Geçmişin Mezarı (Tamamlandı)

By selinselne

147K 13K 5.1K

~Wattys2021 Gizem/Gerilim kategorisi kazananı~ *Yetişkin içerik!* -Ağırlıklı olarak polisiye, romantizm, giz... More

GM | TANITIM
GM | Yazardan Not
GM | 1 | Bilinmeyen
GM | 2 | Teklif
GM | 3 | Zaaflar ve Sınırlar
GM | 4 | Sıfırdan
GM | 5 | Kâbusların Pençesinde
GM | 6 | Korkunç Kanıtlar
GM | 7 | Ölüm Seremonisi
GM | 8 | Soruşturma
GM | 9 | Kaynağı Belirsiz Bir Ses
GM | 10 | Çarmıhın Dört Bir Yanı
GM | 11 | Gizlenmesi Mümkün Olmayan
GM | 12 | Geçmişin Arkasına Saklanan Ölüler
GM | 13 | N ve R
GM | 14 | Raven Mâlikanesinin Ölü Tarafı - 1. Kısım
GM | 15 | Raven Malikânesinin Ölü Tarafı - 2. Kısım
GM | 16 | Gömülen Sırlar
GM | 17 | Geçmişten Gelen
GM | 18 | Mezarların Nefesi
GM | 19 | Araf
GM | 20 | Mezarı Kazılan Kadın
GM | 21 | Geçmiş, Şah Damardan Daha Yakın
GM | 22 | Lanetli Soy
GM | 23 | Ölüm Silsilesi
GM | 24 | Cehenneme Ramak Kala
GM | 25 | Ölümle Baş Başa
GM | 26 | Bir Günlüğüne...
GM | 28 | Kambur Kadın
GM | 29 | Tünellerde Gezinen Belirsiz Adımlar
GM | 30 | Siyah ve Beyaz
GM | 31 | Gri
GM | 32 | Ölümlülerin Cesetleri
GM | 33 | Nefessiz
GM | 34 | Geçmişten Bir Tutam Sır
GM | 35 | Ölüm Dansı
GM | 36 | Dolunay
GM | 37 | Kurban
GM | 38 - Final | Kimse Göründüğü Gibi Değildir
GM | Yazardan Not

GM | 27 | En Büyük Korku

2.8K 287 102
By selinselne

Kitap okuyarak biraz da olsa dinlenebildiğim cumartesi gününün aksine, pazar günü benim için yine çalışmakla geçiyordu. Küçük kızın ailesinden hiçbir haber yoktu. Hatta kayıtlara göre böyle bir kız doğmamış olarak görünüyordu. Devlet bu işe el atmaya çalışınca ailemiz soyluluğunu kullanarak kızı evlatlık almak istemiştik ancak henüz davanın görülebilmesi için erkendi. Küçük kız ise hâlâ benimle beraber kalıyordu. Yani Kuzey'in odasında.

Dün gece Kuzey, Sarah ve Simon'la genel bir konuşma yapmıştım. Simon'ı her ne kadar bu işin dışında tutmak istesem de bana yardımcı olacağını söylemişti. Bu konuda emin değildim. Fakat zor bir zamanda bana yardımcı olabileceği düşüncesiyle Simon'a onay vermiştim.

Çatı katındaki eski mutfağa mühür vurmuştum, zira hafta içi incelemeye alacaktım. Babaannem ise çatı katına geri dönmüştü. Durumunu sıklıkla kontrol ediyordum. Zehirlendiği düşüncesi aklımdan bir türlü çıkmak bilmiyordu.

Bu sabah hep birlikte Stockholm'e alışverişe gitmiştik. Girdiğimiz mağazalar on beşinci yüzyıla kadar insanı geçmişe götürebiliyordu. Babaanneme, Bay Carl'ın balo davetine gitmek istemediğimi söylediğimde bir an bile düşünmeden itiraz etmişti. Ben de baloyu bir soruşturmaya dönüştürmeye karar vererek gitmeyi kabul etmiştim. Bu yüzden İsabelle halanın bana aldığı siyah, kabarık etekleri yere sürünen balo elbisesini giymek zorundaydım. Ancak o elbiseyle ilgili aklımda harika bir plan vardı.

İki gün boyunca bütün aile üyelerinin odalarını gezerek Linda halayla ilgili türlü türlü bilgiler toplamıştım. Cinayetin kanıtlarını sakladığım dosya, epey kabarık bir hâle gelmişti. Katil hâlâ ortada yoktu. Lakin şüpheli listem gün geçtikçe azalıyordu. Bu sabah gittiğimiz alışverişte bile bütün herkesi soruşturmuştum. Kendime dinlenmek için hiç vakit ayırmıyordum. İşimi yapmalı ve bir an önce sırları açığa çıkartmalıydım.

Ayrıca dün akşamüstü gizlice Clara'nın odasına girerek o gizli kutuyu bulmuştum. Kuzey ile geçitlerden çıktıktan sonra şans eseri gördüğümüz o kutunun içinde Clara'nın ölen oğlu Liam'a ait olan eşyalar vardı. Clara'nın anlamaması için üstü kapalı bir soruşturma yaptığımda da o gün kutuyu alarak Liam'ın mezarına gittiğini öğrenmiştim. Yani, bir gizem daha çözülmüştü.

Linda'nın ölü bulunduğu kattaki asansöre takılmış olan ama daha sonra birileri tarafından çıkartıldığı için DNA birimine gönderdiğim asma kilidin sonuçları çıkmıştı. Fakat tam da tahmin ettiğim gibi o kilitten bir kanıt çıkmamıştı. Birileri işini iyi yapıyor olmalıydı.

Balmumlarını gördüğüm odayı dün öğleden sonra incelemeye almıştım. Babaannem her ne kadar balmumlarının yakılmaya gönderildiğini söylese de içimin rahat edebilmesi için son kez kontrol etmem şarttı. Sonuç yine olumsuzdu. Odanın her köşesini incelesem bile elime bir kanıt geçmemişti. Sadece balmumlarının parke zeminde bıraktığı iz vardı, o kadar. Nina'nın balmumunun durduğu yerde ise hiçbir iz yoktu ki zaten ben o balmumunun ben odadayken aniden oraya geldiğini iyi biliyordum. Mistik bir gücün varlığı bir müddettir ensemdeydi.

Hafta sonunu garip kılan bir detay vardı. Neredeyse çoğu kişi kâbus görmeye başlamıştı. Bayan Norris haddini aşıyor ama benim elimden hiçbir şey gelmiyordu. Çünkü bu işin ucunda ölüm vardı ve rivayetlerin kontrolü Bayan Norris'in elindeydi. Hepimiz birer kuklaydık. Bu yüzden Bayan Norris'e fark ettirmeden bu işi halletmemem gerekiyordu.

Peder Samuel bana, ailemin lanetli olduğunu söylediğinden beri endişem artmıştı. Pederin söylediklerini derince düşündüğüm zaman bana zehirli sarmaşıklardan kurtul, demesinin nedenini kavrayabilmiştim. Zehirli sarmaşık derken, Bayan Norris'ten bahsediyordu. Zira Bayan Norris, eskiden rahibeydi ve Peder Samuel'in kilisesinde çalışıyordu. Bu bilgiyi de hizmetli Bayan Sofie'den öğrenmiştim.

Peder'se Bayan Norris'i kiliseden bilerek göndermişti. Çünkü Bayan Norris'in dine kötü bir amaçla hizmet ettiğini biliyordu. Ben de dolunay gününü bekliyordum. Altıncı hissim adada gerçekleri öğrenebileceğimi söyleyip duruyordu.

Pazar akşamına yaklaşırken yemeğe birkaç saat kala batı kanadının ikinci katında kameraları kontrol etmekle meşguldüm. Hafta içi için birçok planım vardı. Ancak kamera kayıtlarını bu gece izlemeyi planlıyordum ve ayrıca yarın akşam bu kata yeniden göz atacaktım. Linda'nın ölü bulunduğu çalışma odasının duvarlarını incelemem gerekiyordu. Belki o odada gizli bir geçit olabilirdi.

