EMANET AŞK (KİTAP)

Par sumeyyelkoc

9.2M 108K 141K

Şarkılar yalan söylüyormuş Baran, kimse kimseyi öldürmüyormuş sevdadan... Şayet öyle olsaydı, girmez miydim b... Plus

I | Mutluluğun Kalbine Saplanan Kör Bıçak
II | Aşk Mezarına Dikilen Siyah Karanfil
III | Aşık Kadın Kalbi Tehlikeli Bir Çukurdur
IV | Herkes Bir Gün Evine Döner
V | Mayın Tarlasında Gözün Kapalı Yürümek
VI | Karanlıkta Büyür En Kıdemli Yalnızlıklar
VII | Kehribar Bakışlar ve Aldatıcı Adımlar
VIII | Gerçeğin Yarasını Yalanın Şifası İyileştirmez
IX | Sonbahar Akşamında Sen Canımı Yaktığında
X | Kanatları Koparılan Kuşlar Bir Daha Uçamazlar
XI | Atan Bir Kalp Ölürse Katil Kelimelerdir
XII | Veda Süsü Verilmiş Cinayetler Var Aramızda
XIII | Kaçak Hisler ve Tutuklu Nefretler
XIV | Yağmurlar Gibi Aniden Bastırdı Hüzünler
XV | Aşk ve Mantık İki Yaralı Düşmandır
XVII | Zehirli Uykular ve Çıkmaz Sokaklar
XVIII | Yeni Yollar ve Eski Anılar
XIX | Akıldaki Şüphe Kalpteki Sevgiyi Kanatır
XX | Geçmişin Gölgesi Geleceğin Ensesinde Bekler
XXI | Doğrular ve Yanlışlar İç İçe
XXII | Candan Değil Camdanmış Aşk
XXIII | Ev Sandığın Çatı Mezarın Olduğunda
Emanet Aşk Ön Sipariş, Çekiliş, İmza Günü!
XXIV | Yokluğun ve Yok Oluşum

XVI | Affetmek Büyüklük Affedememek Büyük Bir Yük

36.2K 3.4K 1.6K
Par sumeyyelkoc




Selamlar ballı çöreklerim! Arayı çok açmadan biz geldik. Bir önceki bölüme verdiğiniz oylar ve yaptığınız yorumlar için çok teşekkür ederim. Aradan geçen zamana rağmen bizi yalnız bırakmadığınız için hepinize minnettarım. Keyifli ve güzel bir bölüm getirdim. Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın, olur mu? İyi okumalar dilerim! 🦋

Twitter'dan #şarkılaryalansöylüyor hashtagiyle tweet atarsanız mutlu olur ve hepsini okurum. 🤍

Ve bölümü okurken şarkıları dinlemenizi tavsiye ederim, ikisi de birbirinden harika.

🐚

EMANET AŞK

16

"Affetmek Büyüklük, Affedememek Büyük Bir Yük"


#Emre Fel - Öleceksek Ölürüz
#Emre Fel - Sevgilim Biz Ayrıldık

Gecenin sonunda eve döndüğümüzde doğruca odama çıkmış, kendimi yatağa bırakmış ve kalbim kül olana dek saatler boyunca ağlamıştım.

Hava almak için dışarı çıkmamla ve karşımda Baran'ı görmemle bir kez daha her şey mahvolmuştu. Aynı his, aynı acı ve akmasın diye zor tuttuğum gözyaşları. O an kaçmak istesem de kendimi durdurmuş ve tekrar içeri girmiştim, zira kalabalıklara sırt çevirmek hiçbir halta yaramıyordu. Gece bitene kadar sahte tebessümler süslemişti dudaklarımı. Acılarımı saklama konusunda o kadar ustalaşmıştım ki, hiç kimse anlamamıştı içimde ne yangınlar yandığını.

Düğün sona erdiğinde rahat bir nefes almıştım fakat arabaya bindiğimiz an görünmez bir el tekrar boğazımı sıkmaya başlamıştı. Mahir babam sessizdi ve sebebinin Yağız olması muhtemeldi. Bir noktadan sonra "Kızım," diye seslenmişti ve kalbim duracak gibi olmuştu. Sesindeki ciddiyet hiç iyiye işaret değildi, belli ki beni Yağız'la yan yana görmekten hoşlanmadığını söyleyecekti. O anki düşüncem o yöndeydi ama öyle olmadı.

Babam bana, bundan sonra hayatıma asla karışmayacağını, artık büyüdüğümü ve kendi kararlarımı kendimin alacağını, nasıl istiyorsam öyle yaşamamı ve kimseden de utanmamamı söylediğinde hem beni hem de annemi şaşkınlığa uğratmıştı.

Tüm bunları büyük bir ciddiyetle söylemiş olması bana kızgın ya da kırgın olduğundan değildi. Aksine, gerçekten mutlu olmamı istediğini yürekten dile getirmişti fakat yaşananlardan dolayı o da buruktu. Ve dile getirmese de suçlu.

Hiçbir şey söylememiş, kendimi sıkmıştım dakikalarca. Sanki açsam ağzımı, dudaklarımdan dökülen kelimeler değil, veryansın dolu hıçkırıklar olacaktı.

Arabadan indiğimizde bana uzun uzun bakmış ve "Özür dilerim kızım," demişti mahcubiyetle. "Böyle olmasını istemezdim ama oldu." Sıcacık ellerini omuzlarıma koymuştu. "Baran hayatına devam ediyor, sen de etmelisin, seni kim mutlu ediyorsa onu sevmelisin. Sen ne yaparsan yap, ne karar alırsan al, ben senin arkanda olacağım."

Mahir Demirdağlı, kendi oğlundan bir başkasıyla yoluma devam etmem konusunda bana onay veriyordu.

Beş yaşından bu yana üzerine titrediği emanet kızını artık özgür bırakıyor ve onun sadece mutlu olmasını istiyordu.

En başından beri de istediği buydu aslında. Ama olmamıştı. Mutluluk bana, sanki kilometrelerce uzaktaydı.


🐚

"Açelya! Uyan!"

Uyanmak istemiyordum.

Gözlerimi ısrarla kapalı tutsam da aralanan koyu perdenin ardından sızan güneş yüzüme düştü ve bütün uykumu kaçırdı. Kaşlarımı çatarak duvara doğru dönerken "Ama bugün pazar," diye söylendim huysuzca. "Zaten hafta içleri sabahın köründe uyanıyorum, ne var bugün uyusam..."

"Senin saatten haberin var mı?" Sesi yakından geldiğine göre, annem başıma dikilmiş olmalıydı. "Öğlen oldu Açelya, sen bu saate kadar uyumazsın ki."

Uyumazdım, evet. Eğer sabaha kadar yatağın içinde oturup tavanı seyretmek yerine her zamanki saatimde yatmış olsaydım... Günler sonra Baran'ı yeniden görmek, hem huzurumdan hem de uykumdan etmişti beni.

"Biliyorum," dedim uykulu bir sesle, gözlerim hâlâ kapalıydı. "Ama uykum var."

"Üstünü de değiştirmeden yatmışsın öylece... Nasıl rahat ettin bu elbiseyle?" Anlaşılan annem susmayacak, başımdan gitmeyecek ve ben uyanana kadar da tepemde konuşacaktı.

Pes ederek gözlerimi araladım ve üstümdeki yorganı iterek yavaşça doğruldum. Bir elimle gözümü ovalarken huysuz bir bakışla gözlerimi kıstım. Ne vardı bugün akşama kadar uyusaydım?

Annem yüzüme dikkatle bakarken "Makyajını da silmemişsin," dedi hayıflanır gibi. Yatağımın kenarına oturduğunda bakışları hâlâ yüzümdeydi. "Nedir senin derdin?"

Ne anlatacaktım bilmiyordum, zaten anlata anlata yorulmuştum.

"Sadece yorgundum," diye mırıldandım. Kocaman esnediğim sırada elimi ağzıma kapattım. Bir gözüm hâlâ yastığımdaydı, kafamı koysam hemen uykuya dalardım. "Çıkaramadım üstümü, makyajımı falan..."

"Peki, öyle diyorsan..." Annem kaşlarını kaldırdı. Konuşmak istemeyişimden sebep, üstelemedi. "Dün sen eve gelir gelmez odana çıktın ama biz biraz daha oturup konuştuk."

"Babamla mı?" Ellerimi dizlerime sardım. "Ne konuştunuz?"

"Seni ve Yağız'ı," dediğinde kaşlarım çatıldı. Bir anda ciddileşmesi kalan uykumu kaçırmıştı. "Sanırım Mahir bu konuda Kahraman'la konuşup Yağız'ı uyarmasını isteyecek."

"Böyle bir şeye hiç gerek yok." Birden ayağa kalktığımda annem şaşkınca bana baktı. "Neyi konuşacakmış ki hem? Ne oluyor hiçbir şey anlamadım ben? Alt tarafı dans ettik ya... Sanırsınız yarın evleniyorum. Ne alaka?"

