Dağ Başında Aşk (Tamamlandı)

By Deein_Deniz

9.1M 455K 213K

Bu bir Asker kurgusudur. Wattpad hali ve Kitap hali yayında. Bildiğiniz bütün asker hikayelerini unutun bu hi... More

Bölüm 1 / 👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 2 / 👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 3 / 👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 4 / 👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 5 / 👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 6 / 👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 7 / 👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 8 / 👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 9 / 👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 10 / 👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 11/ 👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 12 / 👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 13 / 👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 14 / 👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 15 / 👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 16 / 👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 17 / 👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 18 / 👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 19 / 👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 20 / 👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 21/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 22/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 23/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 24/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 25/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 26/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 27/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 28/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 29/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 30/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 31/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 32/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 33/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 34/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 35/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 36/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 37/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 38/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 39/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 40/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 41/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 42/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 43/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 44 /👨‍✈️👩‍💼
Görsel Bölüm 1
Bölüm 45/ 👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 46/ 👨‍✈️👩‍💼
Görsel Bölüm 2
Bölüm 47/ 👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 48/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 49/👨‍✈️👩‍💼
Bölüm 50/ Sezon Finali👨‍✈️👩‍💼
Dağ Başında Aşk 2/👨‍✈️👩‍💼
2. Sezon Bölüm 2/👨‍✈️👩‍💼
2. Sezon Bölüm 3/👨‍✈️👩‍💼
Görsel Bölüm 3
2. Sezon Bölüm 4/👨‍✈️👩‍💼
2. Sezon Bölüm 5/👨‍✈️👩‍💼
2. Sezon Bölüm 6/👨‍✈️👩‍💼
2. Sezon Bölüm 7/👨‍✈️👩‍💼
2. Sezon Bölüm 8/👨‍✈️👩‍💼
2. Sezon Bölüm 9/👨‍✈️👩‍💼
2. Sezon Bölüm 10/👨‍✈️👩‍💼
2. Sezon Bölüm 11/👨‍✈️👩‍💼
Görsel Bölüm 4
2. Sezon Bölüm 12/👨‍✈️👩‍💼
2. Sezon Bölüm 13/👨‍✈️👩‍💼
2. Sezon Bölüm 14/👨‍✈️👩‍💼
2. Sezom Bölüm 15/👨‍✈️👩‍💼
2. Sezon Bölüm 16/👨‍✈️👩‍💼
Wattpad Finali
Görsel Bölüm 5
17 Ocak Sürpriz!
KİTAP HALİ/ 1
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25/1. kitap finali
2. Kitap/1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21/2. Kitap Finali

2

4.3K 179 10
By Deein_Deniz

Elimde ekmek öylece kapıda kalmıştım resmen. Kapıyı kapatıp arkamı döndüğümde Seda'yı görmem ile korkudan kalbim sıkıştı. Elimle damağımı kaldırdım. Nereden çıkacağı hiç belli olmuyordu. Kaşlarını çatmış bir kapıya bir de bana bakıyordu, elleri belindeydi.

"Aklımı aldın yenge." Bu kız ne ara odadan çıkıp gelmişti?

"Abin sandım zil çalınca geleni ama o değil anlaşılan. Kim gelmiş?" dedi tek kaşını kaldırıp.

"Askerlerden biri geldi, ekmek getirdi," dedim elimdeki poşeti havaya kaldırarak, yüzüne doğru tuttum görmesi için. Gerçi görmemesi mümkün değil ama aklı o an başka bir şeye çalışıyordu.

"Allah Allah, biz günlük iki ekmek yazdırıyoruz. Ne kadar istersek o kadar veriyorlar. Daha fazlasını artmasın diye getirmezler, yasak yani," dedi Seda.

Benim de kafam karışmıştı. Emre kendi hakkını mı vermişti bana? Öyleyse bunu kabul edemezdim. En azından birini geri vermeliydim. Sırf ben sorun yaşadım diye kendi hakkını göndermiş olmalıydı.

"Bir yanlışlık oldu herhâlde, başka birinin ekmeğini almayalım," diyerek montumu giyip botlarımı elime aldım. Büfeye gidip tekrar soracaktım mecburen. Kimsenin hakkını almak istemezdim, sonuçta bu ekmeği bekleyen birisi olabilirdi.

