KOLYE

By denizyolcusu

1.7M 129K 18.4K

"Güneş'in ölmeye başladığı zamanlarda, Dünya'yı başka bir galaksiye taşıyacak güce sahip iki kolye icat edili... More

Uğursuz olayların başladığı gece - 1
Loş odadaki garip tanışma - 2
Kıyamet, Kurtarıcı ve Deniz - 3
Açık kalan pencere - 4
Zifiri karanlık ve hiddetli gözler - 5
Akmayan gözyaşında kaybolan hatıra - 6
Ölüyor olmanın yan etkisi - 7
Başka birinin elleri - 8
İyiyim, iyiyim, iyiyim. - 9
Ölüm ve yaşam arasında - 10
Varis cinayeti - 11
Yaşlı cadının evindeki gizem - 12
Ya hep ya hiç - 13
Adını unutan kız - 14
Aptal. Deli. Anormal. - 15
Perdelerin ardındaki sır - 16
Çocukluk denen krallık - 17
Mezarlık yolunda ayrılık - 18
Ormandaki yabancı - 19
Kırmızı rujlu kadın - 20
Felaket geliyorum demez - 21
Yer altından kaçış - 22
Güç akılda biter - 23
Tecrübesiz adımlar - 24
Kuleye ilk yolculuk - 25
Şeytanların savaşı - 26
Fırtına öncesi sessizlik - 27
Uyku aşktan önce gelir - 28
Dönüm noktası - 29
Erken biten hayaller - 30
Bir adım daha - 31
Okyanustaki yağmur damlası - 32
Nasılsa dönmeyeceksin - 33
Kelebek kanatları - 34
İki kelimelik itiraf - 35
Zaman çarkları - 36
Geleceğe doğru - 37
Kıyamete açılan kapı - 39
Kan rengi - 40
Suyun altındaki el - 41
Eski bir fotoğraf - 42
Bu benim son çırpınışım - 43
Kızılcık şerbeti - 44
Beklenmeyen saldırı - 45
Final - 46
Özel bölüm
Yeni bir hikaye...
Açıklama
Sürpriz yumurta
Yeni hikaye&teşekkür

Bir kaşık sevda - 38

26.3K 2.1K 386
By denizyolcusu

Hayatta değer verdiği tek insanın yok oluşuna engel olamamak gibi bir duyguydu yaşadığı. Beynindeki hücrelerin bir teki bile, gördüklerini anlamlandıramıyordu. Göz bebeklerinde kalan ve silinmeyen son fotoğraf, kırgın bakışlardı.

Kızın parlak ve yoğun duvarın içinde eriyip gidişini izlerken, bedeninin her köşesi bir adet buz kalıbına dönüşmüştü. Gittikçe saydamlaşan duvarın ardında, kendisine doğru koşan iri adamı ve kollarındaki küçük çocuğu hayal meyal seçti. Anlık bir çözülmeyle, ne yapması gerektiğini kavradı ve duvarın titreşimlerine doğru son adımını atmakta olan iri adamla aynı anda, kızın gidişiyle yok olmaya yüz tutmuş enerji duvarından geçti. İki adam ve bir çocuk, kalabalık alışveriş merkezinin ortasında, birbirine çarparak yok oldu.

Evrenin tekilliği, benlik duygusunu yutup, sindirdi.

Işık karanlığa döküldü ve karanlık, ışığı içti.

Deniz, ruhunun evrenden sıyrılıp, zaman deliğine sığındığını hissetti.

Zaman, yokuş aşağı giden freni patlamış bir kamyon kadar hızla aktı ve sonra aniden durdu. İçinde ne varsa, ileri savurdu.

Ruhu bedenine tutunup, dünya gerçekliğine soyunduğunda, hissettiği ilk şey, rüzgarın saçlarında dans edişiydi.

Gözlerini açtı. Batmak üzere olan güneş, gökyüzünü koyu maviye boyamıştı. Sonu görünmeyen bir açıklıkta olduğu halde, aldığı nefes, geçmişte aldığı nefese göre çok daha boğuktu. Ciğerleri sızladı. Aklı, yeni doğmuş bir çocuk gibi, saniyelik bir hızla, yaşamına dair her şeyi yeniden hatırladı. Unuttuğu bir şey vardı. Saniyenin son kırıntısında, kızın yüzü yeniden gözlerine düştü. Kesik bir nefes alarak sarsıldı ve başını kaldırıp etrafına baktı. Uzaklardaki ormandan, tanıdık yürüyüşüyle iri bir adam, kucağında küçük bir çocukla kendisine doğru geliyordu. Tutuk kaslarını zorlayarak ilerledi, açıklığın ormana yakın sınırında yabancıyla yüz yüze geldi. Adamın gözlerindeki şaşkın tonu okuduğunda, onun da geleceğe henüz döndüğünü kavradı.

