KANATLARIN RUHU

By aybukego

5.2K 1.1K 3.4K

Her hikaye bir intikam yolcuğuyla başlardı. Karakter zarar görürdü, gururu ezilirdi ve bazen de kaçardı. Düny... More

Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15
Bölüm 16
Bölüm 17
Bölüm 18
Bölüm 19
Bölüm 20
Bölüm 21
Bölüm 22
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bölüm 26
Bölüm 27
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39
Bölüm 40
Bölüm 41
Bölüm 42
Bölüm 43
Bölüm 44
Bölüm 45
Bölüm 46
Birinci Kitap Finali

Bölüm 7

145 29 9
By aybukego

Şarkı=>  Something in the way (yolda engel var) Bölümle uyuyor gibi gibi...

✨✨✨

Ben kılıcı karnına saplayıp çıkardığımda akan kanın kırmızı olduğuna emindim yoksa gözüme çarpardı değil mi? Ki o zaman, daha yağ lambası kırılmamıştı yani şu andan daha aydınlık bir ortam vardı.

Havayı muhtemelen mide kaldıracak bir kokuyla karşılaşmayı bekleyerek içime çektim ama hiç garip bir şey ile karşılaşmadım. Kabul etmek istemesem de sarsılmış bir durumdaydım. Böyle bir şeyi planlamadığımdan ve cevapsız kalan sorulardan dolayı elim ayağıma dolaşmıştı.

Bir süredir sesi çıkmayan Ares'e baktım. Hırıltı bir nefesle gölgeler ile loşluğun arasında duruyordu. Elimi hafifçe tahta döşemelere vurarak onu yanıma çağırdım. Yanıma gelirken ön bacağının birisinin üstüne basamadığını fark ettim. Nefesi normalden hırıltılı ve hatta daha derindi. Yanıma ulaştığında kaşlarım çatık halde ona baktım. Çok derin olduğunu düşündüğüm yarasına rağmen -buraya gelirken arkasında birkaç damla kan bırakmıştı- loş ışıkta parlayan siyah tüyleri ve ince tüy tabakasının altından belli olan kasları ile hala asil bir askeri oynuyordu.

Oturmasını emrettim. Emir sözcükleri ile arası hiçbir zaman iyi olmamıştı ama bu sefer sanki bunu bekliyormuş gibi -nadiren yaptığı gibi- öldürdüğüm cesedin yanına çökmüş olan bana doğru yaslanırcasına oturdu. Elimi uzattığımda yaralı ön ayağını elime bıraktı ve sanki o yaraya yaptığı bir yaramazlık sonucu sahip olmuş gibi başını çevirdi. İncelediğim kadarıyla bir bıçakla açılmış gibi keskindi. Bu yarayı önümde yatan adamın neresine sakladığını bilmediğim bıçağı ile yaptığına emindim ve sonra Ares'in köşeye sinmesine sebep olmuştu. Belki de ona kanatlarını göstermişti ya da Ares hayvan içgüdüleri ile ondan uzaklaşmıştı. Ne olursa olsun bu yarayı onun yüzünden almıştı. Bu yüzden bir kez daha önümde yatan cesetten dolayı suçluluk hissetmiyor oluşuma sevindim.

Ares hâlâ bakışlarını uzağa doğru çeviriyordu.

"Bu senin sorunun değil," derken ayağını bırakmıştım ve hafifçe başını okşuyordum. "Aferin, oğluma!" diye de ekledim.

Yerdeki cesetten kurtulmalıydım. Bayan Mei'nin evde olması elimi kolumu bağlasa da o olmasa ne yapabilecektim ki? Trumanler güçlüydü, nüfuzları vardı ve istesem de kimse bu suça ortak olmazdı. Başım belaya girerdi. Evden bir cesedi çıkarıp da gömmek için şehir dışındaki mezarlığa kadar dikkat çekmeden taşıyamazdım. Olmazdı.

Çöktüğüm yerden sanki zorla yataktan soğuk havaya çıkarılıyormuşçasına bir isteksizlikle kalktım.

Masadaki şamdanlardan üç tane küçük muma sahip olanı kavradım. Kapıya doğru gittim hızlı ve emin adımlarla. Derin bir nefes alarak açtım buradan sadece dış kapının koridoru, dış kapı ve ilk kapılar görünüyordu. Bayan Mei'nin yukarıdan gelen seslere karşılık aklında oluşabilecek şüpheleri götürmeliydim ve ona gerçekten ihtiyacım vardı.