"Tamam, anahtarı al," dedi Seda ve arkasını dönüp tekrar uyumaya gitti. Başka işi yok ne de olsa.

Anahtarı alıp elimdeki ekmeklerle dışarı çıktım. Kapıyı kapattıktan sonra artık yerini öğrendiğim büfeye doğru ilerledim.

Büfeye geldiğimde ekmek aldığım asker yerinde oturuyordu ama ekmeği getiren asker başka biriydi. Emre ya da şu an karşımda duran asker değildi.

Seda'ya bilerek Emre'nin ismini vermemiştim. Tanıdığına emindim, burada herkes birbirini tanıyordu gerçi. Şehir merkezi yaklaşık bir saat, en yakın kasaba yarım saat uzaklıktaydı. Komşu komşunun külüne muhtaç hesabı eksikleri olduğu zaman birbirlerinden temin ediyorlardı.

"Merhaba, bir şey soracaktım. Ben iki ekmek almıştım sabah ama tilkiler yedi. Sonra bir asker iki ekmek getirdi. Acaba sorar mısınız ekmek kiminmiş?" Asker bana tuhaf tuhaf bakarken kurduğum cümlenin anlamsızlığı yüzüme vurdu. Sonra elime baktığında ekmekleri gördü.

"Askeri tarif eder misiniz hanımefendi?" Öyle söyleyince Emre geldi aklıma. Herkes de takmış bir hanımefendiye, sanki balo salonunda dansa davet ediyorlar.

"Emre Kurt istemiş sanırım ekmeklerin gönderilmesini. Askeri pek hatırlamıyorum aslında," dedim olaya direkt girerek.

Askerin gözleri şaşkınlıkla büyürken, "Emin misiniz?" diye sordu.

"Evet, eminim. Arayıp sorabilir misiniz lütfen?" dedim ısrarla.

Asker en sonunda yanında duran kablolu, eski ev telefonlarına benzeyen telefonla numarayı tuşladı. Biraz sonra telefon açılmış olmalıydı ki konuşmaya başladı. Ellerimi cebime sokmak istiyordum ama tek elimde hâlâ poşet vardı. Aralık ayında olduğumuzdan hava buz gibiydi.

"Hakan Çıta, Mersin. Bir maruzatım var komutanım," dedi sert çıkan sesiyle. Üşüdüğüm için ellerimi birbirine sürttüm. Kabanıma sardım kollarımı.

"Burada bir hanımefendi var komutanım. Ekmek göndermişsiniz bir askerle. Kendisi, başkasının hakkıysa istemiyorum, diyor komutanım. Ne yapalım?" dedi bana bakarak. Bu bakış, başımı yaktın, der gibiydi. Karşı tarafı bir süre dinledi, olayı anlayınca sonuca varmış olmalıydılar.

"Peki komutanım!" dedi ve telefonu kapattı sonrasında da. Soğuk havada ellerim buz tutmuştu. Burnumun kızardığına da emindim. Hasta olmak istemiyordum daha fazla bu soğukta kalıp.

"Komutanım kendi pay hakkını size vermiş hanımefendi, herhangi bir sorun yok," dedi asker bana dönerek. Poşetten çıkarttığım ekmeğin birini askere geri uzattım.

"Kendisine teşekkür ettiğimi iletin. Bir ekmek yeterli bana, siz diğer ekmeği kendisine verirsiniz," dedim.

Asker ekmeği geri alınca arkamı dönüp hızla eve doğru ilerledim. Doğru olanı yapmıştım bence. Sonuçta akşam gelirken ekmek bulamayabilirdi. Burası küçük bir yerdi ve merkeze gitmek için yaklaşık bir saatlik araba yolculuğu gerekiyordu. Ekmek almak için o kadar yol gitmesi gerekmezdi böylelikle.

Geldiğim yolu geri dönerken kardan temizlenmiş yerlere basmaya dikkat ediyordum. Bazı yerler oldukça kayganlaşmıştı ve düşmek şu an isteyeceğim en son şeydi. Kolumu, bacağımı kırmak istemiyordum. Eve geldiğimde anahtarla kapıyı açarak içeriye girdim. Üstümü çıkartıp elimdeki ekmekle mutfağa geçtim.

