YAZGI

By degisikruyalar

90.2K 6.8K 2.6K

Asil, Fransa'da yaşayan ünlü bir piyanisttir. Bir gün aralarında derin bir bağ bulunan Aslan'ın ölüm haberini... More

TANITIM
1.BÖLÜM "SEVGİLİ GEÇMİŞ"
2.BÖLÜM "CAN KIRIKLARI"
3.BÖLÜM "BOĞAZDA DÜĞÜMLENEN NEFES"
4.BÖLÜM "KALPTEKİ KURŞUN"
5.BÖLÜM "HATIRLA"
6.BÖLÜM "SÖYLENEN YALANLAR"
7.BÖLÜM "SON SESLENİŞ"
8.BÖLÜM "RUHA SIKILAN KURŞUN"
9.BÖLÜM "NOKTALI VİRGÜL"
10.BÖLÜM "ÇEKİLEN HER TETİK"
11.BÖLÜM "SOĞUK KALPLERİN DOĞURDUĞU OYUNCULAR"
12.BÖLÜM "GEÇMİŞ HİÇ GEÇMEMİŞ"
13.BÖLÜM "AÇILAN KARTLAR"
14.BÖLÜM "VAZGEÇİLMENİN ACISI"
15.BÖLÜM "TEKRAR ETMESİNDEN KORKULAN ACI"
16.BÖLÜM "GÖĞÜSÜNDE UYUTTUĞUN GÜÇ"
17.BÖLÜM "ÖFKEYE HAKİM KALP"
18.BÖLÜM "TUTSAK EDİLEN HAYAT"
19.BÖLÜM "YALAN SONATI"
20.BÖLÜM "ÖLÜM"
21.BÖLÜM "YAZGI" - 1. KİTAP FİNALİ
22.BÖLÜM "YALANLAR VE YALANCILAR"
23.BÖLÜM "YALAN"
24.BÖLÜM "BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ"
25.BÖLÜM "AF VE AŞK"
27.BÖLÜM "ASİL BAĞCI"
28.BÖLÜM "VEDA"
29.BÖLÜM "RESİTAL"
ÖZEL BÖLÜM: KELEBEK
30.BÖLÜM "GÜVEN"
31.BÖLÜM "YALAN VE OYUN"
32.BÖLÜM "YIKIM"
33.BÖLÜM "KİMSE"
34.BÖLÜM "NEPENTHE"
35.BÖLÜM "TERS KÖŞE"
36.BÖLÜM "HAYALLER"
37.BÖLÜM "KESKİN"
38.BÖLÜM "GELECEK"
FİNAL
çalma listesi 🖤
özel bölüm

26.BÖLÜM "HUZUR KOKUSU"

1.3K 126 25
By degisikruyalar

Lütfen oy verip yorum yapmayı unutmayın.

Tiktok: degisikruyalar
Instagram: degisikruyalar
Twitter: degisikruyalar

Sınır geçilmeden yeni bölüm atmayacağım<3

HUZUR KOKUSU

Yaş 16

Çocuklar yetişkinlerden çok daha farklı bakarlar dünyaya. Onlar için hiçbir şey siyah ya da beyaz değildir, grileri vardır küçük çocukların ya da küçük olmayanların. İnsanlar bazı şeyleri siyah ya da beyaz olarak adlandırmaya hayatın sillesini yedikleri ilk an başlar ve grileri yok sayarlar. Hata hatadır, sebebe değil sonuca bakarlar ya da masum masumdur, öncesine bakmazlar.

Yazgı Alabora hayatın sillesini kanından olan ve canından saydığı insanlardan yemiş biri olarak grilerini yok etmişti, hataları görevlerle görmezden gelir, vatanı için karakterinden ödün verirdi ama Yazgı bu kadın değildi. Yıllar içinde sadece birkaç santim daha uzayacağı boya ve asla kısacık kestirmeyi düşünmediği uzun kahverengi saçlara sahip kız çocuğu aslında çocuk olmayı bırakmış ama yetişkinliğe de henüz erişememişti. Lise ikinci sınıf olan Yazgı, ne geçmiş zamanda tanıdığı arkadaşlarından ayrılmış ne de ortamını değiştirmişti. Anaokulundan itibaren babasının seçtiği oldukça başarılı bir kolejde eğitim gören Yazgı, kimi insana göre oldukça şanslı sayılabilirdi ama ne yazıkki her şey para değildi ve kolejde okumak Yazgı'nın umrunda değildi.

Yazgı istediği zaman piyano çalsa yeterdi ve bu maalesef devlet okullarında pek mümkün olmadığı için ortamından oldukça nefret ettiği kolejden ayrılmıyordu. Ortaokulun hemen yanında bulunan lise binasının içindeki müzik odası ortaokuldaki müzik odasından çok daha güzel olduğu için oldukça mutlu olan Yazgı evdeki yalnızlık sebebiyle her zamanki gibi okuldan sonra saatlerce piyano çalıyordu ama bu sefer bu müzik odasında yalnız değildi. Ondan çok daha uzun olan ve bir üst dönemden olduğunu bildiği genç oğlan da liseye başladığından beri çoğu zaman kendisine eşlik ediyordu ama birlikte saatler geçirmelerine rağmen bu iki genç neredeyse hiç konuşmuyor, sohbet etmiyordu.

Saatler birbirini kovalarken Yazgı da kendisine eşlik eden genç oğlanda okuldan sonra etüte kalanların çıkış saatinin geldiğini biliyordu ama bu iki çocuğun biraz daha okulda kalmaya izni vardı. Kemanını kenara bırakıp odadan çıkan genç oğlan kantine gitmiş ve otomattan kendine su aldıktan sonra tekrar müzik odasına ilerlemeye başlamıştı ama önümüze takılan engeller hayatımızın her anında bizi bulabileceği gibi genç oğlanı da akşam üzeri okuduğu okul binasının içinde bulmuştu.

"Ooo," dedi genç oğlanın önünde duran üç çocuktan en kalıplısı alaycı bir şekilde "kimleri görüyorum burada, okulmuzun gayi Ezel."