"Hira?" dedi kelimeyi ağzından zorlukla dökerek.

Adam, açıklığı keskin gözleriyle taradı. Deniz, içinde yükselen paniği bastırmaya çalışarak derin bir nefes aldı. Kız yoktu. Geçmişte onu yalnız bıraktığında, kız da böylesine çaresiz hissetmiş miydi? Ona söylediği son sözleri düşünürken, içi pişmanlıkla ezildi. Nasıl bu kadar hafife alabilmişti? Başını iki yana sallayarak, düşüncelerini dağıtmaya çalıştı. Şimdi sırası değildi. Pes etmenin ya da pişmanlıkla sızlanmanın zamanı değildi.

"Bizden yaklaşık iki üç saniye önce duvardan geçti." dedi yabancı kontrollü bir sesle. Ancak gözlerinde, gizlenmiş bir endişe belli belirsiz okunabiliyordu. "Daha önce dönmüş olmalı. Ama iki üç saniyenin, zaman delikleri için ne kadarlık bir süre ifade ettiğini bilmiyorum. Belki bir iki gün belki de daha az."

Emin değildi. Küçük çocuğun boynuna oturmasını sağladı, ayaklarını omuzlarından aşağı sarkıttı. Böylelikle iki eli serbest kaldı. Çocuğun bakışları korkuluydu ama ağlayamayacak kadar şaşkın görünüyordu.

"Kuleyi çevreleyen ormanın bitimindeki açıklıktayız." diye devam etti adam, ormana doğru yönelirken. Daha çok kendi kendine konuşur gibiydi. "Hira, bizden önce bu açıklığa düştüyse, nereye gitmiş olabilir? Bir fikrin var mı?"

Deniz, açıklıktaki çamura gömülen siyah botlarını kaldırıp, güçlükle bir iki adım attı. Ellerini saçlarının arasından geçirip, toparlanmaya çalıştı. Kendine geldiğinde, adamın arkasından daha güçlü adımlarla yürümeye başladı.

"Bilmiyorum." dedi. Bakışları, ışığın çekilmeye başladığı ormandaydı. Kızla birlikte ormandaki tedirgin yürüyüşlerini ve toplu taşıma trenine gidişlerini hatırladı. Daha dün gibiydi. Yutkundu. "Kötü bir fikirdi." dedi. "Hira'nın, bunu sessizce kabullenecek biri olmadığını söylemiştim."

Adam durdu ve arkasını dönüp, Deniz'in sıkıntıyla çökmüş yüzüne baktı. İtiraz edecek gibiydi ama vazgeçti.

"Yanıldım." dedi sadece, üzgün bir sesle. "Bir kez daha."

Uzaktan gelen kuş sesleri, pişmanlığın sebep olduğu sessiz boşluğu dolduruyordu. "Bu kadar ileri gidebileceğini düşünmemiştim."

Deniz'e bakarken, isabetli bir yumruk yemeyi bekler gibi bir ifadesi vardı. Deniz, adama duygusuz ve sert bir yüzle karşılık verdi ve açıklıkta yürümeye devam etti. Birkaç saniye sonra, adamın da peşinden geldiğini duydu.

"Ormandan geçip, kuleye gitmeye karar vermiş olabilir." dedi güvensiz bir sesle. "Trenleri tercih edeceğini sanmıyorum. Toplu mezarlıktan korkuyor ve...trenle ilgili pek iyi hatıraları yok."

"Öyle olmasını umalım." dedi yabancı kısaca. "Eğer haklıysan, orman, tek başına bir kız için güvenli değil. Acele etsek iyi olur."

Deniz, adımlarını hızlandırdı ve gökyüzünü kapatan devasa uzunluktaki ağaçların arasından, ormana girdi. Açıklıktaki şiddetli rüzgar, ağaçların güçlü bedenleriyle birlikte etkisini kaybetmişti ne var ki havanın soğukluğu artmıştı. Ayaz, dudaklarını ve yanaklarını, ceplerinden çıkardığı ellerini uyuşturuyordu.

Kız, eğer ormandaysa, üşüyor muydu?

