Geçmişin Mezarı (Tamamlandı)

Da selinselne

147K 13K 5.1K

~Wattys2021 Gizem/Gerilim kategorisi kazananı~ *Yetişkin içerik!* -Ağırlıklı olarak polisiye, romantizm, giz... Altro

GM | TANITIM
GM | Yazardan Not
GM | 1 | Bilinmeyen
GM | 2 | Teklif
GM | 3 | Zaaflar ve Sınırlar
GM | 4 | Sıfırdan
GM | 5 | Kâbusların Pençesinde
GM | 6 | Korkunç Kanıtlar
GM | 7 | Ölüm Seremonisi
GM | 8 | Soruşturma
GM | 9 | Kaynağı Belirsiz Bir Ses
GM | 10 | Çarmıhın Dört Bir Yanı
GM | 11 | Gizlenmesi Mümkün Olmayan
GM | 12 | Geçmişin Arkasına Saklanan Ölüler
GM | 13 | N ve R
GM | 14 | Raven Mâlikanesinin Ölü Tarafı - 1. Kısım
GM | 15 | Raven Malikânesinin Ölü Tarafı - 2. Kısım
GM | 16 | Gömülen Sırlar
GM | 17 | Geçmişten Gelen
GM | 18 | Mezarların Nefesi
GM | 19 | Araf
GM | 20 | Mezarı Kazılan Kadın
GM | 21 | Geçmiş, Şah Damardan Daha Yakın
GM | 22 | Lanetli Soy
GM | 23 | Ölüm Silsilesi
GM | 25 | Ölümle Baş Başa
GM | 26 | Bir Günlüğüne...
GM | 27 | En Büyük Korku
GM | 28 | Kambur Kadın
GM | 29 | Tünellerde Gezinen Belirsiz Adımlar
GM | 30 | Siyah ve Beyaz
GM | 31 | Gri
GM | 32 | Ölümlülerin Cesetleri
GM | 33 | Nefessiz
GM | 34 | Geçmişten Bir Tutam Sır
GM | 35 | Ölüm Dansı
GM | 36 | Dolunay
GM | 37 | Kurban
GM | 38 - Final | Kimse Göründüğü Gibi Değildir
GM | Yazardan Not

GM | 24 | Cehenneme Ramak Kala

2.3K 284 78
Da selinselne

🪦

13 Mart, Cuma, 23.34

Defterin üzerine yapıştırılmış resimleri incelemeye devam ettim. Bu gece babaannemin odasında kalacaktım ve elimdeki Nina Raven'a ait olan anı defterini bütün gece incelemek istiyordum. Sırtımı yatak başlığından ayırıp Nina'nın elindeki bebekle çizilmiş olduğu küçük resme daha yakından baktım. Altında İsveççe bir yazı yazıyordu.

"Kuzey," diye seslendim. "Burada ne yazıyor?"

Kuzey, babaannemin yatağının karşısındaki deri berjere oturmuş, az önce kütüphaneden aldığımız kitabı okumakla meşguldü. Birkaç saat önce çalışma odasında babam, İsabelle hala, Robin amca ve Clara yenge ile konuştuklarımızdan sonra herkes ortak salona gitmişti. Onlardan da daha fazlasını öğrenememiştim. Ancak şimdi herkes uyumak için odalarına çekilmişti. Biz de çatı katında araştırma yapmaya devam ediyorduk.

Ben Nina'nın anı defterini incelerken, Kuzey de bu sabah kuyudayken gördüğüm rüya benzeri hayali olayı; eski dini bir kitabı okuyarak, çözmeye çalışıyordu.

Gözlerini kitaptan ayırıp bana baktı. Bedenimi biraz süzdükten sonra gözleri, gözlerimde durdu.

"Oku, Dedektif."

Başımı sallayarak İsveççe yazıyı okumaya başladım. Pek uzun bir yazı değildi, sadece üç cümleden oluşuyordu ve eski bir el yazısıyla yazılmıştı. Okuduktan sonra yeniden Kuzey'in gözlerine baktım. Yeşil harelerini koyu bir ton esir almıştı.

"Yazının üstünde yer alan resmin Nina'nın ikinci oğluyla beraberken çizildiğini, oğlunun sıcak bir yaz gününde doğduğu için aileye bereket ve huzur getirdiğini... Bir de Nina'nın kudretli ve doğurgan bir anne olduğunu yazmışlar," diye çevirdi Türkçe'ye.

Başımı sallayarak resme geri döndüm. Defteri yatağın ayakucuna koyduktan yüzüstü yatağa uzandım ve dirseklerimle yatağa dayandım. Nina'nın kolyesini boynumdan çıkartmıyordum; onunla aramda hissettiğim duygusal bağ kopacakmış gibi geliyordu. Hayatımda ilk defa mantık sınırlarımı delicesine zorlayan bir olay yaşamıştım. Kuyudayken yaşadıklarım ve Nina'nın yerine hissettiğim acılar, beni o an zayıf düşürmüştü. Zira Nina duygusal anlamda zayıf bir insandı. Ben her daim mantığımı duygularımın önüne aldığım için, ilk kez duygusal bir insan gibi yaşamıştım. Etkilenmem normaldi.

"Simon'ın, babasından şüphelenmesi hakkında ne düşüyorsun?" diye sordu Kuzey uzun bir sessizlikten sonra.

"Bilmiyorum," dedim dürüstçe. "Victor fazlasıyla garip hareketler sergiliyor Bilinmeyen, belki Simon'ın aklı bu yüzden karışmış olabilir. Yarın gece senin odanda toplanacağımız zaman Simon'ı da çağıracağım, o zaman düşüncelerim yerine oturacaktır."

"Haklısın, Dedektif. Bugün yemek masasında Victor'u köşeye sıkıştırdığında Simon'a hak verdiğini düşünmüştüm açıkçası," diye ciddi bir tonda açıklama yaptı. "Güzel soruşturmaydı."

İmasını sinsice gülümsememek için kendimi hafiften zorladım. "Feyz al, Çaylak."

"Alıyorum," dedi anında. Bir müddet ikimiz de sessizliğimizi koruyarak araştırmaya devam ettik. "Bu kitapta senin kuyudayken yaşadığın olayın açıklaması olacak hiçbir şey yazmıyor."

"Tamam, o konuyu boş verebilirsin o zaman," dedim Nina'nın hamile olduğu resme bakarken. "Zaten Nina'yla aramda oluşan bağı araştırmak istemiyorum."

Oturduğu berjerden kalkarak yatağa yaklaştı ve yanıma oturdu. Uzandığım yerden ona kısa bir bakış atıp defterin sayfasını çevirdim.

"O hâlde neden sürekli bu defteri inceliyorsun?" dedi ve geceliğim yüzünden açık olan sırtıma birkaç öpücük verdi.