Soğuyan çayımı titreyerek döktüm lavaboya, artık soğukla aramda samimi bir ilişki vardı. Seda ortalıkta yoktu. Çayı tekrar ısıtıp kahvaltımı yaptım. Ekmeğin yarısını geri poşete koydum, Seda sık sık acıkıyordu. Mutfağı toplayıp salona geçtim. Geri kalan zamanda okuduğum Kız İsteme Merasimi adlı kitabıma devam ettim. Cevahir teyzeye bayılıyordum, idolümdü kadın resmen. Tam en heyecanlı yere geldiğimde Seda'nın sesini duydum.

"Gamze!" diye bağıran baş belâm ile telefonumu bırakıp odasına ilerledim. Yatağın içinde oturmuş, gözleri dolu doluydu, ağlayacak gibiydi.

"Kustum," dedi. Yatak yorgan batmıştı hep. Derin nefes alıp sakinleşmeye çalıştım.

"Tamam, sen git üstünü başını temizle, ben hallederim burayı."

Seda başını sallayıp beni onayladı. Banyoya giderken ben de mutfağa dönüp plastik eldiven geçirdim elime. O kadar yerse tabii kusar. Tamam, hamilesin anlarım da kendine de dikkat etmen gerekiyor. Bir buçuk ekmek yemek de ne demek? Her bulduğunu ağzına sokarsa olacağı bu işte.

Yatağın yorganını, çarşafı ve yastık kılıflarını söktüm. Yorganı katlayıp boş odaya götürdüm havalandırmak için. Diğerlerini de elime alıp balkondan silkeledim, evler müstakil olduğu için sorun olmaz diye düşündüm. Sonra da kirlileri çamaşır makinesine atıp yıkamaya ayarladım. Yatağa yeni çarşaf, yorgan, yastık ayarladım. Seda da temizlenip gelmişti.

"İyi misin?" diye sordum. Rengi biraz solmuştu.

"Boğazım ağrıyor biraz," dedi yatağa geri uzanırken.

"Ben sana ıhlamur kaynatayım, sen de yatıp dinlen." Odadan çıkıp mutfaktaki çekmecede gördüğüm ıhlamuru cezvede kaynattım, içine de biraz bal ekledim. Seda'ya götürüp içmesini sağladıktan sonra akşam yemeğine başladım.

Telefonum çalmaya başladığında salonda kaldığı için salona dönüp aldım. Abimin aradığını görünce beklemeden açtım.

"Prensesim, ne yapıyorsunuz?" Abimin sesiyle gülümsedim.

"Yemek yapacaktım abi, yengem uyuyor," dedim.

"Tamam Gamze, biliyorsun yengen hamile, farkındayım üstüne geliyor ama sen idare et abim. Olur mu prensesim?" Seda hamile olmasa bile böyle abi ama yine sen bilirsin.

"Tamam abi, sen merak etme, hallediyorum ben," dedim, üzülmesini istemediğim için bugün olanları anlatmadım.

"Var mı gelirken istediğin bir şey?"

"Yok abi ama yengemin olabilir. Ben söylerim mesaj atar sana." Şimdi bir de abin aramış niye söylemedin diye şikâyet etmesini istemiyordum.

"Tamam prensesim, görüşürüz."

"Görüşürüz abi." Telefonu kapatıp cebime koydum.

Mutfağa dönüp akşam için fırında patates ve tavuk yapmaya karar verdim. Seda da çok severdi. Bizde kaldığı süre boyunca abimden bile iyi tanımıştım kendisini. Telefonumdan müzik listemi açtım ve mutfağın kapısını kapattım. Hem sesin gitmesini istemiyordum hem de kokunun. Hamile olduğu için aşırı hassaslaşan Seda, hamile olmadan önce de böyleydi. Bu yüzden dikkat ediyordum.