Dudaklarımı kemirerek odanın içinde bir aşağı bir yukarı yürümeye başladım. Ortada ciddi bir şey yoktu, konuşulacak hiçbir şey yoktu. Bir kere bizim aramızda başlayan bir ilişki yoktu ki Yağız'la. Olacak mı olmayacak mı bunu zaman gösterecekti ve ben hiçbir şeyin sözünü vermemiştim ona. Sadece onunla vakit geçirip, onu tanımaya çalışacağım konusunda söz vermiştim. Hepsi buydu.

"Dur bir sinirlenme hemen... Lafı ağzıma tıkadın." Annem de ayağa kalktığında duraksayarak ona baktım. "Evet, tabii ki ortada ciddi bir şey yok. Ama sen babanı bilmiyor musun? Bir şey olacak olsun ya da olmasın, baştan uyarısını yapar. Huyu bu. Uyaracak ki kimse bile isteye üzmeyecek seni."

"Anne..." Sert bir nefes alıp bıraktım. "Babamla konuş lütfen. Sakın konuşmasın Kahraman Amca'yla. Lütfen, germeyin beni ya!"

"Tamam," dedi annem. Babamın Yağız konusunda Kahraman Bey'le konuşacak olmasına onun da gönlü yoktu. "Sen nasıl istersen."

"Neden her şeyi bu kadar ciddiye alıp beni strese sokuyorsunuz anlamıyorum..." Masamın kenarına oturdum ve saçlarımı kaşımaya başladım. Düğüne gitmeden önce sıktığım sprey saçlarımı sertleştirmişti. Acilen duş almam lazımdı.

"Sen üzülme diye, ne bileyim ben..." Annem derin bir nefes alırken omuzlarını kaldırdı. "Gerilmeni anlıyorum, sana göre ortada ciddi bir şey olmayabilir ama Yağız öyle düşünmüyor Açelya. Dün çocukla bir dans ettin, yüzünde güller açtı resmen. Bunu babanların olduğu bir ortamda yapmadan önce düşünecektiniz. Hem tek mevzu bu dans değil ki." Bakışları pencereye çevrildi. "Yağız sana öyle bir tutulmuş ki Kahraman olsun, Gülçin olsun, baban olsun hepsi farkında bu durumun. Çocuğun dilinden düştüğün yok."

Gerginlikten ısırmaya başladığım dudaklarım acıyana kadar durmadım. Benim kimseye verilmiş bir sözüm yoktu ama şimdiden, üstüme binen sorumlulukların altında eziliyordum. Daha fazla ne üzmek ne de üzülmek istiyordum. Kimse de beni kendi halime bırakmıyordu. Doğru bir karar veremeyecek olmaktan çok korkuyordum.

"O yüzden bir değil, iki değil, kırk kere düşün Açelya," dedi annem bakışları yüzüme kaydığında. "Acele etme, doğru bir karar verdiğinden emin olmadan kimseyle bir yola çıkma. Bu Yağız ya da bir başkası hiç fark etmez. Baban da ben de üzülmeni istemiyoruz daha fazla."

Kafamı salladım yavaşça. Annem buruk bir tebessüm etti ve yanımdan geçerken duraksayıp omzumu sıvazladı. "Hadi gir banyoya bir duş al. Sonra da güzel bir kahvaltı yap. Mehmet de uyuyor hâlâ. Şimdi gidip onu uyandıracağım." Kapıya doğru ilerlerken söylenmeye başladı. "Akşam yatmaz sabah kalkmaz... Ne gecesi belli ne gündüzü..."

"Bir şey soracağım."

Annem kapıdan çıkmadan önce duraksadı ve tekrar dönüp bana baktı. Ela gözleri kısıktı. "Sor canım."

"Doğru kararı nasıl vereceğim peki?" İçimdeki korku, sesime de yansıdı. "Ya doğru sandığım şey aslında yanlışsa?"

Annem gülümsedi. Gülüşüyle yanakları gibi, gözlerinin çevresi de çizgilendi. "Kalbin sana her zaman doğru yolu gösterir, onu dinle."

Kalbimin bana gösterdiği tek bir yol vardı. O yol sadece acıdan, kahırdan ve sancılardan ibaretti. Kalbimin sesini dinleyemezdim, bu felaketim olurdu. Benim için mücadele etmeyi bile göze alamayan, korkak gibi kaçıp saklanan ve hatalarının arkasında durmak yerine yenilerini tekrarlayan bir adam için kalbimi dinlemek aptallıktı.

Seni kim mutlu ediyorsa onu sevmelisin, demişti babam dün gece. Beni mutlu eden Yağız'dı. Aklım bunu çoktan kabul etmişti, peki kalbim nasıl anlayacaktı?

Üstümdeki elbiseden kurtulmuş, banyoya geçmiş ve küveti doldurup sıcak suyun içine oturmuştum. Sıcak su iyi gelmiş, bütün bedenimi gevşetmişti. O şekilde saatlerce küvette kalabilirdim fakat bir süre sonra başım dönerdi ve zaten açlıktan karnım gurulduyordu. Fazla oyalanmadan yıkanıp çıktığımda odaya geçmiş ve üstümü giymiştim hızla.

Bir erkeğin bana günaydın mesajı atması alışkın olduğum bir durum değildi. Bu yüzden uyanır uyanmaz telefonuma bakmak hiç gelmemişti aklıma. Hoş, annem bende akıl bırakmamıştı zaten. Yağız mesaj atalı tam dört saat olmuştu ve ben daha yeni dönüyordum mesajına.

Açelya: Günaydın Yağız... Yeni uyandım, kusura bakma.

Mesajı yolladıktan sonra telefonu eşofmanımın cebine koyup odadan çıktım ve aşağı indim. Günlerden pazardı ama babam bugün de evde yoktu. Şu sıralar o kadar yoğun çalışıyordu ki başını kaşıyacak vakti olmuyordu. O neşe dolu pazar kahvaltılarımız, Baran'ın gidişiyle tamamen son bulmuştu.

Annem ortalarda gözükmüyordu ama mutfaktan sesler geliyordu. Doğruca mutfağa geçtiğimde Mehmet'i masanın başında buldum. Bir elinde telefon, diğer elinde çatal, gözlerini ekrandan ayırmadan kahvaltı etmeye çalışıyordu.

"Günaydın," dedim Mehmet'in karşısındaki boş sandalyeyi çekerken. Mehmet telefona öyle dalmıştı ki içeri girdiğimi fark etmemişti. Sesimi duyunca kafasını kaldırıp yüzüme baktı.

"Günaydın Fiona," diye karşılık verdi her zamanki neşesiyle. "Sen bu saate kadar uyur muydun ya?"

"Uyurmuşum demek ki." Önümdeki kahvaltı tabağına peynir koyarken Mehmet telefonu masanın kenarına bırakıp muzip bir ifadeyle dudak kıvırdı.

"Ne demişler? Kır atın yanında duran ya huyundan, ya suyundan..."

Salatalık tabağına uzandığım sırada duraksayıp Mehmet'e bak sen dercesine baktım. "Yalnız ben ona öyle demem, körle yatan şaşı kalkarmış derim."

"Laf sokmasan ölürsün zaten," dedi Mehmet. "Neyse, nasıl geçti Selim'in düğünü?"

"Gelseydin de görseydin." Geleceğini söylemişti ama sırf düğüne gelmemek için, sabah erkenden evden çıkıp gitmişti. Her zamanki Mehmet.

"Yok kızım ya... Basıyor beni öyle ortamlar, düğün müğün... Göbek atan yaşlı amcalar... Yok ben sevmiyorum öyle şeyleri. Hem Selim, abimle oynardı küçükken, beni de almazlardı aralarına. Niye gelecekmişim ben onun düğününe?"

İstemsizce güldüm ağzım doluyken. "İyi hoş diyorsun da ne kaçırdığını bilseydin gelmediğine bin pişman olurdun."

Mehmet, yumruk yaptığı ellerini masaya yaslayarak öne doğru eğildi. "Ne kaçırdım?"

"Eda da geldi düğüne." Çatalımın ucundaki salatalığı keyifle ısırdım. "Tam karşı masamızda oturuyordu ailesiyle."

"Yapma be! Sen ciddi misin!" diye bağırdı Mehmet, kendinden geçmiş gibi yumruklarını masaya indirmeye başladığında neredeyse çayım üzerime devrilecekti.

"Ya dur, masayı devireceksin deli!"

"Kızım sen bana neden haber vermiyorsun ki? Neden arayıp Eda burada demiyorsun? Beş dakikada uçup gelirdim ben!"