"Kaç yılındayız?" diye mırıldandı. Aslında umrunda bile değildi. Kafasını esir eden endişeleri dağıtmaya çalışıyordu.

"Kule'ye varana dek tahminde bulunmam mümkün değil." dedi yabancı. Sesi sert ve düşünceliydi. Kaşları, alışıldık bir tablo olduğu üzere, çatılmıştı. Boynunda oturan çocuk, küçük ellerini, yabancının kısa saçlarının üzerine yerleştirmişti.

"Hava çok soğuk." diye cevap verdi Deniz. Yabancı, kısık ve anladığını belirtircesine bir sesle,

"Biliyorum." diye mırıldandı. İkisinin de aklında, üzerindeki paltoyu bin yıl öncesindeki bir lokantada unutup, üzerinde ince bir elbiseyle duvardan geçip giden kız vardı.

"Böyle olmayacak." dedi Deniz, birkaç saniye sonra. Sesi belli belirsiz titriyordu. Ormanda geçirdiği her dakika, onu çaresizliğe sürüklüyordu. "Dağılıp, arayalım."

Yabancı, fikri kısa bir süre için değerlendirdikten sonra, başını evet anlamında salladı. "Ormanın kuleye yakın sınırında buluşalım." dedi. "En geç sabaha kadar orada olmaya çalış. Geceyi geçirebileceğimiz bir kulübe göreceksin. Yani eğer, kulübenin yapıldığı yılı geçtiysek."

Deniz, sabırsızlıkla başını salladı ve batıya yönelip, yüksek servilerin arasından geçti, ormanın karanlığında kayboldu. Işığın olmayışı, işleri oldukça zorlaştırıyordu. Batmak üzere olan güneşten geriye kalan son kırıntılar, ağaçların arasında can bulamıyordu. Uzunca bir süre göremediği taşlar yüzünden tökezleyerek, kör gözlerle ilerledi. Görünmez baykuşların çıkardığı tekinsiz uğultular ve kendi düzensiz nefesi dışında duyulabilen tek ses yoktu. Dakikalar sonra, sağındaki çalılıkların ardında ufak bir çıtırtı duydu. Soğuk içine dolarken, karanlık çalılığa doğru bir adım attı. Ormana ait herhangi bir hayvan, çıtırtının kaynağı olabilirdi. Yine de, çalılığın etrafından dolaşırken duyduğu hafif inilti, içinin ümitle taşmasına neden olmuştu. Çalılığın arkasına vardığında, otların arasındaki karanlık bedeni fark edebilmesi için birkaç saniye geçmesi gerekti. Sonra yavaşça yaklaşıp, arkası dönük bedeni kendine çevirdi. Karanlığa doğru, bu kez daha belirgin, hafif bir inilti yükseldi. Kollarında tuttuğu beden zayıf bir kadına aitti ama ışığın yokluğu, yüzünü seçebilmesini imkansız kılıyordu.

"Hira?" dedi tereddütle. Cevap alamayınca, bedeni tutup kollarına aldı. Kızın üzerinde dizlerine kadar inen ince bir elbise vardı. Dokunduğu her yer; kızın bacakları, elleri, yüzü buz kadar soğuktu. Üzerindeki boyunlu ceketi çıkarıp, kıza giydirdi. Kız güçsüzce öksürdüğünde,

"Hira?" dedi tekrar.

"Deniz." diye güçsüzce mırıldandığında,

"Benim." dedi. Utanmasa, uzun zaman sonra ilk kez, ağlayacaktı. "Benim, yanındayım." dedi tekrar. Kızı kollarında daha sıkı sarıp, ayağa kalktı.

Sonrasında geçirdiği bir iki saat, havale geçiren birine ait anılar kadar silik, bölük pörçük ve dağınıktı. Aklına zamk gibi yapışan ve çıkmayan tek düşünce, kızı kulübeye götürüp, ısıtmak ve kendine getirmekti. Kollarına değen çıplak bacakların soğukluğu, içine işliyor, sistemini bozuyordu.

Birkaç kez, ormanın içinde duyduğu garip sesler yüzünden yavaşlaması dışında hızını azaltmadan yürüdü. Kuleden gelen zayıf ışıklar, ağaçların arasından süzülmeye başladığında, sınıra yaklaştığını anlamakta gecikmedi.

Zayıf ışığın altında, kızın yüzünü artık seçebiliyordu. Kaşının üzerinde ufak bir çizik vardı, yüzü her zamankinden çok daha beyazdı, dudakları belli belirsiz morarmıştı ve güçlükle nefes alıp verebiliyordu.

