Geçmişin Mezarı (Tamamlandı)

By selinselne

147K 13K 5.1K

~Wattys2021 Gizem/Gerilim kategorisi kazananı~ *Yetişkin içerik!* -Ağırlıklı olarak polisiye, romantizm, giz... More

GM | TANITIM
GM | Yazardan Not
GM | 1 | Bilinmeyen
GM | 2 | Teklif
GM | 3 | Zaaflar ve Sınırlar
GM | 4 | Sıfırdan
GM | 5 | Kâbusların Pençesinde
GM | 6 | Korkunç Kanıtlar
GM | 7 | Ölüm Seremonisi
GM | 8 | Soruşturma
GM | 9 | Kaynağı Belirsiz Bir Ses
GM | 10 | Çarmıhın Dört Bir Yanı
GM | 11 | Gizlenmesi Mümkün Olmayan
GM | 12 | Geçmişin Arkasına Saklanan Ölüler
GM | 13 | N ve R
GM | 14 | Raven Mâlikanesinin Ölü Tarafı - 1. Kısım
GM | 15 | Raven Malikânesinin Ölü Tarafı - 2. Kısım
GM | 16 | Gömülen Sırlar
GM | 17 | Geçmişten Gelen
GM | 18 | Mezarların Nefesi
GM | 19 | Araf
GM | 20 | Mezarı Kazılan Kadın
GM | 21 | Geçmiş, Şah Damardan Daha Yakın
GM | 22 | Lanetli Soy
GM | 23 | Ölüm Silsilesi
GM | 24 | Cehenneme Ramak Kala
GM | 25 | Ölümle Baş Başa
GM | 26 | Bir Günlüğüne...
GM | 27 | En Büyük Korku
GM | 28 | Kambur Kadın
GM | 29 | Tünellerde Gezinen Belirsiz Adımlar
GM | 31 | Gri
GM | 32 | Ölümlülerin Cesetleri
GM | 33 | Nefessiz
GM | 34 | Geçmişten Bir Tutam Sır
GM | 35 | Ölüm Dansı
GM | 36 | Dolunay
GM | 37 | Kurban
GM | 38 - Final | Kimse Göründüğü Gibi Değildir
GM | Yazardan Not

GM | 30 | Siyah ve Beyaz

2.3K 288 43
By selinselne


🪦

16 Mart, Pazartesi, 09.56

Sakin ve sıradan bir pazartesi kahvaltısını daha geride bırakmıştım ve bütün hazırlığımı bittikten sonra malikânenin bahçesine çıkmıştım. Diğerleri de hazırlanıyordu. Kuzey'in babaannemin ilacının cüzi bir miktarını doldurduğu şişe yanımdaydı ama daha önceden bu ilacı kontrol ettiğim için ilaç azalmıştı. Bu yüzden de Kuzey, yenisini getirmek için babaannemin katına çıkmıştı. Esas işim o ilaçla idi. Aklımdaki yapbozun son parçası bu ilaçtı. Bugün katilin aklımdaki kişi olduğuna emin olacaktım.

Elimdeki ilaç şişesini kemerime sıkıştırırken Sarah yanıma doğru yürüyordu.

"Benim biraz işim var Sarah, o sırada senin Bayan Norris'le ilgili araştırma yapmanı istiyorum," diye açıkladım ve bahçedeki küçük çardağın tahta korkuluklarına sırtımı dayadım. "Onun geçmişine dair birçok şey bulman gerekiyor. Rosa da dâhil olmak üzere... Benim ise biraz işim var; bir yere gitmem lazım. Ben gelene kadar araştırma yaparsan ciddi anlamda yardımın dokunur."

"Benden istediklerini oldu bil... Ama kafam karıştı ahbap." Sarah tek kolunu korkuluklara yaslayıp bana doğru döndü. "Tek başına mı gideceksin? Bu tehlikeli değil mi sence de? Sonuçta amacımız kanıt bulmak, birlikte de bulabiliriz."

"Öncelikle yardımcı olacağın için teşekkür ederim," dedim tebessüm ederek. "Ancak tek amacımız o değil, Sarah. İnan bana burada daha farklı işler dönüyor."

Etrafı süzen gözlerim gözlerine dönmüştü; yavaşça. Şaşkındı. Ne demek istediğimi anlamıyor olmalıydı.

"Neyden bahsediyorsun tam olarak?" dedi malikâneye bakarken. "Sence Bayan Norris daha da kötülerini yapabilir mi? Bizi öldürmeye çalışabilir mi veya ölmemize neden olabilir mi?"

"Hayır," dedim kaşlarımı çatarak. Ona doğru dönüp başımı iki yana salladım. "Bu da bir ihtimal ki zaten mistik güçleri kullanarak bunu hedefliyor gibi duruyor. Fakat benim söylemek istediğim bu değildi. Neden böyle anladın? Bildiğin bir şey mi var?"

Hafiften gerilse de yüzünü bana çevirmedi. Doğrudan malikâneye içine bakıyor, ardı ardına yutkunuyordu. "Sadece korkuyorum dostum, hepsi bu."

Evet, korktuğu doğruydu. Bunu ifadesinden ve davranışlarından anlamak kolaydı. Ancak sakladığı bir şeylerin olduğunu da sezmiştim. Sanki içten içe onu kemiren bir endişesi vardı ve şüpheli bir durumu kendi içinde anlamaya çalışıyordu; düşünceliydi.

"Aslına bakarsan..." dedim onu konuşturmak için. "Benim de bazı endişelerim var. Zira buraya geldiğim günden beri birçok cinayetin işlendiğini öğrendim. Her ailede onlarca cinayet olabilir elbette. Ama bu cinayetler somuttur. Biz soyut kavramların kurbanı oluyoruz."

Gözlerini bana çevirerek, "Yani bizi öldürmek istemeleri de bir seçenek, değil mi?" diye mırıldandı.

Başımı salladım. "Evet, acı ama gerçek, Sarah. Bize yapılan rivayetler de bunun bir göstergesi. Yine de senin tam anlamıyla ne için endişelendiğini anlayamadım."

Elini gelişigüzel bir şekilde havada salladı. "Boş versene patron, öyle bomboş bir telaşa kapıldım işte," dedi ve yüzünü yeniden malikâneye çevirdi. "Araştırma yapacağım, hem de çok sıkı bir araştırma!" Biraz sinirliydi.

