kendi biliyor, Semih'in bile haberinin olduğunu sanmıyordum. Kuzenine de söylemediği bugün ortaya çıkmıştı. Bu işin sonunda Emre'nin daha fazla yara almasından çok korkuyorum.

Belindeki elimin birini çekip, gözlerimi açtım. Yüzünde yeni çıkan sakallarının üstünde gezdirdim parmaklarımı. Bir yay gibi gür ve şekilli kaşlarının hizasından gidip, kirpiklerini sevdim. Elim dudaklarına değdiğinde dudaklarını araladı. Parmak uçlarıma dudaklarını bastırıp öptü. O an parmak uçlarımdan yayılan elektrik bütün vücuduma yayıldı. Nefesim duraksarken elimi çektim hemen.

Emre gözlerini açtığında yeşilleri o muzip bakışın altında alevlenmişti. Bana doğru uzanıp dudağıma, dudaklarını bastırdı. Öpücüğü ile biraz önce elektrik olarak adlandırdığım şey büyük bir yangına dönüştü. Eli saçlarımın arasına girerken ben de onun saçlarının arasına elimi daldırdım. Siyah, yumuşak, kısa saçları elimin içinde dalgalandı. Emre bana doğru eğildiğinde sırtımın üstüne eğildim ve düştük!

Emre benden önce davranmış beni üstüne çekmişti. Onun üstüne düşmüştüm. Birbirimize bir süre baktık ve sonra kahkahalarla gülmeye başladık. Bu romantik ve ateşli bir ortamın içine de böyle edilirdi zaten. Tek kaşını kaldırıp bana bakan adamla olduğum yeri hatırladım. Hızla ayağa kalkmaya çalışırken Emre'nin elimden çekmesiyle tekrar onun üstüne düşecekken beni tekrar nazikçe tutup yerlerimizi değiştirdi. Şimdi ben onun altında, o benim üstümdeydi. Yüzüme gelen saçlarımı çektikten sonra, gözlerimin içine baktı.

"Haksızlık yapıyorsun ama benim asker reflekslerim yok," diyerek gözlerimi kıstım.

"Aslında sen düşene kadar, ilk seferinden bahsediyorum, reflekslerim başka bir şeyle meşguldü," derken sesi eğlenceli çıkıyordu.

"Edepsizsin," dedim elimle gözlerimi kapatarak. Gülümsememi zor tuttum.

"Aklımı başımdan aldığını her defasında söylüyorum. İnanıp inanmak sana kalmış ama bence yeterince belli ediyorum."

Alnımda hissettiğim yumuşak dudakları ile elini gözlerimden çektim. Emre önce kendi kalkıp, sonra da beni kaldırdı ve sıkıca sarıldı bana. Ben de başımı boynuna gömdüm. Kendimi daha iyi hissediyordum. Kurt geriye çekilmişti ve Emre benimleydi.

"Bugün seni korkuttuysam özür dilerim Gamzeli ama pişman değilim," dediğinde kollarından çekilip ciddi duran yüzüne baktım.

"Bugün beni gerçekten de korkuttun. Korkum birilerinin ölmesi değil Emre, sen yanlış bir şey yapmazsın. O adam ölmüşse bunu gerçekten de hak ediyordur. Beni korkutan gözlerindeki o bakıştı, ruhu yoktu," dedim şimdi bana aşkla bakan gözlerinden gözlerimi ayırmayarak.

"Şimdi daha iyi anlamışsındır bana neden Kurt dediklerini. Sana ne söylediğimi hatırlıyorsun değil mi? Ben herkese Kurt'um ama bir sana Zümrüt Gözlü Kurt'um demiştim. Senin için savaşmıyorum sadece, kendim için de savaşıyorum. Sevdiğim kadına verdiğim kalbim için savaşıyorum. Seni her şeyden vazgeçecek kadar seviyorum."

Sesindeki net kararlılık ile yutkundum. Benim dediğimi diyordu aslında Emre kendi cümleleriyle. Herkes olmadan olurdu ama o olmadan olmazdı. Yüzümde huzurlu bir gülümseme oluşurken yanağından öptüm. Ellerinden tutup, tam karşısında dik durdum.

"Ne yapıyorsan yap, mesleğine zarar vermeden yap. Ben seni Kurt Komutan olarak tanıdım. Sen mesleğine âşık bir adamdın, ben geldim ikiye bölündün. Bir yandan mesleğini sevdin, diğer yandan beni. Senden tek isteğim bu. Seni, senin olanları koruyacak kadar çok seviyorum," dedim.

O an bana bakışıyla yeryüzü ayağımın altından kaydı. İçimi çocuksu bir sevinç kapladı. O hep bana böyle baksın ben de her baktığım yerde onu göreyim istedim. Kalbimin atışı arşıâlâyı sarsmış gibi kulaklarımda duyuldu. Fena kapılmıştım kabul ama adam da kapılınmayacak gibi değildi.

"Randevu saati geldi, hadi hazırlan da çıkalım," dedi duvardaki saate bakıp.

Başımı usulca sallayıp, ellerini bıraktım. Yatak odasına geçip, valizi açıp içinden mavi kot pantolon ve beyaz salaş tişört çıkarttım. Üstümü giydikten sonra tişörtün ön tarafını pantolonun içine koyup, kot ceketimi yanıma aldım. Hava baharın gelişiyle ısınmıştı ama akşamları yine de soğuk oluyordu. Saçlarımı kısa olsa da ensemden siyah lastik tokayla toplamıştım. Derli toplu görünmek istemiştim o an. Kapıdan çıktığımda Emre beni bekliyordu. Elini bana doğru uzattığında tuttum, birlikte evden çıkıp bahçeyi geçtik. Arabaya bindiğimizde derin bir nefes aldım.

"Vural her şeyi halletti, kimse sana bir şey sormayacak. Sadece sakin ol, ben her zaman yanında olacağım." Emre'nin sakin sesiyle gülümsedim.

"İyiyim," diyerek ona döndüm.

Emre bana bir süre baktıktan sonra arabayı çalıştırdı. İyi olduğuma ya da en azından olacağına kanaat getirmiş olmalıydı. Arabayı çalıştırdığında radyoya uzandım. Emre elimi tuttu bir an ve geri çekti. Tek kaşımı kaldırıp ona baktım. Bana baktığında gülümsüyordu.

