KÖTÜLER AŞKA DÜŞTÜĞÜ ZAMAN

By kikimemoria

9.6K 1K 231

Veronica, tavandan asılı cansız bedenine bakarken öldüğü gerçeğiyle yüzleştiğinde ne hissetmesi gerektiğini d... More

ASTROPHE | KORKU ONU CANLI CANLI YİYECEK*
1 |GÜNEŞİM BENİM, BİR BAK BANA*
2 | MERAK EDİYORUM, BİLİYOR MUSUN NASIL HİSSETTİRDİĞİNİ*
3 | DAHA ÖNCE HİÇ SEVİLMEMİŞSİN GİBİ, TÜM KALBİNİ AÇMIŞSIN*
4 | SESSİZLİĞİ BULACAĞIZ, SAHİP OLDUĞUMUZ HER ŞEYDEN UZAKTA*
5 | IRMAK VE GÖLLER ATEŞİ SÖNDÜREMEZ* // birinci kısım
7 | ANKA KUŞU GİBİ, HAYATTA KALMAK İÇİN ÖLÜYORUM*
8 | İNCİNMEK, KAYBOLMUŞ HİSSETMEK, KARANLIKTA DIŞLANMAK*
9 | EĞLENCE İÇİN YAPTIĞIMIZ TÜM ŞEYLERİZ BİZ*
10 | GÖKYÜZÜ YIKILSA BİLE, KATLANAMAYACAĞIM ACI YOK*
11 | TANRI GİBİ GÜLÜYOR, AKLI BİR PIRLANTA GİBİ*
12 | KÜKREYEN DENİZDEN ÇOK DAHA GÜVENLİ*
13 | KİMSE AĞLAMADI, FARK ETMEDİLER BİLE*
14 | BİRİNİN CANI YANANACAK VE O BEN OLMAYACAĞIM*
15 | BİRİ DOĞRU DİĞERİ YALAN SÖYLÜYOR VE İKİSİ DE ADIMI SESLENİYOR*
EVREN: KRALLIK VE DUKALIK
16 | BİZ AYNIYDIK TA Kİ YERE DÜŞENE KADAR*
17 | SAVAŞTA MÜCADELE ETTİM, ŞİMDİ EVE GİTME VAKTİ*
18 | ZAMAN DURMUŞ GİBİ, BU İLK ÖLÜMÜM OLMALI HER ZAMAN KORKTUĞUM*
19 | HALA FIRTINANIN OLDUĞU YERDE DURUYORUM, BU BENİM DOĞDUĞUM AN*
20 | İÇİMİZDE HEPİMİZİN SAKLAMAYA ÇALIŞTIĞI BİR ÇIĞLIK VAR*
21 | KAFAMDAKİ SÖZLER KALBİMİ BIÇAKLAR, PARÇALANIYORUM*
22 | ŞİMDİ BURADAYIZ FIRTINANIN TAM ORTASINDA, GİDECEK YER YOK*
ara bölüm 1 | ARTIK HER KELİME BİR FISILTI VE HER SES BİR ŞARKI*
ara bölüm 2 | GÖZLERİNE BAKIYORUM VE ORADA BİZDEN İZ GÖRÜYORUM*
ara bölüm 3 | GÜNEŞTEN DAHA PARLAK YANIYORUM, KORKUSUZUM*
23 | DERİNLERDE BİR YERDE ÖZEL BİR IŞIK VAR, BİZİM İÇİN PARLAYAN*
24 | BENİM AÇTIĞIM YARALARI KAPATACAK BİRİNİ*
25 | VE BİR ŞEKİLDE RUHUMUN KARŞILIĞINDA, BU KARŞITLIĞA AŞIK OLDUM*
26 | İÇİMDE KİM OLDUĞUMU BİLİYORSUN, BANA NE OLDUĞUNU BİLİYORSUN*
27 | OLABİLDİĞİNCE HIZLI KOŞMAKTAN YORULDUM*
28 | BEBEĞİM ENDİŞELENME, BEN İYİ OLACAĞIM*
ara bölüm 4 | BENİ KIYAMETİME GÖTÜRÜR MÜSÜN?*
29 | SANA VE BANA*
30 | NEREYE GİDECEĞİMİ BİLMİYORUM AMA UMRUMDA DEĞİL, YOLDAYIM*
31 | EĞER ATEŞSEN İÇİNE DALACAĞIM*