Eda bir zamanlar Mehmet'in fazlasıyla hoşlandığı fakat o dönemler Eda'nın bir ilişkisi olduğu için açılamadığı kızdı. Yakın bir zamanda sevgilisinden ayrıldığı Mehmet'in kulağına ulaşınca ister istemez tekrar umutlanmıştı Mehmet. Ama gel gör ki uzun zaman sonra Eda'yla konuşabileceği bir ortamda bulunma fırsatını kaçırmıştı.

"Eda'nın da geleceğini tahmin etmen lazımdı," dedim arkama yaslanırken. "Hem ben seni evden çıkmadan önce aradım ama sen açmadın. Dönseydin, ne yapabilirim?"

"Eda İtalya'da okumuyor mu kızım? Ben nereden bileyim çıkıp düğüne geleceğini? Hay şansımı sikeyim ya..."

"Önünde nimet varken küfretme," dedim çatık kaşlarla. "Düğün dündü. Sanmıyorum ki Eda sadece Selim'in düğünü için İstanbul'a gelmiş olsun, bence bir süre daha buradadır. Bir yolunu bulup görüşebilirsin aslında."

"Doğru dedin." Mehmet önündeki tabağı bitirmeden ayağa kalktı. "Benim bir şekilde Eda'yı görmem lazım." Sandalyeyi masanın altına hızla itti ve masaya bıraktığı telefonunu eline aldı. "Hiç story falan da paylaşmıyor ki nerede olduğunu bulup yanına gitsem... Tek tek arkadaşlarını stalklayacağım artık."

"Oldu olacak kızın evinin önüne kamp kur Mehmet?" dedim alayla.

Ama Mehmet'in aklı öyle uçmuştu ki beni duymadı. Durumun bu kadar vahim olduğunu bilmiyordum. On yedi yaşında olduğu gibi yine Eda deyince akan sular durmuştu.

"Nereye Mehmet? Tabağını bitirseydin ya!"

"Doydum ben!" Mehmet mutfaktan çıkmıştı bile. Her zaman böyle yapıyor, tabağını tam olarak bitirmeden kalkıyordu. Mehmet'in önündeki tabağa uzanıp hiç dokunmadığı kahvaltılıkları kendi tabağıma döktüm. O sırada telefonum titredi. Yağız'dan mesaj gelmişti.

Yağız: Önemli değil. Bugün bir planın var mı?

Bugün bir planım var mıydı bilmiyordum. Kızlarla cuma günü konuştuğumuzda cumartesi düğüne gideceğim için pazar bir şeyler yaparız demiştim. Ama onları her zaman görüyordum ve ekmemde bir sakınca olmazdı sanırım.

Açelya: Yok. Senin?

Yağız: Senin yoksa benim hiç yok.

Ve mesajın sonuna eklenen bir gülücük.

Yağız: İstersen buluşabiliriz?

Mesaja bakarken kısa bir an duraksadım. Yine o his gelip içime oturmuştu. Ağır bir histi ve tüm tadımı kaçırıyordu. Yağız'la daha önce de buluşmuştum. Bir değil, birçok kez yan yana gelmiştik fakat hiçbirinde arkadaştan fazlası değildik. Her ne kadar aramızda birbirimize verilmiş bir söz olmasa da o arkadaştan ötelik durumu beni tedirgin ediyordu. İstemeyeceğim hiçbir şey yapmayacağını çok iyi bilecek kadar tanımıştım onu. Fakat yine de beni geri iten bir şeyler vardı.

Bu histen kurtulmam gerekiyordu.

Açelya: Olur. Nerede buluşalım?

Yağız: Ben seni gelir alırım.

Açelya: Olmaz. Bir yerde buluşalım.

Yağız: Tamam. Sen sahile in, ben seni alırım.

Bir saat sonra sahilde buluşmak üzere sözleştiğimizde mutfaktan çıktım. Mehmet çoktan toz olup uçmuştu evden. Ve annem de ev işlerine dalmıştı. Arada bir gelirlerdi ona. Evde ufak değişiklikler yapar, mobilyaların düzenini değiştirirdi. Bazense tabloları ve bibloları. Hazır Firuze Babaanne yokken ve babam da dışarıdayken, evde yine öyle bir değişimin hazırlığı vardı.

"Emine, Cemil'e haber verdin değil mi?" Annemin sesini duyduğumda merdivenlerdeydim. "Kargolar gelecek. Kapıya bakar olsun."

"Ama bugün pazar Selma Hanım?"

"Özel kurye gelecek Emineciğim. Sen de bir alışamadın gitti."

Odaya sessizce girip kapıyı kapattım, dişlerimi fırçaladım ve ardından dolabımın başına dikilip ne giyebileceğime baktım. Hava bugün de güzeldi, kasımın ilk haftası yazdan kalma devam ediyordu. Mint yeşili palazzo bir pantolon, üstüne beyaz,  crop bir bluz giyip, yanıma da siyah bir kot ceket alacaktım.

Makyaj masama oturduğumda nasıl bir makyaj yapmam gerektiğini bilemedim, her zamanki halimden farklı olursam yanlış bir anlaşılmaya sebebiyet verir miydim? Fazla düşünmedim. Dünkü gibi, gözlerimi ön plana çıkaracak bir makyaj yaptım ve saçlarıma maşayla su dalgaları vererek açık bıraktım.

Yarım saat içinde hazır olduktan sonra odamın kapısını sessizce araladım. Neden sessiz davrandığımı bilmiyordum. Tam o sırada merdivenleri inen annemle karşılaştım. Kucağında küçük bir koli vardı. Beni görünce koliyi merdiven korkuluğuna yasladı ve "Dışarı mı çıkıyorsun?" diye sordu.

"Evet," dedim kot ceketimi koluma asarken.

"Kızlarla mı görüşeceksin?"

Önce evet diyecek oldum ama sonra durdum. Yalan söylememi ya da saklamamı gerektirecek bir durum yoktu. Kimse bana karışmazken ben neden kendimi bu duruma sokuyordum, anlam verebilmiş değildim.

"Yağız'la," dedim istemsizce gözlerimi kaçırdığım sırada.

Annem kaşlarını kaldırdı. Gülümsedi fakat bu çok yapaydı ve benim gözümden kaçmamıştı.

"İyi eğlenceler," dedi ne diyeceğini bilemezmiş gibi. "Kaç gibi dönersin geri?"

"Bilmem." Dudaklarımı büktüm. "Neden sordun ki?"

"Mahir'le akşam yemeğe çıkacağız ya geç döneriz belki... Mehmet de geç döner muhtemelen. Sen de planını ona göre yap en iyisi."

"Yaparım merak etme," dedim kafamı sallayarak.

"Dikkatli ol," dedi annem her zamanki gibi. "Neyse git hadi, bekletme çocuğu."

Yıllarca adımın yanında Baran'dan başka bir erkeğin adı olmamıştı. Sanki ben Baran'dan bir parçaymışım gibi, asla ondan ayrı bir kefeye koyulmamıştım. Bu öyle bir alışkanlık olmuştu ki hepimizde, şu anki durum epey saçma geliyordu. Annemi anlıyordum. Neden içinin buruk olduğunu ya da neden üzgün olduğunu...

"Size de iyi eğlenceler," dedim merdivenlerden inmeden önce. Bir ara Mehmet, annemle babamın aralarının bozuk olduğunu söylemişti. O günden sonra anneme kaç kez sormaya çalışsam da açıkça ne olduğunu sormaya cesaret edememiştim. Ama şu sıralar her şey yolunda gibi görünüyordu. Babam iş yoğunluğuna rağmen annemi ihmal etmiyordu ve bu en çok, beni mutlu ediyordu.

Evden çıkmadan önce durağı arayıp çağırdığım taksi demir kapının önünde hazır bekliyordu. Taksinin arka kapısını açıp içeri geçtim. Bir süre taksi sonra taksi trafiğe takılınca henüz vaktimin olduğunu düşünerek erken indim ve sahile kadar yürüyerek devam ettim. Kavurucu sıcakların ardından insanı yakmayan güneş ve üşütmeyen hafif rüzgarlı havalar en sevdiğimdi.

Karşıya geçmek için yaya geçidinde dururken, yolun karşısında Yağız'ı görerek kaşlarımı çattım. Arabasının kaputun yaslanmış bekliyordu. O mu erken gelmişti yoksa ben mi geç kalmıştım?

Hızlı adımlarla karşıya geçtim ve Yağız'ın yanına doğru ilerledim. Yağız beni fark ettiğinde doğruldu ve elindeki telefonu cebine sıkıştırdı. Heyecanlı görünüyordu. Onu böyle görünce bir an ben de heyecanlandım fakat bu tamamen içinde bulunduğumuz durumdan kaynaklıydı.

Karşı karşıya geldiğimizde "Çok beklettim mi?" diye sordum.

"Hayır, yeni geldim sayılır," dedi Yağız. Arabanın kapısını benim için açtığında içeri geçip oturdum. Yağız da ardımdan arabaya bindi ve "Aç mısın?" diye sordu.