Her ne kadar bana kendini açmak istemese de sakladığı bir şeylerin olduğunu anlamıştım. Şu an dikkatimi aklımdaki plana verecektim ama bu konu henüz kapanmamıştı.

"Pekâlâ, Sarah, ama ne olursa olsun şunu unutma; eğer bir şeyin olabilme ihtimalini düşebiliyorsan, o şey mutlaka gerçekleşebilecek bir şeydir," diyerek tek kaşımı kaldırdım. "Geç olsun güç olmasın sözü, hiçbir olay örgüsünü çözümleyememenin tesellisi olamaz."

Verdiğim mesajı anlamış gibi duruyordu. Şüphelerini bana bir an önce anlatması için söylediğim bu söz, yine yetersiz gelmiş olacak ki tek yaptığı eylem başını sallamak olmuştu. Hemen ardından bize doğru yürüyen Kuzey, görüş açıma girdi.

"Aldım, Dedektif," dedi elindeki şişeyi bana uzatırken. "Şimdi nereye gidiyoruz?"

"Gidiyorum," dedim doğrudan yeşil gözlere bakarak. "Öncelikle tek başıma gideceğim ve sonralıkla da senden bu konuda iki tane iyilik isteyeceğim."

Kaşlarını çatıp bana yaklaştı. Başımı yüzüne kaldırma gereğinde bulunmadan gözlerimi gözlerinde tutmayı sürdürdüm. Dudaklarını ağır ağır ıslatırken hafiften eğildi.

"Öncelikle..." dedi beni taklit eder gibi. "Hiçbir yere tek başına gitmiyorsun. Sonralıkla da istediğin iyilikler seni benim yanımdan ayırmayacaksa, elbette, kabul ediyorum." Benden uzaklaşıp birkaç adım geriye gitti. "Emrine amadeyim, Dedektif."

Tavrına karşılık başımı iki yana sallamakla yetindim. "İlk isteyeceğim iyilik şu: Kambur Kadın'ı araştırmalısın ve onun hâlâ nasıl bu kadar güçlü olduğunu bulmalısın. Belli ki Raven ailesine intikam yemini etmiş bir kadın. Geçmişte neler yaşadığını babaannemin anlattığı kadarıyla anlatmıştım zaten. Fakat babaannemin bilmediği ve tabii yanlış bildiği birçok şey olduğunu kuyudayken öğrendim. Bu yüzden arşiv odasına veya Raven ailesinin tarihi için kütüphaneye bakabilirsin," diye açıkladım. "Ayrıca dün gece bizzat kendisinin bana gösterdiği anıyı da pas geçme lütfen. Kambur Kadın'ın Christoffer'la yaşadıkları, bugün bize yaptıklarının en büyük nedeni olabilir."

Başını sağa yatırarak, "Halledeceğimden hiç şüphen olmasın," dedi ve kaşlarını kaldırdı. "İkinci isteğin nedir?"

"Fazlasıyla teşekkür ederim. İkinize de." Elimdeki şişeyi ceketimin iç cebine sıkıştırıp onlardan iki üç adım uzaklaştım. "İkinci istediğim de şu: Bu istediklerimi tam da şu anda halletmen," dedim geri geri yürümeye devam ederken. "Kolay gelsin, Bilinmeyen."

Arkamı döndüğüm sırada homurdandığını işitebiliyordum ve elbette peşimden geldiğini de.

"Lütfen, sadece yarım saatlik işim var. İtiraz etmen vakit kaybı."

"Başına bir şeyler gelebilir Dedektif! Bunu sen de iyi biliyorsun," dedi arkamdan.

Sarah, "Aynen dostum, biz de gelelim! Sonra birlikte de araştırma yapabiliriz," diye bağırdı. "Hadi be Nora!"

Söylediklerini duymazdan gelerek adımlarımı hızlandırdım. Onları da riske atamazdım. Sadece kendim halletmeli ve bir an önce de geri dönmeliydim. Zaman kısıtlıydı.

Üstelik ben... Cinayeti çözmeye gidiyordum. Ve bu iş, her ne kadar profesyonellikten çıkmış da olsa cinayeti profesyonelce ve kanunlara uygun bir biçimde çözmeliydim.

"Telefonum açık, merak etmeyin!"

"Sanki telefonun bir işe yarıyor da," diye sitem eden Kuzey'e yandan bir bakış attım.

Elleri belinde, kaşları çatık ve kızgın bir ifadeyle beni izliyordu. Ona etkileyici bir gülücük gönderdikten sonra koştururcasına hızlandım. Benim söylediklerimi yapmanın hepimiz için daha yararlı olacağını biliyorlardı. Ancak bu sefer ben, onların can güvenliği için yalnızdım.

Raven Malikânesinin bahçe duvarının dışına çıkıp saatime göz attım. Onu çeyrek geçiyordu. Kulübede bekleyen şoför Gabriel'in yanına giderek kısaca selam verdim.

"Merhaba Gabriel, acaba birkaç saat kullanabileceğim bir araba var mı?"

Gabriel başındaki şapkasını eline aldı ve başını öne doğru sallayıp bana yaklaştı. "Olmaz olur mu Bayan, nereye gideceksiniz? Eğer siz de isterseniz Gabriel sizin için arabayı sürebilir."

Gülümseyerek reddettim. "Teşekkür ederim ama tek başıma gitmek istiyorum. Birkaç saatliğine ödünç alsam yeterli olacaktır."

Beni onayladıktan sonra küçük ama oldukça etkileyici görünen bir arabanın anahtarını vermişti. Oyalanmadan arabaya binip yola koyuldum. Geçmiş olduğumuz günlerde ezberime almış olduğum yolları yeniden geçerken içimdeki ürpertiyi bastırmak adına eski bir şarkıyı mırıldanıyordum. Bugün yağmur yağacağı belliydi. Hava kapalı, bulutlar gökte, İsveç ise soğuktu.

Orman yoluna gelince hızımı en aza indirgemiştim. Camı açtım ve sağ tarafımda kalan ağaçlara göz attım. Gittikçe hava kararıyordu.