Elimdeki İsveççe kelimelerin yazdığı kâğıdı sesli bir şekilde okumaya devam ederken bu katın kilit vurulmuş asansörüne göz attım. Küçük kız için İsveççe öğreniyordum. İşin aslı bu dil oldukça kolaydı. Hayatım boyunca hiçbir dili öğrenirken zorlanmamıştım. Hafızam aşırı derecede kuvvetliydi. Bir dedektif olarak her daim hafızamı daha da kuvvetlendirmem gerekiyordu. Hiçbir şeyi unutmamalıydım. Zira bu, işimi sekteye uğratırdı.

Kâğıttaki cümleleri tekrar ederken Linda'nın ölü bulunduğu odaya kısaca baktım. Her şey yerinde duruyordu. Koridorun sonundaki pencerenin kilitlerini kontrol etmek için o yöne yürümeye başladım. Kâğıttan okuduğum kelimeler yüzünden sesim bu katın sessizliğine karışıyordu.

"İki gündür gözlerinizi dahi göremiyorum, Bayan Nora," dedi arkamdan gelen ses.

İsveççe konuşuyor olmasına karşın dudaklarımda bir gülümseme belirirken olduğum yerde durdum.

"Beni kendinize hasret bıraktınız," dedi İsveç dilinde.

"Kusura bakmayın lütfen," dedim İsveççe karşılık vererek. "Gözlerim bu sıralar çok meşgul, Kuzey Bey."

Koridorda yankılanan gülüşü, kaşlarımın çatılmasına sebep oldu.

"Az önce bana; gözlerim bir işe çıktı, dedin, Dedektif," dedi, şimdi Türkçe konuşuyordu.

Arkamı dönüp ona baktım. "Bu işte daha çok yeniyim, Bilinmeyen."

Yüzündeki muzip ifade gitgide çapkın bir hâl alırken bana yaklaştı. "Biliyorum ama çaban hoşuma gidiyor."

Gözlerine bakmayı sürdürdüm. Konuşmadığımda yüzüme doğru eğilip eliyle saçlarımın kısa tutamlarını kulağımın arkasına aldı.

"Gerçekten..." dedi ve birkaç saniye sustu. "Gözlerime bakmanı özledim."

Gülümsemek istemesem de ciddiyetimi bozmadım. "Elbette, bu normal bir durum," dedim resmiyetle. "İnsanlar birbirleriyle bir bağ kurduktan sonra onları özleyebilirler veya--"

Aniden dudaklarını dudaklarıma bastırdığında cümlem yarıda bölündü. Parmak uçlarıma yükseldiğim sırada belimi kavrayan elleriyle beni havaya kaldırmıştı. Beni, duvarın kenarına asılmış kısa, tahta tablanın üzerine oturarak bacaklarımı kavradı ve beline doladı. Elimdeki kâğıt yere düşerken parmaklarımı ensesine yerleştirdim. Onu o kadar özlemiştim ki, diğer elimle kazağının yakasından onu kendime doğru çekmeye, tadına varmaya çalışıyordum.

Bacaklarımın arasına uyguladığı baskıya rağmen, bu seferki öpücüğümüz pek yavaş sayılmazdı. Kalçalarımın altından kavrayıp beni aniden kendine çekince hareketlerine karşılık verdim.

Lakin... Arkamdaki duvardan duyduğum bir tıkırtı ikimizin de aynı anda durmasına neden olmuştu. Kuzey de duymuş olmalıydı. Dudakları dudaklarımın üzerinde dururken beni yeniden geriye doğru ittirdi. Bunu test amaçlı yaptığını biliyordum; işe de yaramıştı çünkü yeni bir tıkırtı daha duyulmuştu. Duvarın tahtası esnek gibiydi.

"Şu an arkanda ne olduğunu biliyor musun, Dedektif?" diye sordu bakışları sırtımın ardındaki duvardayken.

Bedenimi arkaya döndürüp duvara baktım. Bir tablo... Hem de büyük büyük dedem Christoffer'ın tablosu.

"Sence bu tablolun altına gizli bir geçit inşa etmek, çok mantıklı değil mi Bilinmeyen?" dedim gözlerimle tabloyu tararken.

Aslında bu tabloyu daha önce de görmüştüm ama her koridorda elliye yakın tablo asılı olduğu için dikkatimi çekmemişti. Malikânenin içi devasa büyüklükte olduğundan dolayı tablodaki kişilerin yüzleri her yerdeydi. Burada ise Christoffer gençti. Oldukça genç.

Kuzey beni kucağına alarak tahta tablanın üzerinden indirdi ve belimdeki elleriyle beni duvara doğru çevirdi. Az önce oturduğum tahta tablanın kenarlarından asıldım. Yerinden oynuyordu. Fakat herhangi bir geçit açılmıyordu.

"Tabloyu indirsene, arkasına bakalım," dedim tahta tablayı türlü türlü pozisyonlarda hareket ettirmeyi denerken.

Kuzey duvardaki koca tabloyu dikkatle duvardan ayırdı. Gözlerim tablonun arkasında duvara dönünce gördüğüm görüntüyle hızla arkaya çekildim. Ancak arkamda Kuzey olduğu için fark etmeden elinde tuttuğu tablonun içine girmiştim. Tablonun yırtılma sesini duysam da gözlerim duvardan ayrılmıyordu.

"Dedektif!" dedi Kuzey uyarıcı bir tonda.

Bacaklarımın sızladığını hissedince kafa karışıklığımın arasında arkama baktım. Tablonun içinden siyah bir toz dökülüyordu ve ikimizin de pantolonuna bulaşmıştı. Yakıcı bir sıcaklığa sahip olduğundan dolayı hafiften kaşlarım çatıldı. Bu tozun ne olduğunu bilmiyordum ama garip bir şey olduğu belli oluyordu. Hayır... Bunlar başka bir şey Nora...

Bacaklarımdaki acıyı görmezden gelip yere dökülen siyah tozu inceledim. Ancak toz... Hareket ediyor gibiydi.

"Kuzey..." dedim endişeyle.

"Evet, bunlar toz değil."

Küçük böcekler!

Kuzey'in eli hızla pantolonuna giderken ben de tişörtümü bir çırpıda çıkarttım. Üzerimde gezinen küçük böcekler, Kuzey'in de üzerinde doğru tırmanmaya başlamıştı. Bedenimdeki yakıcı kaşıntı hissine huzursuzca kıpırdandım.

"Uzaklaş buradan!" dedim aceleyle adımlar atarak.

"Her yere dağılıyorlar," dedi kazağını sıyırırken.

Durumu kontrol altına almak için hızla düşündüm. "Kuzey! Banyo nerede? Acele edelim."

Beni bileğimden yakalayıp yan taraftaki odaya sürükledi. Her yanım yanıyor, kaşınıyordu. Banyoya girdiğimiz zaman iç çamaşırlarıma kadar çıkartarak suyu açtım. Elimle böcekleri silkeleyip bedenimi yıkamaya çalıştım. Ama avuçlarım bile yakıcı bir etkiyle kaşınıyordu. Yerimde duramıyorum, aşırı huylandım Nora! İğrenç!

"Hay lanet olası!" diye bağırdım sinirle. "Siktiğimin Raven Malikânesi!"

"Sakin ol, Dedektif!" Duş başlığını eline alıp duvarda asılı duran lifi de aldı ve bedenimi hızla temizledi Kuzey.

O sırada ben de yan taraftaki lifi alarak onun teninde gezinen küçük böcekleri temizlemeye çalıştım.

"Çok fazlalar," dedim huzursuz bir tonda. Fakat lifle sürtünce hepsi gidiyordu. Life güvenmiyorum, teneşirde paklanalım!

"Halledeceğiz, sakin ol," dedi yeniden.

Birkaç dakika sonra, verdiğimiz panik dolu mücadele sayesinde her yerimizi temizlemiştik. Bacaklarımda gezinen böcekler, başka bir yerime çıkmamıştı. Kuzey'in de öyle. Lakin yine de her yanımızı yıkamıştık.

O bana bir havlu uzatırken, ben yerdeki kıyafetlerimizin üzerinde gezinen böceklere bakıyordum.

"Kuzey, kıyafetleri ne yapacağız?"

"Yaklaşma," dedi havluyu beline dolarken. "Çakmağın var mı? Yakalım."

Havalanan kaşlarımla beraber, "Sence?" dedim ve üzerimdeki havluyu iki yana açıp çıplak bedenimi gösterdim.