"Değilim," dedim gülümseyerek. "Evden çıkmadan önce yedim bir şeyler. Ama sen açsan..."

"Ben de aç değilim." Yağız arabayı çalıştırdı. "Ama bir şeyler içer ya da bir tatlı yeriz değil mi?"

"İçeriz ve yeriz." Emniyet kemerimi takıp arkama yaslandım. Yağız'ın üstünde açık mavi, kot bir gömlek, altında ise beyaz, keten bir pantolon vardı. Hoş görünüyordu. Bir erkeğin benimle buluşmak için özenle hazırlanmış olması, şimdiye kadar yaşamadığım bir durum olduğundan epey tuhaf geliyordu.

Şu andan itibaren hiçbir şeyi düşünmeyecektim, en azından savaşacaktım bunun için. Sadece eğlenmeme bakacak ve güzel saatler geçirecektim.

Yol boyunca havadan sudan konuşarak karşıya geçmiş ve Galata yakınlarında güzel bir mekana gelmiştik. Cam kenarındaki rezerve masamıza oturduğumuzda hiç aç olmayışımdan sebep soğuk bir Americano istemiştim. Yağız sıcak bir şeyler içmek istediğini söyleyerek Espresso sipariş vermişti. Sert kahveleri seviyordu demek. Yanında da ekler söylemişti.

Karşımdaki başka bir erkek olsa muhtemelen gerilirdim fakat Yağız o kadar hoş sohbetti ki onun yanında kendimi bir şeylere mecbur edilmiş gibi hissetmiyordum.

Kahvemden ilk yudumu alırken "En yakın arkadaşın Kıvanç mı?" diye sordum. Yağız'ın bir sürü arkadaşı vardı ama ben hiçbirini tanımıyordum.

"Evet," dedi Yağız, dudaklarını peçeteyle silerken. Buranın eklerinin çok lezzetli olduğunu ve mutlaka tadına bakmam gerektiğini söylemişti ama ben hiç aç değildim. Ve ekleri de pek sevmezdim. "Etrafım kalabalık gibi görünüyor olabilir ama Kıvanç'ı tek geçerim. Kıvanç kardeş, diğerleri arkadaş."

"Ne zamandan beri arkadaşsınız peki?"

Kahve bardağını dudaklarına yaslarken "Liseden beri," diye karşılık verdi Yağız. "Sen Irmak'la ne zamandan beri arkadaşsın peki?"

"Üniversitenin ilk gününden beri," dedim gülümseyerek. "En iyi arkadaşlıkların lisede kurulduğu söyleniyor hep ama benim öyle olmadı."

"Kazık mı yedin yoksa?" diye sordu Yağız merakla. Gülümsemişti o da. "En iyi kazıklar da lisede yenir çünkü."

"Hayır, hayır..." Kahvemden bir yudum daha aldım ve bardağımı masaya bıraktım. "Lisede kimseyle arkadaşlık kurmak istemedim desem daha doğru olur. Fen lisesinde okudum ben. Okuldaki herkesin hedefi en iyi üniversiteyi kazanmaktı. Gezip eğlenecek, sıkı dostluklar kuracak vaktimiz pek olmadı."

Yağız kaşlarını kaldırdı. "Senin ne kadar çalışkan bir kız olduğunu unutuyorum bazen."

O bunu söylediğinde "Kendine çok haksızlık ediyorsun," dedim anlam veremeyerek. "Mimarlık okuyan biri mi söylüyor bunu? Devlet üniversitesini kazanmak hiç kolay değilken üstelik."

"Sayısalım iyidir sadece, yoksa pek çalışkan bir tip değildim," dedi Yağız. "Mimarlığı da sevmiyorum zaten, biliyorsun."

"Bilmem mi..." Parmaklarımı bardağımın kenarında gezdirdim. "Şarkı söylemeyi seviyorsun sen."

"Evet." Yağız gülümsemeye devam etse de iç çekmişti.

"En büyük hayalin ne?" diye sordum kollarımı masaya yaslarken. "Şarkı çıkarmak istemez misin mesela? Bu devirde çok zor bir şey değil, her önüne gelen şarkı çıkarıyor ve aslına bakarsan çoğunun sesi güzel bile değil. Ama senin çalabildiğin onlarca enstrüman var ve sesin çok güzel."

Yağız'ın neden müzik piyasasına girmediğini merak ediyordum. Maddi açıdan da önünde herhangi bir engel yoktu.

Sorduğum soru tadını kaçırmış gibiydi. Ya da ben öyle hissettim. Bir anda yüzü düşmüş ve bakışları cama çevrilmişti.

"Babam beni öldürür Açelya," dedi bir sır verir gibi sessizleşirken. "Dışarıdan öyle yumuşak göründüğüne bakma onun. Bana gelince çok serttir. Neden sevmediğim halde mimarlık okumaya devam ediyorum sanıyorsun?"

Kahraman Amca dışarıdan anlayışlı bir adam gibi görünüyordu ama özünde öyle değildi demek. "Ama bu senin hayatın," dedim üzüntüyle. "Ne zamana kadar babanın istediği şekilde yaşayacaksın ki?"

"Bilmiyorum," dedi Yağız. "Babamın karşısında o kadar güçsüzüm ki."

Bunlar o kadar tanıdık cümlelerdi ki ne diyeceğimi bilemedim. Aklıma asla getirmeyeceğimi düşündüğüm Baran gelip de karşıma oturdu sanki.

"İkisini birden yürütebilirsin aslında," dedim ona cesaret vermek için. "En azından baban müzikte başarılı olduğuna ikna olana kadar. Hem başarılı bir mimar, hem de iyi bir şarkıcı olabilirsin."

"Konuşmayalım bunları," dedi Yağız. Bu konu, sandığımdan daha çok yaralıyordu onu. "Böyle bir günü, bu konularla meşgul etmek istemiyorum."

"Peki," diyerek kahvemi elime aldım. Birkaç yudum peş peşe içtikten sonra gözlerimi kıstım ve Yağız'a baktım. "Bir şey soracağım ama sormamam gereken bir şey mi bilmiyorum."

Yağız kahvesini çoktan bitirmişti. Arkasına yaslanırken "Ne istersen sorabilirsin," dedi.

"Neden herkes sana çapkın diyor?"

Yağız gülecek gibi olup kendini tutarken kaşlarını çattı. "Öyle mi diyorlar?"

"Bunu sormam pek yerinde olmadı galiba." İlişkiler konusundaki tecrübesizliğim yüzünden nasıl davranmam gerektiğini bilmiyordum. "Sadece merak ettim ben. Merak da etmedim aslında. Öylesine sordum yani, cevap vermek zorunda değilsin tabii ki. Sonuçta senin özelin, sormadım ben bir şey..."

"Açelya bir sakin ol ya," dedi Yağız gülerek. Komik bir şey mi söylemiştim ben? "Onun bunun söylediğine aldırış etmeden direkt bana sorman hoşuma gitti. Önyargılı davranmıyorsun ve bu çok güzel bir şey."

Önyargılı davranmamı gerektirecek bir durum yoktu zaten. Onun hayatı ve önceki yaşanmışlıkları beni ilgilendirmezdi.

"Şimdiye kadar birçok kızla flört ettim diyelim," dedi Yağız açıkça. "Bu kötü bir şey miydi, bana ya da karşımdakine herhangi bir zarar verdi mi bilmiyorum ama birçoğu da flört aşamasında bitti. Ciddi bir ilişkim hiç olmadı, çünkü daha önce hiç aşık olmadım. Ne aradığımı bile bilmiyordum ama aradığım her neyse, hiçbirinde bulamadığımı fark ettim."

Elimde kahvem, bardağımdaki son yudumları içerken pürdikkat Yağız'ı dinliyordum. Dürüsttü en azından.

"Bir de tek bir kişiyle kalan bütün ömrümü geçirme düşüncesi korkunç geliyordu. Ve açık konuşmak gerekirse, ciddi bir ilişki için çok genç hissediyordum kendimi." Yağız masaya doğru eğildi ve dikkatle gözlerime baktı. "Meğerse tüm bu düşünceler, birine gerçekten aşık olunca değişiyormuş."

Son cümlesini öyle içten söylemişti ki avuçlarımın terlediğini hissettim. 

"Anladım," diye mırıldandım. Yağız hâlâ dikkatle yüzüme bakıyordu. Bir an sonra bakışları dudaklarıma kaydığında istemsizce kaşlarımı çattım. Elini yüzüme uzattığında neredeyse geri çekilecektim ki "Dudağının kenarına krema bulaşmış," deyince duraksadım. Hızlı bir şekilde peçeteliğe uzanıp bir peçete aldım ve dudağımın kenarını sildim. Geri çekilmeseydim Yağız silecek gibiydi dudağımı ama ben buna izin vermedim. Ve o da rahatsız olacağımı bildiğinden öyle bir şey yapmadı.