"Umarım sadece hava durumları yüzünden kararıyordur," dedim mırıldanarak. Zira başka nedenler yüzünden de kararabilirdi. Aklın yolundan şaşma Nora!

Bakışlarım ağaçları tararken gördüğüm şal parçasıyla zafer gülümsemesi sergiledim. Arabayı kenara park edip silahımı elime aldım ve aşağı indim.

"Başlıyoruz," dedim güçlü bir sesle.

Kuzey'le ormanda geyikler tarafından sıkıştığımızda şu an yanından geçtiğim ağaçlara şal parçaları bağlamıştık. O an işe yaramamış olabilirdi. Ancak şimdi işime yaramıştı.

Orman sessizdi. Sessiz ve ıssız. Ürpertici ambiyans etrafta kol gezerken sol tarafa doğru yürümeye başladım. Bir yandan da GPS cihazını açmıştım ve attığım her adımı haritadan kayıt ediyordum. Etrafta hafif hışırtı sesleri ve ılık esen rüzgârdan başka hiçbir şey yoktu. Botlarımın altında ezilen ağaç yapaklarından hafif olanları havada uçuyor, birçoğu ise ezilmenin verdiği kuvvetle iç ürperten bir ses çıkartıyordu.

Bir süre daha ıssızlık içinde adımlarımın ritimlerini dinlemeye devam ettim. Ancak sonra karşımda gördüğüm şeyle hızım yavaşlamıştı. Düştüğüm su kuyusu ağaçların arasından parlıyordu. Elimde silahım, tetikte bekliyordum. Her an garip bir hayvan veya ne olduğunu bilmediğim varlıklar tarafından köşeye sıkışabilirdim.

Kuyunun yanına vardığımda durdum. Kısaca etrafı taradı gözlerim. Kuyunun kenarındaki soğuk taşlara avuçlarımı dayayıp aşağı baktım. Olduğu gibi duruyordu. Derin bir nefes aldım ve gözlerimi kapattım.

"Katarina!" dedim bağırarak. Şu an yapmış olduğum şeyi mantığımı arka plana atarak yapıyordum ama zaten mantığımı devre dışı bıraktıracak olaylar peşimden düşmüyordu.

"Katarina!" dedim yeniden. "Buradaysan eğer, göster kendini!"

Hiçbir ses duyulmuyordu. Galiba ben gerçekten mantığımı kaybetmiş bir haldeydim. Uykusuzluk ve yorgunluk bana iyi gelmiyor olmalıydı. Fakat yine de son kez, "Rahibe Katarina!" diye bağırdım.

O an... Aniden esen kuvvetli rüzgâr gözlerimin açılmasına neden olmuştu. Avuçlarımı kuyunun soğuk taşlarına bastırarak belimi doğrulttum. Çevremi tarayan bakışlarımın beynime ilettiği sinyali anlamakta zorlanıyordum. Ortama birdenbire çöken kasvet, omuzlarımdaki ürpertinin geri gelmesini sağlamıştı.

Arkamı dönerek karanlığa baktım. Havadaki bulutlara rağmen etrafın bu kadar karanlık olması sadece zihnimin bir oyunu olamazdı.

"Burada mısın?"

Ne diyeceğimi kestiremiyordum. İlk defa dedektif rolünden çıkarak silahımı pantolonumun arkasına sıkıştırdım. Kuyudan uzaklaşmak için attığım her adımda kasvet daha da üzerime çöküyor, gözlerim kısılıyordu.

"Valentina senin yanına gelmişti, değil mi?" dedim kendi etrafımda yavaş yavaş dönerek. "Senden ne istemişti, Katarina? Onun senden yardım dilenmek için geldiğini biliyorum! Senden gerçekten yardım mı istedi, yoksa amacı farklı mıydı?"

Kuvvetli rüzgâr saçlarımı savururken bulunduğum konumda dönmeyi sürdürüyordum. Rüzgâr bir diniyor, sonra yine kuvvetini arttırıyordu. Sanırım o, benimle konuşuyordu.

"Neden Valentina'ya lanet bahşettin Rahibe Katarina?" dedim cesaretle. "Raven ailesine yardım etmek istediğinin farkındayım! Amacının kötü olmadığının da... Bana kendini göster! Gerçekleri bir tek senden öğrenebilirim!"

Gökten hızla çakan şimşek etrafımı aydınlatınca durdum. Işığın fazlalığını yüzünden elimi gözlerimin önüne siper etmiştim. Nabzım hızlanırken ormandan belli belirsiz bir gülüşme sesi duyuldu. Bakışlarım o tarafa döndüğünde şimşek sesi kulaklarıma vurgun yapmıştı.

Suratımı buruşturarak kısık sesle inledim. "Burasın... Değil mi?" diye seslenmeye çalıştım. Fakat cevap gelmiyordu.

Aklıma gelen son ihtimali değerlendirebilmek adına yeniden kuyuya doğru döndüm ve ilerledim. Aşağı baktım hafiften eğilerek. Görünürde sadece karanlık vardı. Arkamdan işittiğim anlık bir hışırtı tüylerimi diken diken etse bile geriye dönemedim. Yeni bir gülüşme daha... Aynı o gün, ormanda kaybolup kuyuya düştüğüm gün, çığlık atan gizemli kadın gibi gülüyordu. Ormanın dört bir yanından geliyordu kahkahası. Yankılanıyor, durmadan korkunç bir tınıya bürünüyor ama asla susmuyordu. Beni kuyuya çeken silüet... Buradaydı. Benden epey uzakta olan ağaçların arasından geçip gidiyor, hızla ormana sinen sisin içine karışıyordu.

Arkaya doğru birkaç adım attım ve kuyudan uzaklaştım. Etraftaki karanlık hava yavaş yavaş aydınlığa erişirken yaptığım tek şey beklemekti. Ve bir anda... Durdu gülüşme sesi. Ambiyans yeniden eskiye dönünce tabanlarımı yerde sürüyerek bedenimi arkaya çevirdim. Gözlerimle her bir alanı tarayıp çevremi dikkatle süzdüm. Burada kimse yoktu. İçimdeki yenilgi beni hayal kırıklığına uğratırken bakışlarım yere kaymıştı.

