EMANET AŞK (KİTAP)

By sumeyyelkoc

9.2M 108K 141K

Şarkılar yalan söylüyormuş Baran, kimse kimseyi öldürmüyormuş sevdadan... Şayet öyle olsaydı, girmez miydim b... More

I | Mutluluğun Kalbine Saplanan Kör Bıçak
II | Aşk Mezarına Dikilen Siyah Karanfil
III | Aşık Kadın Kalbi Tehlikeli Bir Çukurdur
IV | Herkes Bir Gün Evine Döner
V | Mayın Tarlasında Gözün Kapalı Yürümek
VI | Karanlıkta Büyür En Kıdemli Yalnızlıklar
VII | Kehribar Bakışlar ve Aldatıcı Adımlar
VIII | Gerçeğin Yarasını Yalanın Şifası İyileştirmez
IX | Sonbahar Akşamında Sen Canımı Yaktığında
X | Kanatları Koparılan Kuşlar Bir Daha Uçamazlar
XI | Atan Bir Kalp Ölürse Katil Kelimelerdir
XII | Veda Süsü Verilmiş Cinayetler Var Aramızda
XIII | Kaçak Hisler ve Tutuklu Nefretler
XIV | Yağmurlar Gibi Aniden Bastırdı Hüzünler
XV | Aşk ve Mantık İki Yaralı Düşmandır
XVI | Affetmek Büyüklük Affedememek Büyük Bir Yük
XVII | Zehirli Uykular ve Çıkmaz Sokaklar
XVIII | Yeni Yollar ve Eski Anılar
XIX | Akıldaki Şüphe Kalpteki Sevgiyi Kanatır
XX | Geçmişin Gölgesi Geleceğin Ensesinde Bekler
XXI | Doğrular ve Yanlışlar İç İçe
XXIII | Ev Sandığın Çatı Mezarın Olduğunda
Emanet Aşk Ön Sipariş, Çekiliş, İmza Günü!
XXIV | Yokluğun ve Yok Oluşum

XXII | Candan Değil Camdanmış Aşk

24.1K 2.2K 662
By sumeyyelkoc


Herkese selam! Okurken hem eğleneceğiniz hem de üzüleceğiniz bir bölümle geldim. Emanet Aşk'ta sona yaklaşıyoruz, bu bölümden sonra sekiz bölümümüz kalıyor ve her biri birbirinden hareketli. Oy vermeyi ve yorum yapmayı lütfen unutmayın. Keyifle okuyun. 🤍

EMANET AŞK

22

"Candan Değil Camdanmış Aşk"

Sezen Aksu - Firuze
Zerrin Özer - Kar Tanesi

İnsan zihninde şüpheyle yaşamaya başladığında, susuz kalmış bir çiçek gibi soluyordu günden güne.

En zoru da hiçbir şey belli etmemekti kimseye... Aynı sofraya oturduğun insanlardan duyduğun şüphe vicdanını kanatırken, her yüzlerine gülümseyişinde biraz daha kan kaybetmek, ölümü solumakla eş değerde.

En acısı da kurtulamamak bu histen... Her yeni güne aynı şüpheyle gözlerini açarken, her yeni geceyi aynı vicdan azabıyla bitireceğini bilirken ve için yana yana susarken...

İsterim ki aklımı kemiren şüphelerin hiçbir gerçeklik payı olmasın, Mahir babam bana yıllarca bir yalanı yaşatmış olmasın, Efkan Kara denen adam haklı çıkmasın ve yıllarımı geçirdiğim ev, yaşarken girdiğim mezarım olmasın.

Bugün burada, aklımı ve ruhumu ele geçiren kavgaya bir son verecektim.

Soğuk bir cumartesi sabahıydı. Dışarıda yoğun bir kasvet, gökyüzünde ise kapkara bulutlar vardı.

Finallere çalışmam gereken aralık ayının son günlerinde kafamı derslere veremiyor, okuduğum hiçbir şeyi anlamıyor ve kendimi sayılı günler kalmış sınavlarıma hazır hissetmiyordum. Sanırım ilk defa bir sınav zamanında tökezleyecek ve berbat notlarla dönemi noktalayacaktım fakat ilk defa okulumu bile önemsemiyordum.

Evden erken bir saatte çıkmış ve evdekilere Irmak'la dışarıda kahvaltı edeceğimi söylemiştim. Yalan söylemiş sayılmazdım ama işin doğrusu da bu değildi. Önümdeki kahvaltılıkların hiçbirine dokunmamıştım. Gözüm sürekli üst kata çıkan merdivendeydi.

"Ne zaman gelecek bu kadın?" diye sordum bir kez daha. "Bize yalnızca sabah onda boş olduğunu söyledi ama kendisi hâlâ ortada yok."

Saat neredeyse on bir olmuştu ve sabrım giderek tükeniyordu.

"Gelir şimdi," dedi Irmak telefon ekranından saati kontrol ederken. "Trafiğe takılmış olabilir, bekleyelim biraz daha."

Bakışlarım yoğun ışıklandırmalı tavana dikilirken gergin bir nefes aldım. Parmaklarım masanın üstündeydi ve art arda tırnaklarımı vuruyordum ritim tutar gibi.

"Çok gerginsin." Irmak'ın elini omzumda hissedince durdum. "Biliyorum kolay değil ama biraz rahat olmayı denesen?"

Bakışlarımı Irmak'a çevirirken "Sence işe yarayacak mı?" diye sordum bilmem kaçıncı kez. "Yani ya bir halta yaramazsa ve bu durumdan bizimkilerin haberi olursa?"

"İşe yarayıp yaramayacağını denemeden bilemezsin," dedi Irmak sakince. "Ayrıca ben bu kadına güvenmesem seni onunla görüştürmek istemezdim Açelya. İçin rahat olsun, ağzı gerçekten sıkıdır. Ve yaptığı işte oldukça başarılıdır."

Irmak'a güveniyordum, sadece işlerin yolunda gitmeyecek olmasından korkuyordum.

"Umarım öyledir," dedim başımı sallayarak.

O günden sonra benim için hiçbir şey için eskisi gibi olmamıştı. Okuldan çıkıp Efkan Kara'nın evine gittiğim, sonrasında yine Baran'a yakalandığım ve daha da fenası, olan bitenden babamın da artık haberdar olduğu günden bu yana hayatın tadı tuzu kalmamıştı.

Mahir babam bana hiç kızmamıştı. Onun sözüne güvenmeyip babamın katilinin evine kadar gitmiş olmama rağmen, Baran'ın aksine en ufak bir öfke bile duymamıştı. Hatta bilakis, bu konuda bana yardım edeceğini ve kafamdaki soru işaretlerinin gitmesi için elinden geleni yapacağını söylemişti.

Ve yapmıştı da.

Olayın üstüne devrilen bir ay boyunca geçmişe yolculuk etmiştik onunla. Bana, babamın ölümüne Efkan Kara'nın sebep olduğuna dair bazı somut ispatlar göstermişti. Efkan Kara'nın babama ettiği hakaretler, polis kayıtlarına geçen tehditler ve babamın ölümünden sonra rastlanan, onu suçlu ilan etmeye yetecek bazı deliller...

Geçmişte yaşanan her şey, babamın ölümünden Efkan Kara'yı sorumlu tutuyordu.

Mahir babamın emniyetten arkadaşı Rıdvan Bey'le olan mazisi de babamın ölümüne kadar uzanıyordu. Babamın ölümünden sonra suçlunun peşine düşen komiser Rıdvan Bey'in ta kendisiydi ve o da babamın katilinin Efkan Kara olduğunu söylüyordu.

Fakat tüm bunlarla rağmen, içimdeki şüphe beni terk etmemişti.

Efkan Kara'nın hüzünle bakan gözleri gözlerimden, Reha'nın babam suçsuz diyen sesi kulaklarımdan silinmemişti.

Bir gün kendimi daha fazla tutamamış ve dersin ortasında hüngür hüngür ağlarken bulmuştum kendimi. Tam o noktada Irmak'a anlatmak zorunda kalmıştım içimi delik deşen eden her şüpheyi. Irmak başta Efkan Kara'ya da oğluna da inanmamam gerektiğini söylemişti. Fakat ben ona Azra'nın Baran hakkında söylediklerinden bahsettiğimde onun da içine bir kurt düşmüştü.

Baran'ın senden sakladığı bir şey var. Bu senin öz babanla ilgili. Ne olduğunu tam olarak bilmiyorum ama geçmişte her ne olduysa, Baran bu konuda kendini çok suçlamış belli ki.

Darmadağın halde oluşumun ve günden güne daha da mahvoluşumun en büyük sebebi tam da bu sözlerdi.

"Hah, bak işte geldi."

Irmak'ın sesini duyduğumda daldığım düşüncelerden bir süreliğine uzaklaştım. Bulunduğumuz mekanın üst katına uzanan merdiveni çıkan bir kadın vardı. Kırklı yaşlarda, uzun boylu ve dingin bir kadındı. Biz mekana girmeden önce yağan hafif yağmurun giderek hızlandığı, kadının sırılsıklam olmuş parkasından anlaşılıyordu. Sıkı bir topuz yaptığı saçları ise kuruydu çünkü elinde siyah bir şemsiye tutuyordu. Irmak kadına el salladı, kadın bizim masaya yanaştı ve oturmadan önce karşımızdaki boş sandalyelerden birine çantasını ve şemsiyesini bıraktı.