"Çalan ilk şarkı benden sana gelsin," dediğinde bunu beklemiyordum. Acayip bir şarkı çıkmaması için dua ederken radyoyu açtım. Biraz sonra içeriye dolan müzikle başladı şarkı.

"Sen aşk ile kutsanan güzel kadın

Ne güzel şey varlığın,

Dilime duadır adın

Olduğun yer gönlümün mabedidir

Sanadır kalbimdeki her atım.

Sen ömrüme yazılan güzel kadın

Ne güzel şey varlığın,

Dilime duadır adın

Olduğun yer cennetin bahçesidir

Sanadır attığım her adım

Sevilmek ne çok yakışır sana

Adının yanında ne güzel durur adım

Al cennetine kabul et sen beni

Seni çok seviyorum güzel kadın"

Şarkı devam ederken ben Emre'yi izliyordum. Şarkının sözleri o kadar güzel ve o kadar anlamlıydı ki... Biterken dahi etkisinden çıkamamıştım. Arabasında radyoyu ilk açtığımda çıkan şarkıdan sonra tereddüt etmem de normaldi bence.

"Ya kötü bir şarkı çıksaydı?" dedim kendimi sormaktan alıkoyamayarak.

"Radyodan çalmıyor çünkü telefonu daha önce bağlamıştım radyoya. Şimdi sen açtığında etkin oldu ve kaldığı yerden devam etti. Seninle ilgili hiçbir şeyi ihtimallere bile bırakmam güzel kadın."

Daha fazla söyleyecek bir sözüm yoktu. Ben elendim beynimin kalan nöronları siz devem edin, tabii erimediyseniz.

Yolun kalanını Emre'ye bakarak geçirdim. Uzayan sakalları yüzüne çok yakışmıştı. Askeriyeye döndüğünde kesecekti mecburen, sanırım bu hâlini özleyecektim. Emre'yi izlerken her şeyi unuttuğum gibi hastanenin önüne geldiğimizde de nereye gittiğimizi hatırlamış oldum. Arabayı park ettikten sonra beraber indik. Mesai saati bittiği için hastane çok kalabalık değildi. Özel bir hastane olduğu için de sanırım kalabalık azdı.

Emre hiç beklemeden asansöre doğru ilerlediğinde ben de onu takip ettim. Bindiğimiz asansörde 3. katta indik. Elimi tuttuğunda hafifçe sıktım, yanımda olduğunu biliyordum her zamanki gibi. Doktor Defne Olcan'ın kapısını tıklattı. İçeriden gelen girin sesiyle kapıyı açtı. Birlikte içeriye girdiğimizde doktor dışında kimse yoktu. Ellili yaşlarda, beyaz saçlarını yukarıdan sıkı bir at kuyruğu yapmış, üstünde mavi bir gömlek ve krem rengi kumaş pantolon olan kadın doktor bizi görünce oturduğu koltuktan kalktı.

"Hoş geldiniz," diyerek elini uzattığında önce Emre sonra da ben elini sıktık.

"Hoş bulduk Defne Hanım." Emre'nin konuşmasıyla "Buyurun oturun," diyerek koltuğu gösterdi doktor. Emre ile oturduğumuzda yerine geçip kendisi de oturdu.

"Durumu size Vural anlatmıştır ama ben de size söylemek istiyorum. Bu konu oldukça gizli Defne Hanım. Eğer bu kapıdan dışarıya çıkarsa başınız ciddi anlamda istihbaratla derde girer." Emre'nin sert ve soğukkanlı uyarısıyla, doktor yerinde kıpırdadı.

Doktor dosyamda görmüştü daha önce yapılan tahlillerin sonuçlarını ve kim olduğumu bilmese de bunun bir kişiden bile duyulması felaket olurdu. Dosyamda ismim yazmıyordu, bu konuda rahattım ama bana enjekte ettikleri zehrin duyulması durumunda Sercan da peşimize tekrar düşerdi. Emre onu hiç ummadığı bir anda yakalamak istiyordu, peşimize düşerse kendini daha fazla gizler ve piyonlarını önümüze çıkarırdı. Şimdi ise bizim yenildiğimizi zannedip kendini açık etmesi daha olasıydı.

"Merak etmeyin, Vural Bey yeterince söz etti ama ben bu ihtimale rağmen size yardım etmeyi kabul ettim. Sonuçlar benim ve biyokimya konusunda uzman bir profesörün bilgisi dışına çıkmayacak. Şimdi kan almamız gerekecek, daha sonra da ultrasonla kontrol edeceğim. Rahimde ya da yumurtalıklarda kalıcı bir hasar var mı diye." Doktorun konuşması bittikten sonra ayağa kalktığında ben de kalktım.

Emre hareketlendiğinde omzuna dokunup, onu oturttum. Göz göze geldiğimizde başımı iki yana salladım. Perdenin arkasındaki sedyeye geçtiğimde oturdum. Elinde iğneyle gelen doktora tedirginlikle baktım. Yapabilirdim, alt tarafı bir iğneydi, sorun yoktu. Sakin olmalıydım. Sol kolumu açıp, gözlerimi kapattım. Doktor kolumu tuttuğunda ben de nefesimi tutmuştum. Biraz sonra küçük bir batma hissiyle nefesimi verdim. İğne kolumdan çıktıktan sonra gözlerimi açtım. Dört tüp kan alınmıştı.

"Sedyeye uzanıp karnını aç," dedi doktor.

Sedyeye doğru uzanıp, tişörtümü yukarı doğru sıyırdım. Doktor elinde jel solüsyonu ile geldiğinde öylece kaldı. Gözlerini karnıma diktiğinde zorlukla yutkundu. Bu yüzden Emre'yi istememiştim yanımda, o böyle tepki vermezdi biliyorum, belli etmezdi. Karnımda iğnelerin bıraktığı izler vardı. Yapıldıkları yerler morarmış, etrafında hafif belirgin bir sarılık vardı. On tane bozuk para büyüklüğünde morluk karnında duruyordu.

