CEHENNEM EKSPRES - SİRK

By ezgi_caglar

5.8K 544 220

Artemis Yayınları'ndan çıkan Cehennem Ekspres serisinin son kitabına hoş geldiniz :) Hikaye burada sona eriy... More

Giriş
0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
33
34
35
36
37
38
39

32

26 5 0
By ezgi_caglar

Melissa kasırgalar yaratmıştı gücüyle. Ağaçları devirmiş, binaları yıkmış, depremlerle sarsmıştı yerküreyi. Öyle sınırsızdı kalbindeki karanlık. Öyle yenilmez, öyle durdurulamazdı. Ona bakanları dehşetten kör edecek bir ateşle yakabilirdi karşısına ne çıkarsa. Ve tüm bunlara rağmen, ruhunu lime lime eden acıdan güçlü değildi. Sevmek kadar insani bir duygunun altında yok oluyordu o an. Bu kez etrafındaki dünya değil, kendi iskeleti yıkılıyordu öfkesinden. Parçalarına bölünürken onunla eriyip gitsin istiyordu ellerinin altındaki beden. Aslan... tutunduğu iradesi, dayandığı ağacı, kaybettiği kalbi, yok olan aşkı, her şeyi...

"Nerede?" diye haykırdı Melissa bir kez daha. "Ailem nerede?"

Göz yaşları siyah bir perde gibi inmişti önüne, görmese de saldırmaya devam ediyordu. Aslan ona karşılık verse, mücadele etse, başladığı işi bitirmeye kalksa Melissa bir nebze olsun huzura ererdi belki. Ama sadece susuyordu Aslan. Sonunu kabullenmiş bir cesetti Melissa'nın ellerinde. Muhtemelen nefes almıyordu artık. Derisi yanmış, boğazından yayılan kızarıklık yanağına ulaşmış, gözleri neredeyse kapanmıştı. Bile isteye, tek başına onu öldürüyordu Melissa. Bir zamanlar bakmaya doyamadığı o güzel surat küle dönecekti az sonra.

Dönsün! diye düşündü nefretle. Nasıl kaybettiği ailesinin her bir üyesi için onun canından can kopuyordu, sevdiklerini ondan almaya cüret edenlerin de canı çıkmalıydı. Cevap alamayacağını bildiği halde "Nerede?" diye bağırdı tekrar tekrar. "Neredeler lanet olası? Onlara ne yaptınız? Söyle! Konuş!"

Melissa kendisininkinden bile güçlü iki elin koluna yapıştığını ve onu geri çektiğini hissetti. Dirense de parmakları Aslan'ın boğazından ayrılmıştı az sonra. "Hayır!" diye inledi delice tepinirken. Gücüyle sarsılıyordu yer gök. Apartmanların camları patlıyor, direkler devriliyor, asfalt çatırdıyordu. Aslan'ın bir çuval gibi yığıldığı yerde öksürdüğünü fark ettiğinde daha da şiddetlendi deliliği. Onun nefes almasına izin veremezdi. Melissa'nın sahip olduğu son hazinesini ondan çalmışken yaşamaya devam edemezdi oğlan. Ama kötü bir şaka gibi hızla iyileşiyordu yaraları. Melissa'nın kanının ona bahşettiği güç vahşetin tüm izlerini siliyordu teker teker. Peki Melissa'nın yaralarını hangi güç kapatacaktı? Var mıydı ondan alınanları geri getirmenin yolu? Kaybettiklerinin telafisi var mıydı?

Öne atıldı Melissa başladığı işi bitirmek için. Kıskaçtan kurtulamadığını fark ettiğinde tekmeler savurdu, tükürükler saçarak küfretti, lanet okudu. Ama Şeytan sıkıca sarmalamıştı onu arkasından. Dudakları Melissa'nın kulağına dokunuyordu. "Hiş..." dedi tüm gürültüyü örten bir sükunetle. "Sakin ol Melissa. Sakin ol!" Ağzından çıkan bir duaydı sanki. Ya da hipnoz edici bir mantra... Melissa'nın tüm yarıklarını dolduran bir merhem etkisindeydi sözleri. Birkaç notayla bir kozanın içine hapsetmişti Melissa'yı. Şimdi daha da çok ağlamak istiyordu Melissa. Şefkate değil, kırbaçlanmaya ihtiyacı vardı ayakta durabilmek için. Oysa kaybını onunla paylaşmaya zorluyordu Şeytan onu. "Aileni bulacağız," dedi biraz daha sıkı sarılıp. "Onları bulacağız Melissa. Ve sonra bunu yapan herkesten tek tek intikam alacağız. Sana söz veriyorum. Ama bunun için o meleze ihtiyacım var. Bizi düşmanlarımıza o götürecek."