6 | ESKİ GÜZELLİK EVE DÖNÜYOR* // ikinci kısım

298 36 1
By kikimemoria

İyi okumalar ve eğer buradaysan  burada olduğunu bilmem için oy verebilirsin ^^

*Bölüm ismi: Layto, Beauty adlı şarkıdan alınmış bir cümledir. Hikaye için neredeyse bir playlist oluştu bile <3

-

25 MAYIS 733, 17. YAŞ GÜNÜNÜN ERTESİ SABAHI

Kahvaltı sofrasına indiğimde nasıl oldu da öfke nöbeti geçirmedim diye düşünüyordum. Ağlamamıştım bile. Sanırım canım bile yanmıyordu artık, hiçbir şeye saldırmamış ya da bağırmamıştım. Hizmetçilerden biri korsemi olması gerekenden çok daha sıkı hale getirdiğinde bile, sesimi çıkarmaktan vazgeçmiştim bir şekilde. Ne için çabalayacaktım ki?

Hubert Maximillian henüz masada değildi ancak dört oğlanın her biri yerlerindeydi. Selam verip ben de yerime geçtim. Dün sabah ayak üstü atıştırmak dışında hiçbir şey yememiştim, tüm gece uyanık kalmıştım; aç ve uykusuzdum, üşüyordum ama yine de yemek yemek istemiyordum, uyumak istemiyordum. Uyanmak istemiyordum.

"Hey baksana," dedi Hunter. Kafamı kaldırıp ona baktım ancak bir şey demedim, seslenen oydu ve ona, "Efendim abi," demek içimden gelmemişti. Ona abi demek istememiştim. Zaten o da ona abi dememden nefret ediyordu, herkes kazanıyordu işte. "Ne bu halin?" diye sordu elindeki kahvaltı bıçağıyla tüm yüzümü işaret ederken. Hunter'la ilgili bir kusur sayacak olsam herhalde tek kusuru bu kontrol arzusu olurdu, yüksek ihtimalle babamın birazdan burada olacağını bildiğinden surat asmamın onu rahatsız edeceğini düşünüyor ve sorunu, sorun olmadan yok etmeye çalışıyordu. Eskiden gülümse dediğinde gülümseyen biriydim, Hunter geleceğin Dük Maximillian'ı olacaktı, onunla iyi geçinmek istemiştim çünkü birgün beni evden atacağından emindim, yetimhane dışında hiçbir yer görmemiş biri için sokaklar korkunçtu ama o sokaklarda kimsesiz bir kadın olma düşüncesi... Bu yüzden ona asla saygısızlık etmemiş, oğlanların oyunlarına karşılık versem de söz konusu Hunter olduğunda çenemi kapamayı öğrenmiştim.

Hal dedi ki, "İlgi çekmeye çalışıyordur. Dün gece partine kimse gelmedi diye mi üzüldün sen?" Herman arkasından kahkaha attı. Sanırım iki gün önce olsa ona şöyle söylerdim; "Hayır, aslında hiç kimse sizin soyadınızla verdiğim partiye gelmedi." Ama o an şöyle düşündüm: ne önemi olacaktı ki? Hal kahkahalarının arasında, "Belki davetiyeler ulaşmamıştır? Belki yolda başlarına bir şey gelmiştir?" dedi. Aslında bunu ben de düşünmüştüm ama onca farklı yerlere ulaşması gereken davetin her birinin yolda başına bir şey gelmesi ihtimal dışıydı, dahası davetiyeyi götüren ulak-

Bir dakika.

"Ne dedin?" 

