Geçmişin Mezarı (Tamamlandı)

Від selinselne

147K 13K 5.1K

~Wattys2021 Gizem/Gerilim kategorisi kazananı~ *Yetişkin içerik!* -Ağırlıklı olarak polisiye, romantizm, giz... Більше

GM | TANITIM
GM | Yazardan Not
GM | 1 | Bilinmeyen
GM | 2 | Teklif
GM | 3 | Zaaflar ve Sınırlar
GM | 4 | Sıfırdan
GM | 5 | Kâbusların Pençesinde
GM | 6 | Korkunç Kanıtlar
GM | 7 | Ölüm Seremonisi
GM | 8 | Soruşturma
GM | 9 | Kaynağı Belirsiz Bir Ses
GM | 10 | Çarmıhın Dört Bir Yanı
GM | 11 | Gizlenmesi Mümkün Olmayan
GM | 12 | Geçmişin Arkasına Saklanan Ölüler
GM | 13 | N ve R
GM | 14 | Raven Mâlikanesinin Ölü Tarafı - 1. Kısım
GM | 15 | Raven Malikânesinin Ölü Tarafı - 2. Kısım
GM | 16 | Gömülen Sırlar
GM | 17 | Geçmişten Gelen
GM | 18 | Mezarların Nefesi
GM | 19 | Araf
GM | 20 | Mezarı Kazılan Kadın
GM | 21 | Geçmiş, Şah Damardan Daha Yakın
GM | 22 | Lanetli Soy
GM | 23 | Ölüm Silsilesi
GM | 24 | Cehenneme Ramak Kala
GM | 25 | Ölümle Baş Başa
GM | 26 | Bir Günlüğüne...
GM | 27 | En Büyük Korku
GM | 28 | Kambur Kadın
GM | 29 | Tünellerde Gezinen Belirsiz Adımlar
GM | 30 | Siyah ve Beyaz
GM | 32 | Ölümlülerin Cesetleri
GM | 33 | Nefessiz
GM | 34 | Geçmişten Bir Tutam Sır
GM | 35 | Ölüm Dansı
GM | 36 | Dolunay
GM | 37 | Kurban
GM | 38 - Final | Kimse Göründüğü Gibi Değildir
GM | Yazardan Not

GM | 31 | Gri

2.6K 278 57
Від selinselne

🪦

16 Mart, Pazartesi, 13.31

Hastane koridorunda attığım adımlar yer sarsacak raddeydi. Babaannemin durumundan endişe ediyordum çünkü. Bazen aile bağlarını önemseyen sıradan bir insan olmak benim de hakkımdı. Ya da bugün çok doluydum.

Victor kaçmıştı ancak katilin o olduğunu ispatlamıştım. Her ne kadar bu işle ilgilenen bir dedektif olmasam da, Linda'nın cinayetinde çalışma iznim olmasa da ve bu soruşturmayı gizlice yürütsem de babamın ve elbette ki Raven soyadının yardımlarıyla bu işi resmiyete taşımıştım.

Öğlen saatlerinde İsveç Emniyet Müdürlüğünün verdiği arama emriyle her yerde Victor'u arıyorlardı. Kaçacak pek bir yeri yoktu. Havaalanları, tren garları ve eyalet değiştirebileceği her seyahat acentesine haber verilmişti. Elbette ki ben de bir yandan izini sürmeye devam edecektim.

Babaannem ise yoğun bakım ünitesinde ciğerlerine ve kalbine nüfuz eden zehirden arındırılmaya çalışılıyordu. Bayan Norris'in de haberdar olduğu aşikârdı. Lakin onu suçlayacak bir delilim yoktu ki zaten olsa bile suçlamazdım. Çünkü Sarah bana, "Kendi iyiliğimiz için Bayan Norris'e iyi davranmamız gerekiyor dostum, içtenlikle söylüyorum ki bunun için çok sağlam nedenlerim var," demişti. Sarah'ın sabahtan beri bir karın ağrısı olduğunu seziyordum. Fakat her ne kadar ısrar etsem de o sağlam nedenleri dillendirmemişti. Ona güveniyordum. Mutlaka bir bildiği olmalıydı ve bu bildiğini en uygun gördüğü zamanda bana anlatacaktı.

Olivia ise Victor'un attığı cam parçası yüzünden yaralanmıştı; daha önce kâbuslarımdan birinde gördüğüm gibi. Sol kolunun iç kısmına gelen cam parçasını küçük bir operasyonla çıkartıp dikiş atmışlardı. Durumu gayet iyiydi. Ancak Victor'un akıllı oynadığını kabullenmek lazımdı. Keza şaşırtma yapabilme konusunda ustaca davranmıştı. Odadayken bana, "O katillerden biri tam arkanda duruyor," derken aslında Olivia'dan bahsettiğini anlayabilmiştim. Benim mistik olaylardan etkilendiğimin farkındaydı ve Olivia'yı kandırmacasında inandırıcı olabilmek için işin içine dâhil etmişti. Zira Olivia'nın açtığı kapını çıkarttığı gıcırtıyı lehine çevirerek dikkat dağıtmıştı.

Yine de böyle bir aldatmacaya kandığımdan dolayı kendimi suçluyordum. Ama içten içe sessiz kalan insani yanım bu durumun normal olduğunu savunuyordu. Kambur Kadın'ın ve tabii Raven Malikânesindeki diğer doğaüstü olayların etkisinde kalmamak mümkün değildi. Benim de bu durumdan etkilenmem olasıydı. Fakat yine de hata yapmamam gerekiyordu. Hata yapma lüksüm yoktu; hele de birçok kişinin canı benim gözetimimdeyken. Fazlasıyla mahcup, hatalı ve tam bir akılsız olarak görüyordum kendimi.

Aklımı toparlayıp düşününce cinayetin tam olarak nasıl işlendiğini çözmüştüm. Linda ile Victor o gece babaannemi öldürmek için rastgele bir plan yapmışlardı. Zira sabırları tükenmişti. Yüksük otunun babaannemi öldürdüğü falan yoktu ve açıkçası ikisi de onun ölümünü beklemekte kararsızdı.

Hızlı kurulan ve üzerine düşünülmemiş bir plan sonucu Victor bahçeye çıkmıştı. Tahminimce Linda da plana ayak uydurarak babaannemi çalışma odasına getirecekti. İkinci katın batı kanadındaki çalışma odası cinayet işlemek için uygun bir yerdi. Zira o katta sadece Victor, Linda ve Simon kalıyordu. Yani başka bir aile üyesi o kata sık sık ve belki de hiç gelmiyordu. O kat, onların özel alanıydı.

Cinayetin en mantıksız olduğu noktada benim de kafam karışıyordu. Linda babaannemi çalışma odasına götürmeyi başaramamıştı ama kendi bir şekilde gitmişti. Babaannemin söylediğine ve bulduğum kanıtlara göre babaannem, o sırada odasında uyumak için hazırlanıyordu. Linda'yı o çalışma odasına götüren bir şeyler yaşanmış olmalıydı. Benim ilgilendiğim kısım da tam burasıydı.

Sonuç olarak Linda çalışma odasına gitmişti. Victor ise yağmurlu, fırtınalı ve karanlık havaya rağmen malikânenin dışına tırmanmıştı; sonra da aynı planladıkları gibi pencerenin kenarında babaannemi öldürmek için pusuda beklemişti. Lakin o sırada Linda, plandan dönmek zorunda kalmıştı. Yine de çalışma odasındaydı. Muhtemelen Victor'u camdan içeriye alacak ve babaannemin peşine düştüğü sırada yaşadığı garip olayı anlatıp cinayet işlemekten vazgeçeceklerdi. Ya da sadece erteleyecek de olabilirlerdi.

Linda odaya girdiğinde korkmuş bir hâldeydi. Bir an önce Victor'la konuşabilme umuduyla cama yaklaşmıştı. Fakat tam o sırada yaşadığı garip olay devam ediyor olmalıydı ki dikkati dağılmıştı ve geri geri yürümeye başlamıştı. Sanırım odanın içindeki diğer belirsiz kişi –ki bunu tam anlamıyla mantığıma oturtamıyordum- Linda'yı korkutmuştu. Linda da panikle cama ulaşmaya çalışmış, telaşından dolayında ayağından çıkan ayakkabıyı fark etmemişti.

