KOLYE

By denizyolcusu

1.7M 129K 18.4K

"Güneş'in ölmeye başladığı zamanlarda, Dünya'yı başka bir galaksiye taşıyacak güce sahip iki kolye icat edili... More

Uğursuz olayların başladığı gece - 1
Loş odadaki garip tanışma - 2
Kıyamet, Kurtarıcı ve Deniz - 3
Açık kalan pencere - 4
Zifiri karanlık ve hiddetli gözler - 5
Akmayan gözyaşında kaybolan hatıra - 6
Ölüyor olmanın yan etkisi - 7
Başka birinin elleri - 8
İyiyim, iyiyim, iyiyim. - 9
Ölüm ve yaşam arasında - 10
Varis cinayeti - 11
Yaşlı cadının evindeki gizem - 12
Ya hep ya hiç - 13
Adını unutan kız - 14
Aptal. Deli. Anormal. - 15
Perdelerin ardındaki sır - 16
Çocukluk denen krallık - 17
Mezarlık yolunda ayrılık - 18
Ormandaki yabancı - 19
Kırmızı rujlu kadın - 20
Felaket geliyorum demez - 21
Yer altından kaçış - 22
Güç akılda biter - 23
Tecrübesiz adımlar - 24
Kuleye ilk yolculuk - 25
Şeytanların savaşı - 26
Fırtına öncesi sessizlik - 27
Uyku aşktan önce gelir - 28
Dönüm noktası - 29
Erken biten hayaller - 30
Bir adım daha - 31
Okyanustaki yağmur damlası - 32
Nasılsa dönmeyeceksin - 33
Kelebek kanatları - 34
Zaman çarkları - 36
Geleceğe doğru - 37
Bir kaşık sevda - 38
Kıyamete açılan kapı - 39
Kan rengi - 40
Suyun altındaki el - 41
Eski bir fotoğraf - 42
Bu benim son çırpınışım - 43
Kızılcık şerbeti - 44
Beklenmeyen saldırı - 45
Final - 46
Özel bölüm
Yeni bir hikaye...
Açıklama
Sürpriz yumurta
Yeni hikaye&teşekkür

İki kelimelik itiraf - 35

23.6K 2.2K 423
By denizyolcusu

Yol kenarındaki banklar boştu, yağmur yeniden atıştırmaya başlamıştı. Sağından ve solundan, insan kalabalığı geçip gidiyordu. Yağmurdan korunabilmek için kitaplarını kafalarına tutan öğrenciler, caddenin ötesindeki liseye doğru koşuyordu. Yavaş adımlarla, otobüsteyken gözüne çarpan ve artık üzerinde hiç kimsenin var olmadığı banka gidip oturdu. Çıplak ayaklarına batan taşlar, tabanlarını kanatmıştı. İyiden iyiye hızlanan yağmurun altında sırılsıklam olmuştu. Şemsiyesini, pazar çantasıyla birlikte hatırlamadığı bir yol köşesine fırlatmıştı. Islak saçlarını yüzünden çekip, titreyen çenesini durdurabilmek için dudaklarını ısırdı. Sonra sessizce kalktı, garipseyen bakışlara karşılık vermeden çıplak ayaklarla kaldırımda yürümeye başladı. Uzun bir süre, yalnızca önüne bakarak yürüdü. Ağlamadığı halde, çenesi titremeye devam etti. Ayaklarına batan sivri taşlar, tenine girip kanatıyordu. Saatler sonra eve vardığında, elleri bomboş, ayakları kan içinde ve tepeden tırnağa sırılsıklamdı. Anahtarı elbisesinin cebinden zorlukla çıkarıp, kilide taktı. İçeriden gelen alışılagelmedik öfkeli erkek seslerini duyduğunda, endişelenerek anahtarı çevirdi ve içeri girdi. Bekleme salonu bomboştu ve doktorun odasının kapısı önünde iki adam ateş saçan gözlerle, içi boş tehditler savuruyordu. Havaya yayılan hiddetin kokusunu aldı. Aynı anda, doktorun yakasına sert ellerle yapışan yabancıyı tanıdı. Durdurmak ya da aralarına girmek gibi bir girişimde bulunmadan, donuk bakışlarla bekledi. Nihayet iki adam da, kapının önünde bekleyen sırılsıklam olmuş kızı fark ettiğinde aradan üç dakika geçmişti. Yabancı ellerini gevşetti ve neredeyse rahatlamış bir ifadeyle kıza baktı. Dikkatinin dağılmasından faydalanan doktordan, elmacık kemiğine sert bir darbe aldı. Hira, dönüp baktığında doktorun dudağının patlamış olduğunu fark etti.