Dünyanın en yalancı varlığının kulağına fısıldadıklarına inanacak kadar düştüyse baya mahvolmuş olmalıydı Melissa. Gariptir ki buna rağmen etrafında Şeytan'dan başka güvenebilecek kimseyi göremiyordu artık. Ve bu yalnızlıkla kendini tamamen onun kollarına bıraktı. Ağlamak denemezdi ciğerinden kopan hıçkırıklara. O ana kadar biriktirdiği tüm yükler şelale olmuş akıyordu gözlerinden. "Hiş..." diye mırıldandı Şeytan saçlarının arasına. En son ne zaman, kim onu böyle göğsüne bastırıp başını okşamıştı hatırlamıyordu Melissa. Kim her şeyin düzeleceğini vadetmişti ona? Kim sözler vermişti yanında olmak, onunla birlikte savaşmak için? Kanatlarının altına saklandığı varlığın Şeytan olduğunu biliyordu elbette. Umursamadı. Onu bu dünyadan silmeye çalışan kadere inat, sıkıca tutundu onun kaftanına.

Bu şekilde ne kadar geçtiğini bilmiyordu. Bir süre sonra Şeytan'ın sıcaklığı bedenindeki şiddetli sarsıntıları yutmuş, kontrolsüz gücü yeniden kafesine dönmüştü. Titremiyordu artık. Bağırmıyor, hıçkırmıyor, kendini parçalamıyordu. Yine de hemen Şeytan'ı bırakamadı. Onu zayıflatan duygular ağır ağır damarlarından çekilirken onun kollarında durmuş; her şeyden kuvvetli, ölümcül bir nefretin kanını ele geçirmesine izin vermişti. Üstelik bunun için Şeytan'ın sinsi sözlerine bile ihtiyacı yoktu. Karanlık onundu. İntikam onundu. Yok etme arzusu onundu. Gözyaşları akmayı bıraktığında Melissa'nın içi de dışı gibi kupkuruydu artık. Sonunda insanlığını sıyırıp atmıştı üzerinden işte.

"Geri dönmemiz lazım," dedi Şeytan onu göğsünden uzaklaştırıp. "Başkaları da gelecek."

Elbette geleceklerdi. Zavallı ailesi sadece bir kozdu bu aşağılık oyunda. Onların tek istediği Melissa'ydı ve başarılı olana kadar da saldırmaya devam edeceklerdi. Melissa hemen şimdi onlarla yüzleşmek, cezalarını tam şu an vermek istese de Şeytan'ın buna itiraz edeceğini biliyordu. Haklıydı elbette. Tüm düşmanlarından aynı anda kurtulacakları bir plana, bunun için de zamana ihtiyaçları vardı. Üç beş sıradan melezin canını almak Melissa'nın kalbindeki hangi yangını söndürürdü ki zaten?

Yine de Şeytan'dan uzaklaştığında "Önce içeri bakmak istiyorum," dedi. Şeytan karşı çıkmak için ağzını açtığında "Sadece birkaç dakika," diye eklemişti. "Son bir kez evimi görmem lazım."

Şeytan Melissa'nın hala böylesi insani bir bağa tutunmasına şaşırmış gibiydi. Kızın o bağı tamamen kesip atmak için o eve dönmek zorunda olduğunu göremiyordu. Kararsızlığın gözlerinde dolandığı birkaç saniyenin ardındansa başını salladı belli belirsiz. Oyalanmadan arkasını döndü Melissa. Onu tutan gardiyanlarının arasında yeniden ayaklanmış olan Aslan'a bakmadan apartmana yöneldi. Tek bir kez durmuş, peşinden gelen Golem'lere "Yalnız başıma!" demişti. Efendilerinin emirlerine karşı çıkmaktan daha büyük bir korku olmalıydı Melissa'yla karşı karşıya gelmek. Bir süre sonra basamakları tek başına tırmanıyordu Melissa. Aralık kalmış kapıdan çocukluğunun geçtiği eve adım attığında bir an göz yaşlarının yeniden bastıracağını düşündü. Ama kuşandığı çelik zırhı aşıp dışarı çıkamazdı artık hiçbir duygu.