Çıplak bedenime çatık kaşlarla bakarken, "Çok mantıksız bir soru oldu, değil mi?" diye sordu.

Gülüşümü bastırma gereği duymadan kafa salladığımda, o da güldü. "Sadece birkaç dakika seni öpmek istemiştim," dedi alay dolu sesiyle. "Ama yine de başımıza bir şeyler geleceğini tahmin etmeliydim."

"Bu ihtimali asla aklından çıkartmaman gerekiyor, Çaylak." Üzerimdeki havluyu sarıp ucunu, aşağı kaymaması için birbirine sıkıştırdım. "Sence bu böcekler nereden geliyor? Yani, Christoffer'in tablosunun arkasında olan şeyi gördün mü, bilmiyorum ama--"

"Gördüm," dedi lafımı bölerek. "Gel, dışarıya çıkalım."

Çıplak ayaklarla zeminde yürüyüp banyodan dışarıya çıktık. "Yere bakarak yürü," diye uyardım.

Her yerde böcekler olabilirdi. Ancak zeminde hiçbir siyahlık görünmüyordu. Böcekler dağılmıyordu. Aksine, hepsi tablonun üzerinde bir arada duruyorlardı. Sus lütfen, iğrenç!

Kuzey beni göğsümden tutup geriye doğru ittirdi. Tabloya doğru eğilerek incelemeye çalıştığında ben de boş kalan duvara bakıyordum. Birileri duvarın üzerine küçük bir daire ve dairenin içine de yıldız çizmişti. Pagan sembolü gibi duruyordu ama ondan ziyade turuncu bir sıvıyla çizilmiş birçok işaret vardı. Ne için yapıldığını anlamak zordu. Büyü olduğunu anlamak ise kolay.

"Tablonun içinde bir şey var," dedi kısık bir sesle.

"Hayır!" Kuzey'i sırtında tutarak kendime çektim. "Yaklaşma Bilinmeyen, böcekler o şey yüzünden tablonun içine girmiş olmalı."

Birkaç adım geriye gidip pencere kenarına yaklaştı. "Bunu kim yapmış olabilir, Dedektif?"

"Bilmiyorum," dedim ıslanan saçlarımı parmaklarımla geriye doğru tararken. "Ama inceleme yapacağım, tabloya dokunmadan diğer tarafa geçmeye çalışalım. Daha sonra aşağı ineriz ve üstümüzü giyinip bir böcek ilacı alırız."

Başını sallayarak yanıma geldi. Bedenimdeki kaşıntı henüz geçmemişti ancak ilk anki kadar kötü hissettirmiyordu. Kuzey, üzerimdeki havludan dolayı açık olan bacaklarıma bakıp kızaran yerleri okşadı.

"Akşam krem sürerim sana," dedi ve beklemediğim bir anda eğilip bacaklarıma küçük küçük öpücükler kondurarak kızarık yerleri inceledi.

Şaşkınlıkla ona bakakaldım. Fakat Kuzey beni şaşırtmaya devam ederek hızla bedenimi kucağına aldı. Tek yaptığım eylem, irileşen gözlerimle dik dik ona bakıp sessiz kalmakken o, koridorun ortasında duran tabloya kadar yürüdükten sonra dikkatli adımlarla tablonun diğer tarafına geçti ve beni yeniden yere indirdi.

"Gidelim hadi," dedim bileğinden tutarak.

Hızlı hızlı koridorun sonuna yürüdüğümde bileğindeki elimi aşağı kaydırıp parmaklarına kenetledi. Koridorun sonuna gelince merdivene yaklaşarak aşağı baktım. Kimse görünmüyordu. Aceleyle aşağı kata inip kendi odalarımızın bulunduğu koridora geldik.

"Odanda biri var mı?"

"Küçük kız Deniz'le oyun oynuyordu," dedi sessiz bir tonda.

Aklıma gelen diğer bir detayı hatırlarken, "Ona bir isim vermeliyiz," dedim ve Kuzey'le beraber kendi odama girdim.

Kuzey hızla pereleri kapattı. Ben de dolaptan üstüme rastgele bir kazak ve tayt giymekle meşguldüm.

"Ona isim vereceksek eğer, ismi sen vermelisin," dedi ve dolabımın rafındaki küçük havlulardan birini eline alıp saçlarını kuruladı.

Ben ise ona şaşkınca bakıyordum. Bugün de şaşkınlık üstüne şaşkınlık be Nora! Her şey hayret edici! Evet, ama şaşkın olmakta haklıydım; neden ismi benim vermem gerektiğini düşündüğünü bilmiyordum çünkü.

"Bilmiyorum, aklım karışık..." Ayağıma rahat botlarımı geçirerek kapıya yürüdüm. "Bekle, sana kıyafet getireceğim, Kuzey."

"Tamam," dedi ve banyoya ilerledi. "Çocuklara da bak!"

Sadece gülümsemekle yetindim. Odamdan çıkıp Kuzey'in odasına girdiğimde karşılaştığım manzara yüzümdeki gülümsemeyi devasa boyuta getirmişti. Her yer delicesine dağınıktı. Küçük kız yere oturmuş, başını da yatağın ucuna yaslamış uyuyordu. Deniz'se yatağa yüz üstü uzanmış, kolları ve başı aşağı sarkık bir vaziyette uyuyakalmıştı.

Onları rahatsız etmemek için hızla Kuzey'in kıyafetlerini aldım ve kendi odama gittim. Kuzey de üstünü giyinince ona az önceki manzarayı göstermek istediğim için yeniden Kuzey'in odasına dönmüştük. Kapıyı açmadan önce işaret parmağımı dudaklarıma bastırarak sessiz olmasını anlattım. Ama onun ifadesi şaşkın, kaşları çatıktı.

Kapıyı açtım yavaşça. Sessiz adımlarla odanın ortasına ilerlerken anbean Kuzey'in tepkilerini izliyordum. İfadesi daha şaşkın bir hâle büründü, lakin çatık kaşları normal seyrini almıştı ve dudaklarında kocaman bir gülümseme peydahlanmıştı.

"Çok yorulmuş olmalılar," diye fısıldadım yerdeki oyuncakları toparlarken.

"Evet," dedi sessizce. "Uykuları şu an çok tatlıdır."

Dudaklarımı birbirine bastırıp kafa salladım. Yatağa yaklaştığım sırada, Kuzey de yanımdan ilerliyordu. Deniz'in terden alnına düşen saçlarını arkaya atarak onu yavaşça kucağıma aldım. Hafiften mırıldansa da uyumaya devam ediyordu. Onu rahat bir şekilde yastığa yatırdım.

Kuzey de küçük kızı, Deniz'in yanına koyup bileğine doladığı renkli oyuncak ipleri çıkartmaya başladı. Deniz'in de kıyafetlerinin üzerine taktığı rozete benzer çıkartmalar vardı. Ben de onları söktüm ve ikisinin de üzerini ince çarşafla örttüm. Malikânenin içi ısıtmadan dolayı fazlasıyla sıcak oluyordu ki zaten onlar da oyun oynarken çok terlemişlerdi.

İkisinin de minik suratlarındaki, uyku mahmurluğunun en tatlı hâlini bir süre izledikten sonra Kuzey'e döndüm. Artık iş vaktiydi.

"Bel kemerini tak Bilinmeyen, sonra da böcek ilacını al. Ben Sarah'a haber vereceğim. On dakika sonra üst katta buluşalım."

Kuzey, onun tarafında bulundan komodinden kendi bel kemerini takarken, ben de kendi tarafımdaki komodinin içinden bel kemerimi aldım, taktım ve odadan çıktım.

Kısa süre içerisinde Sarah'la beraber Linda halanın öldüğü kata gelmiştik. Kuzey buradaydı; yerlere ve tablonun üzerine böcek ilacı sıkmakla meşguldü.

"Durum çok fena, ahbap," dedi Sarah, tablonun arkasındaki, şekiller çizilmiş duvara bakarken.

"Ne olduğunu biliyor musun, Sarah?" diye sordum. "Bana büyü gibi geldi ama net bir tahminim yok."