"Neler oluyor?" dedi, doğrudan yabancıya bakarak. Sesinde, kendisini bile dehşete düşüren soğuk bir sakinlik vardı. Yabancı, az önceki yumruğun farkında değilmiş gibi, boynunu hafifçe sağa kırıp kütletti ve temkinli adımlarla kıza yaklaştı.

"Bir şey olduğu yok." dedi sabırsız bir sesle. "Doktorla birlikte, saatlerdir ortalıkta olmamanın sebeplerini tartışıyorduk."

Hira, odadaki büyük saate baktığında gerçekten de dört saattir dışarıda olduğunu fark etti. Boş bankta, farkında olmadan, saatlerce oturmuş olmalıydı.

Başını yeniden yabancıya çevirdiğinde, yüzünün sabırsızlıkla parladığını gördü. Normal şartlarda, içi ümitle dolmalı ve adama yüzündeki parlaklığın sebebini sormalıydı ama saatler öncesinde, bütün ümitleri bavulunu toplayıp gitmişti. Aniden patladı ve ağlamaya başladı.

"Günlerdir seni bekliyorum!" dedi bağırarak. "Hangi cehennemdeydin?"

Ağlamasının, yabancının geç kalışıyla en ufak bir ilgisi yoktu. Bunu kendisi de biliyor ama ağlamasının önüne geçemiyordu. Göğsünden, insanın yardım etme içgüdüsünü harekete geçiren, acılı bir hıçkırık koptu. Doktor tereddütle kıza doğru iki adım attı. Ama yabancının sessiz işaretiyle, yerine mıhlanıp kaldı.

"İyi günümde olmasam, bana sesini yükseltemeyeceğini söylerdim." dedi adam, kızın aksine sakin bir sesle. Kız, gözüne perde çekmiş yaşların arasından, yabancıya baktı.

"Hadi git üzerini değiştir." dedi adam, gözlerinde farklı bir parıltıyla.

"Ne oldu?"

"Sahile in."

"Neden?"

"Bir kere de sorgulama be kızım!"

Hira, gürültüyle yutkundu ve ümidin, bavullarıyla birlikte yolun uzaklarından temkinli bakışlar attığını hissetti. Heyecandan buz gibi olan elleriyle, sahil yoluna açılan arka kapıya yöneldi.

"Önce üzerini değiştir!" dedi yabancı arkasından seslenerek. "Sırılsıklamsın, seni aptal."

Hira, ardında yeniden bağrışmaların başladığını duydu ama yamaçtaki merdivenlere doğru yürümeye devam etti. Taş basamakları, çıplak ayaklarla indi, aceleden birkaç kez tökezledi. Evin, sahile açılan dış kapısına vardığında, elini kapının koluna yerleştirip, birkaç saniyeliğine duraksadı. Sonra, kapıyı açıp tuzlu deniz kokusunu yüzüne çarpan sahile çıktı. Çıplak ayaklarının altında, yumuşak ve ıslak kumu hissetti. Yağmur durmuştu, güneş bulutların arasından yüzünü utangaçça gösteriyordu. Deniz, uzun zamandır ilk kez sakin ve durgundu. Günler önce, yabancıyla birlikte oturdukları kano deposunun yakınlarındaki iskelede genç bir adam oturmuş, ayaklarını iskeleden denize doğru sarkıtmıştı. Kalbi birkaç kez hastalıklı bir ritimle tekledi.