"Kes sesini." dedi Ezel çatık kaşlarıyla karşısındaki çocuğa bakarken, okuldaki erkeklere göre feminen bir yapısı olduğu doğruydu ama ses tonu her ne kadar etrafındaki çoğu yaşıt hemcinsine göre ince sayılsada asla bir erkeğe göre ince bir sese sahip olduğu söylenemezdi, ayrıca bu ses şarkı söylerken herkesi büyülerdi.

"Kes sesini." diye taklit etti karşısındaki çocuk Ezel'i, sesini incelterek. Kendisininde çok kalın bir sese sahip olduğu söylenemezdi, hatta şimdi bir adım arkasında bekleyen ve kendisine göre daha çelimsiz sayılan arkadaşlarının sesinden ince bir sesi vardı ama her gün her saniye bıkmadan usanmadan bu sesini bilerek kalınlaştırıyordu, bilmediği şey ise hocaları dahil herkesin sesini kalınlaştırdığını bilmesiydi.

"Çocuk musun sen?" diye sordu Ezel yüzünü buruşturarak, karşısındaki çocuk kendisinden bir dönem büyüktü ve bu hareketler tam anlamıyla iyi yetiştirilmemiş küçük çocukların hareketleriydi çünkü her ne kadar büyüyünce karakterimizi kendimiz oluştursakta küçük ilkokul çocuklarının karakterlerindeki zorbalık dürtüsünün büyük suçu onu yetiştiren aileye aitti.

"Ailen sana abilerinle düzgün konuşman gerektiği öğretmendi mi?" diye sordu sinirlendiği belli olan genç çocuk.

"Peki senin ailen," diyen Ezel'in sesi oldukça alaycı çıkmıştı, Ezel bu okuldaki zorbalara karşı her zaman kendine güvenirdi ama bu arkasında birilerinin olmasından kaynaklanmazdı, Ezel'in böyle konularda kendinden başka kimsesi yoktu. Saldırıya asla bir saldırıyla karşılık vermez ve savunmaya geçerdi ama kendini savunamayacağını anladığı ilk an ayaklarını poposuna vura vura kaçar giderdi. Çok çelimsiz sayılmasada böyle durumlarda hep tek başına bir sürü çocukla savaşmak zorunda kalırdı ve yüzü o yıllarda çoğu yaşıtının aksine gururundan daha önemliydi. Fiziksel acı elbet bir gün kaybolurdu ama Ezel bir gün kaybolacağını bildiği acıyı çekmeyi mantıksız bulurdu "sana insanların fiziksel özellikleriyle dalga geçmemen gerektiğini öğretmedi mi?"

Ezel'in saniye süren sözleri üzerine anında sinirden köpüren genç çocuk hızla elini yumruk yaptı ve o yumruğu Ezel'in elmacık kemiğine geçirdi, bir an beklemeden karşısındaki çocuğa karşılık veren Ezel'in ise aklındaki tek düşünce geride bekleyen iki çocuk kavgaya karışmadan önce buradan hemen kaçması gerektiğiydi, şimdi dudağının kenarına yumruk atan çocuğu zor da olsa tek başına halledebilirdi ama üç kişiye karşı asla şansı yoktu ve bunu gayet iyi biliyordu.

Saniyler içinde kavgaya karışan iki çocukla hiç şansının kalmadığını anlayan Ezel acı içinde yerde dayak yerden bir ses duydu ve bu sesin sahibini tanıyarak kendisine lanet etti, uzun süredir birlikte çalıştığı ama neredeyse hiç konuşmadığı bu genç kızın tüm bunlara tanık olmasını istemezdi. Şimdi onu yere yatırıp yumruklayan üç ergen her ne kadar zorba olsalarda bir genç kıza asla şiddet göstermezlerdi, bunu biliyordu.

Onların nefreti sadece kendisi ve kendisinin onlardan olduğunu sandığı kişilere karşıydı.

"Bırakın onu!" diyen bir ses duyan üç zorba çocuk yakalanmanın telaşıyla kafalarını kaldırdılar ve karşılarında onlardan fiziksel olarak güçsüz duran bir genç kızı gördüklerinde alayla gülümsediler.

"Hayırdır Alabora, bu ibneyi korumaya mı geldin? Sen büyüdün de kahraman mı oldun?"

"Soyadımı bilmen hoş," dedi Yazgı yavaş adımlarla onunla konuşan ve dudağı patlamış kaşı yarılmış çocuğa ilerlerken, anlaşılan Ezel fırsat bulunca iyi iş çıkarmıştı "bu soyad seni ne hâle getirir biliyor musun?"

"Bilmiyorum." dedi dikkatini Ezel'den çekip Yazgı'ya odaklanan çocuk, bunu fırsat bilen Ezel ise hızla olduğu yerden doğrulmuş ve içindeki koruma dürtüsüyla Yazgı'nın hemen önüne geçmişti ama onun önüne geçmesine izin vermeyen Yazgı bir adım sağa ve iki adım öne ilerleyerek Ezel'i arkasına aldı.

Ezel o günden sonra hep kendisiyle birlikte savaşacak olan Yazgı'nın varlığıyla hayatına devam etti.

"Bu soyad seni sınır dışı eder ama Yazgı senin işini ülkeden çıkmadan bitirir ve bundan o çok sevgili tatlı kızlara attığın nudeları yaymakla başlar Cihat."

Cihat Aşmaz yutkundu.

Yazgı asla böyle bir şey yapmazdı ama adı üstünde o zorbaların zorbasıydı, sadece zorbalık yapanlara zorbalıkla karşılık verir ve her zorba gibi asla tehditlerini gerçekleştirmezdi.

"Hadi ya?!" dedi Cihat, korkusunu gizlemek adına alayla "Ne yapabilirmiş bu Yazgı bana! Bana bak Yazgı, mahvederim seni. Dua et kızsın."

"Hadi ya!" dedi Yazgı alayla "Kız olmasam ne yapabilirsin, o elin ya da dilin bir daha Ezel'e değsin hayatını kaydırırım senin ve bunu sadece ayıplı görüntülerini herkese yaymakla yapmam seni Güneş'e hasret bırakırım."