"Çünkü Nina'nın hayatını merak ediyorum," dedim ondan saklamaya gerek duymadan. Sonra da sırtımın üzerine doğru döndüm ve Kuzey'in yeşil gözlerine baktım. "Bu merakımın cinayetlerle ya da mistik olaylarla bir alakası yok Kuzey. Ben Nina'yı gerçekten merak ediyorum."

Defterde olan bakışlarını suratıma çevirip birkaç saniye yüz hatlarımı süzdü. Sonra defterin sayfalarını çevirdi ve güzel bir şey görmüş gibi genişçe gülümsedi.

"Gerçekten inanılmaz," dedi kendi kendine.

Deftere yapıştırılmış resimlerden birini çıkarttığında merakla resme baktım. Nina, aynı benim şu an da uzandığı gibi, sırtüstü uzanıyor, üzerimdekine benzeyen saten bir gecelikle sol elini boynundaki kolyesine götürmüş, hafiften gülümsüyordu.

Ben de gülümsedim. "Haklısın, fazlasıyla inanılmaz bir tesadüf."

Yeşil gözleri Nina'nın resminde dolanırken benim gözlerim Kuzey'in dudaklarındaki hayran gülücükte takılı kalmıştı.

Sessizliği bozan ben oldum. "Ne zaman odana gideceksin Bilinmeyen?"

"Hiçbir zaman," dedi itiraz kabul etmeyecek bir netlikte. "Seninle kalacağım, koskoca çatı katında yalnız uyumazsın. Hele de yan taraftaki arşiv odasında malikânenin altına kadar inen bir geçit varken... Buna izin vermem."

"Saçmalıyorsun," dedim patavatsızca. "O geçitten aşağı inmeyeceğim."

"Ama birileri yukarı çıkabilir," dedi ciddiyetle.

Elimi Kuzey'in dalgalı, siyah saçlarına atarak yavaş yavaş okşadım. "Aferin Çaylak, bu işte oldukça iyisin," dedim alaycı bir nidayla. Saçlarında gezinen elimin bileğini öptü. Ama ben konuşmasına fırsat sunmadan, "Yine de yalnız kalacağım," diye ısrar ettim. "Bu gece çatı katında biraz etrafa bakınmak ve tabii babaannemin mükemmel banyosunda sabaha kadar düşünmek istiyorum."

Tek kaşı imalı bir şekilde havalanırken yüzüme doğru eğildi, dudaklarıma yaklaştı. "Bu saydıklarını birlikte de yapabiliriz Dedektif," dedi fısıldayarak. "İnan bana hiç uykum yok ve..." Dudaklarımla ufak bir temasta bulundu. "Babaannenin banyosunda yalnız kalman, biraz tehlikeli olabilir."

"Aklımı çelmeye mi çalışıyorsun?" diye fısıldadım. Şu anda gözüme oldukça çekici gözüküyordu ve tabii, fikrinin cazip geldiği doğruydu.

Elini bacaklarımda sürüyerek, "Sence aklını çelmeyi başarabilecek bir çaylak mıyım?" diye sordu çapkınca.

Kuzey'i göğsünden hafifçe ittirip yataktan doğruldum. Ayağa kalkarak odada gezindiğim sırada beni izliyordu.

"Evet. Yani... Sanırım bunu başarabilirsin ama şimdi biraz araştırmam gerekiyor," dedim ve babaannemin komodinlerini karıştırmaya başladım.

"Tamamdır, Dedektif," dedi yataktan kalkarken. "Ben de sana yardım edeceğim ancak önce aşağı inip üstümü değiştirmeliyim."

Komodinin en alt çekmecesini açtım ve, "İnme, kimsenin seni görmesini istemiyorum," dedim. "Babaannemin devasa gardırobunun içinde mutlaka dedemin pijamaları vardır."

"Ciddi misin?" dedi garipseyerek. "Hayır, hayır... Olmaz, Frederic fazlasıyla eski usul giyinirdi."

"Bence şık," dedim dürüstçe. Çekmecelerin içinde hiçbir şey bulamayacağımı anladığımda yatağın diğer tarafındaki devasa gardıroba yöneldim.

Arkamdan gelirken, "Beni gerçekten şaşırtıyorsun," diye mırıldandı, sesi eğlenir gibi çıkıyordu.

Gardırobun sürgüsünü sonuna kadar açtım ve içine göz gezdirdim. Burası aslında kapaklı bir giysi odasıydı. Bunu şu anda fark etmiştim.

"Acaba babaannem bu kadar kıyafetle ne yapıyor olabilir?" dedim kendi kendime. Gerçekten yüzlerce kıyafeti vardı. Hayret etmiştim.

"Senin dolabının da pek farkı yoktu aslında, ona çekmişsin," diyerek kollarını göğsünde bağladı. Gözleri kıyafetlerdeydi. "Ayrıca dolabını karıştırmamız biraz ayıp olmaz mı?"

"İzin aldım Kuzey," dedim başımı iki yana sallarken. "Sence izinsin bir şekilde babaannemin kıyafetlerini karıştırır mıyım? Hatta istediğimi alabileceğimi ve uyurken giyebileceğimi söyledi."

Gülümseyerek eski usul bir geceliği bana gösterdi. "Evet, bence bunu giyebilirsin, oldukça..." dedi ve gözlerini kıstı. "...nostaljik."

Bahsettiği geceliği gördüğümde kaşlarım havalanmıştı. Siyah, eski usul tülleri ve belinde korsesi olan, biraz da tahrik edici gözüken bir gecelikti.

"Hani modadan anlamıyordun?" diye sorduğumda göz kırptı. "Neyse,"' dedim konuyu toparlamak için. "Araştırma yapalım, daha sonra giyinebiliriz."

Kıyafetleri karıştırarak dolabın içerisine girdim. Burada belki babaannemle alakalı önemli şeyler bulabilirdim. Neden zehirlendiği veya sakladığı sırları dahi öğrenebilirdim. Amacım da buydu; gizliliğini açığa çıkartmak.

Kuzey gardırobun kenarında asılı olan zikzak şeklinde dizayn edilmiş rafları araştırırken ona, "Bu katta dört oda var, dördüncüsü ne odası?" diye sordum.

"Eski bir mutfak," dedi kısaca.

Kaşlarım çatılırken aniden aklıma gelen silik bir detayla, "Kullanılıyor mu? Ne zaman yapılmış?" diye sordum.

Bir şey fark ettiğimi anlamış olacak ki bana döndü. "Kullanıldığını hiç görmedim, Dedektif."

Gözlerimi kapatarak detayları düşündüm. "Kuyuda gördüğüm rüyaların birinde... Nina, hamile olmasına rağmen zemin kattaki mutfağa iniyordu."

"Yani çatı katındaki mutfak yeni yapılmış ve..."

"Ve önceden başka bir oda olarak kullanılıyormuş," diye lafını tamamladım.