Bomboş bir kalple, her adımda daha da solarak ilerledi koridorda. Dikenler sarıyordu bedenini baktığı her köşede. Hatırladığı hiçbir anıya yer yoktu artık bu dört duvarın arasında. Eşyalar devrilmiş, perdeler parçalanmış, duvarlar çatlamıştı. Kahvaltılarını ettikleri masa, kardeşiyle uzanıp film izlediği koltuk, annesinin porselenleri... Kırık, dökük, paramparça... Bu enkaza ailesinin yol açmış olamayacağını biliyordu Melissa. Davut sadece Aslan'ı bulduklarını söylediyse de içeride birden fazla kişinin boğuştuğuna şüphe yoktu. Belki de onlar gelmeden hemen önce Golem'ler diğer melezlerin işini bitirmişti. Ne fark ederdi ki... Ailesi gitmiş, onu insanlığına bağlayan tek köprü yıkılmıştı.

Odasına doğru ilerlerken ayağının altında ezilen cam kırıkları eşlik ediyordu ona bir tek. Aynı depremin orada da yaşandığını görmesi uzun sürmemişti. Kitaplarla kaplıydı parke zemin. Bilgisayarı tepe taklak yerde duruyordu. Bebekliğinden kalan iki üç oyuncak, baş ucunda duran kar küresi, Selin ve Deniz'le çekilmiş bir fotoğraf... Melissa gibiydi her şey. Yerini bulamamış, yönünü kaybetmiş... Tek bir tanesine bile dokunmadan aralarından geçti Melissa. Makyaj masasının önüne geldiğinde kendi yansımasıyla göz göze gelmeden çekmeceyi açtı ve eve geri döndüğünde mücevher kutusuna yerleştirdiği bilekliği çıkardı.

Ucundaki pırlantalı M harfi yaşanan onca şeye kafa tutarca ışıl ışıl parlıyordu hala. Her şey annesinin Melissa'ya o bilekliği verdiği gece başlamıştı. Lunapark, Emre, Aslan... Ne değişmemişti ki o günden sonra? Şimdi Melissa'yı her şeyin sıradan olduğu, mükemmel bir geçmişe bağlayan tek anahtar bu bileklikti. Neden hala o eski dünyaya ait bir parçayı yanında götürmek istediğini bilmiyor, düşünmek de istemiyordu Melissa. Bilekliği taktığında teninde hissettiği ağırlık garip bir şekilde huzur vericiydi. Bundan sonraki tek amacını ona hatırlatmak için parlayacaktı kolunda.

Fakat o an, bambaşka bir pırıltı seçti gözleri. Aynada, hemen arkasında beliren yüze tepki veremeden yer Melissa'nın ayağının altından kaymıştı. Karşı koyamadı. Tepki veremedi. Ağzını bile açamadı Melissa. Bir süredir unuttuğu ama oldukça tanıdık bir acıyla sarmalanmıştı az sonra. Işık tüm gözeneklerinden bedenine dolup patlamaya zorluyordu onu. Kulaklarındaki müzik hem eşsiz hem de bildiği bir melodiydi. Bir zamanlar kendi nefesiyle oluşan notalar şimdi başka dudaklardan yükseliyor, bir süpürge gibi onu içine çekiyordu. Daha fazla baskıyı taşıyamayan derisinin yırtılacağına emindi ki tam o an yere çarptı bedeni. Gözlerinin seçtiği ilk şey kendi elleri oldu. Yo, hayır! Kara bir dumandı yine. Uzuvları, bedeni... Etrafını saran ışıktan dünyanın ortasındaki leke oluvermişti yeniden.

Hayır! Hayır! Hayır!