Uzun bir süre, küfür etmemek için kendini zor tutarak, yabancının bahsettiği kulübeyi aradı. Nihayet bulduğunda, aradan saatler geçmiş gibi hissediyordu. Boş gibi görünen kulübenin kapısını aralayıp, içeri girdi. Işıkları açtı. İçeride küçük bir şömine, eski ve ince bir kilimden başka hiçbir şey yoktu. Yabancı ve çocuk daha dönmemiş olmalıydı. Ateş yakması gerektiğini biliyordu ama kızı kulübede tek başına bırakmak doğru gelmiyordu. Şöminenin yanına, duvara yaslanıp, kollarındaki bedeni bir kez olsun bırakmadan, kızın başını omzuna yasladı. Eski kilimi çekip, çıplak ve soğuk bacaklarının üzerine örttü. Kız bir kez daha güçsüzce inledi. Deniz, onu rahatlatacak bir şeyler söylemek istiyor, ama ağzından tek bir kelime dahi çıkaramıyordu. Boğazı düğümlenmişti. Kızın saçlarını hafifçe okşamaya başladı. Elinden gelenin hepsi buydu.

"Daha çok çalışırım..." dedi mırıltıyla kız. Sayıklıyordu. Kelimeleri, güçsüzce birbirine dolanıyordu. "Özür dilerim...efendim..." Alnı, soğuk tenine rağmen ter içinde kalmış, saç dipleri ıslanmıştı. Birkaç kez öksürdü. Deniz, gözlerini, kızın yanıklarla dolu ellerine dikmiş, sessizleşmişti. Parmaklarını, yanık izlerinde dolaştırdı. Daha önce bir kez bile fark etmemişti. Kızın elini tutup, dudaklarına götürdü, yanık izlerini hafifçe öptü.

"Sana nasıl yaptım bunu?" diye fısıldadı. Sesi çatlamıştı. Hayatında, kendinden ölesiye nefret ettiği pek çok zaman olmuştu. Fakat hiçbir vakit, bu kadar ciddi ve geri dönülmez bir nefret hissetmemişti. Parmaklarını, kızın parmaklarına doladı, başını duvara sertçe yasladı.

Kız, az öncekine göre çok daha rahat nefes alıp vermeye başlamıştı. Arada sırada, derin ve parçalanırcasına iç çekiyor sonra yine sessizleşiyordu. Gece boyunca, birkaç kez daha ağlayarak sayıkladığı oldu ama ne dediği anlaşılmıyordu. Deniz, gözünü kırpmadan kızın saçlarını okşamaya devam etti. Kelimeleri, uzun bir yolculuğa çıkmış, onu sessizliğe mahkum etmişti. Kapı açıldığında, başını kaldırıp, içeri giren yabancıya ve onun kollarında uyuya kalmış küçük çocuğa baktı. Adam, kızı gördüğünde bariz bir şekilde rahatlayarak derin bir nefes verdi,

"Buldun demek." dedi. Çocuğu tahta zeminin üzerine yavaşça yatırıp, yaklaştı. Gözleri, kızın hastalıklı yüzünde dolaştı. Deniz, hiç ses etmeden, boş gözlerle karşı duvara bakıyor, bir yandan da kucağında yatan kızın saçlarını okşamaya devam ediyordu. Adam, sonunda sessizliği bozup,

"Ben ateş yakayım." dedi. "Odun toplayıp geliyorum."

Cevap beklemeden kapıya yöneldi, pencerenin kenarındaki baltayı eline aldı, dışarı çıktı. Dakikalar sonra, uzaklarda bir yerden, odunların baltayla buluştuğuna dair parçalanma sesleri gelmeye başladı.

Hira, sesleri belli belirsiz duyabiliyordu. Parçalanan seslerin, kalbinden geldiğine dair güçlü bir sanrının içinde yüzüyordu. Dişlerini ve parmaklarını sıktığının farkında değildi. Saçlarında durmaksızın devam eden okşayış, onu sanrıdan çekip gerçekliğe itmeye çalışıyordu. Gözlerini araladığında, tanıdık ve huzur veren bir yüz gördü. Başka bir rüyanın içindeydi belki. Yine de güzel bir rüyaydı. Kırılmış ruhu müsaade etse, gülümseyebilirdi. Siyah gözler, aralanan gözleriyle buluştuğunda, donup kaldı. Rüyada olmadığını da o zaman anladı. Rüyalar, canını bu kadar acıtmazdı. Gerçekliğe, gözlerini kapadı. Görmeyince, belki de görmezden gelince, her şey çok daha kolaydı. Kulübenin kapısı gıcırdayarak açıldı. Birkaç dakika sonra tam arkasından, şömineye yığılan odunların sesini duydu. Adamın homurdanarak ateş yakmaya çalıştığı birkaç uzun dakika boyunca sessizlik oldu.

