EVA +18 (Avesta Serisi 1. Kit...

De Geranium26

584K 35.5K 4.2K

Kitap +18 içeriklidir ve yetişkinler içindir. Ölümsüzlerin hâkim olduğu acımasız Avesta topraklarında, insanl... Mai multe

1. Bölüm - Tanıtım Video
Avesta Haritası
2. Bölüm - Günümüz / Burning Spirit
3. Bölüm - Avesta Toprakları / Yeni Dünya Düzeni - 16 Yıl Önce
4. Bölüm - Anfalas
5. Bölüm - Rakshasa
6. Bölüm - Kravyad
7. Bölüm - Eva
8. Bölüm - Tekboynuz
9. Bölüm - Ak Samanalar & Kara Samanalar
10. Bölüm - Saya
11. Bölüm - Kuhn'Tiras
12. Bölüm - Ahura'sperta & Mahnzaru (Bölüm 1)
13. Bölüm - Ahura'sperta & Mahnzaru (Bölüm 2)
14. Bölüm - Shadowlands
15. Bölüm - Marcus
16. Bölüm - Gece ve Gündüz
17. Bölüm - Kaçış
18. Bölüm - Lance
19. Bölüm - Farkındalık
20. Bölüm - Göl
21. Bölüm - Uyanış
22. Bölüm - İnkâr
23. Bölüm - Af
24. Bölüm - Kabulleniş
25. Bölüm - Reddediş
26. Bölüm - Ceset
27. Bölüm - Madalyon
28. Bölüm - Sevmek?
29. Bölüm - Takip
30. Bölüm - Portakal
31. Bölüm - Tutku
32. Bölüm - Soru / Cevap
33. Bölüm - Savaşın Öteki Yüzü
34. Bölüm - Doğum günü
35. Bölüm - Hediye
36. Bölüm - Karanlık Vaatler
37. Bölüm - Aitlik
38. Bölüm - Zaria
39. Bölüm - Misafir
40. Bölüm - Son hafta
41. Bölüm - Soytarı
42. Bölüm - Shadowmon
43. Bölüm - Zindan
44. Bölüm - Kabul Salonu
45. Bölüm - Geçmişin Hayaletleri
46. Bölüm - Turkuaz, Eflatun ve Beyaz
47. Bölüm - Yalanlar
48. Bölüm - Antlaşma
49. Bölüm - Şartlar
50. Bölüm - Bekleyiş
51. Bölüm - Duncan
52. Bölüm - Elitler
53. Bölüm - İkaz
54. Bölüm - Unutmak
55. Bölüm - Ingrid
56. Bölüm - Djewa
57. Bölüm - Elma
58. Bölüm - Alex
59. Bölüm - Sır
60. Bölüm - Alışmak
61. Bölüm - Söz
62. Bölüm - İşaret
63. Bölüm - Kehanet
64. Bölüm - "XX"
65. Bölüm - Uyarı
66. Bölüm - Samira
67. Bölüm - Yessenia
68. Bölüm - Gelincik
69. Bölüm - Güne Güzel Başlamak
70. Bölüm - Flavium
71. Bölüm - Nişan
72. Bölüm - Aleksev
73. Bölüm - Karanlık Koridorlar
74. Bölüm - Hançer
75. Bölüm - Ölümün Soğuk Nefesi
76. Bölüm - Sakın Güvenme!
77. Bölüm - İrade
78. Bölüm - Ceza
79. Bölüm - Tuhaflıklar
80. Bölüm - Fahişe
82. Bölüm - Küçük Kız
83. Bölüm - Hüzünlü Bir Melodi
84. Bölüm - Vazgeçişler
85. Bölüm - Çıkış Yolu
86. Bölüm - "ALEX"
87. Bölüm - Kain
88. Bölüm - Yaşlı Kadın Ve Rakshasa
Kain / Uzun Versiyon
DUYURU

81. Bölüm - Sorun Ve Plan

3.2K 333 153
De Geranium26

Odama geçtiğimde küvetteki sıcak su çoktan hazırlanmıştı. Hemen kendimi ter ve tozdan arındırıp banyodan çıktığımda, Ingrid elinde bir yemek tepsisiyle kapıdan içeri giriyordu.

"Efendi, akşam yemeğini odanda yiyeceğini söyledi." dediği an yüzümde bir gülümseme belirdi. Belki de artık yemeklere inmem beklenmeyecekti benden.

Yemeğimi hızlıca yedim ve Ingrid'i, Alex'in yanına gönderdim. Üstüme bir gecelik ve onunla takım sabahlığını giyerek hemen Kain ile odamızı ayıran kapıyı kilitledim.

