Güneş'e Giderken

queenoflorina

18.4K 677 745

"Senin üstün çekimin güvencemdir benim. Çünkü yüzünü gördüğüm sürece, Gündüzdür benim için gece, Gecenin k... Еще

1: "YOL"
2: "KAPI"
3: "PARTİ"
4: "TANIŞMAK"
5: "İZLENİM"
6: "ADIM"
7: "YASEMİN VE SU"
9: "GÜNEŞLİ GÜN"
10: "BALLI BADEMLİ PASTA"
11: "RÜYA"
12: "İKİ KİŞİ DIŞINDAKİLER"
13: "HEYECAN"
14: "BELİRENLER VE BELİRSİZLEŞENLER"

8: "NÜ"

1.1K 41 22
queenoflorina

"Anlatmak isteriz... Birileri kesmeden belki saatlerce belki günlerce anlatmak, anlatmak... Çünkü anlaşılmaya açız. Çünkü herkes anlatıyor ama çok az kişi gerçekten dinliyor. Ve anlaşılmadıkça daha çok anlatmaya çalışıyoruz. Yerlerine bir türlü ulaşamayan, milyonlarca duygu var boşlukta..."

***

"Bitti mi?"

"Bitti."

Güneş Efe'nin uzattığı tarağı ağır hareketlerle alırken adamın tok sesinin aksine kendi sesinin cılızlığını fark etmemesini diledi. İlk defa bu kadar uzun, açık ve net konuşmuştu Efe. Nefes almaya çalışırken dudaklarının titrediğini hissetti Güneş. Ne yapacağını bilemedi ama öylece oturmak da anlamsızdı. Ayağa kalktı. Efe'nin gözlerinin üstünde olduğunun bilincinde olarak bakındı etrafa. Adamın içini okuyan sözleri kalbinin ortasına otururken az evvel saçını kuruladığı ıslak havluya dokundu elleri.

"Şey... Banyoya asayım ben... Islak ya..." Yatak odasından mırıldanarak çıkıp banyoya vardığında derin bir nefes aldı Güneş. Gözlerini kapattı. Efe'nin her bir lafının haklılığı karşısında diyecek hiçbir şeyi yoktu. "Madem öyle..." dedi, başını salladı hızlıca. Vücuduna doladığı havluyu çıkardı ve saç havlusuyla birlikte askıya astıktan sonra adamın yanına gitmek için adımlarını yatak odasına doğru yönlendirdi.

***

Efe Güneş'in odadan çıkmasıyla önce derin bir nefes alıp gözlerini ovuşturdu. Böyle konuşarak meseleyi uzatıyor muydu? Parmakları istemsizce boynunu ve ensesini sıkarken düşündü. Uzatmaktan ziyade açıklığa kavuşturmaya çalışıyordu aslında, aralarındaki anlaşmazlıkların üstünü kapatıp dağ gibi biriktirmeye gerek yoktu. "Çünkü..." dedi. "Çünkü Güneş'ten-" Omuz silkti. "Basbayağı hoşuna gidiyor işte kız." dedi kendine. Yüzünde bir gülümseme belirirken bu evin kapısından içeri girmeden önce planladıklarını düşündü; bir de yaşadıklarını. Ellerini yüzünde gezdirdi, bir nefes aldı. Üşümüştü ve fazla çıplak hissetti kendini. Belinde sarılı bir havluyla yatakta oturup kalmıştı. Giyinmeliydi ama... Kıyafetlerini banyoda bırakmıştı, ofladı. Başını tavana doğru çevirdi. Gördüğü manzara yüzünde önce bir şaşkınlık ifadesi; sonra da ani bir gülümseme oluşturdu. Elini sanki tavana dokunabilecekmiş gibi havaya kaldırdı. Bu görüntü sebepsizce hoşuna gitmişti.

"Bu evin en güzel eşyası o..."

Efe Güneş'in kısık sesini duyduğu an kolunu aşağı indirdi ve koridorun ışıklarını kapatan kıza döndü. Tüm ev derin bir karanlığa gömülürken sadece yatak odasının camından sızan sokak lambasının zayıf ışığı aydınlatıyordu bedenlerini. Güneş çırılçıplak halde kollarını önünde birleştirmiş adamın yüzüne bakıyordu. Sırtını kapının pervazına yaslamıştı. Biraz titriyor gibiydi. Efe dilini istemsizce dudaklarında gezdirirken kalp atışlarının hızlandığını hissetti. Daha fazla bakamadı kıza, gözlerini tavana doğru çevirdi.