Victor ise fırtınalı havaya rağmen içeriyi görmeye çalışıyordu. Analizlerime ve kesin kanıtlara göre Linda, babaanneme fiziksel anlamda en çok benzeyen kişiydi. Bu durumda da Victor, dışarıdaki fırtına yüzünden Linda ile babaannemi ayırt etmekte zorlanmıştı. Ayrıca cinayet işleyeceği için de ister istemez tedirgin, panik, endişeli ve telaşlıydı. Bir an önce cinayeti işleyip gitmek istiyordu. Aynı zamanda Victor, planın bozulduğundan da habersizdi. Bu da aslında Linda'yı isteyerek öldürmediğinin bir kanıtıydı.

Muhtemelen cinayet planı şu şekildeydi: Linda babaannemi cama yaklaştıracak, Victor da dışarıdan babaannemi aşağı çekecek ve sonra da kaçıp gidecekti. Fırtınalı bir havada babaannemin ayağının kayıp düşmesi polislerin gözüne batmayacak bir durumdu. Zira Victor'un cinayeti işleyip de gitmeden önce camı açık bırakmasının nedeni de tam anlamıyla buydu. Polis, Linda'nın ayağının camdan gelen yağmur suyu yüzünden kaydığını düşünüyorsa, babaannem için de aynı şeyi düşünecekti. Tabii ölen babaannem olsaydı. İşte Victor ve Linda, işleyecekleri cinayeti aynen böyle planlamış, kurtulmanın yolunu da bulmuşlardı.

O sırada olaylar çok hızlı gelişmişti. Linda korkuyla geri geri yürümüş, Victor da hızla camı açmak pencerenin pervazına vurmuştu. Pervazın vidaları da bu yüzden esnemiş ve kırılmıştı. Sonrasında Linda, arkasından pencerenin kırıldığına dair büyük bir ses duyunca o anki korkusu ikiye katlanmıştı. Panikle bocalamış olmalıydı. Tek ayakkabısı da ayağında yoktu ve ayakkabının topuğu yüksek olduğu için tökezliyordu. Victor'un hızla ittirdiği pencere içeriye doğru açıldığından dolayı Linda'ya çarpmıştı. Linda da o anki paniğiyle kaymış ve düşmüştü. Başını da pencerenin yanında duran masanın köşesine vurunca ölümü kaçınılmaz olmuştu.

Victor, babaannem sandığı karısının öldüğünü fark edince o anki katil psikolojisi yüzünden hızla olay yerinden kaçmıştı. Zaten Linda öldükten yarım saat ila kırk dakika sonra gelmişti malikâneye. Herkes onu yürüyüşte sanıyordu. Diğerlerinin şüpheleri yok etmeliydi. Zira o yarım saat ila kırk beş dakikada da vicdanını ve suçunu hafifletmeye çalışıyordu.

Sonra dikkat çekmemek için malikâneye geri dönmüştü. Ancak artık çok geçti. Linda ölmüştü. Babaannem yaşıyordu.

Victor ise olan biteni idrak edebildiği zaman tam anlamıyla depresyona girmişti. Hem katildi hem yalnız. Karısı gitmişti, oğlu da olanlardan bihaberdi. Üstelik parası da kalmamıştı. Raven ailesiyle arasındaki tek bağ olan karısı Linda, artık yaşamadığı için şirket hisseleri elinden alınacak ve ona miras kalmayacaktı.

Kuzey'in söylediklerinin, ailedeki diğer üyelerin ve gözlemlerimin bana belirttiği kadarıyla Victor, normalden daha fazla acı çekiyordu. Suçlu olduğunun bilinceydi. Bu yüzden cenazede acı çekmişti. Pişmandı elbette. Fakat bu suçsuz olduğu anlamına gelmiyordu.

Neticesinde de cinayetteki her türlü sır açıklığa kavuşmuştu.

Bir sır hariç.

Linda'nın o çalışma odasına nasıl geldiğini, neyi gördüğünü, ne yüzden korktuğunu bilmiyordum. Bütün bu olay örgüsünün içindeki doğaüstü kısım da burasıydı.

Peki ya o şey... Kambur Kadın olabilir miydi?

Belki de Linda o odada bulunan kitaplığın arkasındaki gizli geçitten çıkan birilerinden korkmuş olabilirdi. Belki Rosa... Belki bambaşka biri... Tüm gözlerimin sonucu olarak bu iki ihtimali değerlendirmiştim. Fakat Rosa, bana yardımcı olmak için türlü ipuçlarını önüme bırakıyorsa, kitaplığın arkasındaki küçük hücresinden cinayeti izlemiş olabilirdi.

O gün... O çalışma odasında kaç kişi vardı? Ve neler yaşanmıştı?

Her ne kadar cinayeti çözmüş olsam da daha çözmem gereken mistik bir gizem vardı ve ne olursa olsun o gizemi çözecektim.

"Dedektif," dedi koridorun köşesinden dönerken hafifçe çarpıştığım Kuzey.

Başımı kaldırarak gözlerine baktım. "Kuzey..." diye mırıldandım. "Doktorla konuşmaya gidiyordum."

Kolumdan tutup geçişimi engelledi. "Hayır, gerek yok buna, ben konuştum ve hallettim."

Gerginliğimden dolayı yukarıya kalkan omuzlarım düşerken, "Pekâlâ," diye mırıldandım. Yorgunluğum had safhaya ulaşmıştı.

Kuzey kolumdaki eli sayesinde beni kendine doğru çekti ve diğer eliyle çenemi kavradı. Yüzüme yakınlaşıp gözlerime baktı; dikkatlice. Birkaç saniye inceledikten sonra çenemdeki parmakları yanağımla boynum arasındaki bir noktaya dağılmıştı.

"Fazla bitkin görünüyorsun, güzelim," dedi usulca. "Biraz dinlenmek ister misin? Buradaki işimiz bitti nasıl olsa, malikâneye dönelim."

Konuşmak yerine başımı yavaş yavaş iki yana salladım. "Buradan son bir kez daha emniyete gitmek istiyorum. İşlerin ne durumda—"

"Yapma," dedi netçe. "Bunu kendine yapma Dedektif, canımı sıkıyorsun. Victor kaçtığı için kendine kızdığını ve suçlu hissettiğini anlayabiliyorum. Ancak yorgunken kendin de dâhil kimseye bir faydanın dokunmayacağını da sen biliyorsun."

Gözlerimi kapatarak yüzümde duran elini tuttum. "Hata yaptım Kuzey," dedim dürüstlükle. "Mantıksız davrandım. Olayların sonucunu görebilmeli ve ona göre hareket etmeliydim ama beceremedim. Her şeyi elime yüzüme bulaştırdım."

"Hayır," diye fısıldadı. Nefesi tenime çarpıyordu; bana fazla yakın olduğunu hissedebiliyordum. "İnan bana bu işle senin gibi başa çıkamayan birçok insan olabilirdi senin yerinde. Gayet iyi idare ediyorsun, hatta harika... Henüz bir hafta olmuşken neredeyse bütün aile sırlarını ortaya çıkarttın. Kendine haksızlık ediyorsun güzelim, bence çok bile dayandın bu zorluğa."

Telkin cümleleri bir işe yaramıyordu. Fakat içten içe yalnız olmadığımı, tamamen çaresiz kalmadığımı bilmek iyi gelmişti. Surat ifadem daha da asılınca elini yüzümden çekip beni göğsüne bastırdı. Kolları bütün bedenimi sarmalarken ben de göğsüne biraz daha sokulmuştum. Saklanmıyordum, güç topluyordum. 

Saçlarımda dolanan parmaklarının yanına birkaç küçük öpücük de eklendi.

"En azından akşam yemeğine kadar uyu," diye fısıldadı. "Zaten bütün işler halloldu. Sonrasında da yemekte herkese genel bir açıklama yaparsın. O zamana kadar kimse bir araya gelmez, en uygun zaman yemek saati."

Onaylayan mırıltılar çıkarttığım sırada gözlerim kapanmıştı. Kokusu ve bedenin sıcaklığı beni mayıştırıyordu. Rahatlıyordum. Bunu fark etmiş gibi bana daha sıkı sarıldı.

"Ben o zamana kadar senin yapman gereken her türlü işi yaparım, uyandığında her şey elinin altında olur böylece."

Kuzey'e minnettardım. "Teşekkür ederim, Bilinmeyen," dedim sessizce. "Çok teşekkür ederim."

Şakağıma dudaklarını bastırdığı sırada arkadan hafif bir öksürük sesi geldi. Uyarı amaçlı yapılan bu eylemi fark ederek Kuzey'in kollarından ayrıldım. İsabelle hala, kocası Eric enişte ve Robin amca yanımızda duruyordu.