Doktor toparlanıp solüsyonu karnıma sıktı. Soğuk jel ile ürperdim. Yanımdaki koltuğa oturup, ultrasonun başlığını karnımda gezdirdi. Siyah ekranda benim hiçbir şekilde anlamadığım karnımın içini oluşturan şekillere baktı. Bir süre inceledikten sonra ayağa kalktı. Bana uzattığı peçeteyle karnımdaki yapışkan jeli sildim. Üstümü düzelttikten sonra perdenin diğer tarafına geçtim. Emre'nin karşısına oturdum, dikkatli bir şekilde doktorun konuşmasını bekliyordu.

"Ben muayenemi yaptım ama kan tahlilinin sonucunu bekleyeceğiz. Bugün biyokimya uzmanına sonuçlar gidecek en geç yarın elimizde olur. Sonra da durum değerlendirmesi üzerine tekrar konuşuruz. Yarın bu saatte sizi tekrar bekliyorum."

"Teşekkür ederiz," dedim ayağa kalkıp.

Emre de benimle kalktığında yarın tekrar geleceğimizi söyledi. Elimi tuttuğunda odadan çıkıp, asansörlere doğru ilerledik. Ben hastaneden çıkmayı beklerken Emre 5. Katın düğmesine bastı. Asansör iki kat sonra durduğunda indik. Tuttuğu elimi kendine doğru çekip beni kendine doğru çevirdi. Gözleri daha yumuşak bakıyordu bu sefer.

"Gamzelim bir yere daha uğraman gerekiyor. İyiliğin için."

Emre'nin sözleriyle başımı çevirip beni getirdiği yerin tabelasına baktım. Beni psikoloğa getirmişti.

"Peki." Ağzımdan başka söz çıkmamıştı.

"Hoş geldiniz," diyerek karşıladı girişteki sekreter bizi. Otuzlu yaşlarda, siyah kıvırcık saçlı, günün yorgunluğu ile omuzları biraz çökmüş, balık etli bir kadındı.

"Hoş bulduk. Fırat Bey bizi bekliyordu kendisine haber verir misiniz? Vural'ın arkadaşlarıyız," dedi Kurt sakin bir şekilde.

"Sizi bekliyordu, buyurun," diyerek koridorun sonunda kalan odaya kadar bize eşlik etti. Kapıyı çalıp geldiğimizi haber verdikten sonra içeri girmemiz için geri çekildi.

Kurt ile içeriye girerken oldukça gergindim. Üstümdeki ceketin uç kısmını sıktığımda, soğuk ellerimin üstündeki sıcaklık ile gözlerimi yanımdaki adama çevirdim. Gözlerini açıp, kapattı yavaşça. Yanımda olduğunu söylüyordu kendince ve biraz daha sakin hissediyordum kendimi. Doktora döndüğümüzde masasının arkasından çıkıp bize doğru yaklaştı. Elini uzattığında Kurt sıktı.

"Merhaba, ben Doktor Fırat Eroğlu."

Kırklı yaşlarında, saçları kırlaşmış, gözündeki dereceli gözlüklerini burnunun üstünden geriye atarken karşımızdaki doktor, oldukça kibar bir şekilde gülümsedi. Kurt kendini tanıtma gereği duymadan başını hafifçe salladı. Girdiğimiz andan itibaren kimse de bize isim sormamıştı zaten. Buraya başka bir isimle randevu aldığımızı da biliyordum. Kurt'un dediği gibi burada kendi ismimi kullanamazdım artık.

"Kapının önünde bekliyorum. İstediğin zaman yanıma gelebilirsin, kendini sakın sıkma." Kurt'un sözleriyle başımı salladım. Kapıyı kapatıp çıktığında, doktorun gösterdiği koltuğa oturdum.

"Size nasıl hitap etmemi istersiniz?" Doktorun sorusuyla düşündüm. İsmimin sahte olduğunu biliyordu tabii ki. Kurt hastaneye randevu alınırken buna dikkat etmişti ama kaydederken bir kimlik vermemişti, bu yüzden herkes bizi gördüğünü unutması gerektiğini biliyordu.

"Orada ne yazıyor?" diye sordum, bilgisayarı göstererek.

"Gamze Kurt yazıyor," dediğinde nefes alamadım bir an.

Bu adamın zekâsına bir kez daha hayran kaldım. Herkes ismimin sahte olduğunu biliyordu burada ve o yine bana kendi ismimi vermişti. Üstelik sonuna bu hayatta ikimizin de istediği bir şeyi yapıp soyadını ekleyerek. Kurt soyadına sahip bir sürü kişi olabilirdi, Emre ile henüz evli olmadığımız için bu seçenek bizi arayanlar ya da takip edenler için bir seçenek değildi. Şu an Emre dağda ben ise yasta olan eski kız arkadaştım.

"Gamze diyebilirsiniz," dedim tebessüm ederek.

"Bana biraz kendinden bahseder misin Gamze? Hayatın nasıl gidiyor?" Açılışı yapan doktor ile geriye yaslandım.

Düşündüm. Hayatım nasıl gidiyor? Aslında şu zamana kadar hiç düşünmediğim bir konuydu bu. Hayatım son beş aydır oradan oraya savrulmakla geçmişti. Emre toprağın en derinlerine kök salmış bir ağaçtı. Sağlamdı, rüzgârlar onu yıkamazdı, dayanırdı. Bense onun dallarındaki yapraklar gibiydim. Bir yandan ona tutunmaya çalışıyordum bütün zorluklara rağmen bir yandan da rüzgâra karşı koymaya çalışıyordum.

"Hayatım bu aralar çok karışık. Sanırım bir süre daha karışık olmaya devam edecek."

"Biraz daha açalım bu konuyu. Bana bu karışıklığın içinde seni en çok rahatlatan ve aklının dağılmasını sağlayan şeylerden bahset. Seni ne mutlu eder?" Kötü yönleri bırakıp, iyi yönlere doğru uzandım.

"Kitaplar beni mutlu eder, okumak, yeni bilgiler edinmek ve keşfetmek. Bir de o var tabii, biraz önce yanımda gördüğünüz adam. Son beş ay içinde dünyamı paylaştığım kişi." Emre'nin ismini söylemek ya da Kurt demek istememiştim. Bundan bir anlam çıkartmak kolay olabilirdi.