"Kendine geldi mi?" dedi yabancı. Deniz tereddütle,

"Bilmiyorum." diye mırıldandı. Sesinden, kızın uyanık olduğunu bildiği fazlasıyla belli oluyordu.

"Şöminenin önüne getir." dedi yabancı cevap olarak. Kızın üzerindeki kilimi çekip, şöminenin önüne serdi. Ayağa kalkıp, tahta zemine yatırdığı çocuğu kucakladı, kilimin bir köşesine yatırdı. Deniz, içinde fırtınalar koparan bir bekleyiş sonunda, kızı kilimin diğer köşesine yatırdı. Ayaklarını toplayıp, gözlerini kızdan ayırmadan şöminenin karşısına, yabancının yanına oturdu.

"Kulübeyi Hira'nın kuleye gelişinden belki bir hafta önce yapmıştık." dedi yabancı, ateşi izlerken. "Son zamanlarda ormanda eşkıyalar dolaşır olmuştu, önlem almaya karar vermiştik, uygulamayı hayata geçiremesek de durum buydu." diye açıkladı.

Deniz yutkundu ve kelimelerini, boğazındaki düğümden atlatmaya çalıştı.

"Yani?" diyebildi. Sesi sert ve duygusuzdu.

"Yani dönüştürücünün çalıştığı güne kadar en fazla iki haftamız var."

Deniz cevap vermedi, kendini kilim ile tahta zemin arasında bir yere bıraktı. Hira'nın tam arkasındaydı. Ateşin çıtırtıları, kızın kesikleşmiş nefesine karışıyordu. Kolunu beline atsa, kıza sarılıp uyuyabilirdi. Ama yapmadı, pişmanlığı ve kendine olan nefreti, ona dokunabilme özgürlüğüne yasak getirmişti.

Gözlerini kapattı ve belki bininci kez bu saçma rüyadan uyanabileceğini ümit ederek uykuya dalmaya çalıştı. Kendinden geçmeden hemen önce, yabancının horultuları, gecenin sessizliğinde yankılanmaya çoktan başlamıştı.

Hira içeri dolan sabah ışığının altında gözlerini açtığında, üzerinden kamyon geçmiş gibi yorgun ve bitkin hissediyordu. Deniz'in nefesi, yüzünde dolaşacak kadar yakındaydı.

Başını kaldırdığında, yüzünde endişeli bir ifadeyle uyuduğunu gördü. Kaşlarının ortasında, insanda onları düzeltme isteği uyandıran, iki derin çizgi oluşmuştu. İçinde öfkeye dair en ufak bir izin kalmamış olması garipti. Ona bakarken duyduğu tek şey, ölümcül bir kırgınlıktı. Ses çıkarmadan doğruldu, yabancı ve küçük çocuğun da hala uyumakta olduğunu gördü. Kendine itiraf edemese de burada, yanında oldukları için hissettiği rahatlığın ifadesi mümkün değildi. Onlar olmadan geçirdiği iki gün, hatırlamaktan kaçındığı bir kabustan farksızdı.

Her şeye rağmen, kırgınlığın gölgesinde yanmaya devam ediyordu. Ayağa kalktı, kapıya kadar sessizce yürüdü, dışarı çıktı. Gecenin soğuk havasından eser kalmamış, etrafa boğucu bir sıcak çökmüştü. Günlerden yazdı. Yine de güneş, geçmişin aksine, soluk ve cansızdı. Yabancının dün gece odun kırdığını tahmin ettiği noktaya kadar yürüdü, toprağa devrilmiş bir ağaç gövdesinin üzerine oturdu. Ellerini, dizlerinin üzerine yerleştirdi.

Çok uzaklarda, sık ağaçların ardında, kuleyi görebiliyordu.