"İyi misin bebeğim?" dedi kolumu sıvazlayan İsabelle hala.

"Oldukça," diyerek bedenimi dikleştirdim.

Robin amca, "Biz üçümüz şirkete gidiyoruz yeğenim," dedi yanağımı bir baba edasıyla okşayıp. "Victor'un bütün banka hesaplarını kapatmamız ve diğer, hisselerle alakalı işlemleri halletmemiz gerekiyor."

"Sonra da bütün gerekli dosyaları polise vereceğiz," dedi Eric aksanlı bir şekilde. "Ama baban ve Clara burada, Sarah ile Simon'ı da eve gönderdik az önce."

Açıklamasına başımı salladım.

"Alçak," dedi İsabelle kinle. "Bunu yaptığına hâlâ inanamıyorum."

Eric ona hak verircesine kaşlarını çattı ve karısının sırtını ovaladı. Zira İsabelle hala da bitkin görünüyordu. Bitkin ve sinirli.

Ayakta durmakta zorlandığımı anlayan Kuzey, eliyle omuzumu kavradı ve beni kibarca kendine çekti. "Artık sinirlenecek bir şey yok anne, tek yapmamız gereken onu bulmak."

Kuzey'in İsabelle halaya anne demesine şaşıramadan halsizlikten dönen başım yüzünden gözlerimi yumdum.

Robin amca saçlarını geriye doğru tararken, "Haklısın oğlum, bir an önce cezasını çekmeli," dedi taviz vermediğini belirten bir tavırla. "Siz de eve gidin çocuklar. Nora zaten bir hafta boyunca epey yoruldu. Artık katili yakaladığına göre dinlenmeyi hak ediyor."

"Tabii," dedi İsabelle hala. "Özellikle de bugün çok yoruldun tatlım. Sen olmasan başımıza daha kötüleri gelebilirdi." Gülümsedi. "Yemeğini ye ve dinlen, sonuna kadar hak ettin bunu kızım." Sonra Kuzey'e dönerek dudaklarını ıslattı. "Nora'ya akşam yemeğine kadar fazlasıyla iyi bakacağını düşünüyorum oğlum, sana emanet. Zira Victor her yerden çıkıp gelebilecekmiş gibi geliyor."

Kuzey ile aramda olan durumu anlamış oldukları gayet açıktı. Gerçi bu durum şu an beni ilgilendiren en son şeylerden biri olabilirdi.

"Övünülecek bir durum değil," dedim kibarca. "Zaten yapmam gereken buydu, işim bu... Ama daha fazlasını da yapabilirdim."

Robin amcanın kaşları çatıldı. "Zaten elinden gelenin fazlasını yaptın, kızım," dedi azarlar bir tonda. "Bu tarz düşüncelere kapılıp kendini yadırgamamanı rica ederim."

Başımı olumsuz anlamda salladığımda Kuzey benden uzaklaşmıştı. Babamın yanına doğru ilerliyordu. İsabelle hala, Eric ve Robin amcayla birkaç dakika daha teknik işler hakkında konuşmayı sürdürdük. İşe yarabilecek her türlü evrakı bana bildiriyorlardı.

Robin amca ve Eric yanımızdan uzaklaşırken İsabelle hala, "Senin hatan değil," diye fısıldadı. "Bu işte senin hatan yok bebeğim..." Kollarımdan tutarak beni kendine doğru çekti ve sarıldı. "Aksine... Bizi sen kurtardın. Annemi de. Asma güzel yüzünü, canımızı sana borçluyuz."

Ondan uzaklaşıp, "İşimi yaptım sadece," dedim. "Ama... Desteğin için teşekkür ederim hala. İyi ki varsın... Yine de unutma; hâlâ güvende değiliz. Tommy ve Emmy'nin yanından ayrılma. Victor her an geri dönebilir."

Başını salladı ve yanağıma anne edasıyla bir öpücük kondurdu. "Merak etme, sen varken güvendeyiz."

Ona gülümsediğim sırada vedalaşıp hastaneden ayrılmıştı. Dinlenmek için duvarın kenarındaki koltuklardan birine oturdum.

Bir müddet sonra Kuzey elinde bir bardak suyla yanıma geldi. Plastik bardaktaki suyu hızla içip amcamlara veda ettim. Raven Malikânesine gitmeden önce babamdan son bir kez daha babaannemin durumunu öğrenmiş, onunla da vedalaşmış, elimi yüzümü yıkamış ve Kuzey'le beraber arabanın yolunu tutmuştum.

Sert esen rüzgâr ve hızla yağan yağmurdan kaçarcasına arabaya bindim. Kuzey de sürücü koltuğuna oturdu. Klimadan esen sıcak havayla ellerimi ısıtırken çoktan yola koyulmuştuk.

"Malikâneye gidince Victor'un odasını incelemem gerekiyor," dedim ciddiyetle. Şu durumda uyumam mümkün değildi. Gece dinlenebilirdim.

"Tabii, Dedektif," dedi Kuzey. Ancak alay ediyor gibi duruyordu.

İstemsizce esneyerek, "İtiraz etmen yalnızca beni daha fazla yorar, Bilinmeyen," deyip arkama yaslandım.

Usulca omuz silkti. "İtiraz edeceğimi de nereden çıkarttın?"

Cevap vermedim. Gergin hissediyordum ki zaten içinden geçtiğimiz yolların hepsi karanlıktı. Kapalı hava şu günlerde gerginliğimi arttırıyordu.

"Dedektif?" dedi sorarcasına.

Başımı koltuğa koyarak ondan tarafa döndüm ve botlarımı çıkartıp bacaklarımı koltukta topladım. "Bugün su kuyusuna gittim," diye mırıldandım.

Birkaç saniye idrak etmeye çalıştıktan sonra, "Ne?" dedi şaşkınca. "Sabah evden çıkarken oraya mı gidiyordun!?"

"Hım hım," dedim sadece zira fena hâlde uyku bastırmıştı. Ağırlaşan göz kapaklarıma karşı direnemeden gözlerimi kapattım. "Belki Rahibe Katarina'dan bir şeyler öğrenebilirim diye düşündüm, Kuzey. Hatırla; Katarina, Kambur Kadın'la daha önce konuşmuştu. Ayrıca diğer ruhani varlıklarla iletişime geçebiliyorsam Katarina'yla da konuşabilirim sandım."

Algılamakta zorlandığım birkaç tane azar cümlesi kurduktan sonra pes ederek, "Bunu uyanınca konuşacağız," dedi.

Cevap verecek gücümün olmadığını anlamış olmalıydı. Ancak benim de anladığım bir şey olmuştu.

Gözlerimi açabildiğim kadar açtım. "Neden uyuyacağımı düşünüyorsun?"

Direksiyonda olan elinin birini bana doğru uzatıp elimi tuttu. Parmaklarımız birbirine kenetlenirken, "Çünkü yorgunsun," dedi ama bu gerçek cevap değildi. Bir yandan da parmaklarımı usul usul okşuyordu; suçlu psikolojisi.

Sinirli olduğumu belli edemeyecek kadar sakin bir nefes verdim. "Suyuma uyku ilacı kattın, değil mi, Bilinmeyen?"

Çarpık gülümsemesi gözler önüne serilirken, "İnan bana bu kadar erken anlayacağını hesaba katmamıştım, Dedektif," dedi suçunu görmezden gelen bir tavırla.

"Tabii," dedim mayışmış bir tonda. "Yalan söyleme konusunda biraz daha kendini geliştirirsen daha geç anlayabilirdim."

Elimi dudaklarına yaklaştırıp birkaç küçük öpücük bıraktı. "Seni manipüle etmek için daha farklı yöntemler de kullanabilirdim güzelim. Ama kıyamıyorum sana," diye kendini savundu. Utanmadan.

"Kötü polis," dedim mırıldarcasına.

İçten içe ona kızamıyordum ama bunun nedenin uyumak için fazlasıyla baskı uygulayan zihnim olduğuna emindim. Gözlerim yeniden kapandığında sesini duyabileceğim bir tonda güldü.

"Şu uysal hallerinin ne kadar güzel olduğunu tahmin bile edemezsin," dedi keyifle. Hâlâ elimin üzerini ve bileğimi öpüyordu yavaş yavaş.

"Sen bir de uyanınca gör." Kelimeleri son gücümü sarf ederek mırıldanıyordum. "İşte o zaman hırçın hâlimle tanışacaksın... Bilinmeyen."