Birkaç saniye yüzümü inceledikten sonra dudaklarını ıslattı. "Mutfaktan işe yarayan ipuçları çıkabilir."

"Kesinlikle," dedim ona katılarak.

Beklemeye gerek duymadan hızla yatak odasından çıkıp yan taraftaki, daha önce hiç girmediğim kapının önüne geldim. Karanlık olan holde bir şey göremediğim için kapının kolunu açmayı denedim ama kilitliydi. Kilidi görebilmek adına yere eğildiğim sırada Kuzey yanıma geldi. Elimi onun pantolonuna atıp ön ceplerindeki telefonu yokladığımda kısık bir sesle İsveççe bir küfür savurdu.

"Arka..." dedi boğuk bir tonlamayla. "Arka cebimde."

Elimi arka cebine atmaya yeltendiğim zaman avucuma telefonu bıraktı. Telefonun ışığını açarak kapıya tuttum. Kapıda herhangi bir kilit mevcut değildi ve kocaman bir kilit girişi vardı. Gözümü deliğe yaslayıp ışıkla içeriyi görmeye çalıştım.

"Kapıyı kırsana," dedim sakince.

Geriye çekilerek kapıyı kırmasını bekledim ama hareket etmemişti. Telefonun ışığını yüzüne tutunca sıkıntıyla nefesini üfledi.

"Lütfen!" dedi yakınarak. "Yapma şunu, Dedektif." Bu seferki tavrıyla beni güldürdü. "Ayrıca kapıyı kırarsam çok ses çıkar."

"Anahtarı arayarak vakit kaybederiz," dedim ve usulca omuz silktim.

Pes etmiş gibi eliyle beni kenara çekti. Işığı kapıya doğru tutup ona görüş alanı sağlarken merakla hareketlerini izlemeye başladım. Sağ omuzunu hızla kapıya vurunca, kapı çok da büyük bir gürültü çıkartmadan açılmıştı. Memnun bir ifadeyle alt dudağımı ısırdım.

"Girelim hadi."

Başını sallayarak içeriye girdiği sırada telefonun ışığıyla onu takip ettim.

Odanın içi, yeterince geniş olan bir mutfaktan ibaretti. Duvarda lambayı açmak için bir düğme aradığım sırada Kuzey odanın perdelerini açarak içeriye ışık girmesini sağlamıştı. Ben de bulduğum lamba düğmesine bastım. Tavandaki avize cızırdayarak birkaç kere açılıp kapandıktan sonra cılız bir ışık vermeye başladı.

Kuzey'le göz göze geldik. Ürkütücü durumların üst üste gelmesinden ziyade mutfağın her yanında değişik tabloların ve ağır, geniz yakıcı bir kokunun olmasıydı gözlerimizi birleştiren. Yakıcı bir yağ gibi, Nora. Ve biraz kimyasal boyayla... Rutubet kokuyor. Yıllarca kapalı kalan bir odaya göre anormal kaçan bir durum. Üstelik tablolar da garip!

"Enteresan," dedim telefonunu ona uzatırken.

"Evet, bu tablolar diğerlerinden farklı," dedi bana katılarak. "Bunları Raven ailesinin ressamı çizmemiş."

Başımı ağır ağır sallayıp üst üste duran tablolardan birini elime aldım. Kocaman bir tabloydu ve amatörce çizildiği belli oluyordu. Avize cızırdadı. Yanıp sönen ışığa aldırış etmemeye çalışarak tabloyu kenara koydum.

Kuzey ise duvarları incelemekle meşguldü. Bir geçit kapısı veya gizli bölmeler olup olmadığına baktığını biliyordum. Sırayla duvarın kenarına dizilmiş büyüklü küçüklü tabloların arasındaki boşluk dikkatimi çekince sağ tarafa yöneldim. Öndeki dört tablonun ve arkasındaki üç tablonun arasında bir insanın sığabileceği boyutta boşluk açılmıştı. Tek kaşım havalanırken öndeki tabloları sırayla kenara çekmeye başladım. Ama bunu yaptığımda arkadaki üç tablolun yarısını kapatan çarşaf aşağı kaymıştı. Son tabloyu da kenara çektiğim zaman aradaki boşluğa neden olan şeyi görebildim; yarım metre civarlarında bir kutu...

Yere eğilip kutuyu aldım ve birazdan inceleyeceğimden dolayı kirli tezgâhın üzerine bıraktım. Ağır bir kutuydu. Arkada kalan üç tabloysa neredeyse benim boyumdan uzun duruyordu. Üzerindeki çarşafı tamamen indirdiğimde karşılaştığım manzara yüzünden donakaldım. Kendime gelemeden sıçradım yerimden. İçime sızan sinsi ürperti, sıcak bir nefes gibi ensemi karıncalandırırken iki adım geriye gittim. Bu... Bu tablolar... Korkunç, kara büyüyle bezenmiş gibi... Ressamın tablolara çizdiği iç ürpertici insan silüetlerinin, kimisi ince uzun ve kemikli, kimisi eğri büğrü kaburgalı, kimisi kanlar içinde ve çıplakken kimisinin ağzı kulaklarına varacak kadar geniş bir gülümsemeye kıvrılmış, kimisininse gözleri yuvalarından fırlamıştı; bu karanlık figürlerin her biri kötülüğe esir düşmüş bir ordunun askerleri gibi sıra sıra dizilmişti.

Dudaklarımdan kaçan şaşkın nidayla beraber Kuzey de şaşkın bir nida çıkarttı.

"Bilinmeyen."

"Dedektif."

Aynı anda mırıldandığımız kelimelere karışık avizenin ışığı birdenbire söndü. O an... Yan taraftaki arşiv odasının içinden gelen düşme sesiyle bakışlarım o yöne döndü.

"Neler oluyor?" dedim kaşlarım çatılırken.

Kuzey'in olduğu tarafa doğru baktığımda duvarın tahta kısmının ardında küçük bir alan açığa çıkarttığını fark ettim ama onun da gözleri arşiv odasındaydı. Etraf neredeyse karanlıktı. Avizenin ışığı tamamen sönmüştü ve sadece babaannemin odasındaki ışık holü aydınlatıyordu.

Kuzey yanıma gelerek, "Üstünü giyin," dedi ve hızla arşiv odasına yürümeye başladı.

Ben de peşi sıra yan taraftaki odaya girdim. Çıkarttığım siyah taytımı üzerime geçirirken arşiv odasından bir ses daha duyuldu. Üstümdeki geceliği tek hamlede çıkartıp dar tişörtümü giydim.

"Bu kilidi nasıl açabilirim?" diye sordu Kuzey, arşiv odasını kast ederek.

"Geliyorum şimdi, kilit kırılmıyor mu?"

Saçlarımı gelişigüzel bir şekilde at kuyruğu yapıp çoraplarımı ayağıma geçirdim ve botlarımı giydim.