"Beklettiğim için üzgünüm," dedi o sırada. "Dışarıda sağanak bir yağmur var. Uzun zamandır böylesini görmemiştim. Trafik tıkandığı için epey yavaşlamak zorunda kaldım."

"Sorun değil," dedi Irmak ikimizin yerine. Kadın, parkasını omuzlarından sıyırdı ve çıkarıp sandalyenin üstüne asarken gözlerini üzerime dikti.

"Irmak'ın bahsettiği kişi siz olmalısınız," dedi resmî bir üslupla. Ardından sandalyeye oturdu ve elini bana uzattı. "Ben Tomris Yüce."

Kadının elini sıkarken "Açelya," dedim kısaca. "Memnun oldum."

"Evet Açelya," dedi kadın hafif bir tebessüm ederek. "Seni dinliyorum."

Bakışlarım istemsizce Irmak'a uğradığında Irmak araya girdi ve "Açelya gizlilik konusundan endişe ediyor Tomris Hanım," dedi doğruca. "Ben sizi tanıdığım için şüphe duymasını gerektirecek bir durum olmadığını söyledim fakat biraz hassas bir konu olduğundan tereddütleri var."

"Endişe edilecek bir durum yok," dedi Tomris Hanım bana bakarak. Ellerini masanın üzerinde birleştirmişti. "Benim aldığım her iş, çözdüğüm her vaka, benimle birlikte mezara gider. Ve siz istemediğiniz sürece bu konudan kimsenin haberi olmaz. Yalnızca sizinle benim aramda yani... Ama siz tereddüt etmeye defam edecekseniz ben bu masadan derhal kalkabilirim çünkü benim için zaman ziyan edilemeyecek kadar kıymetli."

Irmak bu kadından bahsederken oldukça egoist olduğunu da söylemişti. Egoist insanlardan pek hazmetmezdim fakat benim bu kadından yardım istemekten başka bir çarem yoktu.

"Zamanınız ziyan olmayacak," dedim kendimden emin bir şekilde. "Ben sadece konuşmaya başlamadan önce bazı şeyleri teyit etmek istedim, o kadar."

"O zaman sizi dinliyorum," dedi Tomris Yüce.

Söze nereden, nasıl başlayacağımı defalarca kez düşünsem de bocalayıp kalmış ve bir süre boyunca saçma sapan cümleler kurmuştum. Yine de beni dikkatle ve ciddiyetle dinlemiş, arada bazı sorular sorarak bir süre sonra rahatlamama sebep olmuştu. Bir noktadan sonra ise tamamen açılmıştım çünkü karşımdaki kadın artık hikayemi biliyordu.

"Kısaca, babamın katilinin Efkan Kara olup olmadığından şüphe ediyorum," dedim son sözlerimi sarf ederken. "Ama bunu kanıtlayabilecek bir delilim yok. Efkan Kara masum olduğunu iddia ediyor ama onun da kendini aklayacak herhangi bir delili yok."

"Eğer delili olsaydı seneler boyunca içeride yatmazdı zaten," dedi Tomris Hanım. "Ama tabii bu masum olabileceği ihtimalini ortadan kaldırmıyor. Hiçbir şeyin kesinliği yoktur. Her zaman yanılma payı vardır. Dediği gibi olabilir, işlemediği bir suç üzerine yıkılmış olabilir ve aksi gibi bütün deliller de onu suçlu gösteriyor olabilir. Tam tersi, gerçekten de suçlu olabilir. Yani yalan söylüyor olabilir ama bunu ancak gerçeği elde ettiğimiz zaman öğrenebiliriz." Kısa bir an sustu ve arkasına yaslandı. "Belli ki şu an büyük bir belirsizlik söz konusu. Her iki taraf için de.''

"Bana yardım edebilecek misiniz?" diye sordum merakla. Anlattığım onca şeyden sonra, geçmiş hikayem hakkında ne düşündüğünü merak etmiştim ama pek yorum yapmamış, sadece önündeki küçük deftere notlar almıştı.

"Size yardım etmeyeceğim," dediğinde kaşlarım çatıldı. "İşimi yapacağım. Merak etmeyin. Gerçek neyse elbet ortaya çıkaracağım çünkü başladığım her işi er ya da geç noktalarım.''

Karşımda şimdiye kadar yüzlerce çözümsüz meseleyi açığa kavuşturmuş, işinin ehli, özel bir dedektif vardı. Asıl mesleği müzik öğretmenliğiyken bir noktadan sonra mesleğini bırakmış ve istihbaratta görevli olan babasının izinden gitmek ister gibi dedektif olmakta karar kılmıştı. Onu bu alanda yetkin kılacak herhangi bir diploması yoktu, özel olarak çalışıyordu fakat yaptığı işin hakkını, yanıtsız soruları bir bir açığa çıkararak fazlasıyla veriyordu. Hikayesini Irmak sayesinde öğrenmiştim. Kendisiyle iletişime geçmek de kolay olmamıştı. Irmak'ın babası aracılığıyla bir randevu ayarlamak bile epey zamanımı almıştı.

Boğazımın kuruduğunu hissederek suyumdan bir yudum aldım. "Ne kadar sürer peki?"

Bir an önce bazı şeylerin açığa kavuşmasına her şeyden çok ihtiyacım vardı. Ben tek başıma hiçbir haltı beceremiyor, yetmezmiş gibi bir de elime ve yüzüme bulaştırıyordum. Bu saatten sonra bu meseleyi kurcalamayacak ve Tomris Yüce geçmişimin karanlığını aydınlatana kadar bekleyecektim ama sabretmek çok zordu.

"Bilemiyorum," dedi Tomris Hanım. Defterini kapattı ve kalemini defterin sırt kısmındaki özel alana yerleştirdi. "Yeni bir işe başlarken ne zaman biteceğini öngöremem." Defterini çantasına attı ve gözlerimin içine baktı. "Ama er ya da geç, başladığım her işi bitiririm." Başını salladı. "Önce derin bir araştırma yapmam gerekiyor. Bu süreçte sizi sık sık rahatsız edip bazı sorular soracağım ama her şey, bu soruşturmanın selameti için." Ayağa kalktı ve parkasını tekrar üzerine geçirdi. Sanırım acelesi vardı. "Sizden tek ricam sabırlı olmanız. Tanıştığıma memnun oldum Açelya. Şimdilik hoşça kalın."

Sözlerinin ardından masaya kartını bırakmış, iletişim için ona mesaj atmamı söylemiş ve şemsiyesini alıp hızla merdivenlerde kaybolmuştu.

"Çok yoğun olduğunu söylemiştim," dedi Irmak kadının ardından.

''Evet,'' dedim mırıldanarak. ''Aceleyle kalktığına göre yetişmesi gereken başka bir iş var sanırım.''

''Kafasını meşgul etmeyi seviyor diyelim.'' Irmak sıkça telefonundan saati kontrol ediyordu. Sanırım onun da yetişmesi gereken başka bir iş vardı ya da benim aksime eve gidince ders çalışacaktı. ''Tomris Hanım gece gündüz demeden çalışıyor.''

''Ben olsam kafayı yerdim herhalde,'' dedim gözlerimi devirerek. ''Benim kendi meselem bile beni mahvetmeye yetti.''

"Kafayı yememek için bu işi yapıyor aslında.'' Irmak bana baktı. ''Müzik öğretmenliğini bırakma sebebini anlattım mı sana?"

"Hayır," diye mırıldandım dalgın bir tavırla. Kadının hayat hikayesini pek merak ettiğim söylenemezdi.

"Ömrü boyunca babasının işinden nefret etmiş," dedi Irmak. "Müzik öğretmenliği yaparken çok mutlu bir hayatı varmış. Sevdiği bir eşi ve iki de kız çocuğu... Ama bundan on sene önce, tatile giderken trafik kazası geçirmişler ve hem kocası hem de kızları ölmüş. Tomris Hanım ise delirmenin eşiğinden sadece kafasını sürekli meşgul ederek kurtulabilmiş. Bu kadar yoğun çalışmasının ve sürekli başkalarının hayatlarındaki sırları çözmek istemesinin asıl nedeni bu."

İnsanların soğuk duruşlarının, katı maskelerinin ya da yersiz kahkahalarının ve densiz deliliklerinin ardında başa çıkması güç, acı bir hikaye yatıyordu çoğu zaman.

Oradan ayrıldığımızda saat on ikiyi geçiyordu. Eve vardığımda ise saat bire yaklaşıyordu. Neyse ki yağmur şiddetini yitirmişti de araba kullanırken çok zorlanmamış ve geçirdiğim kazayı düşünüp panik olmamıştım. Baran ne zaman dışarıda olduğumu ve araba kullandığımı bilse mutlaka beni arıyor, kontrol ediyor ve iyi olduğumdan emin olmaya çalışıyordu.

Fakat bugün aramamış ya da herhangi bir mesaj atmamıştı.

Aramız iyi değildi, kötü de değildi. Baran kendi dairesinde kalmaya devam ediyordu ve özellikle son bir aydır eve pek uğramıyordu. Efkan Kara'nın evine gidip ona yakalandığım günün sonrasında beni babamın ofisine götürdüğü için onu suçladığımı, ona kızgın olduğumu düşünüyor ve benden uzak duruyordu.

Onu suçlamıyordum, kızgın da değildim ama ne hissettiğimi ben de bilmiyordum.