Hareketsizlik, bir çeşit ilaç gibi, yaşadıklarını sindirebilmesine yardımcı oluyordu. Uzun süre, arkasında tanıdık ayak sesleri duyana dek, hiç hareket etmeden oturdu. Kim olduğunu biliyordu. Ayak sesleri, tam arkasında tereddütle durduğunda, ormanın sessizliğini delerek,

"Arkada bırakılmak nasılmış, gör istedim." diye mırıldandı. Sesi ilgisiz ve boştu. Kırgınlığını bastırmayı ve duyduğu rahatlığı gizlemeyi başarmıştı. Deniz, yavaş adımlarla dolaşıp, tam yanına, devrilmiş kütüğün üzerine oturdu. Başını çevirip, Deniz'in üzgün ve düşünceli yüzüne baktı. Yine de iyi ki geldin, demek istedi ama sadece sustu. Yutkundu. Söylemezse, eğer bir kez daha içinden gelenleri baskılarsa, boğulup gidecekti.

"Yine de iyi ki geldin." dedi kısık sesle. Sesi titredi. Ağlıyorsa da farkında değildi. "Sana kızmalıyım, öfkeyle bağırıp çağırmalıyım, belki çekip gitmeliyim, biliyorum...Neden bu kadar aptalım? Beni kolayca bırakmaya karar verdiğin gibi, neden bırakamıyorum seni?" Bir kez daha sustu ve bakışlarını gökyüzüne çevirip, daha net bir sesle devam etti. "Bu dünyada sevmekten daha zor bir şey varsa, o da daha çok sevmek." diye mırıldandı. "Hep bundan."

Deniz'in bakışları titredi. Uzanıp, yanında titreyerek, sarsılarak konuşmaya çalışan kızı kolundan yavaşça tuttu, kendine çekti.

"Kolayca..." dedi gözlerini, kızın gözlerinden ayırmadan. Öfkelenmiş miydi? "Kolayca bırakmaya karar verdim, öyle mi?"

"Evet, kolayca." diye fısıldadı.

Gözlerindeki iki koca boşlukla bakmaya devam etti. Deniz'in gözlerinde yanmaya başlayan ateşin altında kavruluyordu.

"Daha çok seviyorsan, o zaman hadi affet beni." diye devam etti genç adam, duygusuzca. Emreder ve meydan okur ses tonunun altında ümit ve çaresizlik gizliydi. Hira, dudaklarını ısırdı sonra gözlerini bir kez olsun kaçırmadan,

"Affettim." dedi boş bir sesle. Gözlerindeki kırgınlık ikiye katlanıyor, bütün vücuduna yayılıyordu ama bütün bunları bastırıp, meydan okuyarak, tekrar ve tekrar,

"Affettim." dedi. Daha önce dünya üzerindeki hiç kimse, affetmek kelimesine böyle bir tacizde bulunmuş olamazdı. Kelimenin içini boşaltıyor, sahip olduğu tüm kırgınlığı içine boşaltıyordu. Deniz'in gözlerindeki siyahi karanlık her defasında mümkünmüş gibi daha da koyulaşıyordu.

"Artık sana dokunabilirim." dedi sakince. Sonra uzanıp, kızı dudaklarından öptü. Birkaç saniyeden daha uzun değildi, kızın ellerini sakince bıraktı, geri çekildi, ayağa kalkıp ardına bir kez olsun bakmadan uzaklaştı. Siyah botlarının, yere dökülmüş yaprakların üzerine bastığında çıkardığı hışırtılı sesler, birkaç dakika sonra duyulmaz oldu.

Hira, yok edici sessizlikte, aralarındaki bağlardan birinin, acıtarak koptuğunu hissetti. Tamiri mümkün müydü? Hiç durmadan kanıyordu.

Kırgınlığın, öfkeden daha yıkıcı olabileceğini daha yeni anlıyordu.

Aklında geçmişten kalma kısacık bir dize, dönüp duruyor, başka bir düşünceyi sınırlarına sokmuyordu.

Okyanusta ölmez de insan, gider bir kaşık sevdada boğulur.*

***

Karanlığın düştüğü vakitlerde, hala kulübeye girmemiş, ağaçların arasındaki otların üzerine uzanmış, yıldızları ve dolunayı izliyordu. Arada sırada, kulübeden kısık sesler duyduğu oluyor fakat söylenenleri anlayamıyordu. Yabancı, gün boyunca birkaç kez dışarı çıkmış, kule nöbetçilerini gizlice izlemiş, sonra kimseyle paylaşmadığı çıkarımlar yaparak, kulübeye geri dönmüştü. Deniz'i, sabah saatlerinden sonra bir daha hiç görmemişti.