"Hayır, ama galiba..." dedi ve duraksadı. Kilidi kırdığına dair bir ses duyulurken, "Hallettim," diye cümlesini tamamladı.

Bel kemerimi belime geçirip yatak odasından çıktım. Kuzey'in yanına vardığım sırada arşiv odasından içeriye girmekle meşguldü. Peşi sıra takip ettim. O, telefonunu ışığıyla içeriyi aydınlatırken ben de fenerimi açmıştım.

"Ses nereden gelmiş olabilir?" diye sordu hızlı adımlar atarak.

Arşiv odasının en sonunda yer alan vitrine yöneldikten sonra kısaca, "Bir tahminim var," dedim.

"Aynı şeyi düşünüyoruz," dedi arkamdan gelirken.

Adımlarımız vitrine ulaştığında buradaki rafın yıkılmış olduğunu gördüm. Vitrinin kapağını açıp içeriye baktım. Arkasındaki geçit tamamen açıktı ve aşağı doğru inen tünelin kapağı kaldırılmıştı. Birileri az önce buradan aşağı inmiş olmalıydı.

Kuzey vitrinin kapağını sonuna kadar aralayıp, "Biri buradaymış," dedi, soğukkanlıydı.

Vitrinin arkasında kalan duvardaki boşluğa girerek feneri geçidin aşağısına tuttum. Rüzgâr çok fazlaydı. Hatta öyle sert esiyordu ki aşağı baktıkça yüzümü acıtıyordu.

"İnmeliyiz," dedim Kuzey'e bakarken.

Birkaç saniye kararsız kalmış gibi yüzümü inceledi.

"Hadi, Bilinmeyen! Buradaki kişi katil bile olabilir!"

"Çok tehlikeli," dedi ciddiyetle. "Silahın yanında mı?"

Başımı sallayarak el fenerini bel kemerime sıkıştırdım. "Sarah'ı ara, buraya gelsin ve az önce mutfakta bulduklarımızı incelesin. Biz buraya gelene kadar bu katta beklesin nöbet tutmak için. Ve kimseye görünmesin."

Aşağı doğru inen geçidin demir merdivenlerine basarak yavaş yavaş aşağı inmeye başladığım sırada Kuzey de Sarah'ı arıyordu.

Rüzgâr haddini aşacak kadar sert esiyordu. Merdiven basamaklarına basarken zorlanıyordum. Üst tarafımdan aşağı inen Kuzey'i görünce birkaç saniyeliğine onu kontrol edip inmeye devam ettim. Klostrofobisi yüzünden kendini kötü hissedebilirdi ancak bu geçit o kadar da dar değildi.

"Dışarıda hava durumu nasıl?" diye sordum. Bağırmam gerekiyordu, zira rüzgârdan dolayı sesim duyulmuyordu.

"Bu gece fırtına var!" dedi yüksek sesle.

Adımlarımız peşi sıra birbirini takip ederken gördüğüm kadarıyla zemine daha çok vardı. 

"Dedektif!" diye seslendi. "Arkanda asansör boşluğu var."

Ellerimle merdiveni sıkıca kavrayıp başımı arkaya çevirdim. Pencere şeklindeki küçük boşluğun ötesi karanlıktı. Fenerimi çıkartarak o boşluğu kontrol edince asansörün halatları gözüme çarptı. Demek ki asansördeki gizemli pencere gerçekten buraya açılıyordu. Bunu da çözdük Nora... Demekki birileri gizlice çatı katına girip çıkmak için bu asansör boşluğunu kullanıyor.

"Sence nereden gitmiş olabilir?" diye sordum Kuzey'e.

Dikkatlice asansör boşluğuna açılan pencerenin kenarına tutundum. Başımı asansör boşluğuna çıkartarak fenerle kontrol ettim ama burası benim Kuzey'in telefonunu düşürdüğüm yere çıktığı için bulunduğum konumdan aşağıya onlarca metre vardı. Kimse aşağı atlayamazdı; yaralanması, hatta belki de ölmesi yüksek ihtimaldi.

"Merdivenlerden aşağı indiğini düşünüyorum," dedi Kuzey mantıklı bir cevap olarak.

Pencere boşluğundan geriye çekilip fenerimi kemere sıkıştırdım ve merdivenlerden inmeye devam ettim.

"Hey! Kuzey! Nora!" dedi yukarıdan gelen yankılı bir ses. Bu Sarah'ın sesiydi.

"Yukarıda kal!" dedi Kuzey ancak merdivenlerin demir borularından tıkırtı sesleri gelmeye başlamıştı bile. Sarah da aşağı iniyor olmalıydı.

"Gelme Sarah! Üst katı kontrol etmen gerekiyor!" diye uyardım bağırarak. "Çatı katında bekçilik yapmalısın!"

"Simon burada!" dedi bağırarak. "Sizi yalnız bırakamam dostum!"

Aklım karışırken, aynı zamanda sinirlendiğimi de hissediyordum. Ancak yine de durmadan, dikkatli adımlarla merdivenlerden inmeyi sürdürdüm. Tartışacak vakit yoktu. Ayrıca Simon'a da güvenmiyordum. O eski mutfakta bulduğumuz eşyalar, önemli kanıtlar olabilirdi. Eğer Simon, bu işin içindeyse kanıtları yok edebilir, daha kötüsü biz buradayken birine zarar verebilirdi. İşler sarpa sarmaya başlıyordu. Ortalığı velveleye verecek kadar kontrol çıkmamıştım elbette, lakin yine de sinirden dişlerimi sıktığım da doğruydu.

En son basamağa geldiğimde aşağısıyla aramda birkaç metre boşluk olduğunu gördüm. Aşağıda su vardı. Burası... Bir kanalizasyon tüneli Nora! Dikkat et!

"Kuzey, aşağıda kanalizasyon var!" dedim hızla.

Kuzey de tam üstümde duruyordu. Birkaç basamak daha inerek, "Dikkatli in! Çok su var mı?" diye sordu.

"Hayır," dedim fenerin ışığıyla görebildiğim kadar. "Ama çok yüksek, atlayamam. Önce sen in, sonra al beni."

Ayaklarımı ve ellerimi yan yana koyarak merdivenin basamaklarına, Kuzey'in basabilmesi için yer açtım. Yavaş yavaş aşağı inip arkama geçti. Rüzgâr burada had safhadaydı. Başımı ona doğru döndürürken Sarah'ın hâlâ aşağı indiğini duyabiliyordum.

"Atlayacağım," dedi sakince. "Etrafa bakacağım ve güvenli olduğuna emin olunca alacağım seni."

Korumacı tavrına itiraz etmedim. Zaten şu anda bir şeylere itiraz edemeyecek kadar çok üşüyordum ve rüzgâr, çıplak kollarımı, boynumu, hatta taytımı dahi delip geçiyordu.