Bir bebek... Küçük ve oyuncak. Öylece yaprakların arasında duruyordu; üzerindeki kıyafetler yüzünden fark edilmesi zor bir pozisyonda. Ağır ağır adım attım, en nihayetinde bebeğin yanına varmıştım. Yere çömelerek bebeği elime aldım. Bir Voodoo bebeği gibi kumaştan ve pamuktan yapılmıştı. Kıyafetleri özensizce dikilmiş, oldukça yeni görüntüsüyle hafiften ürkünç tasarlanmıştı. Ancak bir problem vardı ortada. Bu bebek benim tıpkımdı. Üzerimdeki kıyafetlerin aynısını giyiyor, detaylarına kadar bana benziyordu.

Başımı karşıya doğru kaldırıp doğrudan ileriye baktım. Epey uzağımda olan bir ağacın ıslak kovuğunu siyahımsı bir elin, dört tane parmağı sarmıştı. Gözlerim o noktaya kilitlendi. Parmaklar hafiften hareket edince sırtımı dikleştirdim. Ufak hareketlerine devam etti ve kendini ağacın arkasına çekti. Oradaydı...

İşte şimdi kimsenin asla yapmaması gerekeni yapacaktım. Aptal cesaretiyle.

Hızla çömeldiğim yerden kalkarak o yöne doğru koşmaya başladım; son gücümle. Hızımı arttırabildiğim kadar arttırıp koştum. Koştum, koştum... Lakin buraya geldiğim orman yolunun asfaltı gözüme çarpınca birden durmuştum. O kişi kaybolmuştu. Katarina... Gitmişti.

"Kahretsin!" dedim hırsla gözlerimi yumarak.

Avuçlarımı dizlerime dayadım ve bir süre soluklandım. Küçük oyuncak bebek hâlâ elimde duruyordu.

Bana bu kadar çok benzemesindeki temel amaç, Katarina'nın bana verdiği bir işaret olabilirdi. Tahminlerime göre ağacın arkasındaki kişi Katarina'ydı. Zira Rahibe Katarina'nın ruhu hâlâ bu kuyuda yaşıyor olabilirdi. Ama bana vermek istediği mesaj neydi?

Bir Voodoo bebeği... Kukla... Ben bir kukla mıydım?

Sorularımı sonraya bıraktım ve anayola doğru yürümeye başladım. Sonra da arabaya bindim ve yola koyuldum. Mantıksız bir iş yapmıştım ama yine de işe yaramıştı. Eğer Valentina'nın ruhunu görüp konuşabiliyorsam, Katarina'nın ruhuyla da konuşabileceğimi düşünmüştüm. Genel anlamda beklediğim gibi olmasa da elim boş dönmüyordum en azından.

"Zaten tamamen mantığımı devre dışı bırakarak yaptığım bir işti. Ne bekliyorum ki? Somut kanıtları mı?" diye kendi kendime sitem ettim.

Kısa ve sessiz geçen yolculuğumun en sonunda arabayı malikânenin arka tarafına park ettim. Bayan Norris'in evine gitmek planımın bir parçasıydı. Ancak ormana arabayla giremezdim.

Seri bir şekilde yürüyüp ormanın içinden Bayan Norris'in evine varmaya çalıştım. Cinayeti soruştururken evinin nerede olduğunu öğrenmiştim ki zaten çok da uzak sayılmazdı. Bayan Norris şu an evinde olmalıydı. Genelde hafta içi önemli bir işi olmadığı zamanlarda sabah kahvaltısından sonra yeniden evine döner ve öğlene kadar da gelmezdi. Öğleden sonra ise akşama kadar malikânede olurdu.

Düşüncelerim eşliğinde eve vardığım zaman kısaca etrafı süzdüm. Gayet küçük ve ürkütücü bir kulübeydi burası. Çok da büyük sayılmayacak bir verandası, her yanı çeşitli eşyalarla kaplı, dopdolu ufak bahçesi ve fazladan bir katı daha olan bir kulübe. Cadı evi misali.

Bir balkon edasıyla evin girişine yerleştirilmiş tahta korkulukların etrafında çeşit çeşit saksılar asılı duruyordu. Sırayla içindeki bitkileri inceledim. Gözlerimi çiçeklerden ayırmadan sağa doğru ufak adımlar attım. Burada türünü dahi bilmediğim birçok bitki türü ekilmiş durumdaydı. Melez olabilirlerdi. Oysa benim bitkilerle aram iyiydi. Tabii İsveç'te olduğum gerçeğini de es geçmiyordum. Türler toprağa ve iklime göre değişiklik gösterebilirdi.

Verandanın gıcırtılı merdivenlerini sırayla çıktığımda içeriden birkaç tıkırtı sesi duyuyordum. Yavaşça kapıya yaklaştım ve dinledim. Yalnızdı. Evin içinde bir şeylerle uğraşıyordu muhtemelen. Kapıyı usulca tıklatarak açmasını bekledim. Daha birkaç saniye geçmeden kapı anında açılmıştı.

"Geç içeri," dedi İsveççe. Ancak beni henüz görmemişti. Birini beklediği belli oluyordu.

"Bayan Norris," dedim duygusuz bir sesle.

Gözleri anında gözlerimi bulurken apar topar gülümsedi. Bu kadın fazla iyi rol yapıyordu. Öyle ki zor durumları ifadesindeki rahatlıkla kurtarmak konusunda ustaydı.

"Birini mi bekliyordunuz?" diye sordum. Hâlâ kapının önünde durmaya devam ediyordum.

"Ah," dedi başını öne doğru sallayarak. "Birkaç tane şifalı ot istemiştim Sofie'den, bulunca getireceğini söylemişti."

Hakikaten profesyonel bir yalancıydı. Fakat kendini ele vermişti. Hiçbir açık vermemesinden dolayı kendini belli ediyordu, çünkü bu kadar kusursuz mimikler içerisinde bir insan doğruyu -fazlasıyla kasıntı bir hâlde- dillendirmezdi.

"Ne güzel," dedim ifadesiz bir şekilde. "Ben de bu sabah spora çıkmıştım. Size bir uğrayayım, dedim. Biliyorsunuz hâlâ cinayetin sürecini araştırıyorum ve tabii biraz da regl ağrısı çektiğim de doğru."