Bir kahkaha daha. Zihnim ise uykunun yoluna çıkmıştı.

🪦

17 Mart, Salı, 05.49

Dudaklarımdan kopan inlemeyi durduramazken sıçrayarak uykumdan uyandım. Gördüğüm kâbusun etkisini pekiştiren karanlık her yerdeydi. Nefes nefese etrafa bakınmaya çalışıyordum.

Bedenimi sarmalayan kollar daha da güçlenirken, "Sakin ol güzelim, buradayım," dedi dinç bir ses. Kuzey.

Günlerdir aynı sahneyi tekrarlamayı alışkanlık haline getirmişim gibi hızla kollarının arasına sokuldum. Titriyordum. Bu önlenemezdi. Kuzey yine saçlarımı okşuyor, bana sarılıyor, kulağıma fısıldıyor ve beni öpüyordu. İçimdeki korkunun azaldığını hissettikçe titremelerim de azalıyordu.

"Çok terlemişsin," dedi saten geceliğimi sıyırırken. "Terlediğini fark edememişim."

"Sorun değil," dedim yalnızca.

O da bir müddet daha beni sakinleştirmeye devam etti. Mayışan bedenimdeki sızı gittikçe kayboluyordu. Üzerimizdeki yorganı tamamen örterek yatakta sırtüstü döndü ve beni de kucağına çıkartıp göğsüne yatırdı. İtiraz etmeden üzerine rahatça yerleştim. Bir yandan da sırtıma hafif hafif masaj yapıyordu.

"Ne gördün?" diyerek uzun soluklu sessizliğimizi bozdu.

Başımı boyun girintisine yasladım ve, "Sıradan kâbuslar," diye yanıtladım.

Bir süre daha bu şekilde uzanmak istiyordum. Kuzey'le fazlasıyla yakın temasta bulunmak bana iyi geliyordu çünkü rüyamda onu görmüştüm. Kötü bir hâlde. Yine.

"Rahatla, Dedektif," dedi fısıltıyla. Bedenimdeki gerginliği sezmiş olmalıydı. "Su ister misin?"

Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Dışarıdan sızan hafif ışık sayesinde yüz hatları ve gözleri seçilebiliyordu. Tam da bir şeyler söyleyecekken dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Onu hissetmek bana iyi gelen yegâne şeydi. Nazik, yavaş ve oldukça etkileyici olan öpücüğümüz sayesinde gerginliğim uçup gitmişti. Kuzey için de aynı durum söz konusu olmalıydı ki bedeni gevşemişti. Dudaklarından ayrılarak geriye çekildim. Kısa bir vakit boyunca gözlerime baktı sadece.

"Bana kızgın mısın?" dedi aniden. Neyden bahsettiğini anlamadığımdan dolayı kaşlarım çatıldı. Durumu fark edip, "Uyku ilacı yüzünden," diye açıkladı.

Her şeyi o an idrak edebilmiştim. Çünkü son hatırladığım şey hastanede olduğumdu. Ancak sandığının aksine ona kızgın değildim. Kendimi ziyadesiyle dinç, dinlenmiş ve tabiri caizse bomba gibi hissediyordum. Rüyamın etkisinden kurtuldukça uykunun verdiği yapıcı etki kendisini göstermeye başlamıştı.

"Değilim," dedim ciddiyetle. "Kendimi dinç hissediyorum fakat yine de yaptığın işgüzarlığın azarını işiteceksin. Tabii akşam yemeğinden sonra."

Kucağından kalkmaya yeltendiğimde izin vermeden belimden kavradı ve beni kendine bastırdı.

"Gitme," dedi sessiz bir tonda.

Tek kaşım alnıma yükselirken başımı sorarcasına salladım. "Beni özlemiş olabilirsin Bilinmeyen, ben de seni özledim. Ama önce cinayet—"

Dudaklarımızın yeniden buluşmasını sağladığında her ne kadar karşı koymak istemesem de geriye çekildim. İçime kurt düşmüştü.

"Bir şey oldu, değil mi?"

"Hayır, güzelim," dedi saçlarımı sağ tarafa doğru atarak. "Olmadı." Kucağında benimle beraber doğruldu ve sırtını yatak başlığına dayadı. "Hiçbir sorun yok."

Kaşlarımı çattım. "O zaman neden garip davranıyorsun?"

Hüsranla nefesini dışarıya salıp komodindeki abajuru açtı. Işığı algılayan gözlerimi hafiften kıstım. Sanırım Kuzey de benim kadar dinlenmiş olmalıydı, zira öyle görünüyordu.

"Saat altı," dedi önce. Devamını garip bakışlarla beklediğim sırada, "Sabah," diye cümlesini tamamladı.

Gözlerimi kapatırken yavaşça kucağından kalktım ve yataktan indim. "Uyku ilacının bu kadar etkili olduğunu biliyorsan, neden beni uyandırmaya yeltenmedin?" dedim sakince.

"Dinlenmen gerekiyordu Dedektif, bunu sen de biliyordun," diye mazeretini sundu ve ayağa kalktı. "Sen uyurken her şeyi hallettim zaten. Ayrıca—"

"Tamam," diye sözünü kestim. "Olan oldu, boşa tartışmayalım. Şimdi... Daha fazla vakit kaybetmeden bana kısa bir özet geçmen lazım." Gardıroba doğru ilerlerken gözüme takılan detay yüzünden kaşlarım çatıldı. "Vera nerede? Yatağı boş."

Yanıma gelip dolabın kapağını açtı, "Deniz'le birlikte uyumak istediler," dedi.

Başımı sallayarak elimle konuşması için işaret yaptım.

"Victor'dan hâlâ bir haber yok," diye başladı anlatmaya. "Büyükanne bir gün daha hastanede kalacak, bu süreçte onun kaldığı çatı katında araştırma yapabileceğimizi düşündüm. Olivia'nın sağlık durumu da oldukça iyi, sadece pek fazla kolunu hareket ettiremiyor, o kadar. Sen uyurken Sarah'la birlikte Bayan Norris'i ve Valentina'yı araştırdık. İkisi hakkında da birçok bilgi bulabildik. Ancak Bayan Norris için halk kütüphanesini kullanmamız gerekti. Valentina için de çatı katındaki tüm defterleri kurcaladım ve ona ait bilgileri bulabildim nihayet."

"Bayan Norris neden?" diye sorarken üzerimdeki geceliği çıkartmakla meşguldüm.

Rastgele bir kot pantolon ve kazağı yatağın üstüne bıraktıktan sonra yan taraftaki komodine yöneldim. Bel kemerimdeki eşyaların hepsinin yerli yerinde olduğunu görünce iki tane temiz havluyu aldım elime.

Kuzey de bir yandan giyinerek anlatmaya devam ediyordu. "Rahibe olduğu dönemlere dair kayılar kütüphanede mevcuttu. Çünkü o zamanlar İsveç'in tarihiyle alakalı birçok işe girişmiş ve hâliyle de kayıt altına alınmış hepsi."

"Simon ne durumda?"

"Biraz bitkin," dedi ciddiyetle. "O da neredeyse senin uyuduğun zaman dilimi boyunca uyudu Dedektif, kimseyle konuşmadı. Ancak sana anlatması gereken şeyler olduğundan bahsetmişti."

Bel kemerimdeki eşyaları kontrol ederken, "Bu işte bir gariplik var, Kuzey," dedim açıkça. "Dün Victor malikâneden kaçmadan önce odasında bir şey arıyor gibi duruyordu. Ben onu yakalamak için odaya girdiğimde de her yer dağınıktı. Bir an önce kaçması gerektiğini biliyordu. Ancak yine de aradığı şey onun için önemli olmalıydı ki bulmadan kaçmamıştı. Tabii bulduğu da şüpheli."

"Araştırırız," dedi sadece.

"Çatı katını incelemeden önce Victor'un odasına ve tünellere bakacağız zaten. Bugün hiç durmadan çalışmalıyım." Banyoya doğru ilerleyip ışığı yaktım. "Sen duş alacak mısın?"

"Hayır, daha birkaç saat önce aldım," dedi ve benim için banyonun kapısını ardına kadar araladı. "Ama yine de... Seninle beraber duşa girebilirim, su israfı olmasın."

Sıkıntıyla başımı iki yana salladığımda güldü.

"Bu arada Voodoo bebeğini de buldum, Dedektif."

Ona ciddiyetle bakarken banyoya girdim. "Pekâlâ, o hâlde benim banyoda olduğum süre zarfı boyunca onu inceleyebilirsin."