"On altı yaşındasın Yazgı, ne anlatıyorsun sen Allah aşkına?" diyen Cihat'ın bu rahat tavrını ayaklar altına seren şey Yazgı'nın o günlük Cihat'a söylediği son cümle olmuştu "Yedi sülalemin kıdemli asker olduğunu bilmemen üzücü."

O gün, orada bir dostluğun ilk adımı atılmış Yazgı ömrü boyunca her zaman Ezel'in yanında olacağının sözünü attığı tek adımla vermişti, Ezel zorbalığa uğrayan bir liseliydi ama bilinenin ve feminen tavırlarının aksine gay değildi. Yazgı ise bunu öğrendiği ilk an dakikalarca hiç durmadan kahkaha atmıştı.

29 Mart 2022'den Devam;

Nefes al ve ver.

Aldığın her nefeste bugününe şükret, yarınını düşle.

Yarınımda umut dolu günler var, bugünüm ise umutsuzluğa bayrak sallamış günleri takip ediyor.

"Cihat." diye fısıldadım hemen yanımdaki Barın dışında kimsenin duyamayacağı kadar kısık bir ses tonuyla. Birkaç adımda tam karşımızda dikilen Cihat'la derin bir nefes aldım.

Şerefsiz, yarım saat sonra gelseydi ne olurdu sanki?

"Yazgı Alabora ve Ezel Tokgöz," dedi Cihat sakin gözlerle beni izlerken "yıllar sonra bile sizi bir arada görmek ne kadar hoş böyle."

"Yıllar sonra bile böyle terbiyesiz olarak kalmış olman ne kadar boktan bir şey böyle." diyen Ezel bir adım önüme geçmiş ve sert sesiyle konuşmuştu "Kaç yaşına gelmişsin hâlâ ilkokul çocuklarının kurduğu cümleleri kuruyorsun."

"Sen de kaç yaşına gelmişsin, hâlâ gay olduğunu ablana söyleyememişsin." diyen Cihat'la bakışlarımı Burcu'nun şokla Ezel'e bakan gözlerine çevirdim, o gözlerde şoktan başka bir duygu yoktu.

"Kes sesini." diye araya girdim bir an olsun beklemeden, Ezel'in hemen yanına geçip ben adımımı attığım anda benimle birlikte adım atan adam ise Barın'dan başkası değildi "Hiçbir şey bildiğin yok, ergenliğini kenara bıraktığında gel öyle konuşalım."

"Bugün bir haber gördüm," dedi sözlerimi önemsemeden "ünlü bir piyanist ölmüş ve ne tesadüf ki o piyanist sana tıpatıp benziyor."

"Gördüğün gibi hayattayım." dedim kaşlarımı kaldırıp alay edercesine.

"Asil Bağcı," dedi bu sefer "tüm okul babanın asker olduğunu bilirdi ama birimiz bile ailenden tek kişiyi görmemiştik. On birinci sınıfta sadece okuldan değil şehirden de gittiğini öğrendik ve bir anda hiç var olmamışsın gibi ortadan kayboldun. Yıllardır ne çeviriyorsun, kimi kandırıyorsun sen Yazgı? Bizimkilerden Asil Bağcı'nın konserlerine gidenler oldu, senin tıpatıp aynın olduğunu söylediler ama asla bunu ispatlayamadılar."

"Hayranım olduğunuzu bilmiyordum Cihat, senin o küçük aklın benim dünyama akıl sır erdiremez. O gün sana ne dediğimi hatırla, seni Güneş'e hasret bırakırım Cihat ve artık bunu yapmam liseli bir kızken yapmamdan daha kolay. Bana ya da Ezel'e bulaşmayacaksınız, ne sen ne de o aptal ergen arkadaşların. Anladın mı beni?"

"Anlamadım," dedi Cihat laubali bir şekilde "tekrar anlatsana."

"Ben sana ebeni anlatacağım şimdi," diyen sert ses gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırmama sebep oldu, bana karşı her zaman oldukça kibar olan Barın'ın küfür etmesi de kaba sözcükler kullanması da her zaman gülmek istememe sebep oluyordu çünkü Barın bana karşı bu kaba ve sinirli tavrını törpülüyordu "ikile."

"Sen kimsin?" dedi Cihat çatık kaşlarıyla Barın'a bakarken.

"Az önce diklendiğin kadının sevgilisi ve seni sevgilisinin istediği üzerine Güneş'e hasret bırakacak olan adamım, başka sorun varsa cevaplayayım."

"Komikmiş." dedi Cihat ve o anda Barın'ın tek bir bakışıyla uzaktan bir şekilde bizi koruyan ve daha önce tesiste gördüğüm askerler Cihat'ın iki yanına geçip elini omuzlarına koyduktan sonra tek kelime etmesine izin vermeden onu yanımızdan sertçe uzaklaştırdılar.

"Bu ne demek oluyor?" diyen Burcu'nun sesi sertti "Gaysin ve ben bunu alakasız bir adamın tekinden mi öğreniyorum Ezel ve siz nasıl önceden arkadaş olabiliyorsunuz?"

"Sonra konuşalım abla." diyen Ezel'in bakışları benim ve Barın'ın arasında mekik dokuyor bir an olsun ablasına bakmıyordu, kalbinde kabuk tutmuş yaralar bir aptalın iki cümlesiyle kanamıştı.

İki çift muhabbet edemediğimiz için hiçbir şey bilmesede Barın'la aramda olanları fark ettiğini biliyordum ve Barın'ın bana karşı ne tepki vereceğini bilmiyor olması onu telaşlandırıyordu ama yine de şu durumda bile Feza'ya katılıyordum.

Benim Ezel'i saklamamla, onların yıllarca Oğuz'u yanıma bir köstebek olarak yerleştirmesi aynı şey değildi, olamazdı.

"Sonra konuşalım Ezel." dedim ve bakışlarımı Ezel'den çekip Barın'ın hiçbir ifade olmayan gözlerine çevirdim "Konuşalım."