Kuzey dikkatli bir şekilde atlayınca, bel kemerimdeki el fenerini elime aldım. "Feneri atacağım, tut!"

Elini bana doğru kaldırdığında rüzgârın savurmaması için feneri kuvvetle aşağı attım. Yakalamıştı.

"Su göründüğünden de yüksek," dedi etrafı incelerken.

"Rüzgâr hangi yönden esiyor?" diye bağırdım.

"Sağdan esiyor, ama kanalizasyon çok büyük, Dedektif! İki yanda da birçok farklı tünel var!" dedi ve ileriye doğru yürümeye başladı.

Fenerin ışığı görüş açımdan çıkınca sessizce bekledim. Sarah hâlâ inememişti. Bu merdivenli yuvarlak geçit, neredeyse on katlı bina gibiydi. Malikânenin derinlerinde olduğumuzu biliyordum. Birkaç gün önce Kuzey'le girdiğimiz yer altındaki tünellerden birkaç kat aşağıda olduğumu tahmin ediyordum. Kanalizasyonlar zaten ihtimaller dâhilinde yerin kat kat altından geçerdi.

"Dedektif, garip bir şey buldum!" dedi Kuzey aşağıdan.

"Al beni!" dedim öfkeyle. "Hemen, Kuzey!"

"Nora neler oluyor?" diye bağırdı Sarah. Sesinden aşağı yaklaştığı anlaşılıyordu.

"İkiniz de susun ve dediklerimi yapın!" dedim sertçe. "Kuzey, beni aşağı al!"

"Güvenli değil! Burada birileri yaralanmış, suyun içinde kan var!"

Artık sabrım taşmıştı. Aşağıdaki mesafeyi kısaca hesaplayıp en güvenli düşüş pozisyonunu aldım ve kendimi yavaşça aşağı bıraktım. Dizlerimin üzerine düşünce hızla ellerimle destek verip kendimi toparladım. Kuzey anında kolumdan yakalamıştı. Beni ayağa kaldırdığında rüzgârdan dolayı savrulan bedenimi dengeleyebilmek için Kuzey'e tutundum.

"Geldim, çekilin atlayacağım!" dedi Sarah üstümdeki merdivenli, yuvarlak geçitten aşağı sarkarken.

Kuzey'in elindeki feneri hızla kapıp geriye çekildim ve, "Onu tut!" diye emir verdim.

İkisini bırakarak etrafa bakınmaya başladım ama burası Kuzey'in de dediği gibi devasa bir kanalizasyondu. Arkamdaki ve önümdeki tünellerin ucu görünmüyordu. Rüzgârın estiği yönde ışık olduğu belliydi. Sol tarafımdaki kanalizasyon geçidine girerek rüzgârdan kurtulmaya çalıştım. Burada rüzgâr esmiyor, sadece uğulduyordu. Bulunduğum yuvarlak kanalizasyon tüneli yaklaşık beş altı metre genişliğinde, sonu demirlerle kapalı olan bir tüneldi. Demirlere yaklaşıp fenerle demirlerin diğer tarafını kontrol ettim. Sadece su vardı. 

"Buraya gelin!" dedim ikisine de seslenerek.

Arkamı dönüp baktığımda, ikisi de bulunduğum tünele girmiş ve rüzgârdan kurtulmuşlardı. Yanıma yürüyerek bana yaklaştılar. Çatık kaşlarla ikisinin de yüzüne baktım.

"Şimdi, ikinizi son uyarışım! Bir daha asla ama asla lafımı ikiletmeyin! Vakit kaybediyoruz ve ipuçlarını kaçırıyoruz!" diye bağırdım. Fazlasıyla sinirliydim. Sarah'a doğru dönerek, "Simon'a güvenemeyiz, Sarah! Önemli kanıtları elimizden alabilir! Sakın bana sormadan hareket etme!" diye uyardım.

Daha sonra Kuzey'e döndüm. "Sen de ben ne dersem onu yapmak zorundasın, Bilinmeyen! Sana söylediğim şeylerin aksini yaparsan kafamda kurduğum plan bozulmuş oluyor!"

Kuzey elleriyle yüzümü kavrayıp beni kendine doğru çekti. Yeşil gözlerindeki öfke, mavi gözlerimdekiyle eş değerdi. Yüzüme yaklaştı.

"Sakin ol Dedektif, tamam, sen ne diyorsan onu yapacağız. Ancak şimdi buradan gitmemiz gerekiyor."

Yüzümü saran parmaklarından kurtularak gözlerimi yumdum ve nefesimi tuttum. Aklımı toparlamam gerekiyordu. Sakin ol Nora! Onları uyarman gerekiyordu, doğru ama fazla sinirlisin.

"Haklısın dostum," dedi Sarah mahcubiyetle. "Senin sözünden çıkmamam gerekirdi, özür dilerim. Ama sizi yalnız bırakamam. Hele o ormanda yaşadıklarımızdan sonra asla! Anla beni..."

Gözlerimi açıp Sarah'ın kara gözlerine baktım. Gerçekten üzgün görünüyordu.

"Tamam, bundan sonra ikiniz de profesyonel davranacaksınız. Aile bağlarını veya duygusallığı bir kenara bırakın! Sadece mantığınızı çalıştırın ve gözünü dört açın. Ölümden bahsediyorum, ciddiye alınması ve kontrol altında tutulması gereken bir mesele."

Uyarımı yaptıktan sonra elimdeki feneri Sarah'a verdim. "Telefonunu açar mısın Kuzey? Pusuladan hangi yönün neresi olduğuna bakmamız ve telefonunun ışığıyla ilerlememiz gerekiyor. Gerekmedikçe birbirimizden ayrılmayacağız."

Kemerimdeki düdüğü ve silahımı çıkarttım.

"Ahbap, silahımı yanımda getirdim," dedi Sarah. Belinden çıkardığı Glock 19 markalı tabancayı gördüğümde tek kaşımı kaldırdım.

"Ruhsatı var mı?" diye sordum ve kemerimdeki Bluetooth kulaklıkları çıkarttım.

Birini Sarah'a uzattığım sırada dürüstçe, "Tabii ki," dedi ve uzattığım kulaklığı kulağına yerleştirdi. "Ama diğer vahşi silahlarımın yok... Bıçak, ok, testere, kılıç falan, anlarsın ya."

Garipseyerek Sarah'tan gözlerimi ayırdım ve Kuzey'e baktım. "Bunu da sen tak Bilinmeyen, yanımda başka yok ama belki ayrılmak zorunda kalabiliriz."

Uzattığım kulaklığı aldı. "Zaten zor bir durumda kalmadığın sürece seni yalnız bırakmayacağım."

Diğer el fenerini çıkartıp düdüğü boynuma taktım. "Gidiyoruz," dedim saatime bakarken. Henüz kanalizasyona gireli iki buçuk dakika geçmişti. "Kan lekesini nerede gördün Kuzey?"