Sarah başını iki yana sallayarak, "Yani... Ben de net olarak bilmiyorum ki," dedi. Elini kaldırıp duvardaki sembolleri gösterdi. "Bak şuna... Bunlar pagan sembolü, dostum. Pentagram deniyor hatta. Ben de filmlerden falan biliyorum ama bu sembollerin hiçbiri iyi bir niyetle çizilmemiş, orası kesin."

"Evet," dedi yerdeki böceklere sprey sıkmaya devam eden Kuzey. "Birilerinin büyü yaptığı açıkça belli ve ayrıca tablo Christoffer'a ait."

Kuzey yerdeki tabloyu kenarlarından tutarak -ön taraftaki resim gözükecek şekilde- çevirdiğinde Sarah belini eğip ortasından ikiye ayrılmış resme baktı. Ben de koridorun pencere tarafına geçtim ve duvara asılı olan tahta tablayı oynatmaya çalıştım. Kuzey'le yakınlaştığımız sırada bu tabla oynamıştı. Arkasından bir geçit kapısının çıkabilirdi. Fakat açılması biraz zordu. Ya da belki de başka bir şey yüzünden bu tablayı yerinden çıkartmış olabilirdi birileri. Nedensiz bir şekilde bu ihtimal aklıma daha çok yatmıştı. İçgüdülerinden şaşma Nora! Bana da öyle geliyor...

"Hadi be!" dedi Sarah hayretle. Gözlerim onlara dönerken Kuzey de şaşkın bir nida bırakmıştı.

"Neler oluyor?" diye sordum tabloya yaklaşıp.

Kuzey tablonun içinden ortalama bir elma boyutunda ancak yassı duran, oval, kese kâğıdı benzeri bir cisim çıkarttı. Kötü kokuyordu. Öyle ki suratım buruşmuştu. Kese kâğıdının içini açtıklarında ortaya çıkan şey, garip bir topaktı. Siyahtı ama içinde bir şeyler var gibi duruyordu.

"Dokunmayın," dedim sadece.

İkisi de topağı tablodaki Christoffer'ın resminin üzerine bırakırken ben de eldivenlerimi takıyordum. Yere çömelip dikkatle topağı açmaya çalıştım. Bir tür yağla bezenmişti. Topağın neyden yapıldığını anlamak zordu, lakin eski kumaş parçalarına sarılmış gibiydi. Kumaş parçalarını tamamen açtığımda içinden eski bir madalyon çıkmıştı. Köşeli bir sekizgen şeklinde, şeffaf, içinde küçük bir kuzgun kuşunun olduğu, demir zincirli altın bir madalyon...

Arkasını çevirip madalyonu inceledim. Arka kısmında altından harflerle; C.R. yazıyordu. Bu, "Christoffer Raven" isminin baş harfleriydi. Ancak dikkatimi çeken bir şey olmuştu. Madalyonun içi açılabilir gibi duruyordu. Zira yaklaşık beş altı santim boylarından sıradan ve nadide bir kolye misali tasarlanmıştı. Pahalı olduğu belliydi. Öyle ki şu an bu madalyonu satmak istesem, milyonlar değerinde para kazanabilirdim. Yine de içini açmayı denesem de asla başarılı olamıyordum.

"Belki de bir anahtarı vardır," dedi Kuzey. Yanıma oturmuş pürdikkat beni izliyordu ve tabii Sarah da öyle.

"Olabilir..." dedim madalyonun kenarlarını incelerken. "Ama anahtar girişine sahip değil. Sadece ufak bir deliği var, iğne ucu kadar."

"Acaba kırmayı denesek mi?" diye sordu Sarah.

Başımı iki yana salladım. "Madalyonun içinde zarar görebilecek bir şey varsa eğer, kırmak iyi fikir değil."

"Madalyonu daha sonra inceleriz," dedi Kuzey ve ayağa kalktı. "Böcekler tablonun içine bu garip sıvıdan dolayı gelmiş olabilir." Eliyle kese kâğıdının ve kumaşların dışındaki sıvıyı gösterdi.

"Haklısın," dedim ellerimi belime koyarken. "Banyodaki kıyafetleri ne yaptın, Kuzey?"

"Böcek ilacı sıktım, torbaya koydum ve sonra da attım," diye açıkladı.

Madalyonu, bel kemerimdeki küçük cebe koyduktan sonra tabloya yaklaştım. Christoffer'ın resminin çizili olduğu yeri baştan sonra yırttım ve tablonun içini tamamen açtım. Başka hiçbir şey yoktu.

"Sarah, duvardaki sembollerin dikkatlice fotoğrafını çekmen gerekiyor," diye komut verdim. "Pentagramı ve tabii yanındaki sembolleri de yakından çek, sonra kütüphaneye git ve araştır. Yemekten sonra tabii. Simon'ı da yanına al, ikiniz daha kolay araştırırsınız. Sana tam olarak hangi bölümlere bakman gerektiğini yemekten sonra anlatacağım."

"Sen ne dersen o, patron," dedi Sarah cebindeki telefonla duvarın resimlerini çekerken.

Tablonun kenarındaki tahtaları sökmek için kemerimdeki çok uçlu tornavidayı çıkarttım ve tahtaların kenarlarındaki çivileri sökmeye başladım.

"Kuzey, sen de şu duvara asılı olan tahta tablayı yerinden sökmeyi dene. Orada gizli bir geçit olduğuna dair ihtimallerim var. Ben de bu tabloda bir şey bulamazsam diğer tabloları da inceleyeceğim. Ancak çok önemli bir detay yakaladığımı söylemem gerekiyor."

Kuzey'in kaşları çatılırken Sarah'ın gözleri bana döndü. Yere çömeldiğim yerden başımı kaldırarak onlara baktım.

"Bu tablonun içindeki kokuyu bir yerden tanıyorum," dedim istemsizce gözlerim kısılırken. "Çatı katındaki eski mutfakta da aynı kokudan vardı. Muhtemelen bu tabloya madalyonu koyup, duvara semboller çizen kişiyle, çatı katındaki mutfakta gizemli işler çeviren kişi aynı kişi. Zira koku aynı."

Kuzey'in kaşları alnına yükseldi. "Haklısın, Dedektif. Çatı katında, duvarın içinde bulduğum bölmede, sana küçük bebeklerin olduğunu söylemiştim. O bebeklerin üzerinde de bu madalyonun üzerindeki kumaşa sürülmüş sıvının aynısından vardı."

"Hadi be..." dedi Sarah düşünceli bir şekilde. "Ben sizin yanınıza, kanalizasyona inmeden önce o saçma bebekleri gördüm dostum." Sonra da yere çömeldi ve dışına garip bir sıvı sürülen kumaşa yakından baktı. "Ha bir de... Bu sıvının bana tanıdık geldiği bir yer daha var."

"Nereden tanıdık geliyor?" diye sordum anında.

Sarah derin bir nefes alarak ayağa kalktı. Bakışlarında hafiften tedirginlik sezdiğim sırada ellerini siyah pantolonuna sürtüyordu.

"Bayan Norris," dedi kaşları çatılırken. Ve Kuzey'e döndü. "Sen hatırlarsın Çarpık, Bayan Norris biz çocukken Bayan Sofie'yle beraber arka bahçede balkabağı yetiştiriyordu."

Kuzey, bir anlığına düşünmek için duraksasa da başını salladı.

"İşte o balkabaklarından elde ettikleri iğrenç sıvıyı bazen, bazı eşyalara sürerlerdi," dedi Sarah.

Çömeldiğim yerden ayağa kalkıp onlara yaklaştım. Kuzey bir şey hatırlamış gibi gözlerime bakıyordu.

"Bir vazo vardı Dedektif," dedi kaşları alnına çıkarken. Sarah da o vazoyu hatırlamışçasına mırıltılar çıkarttı.

"Ne vazosundan bahsediyorsunuz?" diye sordum. "Her şeyi en baştan anlatın, bu önemli bir kanıt olabilir."

Sarah eliyle Kuzey'i gösterip kollarını göğsünde bağladı ve "Anlat dostum, sen o vazoyu daha iyi bilirsin," diyerek ondan beklemediğim bir ciddiyete büründü. Şaşırmıştım. 