Dolunayı izlerken, bulunduğu yerden uzakta, ağaçların arasında ayak sesleri duydu. Nefesini tutarak hafifçe doğruldu ve otların arasından ormanı izledi. Bu kadar çabuk görebilmeyi beklemiyordu ama, kuleden gelen zayıf ışıkta, tanıdık bir silüetin ilerlediğini açık ve net olarak seçebilmişti. Bir an için, Deniz'in onun fark etmediği bir vakitte dışarı çıktığını sandı ama daha uzakta, ormanın açıklığında gökarabadan yansıyan mavi ışığa baktığında, neyle karşı karşıya olduğunun farkına vardı. Sessizce doğruldu ve emekleyerek, Deniz'le birlikte ilerlemeye başladı. Karanlık silüet, ormanın sınırına dek yürüdü ve kuleye ait açıklığın sınırlarına girdi. Kulenin nöbetçileri, Deniz'in bulunduğu yere doğru ilerlerken, ellerini birbirine kenetlemiş, dudaklarını fark etmeden sıkmaya başlamıştı. Aralarında, bulunduğu yerden duyamadığı öfkeli konuşmalar oldu. Birkaç dakika sonra konuşmalar, bağrışmalara; bağrışmalar, itip kakışlara dönüştü. Maskeli yabancının, kuleden çıktığını ve geniş adımlarla açıklığa ilerlediğini seçer gibi oldu. Köpeklerin uğultusu, gecenin sessizliğini delmeye başladığında, bu günü hatırlıyorum, diye düşündü. Kuleye sızıp, efendinin en üst kattaki odasına girse, kendisiyle karşılaşacağını biliyordu. Bu, hayatı boyunca yaşadığı en garip histi. Köpek havlamaları, iyiden iyiye arttığında, arkasındaki kulübeden iki adamın çıktığını ve yanına doğru geldiklerini duydu. Arkasına dönüp bakmadı.

"Neler oluyor?" dedi yabancı. Kızın bulunduğu noktaya gelip, açıklığı keskin gözleriyle taradı ve birkaç saniye sonra, anladığına dair belli belirsiz bir homurtu çıkardı. Açıklıktaki Deniz, bilerek serbest bırakılan köpeklerden birinin bacağını ısırmasıyla, geceyi çınlatan bir haykırış kopardı. Hira, aynı anda gözlerini sımsıkı yumdu, köpeğin bu kadar vahşice ısırdığını hiç düşünmemişti. Gözlerini, kulenin kapısına dikti. Daha önce izlediği bir filmi tekrar izliyormuş gibi hissediyordu. Buralarda bir yerde, dışarı çıkıp, açıklığa doğru koşmalı ve Deniz'i kurtarmalıydı. Ama hiçbir hareketlilik yoktu. Bir anlık bir dehşetle ayağa kalktı ve diğer iki adamın belirsiz bakışlarıyla karşılaştı. Hiç ses etmeden, sakin tutmaya çalıştığı adımlarla kulübeye yürüdü. Peşinden gelmediklerinde rahatladı. Odaya girdiğinde, küçük çocuk ateşin önünde yabancının onun için yaptığı küçük tahtalarla oynuyordu. Hira, yanına oturup, çocuğun saçlarını okşadı. Çocuk, Hira'ya bakarken temkinliydi. Kızın içi vicdan azabıyla doldu.

"Bana yardım eder misin?" dedi. "Sana ihtiyacım var."

Çocuk başını evet anlamında salladığında, kızın kucağına tırmandı. Hira, sessizce kulübenin kapısını açtı ve hala açıklığı izleyen adamlara fark ettirmeden, ormanın diğer uç sınırına yürümeye başladı. Sesinin duyulmayacağı kadar uzaklaştığına emin olduktan sonra,

"Deniz." dedi çocuğa sevecen bir sesle. Çocuğun kolundaki mavi boncuklu bilekliği çıkartıp, ipini kopardı. Boncukları elinde sımsıkı tuttu. "Şimdi karışık bir yere gireceğiz. Bana çok benzeyen birini göreceksin, o ablayı dışarı çıkarabilir misin?" Çocuk, anlaşılmaz bakışlarla dağılmış bilekliğine bakıyordu.