Aynı hızla ve adımlarla karşı odaya girdim. Askılığın arkasında duran genelde kullanmadığım boy aynasına ulaşmak için askılığı kenara itekledim. Yırtık tül perdenin gizlediği pencerenin arka tarafı ne kadar bir soylunun büyük ve uçsuz gibi görünen bahçesine açılıyor da olsa tül perdenin arkasındaki kalın perdeyi çekiştirerek ay ışığını ve herhangi birinin görmesini de engelledim ve kendime daha mahrem bir alan yarattım.

Şamdanları pantolonumun dizlerine yakın yerlerde ve el bileklerimin yakın yerlerinin görüneceği şekilde tutarak gezdirdim. Elimdeki şamdanı gezdirerek çabuklukla tüm vücudumdaki kıyafeti taradım. Kıyafetleri değiştirmek ve düzgün görünmelerini sağlamak için bile zamanım yoktu. Herhangi bir göze batan leke olmadığına kanaat getirince kapıda beni bekleyen Ares'i yanına doğru giderek gözlerinin rengindeki -buz mavisi- tasmayı merdivenlere doğru çekiştirdim. Aşağı inerken söyleyeceğim şeyleri az çok kafamda tasarlamıştım.

Merdivenlerden Ares ile pek sessiz denilemeyecek şekilde indik. Gıcırdayan basamaklar bu kez bizi bekliyordu. Ortadaki odaya doğru ilerledim. Derin bir nefes alarak düzensizleşen nefesimi sıraya koydum.

Kapısı habersiz kimseyi içeri davet etmeyen bir tavırla çok az aralık olacak şekilde kapalıydı. Kapıyı istediğimden daha sert bir şekilde tıklattım. Bu tıklatma derin bir uykuda olmayan herkesi ayağa kaldıracak kadar güçlü olmuştu. Çarşaf kumaşlarının birbirine sürtündüğünü duydum. Sonra ise bu kör karanlık ve sessizlikte bile çok hafifçe duyulan adımları. Kapıyı aralayarak bana meraklı bir bakış atan Bayan Mei'ye doğru bir adım attım. O ise birkaç adım gerileyerek odasına girmem için bana yer açtı.

Ares'i fark edince korkudan sıçradığını görmezden geldim ve birkaç adım daha uzaklaştığını. Ona kullanabileceği söylediğim odada sadece bir yatak ve kolları yıpranmış koltuk vardı. Yatağın üzeri kalın bir yorganın üzerine örttüğü birkaç çarşafla kaplıydı.

"Bayan Mei az çok yaraya pansuman yapmayı, yarayı sarmayı bilir misiniz?" Başını belirsizce ancak evet anlamına gelecek şekilde salladı. Devam ettim.

"İyi, sevindim. Ares benim takılıp kırdığım yağ lambasının kırık camları yüzünden yaralandı. Ön sol bacağı." Elimle neresi olduğunu işaret ettim. Ares lafından sonra gözleri büyüse de itiraz da bulunmayınca tuttuğum tasmayı bıraktım.

"Ben yukarıyı toplarken ona göz kulak olup yarasıyla ilgilenebilir misiniz?" Cevabını beklemeden ekledim, "Malzemeleri getiriyorum." Onları karanlık odada bırakmadan önce yatağın yanındaki yere konmuş yağ lambasını tekrar yaktım.

Mutfağa gidip üst dolaplardan birkaçını araştırmaya başladım. İçlerinde zaten boş sayılacak kadar az bir eşya olduğu için sondaki dolapta ne olur ne olmaz diye hazırladığım büyük ilk yardım çantasına ulaştım. Masaya kirli çorba kâsesinin yanına bıraktığım çantadan sargı bezini, bantları, pamuğu ve tentürdiyodu kenara aldım. Çantayı tekrar yerine koydum.

Geri döndüğümde Bayan Mei olduğu yere çökmüştü ve Ares'in bacağını inceliyordu. Ne kadar en başta Ares'i ona karşı hırçın bir tavır sergilemeye yönlendirsem de ve az kalsın ona saldıracak olsa da onunla ilgilenebiliyor oluşu beni rahatlatmıştı.