Güneş, nemli saç tutamları göğüslerinin üzerinde salınırken yatağa doğru ilerledi. İnce beyaz pikeyi kaldırıp yatağın içine girdi ve sol tarafa kayarak uzandı sessizce. Gözleri yeniden tavandaki kabartıları buldu ve sakince anlatmaya başladı. "Dört yaşlarındaydım... Kreşe başlamıştım zorunluluktan. Hiç gitmek istemiyordum. Ağlıyordum, bağırıyordum ama nafile... Annem kafaya koymuştu 'Güneş kreşe gidecek.' diye. Ne yaptıysam vazgeçirememiştim. O da haklıydı aslında... Çalışıyordu, babam da öyle... Yine bir gün, yine ağladım tabii. Çocuk aklı... 'Baba n'olur götürme beni." diye diye ağladım... Babam da çok düşkündür bana, hiç dayanamaz. Ama annemi de biliyordu... Kreşi eksek tonla laf edecekti. 'Gel, seninle bir anlaşma yapalım.' dedi. Nasıl da heyecanlanmıştım... 'Ne anlaşması baba?' dedim. 'Eğer bugün kreşe gidersen ve uslu bir çocuk olursan sana bir hediye alacağım, hem de bugün akşam.' dedi. Beni görmen lazım, nasıl sevinmiştim... 'Tamam, ama söz ver!' dedim; 'Söz!' dedi. O gün ilk kez kreşe mutlu bir şekilde gitmiştim. Hiç ağlamadan hem de... Sonra akşam oldu; annem beni eve getirdi. Babamın işten gelmesini beklemeye başladım. Sonra geldi babam... Elinde küçücük bir hediye poşeti var. Merakımdan yerimde duramıyordum. Odama gittik hemen. Paketi açtım, açık renklerde böyle minicik bir sürü yıldız, bir tane de ay var, hilal şeklinde... Anlayamadım tabii. Alakasız geldi. 'Sabret.' dedi babam... Onları odamın tavanına tek tek yapıştırdı. Yapıştırırken de soruyordu bana, 'Bu nerede olsun, şu nerede dursun?' diye. Neyse... Yapıştırdık hepsini. Babam 'Gece uyuma vaktin gelince esas hallerini göreceksin.' dedi. Geceyi beklemeye başladım bu sefer... Sonra yatma vaktim gelince babam kapattı gözlerimi, yatağıma yatırdı. 'Şimdi.' dedi. 'Başını tavanı çevir ve aç gözlerini...' Ve gördüm... O yaşıma kadar gördüğüm en büyüleyici şey olduğuna yemin edebilirim... Asla göz yorucu değil, hepsi bir düzende ve parıl parıl parlıyor... Sanki gerçekten dürbünle gökyüzüne bakıyor gibiydim. Çok güzeldi... O gece onları seyretmekten uyuyamadım... O günden sonra en çok sevdiğim şey o tavandaki süslerim oldu ve bu yıllarca hiç değişmedi. Hatırlıyorum da bir ara, liseye geçtiğim yazdı sanırım... Evde tadilat vardı, 'Sökelim bunları.' dediler. 'Hayır.' dedim, 'Kalsın...' Niye biliyor musun? Uyku sorunum var benim... Özellikle stresli olduğum zamanlarda geceleri düşünmekten hiç uyuyamam. Liseden itibaren belirgin bir şekilde yaşadım uykusuzluğu. Üniversiteye gidene kadar ilaç kullandım, belli aralıklarda. Ne zaman uykularım kaçsa daha çok stres olurdum ve ağlardım sessizce. Sonra kendimi sakinleştirmeye çalışırken aklıma gelirdi ve kafamı kaldırıp tavana odaklandığımda rahatlardı zihnim. Değişik bir etkisi vardı bana, belki saçma gelebilir ama öyleydi işte... Sonra üniversiteyi kazandım, Ankara'da hatta söylemiştim... Yurtta kalmaya başladım. Doktorum bırakmamı tavsiye etti, ben de uydum. Sebep olarak sınav stresi falan demişlerdi ama değilmiş, benim sorunum genel hayatlaymış, kendimleymiş, geçmeyecek türden... Kullanmamak için inat ettim, o ilaçlardan nefret ediyordum çünkü. Ama kullanmayınca her şey daha da zorlaştı. Bir türlü uykuya geçemiyordum çünkü tavanıma yıldızlarımı ve ayımı yapıştıramazdım... Çok çocukçaydı biliyordum, çok utanıyordum ama beni geceleri sakinleştiren şey oydu... İşte üniversite de bir şekilde düşe kalka geçti. Sonra Londra'ya gittiğimde bir süre düzeldim gibi olduysa da İstanbul'a taşınınca 'Şimdi ne yapacağım ben?' derdi beynimin içini kemirmeye başladı. Arada ilaç alıyorum ama yan etkileri mahvediyor beni... O yüzden geçen gün alternatif bir çözüm yolu düşünürken aklıma bu geldi. İnternetten buldum ve hemen aldım, yani babamın hediyesinin aynısı değil ama benziyor." Derin bir nefes alıp yanağına akan yaşları sildi, gülümsedi ve devam etti. "Bu arada tek başına yapmak zormuş ama idare eder bence. Umarım değer."

