KANATLARIN RUHU

By aybukego

5.2K 1.1K 3.4K

Her hikaye bir intikam yolcuğuyla başlardı. Karakter zarar görürdü, gururu ezilirdi ve bazen de kaçardı. Düny... More

Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15
Bölüm 16
Bölüm 17
Bölüm 18
Bölüm 19
Bölüm 20
Bölüm 21
Bölüm 22
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bölüm 26
Bölüm 27
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39
Bölüm 40
Bölüm 41
Bölüm 42
Bölüm 43
Bölüm 45
Bölüm 46
Birinci Kitap Finali

Bölüm 44

16 3 0
By aybukego

Büyük bir sarsıntı ile uyandığımda ne olduğunu anlamak için etrafa bakındım. Yanımdaki pencereden dışarıya çıkarınca gözlerimin önüne serilen koyu maviliğe takılı kaldım. Gözlerimi kırpıştırarak yarım ay şeklindeki ayın ışığının deniz üzerindeki hareketi biraz izledim. Bir yanımız dağ, diğer bir yanımız denize açılan bir uçurumdu.

İçeriye baktığımda yanımda oturan Klus'un kanatlarını kendine koza gibi sardığını ve muhtemelen uyuduğunu gördüm. Öndeki adamı göremiyordum ama nereye gittiğimizi bilmeye ihtiyacım vardı. Limanı çoktan geçmiştik.

Adama seslenmek için dışarıya bağırmam gerekeceğinden sol elimle Klus'un siyah kanadına hafifçe dokundum. Bu sırada beyaz kanadına saplanmış oku fark edebilmiştim. Benim yaralarım tamamen aklımdan çıkmıştı.

Klus irkildi ve kanatlarını etrafından çekerek uykulu gözlerle etrafı izledi. Boğazımı temizledim üstümden asla gitmeyen ağırlığı atmaya çalıştım. "Nereye gidiyoruz?" diye fısıldadım.

Büyük bir esnemeyle kendine geldi. "Sekoya Bahçesi'ne gidiyoruz sanırım ama," dedi ve pencereden dışarıya baktı. "Birazdan duracağız."

"Sekoya Bahçesi neresi oluyor?" diye sordum bu sefer. Benim fısıldayan sesime mi ayak uydurmuştu yoksa sessiz olmamız mı gerekiyordu bilmiyordum.

"Durduğumuz ve," duraksadı ve kolumu işaret etti. "İyi olduğumuz zaman sana her şeyi anlatacağım."

Tekrar dışarıya baktı ama onun tarafı sadece ağaçla kaplı dağı görüyordu. Sadece tek bir arabanın sığabileceği bir patikadaydık. Buranın nereye gittiği konusunda hiçbir fikrim yoktu. Öndeki adamın beni kurtarmış olmasını neye bağlamalıydım bilmiyordum.

Klus, "Buradan yerimizi tam bulamıyorum," dedi. Benim tarafıma yaklaştı. "Bir saniye," diyerek benden izin istedi. Üzerimden eğilip camdan dışarıya özellikle de aşağıya geçtiğimiz toprak zemine baktı. Kanatlarını arkasında katladığı için karşı koltuktaki bir çift siyah kanadı rahatlıkla görebiliyordum. Uyandığımdan beri o tarafa bakmaktan özenle kaçınmıştım. Kanatlara nedense dokunmak istiyordum ve bu güzelliklerini korumam gerekiyormuş gibi hissediyordum. Belki de bunun sebebi neyse kanatları yakmamamın sebebi de oydu.

"Birkaç dakika sonra gidiş yönümüzün sağına doğru hızlı bir dönüş yapacağız," dedi kendi yerine geri dönerken. Gözlerimi Raymond'un kanatlarından ayıramıyordum. Klus'un nereye baktığımı fark ettiğinden emindim. "Yani," diye devam etti. "Kendini dönüşe hazırla."

Başımı aşağı yukarı sallayarak onayladım. Sonra gözlerimi sıkıca açıp kapayarak gözlerimi kanatlar üzerinden çektim.

"Arabayı süren kişi kim tam olarak?" diye sordum. Sesim oldukça kısıktı hatta Klus'un duyup duymadığından emin değildim.

"Sen tanımıyor musun?" diye sordu şaşkınlıkla. İki kaşı da havalanmıştı. Başımı iki yana salladım.

"Tanımam gereken birisi mi?" diye sordum. O, beni kurtarmış olsa da ve Daekartaları karşısına almış olsa da tanımadığımı belli ettiğimi düşünmüştüm.