Ve hâlâ o gün, Baran'a kimin mesaj atıp orada olduğumu haber verdiği de muammaydı.

Her şey belirsizliğini korumaya devam ediyordu.

"Açelya? Ne zaman geldin?" Annem, odamın aralık kapısından içeri başını uzattı. Eve girdiğimi görmediği için erkenden dönmüş olmama şaşırmıştı. "Akşama anca gelirsin sanıyordum."

"Haftaya sınavlar var biliyorsun, ders çalışmam gerekiyor," diyerek yalan söyledim. Ders çalışabildiğim falan yoktu, sadece öyle görünüyordum.

"Evet farkındayım." Annem odama girip kapıyı kapattı. Sanırım benimle konuşacağı bir şey vardı. "Ama genelde dışarıda çalışıyorsun ya Irmak'la falan, eve geç gelirsin sanmıştım. Aman her neyse, sen ne yapacağını bilirsin."

"Havalar çok soğudu." Ardına sığındığım bahaneler hiç bitmiyordu. "Evde çalışmak en iyisi olur diye düşündüm." Üzerimi değiştirmek için dolabın başına geçtim. "Bir şey mi diyeceksin sen bana?"

Annem olan biten her şeyden habersiz olduğu için, Baran'la aramızda esen soğuk rüzgarların sebebinin hâlâ eski meseleler olduğunu sanıyordu. Babam ona hiçbir şey söylememişti ve tahminimce, eğer benden gizlenen bir şey varsa da annem bu meselenin dışında kalıyordu. Onu tanıyordum. O bana yalan söyleyemez, gözlerimin içine baka baka benden bir şey gizleyemezdi.

Bakışlarım dolabın içine çevrilmişti ki "İki gün sonra Baran'ın doğum günü," dediğinde duraksadım. Kaşlarım çatılmıştı. Hayır, unutmuş olamazdım. Onun doğum günlerini bu zamana kadar bir kez bile unutmamıştım ama bu sene nedensizce aklımdan çıkmıştı.

Belki de kafam çok doluydu. 

"Biliyorum," dedim bozuntuya vermemeye çalışarak. "Yirmi bir aralık, pazartesi gününe denk geliyor."

"Evet." Annem kafasını salladı ve çalışma sandalyeme oturdu. "Baran'a sürpriz bir doğum günü kutlaması yapmak istiyorum."

Elimde bej bir eşofman ve kısa bir sweatle dolabın başından ayrılırken "Bunun iyi bir fikir olduğuna emin misin?" diye sordum şaşkınca. "Biliyorsun, Baran..."

"Biliyorum Açelya," diyerek sözümü kesti annem. "Baran doğum günlerinin kutlanmasından hiç hoşlanmıyor."

"Baran doğum günlerinin kutlanmasından hoşlanmıyor değil,'' dedim düzeltmek istercesine. ''Bu evde kutlanmasından hiç hoşlanmıyor.''

Aklıma Sapanca'ya gittiğimiz akşam söylediği sözler geldiğinde içim acıdı. Baran bu konuda haksız sayılmazdı.

"Biliyorum. Yine de kutlayacağım," dedi annem. Kafasına koymuştu bir kere. "İster kızsın, ister söylensin... Yıllardır kutlayamadığım doğum gününü bu sene kutlayacağım."

"Madem aklına koydun, peki." Diyecek bir söz kalmamıştı.

"Senin de haberin olsun diye söyledim." Annem ayağa kalktı. "Pazartesi akşamı yine hep beraber olacağız.''

Selma annem emrivakisini yapmıştı, başka bir yerde olmama imkan yoktu zaten.

"Biz bize mi olacağız peki?" diye sordum odadan çıkmadan önce. "Yoksa büyük bir kutlama mı var aklında?'' 

Eğer öyleyse Baran bundan gerçekten de hoşlanmayabilirdi.

"Biz bize olacağız," diye karşılık verdi annem. Kapıdan çıkmadan önce gülümsemişti. "Ailecek."

❄️

Haftasonu çabucak geçmişti ve Baran bu iki günde de eve hiç gelmemişti.

Burası onun eviydi. Ne zaman isterse gelebilir ve hatta hiç gitmeyebilirdi ama sanırım benden onu çağırmamı bekliyor, onu affettiğimi, ona kızgın olmadığımı söylememi istiyordu.

Bense hiçbir şey yapmıyordum. Büyük bir belirsizliğin içine hapsolmuşken, hiçbir şey yapmak gelmiyordu içimden.

Sanırım depresyondaydım ve bunu etrafımdaki herkesten gizlemeye çalışıyordum. En başta da annemden. Çünkü o kadın tüm bu meselelerin dışındaydı ve üzülmeyi asla hak etmiyordu.

Yirmi bir aralık.

Bugün Baran'ın doğum günüydü ve yirmi altısına giriyordu.

Her sene doğum gününde ona kısa bir mesaj atardım. Mesajların hepsine ise aynı şeyleri yazardım. İyi ki doğdun, iyi ki varsın, doğum günün kutlu olsun. Daha ötesi olmazdı. Onu unutmadığımı ve her zaman aklımda olduğunu, en fazla bu şekilde hatırlatırdım. Ve o, çoğu kez mesajlarıma geri dönmezdi bile.

Annem bize bize olacağız dediğinde bu kutlamanın pasta kesmekten ibaret olacağını sanmıştım ama o bütün  salonu süslemekle kalmamış, bir güzel de hazırlanmıştı. Uzun zamandır hayalini kurduğu bu kutlama için epey heyecanlıydı fakat Baran'ın vereceği tepki beni korkutmuyor değildi. O bu kutlamadan hiç ama hiç hoşlanmayacaktı.

Taş rengi salaş bir gömlek, altıma siyah, mini, deri bir etek giymiş ve gömleğin alt kısımlarını eteğin içine gizleyerek, dizlerime kadar uzanan siyah çizmelerimle hoş bir kombin yapmıştım. Hızlı bir makyaj yaptığımda ve saçlarıma da el attığımda tamamen hazır olacaktım.

Makyaj masama oturduğum sırada odamın kapısı iki kez tıklandı. "Gel," dediğimde ise Mehmet odama girip selam bile vermeden kendini yüzüstü yatağıma bıraktı.

"Açelya!" dedi böğürür gibi. Kollarını da iki yana açmıştı. "Ölüyorum kızım ben!"

"Ne oldu be?" diye sordum korkuyla. "Eda'yla kavga falan mı ettiniz yoksa?"

Mehmet bir aydır babamın arkadaşının yanında çalışıyordu. Başlarda çalışma hayatına uyum sağlayamayacağını ve yalvar yakar babama yapışıp onu ikna etmeye çalışacağını düşünmüştüm ama babamın bu konudaki tavrı öyle netti ki Mehmet gıkını çıkarmaya bile cesaret edememişti. Fakat gel gör ki bu çalışma meselesi ona epey ağır gelmişti.

"İnan bana, Eda'yla kavga edecek halim bile yok." Yüzünü yatağıma gömdüğü için onun bu halini sırıtarak izlediğimi fark etmedi.

"Sorun ne o zaman?"

"Sorun ne mi?" Bir anda doğrulup bana döndüğünde yüzümdeki sırıtma silindi. "Bugün ben işe gireli tam bir ay oldu! Daha ne olsun? Ciddi ciddi çalışıyorum kızım ben. Tehlikenin farkında mısın? Eve geldiğimde yorgunluktan ölmüş oluyorum, gece dışarı çıkmak nasıl bir duyguydu resmen unuttum! Yapılır mı bu bana ya?"

"Günün birinde başına bunun geleceğini bilmen gerekiyordu," dedim aynaya dönerken. Yüzüme krem sürmeye başladığımda Mehmet bana ters ters bakıyordu. "Babam seni çok kez uyardı ama sen hiç umursamadın."

"Bırak şimdi nutuk çekmeyi de bana yardım et," dedi Mehmet. "Babam eninde sonunda vazgeçer, halime acır da bana yaptığı bu işkenceden vazgeçer diye bekliyorum ama resmen boşa bekliyorum! Az önce aşağıda bana ne dedi biliyor musun? Maaşımı alınca kredi kartımı kendim ödeyecekmişim! Ya benim kredi kartımın asgarisi bile elli bin lira. Maaşım ise on bin lira bile değil! Baba değil düşman bu adam bana! Öldürmek istiyor beni!"

"Ah be Mehmet ya," dedim hayıflanır gibi. Gülmemek için zor tutuyordum kendimi. "Recep İvedik gibi benim DNA'mda okumak yok diye böğürene kadar bir üniversiteye kapak atmış olsaydın bugün bu halde olmayacaktın..."

"Ya ben belki bu sene kazanacaktım. Daha yirmi yaşındayım ben ya... Babam istikbalimle oynuyor resmen, geleceğimi mahvediyor."

Rimel sürerken duraksadım. "Ha senin de birden geleceğini düşünesin tuttu, öyle mi?"

"Vur vur acıma," diye söylendi Mehmet. "Düşene bir tekmeyi de sen vur."

"Tamam da benden ne istiyorsun ben anlamadım ki?"

"Babamla konuşmanı..." Mehmet ayağa kalktı ve yanıma geldi. "De ki Mehmet çok pişmanmış, eğer işten ayrılmasına izin verirsen hemen dersaneye geri dönecekmiş ve üniversiteyi bu sene kazanacakmış."

Kafamı kaldırıp yüzüne baktım alayla. "Bu söylediğine sen kendin inanıyor musun acaba?"