Hal, kıs kıs gülmeye devam ederken Herman, "Vah vah, davetiyelerin dağa mı kaçmış?" dedi. Hal, "Ama dağ yanmış bitmiş kül olmuş," diye cümlesini tamamladı ve ikisi yeniden kahkahalarla gülmeye başladılar.

"Siz mi yaptınız?" diye sordu Hunter.

"Evet." Hızlı bir cevaptı. Ben kalbime bir ok saplanmış gibi hissediyordum ama o eğleniyordu. Istırabımın birine bu kadar eğlenceli gelmesi beni de neredeyse güldürecekti. Madem davetiyeleri yok etmişti, neden onlar da gelmemişti ki? Sefaletimi görmek için bile olsa dün neden burada değillerdi? Dün en azından onlar burada olsa böyle hissetmezdim çünkü o zaman aile arasında bir kutlama yapmış olurduk, çünkü o zaman bu ev bana böyle kötü davranmazdı. Marki ve baronesler değil, sadece ailem burada olsaydı- Ne dşünüyordum ben böyle? Nasıl hala bu insanlardan ailem diye bahsedebiliyordum...

Hal, "Sana kaç kere söylememiz gerekiyor, bir de hepsine Maximillian mührü basmışsın!" diye bağırdı. On üç yaşındaki erkek kardeşimden azar yiyordum... Hunter'ı konuşurken pek görmezdim, olaydan belli ki haberi yoktu ancak Hal'e onaylamaz bir bakış atmaktan öteye gitmedi. Halbuki Maximillian mührü ismim aile kayıtlarına işlendiği gün bana babam tarafından verilmişti. Çalmamıştım, başkasının mührünü kullanmamıştım çünkü zaten bana aitti! Boğazıma kadar tırmanan kahkahayı zorla yutkundum, hala bana ait bir şey olduğunu düşünecek kadar aptal mıydım?

Ama sonra yeniden şu düşünce zihnimin kıyılarında kendini karaya vurdu: Ne fark ederdi? Tüm hayatımı onların onayı ve sevgisi için paraladım, azar yedim, dışlandım, aşağılandım, defalarca zorbalığa uğradım, ne fark etmişti?

Onlar için ben üzerimdeki kıyafetleri de içtiğim suyu da çalıp çırpan hırsızdan başkası değildim. Onlar için ben yalancı olandım, sahtekâr olan. Bunu anlatmam neyi değiştirecekti ki? Hiçbir şeyi. Ben de çabalamayı bıraktım.

Oğlanların babası masadaki yerine geçtiğinde, "Günaydın," dedi herkese. Sesi neşeli geliyordu, nedenini anlamadım. Eskiden o neşeli olduğunda ben de bundan mutluluk duyardım ama nedense şimdi tüm neşesinden rahatsızlık duymuştum. Nefret etmiştim. Üzerinde düşünmemek için çabalayıp duruyordum ama zihnim durmuyordu. 

Beni kıran şey kimsenin gelmemesi değildi, zaten Hal davetiyelerin ulaşmasını engellemişti ki aslında umursamadığım soylu sınıfın doğum günüme gelmesi çok da önemli değildi. Ben sadece adımı temizlemek için büyük bir parti düzenleme kararı almıştım, soyluları çok sevdiğimden değil. 

Beni kıran şey yerine ulaştığından emin olduğum tek davetiyeydi. Ellerimle babama teslim ettiğim o davetiyeye Hal dokunmamıştı, sadece babam gelmemişti.

Babam. Ne komik ne anlamsız bir kelimeydi.

"Vici gecen nasıl geçti anlatsana," dedi Hubert. "Evet, lütfen," dedi Herman, sesindeki tehdit tınısını duyabiliyordum. Kardeşinin yaptığı şeyi ele vermemi istemiyordu. Artık tutamadığım bir kıkırtı dudaklarımdan döküldü, sanki ben bir şey diyecek olsam bana inanacaklarmış gibi şikayetlenmemi istemiyorlardı. Hal davetiyeleri yok ettiği için kimse gelmedi ama önemli olan o değil, siz neden gelmediniz dük? Soru dilimin ucuna kadar gelmişti, soracaktım, soracaktım da ne değişecekti? "Anlat bize, unutulmaz bir gece olmuş olmalı." Hal, yumurtayı ağzına tıkarak gülümsemesini bastırdı.