"Boncukları takip ederek." dedi kız. "Olur mu?" Sesi yalvarır gibiydi. Deniz, hiçbir şey söylemeden, başını kızın göğsüne yasladı. Bu hareketi büyük ihtimalle, olmaz ama ne yapalım başa gelen çekilir, demek oluyordu. Nöbetçilerin tamamı, açıklıktaki ilgi çekici olay yüzünden ilgisini kaybettiğinden, kule kapısına gizlice süzülmesi o kadar da zor olmadı. Kulenin loş koridorlarında ilerledi. Çocuğu kucağından indirdi. Boncukları elinden teker teker bırakarak yürüdü. Ayak sesleri duyduğunda, geçmiş mahkumlara ait zindanlardan birinin karanlığına sessizce süzüldü. Bulunduğu yerden, olanları açık ve net görebiliyordu. Zayıf bir kız, koşarken küçük çocuğa çarptı. Kendisiydi bu. Görünmediğine emin olduktan sonra, nefesini tuttu. Kendine ait olan ses,

"Kayboldum..." dedi dehşetle. "Beni çıkışa götürebilir misin?"

İlk kez karşılaştığı küçük çocuktan yardım istiyordu. Hira, tutulu nefesiyle, kendi bedenini incelerken, geçen bir yılın, onu ne kadar değiştirdiğini yeni fark ediyordu. Baktığı yüzdeki çocuksu hatlar, artık yüzünden silinmişti. Belki biraz da kilo almıştı. Küçük çocuk, neredeyse zıplayarak, geçerken bıraktığı boncukları takip etmeye başladığında, hissettiği rahatlıkla eriyip gidecekti. Kendine ait olan beden, loş koridorda yitip giderken, ayağa kalktı. Ellerindeki tozu silkeledi ve hızlı adımlarla, kendisinin ve küçük çocuğun peşinden sessiz adımlarla ilerledi. Kapıya vardığında, açıklığın ilerisinde, kendisini tutan nöbetçilere tekmeler savuran zayıf kızı görebiliyordu. Sıkı tekmeydi, diye düşündü. Küçük çocuk, eteğinden tutup çekiştirdiğinde, eğilip çocuğu kucağına aldı ve sarıldı.

"Teşekkür ederim." dedi samimiyetle. "İyi ki varsın."

Açıklığı sessizce geçip, ormanın içine dalarken, arada sırada tedirgince geriye bakıyor, takip edilip edilmediğine emin olmaya çalışıyordu. Açıklıktaki sesler ve haykırışlar uzaklaştı. Hira, dakikalar sonra, kulübenin yanına vardığında, yorgun ve uykulu hissediyordu. İlk fark ettiği, yabancının öfkeli bakışları oldu.

"Neredeydin?" dedi sinirle.

Hira, ne cevap vereceğini bilemeyerek duraksadı. Sonunda, sakince,

"Kendime yolu göstermeye gittim." dedi. Bakışlarıyla küçük çocuğu gösterdi. "Geçmişte, kulede gördüğüm çocuk hayali bir arkadaş değildi, Deniz'di. Hatırladın mı? Her şeyin bir açıklaması vardır."

"Bunu yapmadan önce, bize haber veremez miydin?" dedi adam, kulübeye doğru ilerlerken. Uzun zamandır ilk kez bu kadar öfkeli görünüyordu. "Seni ararken, deliye döndük."

Kapıyı sertçe açtı ve çarparak kapattı, kulübenin içinde kayboldu. Hira, ağaçların arasında beliren endişeli başka bir yüzle karşılaştığında, dudaklarını ısırarak bekledi. Deniz'in bakışları, Hira'yı gördüğünde donuklaştı, öldürücü bir sakinlikle yaklaştı, kızın tam dibine geldiğinde durdu. Göz bebekleri öfkeyle yanıyordu.

"Beni kendinle sınama." dedi sert bir sesle. "Bu bizim sonumuz olur."



*Okyanusta ölmez de insan bir kaşık sevdada boğulur/Cemal Süreya










Continue Reading

You'll Also Like

58.5K 2.9K 44
*** "Hayat Mucizelerle Doludur..." Kalp'te umut'la... Bekliyorum; Bir mucize olsun,senin olayım Bir mucize olsun,birbirimizin olalım Bir mucize olsun...
1.3M 122K 150
New York Araştırma Merkezi'nden bir bilim adamı, çok sayıda "Tasarım Bebek" oluşturarak Dünya'nın bundan böyle çok daha yaşanılası, huzur ve refah do...
11.7K 132 12
rośe jisoo'ya zorbalık yaparken ondan hoşlanır ve duygularını daha fazla gizleyemez zorla jisoo ile sevişir....
192K 19K 91
Hikaye tamamlanmıştır.🎈 @otantikkitap bünyesinde artık raflarda! Ön okuma olması açısından ilk altı bölüm bırakılmıştır. Diğer bölümler sözleşme ger...