Pencerenin önündeki sedire geçerek, kütüphaneden aldığım kitaplardan birini okumaya başlamıştım. Dışarıda dolunay vardı. Bir süre sonra baş ağrılarımdan kitabı okuyamayacak hale gelince elimden bırakıp, ay ışığının aydınlattığı manzarayı seyretmeye başladım. 

Ay, sanki elimi uzatsam dokunabileceğim kadar yakındı ve odamı aydınlatan ışığı huzur vericiydi.

Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama kapım aniden açıldı ve Kain odaya girdi. Odayı hızla araştıran gözleri ise kısa sürede beni buldu. Nefesim korkuyla boğazımda tıkanmıştı...

Kapıyı kapatıp gözlerimin içine bakarak kilitledi.

Hemen ayağa kalktım. Yavaş ve kendinden emin adımlarla bana doğru gelişini tedirginlikle izliyorum. Gözlerim yine bir kaçış yolu araken ise, durmadan yerimde kıpırdanıyordum. Tam önümde durup bakışlarını benden ayırmadan, "Senden on dilek hakkım vardı." dedi. 

Yüzünde ne yaptığını bilen, attığı her adımı hesaplayan, hesapçı ve kurnaz bir adamın ifadesi vardı. Sonra gülümseyerek saçımdan bir tutam alıp parmaklarıyla oynamaya başladı.

Gözleri parmaklarına doladığı saç tutamındayken bana yandan bir bakış atarak. "Öncelikle, Selene ile nişanımı kabul edeceksin." dedi. Demek ilk dileği buydu...

Sanki fısıldar gibi sessizce, "Ettim zaten." diye cevap verdim.

Gülümseyişi haşindi. "Hayır, Eva. Etmedin."

Kaşlarımı çattım. Onlara bir nişan hediyesi almamı falan mı bekliyorlardı?

"Dün akşam şerefinize kadeh kaldırdığımdan oldukça eminim."

"Senden göstermelik bir kabul istemiyorum." diye duraksarken, gerçekten bir hediye bekliyor olabileceklerinden neredeyse emin olmuştum.

Ancak sonra, "Aramızdaki hiçbir şey değişmemiş gibi bir kabul bekliyorum." diye ekledi.

Bu da ne demekti şimdi?

"Yani?"

"Yani, hâlâ ben ne zaman istersem karşı çıkmadan yatağıma geleceksin Eva."

Bir süre sessiz kaldıktan sonra, "Ben de senden bir şeyleri kabul etmeni isterim. Ne olursa olsun koşulsuz şartsız kabul edersin." diye bana Victoria için yaptığımız anlaşmayı hatırlattı.

Gülümsemesi genişlerken göz kırparak, "Anlaşmamız böyleydi." dedi.

Nefesim kesilmişti. "Nişanın...." dedim duraksayarak ve bakışlarımı gözlerine çevirdim. 

"Ben o sözü vermeden önce karar vermiştin Selene ile nişanlanmaya öyle değil mi?"

Umursamaz gibi omuzları silkti.

Sonra parmaklarıyla çenemden tutup bakışlarımın onda olduğundan emin olup. "Sana olan düşkünlüğüm artık zayıflık olarak görülüyor Eva. Yatağıma başka kimseyi almamam göze batıyor. Senin için verdiğim tavizler ve özgür tavırların, başkalarının kafasında soru işaretleri bırakıyor. Bir insanın parmağında oynattığı kukla bir lider olarak görülmeyeceğim." dedi ödün vermez bir sesle.

Sonunda Selene'in yolundan gitmeye karar vermişti demek...

Elleri omuzlarıma inip beni sanki kaçabilirmişim gibi sıkıca tuttu. "O yüzden artık canım kimi isterse yatağıma onu alacağım. Bu da bir diğer isteğim, çünkü sen yine de kayıtsız şartsız ne zaman istersem yatağıma gelecek ve sorun çıkartmayacaksın."

Gözyaşlarım istemsizce sel gibi akmaya başladı. Ağlamaya başlamam yüzünden çok kısa bir an duraksasa da fısıldar gibi sessiz bir tonla devam etti konuşmaya. 

"Bir de şöyle düşün Eva. Tüm bunlar için senden izin almak, ya da senden ricada bulunmak zorunda değilim. İstediğimi yapabilir ve senin yine de istekle yatağımda olmanı sağlayabilirim." Sesinde bariz bir uyarı tınısı vardı.

Bahsettiği şey emindim ki; tıpkı Victoria gibi, zehirle bir kuklaya dönmemdi.

"Ben, yapamam Kain." dedim gözyaşlarımın arasından onu görmeye çalışarak.