"İnanıyorum! O işte çalışmamak için Tıp bile kazanırım valla bak..."

"Mehmet saçmalama," dedim işin içinden sıyrılmak için. "Konuşamam ben babamla falan... Hem babam beni mi dinleyecek Allah aşkına?"

"Seni dinlemeyecek de kimi dinleyecek? Ha? Babamı bu evde ikna edecek tek bir kişi var, o da sensin."

Mehmet haklıydı. Babam beni dinlerdi dinlemesine ama ben babamla konuşmak isteyeceğimi hiç sanmıyordum. Sanki o günden sonra aramıza bir soğukluk girmişti ya da ben öyle hissediyordum. Evin içinde sürekli olarak babamdan kaçıyor, konuşmalarımızı kısa tutuyor ve mümkün olduğunca yüzüne bile bakmıyordum.

Bu durum içimdeki şüpheyle çatışan suçluluk hissinin bir yansımasıydı.

"Babam beni dinlemez," dedim kestirip atar gibi.

"Dinler," dedi Mehmet ısrarla. "En çok seni dinler. Lütfen Açelya, konuş babamla."

"Of, peki tamam." Kurtulacağımı anlamıştım. "Konuşacağım. Ama yarın. Şimdi git başımdan. Makyajımı yapamadım senin çenen yüzünden."

"Mutlaka hallet bak, tamam mı?"

Mehmet'e cevap veremeden odamın kapısı açıldı ve annem içeriye başını uzattı. "Ya hadi ama çocuklar," diye söylendi kızgınca. "Ne yapıyorsunuz odada? Aşağı inin demedim mi ben size? Baran gelecek birazdan!"

Annemin gelişini fırsat bilip Mehmet'i odamdan çıkardım ve daha fazla oyalanmadan makyajımı tamamlayıp saçlarımı yaptım. İşim bittiğinde boy aynasından son kez kendime baktım. Ne abartılı bir halim vardı ne de özensiz görünüyordum. Avluda bir araba sesi duyduğumda telaşla odamdan çıktım ve merdivenden aşağı inmeye başladım.

Salonun kapıları kapalıydı ve muhtemelen Firuze babaanne içerdeydi. Annem, babam ve Mehmet ise holdeydi. Annem elinde bir pasta tutuyordu ve oldukça heyecanlı görünüyordu. Beni gördüğünde "Hadi Açelya!" dedi sessizce. Evin kapısı sonuna kadar açıktı.

Sessiz adımlarla aşağı inip yanlarında durduğum sırada dışarıdan bir ses duydum. Baran'ın sesiydi ama ne söylediği anlaşılmıyordu. Sonrasında Tolga'nın sesi duyuldu.

"Dur oğlum, geldik işte sabırlı ol..." diyordu.

Büyük bir heyecanla kapıya bakan annemin aksine babam yorgun, uykusuz ve heyecansız görünüyordu. Annemin zoruyla burada duruyormuş gibi bir hali vardı ve bu dikkatimden kaçmamıştı. Baran'la araları her zamanki gibi limoniydi. Belki de bu sebepten keyifsizdi.

Baran nihayet kapıda göründü. Gözleri bağlıydı ve yanında onu kollarından tutmuş olan Tolga vardı. "Yarım saattir gözlerim kapalı, başlayacağım lan sürprizine," diye söylendi içeri adımını atarken. "Nereye getirdin sen beni?"

Anlaşılan Baran evine geldiğinin farkında bile değildi.

Tolga bize baktı, annemi ve babamı hafifçe selamladı ve "Tamam, gözlerini açabilirsin," dedi gülerek.

Baran anında gözlerini saran siyah bez parçasından kurtulduğu sırada bir şeyler söyleyecek gibi oldu fakat karşısında bizi görünce donup kaldı. Elinde pastayla bekleyen annem ise "Sürpriz!" diye bağırdı.

Tam tahmin ettiğim gibi Baran bu sürprizden mutlu olmamıştı ve bunu da saklamamıştı. "Sürpriz ya," dedi alaycı bir tavırla. Bakışları Tolga'ya çevrildi. "Bu muydu?"

"Buydu kardeşim," dedi Tolga imalı bir sesle. Anneni üzme der gibiydi. "Beğenemedin mi?"

"Beğenemedim." Baran annemin yüzünün düşmesine aldırmamıştı. "Böyle şeylerden hoşlanmadığımı bilmiyor musunuz?"

Sesi sertti. Annemin üzüleceğini bilmesine rağmen alttan almamış ve tepkisini koymuştu.

Annemin bir şey demesine fırsat bırakmadan araya girdim ve "Benim fikrimdi," dedim birden. "Evet, hoşlanmadığını biliyorum ama bir doğum gününde de kendi evinde olamaz mısın?"

Baran şaşkınca bakakaldı yüzüme. Hiç beklemediği sözlerim onu sus pus etmiş, ne diyeceğini bilememişti.

"Olurum," dedi sadece. Söz konusu bensem ve affedilmekse, zehir iç desem içecek bir haldeydi çünkü.

"Ha şöyle ya..." Tolga, üzerinden büyük bir yük kalkmış gibi derin bir nefes alırken kapıyı kapattı. "Hadi içeri geçelim, buz gibi oldu evin içi. Bu gece kar yağacak diyorlar."

"Hadi," dedi babam da sessizliğini bozarak. Annem bir şey söylememişti çünkü Baran'ın tavrına içerlemişti. Hep beraber salona doğru ilerlediğimiz sırada salonun kapısı içeriden açıldı ve Firuze Babaanne hepimize ters bakışlar attı.

"Niye kapattınız kapıları üzerime?''diye sordu kızgın bir sesle. ''Ne haltlar çeviriyorsunuz bakalım siz?"

Hastalığı onu sadece huysuz ve unutkan bir kadına çevirmekle kalmamıştı. Aynı zamanda her an, her şeyden ve hepimizden şüphe duyar olmuştu son zamanlarda. Birkaç gün önce gecenin bir yarısı çığlığı basmış ve hepimizi ayağa kaldırmıştı. Sebebi ise birinin onu kaçırmaya çalıştığını iddia etmesiydi. Söylediğine göre onu kaçırmaya çalışan adamın kocaman kulakları, sivri dişleri ve pençe gibi elleri vardı. İşin komik yanıysa o adam babamdı. Babamı görür görmez tekrar çığlık atmaya başlamış ve "İşte o, bakın o beni kaçırmaya çalıştı," diyerek tekrar çıldırmıştı.

O gecenin sabahında ise hiçbir şey hatırlamamıştı.

"Bir hatlar çevirmiyoruz babaanne," dedi Mehmet, hızlı adımlarla önden ilerledi ve babaannesinin koluna girerek onu tekrar salona sürükledi. "Abim geldi. Bugün onun doğum günü."

"Aa Baran mı burada?"

Annem pastayı süslediği masanın ortasına bırakırken babam her zamanki yerine geçip oturdu. Ben de bir köşeye çekilirken Firuze babaanne geriye dönüp masanın önünde duran Baran'a doğru baktı.

"Baran! Oğlum! Geldin mi sonunda?"

Firuze Babaanne'nin uzun zaman sonra Baran'ı hatırlamış olması hepimizde şok etkisi yaratmıştı. Hızlı adımlarla Baran'a doğru ilerlediğinde onu izledik şaşkınca. Fakat Firuze babaanne Baran yerine Tolga'ya sarılınca derin bir sessizlik oldu ortamda.

"Ah oğlum, seni ne çok özledim bir bilsen..."

Tolga taş kesilip ne tepki vereceğini bilemezken Baran kaşlarını kaldırdı, umursamaz bir tavır takındı ve yerine geçip oturdu.

''Hadi, mum mu üflüyorum ne yapıyorum? Bir an önce bitsin bu tantana.''

Burada olmayı istemediğinin farkındaydım ama bu tavırlarıyla annemi ağlatacaktı neredeyse. Hiç değilse bu gece unutamaz mıydı her şeyi? Böyle davranınca eline ne geçecekti?

''Konuşabilir miyiz biraz?'' Yine kendimi tutamamıştım. Baran bakışlarını üzerime çevirdiğinde salondan dışarı çıktım. O sırada Firuze Babaanne sözde Baran olan Tolga'yla ilgilenmeye devam ediyordu.

Adımlarım beni doğruca mutfağa sürükledi. Mutfağa girmemin hemen ardından Baran da mutfağa girdi.

''Ya senin derdin babamla değil mi?'' diye sordum kaşlarımı kaldırarak. ''Annemi ne kadar üzdüğünün farkında değil misin?''

''Üzülmez onlar.'' Masaya yaslanırken, umursamaz bir tavırla boynunu kaşıdı. ''Sen mutlu edersin onları.''

''Ne saçmalıyorsun sen ya? Başa mı döndük yine? Geldiğin ilk günlere? Ne bu tavırlar? Oldu olacak Azra'yı da takıp getirseydin madem koluna...''

Azra'dan bahsetmem onu kızdırmıştı.

''Açelya.'' Baran derin bir nefes aldı. ''İçimden bu kadarı geliyor en fazla. Beni zorlama. Keşke bir kere de beni anlamaya çalışsan."