"Senin için özel biri olmalı?" Doktor tek kaşını kaldırıp sorduğunda gülümsedim. Benim için adam öldürüyor, oldukça özel desem ne yapardı kim bilir?

"Evet oldukça özel birisi. Hatta beni buraya gelmeye o ikna etti. Benim için oldukça endişeleniyor." Bu hem Kurt'un hem de Emre'nin gözlerinde oldukça net gördüğüm bir duyguydu.

"Peki neden buraya gelmeni istedi Gamze?" Doktorun sorusuyla dün gece geldi aklıma, gözlerim doldu.

"Biz evlenmeye karar verdik. Evlilik teklifi etti bana, o kadar güzeldi ki. Bir an bile düşünmeden kabul ettim. Sonra ise her şey güzel bir rüyadan kâbusa döndü."

Titreyen ellerime inat, sesim net çıkıyordu. Sercan'ın beni kaçırması, Emre'nin çaresizliği, benim kaybedişim... Teker teker doldu aklıma hepsi birden. Daha önce hep ertelediğim, düşünmemek için çaba sarf ettiğim şeyler şimdi bir dağ gibi büyümüştü. Emre'nin neden ısrarla psikoloğa gelmemi istediğini daha iyi anlıyordum. Hepsinin altında kalıp, ezilmemden korkuyordu. Ne kadar yanımda olursa olsun o kâbusları engelleyemediği için acı çekiyordu o da.

"Ara vermek ister misin?" diye sordu doktor ben devam edemeyince.

"Hayır, devam etmek istiyorum. Bunu bir daha söyleyebileceğimi sanmıyordum ama sanırım size karşı açık olmam daha doğru olur. Bana çocuğumun olamayacağı söylendi. Biz bugün hastaneye test yaptırmaya geldik. Ben eğer bunu bir kez daha kesin bir şekilde duyarsam dayanamam. Söyleyin doktor bey ben bununla nasıl başa çıkacağım?" dedim isyan eder gibi ellerimi iki yana açarak. Sesim sona doğru titrerken, dolan gözlerim beni zorluyordu. Çok zordu.

"Sana gerçekten değer veren bir nişanlın var, sana bakışlarından anlaşılıyor. Sana bununla başa çık dediğini sanmıyorum. Sen de onu çok seviyorsun ve çocuğunun olmaması seni ondan ayırmadı. Gamze sen çocuğunun olmamasıyla zaten başa çıkmışsın, bunu beraber başarmışsınız. O seni bu yüzden terk etmemiş, sen de onu kandırmamışsın. Senin bence baş edemediğin kısım; ondan bir çocuğa sahip olamaman. Eğer bekâr birisi olsaydın hayatında çok sevdiğin birisi olmasaydı, çocuğunun olmaması seni ne kadar etkilerdi bir düşün. Bir de şimdiki etkisini düşün."

Doktorun sözlerini dinlerken, gerçekten de düşündüm. Anne olamamak her kadını etkilerdi sonuçta bu hak size bir kere verilmişti ama sevdiği adamdan çocuk sahibi olamamak ona her baktığında bunu hissetmek daha beterdi. Emre de üzülmüştü ama önceliği bana vermişti her şeye rağmen. Benden vazgeçmezdi Emre, benim çocuğum olmazsa onun da çocuğu olamazdı. Kızımız olsun istiyorum demişti, ismini bile seçmişti. Umay koyacaktık kızımızın adını.

"Kendini çok sıkıyorsun, başta bunu yapmaman gerekiyor. Bizi içimize attıklarımız hasta eder en çok da Gamze. Üzüldün mü ağla, sevindin mi kahkaha at, öfkelendin mi bağır, yoksa daha çok yıpranırsın. Üstelik seni etkilemez sadece bu yıpranma, çevrendeki herkes, buna seni seven adam da dâhil alır payını." Bana anlayışla bakan doktoruma başımı salladım.

"Ben öyle her şeye ağlayan biri olmadım hiç, aslında bu huyumu seviyorum. Son zamanlarda o kadar çok kendimi tuttum ki dediğiniz gibi hasta etme noktasına geldim sanırım. Sonuçları patlamalar oldu hep."

"Sinir krizi mi?" Doktor bir yandan not alırken, bir yandan da dikkatle beni dinliyordu.

"Evet," diyerek onayladım.

"Daha önce başına kötü bir olay geldi mi Gamze? Seni susmaya zorlayan, sessiz bırakacak bir şey?" Doktorun sorusuyla geçmişe doğru gittim.

Abime bağırıp, çağırmam Seda konusunda geldiğim son noktaydı. Anneme telefonda söylediklerim, anne ve babamın tarafından geldiğim son noktaydı. Dün gece Emre'nin kollarında geçirdiğim sinir krizi ise bu yaşananların hepsinin bendeki birikmiş hâliydi. Sabredip susuyordum ve bütün zararı kendim görüyordum. Hep bir duygularımı bastırma vardı bende ama son aylarda artmıştı. Bu yaşadıklarım değildi sadece daha önceye dayanıyordu, Gediz ile tanıştığım zamana. Onunla olanları da bastırıp içime atmış, kimseye bir şey söylememiştim.

"En yakın arkadaşımın abisi saldırdı bana beş yıl önce, elinden kurtuldum. Sonrasında bunu kimseye söylemedim ama bir süre önce ortaya çıktı." Artık ölü olan Gediz en azından dertlerim arasında yer almıyordu. Kurt bizzat kendisi öldürmüştü o pisliği.

"Ortaya çıktığında ne hissettin peki? Senden götürdüğü ve sana getirdiği şeyler ne oldu?" Doktorumun doğru yerde, doğru soruları sorması beni germek yerine daha önce hiç düşünmediğim şeylerin kapısını aralıyordu. Olaylar yaşanırken sıcağı sıcağına farkına varamadığım o kadar fazla şey varmış ki şimdi görüyordum.