"Peki ya senin?" diye sordu Yağız, tekrar arkasına yaslanmıştı.

"Daha önce hiç sevgilim olmadı," dedim doğruca. Sebebini açıklamama gerek yoktu çünkü Yağız zaten biliyordu.

"Bu da bir tercih tabii ki," dedi kafasını sallarken. Tercih miydi yoksa aptallık mı bilmiyordum. Kendimi, hiçbir zaman bana ait olmayacak birine adamış ve yıllarımı boşa harcamıştım. 

Sohbetin devamı da aynı seyirde ilerlemişti. Yağız bana arkadaş çevresinden, çocukluğundan bahsetmişti, şarkı söylemeye ne zaman başladığından, Kıvanç'la olan anılarından ve tek çocuk olmanın üstünde nasıl bir baskı kurduğundan...

Benim Yağız'a anlatabileceğim çocukluk anılarım fazlasıyla az olmuştu çünkü çocukluğumun tamamı Baran'dan ibaretti.


🐚


"Ne çabuk akşam oldu."

Yağız arabayı demir kapının önünde durdurduğunda bakışlarım eve çevrildi. Bahçe aydınlatmaları haricinde yanan bir ışık olmadığına göre, eve ilk dönen bendim. Bunu fark edince rahat bir nefes aldım. Annemin ya da babamın, Yağız'ı görüp tuhaf hallere bürünmelerini istemezdim. Zaten geç döneceklerini söylemişti annem. Mehmet'i hiç hesaba katmıyordum bile. Gece yarısından önce asla dönmezdi eve.

"Öyle," diye mırıldandım işaret parmağımla alnımı kaşırken. "Güzel bir gün geçirdim, çok eğlendim."

Buluştuğumuzda saat ikiyi çeyrek geçiyordu. Şimdiyse akşamın onuydu ve evet, çok çabuk akşam olmuştu. Bir süre sonra oturduğumuz mekandan çıkmış ve trafik yoğunlaşmadan, yemeği orada yemek üzere Ma Belle'ye geçmiştik. Saat sekize doğru Ma Belle'de canlı müzik başlamıştı ve Yağız her ne kadar sahneye çıkmayacağını söylese de birkaç şarkı söylemişti. Oradan ayrıldığımızda müzik devam ediyordu, istesem biraz daha kalabilirdik fakat kalkmak istemiştim. İki gün boyunca yeterince yorulmuştum, sabah erken uyanmam gerekiyordu.

"Sıradan bir gün oldu aslında," dedi Yağız tebessüm ederek. Emniyet kemerimi çıkardığım sırada o da çıkardı. Sanırım arabadan inecek ve ben eve girene kadar arkamdan bakacaktı. "Daha çok oturduk, konuştuk falan... Gerçekten eğlenmek istersen konserlere gideriz, sinemalara, tiyatrolara, pikniklere, partilere, hatta seyahatlere..." Gözlerimin içine, gizleyemediği bir heyecanla baktı.

"Sen istersen her şey mümkün."

"Olabilir," diye karşılık verdim gülümsemeye çalışırken. "Biliyorsun, son senem ve yakında staja da başlayacağım ama vakit oldukça elbette bir şeyler yaparız."

Ben henüz ne hissettiğimi, ne hissetmem gerektiğini ve en önemlisi ne zaman hissedeceğimi bilmiyordum. Yağız gözümde hâlâ bir arkadaştan fazlası değildi ve ben ona, hiçbir şeyin sözünü vermek istemiyordum. 

Verdiğim cevap bahanelerle doluydu fakat her şeyi akışına bıraktığımı, planlar yapmaktan hoşlanmadığımı biliyordu Yağız.

"Biliyorum," dedi kafasını sallayarak. "Biliyorum Açelya. Teşekkür ederim her şey için. Asıl ben çok güzel bir gün geçirdim."

Gülümsemekle yetindim. Aşka dair onlarca kitap okumuş, dizi ve film seyretmiştim. Sevdiğim filmlerdeki bazı replikleri ve okuduğum romanlardaki sözleri farkında olmadan ezberlemiştim. Fakat böyle bir anda ne söylemem gerektiğini hesap edemeyecek kadar tecrübesizdim. Gün boyu her an, ağzımdan çıkacak her kelimeyi ölçüp biçmiş ve doğru olduğuna karar verdikten sonra dillendirmiştim.

Bu her zaman böyle mi olacaktı?

Yağız'ın yanında bir arkadaş gibiyken fazlasıyla rahattım fakat itirafından sonra her şey değişmişti. Sürekli yanlış bir şey söyleyerek kalbini kıracak olmaktan korkarken buluyordum kendimi.

Arabanın kapısını açıp dışarı çıktığımda Yağız da dışarı çıktı ve ben içeri girip gözden kaybolana kadar arkamdan baktı.

Çantamdan çıkardığım anahtarla kapıyı açıp eve girdiğimde içerisi karanlıktı. Telefonumun feneriyle adımlar atarak koridorun ışığını açmış, sonrasında evin kapısını kapatmıştım. Doğruca merdivenlere ilerlediğim sırada bakışlarım salona takıldı. Salonun camları aralıktı ve verandanın önünde bir karartı vardı.

Kısa bir an korktum, hatta neredeyse çığlık atacaktım fakat o karartının Baran olduğunu fark edince kaşlarımı çattım.

Ne zamandır buradaydı?

Ve daha da önemlisi... Bizi görmüş olmalıydı.

Ben kendimi doğruca eve girmeye odakladığımdan verandaya hiç bakmamış ve Baran'ı hiç fark etmemiştim fakat o bizi mutlaka görmüş olmalıydı.

"Baran?" diye seslendim salona doğru adım atarken. Baran sesimi duydu ama dönüp bakmadı bana. Önce sehpaya doğru eğilip sigarasını söndürdü kül tablasında, ardından yavaşça bu tarafa doğru döndü. "Ne zaman geldin sen?"

"Yeni sayılır," dedi Baran kısık bir sesle. Elleri cebinde eve girerken bakışları yerdeydi. "Öyle bir uğrayım dedim ama evde kimse yoktu."

Salonun ışıklarını açtım, neden karanlıkta durduğuna anlam verememiştim. Belki verandada otururken ışıkları açmaya gerek duymamıştı. Peki ama neden çat kapı gelmek yerine annemi aramamıştı?

"Yanlış bir gün seçmişsin," dedim masanın önünde durduğumda. Baran da masanın diğer ucundaydı ve geldiğimden beri hiç yüzüme bakmamıştı. Üstünde beyaz, spor bir gömlek vardı. Gömleğin üç düğmesi açıktı ve gömleğinin yakası içeri doğru kıvrıldığından gözüm oraya takılmıştı. "Mehmet'i biliyorsun zaten, hiç durmaz evde. Annemle babam da yemeğe çıktılar..."

"Sen de Yağız'la beraberdin," diyerek lafı ağzıma tıktı Baran. Bakışları hızla gözlerime ulaştı ama hemen geri çekildi oyalanmadan.

"Evet," dedim bozuntuya vermeden. Dün de görmüştü göreceğini bugün de. Saklayacağım bir şey yoktu. Yeni bir yol çizmiştim kendime ve Baran artık o yolda yoktu.

Baran bir şey daha söyleyecek gibi oldu ama vazgeçti. Ne söyleyecekti bilmiyordum, merak da etmiyordum.

"Gideyim ben," dedi birden sessizlik olduğunda. Masanın üzerinde duran telefonuna uzandı.

"Kapının önünde arabanı göremedim," dedim o sırada. "Taksiyle falan mı geldin?"

Bir gariplik sezmiştim tavırlarında. Kimse yokken çıkıp eve gelmesi, gelirken kimseye haber vermemesi ve şimdi de böyle ateş almış gibi çekip gitmesi...

"Öyle oldu." Telefonunu cebine attı ve yine bana hiç bakmadı. "Arabam serviste."

"Bozuldu mu?" Kaşlarımı çattım, arabası yepyeniydi ve canavar gibiydi.

"Hayır," dedi Baran, aramızda iki sandalyelik bir mesafe kala karşımda durdu. "Kaza yaptım."

"Kaza mı?" diye sordum korkuyla. Oysa sapasağlam duruyordu karşımda. Buna rağmen içimi yakan telaşa engel olamayarak ona yaklaştım. "Bir şeyin yok ya? Nasıl oldu?" Şimdi tam karşısındaydım ve aramızda hiç mesafe kalmamıştı. 

"Karşında sapasağlam durduğuma göre?" Tersler gibi konuştu önce, sonra gözlerimin içine baktı ve orada, onun için filizlenen korkuya şahit oldu. "Korkulacak bir durum olmadı," diye açıkladı. "Sadece maddi hasarlı bir kaza. Karşı tarafın dikkatsizliği."