Tek kelime etmeyen Barın, elimi sıkıca tutmuş ve benimle birlikte ilerlemeye başlamıştı. Sonunda alışveriş merkezinden çıktığımızda bir caddenin ortasında konuşmak istemediğim için açık otoparka park ettiğimiz arabaya doğru ilerledim ve Barın'ın kilidi açmasıyla ona son kez bakmadan sürücü koltuğuna geçtim, saniyeler sonra yanımdaki yerini alan Barın hiçbir şey söylemeden elindeki anahtarı kontağa takmış ve arkasına yaslanıp emniyet kemerini takmıştı.

Emniyet kemerini taktığını gördüğümde, arabayı çalıştırdım ve saniyler içinde hareket ettirip otoparktan çıktım, yıllarca çocukluğumu geçirdiğim şehirin yolları oldukça değişmiş olsada bir şekilde istediğim yere gidebileceğim yolları biraz da tabelalardan yararlanarak bulmuş ve arabayı ormanlık alanın içine sürmüştüm. Barın'ın bu süre zarfında tek kelime etmemişti ve bu beni geriyordu, adam sabır taşı değildi ve her şeyi sakinlikle karşılayamazdı.

Gözlerimin önüne serilen ev ile arabayı durdurdum ve hiçbir şey söylemeden arabadan inip eve doğru ilerlemeye başladım, burası dağ evi diyemeyeceğim kadar merkeze yakın olsada etrafı ağaçlarla çevrili çok güzel iki katlı bir evdi. Babam uzun süreli görevlerden geldiğinde ve beni yanına aldığında çoğunlukla bu eve gelir ve birlikte vakit geçirirdik. Arkamda duyduğum adım sesleri Barın'ın beni takip ettiğini anlatırken kapının yanındaki kirişlerde parmaklarımı gezdirdim ve boşluğun içinden elime gelen anahtarı oradan çıkardım.

Anahtarlar yardımı ile kilidi açıktan sonra hızla eve girdim ve ayakkabılarımı çıkarıp telefonumun feneri ile kombiye doğru ilerledim, ev buz gibiydi.

Göğem'in bu evi düzenli aralıklarla temizlettiğini tahmin ediyordum ki haklıydım da ev neredeyse hiç kullanılmamasına rağmen oldukça temizdi. Kombiyi, elektrikleri ve suyu açtıktan sonra oturma odasına doğru ilerledim ve Barın'ın koltuklardan birine oturmuş ve başını geriye doğru yaslayıp gözlerini kapatmış bir şekilde beklediğini gördüm. Alışveriş merkezindeki ifadesiz suratının aksine şimdiki sıkıntılı hâli gözleri kapalıyken bile belli oluyordu.

"Barın." dedim güçlü çıkarmaya özen gösterdiğim sesimle, gözlerini açsa da başını yasladığı yerden ayırmadan bana baktı ve "Alın Yazısı," dedi "ne yaptın sen bana böyle?"

"Ne yapmışım ki?"

"Normalde sinirden delireceğim, başkası olsa ortalığı yakıp yıkacağım şeylere tepkisizim. Ben seni yıkamam, sana karşı tek delirmem aşkından olur ve senin en başından beri bilmene rağmen Oğuz mevzusu daha yeni ortaya çıkmışken senden hesap sormayı bile kendime hak görmüyorum. Ben senden hesap soramam ama yalvarırım sen açıkla Yazgı, anlat bana oynadığın bir oyunu daha."

"Ezel benim liseden arkadaşım," diye başladım cümleme tam yanına oturup ona bakarken, başını hâlâ kaldırmamış olsada kafasını çevirmiş ve beni izlemeye başlamıştı "o zorbaların kurbanı ben ise o zorbaların zorbasıydım işte. Biz arkadaş olduktan bir yıl sonra o mezun oldu ben ise bazı sebeplerden dolayı Ankara'ya taşındım, bağımız ise Yazgı'nın öldüğü Asil'in doğduğunu gün koptu. Yıllarca hiç konuşmadık, yıllar sonra ilk defa Burcu'ların evine gittikğimiz gün karşılaştık."

"O anki halleriniz o kadar gariptiki, özellikle Ezel'in kendini toparlayamaması. Hepimiz saniyler içinde bir şeylerden şüphelendik ama sen saniyeler içinde bu şüpheleri yok edecek hamleler yaptın. Bu şüpheler tamamen yok olmasada gerçeğin ortaya çıkacağı günü beklemeye karar verdik çünkü ikinizin bakışlarıda bize ipuçları vermedi, işte o gün bu günmüş Yazgı."

"Söyleyemezdim çünkü kim olduğumu bilmiyordunuz. Yazgı olduğumu öğrendiğiniz andan sonra ise birçok şey oldu ve aklımın ucuna bile gelmedi. Bugün ise Oğuz olayı ortaya çıkmışken sizin hâlâ Ezel'i bilmediğinizi hatırladım, aslında bugün söyleyecektim ama şerefsiz benden önce davrandı."

"Yazgı Alabora," dedi ve başını yasladığı yerden kaldırıp birkaç saniye kararsızca gözlerime baktı "yıllar önce cenazesi olan bir kadın. Onlar senin yani lise arkadaşların, sahte de olsa öldüğünü öğrenmedi mi?"

"Ben ikiyüzlü insanların arasında büyüdüm Barın, ben İstanbul'dan gittikten sonra neden gittiğimi merak eden üç beş kişi vardır. Geri kalan herkes dedikodu peşindedir, ölüm haberim ne Ankara'da ne de İstanbul'da okuduğum okula ulaşmadı çünkü babama bir gün eski hayatıma döneceğimi söyledim. O an buna o kadar inanıyordumki eğer çevremdeki insanlara Yazgı Alabora'nın öldüğünü duyurursa bir daha asla sesimi duyamayacağını söyledim. Babamın benim sesimi duyamaması demek, ölmesi demek Barın. Babam her göreve giderken yanımda can verir, bir ölü gibi acımazca savaşırdı. Babam çocuklarının sesini duymadığı her an bir ölüden farksızdı."