"Tedirgindim, korkuyordum ama kendim için değil. Abim ve sevdiğim adam öğrendi. İkisinin tepkisi de çok sert oldu, gerçi bu durumda tepkisiz kalacak kimse yoktur. Ama ben onlar için korktum, yapacakları şeylerin onlara zarar vermesinden. Nişanlım zorladı beni kendisine ve abime anlatmam için. Ama şimdi iyi anlıyorum ki benim iyiliğimi düşündüğü için yapmış. Eğer ben daha fazla bunu içimde tutsaydım, çok daha büyük zararlar verebilirdim kendime."

"Bu üç gün içinde senden istediğim şey düşünmen Gamze. Kendine bir kahve ya da çay hazırla, otur ve düşün. Çok fazla şey atlatmışsın sözlerinden bunu çıkartıyorum. Sana bu zamana kadar zarar veren her şeyin kendine iyilik mi yoksa kötülük mü olduğuna karar ver. Duygularını içinde tutma, biz insanız, her ne kadar güçlü olmak istesek de bir yerden sonra nefes verdiğin balon yüzüne patlar. Üç gün sonra tekrar görüşelim," diyerek önünde not aldığı defteri kapattı seansın bittiğini belirterek. Duvardaki saate baktığımda çoktan bir saati geçtiğini fark ettim.

"Teşekkür ederim, görüşmek üzere," diyerek ayağa kalktım.

Doktorla tekrar gün ve saat ayarladıktan sonra akşam olması şartıyla odadan çıktım. Emre bıraktığım yerde doktorun odasının karşısında duran bekleme alanındaki koltukta oturuyordu. Beni görünce elimdeki telefonu cebine koyup ayağa kalktı. Yanıma geldiğinde elimi uzattım, elimi tutunca beraber hastaneden ayrıldık.

"Nasıl geçti?" diye sordu Emre arabaya bindiğimizde.

"İyiydi sanırım. Üç gün sonra tekrar gelmemi istedi doktor, ben de kabul ettim. Gelebiliriz değil mi?" diye sordum. Planlarını bilmiyordum hâlen.

"Geliriz," dedi Emre kesin bir şekilde.

Eve gidene kadar doktorla konuşmalarımız kafamı kurcaladı. Dediği gibi şimdiden düşünmeye başlamıştım. Emre ise benim bu düşünceli hâlimi anlayıp, konu açmamıştı. Evin önüne arabayı park ettiğinde beraber bahçe kapısından geçip eve girdik. Emre kapıyı anahtarla açtığında burayı sevdiğimi düşündüm. Emre ile burada yaşayabilirdim. Gerçi ben onunla her yerde yaşardım.

Akşam olduğu için oldukça acıkmıştım. Emre de kahvaltıdan sonra bir şey yememişti benim gibi. Ceketimi çıkartıp, askılığa astım ve mutfağa yöneldim. Biraz patates alıp soymaya başladım. Emre de mutfağa girip çay suyu koydu. Konuşmadan anlaşıyorduk. Patateslerin yanına dün aldığımız hazır köftelerden çıkarttım. Patates ve köfteler kızarırken, Emre çayı demleyip, salatayı yaptı. Sofrayı beraber hazırlandığımızda ikimiz de oturduk. Birbirimize gülümseyip yemeğe başladık.

Bütün gün yeterince konuştuğumuz için mi bilmiyorum ama oldukça sessiz bir akşam geçirmiştik. Belki de yarın alacağımız haberin büyüklüğü yük olmuştu ikimize de. Açtığımız sıradan bir Yeşilçam filmini izlemiştik. Emre'nin dizlerine yatmışım, benim gözlerim kapanana kadar uzun uzun kısa saçlarımı okşadı.

"Hadi uyumaya," dedi sonunda gözlerim kapandığında.

Yorucu günün sonunda Emre ile yatağa yattık. Ben onun göğsüne yatarken, beni kollarıyla sıkıca sardı. Kokusunu içime çekerek, gözlerimi kapattım. Kâbus görmek istemiyordum artık. Sevdiğim adamın kollarında kokusu ve sıcaklığı beni sararken huzurla uykuya daldım.

Sabah gözlerimi açtığımda Emre yanımda yoktu. Yataktan yavaşça doğrulup, yatağın kenarında duran kazağı aldım. Emre'nin kazağıydı büyük ihtimale. Yatağın sıcağından çıktığımda ürperince üstüme giydim. Odadan çıktığımda evin içinde ses olmadığı için dış kapıyı açtım. Bahçeye baktığımda Emre'yi Semih'le masada otururken buldum.

"Günaydın yenge, gelirken börek aldım, elim boş gelmedim," diyerek sırıttı Semih.

"Sabahın köründe kapımıza damlamak yerine oturup yeseydin keşke," dedi Emre huysuz bir şekilde.

"Sensiz boğazımdan geçmiyor, bilmiyorsun sanki." Semih'in küskün çıkan sesiyle güldüm.

"Çayı demleyeyim o zaman ben." Mutfağa girdiğimde demliğin altı yanıyordu.

"Ben demledim Gamzelim."

Emre'nin mutfağa girmesiyle ona doğru yaklaşıp yanağından öptüm. Bir basılmayı daha narin kalbim kaldıramayacağı için hemen uzaklaşıp buzdolabını açtım. Emre arkamdan sarılıp, yanağımı öptükten sonra geri çekildi. Beraber kahvaltılıkları hazırladık. Semih bir buçuk kilo şu böreği almıştı peynirli ve kıymalı. 750 gramını Semih yese, 500 gramını Emre yese, bana 250 gram yeterdi. Sanırım.

Son kalan börek parçasına aynı anda çatalını batıran Emre ve Semih çetin bir savaşın içine girdi. İkisi de oldukça iyi bastırıyordu. Kimin alacağı yönünde kararsız kalmıştım. Emre "Kardeş payı," dediğinde, Semih başını sallayıp "Tamam," dedi. İkisi de çatalını geri çekince tabaktaki böreğe uzanıp aldığım gibi ısırdım.

"Siz çok yediniz zaten," dedim bana gözlerini sonuna kadar açmış iki adama şirince gülümseyip.

"Aşk payı," dedi Emre elimdeki börekten ısırdığım yeri komple koparıp alarak.

Gözlerimi kısıp ona baktım, elimde kalan küçük parçayı ise Semih'e uzattım. Benim ısırdığım yer Emre'de kalmıştı zaten. Semih hevesle elimdeki son parçayı alıp ağzına attı. Üçümüz aynı anda gülmeye başladık.