"Anladım. Geçmiş olsun."

"Sağ ol," dedi Baran. Başka bir şey söylemeden hızla yanımdan geçip gittiğinde dönüp ardından bakmadım. Birazdan kapı açılacaktı, sonra kapanacaktı ve gidecekti. Ben de derin bir nefes alacaktım. Ama öyle olmadı.

Çalan telefonunu yanıtlamak için duraksadığında başımı sola doğru çevirip göz ucuyla ona baktım. Holün ortasında dikiliyordu.

"Efendim baba?"

Karşı tarafı dinlerken göz ucuyla bana baktı. Bunu fark edince hızla kaçırdım bakışlarımı.

"Hayır," dedi soğuk bir sesle. "Daha sonra."

Babam ne söylüyordu bilmiyordum ama Baran'ın hoşuna gitmeyen bir şey söylediği kesindi.

"Başka zaman yine gelirim." Babam Baran'dan kalmasını mı istiyordu? "Gidiyorum şimdi." 

Ve Baran gitmek istiyordu. Çünkü benimle aynı ortamda bulunmak, aynı havayı solumak istemiyordu.

"Tamam," dedi bir süre sonra. "Bir saate kadar gelmemiş olursanız gitmiş olurum. Keyfinizi bekleyemem."

Telefonu kapattığında kendimi daha fazla tutamadım ve "Neden gitmekte bu kadar ısrarcısın?" diye sordum ona doğru dönerek.

O değil miydi aramızdaki bütün anlaşmazlığı bitirmek isteyen ve geçmişe bir sünger çeken? Neden şimdi sanki en başa dönmüşüz gibi davranıyordu?

"Kendi evinde kalmıyorsun artık ama neden geldiğinde bir yabancı gibi davranıyorsun Baran? Misafir değilsin sonuçta, yukarıda bir odan var hâlâ." Baran bana çatık kaşlarla bakıyordu. "Sorun bensem eğer dert etme. Odama çıkacağım şimdi."

"Sorun sen değilsin Açelya." Kaşları hâlâ çatıktı. Yeniden salona doğru yürüdüğünde bakışlarını kaçırdı ama benim bakışlarım hep ondaydı. Yanıma kadar geldiğinde duraksadı ve "Daha kaç kez konuşacağız bunları?" diye sordu yüzüme kaçamak bir bakış atarak. "Senden yana bir sıkıntım yok benim. Senin de benden yana olmasın. Düşünme bunları."

"Düşünmüyorum zaten," dedim, belki de susup gitmeliydim ama karşılık vermekten alamıyordum kendimi. Baran koltuğa oturduğunda başka bir söylemeden salondan çıktım. Az önce odama çıkacağımı söylemiştim ama inat değil miydi, çıkmayacaktım. Madem herhangi bir sorun yoktu, evden gidene kadar beni görmek zorunda kalacaktı.

Benden yana bir sıkıntısı yoktu ama ne hikmetse, benimle aynı evde bir saat bile kalamıyordu.

Çantamı koridordaki portmantoya asıp mutfağa geçtim ve kendimi kahve makinesinin başında buldum. Kahve içersem uykum gelirdi, sonra saatlerce uyuyamazdım. Yarın da tüm gün uyuklardım okulda. Ama hiç umurumda olmadı ve dolaptan iki orta boy bardak çıkardım. Yine fabrika ayarlarına döndün Açelya.

Elimde kahvelerle salona girdiğimde Baran şaşkınca bana baktı. Hani sen odana çıkıyordun der gibiydi bakışları.

"Hava güzel," dedim dışarıyı işaret ederek. "Verandada oturacağım biraz." Kahvelerden birini ona uzattığımda yarım ağız gülümsedim. "Sormadan yaptım ama içersin değil mi?"

Baran sıcak olmasına aldırmadan bardağı altından tutarak elimden aldı. "Seçim yapma şansım kaldı mı?"

"İçmek zorunda değilsin," diye mırıldandım kendi kahvemden bir yudum alırken.

"İçeceğim." Baran kahveyi koltuğun yanındaki küçük sehpanın üzerine bıraktı. "Eline sağlık."

Baran'ı orada bırakıp verandaya çıktım ve iki kişilik koltuğa oturdum. Gecenin ılık rüzgarını tenimde hissederek aldığım birkaç yudumun ardından adım sesleri duydum. Baran kahvesiyle birlikte gelip yanıma oturmuştu.

"Kötü bir gün geçirdim. Gerginliğimin seninle bir ilgisi yok."

"Kötü bir gün geçirmiş olabilirsin." Aceleyle yaptığımdan kahve biraz acı, biraz da tatsız olmuştu, hepsini içersem sabaha kadar oturmak zorunda kalırdım. O yüzden bir yudum daha aldım ve bardağı soğumak üzere sehpanın üzerine bıraktım. "Gergin de olabilirsin ama bana yansıtırsan ne anlamamı bekleyebilirsin ki?"

Başımı sola omzuma çevirip Baran'a baktığımda bakışları avludaydı. "Mutlu musun?" diye sordu. Bu sorunun konumuzla ne alakası vardı?

"Nereden çıktı?"

"Merak ediyorum."

"Tam olarak neyi merak ediyorsun?"

Baran da bana baktı o an. Aramızda, küçük bir çocuğun sığacağı bir mesafe vardı ama yine de çok yakındı.

"İyi olup olmadığını."

"İyiyim ve mutluyum." Ellerimi iki yana açtım. "Eğer merak ettiğin buysa."

Baran dudaklarını birbirine bastırdı, yavaşça kafasını salladı ve "Ama ben hiç iyi değilim," dedi ansızın.

Ne tuhaftı. Her seferinde iyi olmak için yeni bir adım atıyordu ama sonuç hep hüsrandı. "Çünkü sen ne istediğini bilmiyorsun," dediğimde Baran gözlerimin içine baktı. "Ne yaptığını da bilmiyorsun. Sürekli bir arayış içindesin ama aradığın her neyse, bir türlü bulamıyorsun."

"Ne istediğimi biliyorum," diye itiraz etti. "Ne yaptığımı da biliyorum." Tatsız olmasına aldırmadan kahveden büyük bir yudum içti. "Ama hiçbiri iyi olmam için yeterli bir sebep değil."

Kaşlarım anlamsızca çatılırken "Her şey, sen nasıl istediysen öyle oldu," dedim. Amerika'dan döner dönmez en büyük prangasından kurtulmuştu, kendine yeni bir hayat kurmuştu ve artık hiç kimse ona karışmıyordu. "İyi olmak için daha ne istiyorsun?"

Kısa bir sessizlik oldu ve ardından "Seni istiyorum," dedi Baran, imkansızla yeni tanışmış küçük bir çocuk gibi çaresizdi.

Birkaç saniye boyunca, ne duyduğumu kavramakta güçlük çektim. Kaşlarım bu kez havalandı. "Anlamadım?"

Bakışlarımız tamamen birbirine kenetlenmiş durumdaydı. Kehribar kahvesi gözleri, karanlıkta simsiyahtı.

"Seni istiyorum Açelya," dedi Baran titreyen bir sesle. Sözlerindeki muhtaçlık hissi gözlerine de yansımıştı.

Derin bir nefes aldım, gözlerimi kapatıp açtım ve "İyi geceler Baran," diye fısıldadım. Konuşma benim için burada bitmişti. Ayağa kalktığımda başım döndü sanki, bir an ne tarafa adım atacağını bilemedim ama yine de yanında kalmadım. Kalmamalıydım.

Belli ki Baran kendinde değildi.

"Çok zormuş," dedi Baran, o da ayağa kalkmıştı. "Seni bir başkasıyla yan yana görmek ve ağzını açıp hiçbir şey söyleyememek, susmak zorunda kalıp ağrıyana kadar çeneni sıkmak..." O konuştukça benim adımlarımın rotası şaşıyordu. "Çok zormuş Açelya!"

Eve girmek yerine alıp başımı yürümüştüm veranda boyunca. Baran sustuğunda havuzun kenarında durdum ve omzumun üzerinden geriye dönüp ona baktım. "Senin canın sıkıldı galiba," dedim öfkeyle. "Ağzından çıkanı kulağın duymuyor yine."

"Canım sıkıldı evet." Baran karşımda durdu ve omuzlarını kaldıracak kadar sert bir nefes aldı. "Sen hangi ara böyle umursamaz birine dönüştün ben anlamıyorum Açelya."

"Ne söylüyorsun ya sen?" Elimi terslenir gibi ona kaldırdım, sesim de yükselmişti. "Bir açık konuşsan da anlasam derdini?"

"Diyorum ki..." Baran bana doğru bir adım daha attı. "Bana söylediğin onca laf boşmuş sanki ha? Seni geceleri uyutmayan o kalp ağrıları çoktan bitmiş, çok kolay teselli etmişsin kendini."