Bir adım attı.

İskelede oturan adamın siyah saçları, yumuşak esen rüzgarın arasında dalgalandı.

Bir adım daha.

Batmak üzere olan güneş, adamın yüzünde hüzünle dolaştı.

Sonra bir adım daha.

Kesik bir yutkunma.

Gerçek olamayacak kadar güzeldi, kısa bir an için sonu kabusa dönüşecek güzel başlayan rüyalarından birinde olduğunu düşündü.

Ama yürümeye devam etti.

Attığı her adımda, genç adamın silüetinin, rüzgara karışıp yok olmasından korkar gibi, bakışlarını iskeleden kaçırmıyordu.

Bir ömür sonunda iskeleye vardı, deniz suyu ayaklarına hafifçe dokunup çekildi. Kumların üzerine, dalgaların silmek için uğraştığı anlaşılmaz harfler çizilmişti. Uzaklarda bir martı, çığlık attı. Aynı anda, iskeledeki genç adam, dönüp arkasına baktı. Gözleri, kısacık bir saniye için arkasında onu izleyen kızla buluştu. Hira, kumların üzerinde, tıpkı kumdan bir kale gibi hareketsiz kalakaldı. Yanaklarına akan sıcak damlalar, uzun zamandır ilk kez rahatsız etmiyordu. Eğer hayatını yalnızca bir saniyeye sığdırabileceğini söyleseler, bu saniyeyi seçer ve bütün hayatını aynı saniye içinde seve seve geçirirdi. Deniz'in iskeleden kalktığını ve geniş adımlarla iskeleyi geçip, yanına geldiğini hayal meyal gördü. Parmaklarına, soğuk parmaklar geçti, güçlü kollar belinden tutup onu kendisine çekti. Hira, kafasını adamın göğsüne gömerken, uyanmaktan korkar gibi gözlerini sıkı sıkı yumdu.

"Sensin." dedi duymayı özlediği ses. Sarılana kadar emin olamamış gibi şaşkındı. Hira, kafasını kaldırıp Deniz'in yüzüne baktı. Onu son gördüğü günkü gibiydi, pek fazla değişmemişti, teni hafifçe esmerleşmişti, dudakları şaşkın ve gülümser arasındaki çizgideydi, saçları biraz daha uzamış, kulaklarını kapatmıştı. Üzerindeki siyah tişörtün açık yakasından, alışkın olduğu zincirlerin parıltısı artık görünmüyordu.

"Sensin." dedi aynı şaşkın ses tonuyla. Birkaç saniye, ikisi de duraksadı.

"Geleceğine inanmamıştım." dedi Deniz. Yüzü, aklına kötü bir hatıranın gölgesi düşmüş gibi donuklaştı.

"Ben de." dedi Hira. "Neredeyse ümidimi kaybetmiştim."

"Sırılsıklamsın." dedi, kızın üzerine yapışmış ıslak elbisesini yeni fark etmiş gibi. Doktorun evine karanlık bir bakış attı.

"Yağmurda kaldım." diye açıkladı. Konuşulacak onca şey varken, günlük hayata dair bu basit gerçeği ifade etmek bile korkunç derecede zaman kaybı geliyordu. Eğer bu bir rüyaysa, bitmeden önce ona sormak istediklerini sormalı, hayatı boyunca ilk kez, içinden geldiği gibi yaşamalıydı. Deniz'i elinden tutup, suya doğru çekti. Dalgalar, bileklerine vurdu. Deniz,

"Hava soğuk." dedi durgun bir sesle, ama kız kendisini çekerken karşı koymadı.

"Boşversene." dedi Hira, batan güneşin altındaki hafifçe dalgalanan suya, özlemle bakarken. "Nasılsa rüyadayız."