"Güneş... Çok güzel."

Gözyaşları suratını kırmızıya döndürürken burnunu çekti Güneş, yine de gülmeye çalıştı. "Ya... Sevindim beğenmene."

Efe Güneş'in anlattıklarını sindirmeye çalışırken gözlerini kızdan alıp tavana çevirdi. Zaten ağlıyordu kız, belli ki ağırdı onun için. Nefes almaya çalıştı Efe. Güneş'e "Ağlama." mı dese, yoksa "Ağla, rahatlarsın." mı dese bilemedi. Yüreğine bir ağırlık oturmuştu sanki. Yüzünü buruşturduysa da hemen toparladı. Güneş, ona acıdığı ya da üzüldüğü gibi yanlış bir algıya kapılsın istemedi. Oturduğu yerden kalktı aniden.

"Sorman gereken bir soru var ama, daha doğrusu var olan bir eksik ile ilgili..."

Efe bakışlarının Güneş'e çevirirken dudağını sarkıttı. Düşündü ve tekrar baktı tavana.

"Hadi!"

"Çok sabırsızsın..." Efe güldü ve gözlerini Güneş'in pikeyle örtülü bedeninde sabitledi. "Güneş'in tavanda neden olmadığı gibi bir soru mu?"

"Evet."

"Cevap ne?"

"Basit değil mi?"

"Görünürde öyle olabilir ama henüz tam anlamıyla değil..."

Sustu Güneş. "Tavanda Güneş'e gerek yok çünkü bu odada sen varsın." demişti zamanında babası. Efe de az önceki lafında, "Görünürde varsın; ama gerçekten tüm benliğinle var mısın?" mı demek istemişti? Dudağını ısırdı. Efe üstü kapalı da olsa bu kadar net biçimde anlatabiliyordu onu ve ne kadar kapalı olsa da Efe onu görüyordu. Gülümsedi.

"Güneş... Burada olacak mısın gerçekten?"

Efe'ye bakıp yavaşça başını salladı Güneş. "Ya sen? Burada, yanımda?"

"Olmayı çok istiyorum..."

"Teşekkür ederim."

Sıcacık gülümserken gözlerini yavaşça kapatıp açtı Efe.

"E, orada mı dikileceksin sen?" Yatağın sağ tarafını işaret edip elini çarşafın üstünde gezdirdi Güneş. "Gel." diyordu hareketleri.

Efe baktı önce, sonra yutkundu ve birkaç adım attı yavaşça. "Biraz serin mi oldu?"

"Üşüdün mü? Bu sıcacık havada hem de?"

"Ben üşürüm hemen..."

Güneş güldü. "Pencereyi kapatabilirsin."

Efe belindeki havluyu tutarak pencerenin yanına ilerledi. "Öylece yattın, saçların ıslak..." Fısıldadı. "Üstün çıplak... Cam da açık, bak farkında bile olmadan üşütürsün, sabaha her yerin tutulur sonra..."

"Yaz ama..."

"Yaza güvenme."

Güneş adamın pencereyi kapatıp tül perdeyi çekişini izlerken sordu. "Ona güvenme, buna güvenme, yaza bile güvenme... Kime güveneceğim ben?"

"Bana güvenebilirsin mesela."

Kaşlarını yukarı kaldırıp baktı Güneş. "Sana zaten güveniyorum ben."

Efe'nin gülümsemesi büyüdü. "Biliyorum... Teşekkür ederim."

Güneş başını yastıktan kaldırıp sırtını dikleştirken kafasını eğdi yana. "Peki... Sen bana güveniyor musun?"

"Güvenmeye çabalıyorum diyeyim..."