''Keşke sen de biraz anneni anlamaya çalışsan,'' dedim imalı bir tavırla. ''Görsen, iki gündür hazırlık yapıyor senin doğum gününü kutlayacağı için. Sabahtan beri salonu süslüyor, saatlerdir heyecandan kıvranıyor ama karşılaştığı muameleye bak... Neredeyse ağlatacaksın kadını.'' Bir şeyler söyleyecek gibi oldu ama konuşmasına izin vermedim. ''Sorumlu tuttuğun hiçbir şeyin sorumlusu o kadın değil. Senin gitmeni o istemedi. İşlerin bu noktaya gelmesini de o istemedi. Verdiğin bu tepkiyi de hiç hak etmiyor."

''Bitti mi?'' dedi Baran sorar gibi.

"Ne bitti mi? Söylediğim hiçbir şey umurunda değil mi yani?''

Sessizlik.

''Git o zaman Baran," dedim öfkeyle. "Kendini hiçbir şeye mecbur hissetme.''

Sözlerimin hiçbir tesiri olmayacağını fark ettiğimde kapıya ilerledim mutfaktan çıkmak için. Ben annemi uyarmıştım ama o beni dinlememişti. Böyle olacağı başından belliydi. Yanından geçtiğim sırada Baran kolumdan tuttuğunda duraksadım, bakışlarım yavaşça yüzüne tırmandı ve ''Ne oldu?'' diye sordum.

''Sadece bugün değil, her gün olmak istediğim yer burası, bu çatının altı,'' dedi Baran gözlerime bakarak. ''Ama olamıyorum, kendimi buraya ait hissedemiyorum." Gülümsedi. "Ama sen bunu nereden bileceksin?"

''Nereden mi bileceğim?'' Buruk bir tebessüm ettim. ''Sen geri döndükten sonra o duyguyu hissetmediğim tek bir günüm geçmedi benim. Ama bak, hâlâ buradayım, hiçbir yere gitmedim. Çünkü her ne yaşanmış olursa olsun, insan ailesine sırt çevirmez.''

''Ama sen bana sırt çevirdin,'' dedi Baran. ''Beni hiç affetmedin.''

''Konu sen ve ben değiliz,'' dediğimde ''Konu tam da biziz Açelya,'' dedi sessizce. ''Ne olursa olsun bizim yüzümüzden oluyor, ne yaşanırsa yaşansın, sebebi hep biziz.''

Belki de haklıydı ama bunu konuşmanın ne yeri ne de zamanıydı.

''İçeri geçelim,'' dedim kolumu geri çekerken. ''Ama aynı davranışları sergilemeye devam edeceksen, kimseyi daha fazla üzmeden git.''

Mutfaktan çıktım, ağır adımlarla salona geçtim ve masadaki herkesin gergin bakışlarına aldırmadan yerime oturdum. Ya birazdan Baran da gelecekti ya da hepimiz ayağa kalkıp dağılacaktık hiçbir şey olmamış gibi.

''Umarım hepiniz bana hediye almışsınızdır.''

Bakışlarım masada takılı kalmışken Baran'ın sesiyle kafamı kaldırdım. Gelmişti. İçini yakan her hissi, kapının ardında bırakarak. Göz göze geldiğimizde gülümsedi, karşımdaki sandalyeyi çekip oturdu ve masaya hızlıca göz gezdirdi. "Her şey çok güzel görünüyor anne, eline sağlık.''

Ben de ona gülümsedim.

Buruk bir şekilde olsa da annemin de neşesi yerine gelmişti. Uzun zaman sonra babam bile gülümsemişti. Annem önce pasta kesmemiz gerektiğini ve uzun zaman sonra güzel bir aile fotoğrafı çekmemiz gerektiğini söylerken Baran'dan çekinmiş ama ters bir tepki vermediğini görünce sevinmişti.

Annem pastanın mumlarını yakmaya hazırlanırken çalan kapı hepimizin dikkatini dağıttı.

''Kim geldi?'' diye sordu Baran.

''Kilimci kör Hasan,'' dedi Mehmet anında. ''Ne bilelim biz kim geldi? Kafamızda antenlerimiz mi var?''

Baran Mehmet'e tehditkar bir bakış atarken ''Birini mi bekliyorduk?'' diye sordu babam.

''Hayır,'' dedi annem. "Ben kimseyi davet etmedim ki. Emine'dir belki."

Ayağa kalktım. ''Ben bakarım.''

Hemen peşimden Baran da kalktı. Kimin geldiğini merak etmiş olduğundan değildi ama son yaşananlardan ötürü tedirgin olduğundan diken üstündeydi.

''Sen dur,'' dedi önüme geçerken. ''Ben bakarım.''

Baran kapıyı açtığında karşımda Irmak'ı görmenin şaşkınlığını yaşadım. ''Irmak?''

Irmak da şaşkınca bana baktı. Sonrasında üstüme başıma ve yanımda duran Baran'a.

''Şey...'' dedi afallamış bir halde. ''Ben sana sürpriz yapmak istemiştim de... Ders çalışırız birlikte diye..." Kaşlarını çattı. "Yanlış bir zamanda mı geldim ben?''

''Yanlış bir zamanda gelmedin,'' dedim gülerek. ''Pasta yemeye geldin. İçeri geç hadi.''

Okuldayken Irmak'a bugün Baran'ın doğum günü olduğundan bahsetmiştim ama kutlayacağımızı söylememiştim. Haliyle Irmak da beni pijamalarımla odamda oturur vaziyette hayal etmiş ve bana ders çalışma konusunda fayda sağlayabileceğini düşünerek evime kadar gelmişti.

''Yok, yok.'' Irmak ellerini salladı. ''Hiç rahatsızlık vermeyeyim, gideyim ben.''

''Buraya kadar gelmişken geri mi gideceksin?'' diye sordu Baran. ''Bak beni sevmediğin halde pastamdan yemene izin vereceğim, bence bu fırsatı kaçırma.''

Büyük bir ciddiyetle söylediği sözlerdeki espriyi anladığımızda Irmak'la aynı anda güldük. Baran da güldü ve bizi kapının önünde bırakıp içeri geçti. O sırada annem geldi ve kapının ardında Irmak'ı gördüğünde itiraz etmesine fırsat vermeden Irmak'ı zorla eve aldı. Buraya kadar gelmişken geri dönecek hali yoktu zaten.

Yaklaşık beş dakika sonra Baran mumları üflemiş ve pastayı kesmişti. Tabii öncesinde bir sürü fotoğraf çekinmiştik.

Uzun zaman sonra, hepimizin aynı karede olduğu ve içtenlikle gülümsediğimiz fotoğraflar.

Fotoğraflardan birkaçında ise Baran'la ikimiz vardık yalnızca. Annem ne yapıp etmiş, ikimizi aynı karede yalnız bırakmayı başarmıştı. Fotoğraflarımızı çeken ise Irmak'tı. Harika fotoğraf çekme konusunda kimseyi rakip tanımazdı.

Gergin başlayan akşam güzel devam etmiş ve hep birlikte olduğumuz birkaç saat sorunsuzca ve keyifle akıp gitmişti. Annem öyle güzel şeyler hazırlamıştı ki hepimiz çatlayana kadar yemiş ve masa başında uzun uzadıya sohbet etmiştik. Bir ara Firuze Babaanne, sözde Baran olan Tolga'ya beni şikayet etmiş, laf söz dinlemez arsız bir kıza dönüştüğümden ve eve sürekli sırık bir oğlan aldığımdan bahsetmişti. Sonra da parmağıyla Baran'ı işaret ederek neyse ki yakında evlenecekler diyerek şikayet faslını bitirmişti. Hemen ardından "Sen ne zaman evleneceksin?" diye sormuştu sözde Baran olan Tolga'ya. Artık torununun çocuğunu görmek istediğini dile getirmişti ve yetmezmiş gibi Irmak'ı göstererek onunla evlenmesini söylemişti.

O anlar hepimizi derin bir kahkahaya boğsa da Irmak kıpkırmızı olmuştu utancından.

Ve Firuze Babaanne, masanın kararıyla yılın çöpçatanı seçilmişti.

Bir ara Mehmet gözden kaybolmuştu, sonra onu koltukta yorgunluktan sızmış bir vaziyette bulmuştuk. Şaka bir yana Mehmet gerçekten de yoruluyordu ama babam Nuh yerine peygamber diyeceğe benzemiyordu.

Annem güç bela Mehmet'i uyuduğu yerden kaldırdığında Mehmet'in bir gözü açık diğeri kapalıydı. Öyle komik görünüyordu ki Baran bir zaman sonra dalgasını geçmek istercesine onun bu halini fotoğraflamıştı.

Bir süre sonra babam da yorgun olduğunu söyleyerek odasına çekildiğinde, annem de Firuze Babaanne'nin ilaçlarını verip onu uyutmak için odasına götürdü.

Salonda Baran, ben, Irmak ve Tolga kalmıştık yalnızca.

''Farkında mısın Irmak? Biz seninle hep doğum günlerinde karşılaşıyoruz.'' Dikkatimi çeken bir diğer şey de Tolga'nın Irmak'a beğeniyle bakması ve her fırsatta onunla konuşmaya çalışmasaydı.

''Ee yani?'' Irmak Tolga'ya ters ters baktı. Ne vardı ki o Tolga'dan pek hoşlanmamıştı.

"Önce senin doğum gününde, şimdi de Baran'ın doğum gününde...'' Tolga sersem bir tavırla sırıttı. ''Sırada kimin doğum günü var acaba? Şimdiden bileyim de ne kadar beklemek zorunda kalacağımı hesap edeyim."