Sahici bir gülümsemeyle beraber tamamen yalandan ibaret olan açıklamamı öne sunmuştum. Zaten her şeyin farkında olduğumu bildiği, gün gibi ortadaydı.

Kapıyı biraz daha açarken, "Gelin lütfen Bayan, sizin için ot kaynatabilirim," diye teklif etti.

Başımı sallarken içeriye ilerledim. Oldukça küçük ancak sade olmanın ötesinde dopdolu olan kulübe, içimde huzursuzluk hissi yaratmıştı. İçeriye ziyadesiyle ham bir koku nüfuz etmişti. Hatta öyle ki suratımı buruşturmamak için kirpiklerimi kırpıştırmak zorunda kalmıştım. Burnumu birkaç kere oynatıp geniz yakıcı hissiyatın geçmesini bekledim. Bu sırada da gözlerimle kulübeyi tarıyor, ellerimi arkamda bağlayarak ufak tefek adımlarla geziniyordum.

"Şöyle oturun, hemen size çay kaynatacağım," dedi sevecen tavrından ödün vermeden.

Onaylama gereği duymadan köşedeki puf misali yumuşak koltuğa oturdum. Burası fazlaca ilgimi çekmişti. Tavandan sarkan onlarca ipin ucunda çeşitli kurutulmuş bitkiler, sebzeler ve meyveler asılıydı. Duvarlarda onlarca farklı ve yemek tarifi gibi madde madde sıralanmış yazıların asılı olduğu parşömen kâğıtları takılmıştı; çivilerin üzerine.

Ortada, duvarın sonuna yakın duran, enine uzun tahta bir masa duruyordu. Bir tezgâh görünümü veriyor ve üzerinde de ocak, birçok kazan, küçük tüpler, minik kutular, irili ufaklı şişeler yer alıyordu. Evin ortası ise boştu. Sadece pencere kenarına konmuş –oturduğum- koltuk ve kürk olduğunu belli eden bir halı serilmişti. Keza kulübenin içi epey küçüktü. Sıradan bir oturma odası gibi. Ancak iki farklı kapı daha vardı ki zaten bunlar yatak odası ve banyo olmalıydı.

Bayan Norris'in bir şeyler kaynattığı masasının iki yanında duran özensizce konumlandırılmış dolaplardan gözlerimi ayırarak, "Siz nasılsınız?" diye sordum. "Uzun bir zamandır sohbet edemedik."

Tebessüm etti. "Kendimi epey dinç hissediyorum, baksanıza, tüm günüm bitkiler üzerine çalışmakla geçiyor."

"Bu oldukça güzel," dedim bayağı samimi bir dille.

Fakat içten içe nefret duygumu bastırmaya çalışıyordum ki bunu yapmazsam profesyonel davranamazdım. Yüzümü buruşturarak oturduğum yerden kalktım ve tezgâha yaklaştım.

"Kasıklarım fazlasıyla ağrıyor, tarifinizden biraz da kendime alabilirsem çok makbule geçer, Bayan Norris. Akşamüstü halsiz düşmekten endişe ediyorum."

Bu hem temkinli davranmak için hem de bilgi almak için söylenmiş bir yalandı. Yemi yutmuştu; başını sallayıp çekmeceden bir parşömen kâğıdı çıkarttı.

"Raven Malikânesinde bu otlardan bulamayabilirsiniz, hanımefendi. Lakin inanın sizin iyiliğiniz için birkaç şişe özel ot vereceğim," dedi kâğıdı önüme koyarak.

Yan taraftaki kurşun kalemlerden birini elime aldığım sırada gözlerim kazana attığı otlardaydı. Bayan Norris bana hangi malzemelerin kullanıldığı ve yapılış şeklini söylerken hepsini hızla yazmıştım. Zararlı bir malzeme yoktu. Ancak şu an içine ne kattığını bilmem imkânsızdı. Kurumuş otların hepsini ayırt edemeyecek kadar bilgisizdim bu konuda.

"Son zamanlarda dikkatinizi çeken bir gariplik oldu mu?" diye sordum hızla.

Ela gözleri anında bana döndü. Göz temasını koruyarak tahta tezgâhın diğer tarafındaki bedenine yaklaşabilmek için hafiften eğildim.

"Bildiğiniz üzere Raven Malikânesinde bir katil dolanıyor, Bayan Norris. Tek başınıza yaşamaktan endişe duymuyor musunuz?"

Öylesine sorduğum soruları bir an önce geçiştirmek istiyordum.

"Elbette ki endişeliyim," dedi mazlum bir tonda. "Ama olacakla öleceğe çare yok, derler Bayan."

"Haklısınız," diye yalan söyledim. "Sonuçta herkesin kendini koruyabilmek için geliştirdiği yöntemleri vardır, değil mi?"

İnce kaşları kibarca çatılırken, "Var tabii, ama her zaman işe yaramadığı da doğru," dedi.

Ortaya attığım kozu kendi tarafına döndürüyordu. Alenen birbirimizi uyarıyorduk. Üstü kapalı bir hâlde.

Yaptığı sıvı karışımı kavanoza koyup önüme uzattı. Malikânede bulunmayan diğer otları da bir beze sardıktan sonra bana uzatmıştı.

"Ne olursa olsun, herkes bir gün yolunu bulacaktır Bayan Raven," dedi gözlerimin içine bakarak. Bana Valentina'dan bahsediyordu.

"Doğru," dedim omuzlarımı dikleştirirken. "Bu yüzden de içiniz rahat olsun, suçluları elbet bir gün yakalayacağım."

Yeniden tebessüm etti.

"İyi günler Bayan Norris, size kolay gelsin."

Arkamı döndüm ve kapıya doğru yürüdüm. Elimdeki, tarifin yazdığı parşömene kısaca göz attığım sırada dikkatimi çeken bir ot türü olmuştu. Yüksük otu. Aradığım bu olabilirdi. Kapının önünde durduğum yerden arkaya dönerek bana bakan Bayan Norris'e baktım.

"Bu tarifte yüksük otu kullandığınız yazıyor. Benim bildiğim karın ağrıları için değil, kalp ağrıları için kullanılır."

Kaşları anında çatıldığında istediğim tepkiyi elde etmiştim. Başını iki yana salladı.