Deniz'in cevap vermemesinden, onun da yaşadıklarının gerçekliğine dair şüphe içinde olduğunu tahmin etti. Suyu karnında hissettiğinde, soğukluk içine işledi ama durmadı. Su durgunluğunu kaybetmiş, çıkan rüzgarın etkisiyle dalgalanmaya başlamıştı. Dalgalardan biri sertçe göğsüne çarptı. Deniz'in elini bırakmadan, arkasına döndü. Kısa ve siyah saçları, dalgaların etkisiyle ıslanmış, alnına yapışmıştı. İkisi de, gözlerini birbirinden ayırmadan, adım adım, su seviyesi boyunlarına gelene kadar ilerledi.

"Bu anı hep hayal ettim." dedi Hira, soğuktan titreyen çenesini kasarken. Ağlıyordu ama farkında değildi; boğuk sesi, dalga seslerinin arasına karışıyordu. "Sana nasıl geri döndüğünü soracaktım. İyi olup olmadığını...Ama şimdi, hiçbirini merak etmiyorum, neden? Tek ve en önemli gerçek, şu an burda, yanımda olman. Daha fazlasını istememekten korkuyorum."

Dalgalardan biri, saçlarına çarpıp, kulaklarında yankılandı.

"Üşüyorsun." dedi Deniz, kızın soğuktan morarmış, titreyen dudaklarına bakarken. Artık, yaşadıklarının bir rüya olduğu şüphesinden yavaş yavaş sıyrılıyordu. Avuçlarındaki eli kendisine çekip, geriye doğru adım atmaya çalıştı ama kız kuvvetle karşı koydu.

"Önce itiraf etmeliyim." dedi. Söyleyecekleri onu fazlasıyla zorluyordu. Gözleri, tuzlu sudan ve gözyaşlarından kızarmıştı. "Bir yıl boyunca sadece bir kez, sadece bir an için, senden vazgeçtim. Kolyeni denize fırlattım, aslında onu kaybetmek istememiştim." Gözlerinde, büyük bir günah işlemiş insanlara özgü yalvaran bir renk vardı.

"Hira." dedi Deniz, kızın titreyen yüzünü avuçlarının arasına alırken. "Seni bir yıl boyunca yalnızlığa mahkum ettim. Sözümü tutmadım. Sana acı çektirdim. Ve karşıma geçip, o aptal kolyeyi attığın için özür diliyorsun. Ne yapacağım ben seninle?"

Büyük bir dalga, saçlarının üzerinden geçip, ikisini de kısa bir süre için suyun altına gömdü. Yeniden nefes aldıklarında, aradan sadece birkaç saniye geçmişti.

"Affettin mi?" dedi kız. Az öncekine göre çok daha sakinleşmiş ve durulmuştu.

Deniz, dalga geçer gibi bir sesle, "Affettim, küçük hanım." dedi. İlk kez hafifçe gülümsedi.

"Şimdi benim itirafımı dinle."

Bedenlerine sertçe çarpan devasa bir dalga, Deniz'in itirafını, kızın kulaklarından uzağa taşırken, Hira ağzına dolan suyu öksürüp, yüzüne yapışan ıslak saçlarını geri attı. Bu haliyle, küçük bir çocuk kadar saf ve masum görünüyordu.

"Duyamadım." dedi dalgaların arasında sesini yükseltmeye çalışarak. Aynı anda ağzına giren tuzlu su, yüzünü ekşitmesine neden oldu. Deniz, kızın haline artık neşeyle gülüyordu. Hira, kaşlarını çatarak, neyin komik olduğunu sormak istedi ama dalga seslerinden sesini duyurmasının imkanı kalmamıştı. Deniz'in, aynı kelimeleri tekrar ettiğini duydu. Ağız hareketlerinden, söylediklerini kavrar gibi oldu ama gördüklerinin sadece bir hayal ürünü olduğuna inanmak daha mantıklı geliyordu.

"Bir daha söyle." dedi, dalga seslerinin arasında bağırarak. Kalbi, dalgalarla yarışırcasına çarpmaya, göğsüne baskı yapmaya başlamıştı. Deniz'in elleri, yüzünün iki yanında can buldu, soğuk dudaklarında sıcak bir nefes hissederken, dalgalar son kez saçlarının üzerinden uzanıp, kıyıya doğru sürüklendi.