Bulunduğumuz kanalizasyon tünelinden çıkarak fenerle etrafı kolaçan ettim. İşte burada rüzgâr, yukarıda olduğundan çok daha fazlaydı.

"Bu tarafta, suyun içinde," dedi Kuzey sol tarafa doğru ilerlerken.

Hızla arkasından takip ettik. Su neredeyse botlarımın bileğine kadar geliyordu ve ayaklarım sırılsıklam olmuştu. Sudaki kan damlalarını görünce yere eğilip daha yakından baktım. Kan oldukça fazlaydı ve daha suyun içinde yayılıp kaybolmamıştı. Hâlâ kanaması var demektir bu!

"Şimdi... Bu kişi her kimse kanaması fazla, demek ki kanalizasyonda ilerlerken kanı suya akmaya devam etmiş. Bu sayede hangi yöne gittiğini bulabiliriz. Sarah, sen sağ tarafa git ve suyun içine bak. Kuzey, sen de bu taraftan gitmeye devam et. Kan gördüğünüzde haber verin ve izleri takip edin."

İkisi de başını sallayarak birbirlerinden zıt yönlere ilerlemeye başladılar.

Ben de bulunduğum kanalizasyonların duvarlarını fenerle incelemeye başladım. Tünellerin tavanlarına bakarak bizim indiğimiz geçitten başka bir tane daha olup olmadığına baktım ama burada başka bir geçit yoktu. Duvarlar betondu ve duvarların yapısına bakıldığında oldukça eskiden inşa edilen bir kanalizasyon olduğu belli oluyordu. Yerdeki su, atık su değil, yağmur suyuydu. Lakin su pek berrak da değildi. Yine de içinde çöp veya atık olabilecek pek bir şey yoktu.

Duvar kenarlarını incelediğim zaman üst üste iki tane borunun geçtiğini fark etmiştim. Üzerinde herhangi marka veyahut belirteç olarak yazılan bir yazı bulunmuyordu; bu da eski olduğuna işaretti. Zaten görüntüsünden de eski olduğu belli oluyordu. Neredeyse yüz yıllık... Borular, bütün kanalizasyon yolu boyunca birbirini takip ediyordu.

"Burada kan var, Dedektif!" diye bağırdı Kuzey.

Oyalanmadan onun yanına yürüdüm. Zaten Sarah kulaklıktan onun sesini duymuş olmalıydı. Kuzey'in telefonunun ışığının olduğu noktaya varınca onun gibi yere eğildim. Suyun içinde yayılan kan, az önceki kadar çok değildi.

"Sarah kulaklıktan seni duyuyor mu?"

"Evet, buraya geliyor," dedi kısaca.

Hızla bu yönde ilerlemeye başladım. İndiğimiz geçidin sağ tarafında kalıyordu bu yön.

Işıkla suyun içini kontrol ederek gidiyordum; kan lekeli aralıklarla suya damlamıştı. Birileri yaralanmıştı ama nasıl yaralandığına dair bir fikrim yoktu. Belki de merdivenli geçitten atlayınca yaralanmış olabilirdi. Bu da kanının kısa süre içinde kesileceğini işaret ederdi. Yani, hızlı olmamız gerekiyordu.

"Dostum, su çok temiz," dedi arkamdan gelen Sarah.

"Evet," diye katıldı Kuzey. "Yağmur suyunun hepsi yukarıdan buraya akmış. Bayağı bir aşağıdayız."

Kan lekelerini takip etmeye devam ettim. Rüzgâr suyu hareketlendiği için kan gittikçe dağılıyordu.

"Yağmur konusunda haklısın," dedim gözlerim yerdeyken. "Pusulaya bakılınca gittiğimiz yön, hangi tarafı gösteriyor?"

Birkaç saniye sonra Kuzey, "Güney-Doğu... Ama Doğuya daha yatkın," diye açıkladı.

"Bu da demek oluyor ki malikânenin arka çaprazında kalan göle doğru ilerliyoruz," dedim ve suyun sıcaklığını elimle kontrol ettim. "Su gittikçe soğumaya başlıyor, yani bu durumda da kanalizasyonun göle bağlanma ihtimali daha yüksek. Çünkü soğuk hava şartları yüzünden göl buz tutmuş..."

"N-Nora... Bu-bu da ne?" dedi Sarah ürktüğünü belirten sesiyle.

Gözlerimi sudan ayırıp ikisinin de fener ışıklarını tuttukları yöne baktım. Kanalizasyon tünelleri iki yola ayrılıyordu ama asıl sıkıntı bu değildi. İki yola ayrılan tünellerin ortasında kalan duvarda kanla bir yazı yazılmıştı.

Tüylerim diken diken olurken duvara yaklaştım. İşaret parmağımla kırmızı sıvıyı kokladım ve akışkanlığına baktım. Evet, kan bu Nora.

"Ölümlülerin Cesetleri," dedi Kuzey soğukkanlılıkla. "Duvarda böyle yazıyor."

Gözlerimle İsveççe yazıyı taradım. Özensiz yazılmıştı ve bunu yazan kişinin çok kan kaybedildiğini belli ediyordu. Üstelik yazıyı yazarken sadece iki parmağını kullanmıştı. Yazının kalınlığına bakılırsa bu kişinin elleri oldukça küçüktü. Parmakları çocuk elinin parmakları kadar olmalıydı.

"Sakin olun," dedim sadece.

Arkamı dönerek ikisinin de yüzünü süzdüm. Sarah'ın şaşkın ve garipser ifadesinin aksine Kuzey oldukça sakindi.

"Bunu yazan kişi her kimse, yarasını deşmiş dostum! Ve inanın bana bu kişi psikopatın önde gideni."

Başımı ağır ağır iki yana sallarken düşündüm. Ölümlülerin Cesetleri...

"Evet, psikopat olduğu belli oluyor," dedi Kuzey düşünceli bir hâlde. "Aklında biri var mı?"

Onların yanına yaklaşıp iki ayrı tünele de baktım. "Biri var ama emin değilim. Vakit kaybetmeden tünellerin birine girmemiz gerekiyor ancak ayrılmamıza gerek yok." Sağ taraftaki tünele girip duvardaki izlere baktım. Kan lekeleri duvarın birkaç metre ilerisine kadar devam ediyordu. "O bilinmez kişi her kimse, bu tünelden devam etmiş."

Adımlarım hızlanırken ikisi de arkamdan takip ediyordu.

"Kuzey sen duvarlara, Sarah sen de suyun içine dikkatle bak."

"Tamamdır," dedi Kuzey yanımdan ilerlemeyi sürdürürken.