"Ah alnımın yazısı," dedi saniyeler sonra "sen nasıl bu kadar çok sevilirken bu kadar sevgisiz kaldın?"

Sözleri üzerine tek kelime etmezken yavaşça kucağıma doğru eğildi ve başını dizlerimin üstüne koydu, böyle bir hamle beklemediğim için vücudum saniyelik gerilirken saniyeler sonra elim saçlarını bulmuş ve yavaşça saçlarını okşamaya başlamıştım, saçları dümdüzdü.

Asil'in göz yaşları içinde düzleştirilmiş saçlarına benziyordu ama sadece birkaç gün önce aynaya bakarken gördüğüm düz saçların hissettirdiklerinin aksine kalbimin huzurla dolmasına sebep oluyordu. Üç kişilik koltuğun bir kişilik kısmını ben kapladığım için küçük bir çocuk gibi bacaklarını kendisine çekmiş ve gözlerini kapatmıştı.

"Bu ev," dedim dakikalar sonra uymadığının bilinciyle "benim şu hayatta en çok kahkaha attığım ev."

"Huzur kokuyor," diye yanıtladı beni bir an olsun beklemeden "bu evin hissettirdiği en büyük şey huzur."

"Babam uzun süreli görevlere giderdi ve bende bu süre zarfında annemle birlikte iki katlı evlerin olduğu bir mahallede o evlerden birinde kalırdım, zaten o evde büyüdüm ama babam görevden her geldiğinde Aslan ve Mor'la birlikte beni buraya getirir, tatili boyunca hiç bıkmadan bizimle ilgilenirdi. Zaten Aslan ve Göğem yıllardır onun yanında eğitim gördüğü için geceleri benim yanımda uyurdu. Beni çok severdi ama hep ardında bırakırdı."

"Seni seviyorum Yazgı," dedi başını dizlerimin üstünden ayırmadan gözlerime bakarak "ve ben seni ardımda bırakırım Alın Yazısı. Baban ve ben aynı yolun yolcusuyuz, şehadet yemini etmiş askerleriz."

"Vatan her şeyin üstündedir." dedim Barın'ın hemen ardından "Vatan benden üsttür Barın ve bana karşı tercih ettiğin şey vatanımız oldukça ben ağzımı açıp da tek kelime etmem."

"Sana karşı sadece vatanımızı tercih ederim Fındık, ben seni Allah'a emanet eder Allah'a şehadet için yalvarırım."

"Her şeyin şimdiki gibi ilerlemeyeceğini biliyorum Barın, Murat Bağcı bir gün yakalanacak ve uyuşturucu çetesi çökertilip kimyasal silah formülüne ulaşılacak ve sonra Aslan operasyonu sonlanacak. Sen, siz gideceksiniz, babam nasıl gittiyse sende öyle gideceksin ve aylar sonra döneceksin, ben ise bıraktığın yerde aynı hislerle seni bekliyor olacağım."

Sözlerim üzerine başka bir şey söylemeyen Barın bir süre uyumadan öylece odayı izlesede daha sonra dizlerimde uyuyakalmıştı. Pozisyonumdan rahatsız değildim ve sabaha kadar Barın'ı dizlerimde uyutabilirdim.

Birkaç saat sonra gözlerini aralayan Barın saniyeler içinde kendine gelmiş ve başını dizimden kaldırıp oturur pozisyona geldikten sonra "Keşke kaldırsaydın." diye mırıldanmıştı "Kaç saattir o hâlde vücudun tutulmuştur."

"Sorun değil." dedim ayağa kalktığım sırada "Hiçbir yerim tutulmadı. Ne yemek istersin?"

"Dolap dolu mudur ki?" diyen Barın'da benim ardımdan ayağa kalkmış ve benimle birlikte mutfağa doğru ilerlemeye başlamıştı "Göğem asla boş bırakmaz bu evi." dediğim sırada "Banyo nerede?" diye sormasıyla ona banyoyu tarif etmiş ve makarna hazırlamak için ocağa su koymuştum. Asil diye biri ortaya çıkmadan önce İstanbul'dan taşındığım için bu eve yıllardır girmiyordum ama Göğem nadir konuşmalarımızdan birinde bu eve iyi baktığını söylemiş babam ise Göğem ve Aslan'ı ne zaman kaybetse bu evde bulduğunu anlatmıştı. Eğer İstanbul'da en azından Türkiye'de olsaydım benim de her an koşa koşa geleceğim ev bu ev olurdu.

Ev dört duvardan ibaret değildir derler ve bu evi benim evim yapan beton yığınları değil içinde biriktirdiğim anılar.

Makarna pişerken telefonumun çalmasıyla mutfaktan çıkmış ve oturma odasına geçmiştim, gördüğüm manzara ise Barın'ın bu evdeki çerçeveleri izleyen hâlinden başka bir şey değildi.

Odaya geldiğimi gören Barın bakışlarını elindeki çerçeveden çekmeden önce "Ne kadar da tatlısın." dedi yüzündeki gülümseme eşliğinde, yanına gidip elindeki fotoğrafa baktığımda dudaklarımı büzmüş bir şekilde beş yaşındaki hâlimin kameraya poz verdiğini gördüm.

"Ne sandın?" derken sesimden sahte bir alay akıyordu "Şimdi ise tam bir cadısın." derken bakışlarını bana çevirmiş ve kocaman gülümsemişti.

"Sensin cadı!" diye homurdanıp tekrar mutfağa doğru ilerlemeye başladığım sırada beni takip ettiğini biliyordum.

Makarnaların piştiğini görünce hızlıca tabaklara koydum ve tabakları masanın üstünde bıraktım, salçalı makarna yapmıştım ve tadı da gayet güzel olmuştu.

"Oğuz seninle konuşmak istiyor." dedi Barın, bulaşıkları yıkadığı sırada, ben ise ikimize de kahve yapıyordum.