Kucağımda kollarımı birleştirerek topladığım eşyaları yanına yığdığımda başını kaldırmadan "Efendim, çok fazla kan kaybetmiş ama şimdi sarar ve üzerine basmasının önüne geçersek gayet iyi olacaktır," dedi. Sözlerinin ihtimal veya tahminle bitmiyor oluşu Ares hakkındaki birçok endişemi süpürse de Bayan Mei'nin bu hale düşmeden önce hangi işe uğraştığını sorgulamama neden oldu.

"Ben onunla ilgilenirim, efendim hatta isterseniz kırıklara siz dokunmayın. Onları da temizleyebilirim." Kapının yanındaki küçük kızdan eser yoktu. Bu iyiydi ve yüzünde solgunluk olmaması da iyi bir şeydi.

"O odaya girilmesini istemiyorum, kendim halledebilirim," derken kapıya yaklaşmıştım.

"Eğer yaranız varsa malzemeleri kullanmaktan çekinmeyin," diye ekledim. Başını kaldırıp bana baktı. Bakışları hangi yaradan bahsettiği anlamamışa benziyordu.

"Kaçtığınız zaman düştünüz ve Ares az kalsın size saldırıyordu. Düştüğünüzde incindiyseniz diye dedim." Ortamdaki garip havayı dağıtmak yerine onun tepkisini göremeden kapıyı çektim. Arkamdan şaşkınlıkla baktığına emindim.

Ares'in yarasıyla ilgilenmesi için buraya getirmemin ilk sebebi Bayan Mei onunla ilgilenirken dikkatinin olabildiğince dağılmasını sağlamaktı. İkinci sebebi ise ona hiç yaralanıp yaralanmadığını sormamamdı. Kadın bir süre daha buradaydı ve onu o yerden alıp buraya getirdiğimde daha da kötü bir durumda olmasını isteyerek yapmamıştım. Bir kahraman değildim ama onun hikâyesindeki kötü karakter de olmak istemiyordum.

Yukarı kata merdivenleri ikişer ikişer çıkarak vardım. Çalışma odasına geri dönünce cesedin yanına uğramadan masanın arkasına geçtim. Burada aşağı kadar uzanan beş tane çekmece vardı. Alttaki iki tanesinde daha çok eski evrak ve kâğıt işleri olsa da üsttekiler ilginç ve nadide diyebileceğiniz eşyalar ile doluydu. En üstteki çekmeceden gümüş hançerimi çıkardım. Bunu neden çıkarmıştım? Neden cesedi ortadan kaldıracağımı düşünürken... Cesedi ortadan kaldırmak... Kelimenin tam anlamıyla yapacağım şey buydu. Açık grisi üzerinde sarmaşık işlemelerin ucuna doğru inceldiği hançerle ona doğru yaklaştım. Yanında yere oturdum.

"İlk olarak kanatlar," diye mırıldandım kendi kendime.

Kanatlarına doğru yöneldim. Hançeri sırtının ne kadar derinine saplamam gerekiyordu, bilmiyordum. "Ya da tümüne ihtiyacım yoktur," diye düşünerek. Sırtından çıkmış küçük çıkıntılara yöneldim. Kanatlar tüylenip iki yana dökülmeden önce sırtından iki ufak çıkıntı yapıyordu. Sağdaki çıkıntıyı kavradığımda dokusunun aynı boynuzunki gibi pullu olduğunu fark ettim. Muhtemelen bu dediğim pullu doku kanatlarının iskelet sistemini oluşturuyordu. Hançerin kesemeyeceği kadar sert görünüyordu ancak denemekten zarar gelmezdi. Hançeri çıkıntının ortasına sapladım ve yanlara doğru hareket ettirdim. Bu sırada siyah bir kan akmaya başladı. Elime bulaşınca kanın soğukluğu beni ürpertti. Hava o kadar soğuk değildi ve insan kanı bu kadar çabuk buz gibi bir soğukluğa ulaşmazdı. Ne yazık ki şu an önümde yatan şeyi bir insanla kıyaslayacak kadar çok incelemek için zamanım yoktu.

Sağ kanadını iki elimin eklemleri de beyaza dönene kadar hançeri sıkarak kesmeyi başardım. Ellerim bu işlem sonunda simsiyah, yapış yapış, yoğun sıvıyla kaplıydı. Bu pullu yapı ne kadar koruyucu biz zırha benzese de pek bir işlevi yoktu. Ellerimi kendime doğru bir doktor edasıyla çekip, bir yere değdirmeden havada tutarak ayağa kalktım.