Kuzey derince havayı içine çektikten sonra anlatmaya başladı: "Ben o zamanlar on beş yaşındaydım. Raven ailesinin atalarından kalan mirası çok fazla. Özellikle eşyalar, bu ailenin en önemli mirasıdır. Eskiden de Raven ailesine asil biri tarafından, önemli bir vazo hediye edilmişti. Büyükanne genellikle bu tür eşyaları ya dekor için kullanır ya da mahzende gizli tutar ve korur. Çünkü epey pahalı ve değeri olan eşyalardır."

"Ayrıca bazı insanlar bizden öyle eşyaları satın almak istiyor," diye araya girdi Sarah. "Ahmaklar," dedi elini havada sallayarak. "Ailemizin miraslarına tarihi eser gözüyle bakıyorlar, inanabiliyor musun? Onlar aileye ait, aileye hediye gelmiş ya da ailenin satın aldığı eşyalar. Bazen devlet bile el koymaya çalışıyor ama böyle bir hakları olduğunu sanmıyorum."

Kuzey kafa sallayarak, "Raven ailesi miras kalan eşyaları konusunda çok katı," diye Sarah'ı tasdikledi ve gözlerini gözlerime çevirdi. "Önemli olan şey de o vazoydu. Şu an nerede olduğunu bilmiyoruz çünkü Bayan Norris ve Bayan Sofie o vazonun üzerine, aynı Sarah'ın da anlattığı gibi, balkabağından elde ettikleri sıvıları sürmüşlerdi. Çocukken biz oyun oynuyorduk, yanlışlıkla kırdık vazoyuz. Daha doğrusu... Ben kırdım. Kırıldıktan sonra sürdüler o balkabağı sıvısını. Zaten çok eski bir vazoydu. Hatta büyükbaba Frederic'in söylediğine göre, o vazoda önemli bir aile üyesinin külleri saklanmış. Fakat kimin külleri olduğu bilinmiyor."

"Ben biliyorum," dedim, istemsizce dudaklarım yukarıya kıvrılırken. İkisi de bana şaşkınlıkla bakıyordu ancak ben gülümsüyordum. "Ben o vazonun nerede olduğunu da, kime ait olduğunu da biliyorum."

"Nasıl?" dedi Kuzey başını yana eğerek.

İkisinin arasından koridorun uç tarafına doğru geçtim ve gözlerimi kapatıp kuyuda gördüğüm rüyayı hatırlamaya çalıştım.

"Vazo..." dedim gezinirken. "Mavi, sarı renkli... Altın ve zümrüt işlemeleri bir vazo, kavisli bir şekle sahip."

"Dostum, telepat falan mısın?" dedi Sarah hayretle. "Daha önce hiç görmediğin bir vazonun detaylarını bu kadar iyi bilmen beni korkutuyor. Gerçi... Ne korkutmuyor ki? Tanrı aşkına, perili bir malikânede yaşayıp korkmamak imkansız."

Kuzey, "Söylenme artık," dedi Sarah'a hitaben. Yarım ağız gülümsedi ve bana döndü. "Kuyudayken gördün, değil mi Dedektif? Vazo zaten Nina'yla Chrisfotter'ın dönemine aitti."

"Evet..." dedim. "Nina'nın çocukları oyun oynarken vazoyu kırdı. Nina da hizmetlilerine o vazonun eski bir sandığa kapatılmasını söyledi."

"Sandık mı?" dedi Sarah.

Sadece başımı salladım.

Kuzey ise oldukça düşünceliydi. Sanırım sandığın nerede olduğunu biliyordu. "Sandığın neye benzediğini hatırlıyor musun?"

"Hayır," dedim kısaca. "Ben sandığı da vazoyu da görmedim. Sadece Nina'nın düşündüklerini ve hayalinde o vazoyu nasıl canlandırdığını gördüm. Sonuçta ben onun bedenindeydim, zihninin içindeki görüntüleri görebiliyordum. Ancak Nina, sandığın neye benzediğini düşünmemiş olmalı. Çünkü düşünseydi onu da aynı vazo gibi hatırlardım. Sadece... Büyük ve içinde çok fazla eşya olan bir sandık olduğu geliyor gözünüm önüne." Ellerimi belime koyarak koridorda gezinmeye başladım. "Şey gibi..." dedim hatırlamaya çalışırken. "Böyle büyüklüğü bana şey gibi gelmişti... Sanki..."

"Mezar gibi," dedi Kuzey lafımı bölüp.

"Kesinlikle," dedim garipserken. "Ben de mezar gibi büyük olduğunu anımsıyorum. Hatta aynı bir mezara benzetmiştim."

Kuzey'in tek kaşı yukarıya kalktı. "O sandığı biliyorum, Dedektif. Lakin sandığın şu an nerede olduğunu bilmiyorum."

Sol elimin parmaklarını şıklattım. "Parçaları birleştirin! Mutlaka o vazoyla bağlantılı olan bir şeyler olmalı. Sonuçta Bayan Norris ve Bayan Sofie vazoya balkabağından çıkan sıvıyı sürmüşler. Demek ki vazonun içindeki bir şeyi koruyorlar."

"Mantıklı," dedi Kuzey. "Ayrıca bu demek oluyor ki; o ikisi sandığın nerede olduğunu biliyor."

"Aynen dostum, zaten Sofie'yle Norris karısı balkabağı sıvısını vazoya sürdüklerinden beridir vazo ortalıkta yok. Sandığa koymuşlardır herhâlde. İkisi de sandığın ve vazonun yerinden haberdar," diyerek önemli bir detayı yakaladı Sarah.

"Doğru," dedim başımı sallayarak. "Şimdi, bugünkü akşam yemeğine kadar bu kattaki işlerimizi bitirelim. Yemekten sonraysa Sarah sen Simon'la kütüphaneye... Kuzey, sen de babamla küçük kız hakkında konuşmaya git. Kız için devletin çıkardığı izni öğrenmen ve işlere el atman gerekiyor."

Sarah, eliyle tamam işaretini yaparken telefonuyla duvardaki işaretlerin resmini çekmeye devam etti.

Kuzey'se, "Sen ne yapacaksın, Dedektif?" diye sordu.

Koridorun çıkışına doğru yürürken, "İşlerim var Bilinmeyen, duvarın kenarındaki tahta tablayı incele," diye komut verdim. "Ayrıca normalde ben yapacaktım. Ama şu an sizin yemeğe inmeden önce bu kattaki bütün tabloların arkasına bakmanız gerekiyor. Bu katı da toparlayın lütfen, yemekte görüşürüz." Merdivenlerin başında durup onlara baktım. "Ve sakın Linda'nın ölü bulunduğu odaya girmeyin, kapıya dahi dokunmayın. Sadece koridor."

İkisi de başını sallamıştı ancak içlerinin rahat olmadığı belli oluyordu. Beni tek başıma bir yere göndermek istemediklerini ifadelerinden anlıyordum. Daha fazla konuşma gereği duymadan en alt kata indim. Adımlarım mutfağa yönelirken içimde büyük bir sıkıntı vardı. Hafta sonunun olaysız geçeceğini söyleyerek yanlış düşünmüş olmalıydım.

Mutfakta tam da tahmin ettiğim gibi Bayan Sofie ve birkaç tane genç –günübirlik malikâneye gelen kadınlar- hizmetli, akşam yemeğini hazırlıyorlardı.

"Herkese kolay gelsin," dedim kibarca.

Bayan Sofie bana gülümserken, diğer hizmetliler teşekkür edip işlerine geri dönmüşlerdi. Onun yanına yaklaştım ve kalçamı tezgâha dayadım.

"Nasılsınız, Bayan Sofie? Acaba biraz vaktiniz varsa bana bitki çayı yapar mısınız? Karnım biraz ağrıyor da, kusura bakmayın lütfen."

Bayan Sofie'nin kırışık cildi gerilirken gözleri de irileşti. "Tabii Bayan Nora, hemen yaparım. Keşke daha önce gelseydiniz," dedi ve tezgâhın üzerindeki birkaç kavanozu karıştırmaya başladı.

Aslında karnım ağrımıyordu. Sadece vazo ile ilgili bilgi alacaktım ve ağzını arayacaktım.

"Araştırma mı yapıyordunuz?" dedi bel kemerimi gösterirken.