"Eğer birçok bitkiyle karıştırırsanız etkileri de genişleyecektir," dedi cevap mahiyetinde.

"Doğru diyorsunuz." Gülümsedim. "Teşekkürler, Bayan Norris."

İfadesinde kıl payı yakaladığım gerginliğe içten içe zafer kazanmıştım.

Kulübeden çıkarak malikâneye doğru koşarcasına yürüdüm. Kısa bir süre sonra arka taraftaki kapıya varmıştım. Park ettiğim arabayı yerine koydum ve Voodoo bebeğini cebime yerleştirerek hızla bahçeye girdim. Görünürde kimse yoktu. Malikânenin içine girdiğim zaman tek bir ses dahi duyulmuyordu. Bu durum bana biraz şüpheli gelse de ırgalamadan mutfağa yönelmiştim.

Bomboş olan koca mutfakta elimdeki her şeyi tezgâha bırakıp telefonumu cebimden çıkarttım. Kuzey ve Sarah neredeyse onlarca kez aramıştı. Malikânedeki sessizliğin aslında yalnızlık olabileceğini ihtimali aklımda dönüp dururken hızla Kuzey'i aradım. İlk çalışta açtı.

"Dedektif," dedi nefes nefese.

Kaşlarım çatılırken, "Neredesin, Bilinmeyen?" diye sordum.

"Hastanede," dedi.

"Babaannem!" dedim anında. "Yeniden kalp krizi geçirdi, değil mi?"

"Evet, ama ben şimdi malikâneye—"

"Hayır!" Sözünü keserek telefonu omuzuma sıkıştırdım ve Bayan Norris'in sardığı bezi açtım. "Sen gelme, ben geleceğim. Kimler var hastanede, Victor orada mı?"

"Ben..." dedi düşünceli bir hâlde. Kimin gelip gelmediğini tam olarak gözlemleyememiş olmalıydı. "Victor burada değil. Malikânede olmalı ve Olivia da yok. İkisi malikâne—"

"Herkese haber ver," dedim yeniden sözünü kesip. "Babam ve amcam acilen buraya dönsün ve sen orada kal! Arayacağım yeniden!"

Telefonu kapatırken Bayan Norris'in bezin içine sardığı otları ayırmaya çalışıyordum. Telefonu tezgâha koyup hızla otları kurcaladım. İnternet bağlantısını açtıktan sonra arama motorunda yüksük otunun görsellerini arattım ve bel kemerime koyduğum babaannemin ilacını çıkarttım.

"Hadi ama!" dedim telaşla.

Vaktim kısıtlıydı. Katili bulmuştum. Yalnızca... Son bir kanıt... Emin olabilmem için kesin bir ipucu gerekiyordu.

İnternetten bulduğum görselle bezin içindeki yüksük otunu karşılaştırdığımda aradığım bitkiyi bulmuştum. Alelacele sıcak suyun içine tüm bitki özünü koydum. En yüksek derece ateşte kaynatırken bir yandan da bel kemerime koymuş olduğum, babaannemin ilacını çıkartıyordum. Onu da farklı bir kapta ısıtmaya başladım.

İki kap da kaynamaya devam ediyordu. O sırada internetten yüksük otunu araştırmayı sürdürüyordum. Fazla kullanımının ölümle sonuçlanabileceğini okuduğum zaman aklımdaki ihtimal doğrulanmıştı.

Babaannemin ilacı ve yüksük otu kaynamıştı. İki sıvı içeceği de farklı bardaklara boşalttım. Kokuları aynıydı. Hatta öyle ki renkleri ve görünüşleri de. Fakat babaannemin ilacının yapısı biraz daha yoğundu. İçinde farklı türlü bitkiler olduğunu zaten tahmin ediyordum. Demek ki zehrin etkisini arttırabilecek daha fazla bitki karışımı vardı içinde...

Derin bir nefes alarak bardakları elime aldım. Önce yüksük otunu daha sonra da babaannemin ilacını içince... Cinayeti çözmüştüm.

Tatları aynıydı. Artık her şey kesinleşmişti.

Her şeyi ortada bırakırken jet hızıyla merdivene yürüdüm. Belimdeki silahı elime alarak sol taraftaki, doğu kanadında kalan koridora döndüm. Victor'un odasının önüne geldiğimde kalp atışlarım hızlanmıştı. Hızla kapıyı tıkladım.

İçeriden duyduğum tıkırtılara rağmen kapıyı açmamıştı. Kolu aşağı indirdim. Fakat tam da tahmin ettiğim gibi kilitliydi.

"Victor!" dedim bağırarak. "Hemen kapıyı aç!"

Tıkırtı sesleri çoğalmıştı, hatta öyle ki içeride kargaşa var gibi duruyordu. Gözlerimi kapattım ve nefesimi tuttum. Birkaç adım geriye gittikten sonra silahımın namlusunu kapının kilidine doğrulttum; hızla bir el ateş ettim. Ancak içeriden de eş zamanlı bir kırılma sesi gelmişti. Kapıya tekme atarak silahı içeriye doğrulttuğum sırada nefes nefese olan Victor ile göz göze geldik.

"Nora!" dedi bembeyaz olmuş surat ifadesiyle. Dört bir yana saçılmış eşyaları birçok şeyi açıklıyordu.

"Evet, ben Nora," dedim soğukkanlılıkla. "Peki ya sen kimsin Victor?"

Temkinli adımlarla odanın içine doğru yürüdüm. Daha ben söylemeden ellerini havaya kaldırmış, korkuya beni izliyordu.

Kekeledi: "B-ben."

"Neden buradan gitmek istedin?" diye sordum. "Linda'yla beraber kurduğunuz plan işlemedi, değil mi? Nedeni buydu."

Üzerine yürümeye devam ettiğim için o da geri geri yürüyordu. Gözleri arada bir elimdeki silaha kayıyor, yutkunuyor ve kaçmak için fırsat kolluyordu.

"Neden bahsettiğini bilmiyorum."

"Her suçlu böyle der!" dedim en katı ses tonumda. "İkinizin birlikte kurduğu planı anlamayacağımı mı sandın Victor?"

Odanın ortasında durarak doğrudan gözlerine baktım.