Bu sırada koyu gri pantolonuma, üzeri hâlâ ilikli duran yeleğime ve döşemelere damlayan siyah damlaları görmezden gelmeye çalıştım. Cesedin sırtı da siyah kana bulanmıştı. Ellerim havada olduğu için kan bileklerime doğru inerken karşı tarafa çöktüm.

Derin bir nefes alarak göğsümdeki sıkışmayı geçirmeye için çabaladım. Bu kaçıncı göğsüme binen ağrıydı? Bu kaçıncı kez ellerimi kana bulamamdı? Kendimi çok iyi tanıyordum. Canımı sıkan şeyin önümdekinin canını almış olmamın olmadığını biliyordum. Canımı sıkan asıl şey vicdanımın bu konulara karşı sessizlik yemini etmiş olmasıydı. Belki de bu yüzden bu kadar öldürdüğüm bir cesedin yanında utanmadan, rahatça kanatlarını kesebiliyordum.

Ve en çok da vicdanımın uyanacağı günden korkuyordum. Sessizlik yemininden uyanacağı ve sanki bundan önce nerede olduğunun hesabını benim vermem gerekiyormuşçasına üzerime salacağı karanlıktan korkuyordum. Evet, en çok da eninde sonunda erteleyemeyeceğim karanlığın beni kendine hapsetmesinden korkuyordum.

Başımı iki yana sallayarak kendime gelmeye çalıştım ve aynı işlemi buraya da uyguladım. Dalı kırılan siyah gül gibi yanında düşen son kanatla ayağa kalktım. Odanın loşluğu, harcadığım güçten dolayı alnımdan süzülen ve aynı zamanda terden dolayı üzerime yapışmış beni hareketlerimi kısıtlayarak beni boğan gömlek... Hançeri masanın üzerin bırakarak kanatların bir tanesini üst kısmındaki pulu dokusundan kavrayarak kaldırdım. Karşı duvara dayayınca dönerek diğerine de aynı şeyi yaptım. Her yere saçılan ve asla durmayan kan hakkında yapabileceğim hiçbir şey yoktu.

Alnıma yapışan kısa saçları ittirmek için elimi kaldırdım ancak yoğun kandan bir damla daha yere damlayınca istemsizce kaldırdığım eli geri indirdim.

Geri dönerek yere çömeldim. Bu sefer bir öncekine oranla çok daha kolay bir biçimde omuzlarından kavrayarak adamı arkaya iteklemeyi başardım. Geriye doğru düşerken ayağa kalkarak masadan hançeri tekrar aldım. Elime bir de üçlü şamdanı alarak başının düştüğü arkaya tarafa gittim. Derin bir nefes alarak yere tekrar oturdum. Şamdanı hemen yanıma bıraktım.

Elimi boynuzun soğuk dokusunda uzun uzun gezdirme isteğini baskılayarak hançeri boynuzun ilk çıkış yaptığı yere dayadım. Hızlı hareketlerle öne arkaya yapmaya başladım. Gözlerim hançerin hareketinden başka bir yere kaymıyordu. Boynuzu da bileğimden dirseğime süzülen kanlarla bir şekilde çıkarmayı başardım. Diğer boynuzu da çıkararak ikisini de elime alarak ayağa kalktım. Kanatlardan sonra boynuzlar elime çok hafif geliyordu. Boynuzları, kanatların yanına yere bıraktım. Bu ikisini para elde etmek için kullanabileceğimi tahmin ediyordum.

Elimdeki hançeri temizleyemeden çekmeceye koydum. Bu sefer masaya dayadığım kılıcı elime aldım. Derin nefesler eşliğinde cesede yaklaşmadan önce aklıma gelen şeyle kılıcı geri bıraktım.

Eylemlerim fazla düşünmeden sanki bir makineymişçesine yapılıyordu. Sorgulamak için kendime zaman tanımıyordum çünkü aklıma gelen ilk yolun en hızlı çıkış olduğuna daha öncesinde şahit olmuştum. Fakat şimdiden yarım saat geçmişti ve Bayan Mei işini bitirmiş olmalıydı. Onu daha da bekletmeden aşağı inmeliydim.