Kahvaltı masasını topladıktan sonra çaylarımızı bahçedeki masada içtik. Saat öğlene yaklaşırken, Semih ve Emre yine bakışıyorlardı. Durumu bilmesem âşık zannederdim, o kadar manalı bir bakıştı aralarındaki. Benim sevgilim bakmazdı zaten Yerli Hulk'a. "Boylu poslu çocuk neyi var?" dedi Oynak Gamze. Bir kere Emre beni seviyor, Semih'e mi bakacak? "İyice delirdin, şimdi de Semih'ten mi kıskanıyorsun?" diyen Oynak Gamze'ye hak verdim.

"Biraz daha öyle bakışmaya devam ederseniz, Semih bir daha bu eve giremez," dedim Oynak Gamze'ye sinirlenip ikisine söylenirken.

"Bizim yenge niyeti bozdu." Semih'in şaşkın ses tonuna karşı Emre başını iki yana salladı.

"Özel konuşacağız falan dersiniz siz şimdi ama hiç kusura bakmayın ya da bakın, sizi yalnız bırakmam," dedim gözlerimi kısıp, ikisinin de üstünde gezdirerek.

"Gamzelim bizim çıkmamız gerekiyor ama Semih senin dünkü gibi bir şey yapıp yapmayacağın konusunda endişeli," diyerek durumu açıkladı.

"Hayır, bugün evdeyim. Akşam alacağım haberler için akıl sağlığımın biraz daha yerinde olmasını istiyorum. Bu arada sadece bugün için geçerli," diyerek son cümlemin üstüne bastırdım. İkisi de ayağa kalkarken, Emre saçlarıma öpücük kondurdu.

Semih önden ilerleyip, arabanın kapısını açıp bindi. Ben de Emre'nin yanında ilerliyordum, arabaya kadar geçirmek için. Bana doğru dönüp bir şey söylemeden dudaklarını alnıma bastırdı. Geri çekildiğinde gözlerimiz buluştu, ikimiz de bir şey demedik. Ne ben ne yapacağını sordum ne de o nereye gideceğini söyledi. Kapıdan çıktık ikimiz de.

"Emre oğlum," diye seslenen yan komşumuzun sesiyle durduk kapının önünde.

"Buyur Hasan amca," dedi Emre bize doğru bakan yaşlı adama.

"Bizim torunun sünnet düğünü var bugün. Hanım kızımızla sen de gel, davetlimsiniz."

Emre kararsız gözlerle bana bakarken, başımı usulca sallayıp onayladım. Biraz insan içine çıkmak sanırım iyi gelecekti bize. Normal olmayı özlediğimi hissediyordum, sakin bir yaşamı. Emre'nin de durup bir nefeslenmeye, rahatlamaya ihtiyacı vardı. Her an tetikteydi bir parmağı ve ne zaman o tetiği çekeceği belli değildi.

"Olur Hasan amca geliriz. Nerede olacak?"

"Aşağıdaki çay bahçesinde olacak, sekizde başlıyor," Hasan amca geleceğimize oldukça sevinmişti. Emre'yi gerçekten seviyor olmalıydı. Emre'nin çocukluğunun bir kısmını burada geçirdiğini bilmek, burayı daha çok sevmemi sağlıyordu.

Hasan amca evine doğru geçtiğinde, Emre de Semih'in yanına bindi. Arabayı Semih kullanıyordu, ben içeri girmeden gitmeyeceklerini bildiğim için bahçe kapısından içeriye girdim. Kapının arkasındaki sürgüyü takıp, kilitledim. Eve girdiğimde evin kapısını da aynı şekilde kilitleyip, içeriye girdim. Emre'nin bana bıraktığı silahı, çantamdan çıkartıp yatak odasına ilerledim. Erken kalktığımız için hâlen uykum vardı. Yastığımın altına silahı koyup, gözlerimi kapattım.

Uyandığımda saat öğleni geçiyordu. Emre ve Semih hâlen gelmediği için yemek yapmaya karar verdim. Mutfağa geçip, dolaptan dolmalık biber çıkarttım. Yanına mercimek çorbası ve salata yapmaya karar verdim. Kendime uğraş bulduktan sonra çok da acele etmeden yemekleri yapmaya başladım.

Saat altıya gelirken bahçe kapısının sesi geldi. Mutfaktan baktığımda Emre'yi görünce hızla kapıya koştum. Kapıyı açtığımda karşımda duruyordu, arkasında Semih vardı. Geçmeleri için kenara çekildim. İçeri girdiklerinde Emre'yi inceledim, sanırım bu artık hep yapacağım bir şeydi. Bir yerine bir şey olmuş muydu, yaralanmış mıydı hep bunları düşünüp, bakacaktım.

"Kan var, kolun mu kanıyor?" dedim elim sağ kolunun ön kısmına giderken. Koluna dokunamadan elimi tuttu.

"Benim kanım değil Gamzeli," dediğinde yutkundum.

Elimi geri çekip başımı usulca sallayıp mutfağa giderken, Emre de banyoya gidiyordu. Semih direkt salona geçip oturmuştu. İkisi de yorgun gibiydi, kim bilir kimle ya da neyle uğraşmışlardı. Hazır olan yemeklerin altını kapatıp, sofrayı hazırladım. Salona girdiğimde Semih elindeki telefona bakıyordu.

"Yemek hazır," dedim.

"Emre yaşadı Gamze, her gün böyle beslersen yakında yüz kilo olur benden demesi." Semih'in şakacı sesiyle güldüm.

"Kıskanma Sema uzakta biz beraberiz diye." Ne ara geldiğini bilmediğim Emre arkamdan seslendi. Adamın her yerde kulağı vardı.

Islak saç tutamları alnına düşmüştü. Yüzündeki gülümsemeyle ben de gülümsedim. Elimi uzatıp alnına düşen saç tutamını kenara çektim. Çıkan sakallarının üstünde elimi gezdirdim. Parmaklarımı tutup, dudaklarına götürüp öptü.

"Romantik bir filmden fırlamış gibisiniz ve ben romantik filmlerden nefret ederim," diye huysuzca söylendi Semih, biz birbirimize dalıp gitmişken.