Kapıyı kapatıp derin bir nefes aldım. Kuzey'in endişeli tavırlarını göz ardı etmeye çalışsam dahi gün geçtikçe arttığını fark etmemem mümkün değildi.

Hızlı ve ayıltıcı nitelikte olan bir duşun ardından bedenimi havluyla kurulmaya başladım. Banyonun içi tamamen buhara bürünmüştü. Aynadaki buharı almak için avucumla aynayı sildim ve yansımama baktım. İşte şimdi ziyadesiyle kendime gelmiş bir hâlde görünüyordum.

Kıyafetlerimi üzerime geçirdikten sonra kısa olmasından faydalanabildiğim ıslak saçlarımı rahatlıkla taradım. Nemini de alınca işim bitmişti. Banyodan çıkıp odaya geri döndüm.

Kuzey, pencerenin kenarındaki deri berjere oturmuş, bilgisayarıyla uğraşıyordu.

"Hiçbir şey bulamadım," dedi beni görür görmez. "Voodoo bebekleriyle ilgili klasik bilgiler ve öç almak için yapılan büyüler..."

Saate kısa bir bakış atarak bel kemerimi belime geçirdim. "O bebeği çatı katındaki mutfağa gittiğimizde bir daha inceleriz. Kahvaltıya bir saat kaldı. Zamanımızı Victor'un odasında değerlendireceğiz. Hazırsan, gidelim mi?"

Bilgisayarı kapatıp yanıma geldi. Birlikte odadan çıktık ve doğu kanadına doğru yürümeye başladık. Henüz ortalık çok sessizdi. Sadece mutfak tarafından gelen ufak tefek tıkırtılar duyuluyordu.

Victor'un odasına geldiğimizde bekleme gereği duymadan içeriye girmiştim. Her yer olduğu gibi duruyordu. Kimse temizlememişti ve camı da tahtalarla kapatıp kilit vurmuşlardı.

"Senin fikrin miydi burayı kapattırmak?" dedim pencerenin yanına yürüyerek.

"Evet," dedi ciddiyetle. "Yeniden geri gelebilme ihtimaline karşılık önlem almak isteyeceğini düşündüm ve ben de senden önce kapattım pencereleri."

"Güzel..." diye mırıldandım.

Odanın kenarında durup her yeri göz hapsinde tutmaya çalıştığım sırada Kuzey de kapının yanından bana bakıyordu.

"Kapıya bir el ateş edip açtım, kilitliydi. Elimde silahımla odaya girince Victor pencerenin kenarına doğru yürümeye başladı," dedim ciddi bir tonda. Bir yandan da elimle bulunduğumuz konumları gösteriyordum. "Her şeyi çözdüğümü ona anlattım. O da beni gafil avlamak için arkamda biri olduğunu söyledi. Benim evdeki diğer mistik durumlardan muzdarip olduğumu biliyordu muhtemelen. Çünkü ona belirtmiştim. Sonra ben silahı arkama doğrulttuğumda dolabın üzerindeki eşyaları üzerime devirdi. Başımı çarptım ve hâliyle de sersemledim. O da fırsattan istifade camı kırdı, Olivia'ya doğru bir cam parçası fırlattı ve aşağı atlayıp kaçtı. Gerisini de hastanede anlatmıştım, yakalayamadım."

Omuzlarını yukarıya doğru kaldırarak, "O hâlde suç sende değil," dedi. "Olivia silah sesini duyup gelmiş olmalı. Victor şaşırtma yapmış yalnızca. Olağan bir durum ve—"

"Anlamıyorsun," dedim sakince. "Hata yapma lüksüm yok, Bilinmeyen. Başarılı bir dedektif olmadığımı ben de biliyorum. Ama farkında olduğun üzere burada sadece dedektiflik yapmıyorum. Ailem tehlikede... Karmakarışık bir olay örgüsünün içindeki mistik sırları çözerken bir de Victor'un kaçması tehlikeyi iki misli arttırır."

"Yanlış," diye fısıldadı ve bana doğru gelmeye başladı. "Ailedeki çoğu kişi, büyükanne de dâhil, senin sayende güvendeler. Doktorun ne dediğini duydun. Eğer sen yüksük otunu öğrenmeseydin o ilaç onu ölüme kadar götürebilirdi. Hem de kısa sürede. Bu yüzden lütfen artık kendini kötülemekten vazgeç, olaylara odaklanalım."

Dibime kadar girip hafiften gülümsedi. Bana destek çıkması içimi rahatlatıyordu ama onda bir gariplik olduğuna emindim. Kâbuslarım aklıma doluşunca gözlerimi kapattım.

"Victor'un odada aradığı şeyin ayna olduğunu düşünüyorum," dedim en olası ihtimali değerlendirerek. "Balmumlarını gördüğüm gece bu odada elinde ayna sayesinde Linda'yla konuşuyor gibiydi, demiştim sana. Ayrıca Simon yemekte o aynadan bahsetmişti. Victor için değerli olmalı. Bu da onu yakalamak için bir fırsat demektir. Aynayı yem olarak kullanacağız."

"Tabii önce bizim bulmamız gerekiyor," diye mırıldandığında gözlerimi açıp ona baktım. Etraftaki eşyalara kısaca göz atıyordu. "Belki de yanına almıştır, Dedektif."

"Sanmıyorum," dedim yan tarafımdaki çekmeceleri açarak. "Üzerimde o aynayı taşısaydı eğer bunu fark ederdim. Ayna çok da küçük değil."

Kuzey bana hak verirken odayı karıştırmaya devam ettik. Kahvaltı saatine kadar karıştırdıktan sonra her odada olduğu gibi Victor'un odasındaki guguklu saat de ötmüştü. Odada hiçbir şey bulamadığımızdan dolayı duvarlarda gizli geçit kapısı olup olmadığına baktık ve yemeğe inmek için kapıyı kilitleyip çıktık.

Merdivenlerden aşağı indiğimiz sırada aklıma gelen şeyle Kuzey'in kolunu tuttum. Onu kendime doğru çekince anında bana yaklaştı. Etrafı kolaçan ettim.

"Gizli geçitler," dedim çok sessiz bir fısıltıyla. "Victor gizli geçitlerden haberdarsa aynayı alabilmek için malikâneye ikinci bir yoldan girebilir."

Kuzey, kaşlarını çatıp, "İyi de hangi yolun nereden girişi olduğunu nasıl bilebilir?" dedi şüpheyle. "Malikânenin yer altı katlarındaki tünelleri gördün, Dedektif."

"Yanılıyorsun," diye fısıldadım. "Victor yıllardır burada yaşıyor. Mutlaka bildiği bir yol vardır."

"Çocuklar!" dedi aniden yanımızda beliren babam. "Günaydın."

Onu beklemediğim için hafiften irkilerek ondan tarafa döndüm. Kuzey, aramızda epeyce yakınlık olduğundan dolayı ister istemez birkaç adım benden uzaklaşmıştı. Babam ise yüzünde muzip bir gülümsemeyle bize bakıyordu. Şimdi de liseli kızlar gibi aşk hayatımı babamın gözlerinin önüne sermiş oluyordum. Durum vasattı. Kahkaha atmak isterdim ama maalesef... Bunu yapamıyorum Nora.

"Günaydın... Marcus," dedi Kuzey tebessüm ederek. "Biz de kahvaltıya iniyorduk."

"Harika!" dedi babam durumdan hoşnut olduğunu belirtircesine. "Geceniz nasıldı? İyi uyuyabildin mi kızım? Kuzey'in sana iyi baktığına eminim."

Gergince, "Gayet iyi uyudum," dedim.

Kuzey'le göz göze geldik. Sanırım aramızda olan biteni birileri babamın kulağına fısıldamıştı. Ya da babam bir gün boyunca Kuzey'in odasında uyuyor oluşumu göz ardı etmemişti.

Babam omuzumu sıvazlayıp saçlarıma küçük bir öpücük kondurdu. "Elbette, bu sabah epey güzel görünüyorsun zaten. Gözümden kaçmadı." Birkaç saniye süren gergin sessizlikte, "Değil mi oğlum?" dedi Kuzey'e hitaben.

Daha çok gerildim.

Kuzey ise biraz şaşkındı. "Evet... Evet, tabii çok güzel görünüyor," diye toparlamaya çalıştı. "Aslında her sabah... Yani her gün olduğu gibi, güzel ama..." Eliyle hafif çıkmış kısa sakallarını kaşıyarak kelimelerini düşündü. "Tıpkı senin gibi Marcus," dedi elini babama doğru uzatırken. "Yani... Sana benziyor demeye çalışıyorum."