Patateslerimi soyup yıkadım ve dilimler hâlinde doğradım. Tavuğu yıkayıp bıçakla üstüne birkaç çizik attım daha iyi pişmesi için. Kimyon, kekik ve tuzla iyice harmanladım, salçalı suyunu da ekleyip fırına verdim. Yanına da ayran ve pilav yaptım bize yetecek kadar. Artan olursa da kuşlar yesin diye balkonun kenarına koyuyordum. İşim bitince derin bir nefes alıp oturdum. Telefonumdan kitabımı okumaya devam ettim.

"Gamze, ne yapıyorsun?" diyerek içeri girdi Seda. Telefonumu bırakıp ona döndüm.

"Yemekleri hazırladım. Sen seviyorsun diye tavuklu patates yaptım," dedim fırını göstererek.

"Ay çabuk at onu çabuk, kusacağım şimdi!" diye bağırmaya başladı. Ben öyle şaşkınca bakarken abim girdi içeriye. Anahtarla girmişti kesin çünkü zil çalmamıştı.

"Neler oluyor?" Seda'nın bağırışını duymuştu büyük ihtimalle, duyulmayacak gibi de değildi.

"Ben de anlamadım." Omuz silkip cevap verdiğimde Seda bizi aydınlattı.

"Tavuk yapmış Cahit. Onun da bebekleri olacaktı, öldürmüşler onu ama. Ben nasıl yerim ki şimdi. Götür Cahit, istemiyorum. Gördükçe midem bulanıyor, at şunu," dedi tiksintiyle ve gözlerini doldurarak. Biraz daha dursa ağlayacaktı. Hamileliğinin ilk aylarında bayıla bayıla yerdi, hatta budu elinde tutup parmaklarını bile yalardı. Seda ile aynı ortamda yemek yememeye o ara kesin olarak karar vermiştim.

"Tamam, götürüyorum şimdi sakin ol," dedi abim ve mis gibi tavuklu patates dolu olan fırının kapağını açıp tepsiyi mutfak beziyle aldı eline. Yeni piştiği için tepsi oldukça sıcaktı. Daha tadına bile bakamamıştım. Yüzüm asılırken abim de acıklı acıklı bakıyordu tepsiye. Abim tepsiyi alıp çıktı dışarıya. Yarım saat sonra geri gelmişti.

"Döktün mü abi?" diye sordum içim acıyarak.

"Yok be kızım, tek yaşayan bir arkadaş var ona verdim. Ev yemeği yemiyor garibim çoktandır," Neyse en azından dökmemişti, o kadar uğraşmıştım.

"Abi bekâr olanlara lojman verilmiyordu hatırladığım kadarıyla."

Abim bekârken askeriyenin yatakhanesinde kalıyordu. Gerçi tek yaşıyorsa karısı annesinde kalıyor da olabilir. Genelde doğu da görev yapan askerlerin eşleri annelerinin yanında ya da eşlerinin ailelerinin yanında kalıyordu. Hamilelik, hastalık gibi sorunlarda hemen hastane bulamıyordunuz maalesef. Diğer bir sorun ise eşiniz göreve gittiğinde uzun süre gelmeyebiliyordu. Abim anlatmıştı daha önce bu gibi bir durumu. Kızı iki yaşında olan bir asker göreve gitmiş altı aylığına. Geri döndüğünde kızı tanımamış babasını. Abim 'Gözleri dolu dolu anlattı, çok üzüldüm hâline. Benim de çocuğum olacak, insan ister istemez düşünüyor aynı duruma düşer miyim diye,' demişti. Hâlâ içimde kalmıştı o sözler.

"Bekâr. Buradaki askeriyenin rütbeli yatakhanesi dolu olduğu için kalacak yeri yoktu. Şehir merkezi de oldukça uzakta malûm. Rütbeli olduğu için Tugay Komutanı izin verdi," diyerek açıkladı abim.

Yemeğimizin yarısı gittiğine göre tabaklara pilavlarımızı koydum. Umarım bu sefer de pirinçleri topraktan ayırdınız diye kalan yemeğimizi lojmana dağıtmamıza sebep olmazdı Seda.

"Evet, yemekte pilav ve ayran kaldığına göre buyurun sofraya." Sandalyemi çekip oturunca abim ve Seda da oturdular.