Bir şekilde Kabuk'a dönmüştü. Bir bir beliriyordu On Üçler çevresinde. Tüm haşmetiyle etraflarında dönen Rar'ın korumasında, Melissa'nın onları hatırladığı gibi kudretli ve yenilmezlerdi. Bakışları profesörde durduğunda geri kaçma isteğine zorla direndi Melissa. "Nasıl?" diyebildi dehşetle. Yaşadığı şoka rağmen konuşmayı becermişti ama aklındaki soruların birini bile doğru dürüst yansıtmıyordu bu söz. Flütü çalmış, On Üçleri Kabuk'ta tutsak bırakmıştı Melissa. Onu bu kafesten çıkaranın kendi karanlık gücü olduğuna emindi. Oysa bir şekilde On Üçler de çıkışı bulmuş olmalıydı. Hem de Melissa ona emanet edilen silahı düşman topraklarında kaybettiği halde. "Nasıl?" diye sordu yeniden. Bu kez Kabuk'un içinde yankılanmıştı sesi.

"Kalk," dedi profesör sakince. Sanki karşısındaki onlara ihanet eden bir düşman değil de her zamanki öğrencisiydi. İkiletmeden doğruldu Melissa. İstemsizce savunma pozisyonu almıştı bedeni. Beyni bir bilgisayar gibi çalışıyor, olasılıkları imkansızlıklara bölüyor, anıları korkularıyla toplayıp duygularını birbirine çarpıyordu. Gözleri olası bir saldırıya karşı rakiplerini tek tek dolaşırken aklı mantıklı bir açıklama aradı. On Üçler onun evindeydi. Onu kaçırıp kKabuk'a sürüklemişlerdi. Ailesi kaybolmuş, geride kalan her şey yerle bir olmuştu. Sonra Davut'un içeride Aslan'dan başka kimseyi bulamadıklarını söylediğini hatırladı Melissa. Belki de zaten ondan başka kimse gelmemişti eve. Melezlerin ya da meleklerin onu tuzağa düşürdüğüne o kadar emindi ki, o ana kadar başka bir alternatifi hiç düşünmemişti. Oysa profesöre bakarken taşlar teker teker yerine oturuyordu.

"Sizdiniz," dedi bir anda gelen korkunç bir idrakle. "Ailemi benden alan sizdiniz."

Profesör karşı çıkmamıştı. Onun porselen suratına bakarken avuçlarının ısındığını, karanlığın ışığa meydan okumak için serbest kalmaya çalıştığını hissedebiliyordu Melissa. Flütü olmadan On Üçleri tek başına yenemeyeceğinin farkındaydı. Şeytan ya da Davut'un Golem'leri de bu paralel evrene gelip onu koruyamazlardı. Yine de denemeden yenilgiyi kabullenmeyecekti. Madem Tanrı hiç vakit kaybetmeden karşısına çıkarmıştı gerçek düşmanını, o da zevkle tüm acısını çıkartacaktı onlardan.

"Bunun hesabını vereceksiniz!" dedi tüm nefretiyle.

Elleri gücünü çağırmak için hazır ola geçmişti bile. İntikam ateşiyle yanan ruhu heyecandan kıvranıyordu o an. Avuçlarına dolan ateş Kabuk'taki her şeyi yakmak için yükseldiğinde düşmanlarının harekete geçmesini, o kutsal silahlarını üzerine doğrultmasını bekledi Melissa. Ama ne kıpırtısız duran profesör ne de heykeli andıran diğerleri ona karşı bir hamle yapmıştı.

Umursamadı Melissa. Ateşi büyür, onu içine alan bir kalkan olurken profesörün üstüne saldırdı doğrudan. Bacaklarını kullanamadığını anlaması birkaç saniye sürmüştü. Panikle tepindi, kendini saplandığı yerden kurtarmaya çalıştı. On Üçler değil Kabuk tutuyordu onu. Ayak bileklerine uzanan buzu ancak fark etmişti Melissa. Bir el gibi bacaklarına dolanmıştı su. Melissa'nın cayır cayır yanan bedenine soğuk dalgalar gönderiyordu.

"Buna gerek yok," dedi profesör olduğu yerde çırpınan kıza tezat bir serinkanlılıkla.

Daha da öfkelendi Melissa. Gerek yok muydu? Ailesini çalmışlardı ondan. Oyunlarına alet etmiş, kandırmış, kullanmış, sonra da yok etmeye kalkmışlardı. Güvendiği kim varsa ona sırtını döndüğü için bambaşka bir yöne sapmak zorunda kalmıştı Melissa. Gittiği yeni yolda eski düşmanı dosta en yakın şeydi. Asla ona güvenemeyeceğini bilse de en azından Şeytan'la aynı amaç uğruna savaştıklarını biliyordu artık. Ailesini kaçıranlardan intikam alacak, onu defalarca kez sırtından bıçaklayan herkesi yer yüzünden silecekti. Bu hırsla bileğindeki kelepçeye yüklendi tüm gücüyle. Fakat milim hareket edemeden profesörün sözleriyle kalakalmıştı.