"O zaman sevdiğin bir yere, mutfağa gidelim." Yerli Hulk'un imalı sözlerinden ancak ağzı doluyken kurtulabilirdim.

Mutfağa geçtiğimizde hepimiz aç olduğumuz için yemeğimizi yedik. Bugün burada üçüncü günümüzdü. Geldiğimden beri annem dışında kimseyle konuşmamıştım. Gerçi o da ilk gün kavgayla bitmişti. Kimse beni aramamış ben de kimseyi arama gereği duymamıştım. Pek fazla iştahım kalmadığı için tabağımdaki çorbayı içip başka bir şeye dokunmadım.

"Gamzeyle doktora gideceğiz biz Semih, sen de evde kalıp dinlen biraz," dedi Emre. Semih başıyla onaylayınca ben de üstümü değiştirmek için kalktım, onlar yemek yerken.

Yatak odasına geçip valizden bordo pantolon, üstüne de siyah tişört çıkardım. Siyah fermuarlı sweatimi aldım yanıma. Üstümü çıkartıp hızlıca değiştirdim. Saçlarımı tarayıp, kulaklarımın arkasına ittim. Hazır olduğumda etrafı toplayıp valizi geri kapattım. Kapıyı açtığımda Emre'yi gördüm karşımda. Kollarını birbirine bağlamış kapının pervazına yaslanmıştı. Üstünü değiştirmek için bekliyordu büyük ihtimalle. Üstünde hâlen eşofmanları vardı, duştan sonra giydiği. Kapıdan çıkıp, geçmesi için yer verdim. Yanağımdan öptüğü gibi içeriye girdiğinde kapının önünde öylece kaldım. Yüzümde aptal bir gülümseme olduğuna emindim.

Mutfağa girdiğimde çoktan toplandığını gördüm. Semih salonda uzanmıştı, Emre yastıkla battaniye vermişti. Rahatsız etmemek için bahçeye çıktım, gece hiç uyumamış gibi görünüyordu. Akşam hava oldukça iyiydi. Saate baktığımda yediye geliyordu. Biraz sonra kapı kapandığında Emre yanıma gelmişti, beraber arabaya bindik.

Hastaneye gelene kadar ikimiz de dünkü gibi sessizdik. Bu hastane yolları sanırım hep böyle geçecekti, ikimiz de oldukça gergindik. Orada duyacaklarımız bizi, hayatımızı tamamen etkileyecekti ve biz bunun sonuna kadar farkındaydık. Yolu izleyerek geçirdiğim bir yolculuğun ardından arabayı park etti Emre. Beraber inip, hastaneye girdik, doktorun olduğu kata çıktık.

"Emre ben içeri girmek istemiyorum," dedim kapının önünde dururken.

"Tamam sen beni burada bekle. Çok uzun sürmez zaten," diyerek tuttuğu elimin üstünü okşadı.

Başımı usulca sallayıp, bekleme alanındaki koltuğa oturdum. Emre kapıyı açıp, içeri girdikten sonra arkasından kapattı. Ellerimi birbirine kenetleyip, sakin olmaya çalıştım. Emre orada ne duyarsa duysun, benden vazgeçmezdi. 'Olsun," demişti, 'Çocuğumuz olmasa da olur, yeter ki sen yanımda ol.' Şimdi sakin olup sonuç ne çıkarsa çıksın, kabullenecektim. Bu sefer içime de atmayacaktım, kendime zarar vermeyecektim. Emre ile hepsinin üstünden beraber gelecektik.

Kapı açıldığında Emre kapıda göründü. Elini bana uzatıp "Gel," dediğinde farklı bir şeyler olduğunu anladım. Oturduğum yerden kalkarak Emre'nin elinden tuttum. Beraber tekrar odaya girdiğimizde dünkü doktorun yanında başka bir doktor daha vardı. Otuzlu yaşlarının sonlarında sarışın, mavi gözlü bir kadındı. Ellerindeki dosyalara bakıp bir şeyler konuşuyorlardı, bizi görünce ikisi de sustu.

"Merhaba, Doktor Ayla ben, biyokimya uzmanı," diyerek elini uzatan kadının elini sıktım.

"Memnun oldum." Kendimi tanıtma gereği duymamıştım.

"Bana söylediklerinizi ona da söyleyin," dedi Emre doktorlara bakıp. Bende onunla doktoralara döndüm.

"Kanınızda yüksek oranda farklı maddeler bulduk. Normalde sadece biri bile sizi zehirleyip öldürebilir ama birbirine zıt etken içeren maddeler bir araya geldiğinde uyumlu şekilde yaşayabilir. Size enjekte edilen zahirde böyle bir maddeden oluşmuş bir bileşeni var, onları bir arada tutan. Görünürde hamile kalmamanız için hiçbir sebep yok ama," diye susup Emre'ye bakan doktor bir süre sonra bana geri döndü.

"Hamile kalırsanız, hormon seviyelerinizin artmasıyla bu bileşen ile etkileşime geçer ve ölürsünüz."

Doktor sözlerini tamamladığında ayağımın altından kayan yerle gözüm karardı. Emre'nin ellerini belimde hissettiğimde zorlukla ayakta durdum. Emre beni koltuğa oturttuğunda derin bir nefes verdim, boğuluyor gibi hissediyordum. Ellerini yüzüme koyup, kendisine bakmamı sağladı. Nefesim düzelmeye başladığında gözlerimin yandığını hissettim. Hamile kalırsam ölürdüm, bu nasıl bir şeydi böyle?

"Devamını dinle," dedi Emre gözlerime endişeli bir şekilde bakarak.

"Çaresi var mı, tedavisi?"

"Kan transfüzyonu, çok nadir de olsa başvurduğumuz bir yöntem. Kalp görevini yerine getiremiyor ve kanı temizleyemiyorsa hastaya temiz kan veririz ya da kanını makinalar yardımıyla temizleriz. Aferez yöntemi genelde kalp hastaları ve kalp pili kullanan yüksek riski olan ölümcül durumlarda kullanılır. Kanınızdaki zehir temizlenirse tamamen kanınız sağlıklı bir hâle gelir," diye hızlı bir şekilde açıkladı doktor.