Yemeklerimizi yedikten sonra mutfağı topladım ve kahve yaptım. Seda ve abime verip ben de oturdum yanlarına. Seda yine izlediği saçma sapan dizilerden birini açmıştı. Telefonumu açıp sosyal medyaya baktım daha fazla katlanamayıp. Abim seslenince telefondan kaldırdım başımı.

"Prensesim sana ısıtıcı alacaktım bugün, odadaki petek arızalı o yüzden ısınmıyor. Askerler arasında anlayan varmış. Ben yaparım komutanım, dedi. Hem ısıtıcı ile uğraşmak zorunda kalmazsın abim." Bu daha iyi bir fikirdi sanırım, hem ısıtıcıyı sürekli kapatıp açmakla uğraşmazdım.

"Olur abi, akşam mı gelecek bakmak için?" diye sordum.

"Yok abim, yarın gündüzden gelecek. Ben de gelirim yanında zaten." Bugün de salondaki yatak yolu göründü bana.

"Sıkıldım ben, film izleyelim." İzlediği dizinin saçmalığına o da katlanamamıştı herhâlde ya da ilgi çekmeye çalışıyordu.

Seda'nın huysuzluk etmeye başlaması demek, abimin ilgisini kendinde istemesi demekti. Abimle onun yanında konuşmak bile zordu bazen.

"Mısır patlatırım ben, siz filmi seçin," dedim onları baş başa bırakarak. Yoksa sürekli huysuzluk çıkartacaktı.

Mutfağa geçip çay suyu koydum ve mısır patlayana kadar oyalandım. Çayı da demleyip telefona arkadaşlarımdan gelen birkaç mesajı cevapladım. Seda ile olan durumumuzu bildikleri için hâlâ sağ olup olmadığımı soruyorlardı. Gülerek yaşıyorum ama fazla uzun sürmez, yazdım. Telefonumu cebime koyup işime veri döndüm. Mısır kâselerini de hazırlayıp çayları doldurdum. Tepsiyle içeri girdiğimde Seda bana baktı.

"Gamze gel gel, fal kapattım sana."

Yine ne işler karıştırıyorsun Seda? Fala inanma, falsız da kalma demişler. İnanmasam bile kızlarla eğlencesine atıp tutardık ama Seda'nın bu sevecen tavrı şüphe inandırmadı değil. Kahve fincanımı ben kapatmamıştım ama Seda kapatmıştı anlaşılan. Mısır kâselerini ve çayları küçük sehpalara yerleştirip oturdum tekli koltuğa.

"Ne diyormuş falda, KPSS görünüyor mu bu sene bana?" dedim gülerek.

"Bir tane uygulama var ona gönderdim, şimdi gelir." Seda cümlesini bitirdiği anda mesaj geldi telefonuna. Açıp hemen baktı gülerek. Abim başını olumsuz anlamda sallayıp filme geri döndü.

"KPSS yok ama üç vakte kadar koca görünüyor sana," dedi Seda.

4)

"Hiç güleceğim yoktu yenge. Dalga geçme, kim ne yapsın beni?" Güzel kız sayılırdım ama tuhaflıklarım ve üstüne eklenen sakarlıklarımla hayallerin gelini değildim. Kendimi de biliyordum sonuçta.

"İlahi Gamze, orasını biz de biliyoruz. Ben falın yalancısıyım," dedi Seda bana laf sokmanın verdiği gülümsemeyle.

Aynaya bile baksa aramızdaki farkı görecekti ama işte kendine bile kör olmuştu. Sen bile koca bulduysan ben sokağa çıksam başıma koca yağar demek vardı ama diyemedim, abim vardı, kısaca yemedi demek.

"Neyse, al da kendin oku," dedi telefonu bana uzatırken. Ben de merak etmiştim, uzanıp telefonu aldım elinden. Ekrandaki yazıları sesli bir şekilde okumaya başladım.

"Merhaba Gamze Hanım, öncelikle hoş geldiniz. Falınız da gördüğümüz at size kısmeti sembolize etmiş. Yakınlarda bir yerde sizin için aşk kapıyı kıracak." Çalacak değil miydi o ya, diye düşündüm. "Evet evet, yanlış okumadınız, kıracak." Sen benimle mi konuşuyorsun?