"Ama ben konuşmak istemiyorum canım köstebeğimle." diye yanıtladım Barın'ı alaycı bir ses tonuyla. Oğuz şuan konuşmak istediğim son kişi bile olamazdı, haklı ya da haksız konularına giremezdim çünkü görevdi ama onun görevi olduğumu bilmeme rağmen Oğuz'u sevmiştim, tanıdığım andan itibaren yaptığım tüm gıcıklıkların sebebi köstebek olduğunu bilmeme rağmen onu yakın bir dostum olarak görmekten kendimi alamamamdam kaynaklanıyordu. Yurt dışında işim var diyip de operasyonlara gittiğini biliyordum ama sanki bilmiyormuş gibi her gittiğini söylediği ülkeden özenle sınırlı sayıda parçalar seçip aldırıyor, belki de normal şartlarda asla o kadar para vermeyeceği kadar saçma sapan şeylerin kredi kartı ekstrelerine yansımasına sebep oluyordum.

Barın bulaşıkları yıkandıktan ve bende kahvelerimizi hazırladıktan sonra birlikte az önce oturduğumuz koltuğa geçtik. Az önce çalan telefonum kısa sürede sustuğu için kimin aradığına bakmamıştım ama şimdi hemen elimin altında olan telefonuma baktığımda Ezel'in aradığını gördüm, iki tane de mesaj bırakmıştı.

Ezel: Ablamı sakinleştirdim, Cengiz tek kelime etmiyor.

Ezel: Bir sorun var mı?

Yazgı: Her şey yolunda, ablana her şeyi anlatabilirsin.

Mesajlarına yazdığım yanıtın ardından telefonumu kenara bıraktım ve başımı Barın'ın omzuna yaslayıp kahvemi içmeye devam ettim, birbirimize oynadığımız oyunlar yavaş yavaş ortaya çıkıyordu ve biz böyle anlarda tek kelime edemiyorduk çünkü ikimizde hatalıydık.

Yavaşça mayıştığımı hissettiğim anlarda Barın beni kucağına almış ve koltuğa boylu boyunca uzanıp kafasını saçlarımın arasına gömmüştü ama o tüm bunları yaparken benim o kadar çok uykum vardıki tek kelime edememiştim.

Ne kadar zaman geçti ama derin uykumun dağılmasına sebep olan şey konuşma sesleri olmuştu "Şu hâle bak ya, bi eve adam atmadığın kalmıştı Yazgı." dediğini duydum tanıdık sesim kısıkça.

"Kes sesini Göğem," diyen uyku mahmuru ses başımın üstünden geliyordu "bebeğimi uyandıracaksın."

"Bebeğimi uyindiracaksin." diye taklit etti Göğem olduğunu anladığım ses Barın'ı, sesi incelterek "Bir çarparım Barın bir de yer çarpar."

"Aynen aynen." diyen Barın'ın sesi umursamaz çıkmış ve bu sesler benim uykumun iyice açılmasına sebep olmuştu "Susun." diye homurdanıp başımı iyice Barın'ın göğüsüne gömdüm ve gözlerimi sıkıca kapattım.

"Gençlerde de hiç ahlak âdap kalmamış." dedi Göğem alayla "Sabah oldu Yazgı, in şu herifin kucağından."

"Kes sesini Göğem, abilik mi taslıyorsun?" demem üzerine hiçbir şey söylemeyen Göğem saniyeler içinde duyduğum adım sesleri ile birlikte odadan çıkmıştı.

Kırılmış mıydı?

Umrumda değil.

Beni de çok kırmışlardı.

"Uykum açıldı al işte." diye söylenerek oturur pozisyona geldim ve Barın'ın yüzüne baktım, oturduğum yer koltuk değil Barın'ın bacaklarıydı.

"Günaydın." dedi Barın kısık gözleriyle bana bakarken.

"Günaydın." dedim ve Barın'ın kucağından indim "Saat kaç?"

"Dokuz." dedi Barın yattığı yerden doğrulurken, onu sadece başımla onayladım ve elimi yüzümü yıkadıktan sonra mutfağa girdim, Göğem kahvaltı hazırlıyordu.

"Ooo," dedim yaptığı şeylere bakarak "senin böyle maharetlerin var mıydı?"

"Ne sandın?" derken göz kırpmış ve saniyeler sonra hazırladığı sucuklu yumurtayı tabaklara dağıtıp masaya koymuştu "Fırında ekmek var çıkartır mısın?"

Dediğini yaptıktan sonra sıcak ekmeğin biraz soğumasını bekleyip bize yetecek kadar dilimledim ve poşete koydum "Ekmek nereden çıktı?"

"Son gelişimde bayatlamasın diye buzluğa koymuştum." dediği sırada Barın da yanımıza gelmiş ve saçlarımın arasını öptükten sonra sandalyeye oturmuştu, Göğem ise bu sırada kaşlarını çatarak bizi izlemişti.

Bunu Barın'ın da fark ettiğini bilsem de tek kelime etmedim, yıllarca bana doğru düzgün abilik yapmayan bir adamın karşısında sırf saygıdan sevgilimle uzak duracak değildim. Eğer yapmış olduğu bir abilik olsaydı ona saygı duyabilirdim ama böyle konulardan tek kelime etmeye hakkı yoktu, söylenip dursada onu dinlemeyeceğimi biliyordu.

"Seninkisine zehir kattım." dedi Göğem saniyler sonra hepimiz tabağımızdakileri yemeğe başlamışken.

"Emin ol," dedi Barın "elinden zehir bile yiyebileceğim kişi sen değilsin Göğem."

Bunun üzerine Göğem'in kaşları aynı bir çocuk gibi çatılırken tek kelime etmedi ve hepimiz karnımızı duyurduktan sonra birlikte mutfağı toplayıp evden çıktık.

"Sen niye buraya geldin?" diye sordum Göğem'e arabalara binmeden önce.

"Rahatlamaya ihtiyacım vardı ama sevgilin burada olduğu için pek mümkün olmadı." dedi huysuzca.

"Şimdi dönmek zorunda değilsin." diye alayla konuştu Barın "Hâlâ tek başına huzurun keyfini çıkarabilirsin."