Elime yerden şamdanı aldığım gibi odadan etrafı kolaçan etmeden çıktım. Bu odanın hemen yanındaki odaya girdim. Burası benim özel banyomdu. Aşağıdakine kıyasla çok daha küçüktü ama üşenmeyip su bağlantısını düzenlettiğim tek odaydı. Ellerimi beyaz mermer lavaboda hızlı hareketlerle birbirine sürterek yıkadım. Bronz musluktan su dur durak bilemeden akarken birkaç saniyeliğine elimdeki yapış yapış şeyin geçmiyor hissine kapılsam da sonunda ellerim siyah renkten arınmışlardı.

Üzerimdeki ufak damlalar halindeki siyah noktalardan ve gömleğin bileğini kaplayan iyice siyah görünmesini sağlayan kurumamış kan artıklarından kurtulmak için elimi ıslatıp kıyafetlerimi çitilemeye başladım. Elimi hızla sürtmem yeterli gelmeyince ve üstüm artık daha da göze batacak şekilde ıslanınca kıyafetleri yırtarcasına üzerimden attım. Kapının arkasındaki çengellere önceden asmış olduğum gömleği ve pantolonu aldım. Yine koyu renklerde bir takımdı. Kirli olmalarını umursamadan hızlıca giyindim.

Bayan Mei'yi işim bitene kadar oyalamak, dikkatini yukarıya vermesini engellemek planı yatmıştı. İşimin bu kadar uzun süreceğinin hesaba katmamıştım. Birkaç saniye kendime zaman tanıyıp düşününce birçok şeyi hesaba katmamıştım. Sadece beynimin beni yönetmesine izin vermiştim. Belli bir planımda -şu an için- yoktu ama bu geceyi başımı belaya sokmadan atlatabilirsem -haddime olmayan- huzurla uyuyacaktım.

Merdivenleri inmeden önce odaya giderek kırılan yağ lambasının büyük camlarını bir elime aldım. Odanın köşesinde duran faraş ve süpürgeyi alarak elimdeki camları faraşın içine attım. Yerde daha küçük kalanları ise süpürge ile içine doğru süpürdüm. Samandan saçakları olan süpürgeyi eski yerine koyarken bir yandan da faraşın içindekilerin dökülmesini önlemeye çalışıyordum.

Odanın kapısını kendi menteşelerinden yükselen gıcırtıya rağmen olabildiğince sessiz kapattım. Bütün bu zaman boyunca hızlı hareketlerime karşın bir sonraki adımımı dikkatlice ve sessizce atmaya gayret etmiştim.

Merdivenleri inerken elimdeki şamdanı bazı yerleri orantısız olan merdivene yakın tutuyordum. Aşağı iner inmez kendimi acelem olmadığına inandırmaya çalıştım. Acelem yoktu, hareketlerimde hızlılık olmasına gerek yoktu. Dışarıdan normal göründüğünü düşündüğüm adımlarla mutfağa yöneldim. Bir yandan da Bayan Mei'nin odasından gelen sesleri dinliyordum.

"Hayır, hayır ve hayır! Şu sargıları çekiştirmeyi bırak," diye söylenen Bayan Mei'nin sesine Ares'in bir şeyi kemirirken çıkardığı hırıltılar karışıyordu. Muhtemelen Bayan Mei, Ares'i engellemeye çalışıyordu çünkü Ares'in hırıltıları daha sesli ve siniri bir hale gelmişti.

"Ah, hadi ama... Bu kaçıncı onu sarışım biliyor musun? Peki ya geri kalan sargı bezlerini parçalamana ne demeli?" Yüksek sesli, sinirli bir hırıltı daha yükseldi. Bu sefer Bayan Mei'nin ağzından hızla karmaşık kelimeler döküldü. Ne olduğunu anlayamadan bıkkınlığı belli olan bir solumayla sessizleşti ancak Ares hâlâ hırlıyordu.

Masanın ilerisinde duran çöp tenekesine camları döktüm. Gürültülü bir şekilde düşen camlar ile Ares'in hırıltısı da kesilmiş oldu. Şamdanı diğer elime alıp karşı odaya geçerken bir önceki gergin halimden eser yoktu. Daha sakindim ve kapıyı itip içeri girdiğimde konuşmaya başlarken daha temkinliydim. Gerçi sürekli sargılarını çekiştiren ve daha öncesinde bir top halinde duran sargıları da kemirip parçalayan büyük afacan bir köpek görünce sinirlenmedim diyemem. Benim geldiğimi görünce çekiştirdiği sargıyı suçlulukla bırakan Ares ayağa kalkıp yanıma doğru geldi. Onun yanında yere çökmüş olan Bayan Mei ise biraz yorulmuş görünüyordu. O da beni görünce ayağa kalktı ve mahcupça başını eğdi.