İşin aslı Kuzey'in bu gerginliğine gülmemek için dişlerimi sıkıyordum.

Babam hınzır bir gülüş sergileyerek Kuzey'in omuzunu pat patladı. "İltifatın için sağ ol, oğlum."

Kuzey eliyle ensesini ovalarken boğazını temizleyip, "İnelim mi?" dedi ve merdivenleri işaret etti.

Babam yüzünden silinmeyen gülümsemesi eşliğinde alt kata doğru yol almaya başladı. Biz de arkasından ilerliyorduk. Kuzey'e yandan bir bakış atarak alayla tek kaşımı kaldırdım. Ellerini ne yapabilirdim ki, dercesine iki yana açıp başını sağa sola salladı. Burnunun çevresinde beliren hafif kırmızılıklar içten içe utandığını belli ediyordu. Arada bir karambole gelişen olaylar yüzünden sıradan bir aile üyesi gibi hissediyordum ve bu inanılmaz hoşuma gidiyordu.

"Yakalandın," diye fısıldadım alay eder gibi.

Kuzey, önümüzden yürüyen babama kısa bir bakış attı. "Biraz daha konuşursan seni burada öperim. Hatta hızımı alamadan öperim, deli gibi."

Beni tehdit etmesine şaşırarak gülmeye başladım. "Kolla kendini, Bilinmeyen," dedim alay etmeye devam ederek. "Beni tehdit etmenin cezası büyük."

Yemek odasına girmeden önce belimden tuttu ve, "Umarım bu sefer kelepçelerini kullanırsın, Dedektif," diye fısıldadı kulağıma, beni içeriye yönlendirdi. Herkesin ortasında böyle ani şeyler söyleyip bana kur yapmasını seviyordum.

Yemek odasındaki herkese kısa bir selam verip sandalyeme oturdum. Babaannemin sandalyesi boştu. Fakat herkes durumunun gayet de iyiye gittiğini söylüyor, bana teşekkür ediyorlardı.

Açıkçası dünkü Victor olayını aile üyeleri sindirmiş gibiydi. Hâlâ söyleniyor, üzülüyor, sinirleniyorlardı. Ancak dün olduğu gibi büyük tepkiler gösteren olmamıştı. Aksine, içlerinin rahat olduğunu belirtiyorlardı. Linda'nın da babaannemi öldürmek istediğini bildikleri için hayal kırıklığına uğramışlardı tabii. Yine de bütün Raven ailesi işler çözüme kavuştuğundan dolayı büyük oranda rahatlamıştı. Olayların iç yüzünü bilmiyorlardı. Söylemeye de niyetim yoktu.

Kahvaltıdan sonra genel bir açıklama yapmıştım. Olayların ve cinayetin gelişme sürecini herkese anlatmıştım ve tetikle olmaları gerektiğini bildirmiştim. Beni onayladıktan sonra herkes kendi işinin başına geri dönmüştü. Birkaçı şirkete, birkaçı hastaneye, birazı emniyete, gençler dışarıya, çocuklar eğitime... Malikâne yeniden boş kalınca bana da gizli geçitlere göz atmak için fırsat doğmuştu. İhtimallerime göre Victor malikâneye bir şekilde geri dönmeye çalışacaktı. Kapıdan girip herkese kendini gösteremeyeceği için geçitleri kullanması en olası seçenek olarak gözüküyordu. 

Kuzey ve Sarah'la beraber ortak salonda oturuyorduk. Plan yapmamız gerekiyordu. Şöminenin başına geçip yükselen alevlere baktığım sırada Kuzey boğazını temizledi.

"Öncelikle Victor'un izini sürebilmek için tünellere bakacağız, değil mi?"

"Evet," dedim kısaca. Düşünüyordum. "Kuzey, sen benimle birlikte gelebilirsin. O sırada Sarah da çatı katındaki eski mutfağa göz at—"

"Olmaz dostum!" diye araya girdi Sarah. Oturduğu çiçek işlemeli lacivert koltuktan kalkarak kollarını göğsüne bağladı. "Ben seninle geleyim. Kuzey çatı katına çıkabilir... Hem Kuzey oraya daha aşina. Araştırması daha kolay olur falan işte... Ben geleyim... Ben ve sen. Kız kıza, ha?"

Mimiklerine ve el kol hareketlerine bakıp Sarah'ı çözümlemeye çalıştım. Korktuğundan dolayı itiraz etmemişti. Zira korktuğunu hiç sanmıyordum. Tedirgindi. Nedenini anlamasam da tedirginliği yüzüne yansıyordu.

"Başınıza bir şey gelebilir Sarah," dedi Kuzey. "Tünellerdeki kadını biliyorsun... Rosa'yı... Üstelik Victor'u bulmak için tünellere gidiyorsunuz. Ya sizi daha önce—"

"Tamam," diye lafını böldüm Kuzey'in.

Sarah sorarcasına bana bakmaya başlamıştı. Kuzey de öyle.

"Kuzey, sen çatı katına gidiyorsun. Ben de Sarah'la tünellere göz atıp geleceğim."

"İkinizi tek başınıza göndermeyeceğim," dedi Kuzey, katı bir ifadeyle.

Ağzımı açıp itiraz edeceğimde ortak salona başka biri girdi.

"Ben Nora'yla beraber giderim arkadaşlar," dedi kapının önünde duran Simon. Tek elini pantolonunun cebinden çıkarttı ve Sarah'la Kuzey'i gösterdi. "Siz çatıya çıkın en iyisi ya. İkiniz çabuk hallediyorsunuz işleri."

Odadaki herkes kendi çapındaki itirazlarına devam ediyordu. Ellerimi belime koyarak hepsini sırayla süzdüm. Herkeste bir gariplik olduğu aşikârdı. Ancak bu garipliğin nedeni neydi? İşte orası muamma...

"Yeter," dedim en otoriter sesimle. Herkes bana odaklandı. "Her seferinde size tartışarak vakit kaybediyoruz, demekten sıkıldım. Kararları ben veririm ve siz de uyarsınız. Daha doğrusu kararlarıma uymak en mantıklısı olur. Evet, ben de biliyorum; sizler birer dedektif değilsiniz ve işimiz profesyonel olmaktan çok ama çok uzak. Hatta belki çocuk oyununa benziyor. Ya da meraklı birkaç gencin ailesini kurtarma hikâyesi, gibi geliyor kulağa. Ama ne olursa olur kuralları ben koyuyorum. Ayrıca hepinizin benden sakladığı bir şeyler olduğunu biliyorum. Bu konu şimdilik rafta..." Tek kaşımı kaldırdım ve başımı yana eğdim. "Şimdilik!"

"Evet! Dedektifi dinlemek lazım," dedi Sarah elini kolunu sallayarak. Şüpheciydi.

Kuzey, "Pekâlâ," dedi kısaca.

Daha fazla laf kalabalığı olmaması için, "Simon benimle geliyor. Siz ikiniz çatı katında araştırma yapabilirsiniz. Konu kapanmıştır," dedim ve hızla odadan çıktım. "Valentina'ya ait defteri incelemeye alın. Tezgâhın üzerindeki kutunun içindekileri bakın ve duvara gömülü olan Voodoo bebeklerini araştırın. Bu iş artık çok uzadı."

Kuzey ve Sarah çatı katına çıkan asansöre binmeden önce bana onay vermişlerdi. Simon ise benimle beraber üst kata çıkıyordu.

İkimiz ikinci katın doğu kanadına geldiğimizde durduk. Clara ve Robin'in odasının önündeki geçit kapısına yaklaştım.

"Hızlı olacağız Simon," dedim mavi gözlerinin içine bakarak. Başını salladı.

Dikkatlice geçiş kapısını açtım ve önden içeriye girdim. Simon şaşkınca beni takip etti. Beraber tünelin içinde gezinmeye başladık. Etraf çok sessizdi. İkimiz de el fenerlerimizle herhangi bir iz veya benzeri bir şeyler aramakla meşguldük.

"Nora?" dedi Simon sessiz geçen yirmi dakikanın sonunda.

Geçidin sonundaki kiler benzeri yeri görünce o tarafa yöneldim. "Ne oldu?"

"Sence..." dedi ve dudaklarını birbirine bastırdı. "Babam annemi isteyerek mi öldürdü?"