"Bu evde," dedi Göğem "tek başına huzur bulunmaz Barın. Alabora'ların gizli sığınağı tek bir Alabora'yla huzur kokmaz."

Bunun üzerine hiç birimiz tek kelime etmezken arabalarımıza bindik ve Pars'ların tesisine gitmek üzerine yola çıktık, Göğem'in neden Pars'ların tesisine geldiğini bilmiyordum ama eğer kendi tesisine gitmek isteseydi uzun süre önce yolunu değiştirmiş olması gerekirdi, şu aralar kendi mekanından çok Pars'ların yanındaydı.

"Yazgı," dedi Barın yolculuğumuzun sonlanmasına çok uzun süre kalmadığı sıralarda "haddim değil ama merak ettim, yani hiç tahmin etmiyordum. Ezel gerçekten gay mi?" dediğinde kocaman bir kahkaha attım ve bu kahkahamı saniyelerce durduramadım, aklıma Ezel'in aslında gay olmadığını öğrendiğim an gelmişti.

"Barın," dedim sonunda kendimi durdurabildiğimde "Ezel gay değil."

"O Cihat denen herif niye öyle söyledi o zaman?" derken kaşlarını kaldırıldığını gördüm.

"Ezel lisede çok olmasada feminen bir çocuktu, kızlarla da iyi anlaşırdı. Benimle samimi olmadan önce çok yakın olmasada kızlarla takılır onlarla dedikodu yapardı. E sesi de yaşıtlarına göre biraz inceydi ama bence en büyük sebebi yakışıklı olmasına rağmen hiç sevgilisinin olmamasıydı. Bu dedikodular onuncu sınıfının ikinci yarısında başlamış ama zaten ben okuldaki dedikodularla pek ilgilenmediğim ve yanımdaki üç beş arkadaşım dedikoducu insanlar olmadığı için bunu çok sonradan öğrendim zaten bizde Ezel on bire ben ise ona giderken samimi olmaya başladık."

"Anladım," dedi Barın "ama diğerleri Ezel'in gay olduğunu düşünmeye devam mı ediyorlar?"

"Muhtemelen dünkü adam gibi hastalıklı olanlar dışındakiler gerçeği öğrendiler çünkü Ezel'in üniversitenin ilk senesinde sevgilisi oldu. Belki diğer yıllarda da olmuştur ama doğru düzgün konuşmadığımız için bilmiyorum."

"Hımm." diye mırıldandı Barın sözlerim üzerine ve o andan sonra tek kelime etmedi. Aramızın mükemmel olmadığını biliyordum ama birbirimizi anlayamaya çalışıyorduk ve şimdilik bu yeterdi, aramız mükemmel değilken bile aramızda oluşan samimiyet ve aramıza girmesine izin vermediğimiz soğukluk şimdilik bana yeterdi.

Dakikalar sonra tesise gelmemiz üzerine arabadan indik ve herkesin birlikte olduğunu düşündüğüm ortak alana doğru ilerlemeye başladık, diğerlerinin de Cengiz sayesinde Ezel olayını öğrendiğini düşünüyordum.

İçeri girdiğimizde görmeyi beklediğim manzaraya iki kişinin daha eklenmiş olmasıyla kaşlarımı kaldırdım, Burcu ve Ezel de buradaydı.

"Selam." dedim odaya girdiğim ilk an, diğerleri de bana aynı şekilde karşılık verirken modlarının düşük olduğunu anlamıştım, anlaşılan bana oynanan oyunun ne kadar berbat olduğunu bir benzerini kendileri de yaşayarak öğrenmişlerdi.

Dikkatimi çeken şey Burcu ve Ezel'in farklı koltuklarda oturması olurken Burcu'ya tebessüm ettim ve aynı karşılığı aldım.

"Teşekkür ederim Asil yani Yazgı." dedi Burcu ılımlı bir ses tonuyla "Ben zorbalıkların bu kadar olduğunu tahmin etmemiştim."

Burcunun sözlerinin üzerine odada yankılanan kahkaha bana ait değildi, Ezel içindeki acıyı kahkahasıyla gizlemişti "Ne demek tahmin etmemiştim, abla?" dedi Ezel yılların getirdiği sinirle "Sana söylemiştim, umursamadın."

"Bu boyutta olduğunu bilmiyordum."

"Dinleseydin bilirdin." dedi Ezel sertçe, ablasını sevdiğini biliyordum ama bu konuda Burcu'ya çok kırgındı ve kırgınlığını siniriyle gizliyordu. "Sana anlattım, sen görmedin. Senin görmediğin şeyi bir kere doğru düzgün konuşmadığım kız çocuğu gördü." dediğinde gözlerini bana çevirdi, geç kalınmış bir yüzleşme gerçekleşiyordu.

Aslan'la asla gerçekleştiremeyeceğim o yüzleşmeyi Ezel ablasıyla gerçekleştiriyordu, hiçbir zaman böyle şeylerden utanan biri olmamıştı ve şimdi birçok askerin arasında bu konuları açmak umrunda değildi çünkü hatalı olan kendisi değildi.

"Ezel," diye araya girdi Cengiz, karısının dolan gözlerini gördüğü anda "sırası değil."

"Doğru," dedi Ezel bakışlarını Cengiz'e çevirdikten hemen sonra "bunları konuşmanın sırası çoktan geçti."

Bu sözler üzerine Burcu odadan çıkarken Cengiz karısının arkasından gitti, Ezel ise giden ablasına öylece bakıp balkona çıktı. Tüm bunlar olurken ben ise gözlerimi yumup başımı Barın'ın omzuna yasladım. Ezel'i böyle görmek, yıllar önce kabuk bağlamış yarasının kaynadığını hissetmek beni üzüyordu ama şimdi yanına gidemezdim çünkü onu şuan yanında kimseyi istemeyeceğini bilecek kadar tanıyordum.

"Yazgı," diyen Oğuz'la başımı Barın'ın omuzundan kaldırmadan gözlerimi açtım "bizden de bir yüzleşme gelir mi?" diye sordu gülümseyerek.