"Hayır, sadece ne kadar malsın onu kontrol ediyorum. Gelmişsin yirmi beş yaşına halen koca umudun var." Sinirle Seda'ya baktım. Abimin telefonundan mesajı yazmış ve abimin ismini de rehbere falcı diye kaydedip kendine göndermişti mesajı. Telefonu alıp sehpaya bıraktım.

"Seda dalga geçmesene kızla," dedi abim korumacı ses tonuyla.

"Şaka yaptım hayatım," dedi gözlerini kırpıştırıp tatlı olmayı umduğu ama benim gözümde orangutan tatlılığına sahip sevgili yengem. Hatta orangutan bir tık, ne biri beş tık daha öndeydi.

Seda'yı sevmemem için bir sürü neden var. Ama sanırım en etkili olanı iki yüzlü olması. Abimin yanında başka davranıyordu, ikimiz olduğumuz zaman başka davranıyordu. Hamilelikten önce de böyleydi, yani hamilelik ile bu durumun hiçbir alakası yoktu. Bir anda size bağırıp çağırabilir, beş dakika sonra hiçbir şey olmamış gibi sizinle konuşabilirdi. Bu dengesizlik çok yorucu bir hâl almaya başlıyordu, özellikle karşı taraf psikolojik olarak yıpranıyordu.

"Önemi yok abi, alıştım ben yengemin kalitesiz şakalarına," dedim umursamayarak.

İşte bu taktik her zaman işe yarıyordu. Onu ne kadar takmaz ve umursamazsam çıldırıyor ve benim bir şey söylememe gerek kalmıyordu. Ben de hakkımı onu görmezden gelerek kullanıyordum. Bozularak filme döndüğünde ben de mısır kâsemi alıp filmi izlemeye başladım. Film ne kadar sıkıcı olursa olsun, Seda'yı dinlemekten iyiydi.

"İyi geceler prensesim," dedi abim film bittiğinde yatmak için kalkarken. Sabah oldukça erken uyandığından erken yatıyordu genelde. Saat de on bir olmuştu.

"Size de iyi geceler," dedim.

Onlar odalarına gidince üstüne yorgan ve yastık koyduğum koltuğa yerleştim. Yorganı iyice üstüme çekerek ısınmaya çalıştım. Telefona kulaklığı takıp müzik açtım. Biraz sosyal medyada gezinip güncel olaylara baktım. Takılara bakarken dikkatimi zümrüt yeşili taşı olan bir kolye çekti. Aklıma Emre'nin gözleri gelmişti.

Onun da gözleri böyle parlak ve yeşildi. Öyle değişik bir tonu vardı ki bakanı sanki girdap gibi içine çekiyordu. Gözlerimi kapattığımda tekrar geldi gözleri aklıma. Yüzünün hiçbir hattı belli olmuyordu kar maskesinden. Abimden yaş olarak küçük olduğunu biliyordum, yirmi yedi yaşındaydı. Abimin daha önce bahsettiği Emre oydu büyük ihtimalle. Gözlerimi açıp kulaklığı çıkarttım ve telefonu kapatıp yattım. Bir süre sonra uyuyakalmıştım.

Sabah Seda ile değil de kendim uyandığım için rahatça uykumu almıştım. Saate baktığımda on olduğunu gördüm. Kalkıp etrafı topladım, çay suyu koydum. Seda hamile olduğu için fazla uyuyor, hemen yoruluyordu. Ben de uyandırmamak için sessizce hallediyordum işimi. Altı aylık hamileydi ve doğuma kadar nasıl burada duracaktım bilmiyordum. Evimi, odamı, ailemi, arkadaşlarımı şimdiden özlemiştim.

Bir kâğıda 'Ekmek almaya gidiyorum' yazıp buzdolabının üstüne yapıştırdım. Kalkar kalkmaz yaptığı ilk iş buzdolabını açmak olduğu için en iyi burada görürdü. Evde olmadığımı anlarsa ilk iş beni değil abimi aramak olurdu. Gamze evde yok demek yerine de Gamze kocaya kaçmış derdi. Ah ah, keşke bu kadar iyi tanımasam Seda'yı.