Kaşlarım imayla havalanırken, Baran yandık dercesine dudaklarını birbirine bastırdı. Tolga Irmak'a hiç yürümeden direkt koşmaya başlamıştı.

''Geç oldu,'' dedi Irmak. Tolga'nın sözlerini umursamamıştı. "Ben kalkayım artık."

''Ne geç olması ya? Oturuyorduk ne güzel.'' Bakışlarım duvardaki saate kaydı. Saat daha on bir bile olmamıştı. "Kal biraz daha."

"Kalamam." Irmak bana gözlerini belerte belerte baktı. Eğer ısrar edersen fena olur anlamına geliyordu bakışları. "Eve gidip ders çalışmam lazım. Şunun şurasında ne kaldı sınavlara."

Ders çalışmak falan umurunda değildi. Daha fazla Tolga'ya maruz kalmak istemediğinden kaçıyordu.

Ertesi gün güzel bir azar yiyeceğimi bile bile "Burada kal," dedim ısrarla. "Yatmadan önce çalışırız biraz. Hem yarın sabahın köründe dersimiz de yok."

"Olmaz Açelya. Bir sürü işim var halletmem gereken." Irmak ayağa kalktı.

"Öyleyse ben de kalkayım." Tolga da ayağa kalktığında Irmak ona bir kez daha ters ters baktı. Tolga iyi çocuktu, hoş çocuktu ama Irmak'ın erkek fobisi vardı. Yani Tolga çok yanlış sulardaydı.

Onları yolcu etmek için biz de ayaklandık. Irmak ve Tolga holde montlarını giyerlerken Baran kapıyı araladı ve "Çabuk dışarı bakın," dedi keyifle. "Kar yağıyor."

Irmak'la şaşkınca birbirimize baktığımız sırada "E ben söylemiştim," dedi Tolga gülerek. "Meteoroloji bu gece kar uyarısı yapmıştı."

Dışarıda lapa lapa yağan bir kar vardı ve şimdiden her yer karla kaplanmıştı. Yıllardır böyle bir kar yağmadığı için hepimiz şaşkındık. En son ne zaman böyle bir kar yağdığını hatırlamıyordum bile.

"Oğlum, çok güzel yağıyor lan..." Tolga kendini kapının önüne attı ve avuçlarını düşen karlara doğru açtı. "Böylesi bir kez en son liseye başladığımız yıl yağmıştı."

"Güzel yağıyor tamam da..." diye hayıflandı Irmak o sırada. "Ben eve nasıl gideceğim şimdi?"

"Gidemeyeceksin," dedim gülerek. Parmağımı Irmak'a doğru kaldırdım. "Hahaha, kaldın mı burada?"

"Ne yani yollar kapandı mı hemencecik?" Tolga'nın ardından kapının önüne çıkan Baran "Yolları açıyor olabilirler ama yine de gitmen tehlikeli olur," dedi Irmak'a.

"Ve zaten ben de senin bu havada gitmene izin vermem," dedim. "Anneni arayıp haber ver bu gece burada kalacağını."

Kar öyle hızlı yağıyordu ki evin içine kadar dolmuştu. Tolga içeri girdi, Baran kapıyı kapattı ve hepimiz soluğu salonun camlarının önünde aldık. Havuzun haricinde her yer bembeyazdı.

"Aklıma geçen seneki Uludağ tatilimiz geldi," dedi Irmak karı seyrederken. Geçen sene Irmak, Sahra ben üç günlüğüne Bursa'ya gitmiştik. "Ne güzeldi o tatil ya..."

"Uludağ bu sene ayağına geldi," dedi Tolga. "Hadi yine iyisin."

"Bence sen espiri yapma," dedi Irmak yine ters bir şekilde.

"Niye ya?"

"Komik değilsin çünkü."

"Komiğim bence."

"Değilsin."

"Komiğim."

"Değilsin."

"Baran, ben komik değil miyim?"

"Değilsin," dedi Baran da. "Sus artık Tolga. Bayan Asabi'yle de daha fazla muhatap olma."

"Bana asabi diyene bak," dedi Irmak Baran'a yandan bakarken. "Sen nesin? Bay kendini çok beğenmiş ve çok bilmiş."

"Dışarı çıkalım mı?" Ortaya harika bir fikir atarak olası bir tartışmanın önüne geçtim. "Bahçeye yani... Uzun zaman sonra İstanbul'a kar yağmış... Lütfen, çıkalım hadi!"

Irmak başta kem küm etti, sonrasında yağan karın müjdesini vermek için yanımıza gelen ve bizi zaten camların önünde bulan annem de dışarı çıkmamız gerektiğini söylediğinde kabul etti.

Üzerimize suya dayanıklı bir şeyler giymek için odama çıktığımızda, içeri girer girmez "Açelya seni öldüreceğim," dedi Irmak öfkeyle. Bir üzerime atlamadığı kalmıştı. "Ne demeye sürekli imalı bakışlar atıp duruyorsun?"

"Öyle bir şey yaptığımın farkında bile değilim ama kesin yapmışımdır," dedim alaycı bir tavırla. "Of Irmak ne var sen de biraz salsan? Ölür müsün? Çocuğa öldürecek gibi bakıyorsun geldiğinden beri. Anlamadım nesini beğenmedin ki?"

"Her önüme geleni beğenecek olsaydım Sahra iki olurdum. Hem nesini beğeneyim ben onun? Allah bilir kaç kıza yapıyordur aynı muameleyi... Bunların hepsi aynı."

"Sahra demişken, keşke o da burada olsaydı," dedim iç çekerek. Konuyu kendimden uzaklaştırmam lazımdı.

"Konuyu değiştirme." Irmak tehditkar bir tavırla parmağını üzerime salladı. "Bak seni son kez uyarıyorum, sakın bir daha imalı imalı konuşup, kıkır kıkır gülme fena bozuşuruz."

"Of tamam ya... Tamam ağzımı açmayacağım, oldu mu?"

Baran Irmak'a bayan asabi derken epey haklı bir cümle kurmuştu.

Beş dakika sonra üzerimizi değiştirmiş ve başımıza şapka geçirmiş bir şekilde aşağı indiğimizde Baran ve Tolga çoktan bahçedeydi. Hatta oynamaya başlamışlardı bile. Birbirlerine kar topu fırlatıp duruyorlardı. Onların da kafasında birer şapka ve ellerinde eldiven vardı. Bizi gördüklerinde duraksadılar ve o sırada Irmak söylenmeye başladı.

"Şimdiden uyarayım, yüzüme kar topu atılmasından hiç..."

Sözlerini bile tamamlayamamıştı. Baran muhtemelen Tolga'ya atmak için elinde tuttuğu karı, Irmak'ın kafasına fırlatmıştı.

"Hiii!" diye bir ses çıkardı Irmak. "Bittin sen!"

Yere eğildi, bir avuç dolusu kar aldı ve tüm hıncını çıkarmak istercesine Baran'a doğru koştu. Elindeki karı Baran'ın omzuna isabet ettirebilmiş olmanın verdiği öfkeyle daha büyük bir kar aldı, derken bir kere daha ve bir kere daha... Fakat hiçbiri Baran'ı güldürmekten başka bir işe yaramadı.

Irmak sonunda pes edip yanıma geldi ve "Ben kar topu oynamak falan istemiyorum!" diye bağırdı. "Bu nedir ya?"

"Kardan adam yapalım o zaman?" dedi Tolga. "İkişerli grup olalım, aynı anda yapmaya başlayalım ve ilk bitiren takım kazansın."

"Olur," dediğimde Baran da okeylemişti.

"Ben Açelya'yla olurum," dedi Irmak. Ama bu iyi bir fikir değildi.

"Biz ikimiz olursak kardan adamı onlar daha önce yaparlar ve yeniliriz," dedim başımı sallayarak.

Irmak kaşlarını çattı. "Neden yenilecekmişiz?"

"Elleri bizimkilerden daha büyük," dediğimde Tolga tekrar öne atıldı ve "Ben Irmak'la olabilirim," dedi sessiz sessiz gülerek.

"Ben seninle olmam ama!" diye cırladı Irmak.

Baran alayla güldü o sırada. "Mazallah, birden yutuverirsin bayan asabiyi..."

"Benimle şöyle konuşup durma Baran," dedi Irmak. Sonra bana döndü. "Ben kazanacağımıza inanıyorum. Bana güven."

Kabul etmekten başka şansım kalmamıştı. Ben Irmak'la, Baran da Tolga'yla takım oldu ve yerlerimizi belirleyip aynı anda başladık kardan adam yapmaya. Başta onların hızına asla yetişemeceğimizi düşünmüştüm ama Irmak o kadar hızlı davranıyordu ki neredeyse aynı seviyede ilerlediğimizi görerek olabildiğince hızlı davrandım. Bir süre sonra Baran ve Tolga da hızlandı fakat onların kardan adamı yanlış bir darbede yıkılınca kazanan biz olduk. Irmak sevinç çığlıkları attı.

Annem üşüyüp hasta olacağımızı söylemese daha da devam ederdik oynamaya. Fakat hem saat çok geç olmuştu hem de hava gerçekten soğuktu. Artık eve girmemiz gerekiyordu.

Annem Tolga için bir zamanlar Azra'nın kaldığı misafir odasını hazırlamıştı. Irmak ise bizde kaldığı zamanlar benim odamda, benimle birlikte uyuyordu. Yatağım büyük olduğu için sığmamız sorun olmuyordu. Öyle yorulmuştu ki ders çalışmak bir tarafa dursun, yastığa başını koyar koymaz uykuya dalmıştı.