Su, kumların üzerindeki silinmeye yüz tutmuş dört harfli kelimenin üzerinde dolaştı.

***

Sahile çıktıklarında güneş batmıştı; etraf sahili çevreleyen evlerden gelen ışıklar dışında karanlıktı. Hira, titreyen yüzüne atılan kalın havluyla geriye sendelerken, yabancının sıkkın sesinin,

"Hasret gidermeniz bittiyse, peşimden gelin." dediğini duydu. Kız dönüp baktığında, Deniz'in, delici gözlerini depoya ilerleyen yabancının sırtına diktiğini gördü. Havluyu sırtına sarıp, adamın peşinden depoya ilerledi, Deniz'in de isteksiz adımlarla kendisini takip ettiğini duydu.

"Ondan hoşlanmadığını biliyorum." dedi kısık sesle kız. "Yine de, o tam olarak kötü biri sayılmaz." Deniz'in kızmasını ya da öfkeyle söylenmesini bekledi ama yüzü sakindi.

"Biliyorum." dedi durgun bir sesle. "Sadece ön yargılarımı yıkmaya çalışıyorum."

Depoya vardıklarında, içerinin tenekede yanan ateşle aydınlandığını gördüler. Hira, son gelişine göre deponun çok daha yaşanılır bir yere dönüştüğünü fark ederek şaşırdı. Eski ve çürümüş kano dışarı çıkarılmıştı, duvarlardan birine kahverengi eski bir kanepe dayanmıştı. Küçük bir tüpün üzerinde bakır renkli bir tencere duruyordu. Şok içinde yabancıya bakarak,

"Bunca zaman burada mı yaşıyordun?" dedi.

"Ne düşünüyordun?" dedi adam, kıza alaycı bir bakış atarken. "Beş yıldızlı otelde keyif çattığımı mı?"

"En azından bana haber verebilirdin." dedi Hira aptal gibi hissederek. "Ne kadar bekledim, haberin var mı?"

Hızını alamayarak, havluyu top edip adamın kafasına fırlattı. Yabancı, küçük bir el hareketiyle havluyu savuşturdu ve tenekede yanan ateşin önüne oturdu. Hira, birkaç saniye sonra öfkesini üzerinden atıp, üşüyor olduğu gerçeğiyle yüzleşti ve gidip, ateşin yanına oturdu. Deniz, duygu içermeyen bir sesle,

"Ben dışarıdayım." dedi. "Siz konuşun."

Arkasına dönüp kapıya yöneldiğinde, kız daha ağzını açamadan, yabancı,

"İkiniz de birbirinizden inatçısınız." dedi sert bir sesle. "Kendimi iki yaramaz çocuğun bakıcısı gibi hissediyorum."

Deniz, elleri ceplerinde, derin bir nefes aldı ve geri dönüp, yabancıya ters bir bakış attı.

"Kızı sana getirmem karşılığında, ne istersem yapacaktın, unuttun mu?" dedi yabancı, kapıdaki genç çocuğa ateşin karşısına oturmasını işaret ederek.

Hira, Deniz'e değil ateşe bakıyordu. Birkaç saniye sonra birinin yanına oturduğunu duydu. Ateş iliklerine işlerken, kavga çıkmadan bir giriş yapabildikleri için rahatlamıştı.

Uzunca bir süre, ateşin çıtırtıları dışında ses çıkmadı. Yabancı, ayağa kalkıp, koltuğun kenarından beyaz bir kağıt çıkardı ve tekrar ateşin başına döndü. Diğer elinde, parmaklarına boya akıtan kırmızı bir tükenmez kalem vardı. Hira, adamın, elindekileri sahildeki çöplerden bulduğunu tahmin etti. Yabancı, kağıdı önündeki kirli zemine yayarak açtı ve başını kaldırıp Hira'ya baktı.