Daha önce birkaç yerde okuduğum bir terimdi kan transfüzyonu. Kanımı süzme işleminden geçireceklerdi ve temizlenecekti ya da tamamen değiştireceklerdi. Küçük de olsa bir umut vardı. Emre'nin gözlerine baktığımda o umudu göremediğim için kaşlarım çatıldı.

"Sorun ne?" dedim. Gözlerime bakarak konuştuğunda sesindeki tereddüttü hissettim.

"Bu iki işlem içinde oldukça uzun zaman gerekiyor. Yan etkilerini saymıyorum bile, işe yaramazsa kanındaki zehir oranının dengesi bozulursa da risk yüksek," dedi naif ve yumuşak ses tonuyla. Yine beni incitmekten korkar gibi bakıyordu, kaybetmekten korkar gibi.

"Bir başka seçeneğimiz ise zehrin tedavisi, karşı bir panzehrin bulunması. Bileşenleri inceliyorum, yurt dışında bu konu üzerine eğitim veren bir profesör var. Sonuçları ona da mail attım ama hasta bilgileriniz hâlen gizli, sadece tez dosyası şeklinde gönderdim. Yanıt bekliyorum, bir yandan da araştırmaya devam edeceğiz."

Emre'den gözlerimi ayırmadan ayağa kalktım. O bebeği istiyordum ne olursa olsun, vazgeçemeyecektim. Bir şansım varken bunu kaybetmeyecektim. "Eğer araştırma sonucunda bir tedavi olmazsa, kan aktarımını denemek istiyorum." Sesimin bu kadar kararlı çıkmasını beklemiyordum. Bu kadar sorundan sonra biz bir mucizeyi hak ediyorduk.

"Teşekkür ederiz yardımlarınız için, haber bekleyeceğiz sizden," dedi Emre doktorlara dönüp.

"Ben de çok teşekkür ederim," dedim minnetle bakarak.

"Elimizden gelen her şeyi yapacağız," diyerek tebessüm etti kadın doğum uzmanı doktorum.

Emre ile hastaneden ayrıldığımızda içimde yeşeren umuda tutundum. Bu sefer karamsarlık yerine umut sarsın istedim bütün hücrelerimi, ağlamak yerine gülümsedim. Artık bir umudum vardı, imkânsız değildi. Sonuna kadar gideceğim bir yol çıkmıştı önüme ve ben bu yola sevdiğim adamla çıkacaktım. O tedavi bulunacaktı, inanıyordum.

"Hasan amcaya söylerim ben gidemeyeceğimizi," dedi Emre.

"Yok, gidebiliriz. Hem tanıdığın birilerini daha görürsün, çocukluk arkadaşların olmuştur burada," dedim. Sabahki sünnet düğününe davet geldi aklıma, biraz normalleşmek iyi gelecekti bize. Karalar bağlamayacaktım üstelik şimdi elimde umudum varken.

"Tamam Gamzelim, nasıl istersen."

Eve gitmek yerine Emre arabayı aynı mahallede olan çay bahçesine sürdü. Geldiğimizde arabadan inip etrafa baktım. Yemyeşil, ağaçlarla etrafı çevrili oldukça güzel bir yerdi. Baharın gelmesiyle açan çiçekler ortama ayrı bir hava katmıştı. Mavi beyaz balonlarla süslenmişti etraf. Masalar ortaya serpiştirilmişti, oldukça kalabalıktı. Aileler kendi aralarında konuşup sohbet ediyorlardı. Sünnet çocuğu ise beyazlar içinde giyinmiş, arkadaşlarıyla koşturuyordu.

"Hoş geldiniz," dedi yanımıza gelen Hasan amca.

"Hoş bulduk," dedik ikimiz de.

"Şöyle geçin çocuklar," diyen yaşlı adam bizi boş bir masaya götürdü. Biz oturduktan sonra yeni misafirleri karşılamak için girişe doğru gitti.

Etrafı izlerken uzun zamandır böyle bir ortamda bulunmadığımı düşündüm. Kurşunlar, silahlar, ölümler arasında normal bir hayat çok uzak görünüyordu şimdi bana. Bize doğru gelen Emre yaşlarında iki erkeği görünce Emre'ye döndüm. O da ayağa kalkmıştı onları görünce.

"Gamzelim geliyorum hemen," dedi Emre. Arkadaşıydı büyük ihtimalle buraya gelenler, Emre benim yanıma başka birilerini getirmek istemediği için yanlarına gidiyordu. Kıskanç Kurt.

"Buradayım, bir yere kaçmıyorum," dedim gülümseyerek.

Emre arkadaşları bize ulaşamadan yanlarına gitti ve sohbete başladılar. Arada gözleri bana kayıyordu, ben zaten onu izliyordum. Arkadan yaşlı bir kadın geldiğinde Emre ona sarıldı. Hasan amcanın eşiydi sanırım.

"Abla bu senin." Yan tarafımdan gelen sesle sekiz dokuz yaşlarındaki kıza döndüm. Elinde bana uzattığı bir karagül vardı.

"Kim gönderdi?" dedim.

"Şuradaki," dediğinde gösterdiği yere baktım.

Uzun kahverengi saçlara sahip genç kadın onu gördüğüm anda arkasını dönüp kalabalığın arasına karıştı. Hızla yerimden kalkıp gittiği yere baktım ama çoktan kaybolmuştu. Elimdeki güle baktığımda yapraklarından birinde siyah kalemle tek cümle yazıyordu. "Kurt için geliyorlar."

Oy vermeyi unutmayınız lütfen.

Continue Reading

You'll Also Like

749K 19.2K 81
Herkesin korkulu rüyası olan Yer altının en büyük mafyası yer yüzünün hakimi sadist sinir hastası piskopat bir adamın bir kıza aşık olması Ve haya...
346K 1.5K 48
seks hayatın bir parçası...
3.6M 130K 72
Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyordum... "1 yıl, sadece 1 yıl sonra burdan herkesin seni bir ölü olarak...
22.2M 901K 116
İşte oradaydı... Muhtaç olduğum kadın korkuyla bana bakıyordu. Ona biraz daha dokunmazsam sanki ölecektim. Bu hastalıklı duygular beni resmen ele geç...