"Ne?" dedi duyduğu sesi anlamlandıramadan.

Profesör konuşmuş muydu, yoksa aklı ona oyun mu oynuyordu emin değildi Melissa. Ama o an profesörün dudaklarından aynı imkansız sözcükler döküldü. "Ailen ve arkadaşların..." demişti. "Ailen ve arkadaşların bizim korumamız altındalar. Melezlerin ya da meleklerin asla ulaşamayacağı bir yerde, güvendeler."

Onu bacaklarından kavramış buz olmasa Melissa duyduklarıyla yere yığılırdı şüphesiz. Şiddetle başını salladı. "Hayır, hayır ben evi gördüm. Her yer mahvolmuştu. Onları götürmüşler. Aslan... melezler..."

"Hepsi bir kurmacaydı. Şeytan'ı inandırmak için. Ailene kimse dokunmadı. Melez çocuk onları kurtarmak için evdeydi, ama geldiğinde kimseyi bulamadı. Çünkü çoktan gitmişlerdi. Biz, onları çoktan güvenli bir yere götürmüştük."

Melissa ağzının içine dolan safrayla boğulacağını düşündü. Tükendiğine emin olduğu yaşlar bir anda hücum etmişti gözlerine. "Yalan söylüyorsun!" dedi inatla. Gerçek olamazdı profesörün sözleri. Kalbindeki nefrete tutunmaya çalıştı her şeyiyle, ama bir kez umut delip geçmişti kalkanını. Kırıklardan ışık akıyordu içeri oluk oluk. Çok güçlüydü, çok kontrolsüzdü. Anında bambaşka bir kaosun içinde bulmuştu Melissa kendini. Sevinç, hüzün, dehşet...

"Ailen iyi ve güvende," diye tekrarladı profesör bir kez daha.

Ailesi... iyiydi. Hayatta, güvende, korumada... On Üçler kurtarmıştı onları. Olabilir miydi bu sahiden? Ve eğer profesörün dedikleri doğruysa... Aslan... düşündüğü gibi ailesini ondan almamıştı. Tam tersi, her şeye, herkese rağmen onun için o evdeydi. Onun için savaşıyordu hala. Buna rağmen kendi elleriyle yok etmeye kalkmıştı onu Melissa. Tüm günahı üzerine yüklerken de gücüyle cayır cayır etini yakarken de tek kelime etmemişti Aslan. Hayır! Olamaz, hayır!

Kabuk daha fazla direnmeyeceğini anlamış olsa gerek onu serbest bırakmış, Melissa anında olduğu yere yığılmıştı. Hiçbir savaş umurunda değildi artık. Bu eşsiz boşlukta, ürkek, titrek, küçük bir kız çocuğuydu yeniden. İntikam ateşiyle dönen tüm dişlileri durmuş, geriye bir pelte bırakmıştı. Profesörün göz kamaştıran ışığının üzerine düştüğünü fark edene kadar dur duraksız ağladı Melissa. Mutluluk göz yaşlarına, pişmanlıkları için boğazından kopan yakarışlar karıştı.

Başını yeniden kaldırabildiğinde ona bakıyordu profesör. "Onları kurtarabilecek tek kişi hala sensin," dedi. "Hala dünyanın sana ihtiyacı var Melissa. Ailen ve diğer tüm insanlar ancak Şeytan durdurulursa güvende yaşayabilirler. Ve melez çocuk ancak o zaman onu bağlayan büyüden kurtulabilir."

Konuşamadı Melissa. Profesörün ne kastettiğini biliyor, ama nefes almak için bile güç bulamıyordu. Ailesi, arkadaşları, Aslan, tüm dünya... Kaybettiği ne varsa şimdi yeniden ellerinde, fakat bu kez onun sorumluluğundaydı. Korkuyordu delice. Neye sevinip neye üzüleceğine şaşırmıştı. Ailesinin iyi olduğuna mutlu olamadan onları kaybetme korkusu çökmüştü yeniden yüreğine.