"Evet," dedim kısaca. "Hazır sizinle konuşma fırsatı bulmuşken size bir şey sormak istiyorum, Bayan Sofie. Geçen gün Türkiye'den getirdiğim değerli bir kavanozum kırılmıştı. Porselendi. Belki siz onu yapıştırmanın bir yolunu biliyorsunuzdur."

"Aslında yapıştırmanın yolu var, balkabağıyla özel bir bitkinin karışımını kullanarak yapıştırabilirim. Hiç duydunuz mu?" diye sordu, bir yandan da benim için çay yapıyordu.

"Hayır," dedim bilmezden gelerek. "Karışımı duymadım ancak sizin bazı kırılan eşyaları tamir ettiğinizi söyleyenler olmuştu."

Bayan Sofie utangaçça tebessüm etti. "Evet, bazen öyle şeyler yapabildiğim doğrudur." Gizli bir bilgi verirmiş gibi kısık sesle konuşuyordu.

"Bence bu bir yetenek," diye suyuna gittim ve tezgâhtaki kuruyemişlerden birini ağzıma attım. Rahat görünmek istiyordum zira sohbet havasında konuştuğumuzu sanmalıydı.

"Beni utandırıyorsunuz, Bayan," dedi nazikçe. "Aslında kırıkları onarmak kolay bir iştir, sadece karışımı hazırlamak emek gerektirir."

"Benim için de hazırlayabileceğinizi umuyorum," diyerek gözlerinin içine baktım. "Geçenlerde ailemin miraslarından biri olan eski bir vazoyu tamir ettiğinizi duymuştum. Oldukça önemli vazoymuş, eskiden kırılmış sanırım. Elleriniz çok maharetli olmalı." Yüzüne doğru eğilip bakışlarımdaki baskıyı had safhaya taşıdım. "Söylesenize Bayan Sofie, yoksa bu ailenizden kalan bir yetenek mi? Şahsi fikrimce bir şeyleri tamir etmek zordur, ben asla bir vazoyu tamir edemezdim. Ellerinizin maharetini bir gün görmek isterim... Zaten vazonun fazla güzel ve değerli olduğunu söylemişlerdi. Ancak ben evin hiçbir yerinde görmedim. Tamir etmenize rağmen, dekoratif olarak kullanılmıyor mu yoksa?"

Belli belirsiz kızaran yanaklarından anlaşılıyordu utandığı. "Maalesef," dedi şüpheci bir tavırla. "Büyükanne vazonun tamamen kaldırılmasını istemişti, yeniden kırılmasından endişe duyuyor."

"Bu çok üzücü." Sahte bir üzüntüye büründüm. "Tarihe hep ilgim olmuştur, tabii bildiğiniz üzere ailemi ve atalarımı merak ediyorum, tanımaya çalışıyorum. Keşke aileme ait olan mirasları görebilme şansım olsaydı."

Benim için hazırladığı bitki çayını karıştırırken, "Onur verici bir hareket," diye beni tasdikledi. "Aileniz, efsanelere konu olacak bir tarihe sahiptir, Bayan Nora. Genelde Raven ailesinin mirası olan eşyaları mahzende saklarız."

"Nasıl?" diye araya girdim. İstediğim bilgiyi elde etmeme az kalmıştı. "Mahzende eşyalar kirlenmiyor mu? Ya da mutlaka zarar gören eşyalar oluyordur, sandıklara kapatmanız gerekir."

Bayan Sofie elindeki bardağı bana uzatıp tebessüm etti. "Evet, zaten sandıklara kapatıyoruz."

Hayret edercesine kaşlarımı kaldırarak, "Çok fazla eşya olduğuna göre, çok fazla sandık olmalı," dedim ağzını aramak amacıyla. "Bütün sandıklar mahzene sığıyor mu ki?"

"Hakkınız var Bayan Nora, hepsi mahzende durmuyor. Birkaç tane önemli eşya büyükanneniz tarafından saklanıyor," diye her şeyi açıkladı. Aklımdaki soru işaretlerinin hepsini gidermişti. Biri hariç.

Babaannem o eşyaları nerede saklıyordu?

🪦

15 Mart, Pazar, 18.24

Sakın geçen akşam yemeği boyunca gözlerim aile üyelerinin üzerindeydi. Küçük kız ise kucağımda oturuyor, iştahsız bir şekilde yemek yiyordu. Onunla hafta sonu boyunca ilgilenmiştim; bazı şeylere alışması zaman alacaktı. Henüz herkesle samimi olamamıştı zaten. Ara sıra enteresan tavırlar sergileyip bizi şaşırttığı da oluyordu.

Yemeğini daha rahat yiyebilmesi için bileğimdeki tokayla küçük kızın saçlarını at kuyruğu yaptım. Dizlerimde oturduğu yerden başını kaldırıp bana baktı ve gülümsedi. Bana karşı aşırı bir ilgisi vardı. İçindeki anne özleminden dolayı olduğunu düşünüyordum.

Kendi yemeğimden yediğim sırada babamla göz göze geldik.

"Kız için gerekli işlemlerin hepsi, bu hafta içinde biter kızım," dedi anlayışını bariz belli eden bir tonda.

"Teşekkür ederim baba," diye karşılık verdim. Ama teşekkürden daha fazlasını hak ediyordu.

Robin amca, "Etme," dedi gülümseyerek. "Biz hem onun için hem de senin için en iyisini yapmaya çalışıyoruz yeğenim."

"Ancak hafta içi onunla beraber merkeze gitmemiz lazım," dedi Clara.

Kaşlarım çatılırken, "Neden?" diye sordum.

Her zamanki yerinde, yani babamın solunda oturan Kuzey boğazını temizledi; "Yasal bir vasi gerekli ve tabii kimlik ve vatandaşlık için de evrak işlemleri görülecek... Kan testi ve doktor kontrolleri... Hepsini halletmemiz gerekiyor, Dedektif."

Küçük kızı, yanımdaki boş olan sandalyeye bırakıp masaya yaklaştım. "Vasi için devlet ne diyor Kuzey? Yani evlilik veyahut herhangi bir şart var mı?"

Kuzey başını salladı. "İsveç vatandaşı olman lazım ki zaten öylesin. Diğer şartları da yemekten sonra Marcus'la konuşup halledeceğiz. Sana da gereken tüm bilgileri vereceğim. Aslında bu, avukata ve mahkemeye bağlı uzun bir süreç ancak biz, devletteki adamlarımız sayesinde bu süreci hızlandırdık."

"Yani mahkeme görülmeyecek?" dedim sorarcasına. Diğer bilgileri daha sonra da öğrenebilirdim. Şimdi önemli olan mahkeme süreciydi ve ben İsveç'in devlet yasalarını bilmiyordum.

"Hayır," dedi Kuzey. "Mahkeme görülecek, sadece erken tarihe alındı. Muhtemelen haftaya olur, Türkiye'ye dönmeden önce halledeceğiz."

"Umarım... Evlilik ya da zor bir şart çıkmasın da," dedim mırıldanarak.

Kuzey muzipçe gülümsedi. "Belki, şansım yaver gider, Dedektif," dedi önündeli et soteden bir parçayı ağzına atıp çiğnerken. Herkesin ortasında ima yapması yetmezmiş gibi bir de tüylerimi ürperten sessizliğin arasında herkes bize bakarken göz kırptı. "Bakarsın, o iş halloluverir."

Gergin, kaçamak bakışlarım masanın çevresindeki aile üyelerinde dolandı. Uyarı mahiyetinde boğazımı temizlerken babamın bıyık altından gülümsediğini, İsabelle halanın sırıttığını, hatta Simon'ın şaşkın bakışlarını ve Clara'nın imayla kalkan tek kaşını bile görmüştüm. Kuzey, Kuzey... Tam bir patavatsız ama hoşuna gitmiyor da değil, Nora!

Birkaç saniye sonra Sarah'ın aniden kahkaha atması ve sohbeti başka bir yöne çevirmesiyle rahat bir nefes verdim. Bir yandan aklım küçük kızdaydı; onu yetimhaneye bırakmak istemiyordum. Aslında ona ebeveynlik yapmak istediğimden de tam emin değildim. Fakat içimden bir ses, bu kızı yalnız bırakmamam gerektiğini söylüyordu. Sanki... Onda bir gariplik var gibi... Gözlerim istemsizce küçük kızı bulurken aklıma gelen fikirle dudaklarımda hoş bir kıvrılma meydana geldi.