"Efendim, ben onu durdurmaya çalıştım. Hatta-" Sözünü keserek araya girdim.

"Önemli değil, Bayan Mei. Kıyafetlerimi de değiştirmeye kalkınca işim uzadı. Umarım size fazla sorun yaratmamıştır," derken sinirli bakışlarımı Ares'e doğru çevirdim. Beklentiyle bana doğru kaldırmış olduğu başı anında başka yerlere dönerken bana bakmayı reddediyordu.

"Hayır, sadece sargılarını başta üç kez sarmama rağmen her defasında sökmeyi başardı," Başını odanın neredeyse her yerine dağılmış olan sargı topuna çevirdi. "Bir de ortalığı biraz dağıttı," diye mırıldanarak ekledi.

"Ben ortalığı daha fazla dağıtmadan onu yukarı kata götüreyim." Ares'in tasmasını kavradım. "Siz de burayı toparlarsanız sevinirim. Ona sargılarını daha fazla kemirmemesi için göz kulak olmam gerekiyor," dememle başıyla onayladı. Ares'i yere basmaması için kucağıma almak isterdim ama bu ikimizin de merdivenden yuvarlanmasıyla sonuçlanırdı.

Odaya geldiğimizde Ares'in üzerindeki huzursuzluğu sezebiliyordum. Sesi çıkmıyordu. Tasmasını bırakmamla köşedeki yastığına doğru ilerledi ve ben zorluk çıkarıp sargıyı çekiştirmesini beklerken o kendini yastığı doğru bırakarak başını ön ayaklarına yasladı. Onun bu sessiz halinden faydalanarak kitaplığa yaklaştım.

Kitaplığın içerisine gömülmüş şöminenin boyutuna bakmak için kapaklarını açtım. İçerisi oldukça kısaydı ve girişi tahmin ettiğimden de dardı. Aklıma gelen çözüm biraz daha ses ve zaman demekti ama tek çözüm yolumdu. Sonra şamdanı masaya bırakarak kılıcı elime aldım. Ufak kan gölünün kenarına gelerek derin bir nefes aldım.

İçimden yükselen tereddütlü sesin ne demek istediğini çözemeden ellerimle kılıcın kabzasını sımsıkı sardım. Havaya kaldırdım ve boynuna doğru büyük bir hızla indirdim. İyi kesmesi için eğildiğimde kılıç boynuna girdi ve mide bulandırıcı bir çatırtıdan sonra kılıcın sivri ucu döşemelere saplandı. Bunun aşağıya çok ses göndermemesini umdum.

Kafası boynundan ayrılmıştı ve artık siyah odada tek görebildiğim renk halini alıyordu. Görüntüye daha fazla bakmayarak başımı vücudunun aşağısında çevirdim. Omuzuyla kolunu birleştiren eklemi hedef alarak bir darbe de buraya indirdim. Kolunda sert bir kemiğe çarpınca kesme işlemim yarıda kalsa da tekrar denediğimden kolu da gövdesinden ayrılmıştı. Bunu kalan kolunu ve iki bacağını da kalça ekleminden gövdesinden ayrına dek devam ettirdim.

Ortalık kan ve kemik parçalarıyla doluydu. Elimi hızlı tutmam gerekiyordu. Birçok sefer parçalanmış kafatası, kol ve bacak görmüştüm. Parçalanmış ve dışarıya çıkmış organlar, zedelenmiş kaslar... Bakakalacağım bir görüntü olmadığından elimden geldiğince hızlı hareket ediyordum.

Kendime derin bir nefes al ve rahatla, demeyi çok isterdim. Bu yaptığımdan rahatsız olmayı ama bu yaptığımın gerekli olduğunu kendime telkin etmeyi de çok isterdim. Ama bunlara ihtiyacım yoktu. Ne fazladan derin bir nefese ihtiyacım vardı, ne de düşünüp kendimi rahatlatacak bir yol bulmaya. Bu gerekliydi, başka bir çözüm yolu için düşünmeye vakit yoktu. Kolları ve ellerindeki yaralar ilgimi çekti. İyi darbe aldığı belli olduğu birkaç morluk vardı. Kendi kendime yaptığım gözlemlere ara vererek ayağa kalktım.