"Zamanda atladığında, günlerden neydi? Hatırlıyor musun?" diye sordu. Hira, hiç tereddüt etmeden,

"31 Aralık 2000 gecesi." dedi. Adam, eski harflerle kağıdın başına '31 Aralık 2000' yazdı. Sonra, bunu yapmaktan hoşlanmadığını belli eder bir ifadeyle, Deniz'e baktı.

"Peki ya sen?" dedi ters bir sesle. Deniz, birkaç saniyeliğine, sert bir ifadeyle adamı inceledi.

"Pek fazla olmadı." dedi soğukça. "Belki bir ay önceydi."

"30 Kasım 2001 yazıyorum." dedi adam, ciddi bir sesle. "Benim düştüğüm zamanla neredeyse aynı." diye devam etti, son yazdığı tarihe bakarak. "Neye göre belirleniyor? Düşünüyorum ama işin içinden çıkamıyorum."

"Benim bir teorim var." dedi Hira, ateşi izlerken. İki adamın da merakla kendisine baktığını hissedebiliyordu. Ruhunun, evren okyanusuna karıştığı o belirsiz anıyı hatırlarken soğukla ilgisiz olarak titredi. "Deniz'le yaşam enerjilerimiz çarpıştığında, bunun zamanda rastgele delikler açtığını düşünüyorum. Dünyanın iki farklı tarihini birbirine bağlayan delikler. İki uzak galaksiyi bağlayan solucan deliği gibi düşünün."

Yabancının çatık kaşlarının ardında, teorisini değerlendirdiğini görebiliyordu.

"Bu mümkün mü?" dedi çenesini sıvazlayarak. Hira, tam ağzını açacakken, Deniz'in,

"Neden mümkün olmasın?" dediğini duydu. "Mekan boyutunda bir delik açılabiliyorsa, zaman boyutunda da pekala delikler açılabilir."

Kağıdı önüne çekip, yabancının yere bıraktığı kalemi eline aldı. İki tarihin çok uzağına, '5 Eylül 3100' yazdı. Sonra, başını kaldırıp, yabancıya baktı.

"Hangi tarihten zamanda geri atladın?"

Yabancı bir süreliğine, anlatıp anlatmaması gerektiğine emin olamıyormuş gibi düşündü. Sonra, omuzlarını silkip,

"Sizinle aynı tarihte." dedi. "Dönüştürücü çalıştığında, ilk dakikalarda gökyüzüne yükselen yoğun bir enerji duvarı oluştu. İnsanların çoğu, bunun bir çeşit doğal felaket olduğunu düşünür gibi korkup kaçıyordu. Ortalık kıyamet gününden farksızdı. O duvardan geçebilmeyi akıl edebilen tek kişiydim." Gözlerinde gurur ya da üzüntü yoktu. Sesi, boş ve duygusuz çıkıyordu.

Deniz'in kalemi tutan parmakları belli belirsiz titriyordu. Kısa süreli bir sessizlikten sonra,

"O halde 5 Eylül 3100'e bağlanan iki farklı tarih var." dedi Deniz. "Hira'nın döndüğü 31 Aralık 2000 ve bizim döndüğümüz 30 Kasım 2001."

"Teoride atıp tutmak kolay." dedi adam, düşünceli bir sesle. "Yine de, pratikte bir yol göstermiyor. Nasıl geri dönebileceğimizi açıklamıyor."

"Geri dönebileceğimiz fikrine nerden kapıldın?" dedi Hira, yabancıya bakarak.

"Çünkü biliyorum." dedi adam, gizemli ve kendinden emin bir sesle. "Sadece nasıl başaracağımızdan emin değilim."

"Geri dönmeyi başardık diyelim." dedi Hira. "Dönüştürücünün çalıştığı tarihe düştüğümüzü düşünsene. Bütün insanlıkla birlikte yok olacağız. Neden geri dönmeye çalıştığımızı anlamıyorum. Ne değişecek?"