"Vera," dedim fısıldarcasına.

Babam, "Anlamadım," dediğinde gözlerimi küçük kızdan ayırdım ve karşıma baktım. Kuzey neyden bahsettiğimi anlamış olacak ki diğer aile üyelerinin aksine gülümsüyordu.

"Adı bu," diye açıkladım. "Adı Vera."

Diğer aile üyeleri de gülümserken gözlerim kısa süreliğine yeşil harelerde oyalandı. Sonra yeniden küçük kıza döndü. Ona bu isim yakışacaktı. Zira Nina'nın ilk kız çocuğunun ismi de Vera'ydı.

Akşam yemeği bittiğinde Vera her zamanki gibi Deniz'le beraber ortak salondaki şöminenin başında oyun oynuyordu. Ben de kendi odamda ekipmanlarımı üzerime geçiriyordum. Kuzey, Simon ve Sarah; Kuzey'in odasında beni bekliyordu. Onlar kendi işlerini hallederken ben de Linda'nın ölü bulunduğu odaya gidecektim. Orayı bir kez daha incelemem şarttı. Kamera kayıtlarını inceleme işini ise planladığım gibi uyumadan önceye bırakmıştım.

Adımlarım Kuzey'in odasını bulunca beklemeden içeriye girdim. Sarah sırtını gardıroba yaslamış kollarını göğsünde kavuşturmuştu. Simon yatakta otururken Kuzey de pencere kenarındaki tekli koltuktaydı.

"Hazır mısınız?" diye sordum onlara yaklaşarak.

Sarah elindeki küçük fotoğrafları salladı. "Ben bütün sembollerin fotoğrafını çıkarttım dostum, Kuzey de Simon'la bana birer tane el feneri verdi. Kütüphaneyi araştırmaya hazırız komutanım!" Asker selamı yapıp gülümsedi.

Başımı salladım. "Araştırmanız gereken kısım kütüphanenin alt katındaki kitaplar, diğer ailenin üyelerinin dikkatini çekmeyin. Orada zaten daire şeklinde beş tane—"

"Ben anlattım," diye sözümü kesti Kuzey.

"Pekâlâ, eğer başka bilgiler de bulursanız haber verin," dedim ve Kuzey'in dolabından kendim için bir tane hırka çıkarttım.

Hırkayı üzerime geçirdiğim sırada Simon, "Ya, ben bir şeyi merak ettim," diyerek muzipçe gülümsedi.

Sorar gibi tek kaşımı kaldırdım. Ancak Sarah, lafa dalmıştı. "Evet, kuzen... Kuzey'le Nora'nın arasında harika bir ilişki var." Ellerini birbirine sürterek Kuzey'e yaramaz bir bakış attı. ''Yani... Aşna fişne...'' 

Her ne kadar onların dalgasına katılmak istesem de bunu yapmayacaktım. Ellerimi belime koydum.

"Profesyonellikten uzaklaşmayın," dedim uyarırcasına. "Eğer bir ekip olacaksak ciddiyet şart."

Kuzey usulca omuz silkti. "Ben her daim profesyonelim Dedektif, diğerlerinin amatörlüğünü üzerime alınmıyorum."

"Bu, senin de amatör olmadığın anlamına gelmez Çaylak," dedim kaşlarım alnıma yükselirken.

Kuzey nefes kesici ciddiyetiyle oturduğu yerden kalktı ve bana yaklaştı. "Marcus'la konuşmaya gideceğim. Sen nerede olacaksın?"

"Linda'nın ölü bulunduğu çalışma odasında," dedim üstünkörü.

Simon da ayağa kalktı; yüzü buruşmuş bir hâldeydi. "O oda tüylerimi ürpertiyor be," dedi iç çekerek.

"Benim de," dedi Sarah. "Ama cinayeti çözebilmek için elimden geleni yaparım ahbap, o odada sabahlamam gerekse bile."

Başını o anı hayal etmiş gibi iki yana sallarken odanın çıkış kapısına yürüdü. Simon da onun peşinden gidiyordu.

"Telefonlarınız açık olsun," diye uyardım. "İşiniz bitince yanıma gelebilirsiniz. Ama ben acil bir durum olmadığı sürece sizi yanıma çağırmam."

Simon ve Sarah başlarını salladıktan sonra odadan çıkmışlardı. Kuzey de aynı benim gibi siyah bir hırka giymekle meşguldü.

"Babanla konuşup yanına geleceğim," dedi ısrar kabul etmeyen bir tonda.

"Pekâlâ," diye kabullendim. "Bugün o koridordan başka önemli bir şey çıktı mı Kuzey?"

"Hayır, Dedektif," dedi ve benim için aldığı yeni telefonu elime bıraktı. "Diğer tabloların arkasında herhangi bir işaret bulamadık. Ayrıca duvara asılı olan tahta tablayı oynatmanın bir yolunu bulamadım ama her türlü yöntemi denediğimden emin olabilirsin."

"Zaten eminim," dedim aniden. Nedensizce dudaklarımdan ona karşı bir güven beslediğime dair kelimeler dökülmüştü.

Kuzey'in gözleri hafifte kısılırken bakışları da eş zamanla derinleşiyordu. Dudaklarını birbirine bastırdı. "Bana güvendiğini..." Devamını getirmedi. Tek yaptığımız eylem birbirimizin gözlerine bakmaktı zira böyle anlarda pek fazla söze gerek yoktu. Gözler çoğu kelimeyi telaffuz ederdi.

"Babamla konuş ve hallet," dedim sadece.

Başını salladı ve eliyle belimi kavradı. Beni kapıya doğru yönlendirdiğinde aklımdaki düşüncelerin eşliğinde elimi kapının koluna attım. Tam açacaktım ki Kuzey elini kapıya dayadı.

"Sandık ve vazo hakkında bir şeyler öğrenebildin mi?"

"Gece uyumadan önce konuşuruz Kuzey, detaylarıyla anlatacağım çok şey var," dedim işleri hızlandırmak amacıyla.

Dudaklarını saçlarıma bastırıp uzun bir öpücük kondurdu. "Dikkat et güzelim, eğer zarar göreceğine inandığın bir şeyler bulursan ben gelmeden dokunma. Yarım saate yanında olurum," diye fısıldadı dudakları saçlarımda gezinmeyi sürdürürken.

Ne zaman kapattığımı bilmediğim gözlerimi usulca araladım. "Silahım yanımda, merak etme."

Bir şey söylemeye gerek duymadan elimin üzerinden kapı kolunu kavradı ve açtı. Hızlı adımlarla koridora çıktım. Kuzey'le beraber üst kata ilerlediğimizde ben sağa o ise sola giden merdivenlere girmişti.

Linda'nın ölü bulunduğu koridora varınca duvardaki lamba düğmesini yukarıya kaldırdım. Duvarda, seyrekçe asılı olan, loş ışıklı avizeler koridoru yeterince aydınlatamıyordu. Zaten duvarlar koyu kırmızıydı. Kasvetli bir film gibi.

Christoffer'ın tablosunun asılı olduğu alan boştu. Hafiften iz tutmuş duvarda yer alan sembollere gözüm takılı kalıyordu. Bunları kimin çizdiğini merak ediyordum; açıkçası aklımda iki tane isim vardı. Muhtemelen ikincisi doğru isimdi ancak ben yine de birinci ismi akılda tutuyordum.

Linda'nın öldüğü çalışma odasının kilidini açıp içeriye girdim. Öncelikli olarak kapının kenarındaki duvarları elimle yoklamaya başladım. Neredeyse belimin boyuna kadar uzanan tahta duvarın üstü –aynı koridordaki gibi- kırmızı renkte boyanmıştı. Yarısı kırmızı, yarısı tahtaydı. Malikânenin her yeri bu şekilde dekore edilmişti lakin kişiye özel odaların duvar renkleri farklı olabiliyordu.