Sorduğu soruyla ciddiyetimin büyük çoğunluğunu kaybetmiştim. Eşyaların önünde durarak el fenerini eski bir vitrinin üzerine koydum. Simon'a dönüp ellerimi belime yerleştirdim. Lakin... Gözlerinde gördüğüm kırgınlık içimde bir yerlerin acımasına neden olmuştu.

"Bak..." dedim ona yaklaşırken. Bir elimi omuzuna koyarken anaç bir tavırla gülümsedim. "İnan bana yalan, en ağır gerçekten bile daha çok yakar insanın canını. Sana karşı dürüst olacağım Simon. Baban anneni isteyerek öldürmedi. Amacı başka birini öldürmekti. Her ne olmuş olursa olsun emin ol ikisi de birbirlerini seviyorlardı... Yalnızca... Hırslarının kurbanı oldular."

Kaşları alnına yükselirken, "Ne demek ki bu?" dedi fısıldar bir tonda.

"Anneni henüz kaybettin, babanı da kaybetmek korkuyorsun anlıyorum ama—"

"Hayır!" diye lafımı kesti. Tedirgin bir tavırla etrafına bakarak yüzüme doğru eğilmişti. "Anlamıyorsun Nora, babamı kaybetmekten korkmuyorum. Cezasını çekmeli o... Bense... Annemi öldüren gerçek şeyden korkuyorum."

İşte bu oldukça garipti. "Tam olarak neyden bahsediyorsun?"

Gözlerini yumdu ve başını yukarıya kaldırdı. Bu sırada elimi onun omuzundan çekerek omuzlarımı dikleştirmiştim.

"Çocukken okuduğum bir kitap vardı benim," dedi usulca. "Gizemli olaylara bayılırdım. O kitapta da büyük bir gizemi anlatıyordu. Büyü tarzı eski kehanetlerden bahsediyordu işte. Yazan kişi Raven ailesinden biri, geçmiş yıllarda yaşamış sanırsam. İsmini vermemiş, kendinden S.R. olarak söz ediyor."

İlgimi çekmişti. Daha net anlatabilmesi için hafiften başımı salladım. Endişeli hâli kaybolmazken anlatmayı sürdürdü.

"Kitapta da ruhani varlıkların insan formuna bürünebileceğini ve ölülerin dirilebileceğini anlatıyordu. S.R. bir tür mistik araştırmacı gibi birisi. Ben de annemin böyle bir şey yaşadığını düşünüyorum... Hatta babamın da."

Aklıma gelen şeyle, "Kitapta yazılanları hatırlıyor musun?" diye sordum hızlıca.

Düşünür gibi mırıldanmalar çıkartırken başını rastgele salladı. "Şöyle böyle diyelim."

Gözlerimi ondan ayırıp etrafı süzdüm. Arkamı döndüm ve yavaş yavaş gezindim eski eşyaların arasında.

"Bazı şeyler kafamda şimdi oturuyor," dedim kendi kendime. Malikâneye geldiğim ilk gün gördüğüm rüyalardan biri zihnimde canlanıyordu. "Kitap sarı kapaklı mı?"

"Ne?" dedi aniden. Arkamdan dolanıp önüme geçti. "Evet de... Sen nereden biliyorsun bunu?"

"O çocuk sendin," dedim mırıldanarak.

Gördüğüm rüyada, elinde sarı kapaklı kitabı tutan çocuk Simon'dı. Demek ki o rüyada kavga eden kişiler Linda'yla Victor'du. Aklımdaki tahmin gitgide doğrulanıyordu.

"Hangi çocuk bendim ya?" diye sordu Simon, aklı karışmış bir hâldeyken.

Ancak ben ona şu an cevap veremezdim. Önce kendi soru işaretlerimi gidermem lazımdı. Eğer o sarı kapaklı kitap Simon'un bahsettiği gibi ölüleri diriltebiliyorsa bunu tek bir nedene bağlayabilirsin Nora.

Doğru... Victor'un odasındayken kendi kendine konuşmadığının en büyük kanıtı da buydu.

Victor, bir ayna aracılığıyla Linda'yla konuşuyordu. Bu, kendi gözlerimle gördüğüm gerçeklikti. Ayrıyeten Simon da yemekteyken Victor'un bir aynayla konuştuğunu dile getirmişti. Eğer sarı kapaklı kitapta yazanlara göre ölüleri ayna aracılığıyla diriltmek de geçerli bir yöntemse Victor bu yöntemi kullanmış olabilirdi. Demek ki Victor, kitabın varlığından haberdardı. Bütün bulgularım aynanın sırrını açığa çıkartmıştı. Victor'un odasında aradığı şeyin ayna olduğu da kesin olarak kanıtlanmıştı. Şimdi ise o aynayı ve kitabı bulmalıydık... Ya da daha mühimi o kitap sayesinde bazı gerçekleri açığa çıkartabilirdim.

Simon hâlâ benden bir cevap bekliyor gibi duruyordu.

"Bize o kitap lazım, Simon. Kitabı bulmalıyız, ayrıca buradaki işimizi erkenden bitirmemiz gerekiyor."

Eşyalara doğru dönerek, "Tamam, o zaman... Ben kitaba bakarım birazdan kütüphaneye inip," dedi.

Birlikte eşyaları incelemeye başladık. Belki işe yarayan bir şeyler bulunabilirdi. Zaten hepsi malikâneye ve Raven ailesine ait olamayacak kadar eski ve kalitesiz eşyalardı. Raven ailesinin bu tarz eşyalar kullanacağını sanmıyordum. Bunları buraya getiren kişi bambaşka nedenden dolayı getirmiş olmalıydı. Zira karmakarışık eşyaların hepsini gözümde bir araya getirdiğimde aklımda bir yatak odası canlanıyordu. Demek ki tünellerde yaşayan birine aitti bu eşyalar. Uygun olan tek bir isim vardı; Rosa. Demek ki kendi hücresinde kalmak yerine burada kalıyordu. Bu, onun yaşaması için daha makul bir seçenekti ama yine de Rosa böyle bir eziyete maruz bırakılmamalıydı. Ona bu eziyeti kim yapıyorsa cezasını verecektim. Ki zaten kim olduğu da aşikârdı.

"Geçen gece kütüphanede neler buldunuz?" Sorduğum soruya karşılık Simon, şaşkın gözlerle bana baktı. "Hani Christoffer'ın tablosunun arkasındaki duvara çizilmiş sembolleri araştırmak için kütüphaneye inmiştiniz Sarah'la. Sonra diğer kitapların arasında, yırtılmış bir not kâğıdı daha bulmuştunuz. Ondan bahsediyorum."

"Hah, tamam!" dedi başını sallayarak. "Sarah'a vermiştim kitapların arasında bulduğumuz o kâğıdı. Sabah telaşla odama geldi, bazen delirmiş gibi davranıyor ama bu işimize yaracak sanki."

Yere çömeldim. Kutuların içindeki kıyafetlerle ilgilenirken, "Evet?" dedim.

Belini doğrultarak yüzünü bana çevirdi. "Ona verdiğiniz, eski dilde yazılı olan alfabeden yardım alarak çevirmiş o kâğıttaki yazıları. Akşam söylemek istiyordu sana, zaten bana da üstü kapalı bir şekilde anlattı. O söyler sonra sana, ama şey... Bahsettiğiniz Christoffer'ın tablosunun arkasındaki duvara çizilmiş saçma işaretlerin anlamını bulduk. Bir tür eski bağlama büyüsüymüş." Gözlerini irileştirdi ve sağ elini cebine soktu. "Korkunç bir büyü, bayağı hem de! Kişinin elini kolunu bağlıyormuş kısaca. Hiçbir şeyi anlamaması için beynini resetliyormuş. Sen bir daha araştırmakla uğraşma diye anlatıyorum... Bu kadar zaten büyünün amacı. Başka da bir amacı yok. Ama şey var bir de... Bu büyüyü yapmak isteyen kişi yapılacak olan kişinin en değerli eşyasını almalıymış. Ve o eşyayı resmine bağlamalıymış. Tabii hokus pokus falan da diyorsun yaparken ama hokus pokusun daha korkunç olanı."

Çatık kaşlarla onu dinliyordum. Kim Christoffer'a büyü yapmak isterdi? Elbette Valentina! Geçen gece onun sana gösterdiği anıyı hatırla Nora... Christoffer, Valentina'yı hiç sevmemiş. Valentina intikam istiyor. 