Güneş Efe'nin cevabıyla önce bir yutkundu. "Güveniyorum." dememişti. Güveniyordu ama o kadar değildi demek ki... Başını aşağıya çevirip pikenin süsüyle oynadı. Yine de adamın dürüst olması güzeldi. O da net olmak istedi ve "zaten" dediği kısmı açıklama gereği duydu. "Genelde cesur ve rahat olduğumu söylerler. Sen ne düşünüyorsun bilmiyorum ama... Eğer karşımdaki bana göre daha çekingen kalıyorsa öyleyimdir, evet. Mesela sana ilk geldiğim gün... Rahattım, normalde tanımadığım birinin evine asla giremem ama sende adını koyamadığım bir şey hissetmiştim o gün. Güvenmiştim yani... Sonra ikinci gelişimde de mesela... Yine aynı. Çünkü sen hâlâ bana göre çekingen ve daha geride kalıyordun..."

Efe pencerenin önünde dururken Güneş'e baktı. Farkındaydı, bir şey diyemedi.

Güneş devam etti. "Ama bugün işin rengi biraz değişti."

"Nasıl yani?"

"Sen çekingen davrandıkça ben üstüne gittim, kabuğunu kırmaya çalıştım. Neyse ki sende ters tepmedi. Ama bu sefer... Sen beni çözdün Efe. Bu kadar kısa sürede ve... Doğru şekilde."

Efe utanarak gülümsedi.

"Ben gevezeyimdir biraz... 'Sadece konuşuyorsun, anlatmıyorsun.' dedin ya-"

"Öyle demek istemediğimi biliyorsun Güneş. Ben-"

"Biliyorum Efe... Normalde de konuşkanımdır, herkese karşı bu kadar değil ama seninleyken içimde asla susmak istemeyen bir taraf var."

"Bana geldiğin ilk gün, 'Sabaha kadar dinlerim seni.' demiştim..."

"Hatırlıyorum... Gerçekten dinlediğini de biliyorum... Bu sürekli konuşmak isteyen tarafım ne yapmaya çalışıyor bilmiyorum, nedenini henüz çözemedim ama önemli olan bu değil... Az önce banyodayken... Kendimi birden kapattım, kaçtım çünkü... Çünkü-"

"Çünkü ileri gittim... Aştım sınırı... Biliyorum."

"Yanlış bir şey yapmadın Efe. Tepkim fazlaydı."

Efe başını iki yana salladı. Güneş'in sesi yine kırılmıştı "Ağlama." dedi içinden. Dayanamıyordu hiç.

"Hayatımda bazı şeyler yaşadım... Aslında herkesin yaşadığı olağan şeyler olabilir ama ben pek güçlü biri değilim... Kendime zarar veriyorum... Çok etkileniyorum... Ve... Uzun zamandır biriyle bu kadar yakın olup duygusal bir ilişki kurmamıştım... Ağır geliyor Efe, bu seninle ilgili değil; benimle ilgili. Sadece bu."

Efe yutkundu. Bakışlarını Güneş'in dolan gözlerinden uzaklaştırdı ve ellerine baktı, yumruk yapıp gevşetti birkaç kere. Başını tavana kaldırdı sonra. Güneş güçsüz biri değildi ki! Neden böyle söylüyordu? "Duygusal bir ilişki." demişti bir de... O an sımsıkı sarılmak istedi kıza. Başını çevirdi tekrar, yatağın boş tarafına baktı. Derin bir nefes aldı ve yatağa doğru ilerledi. Güneş başını karşı duvarda sabitlemiş oturuyordu öylece. Efe usulca pikeyi kaldırdı, belindeki havluyu çekinerek alelacele çözdü ve katlayıp komodinin üzerine bıraktı. Sonra yatağın içine girdi ve pikeyi çekti üzerine. Güneş'e döndü. İşaret parmağıyla kızın omzuna dokunurken başını eğip daha çok yaklaştı kıza.

Güneş omzunda hissettiği ufak dokunuşla irkilirken Efe'ye çevirdi bedenini, gözlerinin en derinine baktı. Adamın dokunuşu kadar bakışları da sıcaktı, sakindi. Efe'nin odasında gördüğü Monet'in tablosunu hatırladı. Oradaki denizdi Efe. Sularında yüzmek istediği denizdi. Başını salladı, kocaman gülümsedi ve bu gülüş Efe'de yanıt buldu anında, ikisi de birbirlerine bakıp sessizce gülerken Güneş kollarını Efe'ye doladı, başını göğsüne yasladı, burnunu yaklaştırdı boynuna. Adamın belirgin köprücük kemiğine küçük bir öpücük kondurdu. Yasemine karışan teninin kokusu başını döndürdü. Efe başkaydı, bambaşkaydı. Gözlerini kapattı ve yaşadığı bu anı ve hisleri sonsuza dek aklında tutabilmeyi diledi içinden.

"Aradığımı buldum bu arada...."

Konuşurken nefesini saçlarının diplerine vermişti adam, Güneş huylandı ve gözlerini açtı. "Neyi buldun?"