"Ben..." dedi göz yaşları arasında. Ben yapamam. diyecekti aslında. Öyle yanlış yollara sapmıştı ki, dönüş yolunu bulamazdı artık. Ama konuşmasına izin vermedi profesör. Bu kez sözleriyle değil ona uzattığı ışıktan eliyle susturmuştu Melissa'yı. "Bu senin," dedi uzun parmaklarını açtığında avucunda beliren flütü işaret edip. Melissa önce profesörün elinde ışıldayan alete sonra da onun porselen yüzüne baktı. Böylesi sıra dışı bir güne yakışacak bir sürprizdi bu. Karşılık veremeyince biraz daha yukarı kaldırdı profesör flütü. "Al," diye ısrar etti.

Anlamıyordu Melissa. "Onu kaybetmiştim," dedi kuşkuyla. Onu sizden çaldım demesi gerekirdi aslında. Sizden çaldım ve onu kaybettim.

"Kaybettiğin bir kopyaydı," dedi profesör. "Hiçbir zaman aslına sahip olmamıştın. Önce görmemiz gerekiyordu. Şimdi onu alabilirsin."

Kopya mı demişti profesör? Hala karmakarışıktı Melissa'nın duyguları, yanlış anlamış olmalıydı. "Onu kullandım," diye itiraz etti. "Flüt gerçekti. Onunla dövüştüm. Buraya gelmemi sağladı. Sonra da buradan kaçmamı..."

"Çünkü buradan gitmene de geri buraya dönmene de biz izin verdik," dedi profesör sabırla. "Senin kullandığın da güçlü bir silahtı. Ama gerçeği değildi. Hak etmeden onu sana veremezdik."

Melissa küçücük hissetti o an kendini. Nasıl da şuursuzdu. Nasıl kör olmuştu kendi gücüyle. On Üçleri yendiğini, onları oyuna getirip özgürlüğünü ilan ettiğini düşünürken aslında kandırdığı sadece kendisiydi. On Üçler onu aralarına almış, bilgilerini paylaşmış, ne yapacağını görmek istemişlerdi. Dünyayı kurtarması, sevdiklerini koruması, gücünü iyiye kullanması için bir şanstı ona sunulan. Böylesi eşsiz, bu kadar kutsal bir aleti onun kirli ellerine bırakamazlardı elbette. Bırakmamışlardı da. Gerçek flüt hiçbir zaman Melissa'ya geçmemişti. Bir testten ibaretti ona gösterilen dünya. Tanrı elçileri aracılığıyla bir sınava tabii tutmuştu onu ve Melissa çuvallamıştı.

Peki o halde neden? Neden şimdi buradaydı? Niye onu yok etmek yerine elini uzatmıştı profesör? Nasıl gerçek flütü almasını istiyor olabilirdi? Hem de Melissa'nın onlara yaptıklarından sonra... Hayır, doğru değildi bu. Flüte yeniden sahip olmayı arzulayan kalbine rağmen bir adım geriledi. "İstemiyorum," dediğinde sesi çelişen duygularına rağmen kararlı çıkmıştı.

Oysa Profesör hala tepkisizdi. "O senin," diye yineledi elini indirmeden. "Sen müziği kullanmaya layık olduğunu kanıtladın. Yaptığın seçimlerle..."

"Hangi seçimler?" dedi Melissa kendini tutamayıp. Bu savaşta ya birileri onun yerine karar vermiş ya da o hep en yanlış yönlere gitmişti. Ama onun gibi düşünmüyor olmalıydı On Üçler. İçlerinden bir tanesi önünde birleştirdiği ellerini çözmeden minik bir adım attı Melissa'ya doğru. "İnsanlar..." dedi sakince. "Sen onları seçtin Melissa. Vicdanın onları seçti."

Anlayamıyordu Melissa. Şakaklarında büyüyen ağrıyla profesöre baktı. Hala havadaydı adamın flütü tutan eli. Hala inatlaşıyordu Melissa'nın kuşkularıyla. Dimdikti. Sakindi. Kendinden emindi. "Köprüdeki deliği açan sen değildin," dedi sonunda. "O insanların ölümüne yol açan sen değildin. Yine de yüklerini taşımayı seçtin. Bize, bu savaştaki tek desteğine karşı durmayı seçtin. Yalnız kalacağın halde... Yaptığımızın yanlış olduğunu düşündüğün için..."