"Tüm gece uyanıktım lordum," dedim Herman'ın tehdidine karşılık olarak. Hubert Maximillian ağzına bardağı götürürken yarı yolda durdu. İkizler tuhaf bir suratla bana bakıyorlardı ama umursamadım. Lordum. İşte bizim ilişkimiz bundan ibaretti. Baba kız değil, lord ve leydi bile değil. Sadece bir lord ve evine aldığı bir kanı düşük.

Bir şeyleri, birini, beni kontrol edemediği için kaşlarını çatan Hunter'a gülümsedim. Babasının huzurunu bozmuş, onun bir sorun olduğunu düşünmesine sebep olacak bir hamle yapmıştım. Ama artık umurumda bile değildi. "İzninizle," dedim babama. Hayır, efendiye. Artık abi ya da baba yoktu, kardeş yoktu. Onlara böyle seslenirsem işler daha kolay olur sanmıştım ama aksine her şey çok daha zor olmuştu. Bunu yeniden yapmak istemiyordum, kabullenilmek ve onaylanmak için daha ne kadar eğilecektim? Bu aptallığa yeniden buluşmak istemiyordum.

"Haddini bil," dedi Herman.

"Afiyet olsun, genç efendi." Yemek salonundan çıkmadan önce tam da öğretilen gibi kusursuz bir reverans yaptım. Aile değildik, buradaki kimse öyle davranmıyordu. Ben de öyleymişiz gibi davranmayı bırakmalıydım.

GÜNÜMÜZ, UYANIŞ – NİSAN 733

Sabah uyandığımda gayet sakindim. Huzurlu bir geceydi, uykumu tam anlamıyla alabilmiştim öyle ki hiçbir hizmetçi daha uyanmamıştı, malikane olabildiğince sessizdi. Tanrılarla yaptığım konuşmayı hatırlıyordum, olanları, ölümümü... Hayır, kendimi öldürüşümü ve bir mucize gibi geri dönüşümü.

Dün uyandığımda on dokuz yaşındaydım, basit bir hizmetçiye karşı zafer kazanmaya çalışıyordum, kazandığımda göğsümün üzerindeki o ağırlık geçecek sanmıştım çünkü. Ama o göğüs ağrısı, nefesimi tehdit eden sıkışma yalnızca öldüğümde gitmişti. Bugün yeniden uyandığımda bir kez daha sanki kendimi şu yüksek tavanı destekleyen kirişe asmamış gibiydim, bir şans daha verilmişti bana. Yaşamak için, intikam almak için. Ne komikti. Daha önce yaşamamışım gibi şeytan bile halime acımıştı.

Yatakta uzanırken bu yıl olanları detaylarıyla hatırlamaya çalışıyordum. Kendimi öldürdüğümde on dokuz yaşındaydım, şaşmaz bir değişkenlikle zaman iki yıl geriye alındığında da öldüğüm güne dönmüştüm. Bugün on yedinci yaş günümdü. Hayal kırıklığı olan bir doğum günüydü, bir yetim olduğumla yüzleştiğim bir gündü, kabul edilmek için kendimi paralamayı bıraktığım bir gündü. Düke baba demeyi bıraktığım gündü ama bir besleme gibi davranmaya başladığımda bu malikanedekilerin cellat kesildiğini gözardı etmemeliydim, her şey bundan sonra sarpa sarmıştı ve burada yaşamak, intikam almak istiyorsam bu hataları yapmamam gerektiğinin farkındaydım.

Ama kimseye baba demek istemiyordum, kimseye merhaba demek bile istemiyordum.