Doğruydu. Ama unuttuğum bir şey vardı. Babaannem, Christoffer'ın acı içinde öldüğünü söylemişti. Ve elinde bulunan bir parça mektupla...

Taşlar sırayla yerine otururken düşüncelerimi pekiştirdim. Eğer Christoffer lanetlendiyse, ölüm nedeni Valentina olabilirdi. Elinde bulunan kâğıt parçasının nerede olduğunu ise kimse bulamamıştı. Ancak benim bir tahminim vardı. O kâğıt, Christoffer'ın madalyonunun içinde olabilirdi. Simon'un bahsettiği "en değerli eşya" kesinlikle o madalyondu. Çünkü madalyon tablonun arkasında saklıydı; yani en değerli eşya ve resim bir arada duruyordu. Tabii bir de Christoffer'ın biyografisinin yazdığı defter de yanmış bir hâldeydi; büyünün etkisi olabilirdi.

Kuzey, o defteri çatı katındaki arşiv odasında bulunca, neden defterin yandığını anlayamamıştım. Lakin şimdi yapılan büyünün etkisi olduğunu kavrayabiliyordum. Bir gizem daha çözülmek üzereydi.

"Harika," diye mırıldandım. "Peki ya, Sarah'ın eski dilden çevirmiş olduğu kâğıtlarda ne yazıyordu Simon?"

Simon'un ifadesi tedirgin bir şekle büründü. "Onu sana Sarah söylemeli Nora, ben... Bilmiyorum," dedi gözlerini kaçırarak.

"Yalan söylüyorsun," dedim ayağa kalkıp. "Geçen gece o kâğıtlarda yazan rivayetin, Kuzey'e yapılan rivayet olabileceğinden bahsetmiştiniz. Sarah'ın içi rahat etmemiş olmalı ki dün gece rivayetin dilini çevirmiş... Ve öğrenmiş. İçinde tutamayacağına göre de sana söylemiş olmalı. Rivayette ne yazıyordu?"

"Tam olarak Kuzey'e yapılan rivayet olduğuna emin değiliz ki," diyerek konuyu çevirmeye çalıştı. "Sadece bir tahmindi bizimki. Bence daha-"

"Simon!" dedim en baskıcı ses tonumla. "Rivayette ne yazıyor?"

Simon tam ağzını açıp konuşacakken arka cebimdeki telefon çaldı. Hayal kırıklığı içeren bakışlarımı Simon'ın gözlerinden telefona çevirdim. Arayan Kuzey'di.

"Kuzey?"

"Valentina'nın duvarın içine koyduğu Voodoo bebekleriyle senin bebeğin aynı, Dedektif," dedi tedirgin bir sesle. "Bütün bebeklerin içinde bir topak saç var. Seninkinde de öyle."

Kanımın çekildiğini hissederken bir süre durdum. Kuruyan boğazım yutkunmam için baskı yapıyordu.

"Buraya gel. İçim rahat değil," diye mırıldandı. "Gerçekten... Endişeliyim, Nora."

Eğer adınla hitap ediyorsa belli ki bu konuda ciddi! Git, Nora! İpuçlarını boş ver, Kuzey'e de dediğin gibi; ipin ucu kaçtı!

"Endişelenmene gerek yok," dedim rahatlatıcı bir şekilde. "Birazdan geleceğim zaten... Ayrıca senden bir isteğim var."

"Söyle."

"Kütüphaneye gidip bir defter bulabilir misin? Üzerinde altı uçlu, altın işlemeli bir yıldız sembolü var ve sarı kapaklı," dedim rüyamda gördüğüm defteri tarif ederek.

Simon bana garip bir bakış attı.

"Dedektif..." Hızla nefesini üfledi Kuzey. "Bulurum, bulurum da... Sen buraya gel."

Aklımdaki korkunç düşünceleri bir kenara bırakarak tünellerin içinde göz gezdirdim. Burada Victor'a dair herhangi bir şey bulamamıştık zaten.

"Geleceğim, Bilinmeyen."

"Gelmeden gitmeyeceğim."

"Git," dedim yalnızca. "Vakit kaybetme." Telefonu kapattım ve yeniden cebime koydum. "Simon, Kuzey'in yanına inmen gerekiyor. Kütüphaneye gidiyor şu an."

"Hayır, Nora," dedi kaşları çatılırken. "Seni yalnız bırakamam."

"Kararlarıma uymak zorundasınız. Ayrıca yalnız kalmayacağım. Çıkıyorum şimdi çatı katına," diyerek ona yaklaştım. "Ama önce bana söylemen gereken bir şey var."

Yutkundu. Tedirginlikle, "Neyi söyleyeceğim?" diye sordu.

"Kuzey, benimle bir şey konuşmak istediğini söylemişti. Ve sanırım senin benimle konuşmak istediğin şey babanla alakalı."

"Ayna!" dedi hızla. Sanki bunu unutmuştu ve daha yeni aklına geliyordu. "Babamın aynasını almıştım dünden önceki gece... Bakmak için... Sana onu söyleyecektim."

Şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdım. "Ayna sende mi?"

Başını salladı.

"Aynayı al ve Kuzey'in yanına gidip kitabı bul Simon. İkisinin bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Hadi, git. Geleceğim."

Tekrardan başını salladığı sırada çoktan yanımdan uzaklaşmıştı.

Ben de eşya yığınına yaklaşarak feneri vitrinin rafından aldım. Çatı katına çıksam iyi olacaktı ama eşyaların arasında gözüme bir şey çarpmıştı. Bir bebek kıyafeti... Eski, kirli ve kırmızı renk bir tulum... Işığı tuluma tutarak yere doğru eğildim. Arka tarafta kalan yığılı eşyaların arasına karışmıştı. Tulumu elime aldım. Bir bebeğin burada ne işi olabilirdi? Yığılı duran eşyalara göz attığımda birkaç tane daha bebek kıyafetinin ve oyuncakların olduğunu fark etmiştim.

Vitrinin altına sıkışmış küçük çıngırağı da elime aldım. Bu eşyalar Rosa'nın bebekliğinden kalan eşyalar olabilirdi. Fakat kumaşlarına bakıldığında o kadar da eski olmadığı anlaşılıyordu. Tahminimce Rosa yirmili yaşlarında olmalıydı. Kıyafetler ise sadece beş altı yıllıktı; markaları da yeni kıyafet markalarından biriydi. Yani kıyafetlerin sahibi bebek şu anda en fazla beş, altı yaşında olmalıydı.

Pek de büyük sayılmayan sandığın içindeki ıvır zıvırları karıştırdım. Gelende hepsi çöptü ancak... Aralarında pembe bir toka yer alıyordu. Feneri tokaya tuttuğumda üzerinde kalan sarı saç tellerini fark edebilmiştim. Malikânede yaşayan ve sarı saçları olan tek bir kişi vardı. Vera...

"Kahretsin!" dedim kendi kendime.

Anaçlığım yüzünden tedirgindim şimdi. Nefeslerim hızlanırken tokayı bel kemerimin cebine koydum. Bütün eşyaları hızla karıştırarak Vera'nın hatırlayabileceği bir şeyler aradım. Tokayı belki tam olarak hatırlayamazdı.

Bulduğum minicik müzik kutusunu havaya kaldırdım. Eğer Vera'yı tanıyorsam bu müzik kutusuna hayran kalırdı. Müzik kutusu onunsa anında tanıyabilirdi de. Müzik kutusunu ceketimin iç cebine koyduktan sonra çatı katına gitmek için arkamı döndüm. O an... Karşılaştığım surat yüzünden gerileyen adımlarım, eşyaların üzerine basmama neden olmuştu.

Rosa...

Продовжити читання

Вам також сподобається

Son İz Від •Serap•

Підліткова література

15.3K 230 2
"Dediğin gibi, son iz..." Belki de hiç bir zaman, yer etmemiştim onun aklında. Yer etmişsem bile, son iz için yer etmişimdir... "Son izleri ben verir...
1.7M 101K 21
MUM OLMAK KOLAY DEĞİL KİTABININ DEVAMIDIR.
11.3K 1.4K 15
❗️Wattys 2021 Gizem/Gerilim kategorisini kazanan "Geçmişin Mezarı" kurgusunun devam kitabıdır.❗️ *Yetişkin içerik!* ••• Kötülüğünü sırtındaki kamburd...
40.4K 2.7K 64
'Deli gibi severken nasıl kardeş olurum?' --- Keyifli okumalar. Hikayemi uyarlayan ya da çalan olursa önce vicdanına, sonra da adalete teslim ediyoru...