"Gerçek sınav hep senin kalbindeydi Melissa. Hep de öyle olacak. Son ana kadar."

"Ve sen en önemli sınavı verdin."

Melissa başını iki yana salladı. "Bu o insanların öldüğü gerçeğini değiştirmiyor."

Profesör itiraz etmemiş, ama ifadesini de bozmamıştı. "O gün o köprüdeki kimse rastlantı eseri orada değildi. Orada gördüğün her bir insan zaten ömrünün son günündeydi. Hayatlarını başkalarına zarar vererek geçirmiş, akıl almayacak kötülükler yapmış ruhlarının hak ettiği sonla yüzleşmeden önceki son cezalarıydı bu."

İşte bunu duymayı beklemiyordu Melissa. Giderek daha çok sarsılıyordu kaleleri. "Bu hiçbir şeyi değiştirmez!" dedi karşısındakilerden çok kendini ikna etmek için. "Daha fazla bu savaşın bir parçası olmak istemiyorum. Kimsenin oyununda bir piyon olmak istemiyorum."

"Olmayacaksın da. Doğruyu kendi başına seçebileceğini gösterdin. Zamanı geldiğinde yine kendi seçimini yapacaksın. Herkes için..."

Herkes diye düşündü Melissa. Koca bir dünya dolusu insan, ailesi, arkadaşları, Aslan... Ümitsizliği profesörün sözleriyle çarpışıyordu zihninin tüm odalarında. Onları kurtarabilecek tek kişi hala sensin. Hala dünyanın sana ihtiyacı var. Başını elleri arasına gömdü Melissa. Doğru kararı onca düşüncenin arasından itip çıkarabilirmiş gibi şakaklarına bastırıyordu elleri. Öyle boktan bir durumdaydı ki... Melezleri karşısına almıştı. Melekler ona düşmandı. Şeytan ve tüm Sınır onların tarafında savaştığını sanıyordu. Ya şimdi mağlubiyeti kabullenecek ve sevdiği her şeyin yok olmasını izleyecekti Melissa; ya da bu berbat durumu lehine çevirecek, hala yanında duran tek güce tutunup inandığı şey uğruna mücadele edecekti.

Uzun süre tek kelime edemeden ışıklar içindeki flüte baktı. Onu izlerken düşünebildiği tüm artıların yanına eksiler diziliyordu. Ne yazık ki tek bir gerçek vardı hepsinin üstünü çizen. Onları kurtarabilecek tek kişi hala sensin. Melissa biliyordu. Bu kez kişisel bir tercih değildi savaşmak. Bir yükümlülüktü, kaçınılmaz sondu. Her şeyin bittiğini düşündüğü an ruhunu ateşe veren kıvılcımdan bambaşkaydı şimdi içini kaplayan itici kuvvet. Nefret ya da intikam değil, umuttu bu kez onu yerden kaldıran. Bu farkındalıkla, parmakları titreyerek kapandı flütün etrafına. Gariptir ki bu kez acıyla selamlamamıştı ışık onu. Bu yolda partner olduklarını sonunda o da biliyordu belki.

O an, ilk kez profesörün porselen suratında bir ifade seçti Melissa'nın gözleri. Biraz gurur, biraz heyecan. Bolca ümit. "Şimdi..." dedi profesör. "Seni savaşa hazırlayalım."

Ve Melissa yapacaklarını dinlemeye başladı.


Continue Reading

You'll Also Like

4.6M 410K 139
Külkedisinin prensese değil, Anka'ya dönüşme hikayesi. Sonsuzluğa kanat çırpan otuz kuşun öyküsü.| Elena'nın hayatı, ruhu farklı bir boyuta çekilen...
2.8K 231 10
Kendime not: Zihnindekiler değil, Kalbindekiler unutulmaz olsun.
90.9K 3.8K 31
Bir berdel hikayesidir.. Havin sevdiğinden ayrılırken nerden bile bilirdi evleneceği adamın kuzeni olduğunu herşeyden habersiz berdeli kabul etmişti...
3.2K 174 26
Vampirler kurtadamlar ve insanlar birlikte yaşarlarsa ortaya çıkacak aşk savaş ve kardeşlik