"Yapacaksın Eva." derken sesindeki kararlılıktan bu konuda asla taviz vermeyeceğini anlayabiliyordum.

Ancak görmezden gelerek, elimle çaresizce odamızı ayıran kapıyı işaret ettim. "Dün gördüğüm şeyleri de yapamam." 

Gözleri çıkarcı bir şekilde parladı tekrar ve "Yapacaksın." dedi.

"Ne olursa olsun koşulsuz şartsız kabul edecektin."

"Bu olmaz. Lütfen Kain." dedim yalvararak.

"O zaman, seninle bir anlaşma daha yapacağız Eva."

Çaresizce hemen kafamı sallayarak, "Tamam." dememe ise haince sırıtarak karşılık verdi.

"Seni dünkü gibi bir duruma sokmayacağım. Yatağımızda ikimizden başka kimse olmayacak ama sorun çıkarmayacaksın Eva. İstediğim zaman seni alacağım."

"Yoksa." dedi uyarır gibi tek kaşını kaldırarak, "Bunların hepsine, istersem başka şekilde de sahip olurum. Senin yatağımızda hiç olmadığın kadar istekli olmanı sağlarım ve sana yemin ederim ki o yatakta sadece sen ve ben olmayız Eva."

Bu bir tehditti ve gayet ciddiydi. Zaten Kain boş tehditler savuracak bir adam da değildi.

Benden kötü ve en kötü arasında bir seçim yapmamı istiyordu. Kötü olan seçim; kalbimi ve kendime olan saygımı paramparça edecekti. Ancak kahrolası zehir yüzünden vücudum şu an bile ona karşı tepki veriyordu. En kötü olan seçimin -yani zehir ve o yatakta başkalarının da olacak olması- düşüncesi bile; ne kalbim kaldırabileceği bir şeydi, ne de ruhumun.

Ona bakmadan, "Tamam." dedim sessizce.

"Tamam, ne Eva?"

"Ne zaman istersen yatağında olacağım." Kafamı kaldırıp gözlerine baktım. "Ama bana bu duruma alışmam için biraz zaman ver lütfen."

Göz kırparak, "Akıllı kız." dedi dalga geçer gibi.

"Bana söz ver Kain." 

Tutmayabileceğini bilsem bile, hâlâ çaresizce ondan bir söz bekliyor olduğumu düşündüğüne neredeyse emindim. Aslında istediğim tek şeyse bu durumdan kurtulmanın bir yolunu bulana kadar zaman kazanmaya çalışırken inandırıcı görünmekti.

"Söz veriyorum."

Neticede tam dört haftadır; o günü nasıl atlatabileceğimi ve Kain'in ne kadar daha beni rahat bırakacağını bilemediğim kâbus gibi bir güne uyanıyordum. Kendime belli bir rutin tutturmuştum. 

Neyse ki Selene en az Kain kadar yatak maceralarından hoşlanıyordu da, Kain'i yeterince oyalayabiliyordu.

Kahvaltılarımı odamda yapabiliyordum. Öğlen Duncan ile dersimize kadar vaktimi Alex ve Ingrid ile odamda geçiriyordum.

Ingrid'in tavırları, Duncan ile sorumluluklarının azaltılması için konuştuğum halde düzelmemişti, hâlâ gözlerime bakmıyordu. Artık bana söyleyemediği bir sebepten dolayı böyle davranıyor olduğunu hissediyordum. 

Belki de benimle çok yakın olup Selene'in dikkatini çekmek istemiyordu? 

Ya da belki bir kan gelini bile olsa, bir metres ile yakın olmak hoş karşılanan bir şey değildi? 

Umursamıyor ve bu tavrı beni kırmıyormuş gibi davransam da aslında çok canımı yakıyordu. Çünkü onu ve Alex'i ailem yerine koymuş gibiydim.

Duncan'la dersimizden sonra tekrar odama geçip bir banyo yapıp, lanet akşam yemeği için hazırlanıyordum.

Büyük salondaki akşam yemekleri ben orada değilmişim gibi yeniyor. Kain ile Selene masaların ortasında bulunan boşlukta toplanan kan köleleri arasından dört, beş tanesini seçerek odalarına çekiliyorlardı.

Ben de yemekten sonra neredeyse sabaha kadar Duncan ile vakit geçiriyordum. Ata biniyor, kâğıt oynuyor, bazen kılıç derslerine bile devam edebiliyorduk.

Sabaha karşı odama geçtiğimde, yanımdaki odadan gelen sesler genellikle kesilmiş oluyordu.