Ne vardı ki bir sağa bir sola dönmeme rağmen beni bir türlü uyku tutmamıştı.

Sonunda pes ederek yataktan çıktım, sessizce pencereye doğru ilerledim ve dışarı baktım. Kar yağmaya devam ediyordu ama hızı yavaşlamıştı.

Saat neredeyse üçe yaklaşırken ne kadar çabalarsam çabalayım uyuyamayacağımı anladığımda tekrar yataktan çıktım ve odamdan sessizce ayrılıp mutfağa indim. Midem yanıyor gibiydi.

Benim haricimde evdeki herkesin derin bir uykuda olduğunu düşünmüş ama yanılmıştım. Mutfağın loş, led ışıkları açıktı. İçeri girdiğimde ise kaşlarım çatıldı. Baran da mutfaktaydı sade bir soda içiyordu.

Mutfağın sürgülü kapısını yavaşça kapatırken "Sen de mi uyuyamadın?" diye sordum şaşkınca. "Neden ayaktasın bu saatte."

"Sen neden ayaktaysan o sebepten," diye karşılık verdi Baran.

"Uyku tutmadı."

"Beni de."

İşin tuhaf yanı, mutfağa girmeden önce benim de aklımdan soda içmek için geçmişti ama bunu dile getirmedim. "Yemeği biraz fazla kaçırdık sanırım, hepimiz," dedim buzdolabını açarken. "Midem hâlâ taş gibi."

"Soda içeceksen eğer, buzdolabında değil," dedi Baran. Duraksadım ve ona baktım. Sol elinde tuttuğu sodayı kaldırarak, malzeme dolabını gösterdi. "Orada."

"Hayır," dedim aniden. "Yoğurt yiyeceğim. Hazır yoğurt. Şu probiyotikli olanlardan." Ama aradığım yoğurt buzdolabında yoktu. Sanırım bitmişti ve yenisi alınmamıştı. "Kalmamış."

Pes ederek buzdolabının kapağını kapattım. Arkamı döndüğüm sırada ise korkuyla sıçradım. Baran hemen arkamdaydı. Neden adımlarının sesini duymamıştım? Elinde meyveli bir soda tutuyordu, gülerek bana uzattı.

"Al bunu iç, sen sade sevmezsin."

"Neden burnumun dibine kadar giriyorsun ki?" Uzattığı sodayı alıp yanından uzaklaştım. "Korkuttun beni."

Masaya geçip oturdum ve masanın üstünde duran açacakla sodayı açtım. O günden bu yana ikimiz de susuyor ve yaşananlar hakkında konuşmuyorduk. Baran'a göre babamın katili Efkan Kara'ydı, o ve oğlu Reha tehlikeli adamlardı ve ben onlardan uzak durduğum müddetçe ortada bir problem kalmayacaktı. Şimdiye kadar başımıza gelen şeylerin hepsinin arkasında onların olduğunu söylüyordu. Hatta evlerine gittiğim gün Baran'a mesaj atıp haber veren kişinin bile Reha Kara olduğunu savunuyordu.

Ve tüm bu olanlardan sonra, Mahir babamın beni bu konuda ikna ettiğini zannediyordu.

Oysa durum bu değildi. Şüpheler içimi bir kurt kemiriyordu. Tomris Yüce adında bir dedektifle anlaştığımdan kimsenin haberi yoktu gerçekler ortaya çıkana kadar da olmayacaktı.

"Sömestr tatilinde ne yapacaksın?" diye sordu Baran. Sodasını çoktan bitirmişti. "Var mı aklınızda yine kız kıza bir tatil planı?"

Irmak'ın geçen sene gittiğimizi söylediği Uludağ tatili dikkatini çekmişti anlaşılan.

"Olmasını isterdim ama bu sene yok. Staj için görüşmeler yapacağım."

"Stajı babamın yanında yapmama konusunda kesin kararlısın yani?"

"Evet," dedim. Bu konuda oldukça nettim. "Babamla konuştum ve onu ikna ettim."

"Peki," dedi Baran. Uzatmamıştı. Ve böylece bir kez daha susmuştuk ikimiz de. Fakat Baran gözleriyle konuşmaya devam ediyordu benimle. Bakışları devam yüzümdeydi ve dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm yer etmişti.

"Neden öyle bakıyorsun?" diye sordum merakla.

Baran yumruğunu çenesinin altına yerleştirdi ve bana bakmaya devam etti. "Nasıl bakıyorum?"

Güzel bakıyorsun.

"Yüzümde bir şey varmış gibi."

"Yüzün bana bir şarkıyı hatırlatıyor," dedi, onu hiç sarhoşken görmemiştim ama gözlerimin içine bakışı sarhoş olmuş gibiydi. "Sanki sana yazılmış gibi."

Yanaklarımın istemsizce kızardığını hissettim. "Hangi şarkı?"

"Kıskanır rengini, baharda yeşiller," diye mırıldandı Baran gülümseyerek. "Sevda büyüsü gibisin sen..."

Dudaklarım engelleyemediğim bir tebessümle iki yana açılırken "Sesin fena değilmiş," dedim.

"Konumuz sensin şu an." Kaşlarını kaldırarak beni işaret ederken "Senin güzelliğin," dedi daha da kızarmama sebebiyet verecek şekilde. Ne olmuştu ona böyle, birdenbire? "Gözlerin..." Duraksadı ve büyük bir dikkatle gözlerime baktı. "Gözlerinin yeşili hangi yeşil, şimdiye kadar hiç cevap bulamadım. Ne zaman gözleri yeşil olan birine denk gelsem ona dikkatle baktım. Ama hiçbirinin göz rengi seninki gibi değil."

"Annemin göz rengi," dedim iç çekerek. "Benimki gibiymiş." Güldüm. "Daha doğrusu benim gözlerim, anneminki gibi."

Baran da gülümsedi ama buruktu. Aramıza yeniden sessizlik çöktüğünde, aklıma Baran'ın doğum gününü kutlamadığım geldi.

"Bugün bir yıl daha yaşlandın... Ne hissediyorsun?"

"Bilmem," dedi dudaklarını bükerek. "Pek bir şey hissettiğim söylenemez.  Ama ilk defa bir doğum günümde dilek tuttum."

Ne dilediğini sormaya cesaret edemedim.

Ve Baran sormamı da beklemedi zaten. "Seninle olmayı diledim," dedi gözlerimin içine umutla bakarak. "Yollarımız bir daha hiç ayrılmasın istedim."

"Doğum günün kutlu olsun," dedim ne diyeceğimi bilemeyerek. "Ama sana hediye almadım ben."

"Olsun," dedi Baran. O kadar içten gülümsüyordu ki ellerimin heyecandan titrediğini hissettim. "Sen on yedi yıl önce evime gelerek bana en büyük hediyeyi verdin zaten. Yetmez mi?"

"Anlaşıldı." Gülümsedim. "Ben yavaştan odama gideyim."

Ayağa kalktığımda Baran da ayağa kalktı. Onun da odasına gideceğini düşünerek "İyi geceler," dedim. "Gerçi sabaha da az kaldı ama neyse..."

Yalnızca birkaç adım atmıştım ki parmaklarıma dokunan parmaklarla duraksadım. "Hani demiştim ya," dedi Baran. Geriye dönüp yüzüne bakmadım. "Aradan ne kadar zaman geçerse geçsin, ben seni beklerim diye..." Bir şey söylememi bekler gibi duraksadı ama sessiz kaldım. "Bekleyemiyorum. Sırf seni gördüğümde sana dokunmadan, kokunu almadan duramam diye, evime gelmeye bile korkuyorum." Dudaklarını saçlarımda hissettiğimde gözlerim kapandı. "Ben artık geceleri sensiz uyumak istemiyorum." Bana sarıldı. Kollarını karnıma geçirdi, ellerini karnımın üzerinde birleştirdi ve çenesini sol omzumun üzerine yasladı.

"İzin ver," diye fısıldadı. "Sana her şeyi unutturayım. İzin ver... Her şeye sil baştan başlayalım."

❄️

Yolların açılmamış olmasından korkarak, ders saatimizden neredeyse bir buçuk saat kadar önce evden çıkmıştık Irmak'la. Neyse ki korktuğumuz gibi olmamıştı. Kar küreme araçları tüm yolları açmıştı ve neredeyse dün gece ilk düşen kardan eser kalmamıştı.

Birer kahve alıp fakültenin kafeteryasına oturduğumuz sırada "Dün ne kadar yorulduysam artık, ölü gibi uyumuşum," dedi Irmak. "Bu arada senin yatağın benimkinden daha rahat."

"Kafanı yastığa koyar koymaz uyudun. İyi yorulmuşsun." Arkama yaslandım ve kahvemden ilk yudumu aldım. "Ama iyi oldu. Uzun zamandır bu kadar güldüğümü, eğlendiğimi hatırlamıyorum."

"Ya çok iyi oldu..." dedi Irmak kinayeyle. "Ben kesin evde miskin miskin oturuyor, ders çalışmıyorsundur diye geldim ama meğerse siz kutlama yapıyormuşsunuz. Bilseydim gelmezdim."

"Geldin de fena mı oldu?" diye sordum.

"Fena olmadı, çok fena oldu," dedi Irmak göz devirerek. "Tam sınav arefesinde bir günüm hiç oldu."