İlk düşündüğüm şey kaçıp gitmekti, intikamı da yaşamı da boşvermek ama nereye, nasıl kaçacaktım? Kimse farkında değildi ama kimsesizlik işte insana bunları yapıyordu, gidecek hiçbir yerinin olmaması insanı çaresizlikle cehennemi yaşadığı topraklara mahkum ediyordu. Düşünüyordum ama bir çıkış yolu bulmaktan çok uzaktım. Arkadaşım yoktu, yüzüme bakıp selam veren biri bile yoktu. Ellerimi her iki yandan başıma bastırırken düşünmeyi biraz olsun durdurmaya çalıştım. Kaçmak ve ölmek dışında bir çıkış yolum yok muydu gerçekten? Onların ölü bedenim havadan sarkarken nasıl davrandıklarını görmüştüm, Hubert Maximillian'ın tavrını görmüştüm.

O benim babam değildi, ben de kızı değildim. Hatta yalnızca bir hayır işiydim onun için. Şeytanın bahsettiği intikam fikri bile beni heyecanlandırmıyordu. Onları cezalandırmak için kendimi asmıştım, hiçbiri suçluluk duymamıştı. Hikâye işte bu kadardı. Hatta Abel ve Elle'in beni canavarla evlendirme fikrine sıcak bakmalıydım belki de... Ney buradan daha kötü olurdu? Hizmetçiler odaya girerken gözlerimi kapadım; zaten bir kere ölmüştüm, bir canavarla baş etmek ne kadar zor olabilirdi ki? Eğer şanslıysam haremindeki kadınlar içinde beni fark etmezdi bile.

Bu yıllarda oda hizmetçilerimden biri Anna'ydı, beni bir adım geride takip eder sonra da her şeyi Abel'a anlatırdı. Buna alışmıştım ancak adlarını henüz bilmediğim diğer ikisine tahammül edemiyordum. En azından Anna nefretini yüzüme söyleyecek kadar... İyiydi? Her neyse. Neden geldiklerini anlamış değildim ama uykuya geri dönmek, yüzlerini görmekten daha iyi bir seçenek gibi görünüyordu. ,

Derime giren iğneyle çığlık atarak yataktan fırladım.

Canım yandığı için attığım çığlık, uyuduğumu sanan hizmetçiyi korkutmuş ve onun da çığlık atmasına sebep olmuştu ve hizmetçinin attığı çığlık her nedense Anna'nın da bir başka çığlık atmasına sebep oldu. Saniyeler içinde her şey o kadar karışmıştı ki aptal Hiro ve Herman koşarak odaya girdiler.

Elim kanayan omzumdayken ve herkes şok halindeyken ağlamaya başladım. Neden ağladığımı bile bilmiyordum. Korku tanıdıktı ama merak edilmek değildi, dehşet tanıdıktı ve acı, keder, mutsuzluk, aşağılanmak... Ama endişeli bir çift gözle karşılaşmak tanıdık falan değildi. İğne canımı yakmıştı, kanatmıştı ve kesinlikle izi kalacaktı ama ikizlerin yüzlerindeki şaşkınlığın izi de, yeri de yoktu.

Neredeyse zevk alıyordum, neredeyse gülümsemek için bir sebep bulmuştum.

"Ne oldu?" diye bağırdı Hiro. "Ne oldu dedim!" Tamam, madem buraya kadar geldik hadi biraz abartalım.

"Abi..." Bu kelimeden delicesine nefret ediyordum.

"İğneledi," dedi hizmetçilerden öteki. Kız düşündüğünü yüksek sesle söylediğini fark edince hemen eliyle ağzını örttü ancak Herman Maximillian tarafından çoktan yakalanmıştı.

"Ne dedin?"

"Efendim?"

"Ne dedin sen dedim!" Bana böyle bağırsaydı abartmak için kendimi sıkmama gerek kalmazdı. Hiro birkaç büyük adımla yanıma kadar geldiğinde şok olmuş gibi davranmaya çalışıyordum, insan yaşadığı durumdan içten içe zevk alırken nasıl üzgün görünürdü? "Ben..." Bilerek sustum ve boğazımı temizledim, sesim sandığımdan daha gür çıkıyordu, bu yaşlardayken sandığım kadar incinmemiştim belki de. Ya da ölmek, beni değiştirmişti. "Bilmiyorum, acıyla uyandım."