"Seni kurtardığı için belki bir bağlantınız vardır diye düşündüm," diye mırıldandı.

"Neden beni kurtardığı," dedim ve derin bir nefes aldım. "Neden kendi ırkına karşı çıkıp beni koruduğu konusunda hiçbir fikrim yok."

Gözlerim tekrardan kanatların ay ışığı altında parlayan siyah tüylerine takıldı. Kanatlara dokunursam sanki her şey tekrar başa saracakmış gibi hissediyordum.

"Onu hatırladığım kadarıyla biraz tanırım." Durdu ve daha açıklayıcı olduğunu düşündüğü şekilde devam etti. "Yani kulaktan dolma bilgiler hepsi ama Trumanlere her zaman karşı çıkan birisi olduğunu hatırlıyorum." Benim akıl yürütmemi beklercesine duraksadı.

"Demek istiyorsun ki olayın benimle alakası bile olmayabilir," dedim. Bu en azından beni bu adama karşı borçlu kılmazdı. Olasılık belirten düşünceler bütün hücrelerime pençelerini atıyordu. Kafamı onlardan ve yeni yeni oluşmaya başlayan görüntülerden uzaklaştırdım. Tam bu sırada Klus'un bahsettiği dönüş gerçekleşti ve ben kendimi hazırlamamış olduğumdan sağ kolumun üzerine doğru savruldum. Ok muhtemelen kemiğe denk geldiği için daha fazla ilerlemedi ancak içinde hafif bile hareket etmesi benim sağ kolumu tutarak inlememe sebep oldu.

Araba daha sarsıntılı bir yola girmişti. Bunun da kolunu tutarak öne eğilmiş benim için hiçbir yardımı olmuyordu. Gözlerim acıdan yaşarmıştı. İki saatten fazladır bu haldeydim. Okun uç kısmını daha fazla etrafa değerek canımı yakmasın diye kırmayı düşünmüştüm ama bunu tek elle yapamazdım.

Öne doğru eğilmişken omuzlarımda iki el hissettim. O iki el beni geriye bastırdı. Sırtım koltuğun yumuşak arkalığıyla buluştuğunda derin bir nefes aldım. Ancak aldığım nefesi acıdan yaşaran gözlerimi ortaya çıkartmak istercesine titrek bir şekilde verebildim.

Gözlerim sımsıkı kapalı olduğundan Klus'un ne yaptığını göremiyordum ama birkaç malzemenin aşağıya düştüğünü duyabilmiştim. Haneden kaçabildiğimizden beridir vücuduma saplanan acılar görmezden gelmeye çalışmıştım ancak artık dayanılmaz bir haldeydi. Kaburgalarımdan birkaç tanesinin çatladığına emindim.

Belki de rahat nefes alamamanın sebebi kaburgaların değil de yaşadığın şeylerdir.

Yüzümde de her konuştuğumda acıyan belirli yerler vardı. Yüzümde, kollarımda ve bacaklarımda moraran ve şişen yerler her hareketimde kendilerini belli ediyorlardı. Bileklerimdeki ipleri hâlâ hissedebiliyordum. Başımda ise sanki kemer hâlâ orada duruyormuşçasına bir ağrı vardı.

"Ağzını aç," dediğini duydum Klus'un.

Her şeyin altındaki nedeni arayan tarafım Klus'a tam güvenmediğini belli edercesine "Neden?" diyerek ortaya çıktı. Dişlerimin arasından zorla konuşuyordum. Başım bir anda zonklayınca kafamı istemsizce sert bir şekilde arkaya vurdum. Bu rahatlatıyormuş gibi birkaç sefer vurdum. Ne hissettiğimden emin değildim.

"Dişlerinin kırılmaması için," dedi Klus. Artık o fısıldayan halimizden eser yoktu. "Ağzını aç!"

Ağzımı araladım bu bile dudağımın yanındaki yaranın acımasını ve yanağımdaki şişliğin ağrımasını tetikledi. Ağzıma dolu bir kumaş parçası sokuşturduğunu hissettim. Ona karşı çıkacak gücüm yoktu ama olsaydı eğer dişlerimi korumak için de olsa ağzıma kumaş sokmasını engellerdim. En azından dilimle kumaşın tadını almamak için çabalardım ya da o garip dokusunu ağzımda hissetmemek için.