"Linda ile güzel bir hayat kurmak istiyordunuz," diye başladım söze. "Simon'ı Amerika'da okutmak ve refah içinde bir hayat sürmek en büyük hayalinizdi. Fakat yıllarca paranızın tümünü harcamıştınız. Linda..." dedim iğneler gibi. "Raven ailesinin en küçük kızı! Kimse sizi yaşınızdan ve mevkiinizden dolayı ciddiye almıyordu. İkiniz de şirket işlerinden ayrı tutuluyordunuz. Canınızı yakıyordu zira siz, paranın tamamını istiyordunuz. Sonra ne mi oldu? Kavga etmeye başladınız, Linda'yla nasıl para kazanacağınızı düşündünüz ve... Canınıza tak etti! Aklınıza da tek seçenek olarak babaannemden size kalacak olan miras geldi, değil mi? Onu öldürecektiniz ama bunu somut bir silahla yapamazdınız. Size gizli bir silah lazımdı. Bu yüzden siz de yüksük otu kullanmaya karar verdiniz. Böylece babaannemin neden öldüğü hiçbir zaman anlaşılmayacaktı."

Çatılan kaşları ve katılaşan ifadesi sessiz bir onaylama belirtisiydi. Fakat hâlâ endişeli duruyor, hatta alnından ter süzülüyordu.

"Onu zehirlediniz!" Sertçe yutkundum. "Kalp ilacına yüksük otu koydunuz... Ama babaannem beklediğiniz gibi erkenden ölmedi," dedim doğrucu bir şekilde. "Evdeki herkes sizin gizli bir katil olduğunuzu anlamasın diye sevmediğiniz herkese melek taklidi yapmak zordu, değil mi? Sabredemediniz... Cinayetin olduğu gece babaannem odaya çıkar çıkmaz Linda da arkasından ilerledi. Sen de o sırada bahçedeydin, Victor. Yürüyüş yapacağım, dedin fakat asıl amacın babaannemi öldürmekti. Gözünüz dönmüştü! Linda onu arkasından takip etti ve... Sen de evin dışındaki bloklardan üst kata kadar tırmandın. Ancak sandığınız gibi olmadı, değil mi?"

Başımı hüsrana uğramış gibi yana salladım.

"Linda, bu evde babaanneme en çok benzeyen kişiydi," diyerek en büyük kanıtlarımdan birini öne sundum. "Sen pencereden babaannemi gördüğünü sandın ama aslında o kişi Linda'ydı. Zira o gece hava yağmurluydu; sense malikâneye tırmanmıştın. Etrafını zar zor görebiliyordun ve botlarındaki çamur yüzünden ayağın kayıyordu; aceleci davrandın. Ki zaten bir cinayet işleyeceğin için de endişeliydin. Linda'ysa evin içinde bambaşka birini takip ediyordu. Babaannem sandığı, göz yanılgısı olan birini... Koridorlarda gezinen biri... Sonra Linda, babaannemi es geçip o göz yanılgısını merak etti; çalışma odasına girdi. Ancak sizin planınıza göre çalışma odasına girmesi gereken kişi babaannem olmalıydı. Çünkü Linda onu o odaya götürecekti ve sen de onu camın dışından ittirip düşmesine neden olacaktın. Sonra da babaannemden camdan düşmüş gibi görünecekti ve siz aklanacaktınız."

Victor sinsi bir şekilde gülümsedi. "Vay canına yeğenim, büyük gizemi çözmüşsün!" dedi itici bir tonda.

"Sesini kes!" diye bağırdım. "Planınızın tıkır tıkır işleyeceğini düşündünüz. Ama unuttuğunuz bir şey vardı, Victor. Raven Malikânesinde sandığından daha güçlü katiller de yaşıyor."

Alaycı bir gülüş sergileyerek pencere kenarına doğru gerilemeye devam etti. Elleri havadaydı ama bir yandan da fırsat kolluyordu.

"Senin de unuttuğun bir şey var yeğenim!" dedi alayla ve arkama kısa bir bakış attı. "O katillerden biri tam arkanda duruyor."

Bedenim kaskatı kesilirken omuzlarım aşağısının tutmadığını hissediyordum. Tüylerim diken diken olmuş, parmaklarım son gücüyle silahı sıkıyordu. Arkamdaki kapının gıcırdama sesini işittiğim zaman nefesimi tuttum. Beynim tamamıyla atağa karşı kuşanmış durumda tetikteydi. Fakat içten içe ufak bir telaşım olduğu da doğruydu. Her şeyi kaybedecek olabilirdim. Beni etkisiz hale getirebilirdi zira bunu yapmaktan hiç çekinmeyeceğini biliyordum.

Aniden arkama döndüğüm zaman üzerime doğru düşen birçok eşya yüzünden tökezledim. Alnımı yatağın kenarındaki direğe çarptığımdan dolayı kararan gözlerimin bozgununa uğramıştım. Ne olduysa şu birkaç saniyede olmuştu. Silahımdan çıkan kurşun, kırılan pencere camı, kuvvetli bir çığlık, boğuşma sesleri...

Aceleyle üzerimdeki eşyaları ittirerek yerden kalktım. Kafatasımdaki yoğum sızıyı umursamadan baş dönmesine karşı çabalamaya çalıştım. Elimle direğe tutunup etrafa baktım. Gözlerim buğuluydu. Ancak Victor kırılan camdan aşağı atlamış, Olivia'ysa korkuyla kapının kenarına çökmüştü. İşte şimdi anlamıştım neler olduğunu.

Arkamdaki kişi sandığım gibi Valentina değil, Olivia'ydı. Lakin Victor, bunu fırsat bilerek beni kandırmıştı.

"Piç kurusu!" diye tısladım dişlerimin arasından.

Hızla cam kenarına giderek aşağı baktım. Victor ormana, bahçenin sol tarafındaki koruya doğru koşuyordu. Kaybedecek vaktimin olmadığını bildiğimden dolayı silahımla bacağına nişan aldım ve iki el ateş ettim. Onu vurabilmiştim. Uyluğunun kenarını sıyıran kurşuna rağmen delicesine koşmaya devam ediyordu.

