Bölüm 43

19 3 0
                                    

Bay Truman'in elindeki hançeri Ares'in kaslı boynuna bastırdığını ve hareket ettirerek kanın boşanmaya başladığını aklımda canlandırabiliyordum. Onun kaçmak için çabaladığını ama sonra üzerine ağırlık çökünce direnmeyi bıraktığını biliyordum. Ağzından acısını yansıtacak sesler çıkardığının da farkındaydım. Onu buna ben itmiştim.

Beni taşıyan adamın "Okların atış bölgesine giriyoruz. Kollarını boynuma sar ve sıkı tutun," demesiyle kendime geldim. O ise kollarını sırtıma sardı. Üzerimize belli aralıklarla ok yağıyordu ancak beklediğimden daha azdı. "Hardy'den kesin ve direkt emir almadıkları sürece kafalarına göre bize ateş açamazlar. Özellikle surların dışına doğru ateş etmeleri yasak çünkü insan halkını kendilerine karşı sinirlendirmek istemiyorlar," diyerek bana kısaca açıkladı. Birkaç sert manevra yaptık ve adamın kısık inlemesi kulaklarıma ulaştı. Kafamı sağa çevirdiğimde kanadına saplanmış oku gördüm.

"Ama dışarıdaki insanlar senin bir Daekarta olduğunu görecek," dedim. Kanadına odaklanmamasını sağlamalıydım ve aklımın arka tarafa kaymasını da engellemeliydim.

"En başından beri amacım buydu," diye mırıldandığını duydum. Anlamasam da anlatması için üstelemedim.

Birkaç kesin manevra daha yaptık ve bir tanesinde az kalsın düşüyordum.

"Duvarı geçtik," demesinden hemen sonra boynuna doladığım kollarımdan birisinde keskin bir acı hissettim. İnlememek için kendimi zor tutarken "İnişe geçtik," diye bildirdi.

Kanatlarını kapattığını gözümün ucuyla gördüm ve ayaklarımızın üstüne doğru inmeye başladık. Yere yakın bir noktada kanatlarını açarak hızımızı azaltsa da kendimizi yere yuvarlanmaktan alıkoyamadık.

Okun girdiği sağ kolumu bir yere değdirmeden dikkatlice ayağa kalktım. Biz duvarı henüz biraz geçmişken okçulardan birisi dışarıyı hedef alma cesaretini göstermiş olmalıydı. Okun ne kadar girdiğini ya da çıkartıp çıkartmamam gerektiğini bilmiyordum. Havadaki uçuşumuz, kafama sürekli olarak darbedeler almam beni yeterince sarsmıştı. Daha tam dikelememişken kusmaya başladım. Midemde bir şey olmadığından devamında öğürerek bir süre bekledim.

"İyi olmadığının farkındayım ama muhafızlar kapıyı açtılar sayılır," dedi adam. Devasa kapıya kısa bir bakış attım. Dikelerek adama doğru döndüm o başka bir şey demek yerine biraz ötede duran at arabasını işaret etti. O, hemen arabayı sürmek için ön koltuğa geçerken ben de kasalar ve çuvallar arasında bir yere çöktüm. Ama bu benim için kullanamadığım kollardan dolayı oldukça zor olmuştu. Bulunduğum arka tarafın önü ve arkası açık olduğundan adamın sırtını ve nereye gidiyor olduğumuzu rahatlıkla görebiliyordum.

Atlar yüksek sesli bir kişnemeyle yürümeye başladı. Bir süre sonra dörtnala gidiyorduk. Çok üşüyordum. Dün gece yağmurda ıslandıktan sonra kendimi akşam soğuğunda bulmuştum. İki kolum acı içinde ve işe yaramaz bir şekilde yanımda dururken kafamı dizlerime dayadım. Kafam o kadar karışıktı ki Klus'un etrafta gürültülü insan sesleri duyana kadar gelmedi. Bu da meydana yaklaşıyor olduğumuzu gösteriyordu.

"Klus," diye bağırdım ön tarafa doğru. "Onu almadık."

"Eğer dediğim yerde olursa alabiliriz," diyerek üstü kapalı bir cevap verdi. "Ayrıca," dedi. "Neden onu da almak istiyorsun?"

"Kurtulmama yardım etti," diye kısa bir cevap verdim. Yaptığımız işbirliği bu adamı ilgilendirmezdi.

Kısa bir süre daha insan seslerinin arasında gittik ama sonrasında normalde at arabalarının gitmediğini bildiğim kadar ıssız birkaç yola saptık. Adama hiçbir şekilde karışmadım çünkü kafamı buna yoramayacak kadar yorgun hissediyordum. Arada sırada uykuya dalıyor ve yaptığımız herhangi bir hızlı dönüş ya da benzeri bir şey sıçrayarak uyanıyordum.

KANATLARIN RUHUWhere stories live. Discover now