Anılar çarpık bir şekilde zihnimde dönmeye başlarken ağlamaya başladığımın farkında bile değildim. Hıçkırarak ağlıyordum. Bir an sonra kolumda tarifsiz bir acı duydum ve sonrasında ise belki acıdan belki de her şeyin ağırlığının çökmesinden gözlerimin kayarak kapandığını, vücudumun gevşediğini hissettim ama yanaklarımın kuruduğunu hissedememiştim.

***

Klus, Dünya'ya bir anda neler olduğunu anlam veremedi ancak o oku çekip çıkardığında araba zaten durduğundan Bayan Dorothy'nin verdiği eşyaları karıştırdı. En sonunda yarayı dikebileceği iğneyi bulmuştu, kola baskı yaptığı elini kaldırdı. Ok çok derine saplanmıştı ve kanamanın durmasını bekleyemezdi.

Boynuzlarının arasındaki ışıkla iyice eğilerek yarayı temizledi ve dikmeye başladı. İşi bittiğinde sargı beziyle düzgünce sardı ama Dünya kendinden geçmişti. Ağzına ısırması için koyduğu kumaş parçalarını aldı.

Ogün arabanın kapısını açtığında Klus, Dünya'nın koltuğa uzanmasını sağlıyordu.

"Ona ne oldu?" dedi Ogün. Klus, Dünya'nın üzerine bir battaniye örttü.

"Hiçbir fikrim yok," diye cevap verdi. "Okun saplanmış olduğu kolunu çarptı ve sonra da atak benzeri bir şey geçirdi." Dünya'nın sarsılırcasına ağlamış olmasından Ogün'e bahsetmedi. Klus, Ogün'e kısa bir bakış attı. Açık kapıdan çıkarak Ogün'ün yanına, yere indi.

"Bizi burada rahatlıkla yakalayabilirler biliyorsunuz, değil mi?" dedi Klus.

Uçurumdaki koca oyuk uçma yetisi olmayan canlıların oraya ulaşmasını zorlaştırıyordu çünkü denize oldukça yakın yerden ise uzak bir konumdaydı. Daekartaların kaç tanesi bu oyuğun orada olduğu bilgisine sahipti bilinmiyordu ama diğer canlılardan özellikle de insanlardan uzakta, korunaklı bir yer olduğundan gidebilecekleri tek yerdi.

"Trumanlerin Sekoya Bahçesine geri döndüğümüzü düşüneceklerini sanmıyorum. Öncelikle şehir içine insanları görevlendirirler," diyerek tahmin yürüttü Ogün. "Ayrıca bu yaralarla," bunu derken Dünya'ya bakmıştı. "Nereye kadar gidebiliriz?"

"Evet, toparlanmaya ihtiyacımız var ama at arabasını görürlerse biteriz," dedi.

"Bayan Dorothy ondan çaldığımızı sandıkları arabayı başka bir şekilde tasvir edecek ve," dedi. Gökyüzünü gösterdi. "Ağaçlar yeterince sık. Arabayı da iyice ormanın içine sokacağım." Klus anladığını belirten bir ifade ile başını salladı. "Başka şansımız yok ve eğer bu plan sana uymuyorsa kendi başının çaresine bakabilirsin." O sadece Dünya'yı Trumanlerden uzak tutmak istiyordu.

Klus bir kere tek başına kendi başının çaresine bakmıştı. O bir sefer onun tamamen çuvallamasına sebep olmuştu.

Klus başka bir tepki veya cevap vermeyerek içeriye yöneldi. "Gerekli olabilecek eşyaları toparlıyorum," dediğinde Ogün gereken cevabı almıştı. 

Continue Reading

You'll Also Like

1M 68.7K 85
Hiç bilmediğiniz bir yerde, tanımadığınız varlıkların arasında bir şeytana bağlı olduğunuzu öğrenseniz, ne yapardınız? Üstelik tüm varlıkların soyu s...
125K 15.1K 33
"Çok yakınımdasın kedicik. Dikkat et, ısırabilirim." "O halde sana yeni bir bilgi daha çıngıraklı." Öfkesi birden çekilmişti. "Bir Aslanın dişleri de...
12K 16.3K 57
[WattpadRomance TR Okuma Listesinde] Zihnimde akmakta olan bir kum saatinin sesini duyuyordum. İnce, dar kısımdan geçen tanecikler üzerime doğru akıy...
117K 11K 39
Not: Kukla serisinin ikinci kitabıdır. Önce ''Kukla: Y.E.M'' adlı hikayeyi okuyunuz. Yeraltı iyice karıştı. Seçim günü YAK saldırıya uğradı ve kaçırı...