"Ne yapacaktım?" Tek kaşımı havaya kaldırırken bir adım da ben attım. "Senin yasını mı tutacaktım?"

"Hayır." Baran dudaklarını ıslattı ve kısa bir an, bakışlarım dudaklarına kaydı. "Ama kendini bir başkasının kollarına bu kadar çabuk atmanı da beklemiyordum ne yalan söyleyim..."

Sinirden titredim, avuçlarım öyle bir karıncalandı ki yumruklarımı sıktım suratına bir tokat patlatmamak için. Bunu o mu söylüyordu? Sahte sevgilisiyle sarmaş dolaş gezen, el ele tutuşan ve her an onunla dip dibe olan adam mı? Ben senin yolundan çekiliyorum diyen, evini terk edip giden ve beni küçük düşüren bir kızla eskisi gibi görüşmeye devam eden Baran mı?

"İğrençleşiyorsun Baran." Madem onun dilinin kemiği yoktu, öyleyse benim de olmayacaktı. "Bakıyorum da ne kadar zoruna gitmiş Yağız'la dans etmem..." İçimi yakan öfkeye rağmen gülümsedim. "Ama daha çok göreceksin sen bu manzaraları, alışsan iyi edersin."

Daha fazla burada kalmak ve bu saçma konuşmanın içinde bulunmak istemiyordum. Yürüdüğüm yönün aksine bir adım attım ama Baran gitmeme izin vermedi, kolumdan tutarak beni aynı noktaya getirdi ve yüzüme ters bir ifadeyle baktı.

"Anca saçma sapan bir inat uğruna yaparsın bunları," dedi kendinden emin bir şekilde. "Sonra da pişman olursun, hem kırdığınla hem de can yaktığınla kalırsın."

"İnat uğruna falan değil!" diye bağırdım. "Ben artık mutlu olmak istiyorum. Seni hayatımdan tamamen çıkarmak ve sadece yoluma bakmak istiyorum. Sen benim yolumdan çekileceğini söylemedin mi bana? Çektin gittin ayrı bir eve, ne halt yediğin belirsiz, hâlâ sürekli onunla berabersin... Karşıma geçip benden hesap mı soruyorsun bir de? Hangi hakla ya? Hangi hakla?"

Öfkeden kendimi kaybetmiştim. Ne söylediğimi hesap etmeden ayarsızca bağırıyordum.

"Senin yüzün gülsün diye gittim ben!" Baran bir anda bileklerimden tutup beni kendisine çektiğinde afalladım, küçük bir ah döküldü dudaklarımdan. "Sen mutlu ol diye gittim!" Ellerim göğsüne yaslandı ve aramızda yalnızca ateşten bir mesafe kaldı. "Görmezden geldiğin varlığım seni daha fazla rahatsız etmesin diye, istemeye istemeye gittim. Yüzüme bakmıyordun sen benim Açelya! Yüzüme! Bana başka çare bıraktın da ben mi kalmadım? Söyle?"

Her şeye bir açıklaması vardı, her şeye... Ama nedense, söz konusu Azra olunca sus pustu. Hiçbir inkarı yoktu ve beni delirten de buydu.

"Bırak beni!" Baran'ın sıkıca tuttuğu bileklerimi var gücümle çekmem, bana daha da fazla yaklaşmasına sebep oldu zira beni bırakmak gibi bir niyeti yoktu. İstemiyordum. Bana bu kadar yakın olmasını, gözlerimin içine ölüyormuş gibi bakmasını, sanki buna hakkı varmış gibi... İstemiyordum.

"Bırakabilsem keşke." Yavaşça eğildi Baran, şimdi sadece elleri değildi bileklerime dokunan. Alnı alnıma yaslanmıştı ve tuhaf bir his dolmuştu içime. "Keşke, keşke yapabilsem bunu."

"Yapacaksın," dedim hırçınca. Oysa kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Hem bedenimi hem de hislerimi ele geçiren iflah olmaz istekler bana ve yaşadıklarıma ihanetti.

Bir adım geriye gittiğimde Baran da benimle birlikte geriledi. Bırakmıyordu beni. "Baran!" diye bağırdım kendimi tutamayarak. "Senin benimle ne derdin var?"

"Senin benimle ne derdin var asıl?" diye sordu Baran. "Sürekli içimdesin, aklımdasın, beni delirteceksin!" Nefesi yüzüme, hatta dudaklarıma dokunduğunda ürperdim. Önce bir soğukluk kapladı tenimi, çok sürmeden alev almış gibi yanmaya başladım. Hayır. Yanlış bu. Kanma Açelya. Bir kez daha yenik düşme ona.

İnkarlar paralamak boştu, kabul etmek istemesem de aşk buydu; ufacık bir temastan rahatsız olmak değil, eli eline değse daha fazlası için yanıp tutuşmaktı.

"Açelya..." Baran ellerimi bıraktı ama ellerim aynı yerde, göğsünde kaldı. "Şimdi öpsem seni, tam şu anda..." Elleri belimi sardığında ve parmakları bedenime saplandığında içim titredi. "Öldürür müsün beni?"

"Hayır," dedim o an fakat sesim sayıklar gibi çıktı. Neye hayır demiştim ben? Beni öpecek olmasına mı? Onu öldürecek olmama mı?

"İzin ver..." İki ateş parçasından ibaret olan dudakları, dudaklarıma yaklaştı.

"Hayır," dedim bir kez daha ama nefesi nefesime karışınca aklım beni terk etti. Bütün bedenim, ellerim, dizlerim ve hatta parmak uçlarım, kalbimdeki çarpıntıyı hissetti. Ne tuhaf bir histi bu. Gözlerimi kapatsam ve bıraksam kendimi gökyüzünden aşağı düşecek gibiydim. Yere çakılmam uzun sürecekti. Sonra canım yanacaktı. Peki buna değecek miydi?

Baran gereken cevabı teslimiyetimden almış gibi dudaklarıma kapandığında gözlerim de kapandı. Önce bir ılıklık aktı içime, sonra karnımda bir şeyler uçtu ve bacaklarımın arası sızladı. Dudakları yumuşaktı ve dudaklarımda bıraktığı his, şimdiye kadar hayal ettiğimden çok daha farklıydı.

Daha tatlı, daha yakıcı ve daha kışkırtıcı.

Bir eliyle çenemi kavradı ve yüzümü yukarıya doğru kaldırdı Baran. O ana kadar hareketsiz duran dudakları, hoyrat bir istekle dudaklarımı kavradığında bacaklarımın arasındaki sızı daha da büyüdü. Düşecek gibi hissettiğimde kollarına asıldım. Bir yanda bedenimi yakıp kavuran istekler, diğer yanda hislerim tarafından bir kafese kapatılmış, özgür kalmak için çıldıran aklım...

Ne yapacaktım?

Kollarını sıkıca kavrayan ellerime rağmen dudaklarım hareketsizdi. İlk kez yaşadığım bu ana bir tepki veremeyecek kadar da şaşkındım fakat kalbimin ritmi, göğüs kafesimi zorlayacak kadar şiddetliydi.

Kendimden hiç beklemediğim bir anda geri çekildiğimde nefes almayı bile unutmuş gibiydim. Baran bakışlarını gözlerime çıkardı ve öylece bakakaldı, baş parmağını alt dudağına yasladı ve tabiri caizse, bir aptal gibi sırıttı.

Bense utançla bir adım geriledim, yanaklarımı ateş basmıştı. Sonra bir adım daha ve bir adım daha...

"Açelya dur," dedi Baran. "Düşeceksin..."

Havuzun kenarında olduğumuzu unutmuştum, ne akıl ne de düşünce bırakmıştı bende. Bir sonraki adımım suyun dibini boylamak olduğunda önce nefesimi, sonra iki parmağımla burnumu tuttum. İlk değildi, son da olmayacaktı. Havuza önce Açelya atlardı, hemen ardındansa Baran...

Baran saniyeler içinde güçlü ellerle kavradığı bedenimi suyun üzerine çıkardığında derin bir nefes aldım. Yüzümü kapatan saçlarımı telaşla geriye iterken diğer elimle de Baran'ın omzundan tuttum. Defalarca kez söylemişlerdi bana, hiçbir şey yapmasan da su seni üzerinde tutar diye ama bunu anlatamıyordum kendime. Suya düştüğüm an telaşa kapılıyor ve kendi kendimi boğuyordum.

"Düşeceksin dedim sana."

Saçlarımı yüzümden çektiğim an kızgın gözlerle Baran'a baktım ve elimi sertçe suya vurup yüzüne su sıçrattım. Baran hızla kafasını diğer tarafa çevirse de kurtulamamıştı.

"Hemen beni havuzdan çıkar," dedim tir tir titreyen bir sesle. Üşüyordum. Hava ılık olabilirdi ama su buz gibiydi. Kış geliyordu işte, babam neden kışın havuzu boşaltmıyordu ki?