"Anlamadım." Şaşırmadım tatlım.

Biraz daha ağladım. Sonra çok tuhaf bir şey oldu, Hiro bana sarıldı. Ensemden tutup kafamı iyice omzuna yerleştirdi. "Şş tamam, buradasın," dedi. Birkaç saniye boyunca ne olduğunu kavrayamadım bile ama sonra gülmemek için kendimi tutmaya başladım. Düzenli olarak burnumdan nefes alıp veriyordum. Şeytan bir taraftan biraz daha oynamam için dürtüp duruyordu, sadece biraz daha ve sonra çaba harcamadan kazanacaktım. Canımın yakıldığını en sonunda kanıtlayacaktım. Bunu da mı tanrılar yapıyordu?

Herman, hizmetçiyi kolundan yakalayıp biraz daha bağırdı ve bu bağırtılar odaya birini getirdi: Abel. Azarlandığımdan, bu bağırtıların bana karşı olduğundan öyle emin ki... Hazır öfkeleri benim üzerime değilken gazabından herkes nasiplenseydi çok hoş olurdu.

Omuz kenarıma iğne saplayan hizmetçi Herman'ın ayaklarına kapanmış, yalvarıyordu. "Efendim yalvarırım dinleyin, ben yapmadım yemin ederim!" Eh yok artık küçük sıçan, yok artık. Bir de kendi kendini iğneledi de istersen. Üzerimde denediği büyük yorgan iğnesi halının üzerinden parlıyordu, korkup geriye kaçtığında elinden düşürmüş olmalıydı. Eğer bu şekilde inkâr etmeye devam ederse ve yine bana inanmazlarsa iğne kanıtım olabilirdi. Bu yüzden birileri yok etmeden dikkatleri cinayet silahına çekmeliydim. 

"Kes sesini," diye bağırdı Herman. Öfke problemleri olduğunu biliyordum ama genelde Hiro onu sakinleştiren ikizi olurdu hep, oysa şu an sakinleştirici Hiro bana sarılıyordu. Sarılıyordu!

Abel öfkenin bana yönelik olmadığını fark ettiğinde, "Efendim lütfen sakin olun," dedi, sesini sakin tutmak için ne kadar çabaladığını buradan görebiliyordum. Hal kapının önünde göründü, şaşkınlıkla bana döndü ve "Domuzcuk?" diye fısıldadı. Ne var diye bağırmamak için kendimi tutmak zorunda kalmıştım. Bu aptal bana şu aptal lakapla seslenmeyi ne zaman bırakacaktı! Şaşkın bakışlarını bu sefer abisine çevirdi. "Neler oluyor?"

"Öğreneceğiz küçük kardeşim."

Herman ağzından gerçekleri kaçıran hizmetliye bir bakış attı, kız dizlerinin üzerine çöktü, ellerini kucağında toplarken "Efendim," dedi. Bu kılıç aurasıydı, onu tanımıştım, onu daha önce de görmüştüm ama Hal abisini kolundan tutup bir adım geriye çekince aura geldiği hızla yok oldu.

"Efendim, leydi uyanmayınca-"

"Olayı anlat, seri bir şekilde yoksa sen de onun aldığı cezanın aynısını alırsın!" Sanırım kız Hiro'nun da olaya dahil olmasıyla gerçekten Maximillianlar'la uğraştığını fark etti ya da her ne sebepleyse bir anda konuşmaya başladı. "Efendim, Gwen leydi uyansın diye iğne kullandı sadece."

"Ne dedin sen?" Hal, hizmetçinin secde ettiği yere kadar yürüyüp kolundan yakaladı. "Kim kimi iğneliyor?"

Kız hıçkırarak ağlamaya başladığında bir anlığına şunu düşündüm: Ne yaparsam yapayım ne insanların dizlerinin korkutan titreten bu güce sahip olabilmiştim ne de böylesine bir iradeyi taklit edebilmiştim. Ancak sadece bir anlığına düşündüm: Bu güce sahip olanın üzerine irademi koyabilir miydim? Küçük balıkları, deredeki kurbağaları değil de canavarları avlayabilir miydim?