Gözümü kararttım ve aceleyle pencerenin dışına çıktım. Blokların üzerinden dikkatli ama hızlıca attığım adımlar sayesinde onun tarafına dolabilmiştim.

Aşağıdaki çimenlerin üzerine atlamak için hazırlandığım sırada Olivia arkadan seslendi: "Nora!" dedi acı çeker gibi. "Yardım et!"

Ona neler olduğunu bilmiyordum ama sesinden kötü bir durumda olduğu belliydi. İçeriden acı çığlıkları atıyordu. Hızlı ve mantıklı karar vermem gereken bir zamandaydım. Bir kez daha gözden kaybolmak üzere olan Victor'a baktım.

"Kahretsin!" dedim var gücümle bağırarak. Fazlasıyla öfkeliydim. "Lanet olsun, lanet!"

Olivia'nın yanına dönmek için blokların üzerinden geriye yürümek için henüz bir adım atmıştım ki aşağıdan, bahçeden, kurtarıcı bir ses duyuldu.

"Kızım, orada ne işin var?"

Bu babamdı. Telaşla bana bakıyordu ve yanındaki Robin amca da öyle.

Düşünmeden ona seslendim. "Hemen eve gelin baba, Olivia'ya bakmanız gerekiyor!" dedim ve panik yapmamaya özen göstererek çimenlerin üzerine atladım. Hiçbir acı duymuyordum şu anda. Bedenim umurumda değildi, hırsım zirvedeydi. "Hadi, çabuk!" diye bağırdım bir kez daha. "Olivia'nın yanına gidin!"

Çimenlerin arasından kurtulup aceleyle Victor'un gittiği koruya doğru koşmaya başladım. Son gücümü kullanıyordum. Onu yakalamadan asla pes etmeye niyetim yoktu. Kış bahçesinin arka tarafındaki seranın çevresinden dolanarak taştan duvarlarla perdelenmiş koruya giriş yaptım. Gözlerim çevremi tararken bir yandan da yerdeki kan izleri sayesinde iz sürebiliyordum.

Gittikçe darlaşan korunun duvarlarına dolanan sarmaşıklar yüzünden çevrem hafiften karanlıktı. Ancak durmamıştım. Koşmayı sürdürüyordum.

Nefes nefese korunun bitişine geldiğimde önüme çıkan yollara çatık kaşlarla baktım. Üç ayrı patika vardı ama birinin sonunda camdan bir ev duruyordu. Diğer iki yol ise ileride çatallanıyor ve muhtemelen ormana karışıyordu.

Kan izlerini incelediğimde hiçbir yolun girişinde iz olmadığını fark etmiştim. Bu nasıl olabilirdi? Tıkanan ciğerlerimi kontrol altına almaya çalışırken sağ tarafıma döndüm. Orada, duvarın kenarında iki tane arka arkaya golf arabası duruyordu. Muhtemelen bir tane daha golf arabası vardı ve Victor da o arabaya binip gitmişti. Bu yüzden de kan lekeleri kaybolmuş olmalıydı ki zaten arabaların olduğu tarafta yoğun bir kan göleti oluşmuştu.

"Bravo!" dedim öfkeyle.

Peşinden gitmek için arabalara yöneldiğim zaman adımlarım kendiliğinden durdu. Gitme Nora! Hangi yoldan gittiğini bile bilmiyorsun, bu sadece sana zaman kaybettirir.

Gözlerimi kapatarak nefesimi tuttum. Yenilmiştim. Bunca zaman gözümün önünde olan gerçeklikten tamamıyla emin olmak isterken her şeyi mahvetmiştim. Victor kaçmıştı. Babaannem hastalanmıştı. Ben ise hiçbir işi beceremeyecek kadar çaresiz kalmıştım. Kendine haksızlık etmeyi kes! Mantıksız davranırsan ve hırsının kurbanı olursan bundan sonrasında kesinlikle işleri batırırsın!

Sinirle, "Sen ne anlarsın ki?!" diye bağırdım. "Ne anlarsın? Ha?"

Yorgunluktan patlamak üzere olan başımı avuçlarımın arasına aldım. "Uykusuzluktan bir şey düşünemez hâle geldim! Yorgunum, fiziksel anlamda tükenmiş hissediyorum! Bedenim de düşüncelerim de bana ait değil gibi... Önüm arkam sağım solum... Her yanım bilinmezlikle ve çıkış yolu olmayan onlarca yolla dolu! Pusulam yok..."

Yavaşça dizlerimin üzerine çöküp derin bir nefes aldım. Kendimi toparlamam gerekiyordu. Uykusuzlukla ve yorgunlukla baş edebilirdim. Kâbuslarla, katillerle, ölü insanlarla ve ailemle de. Lakin kendi bilgisizliğimle baş edemiyordum. Hiçbir yerde somut kanıtlar bulunmuyordu ve ben soyutluğu bilmiyordum. Yetersizdim.

Gitgide geçmişin mezarına gömülüyordum. Nefes almak isterken ciğerlerime dolan toprak, beni çaresiz kılıyordu. Bir müddet sonra hareket dahi edemeyecek konuma gelecektim. Ancak olumsuzu düşünmek benlik bir eylem değildi.

Oturduğum yerden kalktım ve bileğimdeki tokayla saçlarımı topladım. İşte şimdi kendime gelmenin tam vaktiydi.

Continue Reading

You'll Also Like

192K 25.8K 27
Watty 2020 Fantastik Kategorisi Kazananı ---- YİN YANG SERİSİ | I Gökyüzüne yapılan haykırış. Ve alınan bir geri dönüş. "Senin için geliyorum." Hayal...
15.2M 615K 54
"Soyun!" "Ne?" Yaşlı adam oturduğu masada kaşlarını çatmıştı ki yanındaki kadın tebessüm ederek bana döndü. "Sadece hırkanı çıkar ve bize sol kolunu...
109K 7.9K 62
Sessizlik. Yalnız kalmak istediğimi söylemiştim sadece ona. Sadece sessiz olmasını! Neden dediğimde susmadın? Şimdi yoksun. Bu senin tercihindi!
17.9M 665K 62
Dışarıda devam eden bir hayat, içimde kalbi duran bir kız çocuğu vardı. Asi Merve Karakuyu, ailesi ve kendisiyle devamlı olarak savaş veren genç bir...