"Yasemini."

Güneş bu beklemediği cevap karşısında gülerken Efe'den biraz uzaklaşıp yüzüne çevirdi bakışlarını. "Bu kadar mı hoşuna gidiyor... Neden? Özel bir hikaye falan mı?"

"Aslında sen ve yasemin arasında bir bağ kurdum galiba. Ne bileyim... Dışarıda yasemin ile ilgili bir şey görsem ya da kokusunu hissetsem aklıma direkt sen gelirsin mesela..."

"Çağrışım diyorsun yani?"

"Öyle sanırım..."

Güneş başını indirip Efe'nin boynuna tekrar yerleşirken gülümsedi. Adamın söyledikleri o kadar değerliydi ki aslında... Çok alakasız bir yerde biri çıksa ve "Yasemin!" dese aklına o mu gelirdi yani? Gülüşü tüm yüzüne yayılırken başını bir kez daha çevirip yine aynı yerden öptü Güneş. Öptükten sonra Efe'nin içini çektiğini duyunca başını kaldırıp sırtını dikleştirdi. En ufak bir temasta bile tepki veriyordu adam. Belki isteyerek, belki de istemeden... Efe'nin üzerindeki tesiri hoşuna gidiyordu işte. Saçlarını geriye doğru attı Güneş, düzeltti ve sonra pikeyi çekiştirmeye başladı. Yastığına birkaç kez vurduktan sonra başının altına çekip uzandı. "Yatsak mı artık? Kaç oldu saat?"

Efe alışkanlıkla koluna baktı. Saatini göremeyince komodine çevirdi bakışlarını. Telefonu da yoktu, neredeydi kim bilir... Omuz silkti. "Saatim de yok, telefonum da... E ışık da yok göremeyiz zaten..."

"Gidip baksam mı?"

"Ne yapacağız ki saati? Kaçsa kaç!"

"Ne bileyim... İnsan merak eder saati."

"Bence şu an... Bizim zamanla işimiz yok..." Sırıttı Efe. "Ha iki, ha üç, ha dört... Gün ayınca anlarız artık."

"Gün ayınca mı? Ne yapacağız o saate kadar?"

Efe dudağını sarkıttı önce, düşündü. Sonra yüzüne bir gülümseme yayılırken Güneş'in yanındaki yastığı aldı ve uzandı sessizce. "Yıldızları seyrederiz mesela." Başını çevirip kendisine bakan kıza döndü. "Sen anlatırsın, sonra ben, sonra yine sen, sonra yine ben..." Kaşlarını çattı. "Hem 'Anlat, merak ediyorum.' diyen sendin! Kesin hakkımda merak ettiğin bir sürü soru vardır... Madem bugün eteğimizdekileri dökme günü... Sen sormakla başlayabilirsin."

Güneş bedenini Efe'ye döndürüp güldü. "Var sorularım, olmaz mı! Meraklı biriyim ya ne yapayım!"

Efe gülümserken durdu Güneş. Adamın gözlerine, dudaklarına, uzamış sakallarına baktı. Flaubert'in aşk tanımı geldi aklına. "Merak" diyordu adam... "Sonsuz bir merak."

Güneş'in aklından geçenlerle nefesi birden hızlanırken dudağını ısırdı, elleri terlemeye başlarken ne diyeceğini bilemedi ve sırtını yeniden çarşafla buluşturup gözlerini tavana dikti.

"Bir şey demedim, asla da demem biliyorsun... Merak güzel şey bence insanın ruhunu diri tutar."

"Doğru." diye mırıldandı Güneş.

Efe başını sallarken güldü. Tavandaki yıldızlarda gezdirdi bakışlarını. "Aşkın dörtte üçü merak." dedi içinden. Yutkundu, kalan dörtte biri neydi acaba?

Güneş konuyu değiştirmek için Efe'nin yüzüne baktığında içinde yükselen yeni bir merakla karşılaştı. Aklından bir şeyler geçiriyordu Efe. Adamın bakışlarında öyle bir ifade görüyordu. Yutkundu, yanaklarına hücum eden sıcaklığı bastırmaya çalışırken sordu. "Ne düşünüyorsun öyle?"

Omuz silkti Efe. Söylemek yersiz olabilirdi. Dudaklarını ıslattı, başını Güneş'e çevirdi. Kızın yüzünü karanlıkta tam göremese de gözlerinin irileştiğinden emindi mesela. Sonra kaşları da kalkmıştı kesin, birbirine yaklaşmıştı belki de. Gülümsedi Efe. Yattığı yerden doğruldu, kızın başının altına doğru kolunu uzattı.