Üç Maximillian erkeği benim için o an oradaydılar, hesap soruyorlardı ve bir anlığına, sadece bir anlığına gücün kendisi gibi hissettim. Değerli biri gibi, sevilmiş biri gibi, kendini asmamış biri gibi...

"Sakin olun artık," dedi Hiro. Üzerimdeki kollarını gevşetmişti ancak hala bir eli sırtımda duruyordu, beni destekliyordu.

"Gwen, leydiyi bazı sabahlar böyle uyandırıyor. Ancak canını yakmak için değil, gerçekten, yemin ederim sadece uyandırmak içindi! Ancak leydi uyanıktı ve-"

Sustu ama konuşmak zorundaydı.

"Bazen," dedim sesimi hafifçe titretirken ancak sonra da boğazımı temizledim, zayıflıktan hoşlanmazdım, oğlanlar bunu gayet net biliyorlardı. Daha net bir sesle konuştum. "Bazen morluklarla uyandığım olurdu ama-"

"Morluklar mı?"

"Hal bağırmayı kes artık!" Hiro gerçekten Herman ve Hal salağına oranla bir tık daha sakin olandı, olayı çözecek ve galeyana gelmeyecek tek kişi oydu. Bu yüzden Abel, Herman'a yönelik konuşmaya çalışırken ben Hiro'nun göğsüne biraz daha sindim.

Korkuyordum, uykumda bile güvende değildim, abicik beni kurtarmak istemez miydi?

"İkisinin de cezalandırılmasına talep ediyorum," dedi Herman. "Kırk kırbaç cezası sonra da hapis cezasına çarptırılacaklar!" Yok idam! Herman kafayı falan mı yemişti acaba? İkisinden de kurtulmak hoş olurdu elbet ama asıl Abel'den kurtulmak hoş olurdu, neticede bir bela gidince diğerinin hızla geldiğini biliyordum. Anna gittiğinde Elle gelecekti, tecrübeyle sabit. 

Hiro beni kendine çekerken "Anlatmaya devam et," dedi. Hm, bu merhamet miydi? Öyle olsa iyi olurdu çünkü bir sonraki hamlem sizden uzaklaşmak olacaktı, doğrudan: "Bazen bazı sabahlar morluklarla uyanırdım işte, bu kadar." Yataktan kalkıp başucumda duran şalı omuzlarıma sardım ama yeterince iyi bir şekilde değil. Giydiğim askılı gecelikten kanayan iğne izi belli oluyordu, onu örtmek istemezdim. Ama aynı zamanda güçlü görünmek istiyordum çünkü normal ben böyle yapardı. Oğlanlar beni eski bir anıdan tanıyorlardı. Bacağımda bir kesikle ayakta dikildiğim o anı çok net hatırlıyordum, üzerime yıkılan bir başka suç dahaydı yalnızca, görmezden gelindiğim bir andı; bugünden farklı olarak.

"Korktum sadece," dedim. "Önemli bir şey yok, kahvaltıya inebiliriz."

"Ne demek önemli bir şey yok?"

"Buna sen karar vermeyeceksin!"

Sesler birbirine girerken bunun iyi bir an olduğunu düşündüm, avcıya yeni bir hedef göstermek için doğru bir an. Birkaç adım uzağımda duran iğneyi elime alırken -ve bunu yaparken omzum iyice açılmıştı, tüh- inceliyormuş gibi havada tuttum ki oğlanlar da görebilsin.