Bu sefer simsiyah kana bulanmış olan ellerimi terlediğim için ıslanarak önüme düşmüş saçımı geriye yatırmak için kullandım. Kılıcı tekrar masaya dayayarak masanın arkasına geçtim. Masanın tam arkasında bir sürü kitap rafının ve kitabın arasına gömülmüş şöminenin önünde durdum. El çabukluğuyla iki düz metal kapağını açtım ve içerisini tekrar ve daha detaylıca kontrol ettim. Başınızı yana eğerek baktığınızda çatıya doğru uzanan bacadan geceyi görebiliyordunuz.

Uzuvları tek tek şömineye taşırken bile nefes nefese kalışıma ve zar zor kısa, dar bölmeye tıkıştırırcasına sokmama bakacak olursak bu bulabileceğim en mantıklı yoldu. Bir insan cesedi yakmak çok koku yapar mıydı ya da insanların dikkatini buraya çeker miydi bilmiyordum. Ama içeriye koku dolmaması için alt raflarda depoladığım odunları şömineye attıktan sonra kapaklar arasına hem içten hem de dıştan kumaş yerleştirmiştim.

Zihnimin ters gidebilecek ihtimaller ve olasılıklar üzerinde durmasını engellemek için bütün bunları düşünmeden yapmıştım ve bu yüzden yeri temizlemeye geçmeden önce olanlar aklımda hayal meyal kalmıştı.

Elimde bezi o kadar sert bastırarak kanı temizlemeye çalışıyordum ki ellerimin bu sürtme hareketinden dolayı tahriş olmuştu. Siyah sıvıyı yeterince çıkardığımdan emin olduğumda ayağa kalktım. Odaya bir göz gezdirdim ve yanarak daha çok terlememi sağlayan şömineyi görmezden geldim. Kılıcı kınına sokarak aldığı yere koydum. Kanatlara ve boynuzlara hayal ürünülermiş de her an kaybolabilirlermiş gibi dokunmadım bile.

Odayı, yanan cesedi, Ares'i ve belki de sabah tekrar karşılaşmak zorunda olduğum geceyi bırakarak odadan ayrıldım. Kendimi tazelemek için derin bir nefes alarak elimi kapı kulpundan çektim ve banyoya doğru yöneldim. Kıyafetlerimi değiştirdiğim banyoya şimdi daha berbat ve siyah haldeki kıyafetlerle gidiyordum.

Kenardaki küçük küvetin musluğunu açtım ve sıcak suyun havaya saldığı buharla küvete dolmasını izlerken kıyafetlerimi çıkararak kenara koydum. Sıcak suyun içine biraz sabun katarak köpürmesini sağladım.

Burada bıraktığım kıyafetlerin ceplerini talan etmeye başladım. Ellerim birbirine dolanırken bundan sonra olabilecek şeylerin senaryoları üstüme geliyordu. Bir önce çıkardığım pantolonun cebinde aradığım puroyu buldum. Parmaklarımın arasında alıp hemen şamdanda yanan mumun ateşine uzattım. Ucu tutuşup hafif bir tütün kokusu odayı sararken puroyu dudaklarımın arasına yerleştirdim. Küvetin içine girerek gözlerimi kapattım. Odanın karanlığı ve bedenimi saran su yarını düşünmeden uyumam için mükemmel bir birleşimdi.

***

Okurken keyif alıyor musunuz?

Peki -bölümler iyice ilerlediğinden artık sorabilirim- karakterimiz hakkında ne düşünüyorsunuz?

Instagram => g.aybuke.o ve benvekitapaskim

Continue Reading

You'll Also Like

Mantık Cinayeti By Ege Ateş

Mystery / Thriller

8.2K 339 16
Mantık ne kadar önemlidir insan hayatında.İnsanoğlu her seçiminde mantığını kullanır, yada kullanmaya çalışır.Hayatım boyunca her seçimimi mantıklı b...
3.1K 245 24
Bu ne tür bir saplantı? Nasıl bir aşk? Bazen aşk yetmeyebilir ama. Sadakat bir çok insan için bir numaradır. Fakat ben ona her zaman sadıktım o bunu...
3.8M 309K 85
Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediği bacaklarım hiç durmadan hareket ediyor...
1M 68.6K 84
Hiç bilmediğiniz bir yerde, tanımadığınız varlıkların arasında bir şeytana bağlı olduğunuzu öğrenseniz, ne yapardınız? Üstelik tüm varlıkların soyu s...