"Açelya..." Baran yüzüme baktığında bakışlarımı kaçırdım. "Kızdın mı?"

"Sudan çıkmak istiyordum." Kıyıya yakın değildim, kendi kendime gidemezdim.

"Bir şey söyle." Baran isteğimi duymazdan geliyordu. Ne de olsa buradan, onun yardımı olmadan çıkamayacağımın farkındaydı.

"Hiçbir şey söylemek istemiyorum Baran." Titremekten konuşamıyordum bile. "Çıkar beni, lütfen..."

"Açelya..." Baran çenemden tutarak yüzümü kendisine çevirdi. Saçları alnına dökülmüş, kirpikleri ıslanmış, bembeyaz gömleği vücudunu ikinci bir ten gibi sarmıştı. Havuzdan yansıyan ışık, gözlerinin rengini tamamen ortaya çıkarmıştı ve kahretsin ki bu haldeyken bile çok iyi görünüyordu.

"Özür dilemeyeceğim," dedi bakışları kısa bir an, dudaklarıma dokunurken. "Yanlışsa yanlış... Hiç pişman değilim."

"Öyle mi? Ama ben seni affetmeyeceğim."

Baran başını iki yana salladı. "Bunu konuşmamız lazım."

"Burada mı Baran? Bu halde mi?" diye sordum sinirle. "Havuzdayız ve üşüyorum farkında mısın? Çıkar beni!"

"Tamam."

Bu haldeyken nasıl eve girecek üzerimden sular aka aka odama çıkacaktım hiçbir fikrim yoktu. Evde kimse yoktu, olmaması daha iyiydi ama birinin yardımına ihtiyacımız vardı.

Havuzun kenarına doğru ilerlediğimiz sırada bir ses duyduk ve bakışlarımız aynı anda avluya çevrildi. Biri gelmişti. Arabanın güçlü bir şekilde yanan farları, kimin geldiğini anlamama izin vermedi önce. Annemle babam olmasın, diye geçirdim içimden. Mehmet gelmiş olsun. Lütfen. Lütfen. Lütfen!

Bizi bu halde görürlerse, özellikle de babam, hiç iyi olmazdı çünkü hiçbir şey açıklayamazdık.

"Eyvah. Biri geldi, kim geldi?"

Baran benden daha iyi görüyor olmalıydı ki şahin gibi kıstığı gözleriyle avluya bakarken "Babam ve annem," dedi korkunç bir haber verir gibi. Ama suç bizdeydi, bir saat içinde geleceklerini biliyorduk ve buna rağmen aldığımız vaziyet buydu. Bilmesek ne olurdu?

"Bizi böyle görmesinler Baran," dedim telaşla. Dakikalar önce heyecandan çarpan kalbim, şimdi korkudan çatlıyordu. "Özellikle de babam... Utancımdan ölürüm, yüzüne bakamam..."

"İyi ya işte, evime giderken seni de alır götürürüm."

Baran bu halde bile işin dalgasındaydı.

"Sen babamdan korkmuyor olabilirsin ama ben korkuyorum," dedim, kısık bir sesle konuştuğum halde nasıl çemkirebiliyordum hiçbir fikrim yoktu. "İyi, görürlerse sen açıklarsın ne olduğunu. Bütün suçu sana yıkmazsam en adiyim!"

"Böyle konuşmaya devam edersen eğer, bizi görmemeleri için hiçbir sebep kalmayacak Açelya." Baran yüzüme yaklaştı ve fısıldayarak konuştu. Bilerek yapıyordu. Evet. Kesinlikle öyleydi. "Yakalanmak istemiyorsan eğer, o güzel ağzını kapa."

"Ne yapacağız peki?" Ben de onun gibi fısıldayarak konuştum. Baran'la işim elbette bitmemişti ama şimdi kavga etmenin sırası değildi.

"Ses çıkarmadan, köşede bekleyeceğiz. Hele bir eve girsinler, bakarız... Olmadı misafir evine kaçarız."

Bu nasıl mümkün olacaktı bilemedim ama daha fazla konuşmadım. Sesimizi duymamaları lazımdı. Baran haklıydı. Eve girmelerini beklemek ve sonra da kimseye görünmeden misafir evine kaçmak en mantıklısıydı.

İyi ama annem ve babam evde olduğumuzu biliyordu, bizi göremedikleri zaman etrafa bakmayacaklar mıydı? İkimizin de telefonları ulu orta duruyordu evde.

Susup avludan gelen seslere dikkat kesildik, önce farlar söndü, ardından kapılar açıldı. Bir süre annemden de babamdan da ses çıkmadı. Sessizce onların eve girmesini beklediğimiz sırada birinin sesini duyduk.

"Ben iki dakika verandada oturacağım Mahir. İki saattir arabada otur otur dizlerim uyuştu."

Firuze Babaanne'nin sesiydi bu. Demek annemle babam bu yüzden bu kadar geç dönmüşlerdi eve. Darıca'ya gitmişler ve Aslan Amca'nın evinden Firuze Babaanne'yi de almışlardı. Tabii ya... Annem yarın doktor randevusu olduğunu söylemişti bana ama benim tamamen aklımdan çıkmıştı.

"Şimdi yandık Baran," dedim sessizce. Firuze Babaanne'nin sesini duymak, Baran'ı bile korkutmuştu.

"Sessiz ol," dedi sırtını havuzun kenarına yaslarken. "Eve girerler şimdi."

"Ne eve girmesi ya? Duymadın mı? Verandada oturacağım diyor?"

"On saat oturacak hali yok ya, girer birazdan..."

"Dondum yemin ederim buz oldum, ya hasta olup okula gidemezsem?"

"Var mı bir önerin Açelya?"

"Selma!" diye seslendi Firuze Babaanne o sırada. "Burada bir telefon var? Kimin telefonu bu?"

Tekrar seslere dikkat kesildik ve bir süre sonra annemin sesi duyuldu. "Baran'ın ama Baran nerede?" Annem eve girdi ve "Mahir?" diye seslendi. "Sen konuşmadın mı Baran'la? Bizi beklemeyecek miydi? Acaba gitti de telefonunu mu unuttu ki evde? Allah Allah... Mahir?"

"Açelya nerede?" diye sordu Firuze Babaanne.

"Odasındadır, odasında," dedi annem. Eve gelirken anneme ben eve geçiyorum diye mesaj atmıştım. Keşke hiç eve gelmemiş olsaydım. "Uyumuştur hatta. Sabah erken kalkıyor ya." Firuze Babaanne'ye açıklama yaptıktan sonra tekrar "Mahir!" diye seslendi eve doğru. "Sen duymuyor musun beni?"

"Yahu ne var?"

O an hiç hesap etmediğimiz bir şey oldu ve babam yukarıdan, cama çıkarak anneme cevap verdi. "İki saattir Mahir de Mahir... Heh, ne oldu?"

"Baran nerede?" diye sordu annem.

"Ne bileyim ben nerede? Beklememiş gitmiş işte..."

İçimden dua ediyordum. Babam hemen eve girsin, havuza asla bakmasın ve bizi görmesin diye...

Ama şans benim yüzüme ne zaman gülmüştü ki?

"Ulan!" diye bağırdı babam elini bize doğru kaldırarak. "Siz!" Ne diyeceğini şaşırmıştı adam... "Ulan siz ikiniz ne yapıyorsunuz orada? Şimdi geliyorum, bekleyin!"

BÖLÜM SONU

İşte Emanet Aşk dedirten bir bölüm oldu bana göre. 🥺

Ben çok severek yazdım, siz de çok severek okumuşsunuzdur umarım.

En sevdiğiniz sahne hangisi oldu diye soracağım ama tahmin ediyorum sanki...

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere!

Continuer la Lecture

Vous Aimerez Aussi

215K 14.4K 21
17 Yıl sonra gerçekleri öğrenen Bade, yıllardır onu arayan abilerine giderse. Azıcık dram. Bolca eğlence. Bolca aksiyon. Bir tutam da kaos. Daha...
617K 27.6K 17
Son yirmi yedi saniye. Zaman gelmişti, kulaklıktaki ses son kez konuşacaktı. "Sonuna geldik, küçük hanım," Alacağı canları düşündükce duyduğu memnuni...
BUL BENİ Par Beyza Alkoc

Roman pour Adolescents

439K 33.4K 11
Boş kalan son sayfa dolmadan, kibritler yere saçılmadan, yanan son mum sönmeden, bu yabancı duman her yanımızı sarmadan ve onlar beni bulmadan bul be...
157K 14K 13
Dilhun kitabında geçen Karan ve Mavi'nin hikayesidir. Bu kitabı anlamak için diğerini okumanıza gerek yoktur. Kırdığın kalbin vebaliyle yaşar, Seni...