"Bir şey olmaz," dedim rahatlıkla. "Deli gibi çalışıyorsun sen. Halledersin."

"Keşke sen de deli gibi çalışsan diyeceğim ama boşladın iyice. Hiç senlik hareketler değil."

Okulu uzatma kararı almıştım. Bu gelişmeyi henüz Irmak'la paylaşmasam da kararım kesindi. En azından bir dönem daha okula devam etmeyi düşündüğüm için yaklaşan sınavlar umurumda değildi.

"Sınavlarımın kötü geçecek olması hiç umurumda değil biliyor musun?" Kahvemden bir yudum daha aldım. "Önceden en büyük derdim derslerimdi, sonra Baran çıkıp geldi ve en büyük derdim, onun bana yalan söylemesi oldu. Ama şimdi düşünüyorum da... Bunların hiçbiri dert değilmiş aslında." Derin bir nefes aldım. "Bu olay ortaya çıktığında... Yani Efkan Kara meselesi... Sadece ufacık bir şüphe bile dünyamı başıma yıkmaya yetti." Sesim titredi. "Korkuyorum Irmak, baba dediğim adam tarafından kandırılmış olmaktan çok korkuyorum."

Irmak ne diyeceğini bilemezmiş gibi yüzüme bakarken uzanıp ellerimi tuttu. "Korkma," dedi içtenlikle. "Sen benden daha iyi tanıyorsun Mahir babanı. Ben sadece dört senedir tanıdığım halde bile Mahir Amca'ya güvenim sonsuz Açelya. O güvenilir, dürüst bir adam. Bak gör, Tomris Hanım bu meselenin aslını astarını ortaya çıkardığında onu suçladığın için çok utanacaksın."

Irmak böyle söyleyince gözlerim doldu ve boğazıma koca bir düğüm oturdu. "Bir daha yüzlerine bile bakamamak pahasına, yanılmış olmayı her şeyden çok istiyorum."

"Azra'nın ne söylediğine de çok aldırış etme," diye devam etti Irmak. "Evet sözleri kafa karıştırıcı ama belli ki sizin geçmiş mevzunuzdan haberdar olmuş bir şekilde. Ve meseleyi, Baran'la senin aranı bozacak şekilde lanse etmeye çalışmış olabilir sana. O kıza hiç güvenmiyorum ben. İçini ferah tut ve sadece bekle."

Irmak'ın sözleri içimdeki yangına su olmuştu. Dün geceden sonra ilk defa, yeniden nefes alabildiğimi hissetmiştim.

"Eğer bu işin sonunda içimdeki şüphe boşa çıkarsa, Baran'a onunla birlikte olmak istediğimi söyleyeceğim," dedim buruk bir ses tonuyla." Sağ gözümden aşağı bir damla yaş süzüldü. "Onu istediğimi ve onu affettiğimi... Evet, içim hâlâ çok acıyor ama hiçbir şey, onsuzluğun ihtimali kadar çok acıtmıyor. Ben onu çok seviyorum Irmak, çok seviyorum."

Dün gece mutfaktayken, bana sarıldığı o sözleri sarf ettiği an eksik yarımın tamamlandığını hissetmiştim. Bir kez daha anlamıştım ki ben yalnızca onunlayken bir bütün olabilirdim.

"Belki de bu mesele, geçmişe bir sünger çekmen için çıktı önüne. Dediğin gibi, dert ettiğin çoğu şeyin aslında dert olmadığını anlaman için... Umarın bir an önce her şey tatlıya bağlanır da hak ettiğin gibi çok mutlu olursun."

Ders saatine kadar konuşmaya devam etmiştik. Öyle ki kahvelerimizi içmeyi bile unutup soğumaya terk etmiştik. Damla yanımızdan geçerken dersin başlayacağını hatırlatmasa geç bile kalabilirdik.

Aceleci adımlarla dersliğe yürürken içimde buruk bir mutluluk vardı. Sabırla ve umutla, Tomris Yüce'den gelecek iyi bir haberi bekleyecektim. Sonrasında bir daha ne Reha Kara'yı ne de babasını görecektim.

Her şey bitecekti.

Telefonum bir mesaj sesiyle titrediğinde adımlarım yavaşladı.

Baran'dan gelmiş olabileceğini düşündüğüm mesaj bildirimi içimi kıpır kıpır etmişti ama tanımadığım bir numara Whatsapp üzerinden yazmıştı.

Mesajın üzerine tıkladığımda profil resminin olmadığını fark ettim. Kaşlarım çatıldı.

Mesajı okumaya başladığımda ise sanki birisi boğazımı sertçe sıkmaya başladı.

Gerçekleri öğrenmek için dedektif tutacak kadar sabırsız olduğunu bilseydim, sana gerçeği vermek için bu kadar beklemezdim.

Ne demekti bu?

Mesajın hemen ardından bir video geldi, indirmek için üzerine tıkladığımda "Hadi Açelya!" diye seslendi Irmak. Dersliğin önündeydi.

"Sen gir, lavaboya gidip geliyorum."

Yüzümden bir şey anlaşılmasın diye arkamı dönüp ters istikamette yürümeye başladım. Lavabo koridorun sonundaydı. Video indirilmeye devam ederken bütün bedenim titredi ve kalbim korkuyla çarpmaya başladı.

Kendimi lavaboya nasıl attığımı anlamadım. İçerisi boştu. Sırtımı duvara yasladım ve titreyen elimde tuttuğum telefona bakarak videonun inmesini bekledim.

Sonunda video tamamen indi. Videoyu oynattım ve gördüklerime inanamadım.

Görüntü babamın odasına aitti. Babam masasında oturuyor, Baran ise odanın içinde telaşlı bir şekilde volta atıyordu. İkisi de sessizdi. Bu videoyu kim, nasıl çekmişti hiçbir fikrim yoktu fakat ne babamın ne de Baran'ın kayda alındıklarından haberi yok gibiydi. Kameranın açısından tahmin ettiğim kadarıyla, kamera gizli bir yere yerleştirilmişti.

Baran'ın üzerindeki kıyafetleri hatırladığımda kaşlarım çatıldı. Bu görüntüler o güne aitti. Efkan Kara'nın evine gittiğim, sonrasında Baran'a yakalandığım ve soluğu babamın ofisinde almak zorunda kaldığım gün.

Baran'a delicesine bir öfke duyduğum gün.

Peki ben neredeydim?

Belki de bu kayıt, lavaboya gitmek için odadan ayrıldığım dakikalara aitti.

"Bu mesele giderek tatsızlaşıyor," dedi Baran. Odanın ortasında durmuş, babama bakıyordu ve bu açıdan yalnızca sırtı görünüyordu. "Bu herifler rahat durmayacak. Açelya'nın aklını karıştıracaklar."

"Halledeceğim," dedi babam sakin bir şekilde. "Bana haber vermen iyi oldu."

"Nasıl halledeceksin?" diye sordu Baran. "Nasıl?"

Öfkesi ve telaşı tam da o gün hatırladığım gibiydi.

"Halledeceğim diyorum." Babamın sesi sertleşti. "Ne bu halin senin? Toparla kendini."

"Anlamıyorum," dedi Baran. Elleri ensesindeydi. "Delireceğim... Ellerinde büyük bir koz var ama kullanmıyorlar. Bizimle kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyorlar."

Baran neyden bahsediyordu bilmiyordum ama ben, korkudan ölmek üzereydim. Ayaklarım daha fazla tanıyamamıştı bedenimi. Sırtımı duvara sürte sürte yere atmıştım kendimi.

"İşin içinde başka bir iş var," dedi babam. Yüzü, kameranın açısından dolayı tam görünmese de suratının epey asık olduğu belli oluyordu.

"Ya öğrenirse?" diye sordu Baran. "Ya Açelya her şeyi öğrenirse?"

Bu sözler nefesimi tamamen kesti.

"O zaman nasıl bakacağım ben onun yüzüne? Nasıl diyeceğim babanın ölümü aslında benim suçumdu diye?"

Bakışlarım ekranda donakalırken ve gözyaşlarım bakışlarımı buğulandırırken, bir mesaj daha geldi.

Artık gerçeği biliyorsun. Kime güvenip, kime güvenmemen gerektiğini de.

Sizler zaten tahmin ediyordunuz bu gerçeği. Açelya ise yeni öğrendi.

Gelecek bölüm, beni en yaralayan bölümlerden bir tanesi.

Bölüm öncesi bir alıntı paylaşacağım ve bölümde Baran'ın anlatımından bir sahne olacak.

Son olarak, hiçbir şey göründüğü gibi değildir diyor ve gidiyorum. 🥹

Continue Reading

You'll Also Like

856K 55.9K 47
Çilek Alança Yıldırım mı yoksa Çilek Alança Saruhan mı demeliyiz? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek, ailesinin gerçek olmadığını ve küçük...
657K 20.1K 54
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
124K 8.8K 89
Öğretmen ama AŞKA ÖĞRENCİ (Texting) • Anaokulu öğretmeni olan Beyza yoğun bir sene geçirdiği için yeni dönemde dinlenmek için görev değişikliği yapmı...
1.5M 63.6K 54
"0549******: Umarım iş telefonumu meşgul etmen için geçerli bir sebebin vardır. (20.13) Afra: OHA! OHA! OHA! (20.13) Afra: Koskoca Kuzey Taşoğlu bana...