"Şebek." derken kaşlarımı yalandan çatmış ve devam etmiştim "Ben seninle bir yüzleşeceğim göreceksin."

"Ama unutma göğüsüm her zaman yumruklarını yemek için hazır."

"Kaba kuvvete karşıyım."

"Gücün yetmez." diye yanıtladı beni sinir bozucu bir gülümsemeyle.

"Yüzsüz." dedim sadece, Oğuz'la konuşmam gerektiğini biliyordum ama şimdi sırası değildi ve o da bunu gayet iyi biliyordu.

"Her şey yavaş yavaş ortaya çıkıyor ha?" dedi Talat rahatça, bir şeylerin sonuna yaklaştığımızı hepimizin hissettiğini biliyordum.

"Daha çözülmeyen birçok gizem var ama ben en çok Mor Aslan'ın kim olduğunu merak ediyorum." dedi Fırat, Talat'ın sözleri üzerine.

"Oha," diyen ses Göğem'e aitti "siz hâlâ Mor Aslan'ın kim olduğunu anlayamadınız mı?" diye neşeyle devam etti.

"Sen kim olduğunu biliyor musun?" diye sordu Baran merakla, onunda bunu çok merak ettiğini gördüm.

"Sizce Asil Bağcı'nın hayatı için birçok ülkeyle anlaşma yapan kişi kim olabilir, Asil Bağcı için devlet adamlarını tehdit eden?"

"Bekir Alabora." dedi Barın bir anda.

"Bingo." diyen Göğem'in sesi neşeli çıkıyordu, ciddiyetle devam etti "Yazgı Alabora'yı koruyamıyorsa Asil Bağcı'yı korur benim babam, kimliği her ne olursa olsun kızını korur. Bekir Alabora diğer bir deyişle Mor Aslan."

🎼

✨Herkese merhaba, nasılsınız? Uzun süre sonra Yazgı'ya bölüm attığım için mutluyum. Sınır geçilmesede oldukça uzun zaman geçti ve dayanamadım, sürpriz yapmak istediğim içinde habersiz pat diye attım. Umarım bölümü sevmişsinizdir çünkü ben çok sevdim. Bu arada her ne kadar Yazgı'nın kapağı çok hoşuma gitse de Zarar'ın kapağı bir türlü içime sinmiyor, eğer Zarar'a kapak yapmak isteyen varsa veya sevdiğiniz bir kapak tasarımcısı varsa bana ulaşırsanız sevinirim. Bu arada Twitter'da aktifim ve bazen alıntı atıyorum, takip ederseniz sevinirim ve bu arada Yazgı'yla ilgili tweet atarken #Yazgı'ya artı olarak hesabımı etiketlerseniz sevinirim çünkü Yazgı hashtagleri çoğu zaman karşıma çıkmıyor, eğer sayfama düşerse görebiliyorum.

✨Burada Kimsesiz Kalpler Mezarlığı okuyucuları olduğunu ve duyuruyu görmemiş olabileceklerini düşünerek söylemek istiyorum ki, Kimsesiz Kalpler Mezarlığı'nın yeni hâlinin ismi GİRYE. Biliyorsunuz ki çoğu şey büyük ölçüde değişecek ve ben uzun uğraşlar sonucunda yeni ismine karar verdim, ne zaman yayınlarım bilmiyorum ama bölüm biriktirmeden yayınlamak istemiyorum.

✨Bölümü nasıl buldunuz?

✨Ezel ve Yazgı'nın tanışması hakkında ne düşünüyorsunuz? Nasıl tanışmış oldukları en başından beri belli olduğu için benim çok içime şimdi.

✨Ezel hakkında ne düşünüyorsunuz?

✨Burcu ve Ezel tartışması hakkında ne düşünüyorsunuz?

✨Barın'ın, Ezel olayını öğrenince verdiği tepki hakkında ne düşünüyorsunuz? Açıkçası ben Cihat şerefsiziyle Yazgı'nın konuşmalarını yazdığım sırada her ne kadar Barın'ın öyle bir karakteri olduğunu bilsemde gözümün önünde Barın'ın bağırmalı çağırmalı tepkisi canlandı ama Barın beni yanılttı ve asla öyle bir tepki yazmama izin vermedi. Daha önce de dediğim gibi Barın, Yazgı'ya bağırıp çağıracak bir adam değil, umarım bu lafımı yemem.

✨Bu bölümün Yazgı ve Barın'ı hakkında ne düşünüyorsunuz? Ben çok sevdim çünkü onca olayın içinde oldukça sakin bir şekilde vakit geçirdiler, onların bunu yaşamaya benim ise bunu yazmaya ihtiyacım varmış çünkü çok rahatladım.

✨Göğem hakkında ne düşünüyorsunuz?

✨Son olarak, Bekir Alabora'nın Mor Aslan olduğunu tahmin eden var mıydı, bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?Bu benim için en başından beri belli olan bir şeydi.

✨Bu bölümde en sevdiğiniz sahne hangisiydi?

✨Buraya Yazgı ile ilgili herhangi bir teorinizi yazarsanız sevinirim.

✨Sınır: 150 oy

Continue Reading

You'll Also Like

6.2K 129 1
(2021 Wattys TR Yarı Finalist) (Çizgi Romanlaştırılıyor.) Serinin diğer çalışmalarında yaşanmış olan olaylardan yüzyıllar öncesi... Her şey nasıl ba...
323K 2.8K 200
Alemler günler içinde inşa edildi!..Belki de kulların hepsi sevdi ama,kimi sevildi kimi de o aşkın karşılığını hiç göremedi!..Kavuşmayı tatmayan,kend...
44.7M 2M 84
Korkmuyordum, ne karanlıktan, ne gürleyen gök gürültüsünden, ne de bana zarar verebilecek bir insandan. Çünkü ben karanlıktım, ben gürleyen göktüm...
64.3K 3.7K 15
Nisan ve Güney küçük yaşta tanıştıkları andan itibaren birbirlerinin en iyi dostu olmuştur. Liseye başladıkları yıl ayrı sınıflara düşerler ve ayrıl...