"Farklı bir tarihten geleceğe yolculuk yapmış olacağız." dedi adam cevap olarak. "Dönüştürücünün çalıştığı tarihten öncesine düşeceğimizi tahmin ediyorum, hatta biliyorum. Nasıl bildiğimi sormayın, zamanı geldiğinde ikiniz de öğreneceksiniz. Neden geri dönmeye çalıştığımıza gelince..."

Yutkundu ve bir süre boş gözlerle ateşi izledi. "Son karşılaşmamızda söylediğim gibi, yapbozun eksik parçalarını tamamlamak zorundayız."

"Peki ya sonra?"

Başını kaldırıp, ateşin gölgelerinin dans ettiği gözleriyle, kıza baktı.

"Sığınağa sızacağız." dedi.

Deniz, kalemi elinden düşürdü.

"Unut bunu." diye tısladı. Adam, öfkeyle yanmaya başlayan gözlerini Deniz'e dikti.

"Acı çeken onca insanın üzerine yeni bir dünya kurup yaşamalarına izin vermeyeceğim!" dedi. "Yaşadığım müddetçe yıkmaya çalıştığım planın bir parçası olmak zorunda kalsam bile, vazgeçmeyeceğim."

"O halde sana iyi yolculuklar." dedi Deniz, kesin ve net bir sesle. Hira'nın elinden tutup, kızla birlikte ayağa kalktı. Hira, kendinden o kadar da emin görünmüyordu ama karşı koymadı.

"İçimde intikam isteği yok, kurtulma isteği yok." dedi nefretle. "Senin zavallı intikam planın yüzünden, geri dönmeye de niyetim yok."

Yabancı da ayağa kalktı ve zorlukla sakin tuttuğu bir sesle,

"Yaşayabilecek misin?" dedi. "Hira'yla birlikte iki binli yıllarda mutlu mesut yaşayabilecek misin? Geleceği unutup, sana yapılanları unutup, sevdiğin kıza yapılanları unutup! Elini ensene her götürdüğünde, parmakların iki karanlık boşluğa girerken, unutabilecek misin? Sevdiğin kız göğsünde o kolyeyi taşırken, unutabilecek misin?"

Hira, sözlerin gerçekliği karşısında bacaklarının titremeye başladığını hissetti. Dönüp Deniz'e baktığında, yüzüne tarifi imkansız acılı bir gölgenin düştüğünü gördü. Kısa süreli sessizlikten sonra Deniz yutkundu ve durgun bir sesle,

"Unutmak istiyorum." dedi. "Artık gücüm kalmadı." Boştaki elini ensesine götürdü, gözlerini kapattı.

"Evrene karıştığımda, kendimi yeniden bulabileceğime bile inanmıyordum. Kendi ruhumu hissedebildiğim nadir anlarda, Hira'ya sesleniyordum. Beni duyabildiğini biliyordum ama onun verdiği cevapları duyamıyordum."

Hira, günlerce önce, yağmurlu bir gecede duyduğu sesleri hatırlarken titredi.

"Yeniden geri dönmek çok zor." diye devam etti acı çeker gibi. "Artık kaybetmekten korkmak istemiyorum."

Yabancının gözleri belli belirsiz yumuşamış hatta buğulanmıştı.

"İşte sırf bu yüzden dönmek zorundasın." dedi. "Ben, otoritenin kafasına sıkarken, orada olup izlemek zorundasın."

Hira sarsılarak, yabancının gözlerindeki katıksız kararlılığa baktı. Batı ve Doğu otoritesini, enstitü başkanını, ölü bir halde uzanırken hayal etti. İçinde tarif edemediği bir boşluk oluştu.

"Neyi tartışıyoruz ki?" dedi. "Burada olup bizi bulabildiğine göre, geleceğe gidip seni uyarmış olmalıyız. Bizdik değil mi? Seni buraya getiren bizdik. Bu yüzden anlatmayı reddediyorsun. Geri döneceğimize bu kadar emin olmanın sebebi bu."

Yabancının sımsıkı kapanmış dudaklarına bakarken, söylediklerinin gerçek olduğunu anladı. Deniz'in elini daha kuvvetli sıktı. Deniz, dönüp kıza baktığında, bakışları yumuşamıştı.