Montumu giyip bere ve atkımı taktım. Botlarımı da ayağıma geçirip fermuarını çektim. Kapıyı açtığımda buz gibi kış soğuğu yüzüme vurdu. Ankara'nın ayazına alışık olan bana bile işliyordu bu soğuk. Lojmanın içindeki karlar düzenli olarak kürense de lojman dışındaki arazide en az yirmi santim kar vardı. Bizim bulunduğumuz konum dağlık olduğu için kar daha uzun süre kalıcıydı. Yerlerde kalan karlar ise buzlaşmış, her an ayağınızı kaldırabilecek düzeye gelmişti.

Soğukta hızlı adımlarla ekmek büfesine ilerledim. Dünkü askerin yerinde başka biri vardı. Elindeki gazeteye doğru başını eğmiş, dikkatle okuyordu. Başındaki şapkadan yüzü görünmüyordu.

"Merhaba, iki ekmek alacaktım," dedim. Başını kaldırıp bana baktığında ikimizin de şaşkınlıkla gözleri büyüdü.

"Gamze," dedi gülümseyerek.

"İnanamıyorum, ne yapıyorsun burada?" Şaşkınlıkla sorduğumda geç olsa bile ben de gülümsedim. Kerem dudak bükerek cevap verdi.

"Ne yapacağım, askerlik yapıyorum." Sorduğum soruya gülmüştü.

"Abim biliyor mu burada olduğunu?" Abim Kerem'i çok severdi.

"Beni buraya kim aldırdı sanıyorsun?" dedi göz kırparken.

Kerem'in ailesi bizim kiracımızdı, ev alıp taşınana kadar. Alt katımızda oturuyorlardı. Aynı liseye gitmiştik okulun son iki yılı, aynı yaştaydık. Daha sonra Kerem'in ailesi kendi evlerini almışlardı ama çok uzağa gitmemişlerdi. Aynı mahallede oturduğumuz için arada sırada denk gelir, ayaküstü sohbet ederdik. Ailelerimiz ise görüşmeye devam ediyordu halen. Kerem benden biraz uzun, kahverengi saçlı, kahverengi gözlü, yüz hatları yaşına göre oturmuş, oldukça sevecen biriydi.

"Çok sevindim, tabii senin Iğdır'da askerlik yapmana değil, seni gördüğüme." Burada karşılaşmamız oldukça tuhaftı.

"Vatanın her köşesi bizim Gamze. Ama abin sağ olsun yardımcı oluyor yine," dedi gülümseyerek.

"Orası öyle tabii, abim seni çok sever," dedim ben de. Ekmeği poşete koyup bana uzattı. En son görüştüğümüzde Kerem annesini evden almak için gelmişti.

"Artık üç ay boyunca buradayım. Görüşürüz," dedi Kerem. Bir şok daha yaşarken gülümsemekle yetindim.

"Görüşürüz," deyip ekmekleri aldım ve eve doğru ilerledim.

Ülkenin bir ucunda karşılaşmak varmış kaderde. İnsan tesadüfler üzerine kurulmuş bir hayatı yaşıyor bence. Küçük tesadüfler hayatımıza yön verip bizi yol ayrımına sokuyor. Biz de bir yaprak misali kendi rüzgârımızda dönüp duruyoruz.

Emre'nin beni tilkilerden kurtardığı yerden geçerken gülümsedim. Sanırım burayı hep hatırlayacaktım. Eve yaklaştığımda anahtarlarımı cebimden çıkarttım. Abim kendi anahtarını benim için evde bırakıyordu artık.

"Gamze, sen mi geldin?" dedi kapıyı açıp içeri girdiğimde Seda.

"Yok, daha yoldayım, bu gelen hayaletim." Gülerek cevap vermiştim, bir anda mutfaktan çıkıp karşıma dikildi.

"Acıktık biz, ekmeği getir hayalet, sonra gidebilirsin," dedi aç gözlerle elimdeki ekmek poşetine bakarken.

"Tamam, şimdi hallediyorum. Yumurta kaynatalım mı? Hem bebeğe de faydası olur." Ayakkabılarımı çıkartıp montumu askıya astım.

"Olur, rafadan olsun benimki," dedi ve salona gidip televizyonu açtı.