Ellerimi duvarda sürüyerek odanın içinde gezinmeye devam ettim. Kitaplıkların ve rafların arkasına bakamıyordum ancak Kuzey geldiğinde onların da arkasına bakmama yardım ederdi. Linda'nın başını çarptığı masanın arkasına geçtim. Duvara uzun bir dolap şeklinde kütüphane dekore edilmişti ve yine kitaplarla beraber birçok biblo bulunuyordu. Rafların solunda, duvarın köşesinde, bulunan alana yaklaştım. Burası pencerenin karşısında kalıyordu ve az ışık alıyordu. Duvardaki tahtayı kendime çekmeye çabaladım. Ancak yine de hiçbir oynama yoktu. Bu odada bir geçit kapısının bulunma ihtimali gitgide düşüyordu. Bakış açını değiştir Nora.

Bunu deniyordum ama yine de elim boş dönecektim. Gerçek anlamda bakış açını değiştirmelisin!

Kaşlarım çatıldı. Doğruydu. Bu malikânede sadece duvarlardan çıkan geçit kapılarının olduğunu düşünüyordum ancak her yerde olabilirdi. Tavana baktım. Aklıma gelen ince bir detayla dudaklarım aralandı. Bu odada birçok kitaplık yer alıyordu. Hatta öyle ki duvarlar kitaplıklar yüzünden görünmüyordu. En makul seçenek; kitaplıkların arkasından açılan gizli bir geçitti.

Çalışma masasının arkasındaki kitaplığın kenarından tuttum. Kendime doğru çektiğim sırada tavandaki avizenin ışığı titredi. Bedenim istemsizce gerilirken arkamdan gelen duyulması zor bir tıkırtı işittim. Arkama dönüp baktım. Hiçbir şey görünmüyordu. Çatık kaşlarım normal seyrini almakta zorlanırken yeniden kitaplığı kendime çekmeyi denedim.

"Hadi ama," dedim kendi kendime.

Avizenin ışığı yeniden titredi ve... Tamamen söndü. Hızla arkamı döndüm. Karanlık olan odadaki pencere de kapalı olduğundan dolayı hiçbir şey görmek mümkün değildi. Bel kemerimdeki el fenerini aradığım sırada kapının yanından bir tıkırtı daha geldi. Başımı aniden oraya çevirdim. Gördüğüm görüntüyle gözlerim irileşirken istemsizce geri geri yürüdüm.

"Nasıl?" dedim durumun garipliğiyle.

Kapının kenarında asılı duran yuvarlak aynanın önünde yerden tavana kadar uzanan incecik bir siluet yer alıyordu. Belki de zihnimin bir oyunuydu. Emin olamıyordum ancak içten içe... Kötü hissediyordum. Hava soğumuş gibi... Sanki... İyi hissettiren her şey bir anda sömürülmüş gibi...

Sırtımı duvara yaslayıp ellerimi soğuk tahtaya dayadım. Kaskatı kesilmiştim.

"Kimsin?" dedim sadece.

Eğer orada gerçekten biri duruyorsa... O... o devasa bir karaltıydı.

Karaltı kıpırdamıyordu. Karanlığın bana ve zihnime oyun oynadığını düşünmeye başladım. Bir müddet karaltıya baktım, nefesimi tutuyordum. Ancak sonra elimi yavaşça bel kemerime attım. El feneri parmaklarıma gelirken omuzlarım hafiften titriyordu. Onu görmem lazımdı. Feneri elime alıp yavaşça ona doğru doğrulttum.

"Korkma Nora, orada bir şey yok," diye fısıldadım kendi kendimi telkin etmek amacıyla.

Yavaşça el fenerinin düğmesine bastım. Sırtım tamamen duvarla bütünleşirken karşıma koca bir boşluk çıkmıştı. Ama bu imkânsızdı. Zira o karaltı birdenbire yok olmuş gibiydi. Sessizce nefes aldım. El fenerini tekrar kapattığımda gördüğüm görüntü aklımı yitirmeme neden olabilirdi.

Karaltı... Aynı yerine yerleşmişti. Neredeyse tavana kadar uzanan... İnce, uzun... Karanlıktan daha kara bir siluet... Korkunç görünüyordu. Hareket etmiyordu ama her an... Öne doğru düşmüş olan eğik boynunu kaldırıp... Bana bakabilecekmiş gibi geliyordu.

Gözlerim karanlığa alıştıkça daha rahat görebiliyordum onu. Bir dal kadar incecik... Kolları neredeyse bacaklarına kadar uzanıyor, öne eğik olduğundan dolayı iri elleri yere sürtünecek kadar aşağıda duruyor, parmakları ve hatta uzun olduğunu karanlığa rağmen görebildiğim tırnakları hafif hafif kıpırdıyordu; sanki... Sanki bir tiki varmış gibi parmaklarını oynatıp duruyordu. Sırtında taşıdığı kamburu, bana bir yerden tanıdık gelmişti.

Onu tanıyordum... Fakat aklım çalışmıyordu. Kilitlenmiştim. Öylece bakıyordum ona. Başka hiçbir şey yapamayacakmışım gibi.

Titreyen parmaklarımla el fenerini sıktım. Işığı yeniden açacaktım. Ancak buna cesaret etmek zordu. Nefeslerim gitgide hızlanıyordu. Omuzlarıma çöken ürperti hissi ensemden aşağı doğru yayılan bir sıcaklığa sebep oluyordu.

Yeniden el fenerinin düğmesine bastım. Ani bir korkuyla kapanan gözlerim yüzünden önümü göremiyordum. Ses yoktu. Hiçbir şey hissedemiyordum ve duvarla bütünleşmiş hâldeydim.

Gözlerimi aniden açtığımda dudaklarımdan döküleceğini sandığım çığlık yerine sadece nefesim... Kesildi. Aralık olan dudaklarım ve irileşen gözlerim... Titreyemiyordum bile.

Yüzümün dibinde bana bakan bir çift göz... O korkunç, karanlık düşüncelere gebe olan bir çift göz dışında her yer karanlıktı. Gözlerin etrafı bile. İrisleri... Bomboş...

Düşünemiyordum. Yüzüme yayılan yakıcı nefesin varlığı aklımı yitirmeme neden oluyordu. Hiçbir uzvum hareket edemezken karşımdaki şey başını hafiften yana eğdi. Kıpırdıyordu. O... Gerçekti.

"S-se-sen," dedim zorlukla.

Bana biraz daha yaklaştı. Sanki aramıza mesafe girebilecekmiş gibi başımı duvara bastırdım. Gözlerimiz kenetlenmişti.

"Nora..." dedi pürüzlü sesiyle. Ürkünç, titrek, gırtlaktan gelen bir ses. Bir an zihnim beni yanılttı; bu sesi bana seslenen sesle karıştırdım ama... Değildi. Bu, bambaşka bir sesti. Daha korkunç, ölümü hissettiren ve iyiliği çürüten bir ses... Ancak bu... Her gece rüyalarımı kabusa çeviren, korkunç kadından başkadı değildi. Buraya gelmeden önce bile rüyalarıma musallat olan bu kadın... Kimdi?

"Kim-kim?" diyebildim zorlukla.

Karşımdaki suratta epeyce geniş bir gülümseye meydana geldi. Hatta o kadar genişti ki ağzı kulaklarına kadar uzamıştı. Gözleri oval bir şekle bürünürken zangır zangır titriyordum. O an... Dikkatimi çeken enteresan bir detay fark ettim. Dudağının üzerindeki et beni...

Karşımda, Valentina'nın ta kendisi vardı. Ve Valentina Raven, ince, siyah, kambur bir kadındı.

Kambur Kadın...

Continue Reading

You'll Also Like

1.7M 101K 21
MUM OLMAK KOLAY DEĞİL KİTABININ DEVAMIDIR.
3.7K 591 9
❗️Wattys 2021 Gizem/Gerilim kategorisini kazanan "Geçmişin Mezarı" kurgusunun üçüncü kitabıdır.❗️ *Yetişkin içerik!* ••• Dört yüz yılın kamburunu sır...
A'ZEL By sermiranl

Mystery / Thriller

402K 16.1K 57
Ben Meriç Kaya. O herkesin dilinde dönüp dolanan Şizofren. Şizofren değilim kafamdakileri açıklayamıyor, dilimin ucuna getiremiyorum. İnsanlar beni...
271K 9.2K 34
Bora'nın üzerime gelen adımlarıyla birkaç adım daha ondan uzaklaşmak istesem de yatağa çarpan bedenimle durmak zorunda kaldım. Gözlerimin derinine ba...