Güneş Efe'nin elini başının altında hissedince adamın kolunu ona doğru uzattığını fark etti. Başını yastıktan kaldırdı ve Efe'ye yaklaşıp kolunun üzerine koydu başını. Yüzünü göğsüne doğru yatırıp kollarını doladı. Efe'nin de bedenini sardığı ve başını yine saçlarına gömdüğünü hissedince gözlerini yumdu.

"Güneş... Neden 'Ben güçlü değilim.' dedin?"

"Ne zaman dedim?"

"Az önce. 'Yaşadıklarımı herkes yaşamış olabilir ama ben güçlü değilim.' gibi bir cümle kurmuştun..."

"Evet..." Efe'nin boynuna daha çok sokuldu Güneş. "Güçlü biri olsam her şeyden bu kadar çabuk etkilenmezdim herhalde... Bilmiyorum. Öyle demişim işte."

"Seninle çok zaman geçirmedim ama yanıldığımı sanmıyorum Güneş... Niye güçsüz olasın ki? Seninle birebir aynı şeyleri yaşamış biri olmadığına göre... Kim güçlüymüş kim güçsüzmüş; buna kim karar verebilir ki?" Güneş sessiz kalınca Efe devam etti. "Hatırladın mı? 'Güzel Ankara anılarını anlatırsan belki ben de severim.' demiştin o sabah..."

"Seviştiğimiz sabah." diye düzeltmek istediyse de sustu Güneş. "Utangaç Efe..." dedi içinden. Başını iki yana salladı. "Sen de böyle her dediğimi hatırlayacaksan yalnız, işimiz var!"

Güldü Efe. "Ne bileyim... Sürekli ezber yapıyorum ya alışkanlık olmuş... Şarkıları, şiirleri, bir kez duyduğum repliği bile ezberlerim ben... Ayrıca aşk olsun."

"Tamam tamam, demedim bir şey." Baş parmağını Efe'nin karnında gezdirdi Güneş. Ne güzeldi adamın teni... "Şaşırmayacaksın yine... Ama merak ediyorum... Benim adını duymaya tahammül edemediğim şehir sana nasıl sevdirmiş kendini?"

"Aslında o bir şey yapmadı. Benim içimdeki değişikliklere ayak uydurdu sadece... Yalnız hissettirmedi beni... Sadece bu kadar... Ama... Sana ne yaptı bu şehir?"

"Duşta sevişmemize ramak kala her şeyi bozmama sebep olan o izi yaptı mesela." demek istedi Güneş, ama demedi. Bakışlarını tekrar tavana çevirdi. Sustu ve omuz silkmekle yetindi.