"Yorucu bir konuşma oldu." dedi. "Yarın devam edelim."

Hira başını sallayarak, onayladı.

"Çocuk yalnız kaldı." dedi. "Ben doktorun evine dönsem iyi olur."

Deniz'in bakışlarının sertleştiğini gördü.

"Çocuk?"

"Bacaksızın teki." dedi yabancı, sönmekte olan ateşe odun atarken. "Hira adamın birinden kaçırmış."

Deniz'in gözleri büyürken, Hira hayır anlamında elini iki yana salladı.

"Hayır, öyle değil. Kaçırmadım yani kaçırdım ama, iyilik olsun diye."

Sonra saçmaladığını fark edip durdu ve yabancıya ters bakışlar attı. Adam, ben suçsuzum anlamında iki elini kaldırdığında,

"Suç sende değil tabii, Umut bey." dedi. "Oturup sana anlatanda suç."

Adam, yapmacık bir öfkeyle üzerine yürürken, Hira kaçıp Deniz'in arkasına saklandı. Deniz, ne tepki vereceğini şaşırmış gibi, bir kıza bir de adama bakıyordu. Sonunda dayanamayıp güldü ve Hira'yı kollarından tutup kendisine çevirdi.

"Nedir bu çocuk mevzusu?" dedi.

Hira küçük bir kız çocuğu gibi dudaklarını büzdü. Deniz geri dönmeden önce, büyüdüğünü sanıyor; kendini neredeyse yetişkin bir kadın gibi hissediyordu. Ama Deniz döndüğü anda, kendini yine küçük bir çocuk gibi hissetmeye başlamıştı.

"Adam çocuğu dövüyordu ve sokaklarda zorla çalıştırıyordu." dedi. "Ben de onu yanıma aldım, yani resmi olmayan yollardan. Hepsi bu."

"Resmi olmayan yollar derken, kaçırdığını kast ediyor." dedi yabancı lafa dalarak. Hira, adama öldürecekmiş gibi baktı.

"Artık dönsem iyi olur." dedi Deniz'e tereddütle dönerken.

"Çocuğu alıp, buraya getir." dedi Deniz. "Gidecek bir yer buluruz mutlaka."

Hira, kararsız gözlerle kısa bir süre düşündü.

"Doktoru gözüm tutmadı." diye devam etti, kız cevap vermeyince. Sakin bir ses tonuyla konuşmaya çalışıyordu ama Hira, gözlerinden bu konuyu önemsediğini anlayabiliyordu.

"Al benden de o kadar." dedi yabancı, kendini kanepeye bırakırken. "İnsanlar konusunda yanılmam." diye devam etti. "Borçluyum ayaklarını bırak da çocuğu alıp buraya gel."

"Bana çok yardımı dokundu." dedi Hira, artık silikleşen bir sesle. Mantığını bırakıp, duygularıyla hareket etse, çocuğu ve eşyalarını kucakladığı gibi depoya çoktan getirmişti.

"Ve sana yiyecek gibi bakıyor."

Hira, kaşlarını çatarak,

"Yok öyle bir şey." dedi.

"Gidelim." dedi Deniz, kızı elinden tutup dışarı doğru çekerken. "Nasıl bakıyormuş bir de ben göreyim."














Continue Reading

You'll Also Like

1.3M 122K 150
New York Araştırma Merkezi'nden bir bilim adamı, çok sayıda "Tasarım Bebek" oluşturarak Dünya'nın bundan böyle çok daha yaşanılası, huzur ve refah do...
20K 1.8K 26
TEXTİNG ASKER KURGUSU
169K 9.9K 59
Tamamlandı;) Her şey Eski sevgilisi diye yazdığı adam Yüzbaşı çıkınca başladı 🤭
1.4K 111 27
YIL 1970 ABD'nin sokakları kirlendi ve suç oranı arttı. Halk geceleri sokakta dolaşamaz hale geldi. Devlet bu işe el koydu ve süper bir takım hazır...