Duvarın kenarına yaklaşıp üst üste geçen borulara dokundum. Elimde hissettiğim yanma acısı canımı yakınca dudaklarımdan ufak bir inleme kaçtı. Çok sıcaktı borular. Ancak bu tünelde rüzgâr yoktu. Gittikçe esinti kesiliyor, sadece uğultu kalıyordu.

"Kan damlaları burada daha da çok," dedi Sarah fenerle suyun içini gösterirken.

Başımı sallayıp, "Doğru," dedim. "Çünkü rüzgâr olmadığı için su hareketlenmiyor ve kan damlaları suda dağılmıyor."

Boruya dokunduğum sağ elimin üç parmağında acı hissedince bir kez daha parmaklarıma baktım; kıpkırmızıydı. Adımlarımı hızlandırarak boruyu takip ettim. Borular mutlaka sıcak su kaynağına çıkıyor olmalıydı. Elimi kanalizasyon suyuna daldırıp yeniden kontrol ettiğimde suyun buz gibi olduğu anlaşılıyordu.

"Su çok soğudu, göle yaklaşmış olmalıyız."

Arkamızdan gelen gürültü sesini işitince anında durdum. Silahımı o yöne doğru doğrulttuğum sırada ikisinin de fenerleri önümü aydınlatmıştı. Elimi dudağıma götürerek sessiz olmalarını işaret ettim.

"Sarah, silahını ve el fenerini Kuzey'e ver ve benimle gel. Kuzey ilerlemeye devam et; kulaklıktan bizi haberdar et," diye sessizce komutları verdim.

İkisi de söylediklerimi yaparken ben geldiğimiz yöne geri dönüyordum. Birileri suyun içinde yürüyordu, sesi geliyordu bana.

Sarah, koluma dokununca onu arkama aldım. "Suyun içinde kendini savunabileceğin bir şey var mı Sarah? Demir parçası veya başka bir şey."

"Yumruklarım yasal silah sayılabilecek kadar ağırdır, dostum," dedi sadece.

"Kulaklığını bana ver," diyerek ilerlemeye devam ettim. Sırtımı duvara yaslayıp tünelin çıkışının olduğu yeri kontrol ettim. Kanla yazılmış yazının olduğu duvarın çevresi boştu. Ancak yan taraftaki tünelde biri olabilirdi ya da geldiğimiz tünelde. Adım sesleri rüzgârdan dolayı duyulmuyordu ki kesilmiş de olabilirdi.

Sarah kulaklığı bana uzatınca aceleyle kulağıma yerleştirdim.

"Kuzey, sesim geliyor mu?"

"Evet, Dedektif." Karşı taraftan su sesleri duyuluyordu. "Burada iki tane farklı tünel daha var, ama birinin sonu demirlerle kapalı ve demirlerin ardından şelale gibi su akıyor."

Silahımı karşıya doğrulturken kan yazısının olduğu duvarın, diğer tarafında kalan tünele geçtim. Sarah anbean yanımdan ilerliyordu.

"Oradan uzaklaş, kanalizasyonun suyu oraya toplanıyor olmalı. Eğer demirler sağlam değilse aşağı düşebilirsin," diye uyardım.

"Kontrol ettim," dedi. "Demirler sağlam değil, hatta hepsi yerinden çıkabiliyor."

"Hemen uzaklaş!" dedim yeniden. "Diğer tünele gir ve orayı kontrol et, eğer bir şey bulamazsan, karşına çıkan iki tünelin ayrımının olduğu yerde bizi bekle Kuzey. Kanalizasyonda bizden başka birileri var, dikkatli ol."

"Sen ne dersen o, Dedek..." dedi ama ses bir anlığına kesilmişti. Çekmiyor olabilirdi.

Sarah'la girdiğimiz tünelin içini inceledim. Tünelin sonundan belli belirsiz bir ışık geliyordu ve burada rüzgâr epey fazlaydı.

Kulaklığın öbür ucundan İsveççe bir küfür duyulduğunda kaşlarım çatıldı.

"Neler oluyor, Kuzey?"

"Suların aktığı yerde devasa bir gölet oluşmuş, suyun içi kan dolu!" dedi endişeyle.

Adımlarım anında durdu. Sarah merakla bana bakarken silahımı onun eline verdim. "Kuzey oradan uzaklaş! Aşağı düşersen boğulabilirsin!"

"Suyun içinde biri var... Bir kız... Küçük bir kız gibi duruyor!" dedi şaşkınlıkla ve tedirginlikle. "Ya... Lı... Dedek... Beni... Duyuyor mus... Yaralı!"

Gözlerim irileşirken Sarah'ın kolunu tuttum. "Sarah, bu tünelin sonu büyük ihtimalle dışarıya çıkıyor, ilerlemeye devam et ve bağlantıdan asla ayrılma!" diyerek kulağımdaki kulaklığı yeniden ona verdim. "Dikkatli olmalısın, eğer birini görürsen onu bacağından vur, sakın korkma ve endişelenme. Eğer kimse yoksa dışarıya çıktıktan sonra etrafı incele ve yanımıza geri dön."

Sarah cesaretle başını salladı. "Merak etme sen... Ben onu haklarım," dedi kendinden emin bir şekilde.

"Telefonun yanında mı?" diye sordum aceleyle.

"Evet." Arka cebindeki telefonu çıkarttı.

"Işık olarak telefonunun flaşını kullan ve pusuladan yönüne bak, nasıl yön bulacağını biliyorsun, değil mi?"

"Dört yıl izcilik yaptım, dostum," diye açıkladı.

Daha fazla bekleme gereği duymadan hızla az önce çıktığım tünele doğru koştum. "Gittiğin yön Doğu yönü Sarah, unutma!" dedim son kez uyarmak amacıyla.

Onun da diğer yöne koştuğunu ayak seslerinden duyabiliyordum. "Acele et patron, kulaklıktan hışırtı sesleri geliyor!" diye uyardı beni.

Kulaklıklar su geçirmez bir yapıya sahipti. Bu yüzden Sarah, Kuzey'in suya atladığını duyuyor olmalıydı. Daha hızlı koşmaya başladım. El feneriyle etrafı kontrol ederek yan taraftaki, az önce çıktığım tünele baktım. Oraya girmeden önce malikânenin içinden girdiğim ilk tünele ışığı tuttum ve inceledim. Az önce ayak sesleri buradan geliyor gibi duruyordu. Fakat şu an kimse yoktu.

Bulunduğum nokta, duvara kanla yazı yazılan noktaydı ve burada tam üç farklı tünel vardı. Birisi ilk geldiğimiz tüneldi. Diğerinde Sarah vardı, sonuncusunda ise Kuzey. Aceleyle Kuzey'in olduğu tünelin içine girdim. Onu nasıl bulacağımı bilmiyorum ama tarif ettiğine göre, bu tünel iki sapağa ayrıldığı kısımdaydı ve girdiği tünelin sonunda demirler olduğunu söylemişti.