"Abel'in bizzat seçip yolladığı hizmetliler onlar, ona defalarca söyledim ama bana her defasında bu durumun normal olduğunu söyledi. Yani evet, önemli bir şey değil," dedim Herman'a. Öfkesini biraz daha alazlamak için doğru hamle olduğuna inanmıştım ve gel gör ki, zaten öyleydi. Gözleri iğneye bakıyordu ama gördükleri şeyin iğneden daha fazlası olduğuna emindim. Üç oğlanın kafası bir yılan gibi Abel'dan tarafa döndü, aynı güç ve ezicilik bu sefer onun üzerineydi. Ancak biliyordum bu Abel'ı ezmeye yetmezdi çünkü kılıç aurasını ulu orta asla kullanmazlardı, hele ki ona karşı. Hal'in doğumunda ölen annelerinin yerini birkaç yıl sonra Abel doldurmuştu, öyle kolay bir düşman değildi.

"Bu doğru mu Abel?" dedi Hiro. Hala sakindi, Abel'ın en uzak durduğu Maximillian'dı. Zira onu işleyip öfkesini bana kusmasına hiçbir zaman sebep olamamıştı. Hiro sinirlenmezdi, aşağılardı ya da alay ederdi ve belki sizi öldürürdü bile ama onun sinirlendiğini göremezdiniz. Yani kolay kolay... Öte yandan ikizi Herman öfkesini kontrol altına alamadığı için Hunter'dan bile daha iri yarı birine dönüşmüş bir manyaktı.

"Efendim, sandığınız gibi değil," dedi hemen. "Leydi yanlış anlamış olmalı."

"Kesinlikle," diye onayladı Hal. Şaşırmadım. "Yoksa hizmetçisi tarafından şiddet gören bir leydinin şikayetlerini görmezden gelmezsin." Oh, işte bu şaşırtmıştı.

Hal için kardeşlerinden sonra en değer verdiği şey bu sarayı işleten ve idame ettiren Abel'dı. Onun için anneye en benzer figürdü ama ben de şiddet görerek uyanmıştım ve bu ilk bile değildi.

"Efendim," dedi şefkatli bir tonla. "Bir şiddet söz konusu elbette değil." Her şeyi inkâr etmek mi? Bu kaç kere daha işe yarayacaktı acaba.

Kollarımı göğsümde bağlarken dişlerimin arasından güldüm, omzum biraz daha öne çıkmış oldu. Söyledim, ben yaralıydım ve elbette haksızdım.

"Özür dilerim Abel," dedim gözlerinin içine bakıp iğneyi yeniden göz seviyeme kaldırırken. "Bilhassa iğne için." Yeniden güldüm ama gözlerim dolu doluydu -bunu bilerek yapmıştım. Neticede Abel güçlü bir düşmandı. "Ya da uyandığım için mi demeliydim? Çünkü eğer uyanmasaydım omzumda ağrı ve biraz renkle uyanmış olacaktım, neticede bu ilk kez değildi?" diye sordum hizmetli kıza. Hiçbir şey söylemedi, şartlanmış gibi bana itaat etmemek için veriyordu tüm çabasını. Gerçekten anlamıyordum.

"Abel," dedi Hal. "Hizmetçilerinin her biri denetimden geçecek, sen de dahil."

-

Oğlanlar bir gecede değişmiş mi? Acaba...

Gelecek bölümde görüşürüz!

Sevgili okur, bu bölüm düzenlenmiştir. 16 Nisan Salı, 23.02

Continue Reading

You'll Also Like

1.2K 146 21
İçten içe biliyordu genç kadın çıktığı bu eve bir daha dönemeyecekti,yine de adımını atarak,ardına bile bakmadan çıktı o kapıdan.Arabasına yaklaştığı...
14.4K 1.1K 25
"Canavarların gözlerinde şefkat olmazdı, fakat bu canavarın bana bakarkenki gözleri şefkat dolu iki yürekle kaplıydı."
941 148 41
İstanbul'dan Güney Kore'nin başkenti Seul'e okumak için giden Ada'nın yolu, Asya ülkelerinde tanınmış oyuncu, şarkıcı ve şarkı sözü yazarı Andy ile k...
AŞEKA By Sinem Arven

General Fiction

1K 160 28
Aşkı aramazken insan kendini arar. Kendine giden yollar ise her zaman aşktan geçer. Aşkı gerçekliği ile görmemiş olan ne aşkı ne kendini bulur. Lakin...