Ben de mutfağa geçip çayı demledim ve kahvaltıyı hazırlamaya başladım. Seda ile sessiz bir kahvaltı yaptık. Seda telefonundan bebek eşyalarına bakarken ben de haberlere falan baktım. Kahvaltımızı yaptıktan sonra mutfağı topladım. Seda salona geçmişti.

İşim bitince mutfaktan yukarı odaya çıktım, dağınık olan valizimi düzenleyip fermuarını kapattım. Abim yanında askerle geleceği için sağda solda bir şey bırakmak istemiyordum. Daha sonra aşağı inip genel olarak evi topladım.

Ev soğuk olmasına rağmen iş yaparken terlediğim için duşa girmek istedim. Üst katta da banyo vardı. Suyu ayarlamak için açtığımda su akmadı. Muslukları kontrol ettiğimde su gelmiyordu. Su mu kesilmişti acaba? Aşağıya inip salonda oturan Seda'ya seslendim.

"Yenge su akmıyor, kesiliyor mu böyle?"

"Yok, donmuştur yine. Hava eksiye düşünce arada donuyor. Demliğin altındaki kaynar suyu al, evin arka tarafında açıkta borular var ona dök açılır. Abin öyle yapıyor," dedi. Bu soğuk havada dışarı çıkmak istemesem de duş almam gerekiyordu. Dediğini yapıp demliğin altını aldım, montumu giydim ve dışarı çıktım. Hava buz gibiydi.

Dikkatli adımlarla arka tarafa ilerlemeye başladım. Açıkta olan iki tane boru hattı vardı, üst kısım evin duvarına doğru giderken alt kısım toprağın içine doğru devam ediyordu. Yerler buz pistinden halliceydi. Tam suyu dökmeye başlamıştım ki orman sınırında gördüğüm köpekler bana doğru koşmaya başladı. Arada belime kadar gelen bir duvar ve bir o kadar da üstünde dikenli tel vardı.

Bu engeller tabii ki havlayan köpeklerden korkmamı engelleyemedi.

"Gamze," diye seslenilmesiyle zaten uçurumun ucunda olan dengem tamamen kayboldu ve yer ayağımın altından kaydı. Elimdeki kaynar su dolu demlik yere düştü. Ben daha yeri boylamadan bir sıcaklık kucaklamıştı bile beni. O kadar tanıdık bir histi ki.

Gözlerimi açtığımda yine o zümrüt yeşili gözler vardı karşımda. Ama bir farkla, yüzü tamamen açıktaydı ve bu onun ne kadar yakışıklı olduğu gerçeğini yüzüme buz gibi havayla birlikte çarpmıştı. Üstleri biraz uzun altları kısa saçları, kahvenin en yumuşak tonuydu. Kirpikleri uzun ve gür, kaşları yay gibi kalın ve siyahtı. Gözleri ise beni ilk başta aldığı girdapta halen etkisini sürdürüyordu. Benim gözlerim gibi onun gözleri de benim üstümdeydi.

"Komutanım!" diye bir ses geldiğinde halen onun kollarındaydım. Tanıdık sesle başımı çevirince Kerem'in sert bir ifadeyle onun bedenime dolanan kollarına baktığını fark ettim.


Oy vermeyi unutmayınız lütfen.

Continue Reading

You'll Also Like

545K 10.4K 21
༺༻ Bütün hakları saklıdır "Ben geldim" Gülümseyerek ve son harfi uzatarak kurduğum cümle ile o da gülümsedi. Sandalyesini biraz masadan geri çekti...
98K 5.2K 20
❝ Konserdeki Sevgilim: Mine, üç ay. Konserdeki Sevgilim: Sadece üç ay çıkıyormuş gibi davranacağız. Konserdeki Sevgilim: O kadar. Siz: Üç ayın sonun...
160K 844 18
Hikayede sık sık +18 ve şiddete yer verilecektir! Yaş sınırını göz önünde bulunduralım.
22.1M 898K 116
İşte oradaydı... Muhtaç olduğum kadın korkuyla bana bakıyordu. Ona biraz daha dokunmazsam sanki ölecektim. Bu hastalıklı duygular beni resmen ele geç...