Kanalizasyon tünelinin en sonuna geldiğimde L şeklinde sağa dönen bir tünel olduğunu gördüm. Ancak benim aradığım tam karşımdaki demirleri açılmış, şelale tarzında suların aktığı tüneldi. Endişeyle demirlere yaklaştım. Aşağı baktım ama aşağıdaki gölette kandan başka hiçbir şey yoktu. Yüreğimde amansız bir korku belirince yukarıyı kontrol ettim. Burası daire şeklinde bir kazan gibiydi. Üstü açıktı ve metrelerce mesafe sonra yer küreye çıkıyordu. Yukarısı orman olmalıydı. Şakır şakır yağmur yağıyordu zira.

"Kuzey!" diye bağırdım.

Ses gelmiyordu. Korku bütün damarlarımın içinde keskin bir acıyla ilerlerken bel kemerimi iyice sabitledim ve hiç düşünmeden hızla suya atladım.

Bedenim soğuk suyla bir bütün olunca bu göletin sanıldığından daha derin olduğunu fark etmiştim. Titremelerimi bastıramazken yüzerek yukarıya ulaştım.

Suyun dışına çıkınca yeniden, "Neredesin, Bilinmeyen?" dedim en yüksek sesimle.

Hiçbir yerde görünmüyordu. Sakin ol Nora! Sakın panik yapma, soğukkanlı davranırsan Kuzey'i bulabilirsin... İpuçları...

Yüzmeye devam ederken dikkatlice suyun etrafına baktım. Yukarıdan üstüme akan sular, diğer kanalizasyon tünellerinden geliyordu. Görüş açımı kapan su, kuvvetle yüzüme çarparak kâküllerimi gözümün önünde perdeliyordu. En mantıklı seçeneği göz önünde bulundurup derin bir nefes aldım ve suya daldım.

Elimdeki fenerle suyun içine bakarak dibe doğru yüzmeye çalıştım. Burası metrelerce derinlikteki, kirli bir havuz gibiydi. Fazlasıyla karanlıktı. Feneri önüme tutarken karşıma ne çıkacağını bilmediğim için içimi amansız bir belirsizlik kaplıyordu.

Fenerle duvarlara baktım. Aşağıda suyun içinde kalan bir tünel daha vardı ama benim nefesim yetmiyordu. Ayrıca aşağı indikçe su, dondurucu bir soğukluğa sahip oluyordu. Yeniden yukarıya yüzüp ciğerlerime sesli bir nefes çektim. Nefes nefese kalmıştım, titriyordum.

Duvarın kenarına doğru yüzerek yukarıdan şiddetle aşağı dökülen ve buz misali etki yaratan sulardan kurtulmaya çabaladım. Zamanım boşa geçiyordu. Ancak tir tir titreyen bedenim ve içinde bulunduğum buz kütlesi su, düşünce sistemimi ele geçirmiş hâlde olduğundan dolayı hızlı hareket edemiyordum. Yine de hızlı hareket etmek zorundaydım. Yoksa bu suda donarak hipotermi geçirirdim ve ölürdüm. Acil bir plan yapmam gerekiyordu.

Düşün Nora, düşün! Eğer Kuzey, sudaki küçük kızı aldıysa nereye gidebilir?

Yeniden atladığı yere çıkamazdı, orası epeyce yukarıda kalıyordu.

Peki ya etrafındaki tünellere girmiş olabilir mi?

Suyun içindeydi, ayrıca yaralı bir kız taşıyordu. Onunla beraber ulaşabileceği hiçbir tünel veya geçit yoktu! Gölete düşünce buradan başka bir yere çıkması mümkün değildi! Tüneller yukardaydı! Üstelik merdiven de yoktu!

O zaman geriye tek bir seçenek kaldı, sakin ol ve düşün... Sen Bilinmeyen olsan, nereye giderdin Nora?

Aklımda çakan şimşekle derin bir nefes aldım ve suya daldım. En son gücümle göletin dibinde gördüğüm, su altında kalmış tünele doğru yüzdüm. Kuzey'in boğulmak üzere olan küçük bir kızı kurtarmak için gidebileceği tek yer; su altında kalan bu tüneldi. Başka hiçbir yere gidemezdi.

Tünelden içeriye girdiğimde yüzerek burnumdan biraz nefes verdim ve basıncı ayarladım. Nefesimin bitmesine çok vardı ama soğuktan her an kilitlenebilirdim. Bütün bedenim uyuşuktu; bacaklarımı hissetmiyor, hipotermi geçirmemek için sürekli zihnimi açık tutmaya çalışıyordum. Fakat su o kadar soğuktu ki. Dondurucu etki yaratıyordu. Tenimi kesiyor gibiydi.

Parmak uçlarım tutmamaya başlayınca sol elimdeki feneri daha sıkı kavradım. Burada da hafif hafif kan damlaları görünüyordu. Kesinlikle buradan gitmiş olmalılardı.

Kanalizasyon tüneli biraz daha darlaşınca nefesimin birazını dışarıya saldım. Ciğerlerimdeki hava bitmek üzereydi. İçinde bulunduğum su, kirli bir hâle bürünürken gözlerim de acımaya başlamıştı. Önümü görmek çok zordu. Tamamen sıkışmıştım.

Yüzerken dizimi aniden bir şeye çarpınca boğukça inledim; ciğerlerimdeki tüm hava baloncuklar halinde yeşilimsi suyun yüzeyine yükselirken ben dibe batıyordum. Hava almam gerekiyordu. Ancak dizimin acısından dolayı hareket kabiliyetim azalmıştı. Fenerin ışığını yere tuttuğumda gördüğüm şeyle suyun içinde kuvvetli bir çığlık attım. Çırpınarak kanalizasyon tünelinin sonuna doğru yüzemeye çalıştım ama dizimden dolayı bunu yapamıyordum.

Nefesim bitmişti. Donuyordum. Bedenim tamamen uyuşmuştu. Ve suyun dibinde... Parçalara ayrılmak üzere olan bir ceset duruyordu.

Continua a leggere

Ti piacerà anche

15.2M 615K 54
"Soyun!" "Ne?" Yaşlı adam oturduğu masada kaşlarını çatmıştı ki yanındaki kadın tebessüm ederek bana döndü. "Sadece hırkanı çıkar ve bize sol kolunu...
6.2K 505 8
Yoongi okulun korkulan isimlerindendi ama üvey kardeşi Jimin'in yanında tambir minnoş oluyordu.
1.6K 175 7
Sona geldiğimi düşünüyorken, ben, gerçekten de Kwon Soonyoung'un ellerinde ölmüş gibi hissediyordum.
116K 7.9K 44
• Wattys2018 Büyük Buluşlar Kazananı "Ben bu gece, şeytanın peşindeki gözlerimi kapatacağım soğuk bir güneşe. İçimde yanan ateşin kül ettiği duygular...