Efe Güneş'ten ses çıkmayınca üstelemedi, demek ki hazır değildi. Olsun; o beklerdi. Boğazını düzeltti ve konuşmaya başladı. "Liseyi Ankara'da okudum ben. Yatılıydım. Söylemiş miydim hatırlamıyorum. Mersinliyim. Ailem de orada yaşıyor hâlâ... Aslında ben Ankara'yı kazanınca onlar da taşınacaktı ama planlar değişti; ben gittim onlar kaldı. Zor oldu benim için, bayağı zor oldu... Sosyal biri değildim, Ankara büyüktü, ben küçüktüm... O dönem ergenlik vardı bir de... Uyum sağlayamadım. İçime kapandıkça kapandım. Öğretmenlerle aram iyiydi. Ortalama bir öğrenciydim. Piyano çalıyordum, edebiyata meraklıydım, İngilizce'ye bir de... Basketbolu da çok seviyordum, liseye gidene kadar profesyonel oynadım ama lisede takıma girdiysem de iletişim kuramadım. Çıktım takımdan... Öyle izole bir lise hayatıydı yani... Sonra seneler ilerledi. Anadolu Lisesi'ndeyim ya, bölüm seçmem lazım. Ya dil seçeceğim; ya sözel. Hocalar sordu "Ne istiyorsun?" diye, meslek açısından. Bir şey diyemedim... Ailemle konuştum, babamla annem matematik öğretmeni. "Sayısal seç!" dediler. E bende yetenek yok, hocalar da farkında, "En azından eşit ağırlık olsun." dediler. Yapamam ki, biliyorum kendimi. Neyi yapabileceğimi değil ama neyi yapamayacağımı biliyordum... Bir hata yapıp onları dinledim ve eşit ağırlık seçtim. Lise üç, dersler başladı... Ama ben dönem ilerledikçe derslerden koptum. İlgim yok, sıkılıyorum. Arkadaş grubum da yok... Çok yalnızdım, yurtta canım sıkılıyordu. Sinemaya gitmeye başladım sonra, düzenli olarak. İlk başta ne varsa izliyordum, sonra seçmeye başladım. Operaya, baleye gittim. Piyano vardı, çalıyordum bazen, hatta orada geliştirdim kendimi... Tiyatroya gittim mesela, hayatımda ilk kez. Ankara Devlet Tiyatrosu'na ilk girişimi hatırlıyorum da... Çok güzeldi. Sonra daha sık gitmeye başladım. Aynı oyunları izledim çok kere... Önce tiyatroda çalışanlarla tanıştım; sonra sahne arkasındakilerle, tiyatrocularla tanışmışlığım bile oldu sonrasında... Şunu fark ediyorum, okuldakiler zorunluluktan aynı ortamda bulunduğum insanlardı, onlarla konuşmaya, arkadaş olmaya çalışmak benim için ne kadar zorsa, tiyatrodakilerle tanışmak o kadar kolaydı. Konuşabiliyordum, soru sorabiliyordum... Ortam seçiyordum sanırım... Neyse, harçlıklarımı hep buralarda harcadım, param bitince de kütüphaneye gidiyordum, ders çalışmak için değil de bir şeyler okuyordum, sessizliği seviyordum. Yurt kalabalıktı ve çok gürültülü oluyordu... Dışarı çıkıyordum, Ankara'da görmediğim taş kalmadı, o kadar söylüyorum sana. Bir iki arkadaşım vardı, aramız fena değildi, arada onlarla da geziyordum. Bira alıyorduk, parklarda içiyorduk falan... Gizli gizli. Sanki biri elimizden alacakmış gibi... Bir buçuk sene de böyle geçti derken, sınav geldi çattı. Matematik hakkında hiçbir fikrim yok, ilk sınav zaten tüm dersler; fen falan bilmiyorum. Biraz Türkçe, biraz İngilizce yapsam barajı geçerim herhalde diye düşünüyordum... Arada evden arıyorlardı; "İyi." deyip geçiştiriyorum tabii... Girdim çıktım sınava, kötü geçti. Ne okumak istediğimi biliyordum aslında ama korkuyordum. Cesaretim yoktu söylemeye. Kesecekler mi beni? Hayır. Ama diyemiyordum işte. Kendime bile itiraf edemiyordum ki... Sonuçlar açıklandı, bir baktık; puanım düşük. Hocalar pek şaşırmadı ama bizimkiler şoka girdi. Babam tutturdu "Mühendislik." diye... Annem en azından maliye, bankacılık, ne bileyim öyle bir şey olsun istiyordu. "Yok." dedim, "Puanım kötü. Ben bir sene daha hazırlanayım." Amaç ders çalışmak değil de vakit kazanmak, bazı şeyleri kendime itiraf edebilmek... Başta itiraz etseler de hocaların baskısıyla kabul ettiler. Ankara'da kalmak istedim, çünkü seviyordum. Ekonomik olarak zor olacaktı ama en sonunda "Tamam." dediler. Her şeyi hallettik ama ben o sene... Dedemi ve babaannemi kaybettim... Trafik kazasında. Ani oldu, bir sürü borç kaldı, babama tabi... E öğretmen maaşları belli. Ortalama bir aileyiz. Benim masrafım da olacaktı. Babam "Mersin'e dön." dedi. Hiç istemesem de onları zora sokmamak için dönmek zorunda kaldım. O günden beri hiç gitmedim Ankara'ya... Çok spesifik bir anım yok ama bana çok yakın arkadaş oldu o şehir, kendimi hatırlattı. O yüzden yeri ayrıdır. Kişiliğimi, mesleğimi orada buldum ben..."

"Sonra ne oldu? Mersin'e dönünce?"

Efe esneyip duran kıza bakıp gülümsedi. Nasıl basit bir hareket bile bu kadar güzel durabiliyordu yüzünde? Yutkundu ve yavaşça yanağına küçücük bir öpücük kondurdu. Güneş bu öpücükle daha çok mayışırken Efe devam etti. "Sonra... Mersin'e döndüm. Tanıdıklar sayesinde indirimle zar zor dershaneye kaydoldum. Ama yine çalışmadım ve puanım yükselmedi. Çünkü kendimle geçinememeye başlamıştım. Mersin'i sevmiyorum bana hiç iyi gelmiyor..."

"Hiç gitmedim Mersin'e."

"Bir şey kaybetmemişsin."

"Orayı da merak ediyorum ama!"

Güldü Efe. Şaşırmıyordu artık. "Başka merak ettiğiniz neler var peki Güneş Hanım?"

"Hikayenin devamı..."

"Şöyle oldu... Aynı puanı alınca bu kez hem annem, hem babam, hem de hocalar yüklendi ve ben onlara "Tiyatro veya sinema ile ilgili bir bölüm okumak istiyorum." diyemedim... Sayısalı sevmediğimi, yeteneğimin de olmadığını anlamışlardı. "Edebiyat oku bari!" dediler, "Belki öğretmen falan olursun..." "Düşündüm, belki severim." dedim. Üniversiteye başladım ama hiç sevmedim. Lisedeki gibi değildi. Sonra derslere de girmemeye başladım. Koptum iyice... "E geçen bunca zaman ne yaptın? diye sorarsan buna cevap veremem. Gerçekten hayatımın en boş dönemleriydi... Sene sonu geldi... Bir sürü dersten kalmıştım, kiminde sınavdan kiminde devamsızlıktan. Aslında basitti. İstemiyordum. Üniversiteye devam etmek zorundaydım ama böyle de devam edemezdim... Zaten birinci sınıf derslerini alttan alıyordum, bir de ikinci sınıf vardı... Baş edemedim. Bölümü bırakmaya karar verdim. "Tiyatro okumak istiyorum!" dedim kendime. Nasıl yapacağıma ve nasıl çalışacağıma dair hiçbir fikrim yoktu ama bir yerden de başlamam gerekiyordu. Ben de bir adım attım, zor da olsa, gizlice. İlk önce Mersin'deki bir kursa gittim. İşte konservatuara öğrenci hazırlıyorlardı, görüştüm falan sonra-"

Efe durdu, başını eğip göğsünde yatan Güneş'e baktı. Gülümsedi. Uyumuş muydu acaba? Kıza seslenmek istediyse de vazgeçti bu fikirden. Hiç kımıldamadan birkaç dakika bekledi. Ses gelmeyince ve kızın düzenli nefes alıp verdiğini anlayınca uyuduğuna kanaat getirdi. Dudağını sarkıttı, uyumadan bir kez daha öpebilseydi keşke... Saçlarına dokunsa, sevse, koklasa... Sırtında gezdirse mesela ellerini, parmakları o yumuşacık tende dolaşsa... Güldü içinden. Kız göğsünde çırılçıplak yatıyordu, bedenleri dolanmıştı birbirine ama yetmiyordu işte... Daha fazlasını istiyordu hep. Birkaç nefes aldı, gözlerini tavana dikti. Karanlıkta parlayan yıldızlara baktı uzun uzun. "Güneş'in sevdiği kadar varmış." dedi içinden. Dudaklarında kocaman bir gülümseme belirirken gözlerini yumdu ve burnuna dolan yasemine karışmış Güneş'in kokusunu içine çeke çeke uykuya daldı.

***

Selamlar! 🤗
Bu sefer süre biraz uzun olmuştu ama içime sinen, sakin bir ara bölümle karşınızdayım. 🙏
GünEfe yine başbaşa, biraz eski günlere döndüler, sarıldılar, duygulandılar ve çokça güldüler.
Umarım sevmişsinizdir ve gecenin sabahını merakla bekliyorsunuzdur tıpkı yorumlarınızı beklediğim gibi 🙈 Bir de oylarınızı tabii ki 🙏
Şimdiden çok teşekkür ederim 🥰
Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle!
Sevgiler, Florina 💛

Продолжить чтение

Вам также понравится

MAGENTA bookgirlmy

Подростковая литература

138K 10.8K 11
Tesis'te başarılı bir ajan olan Magenta Mavi Mibalva'nın, Venator ekibine transferi gerçekleşir. Görevler, kaçışlar, aksiyonlar ve rakipler. Aşk, deh...
Bal Bade'm (Gerçek Ailem) wolfbakışlıspidey

Подростковая литература

679K 45.4K 35
17 Yıl sonra gerçekleri öğrenen Bade, yıllardır onu arayan abilerine giderse. Azıcık dram. Bolca eğlence. Bolca aksiyon. Bir tutam da kaos. Daha...
ALACAKAN Yazal

Подростковая литература

381K 26K 9
Kalbini savaş meydanında bırakmış bir asker, o intikamı elbet bir gün alır. ... Alakurt lakâbıyla bilinen Kurter Alacakan, ülkesinin en başarılı aske...
NEFES (+18) zeynepclkzc

Подростковая литература

558K 23.7K 22
Kardeşi Mert için gittiği bir barda seçtiği bir adamdan hamile kalmayı planlayan Duru'nun tek amacı doğacak olan bebeğinin kardeşine nefes olmasıdır...