Günlerimi sorundan uzak geçirmeye çalışıyor, baş ağrılarım ve bitkinliğimle başa çıkmaya çalışıyor ve de elbette kendime bir çıkış noktası arıyordum...

Ancak artık büyük bir sorunum vardı... 

Çünkü bir süredir adet olmamıştım. Sabahları bulantılarım başlamıştı ve bunun baş ağrılarından kaynaklanmadığına neredeyse emindim... Ingrid'e böyle zamanlar da akşam şarabı fazla kaçırdığımı söylüyordum.

Hamile olduğuma emindim. Delicesine korkuyordum ve artık kesinlikle bir şeyler yapmalıydım. Bu bebeğe... Benim bebeğime zarar vermelerine izin veremezdim. Melezlerle ilgili kurallarının canı cehennemeydi!

Kendimi annem yerine koyuyor ve onun yaptığının aklsine, çocuğumdan asla vazgeçmeyeceğime dair kendimi yatıştırmaya çalışıyordum.

Sanki ona daha şimdiden sevgiyle bağlanmıştım...

Daha şimdiden ona bir şey olması korkusu ve endişesi kendimden önce geliyordu. Bana, hayatta bu duyguyu yaşatacak başka bir şey olduğunu sanmıyordum...

Daha şimdiden kendi şefkatim üzerine anne şefkatini eklemiştim. Onu koruyacaktım, ancak bunu tek başıma yapamazdım...

Ducan'dan isteyeceğim şey bencillikti, kaybedeceği çok şey vardı biliyordum ama gidebileceğim başka hiç kimsem yoktu.

Flavium'a gittiğimde, Duncan çoktan sahne de beni bekliyordu. Yüz ifademden hemen bir sorun olduğunu anlamış, hızla elindeki kılıçları sırtındaki kemerli kına geçirerek beklemeye başlamıştı.

Yanına gittiğimde, gözlerini bir an bile ayırmadan dikkatle yüzümü inceledi. Konuya nasıl gireceğimi bilmediğimden yerimde kıvranıyor ve susuyordum.

Konuşmam için cesaret vermeye çalışır gibi tek elini omzuma koyarak hafifçe sıktı. "Sorun ne Eva?"

Ona söyleyerek büyük bir risk alıyordum ama beni ispiyonlamak yerine en fazla "Ne halin varsa gör." diyeceğinden neredeyse emindim.

Bilmiyordum... Sadece beni yarı yolda bırakmayacağını hissediyordum. Bunun söylememin kolay bir yolu yoktu o yüzden gözlerine bakarak bir solukta, "Hamileyim, Duncan." diye cevap verdim.

İlk tepkisi gülmek oldu. Kötü bir şaka yaptığımı ve bunun gerçek olamayacağını düşünüyordu, bense gülmüyordum. Artık yüzümde gördüğü şey her neyse bir anda gülmeyi kesip, "Siktir!" diye bağırdı.

Sonra ellerini sanki yolar gibi saçlarına daldırıp, sahnenin içinde ileri geri adımlamaya başladı.

"Siktir. Siktir, siktir..." diye söverek söylenmeye ise devam etti.

Ardından hızla yanıma gelip, omuzlarımdan tutup beni sertçe sarsarak, "Bu nasıl olabilir Eva? Nasıl böyle bir aptallık yapabilirsin? Sana anlattıklarımdan sonra, melezlerin başına gelenleri bildiğin halde..." dedi sanki inanamıyormuş gibi bana bakarak.

Omuzlarımdaki ellerini öfkeyle itekledim. "Ben bir aptallık yapmadım Duncan. Hem nasıl tek başıma suçlu olabiliyorum!"

Ellerini ensesinde birleştirerek Tanrılardan sabır dilermiş gibi gökyüzüne baktı. "Sana verilen çayı düzenli olarak içmen gerekiyor Eva, yoksa asla böyle bir sorunla karşılaşmazdın."

"İçiyorum." dedim afallamış bir şekilde.

Keyifsiz bir kahkaha attı sonra sertçe bana bakıp, "Demek ki içememişsin. Dikkat etmemişsin!" diye bağırdı.

Öfke ve kırgınlığı aynı anda hissediyordum. Gözlerim dolmuştu ve ağlamaya başlamam an meselesiydi.

Beni öyle görünce, "Lanet olsun, siktir..." diye tekrar söylenmeye başladı.

"Duncan, ben o lanet çayı her sabah içiyorum. Bir kere bile atlamadım, belki de koruyuculuğu düşündüğünüz kadar yüksek değildir." derken kendimi toparlamaya çalışmış olsam da sesimdeki titremeye engel olamamıştım.

Bir an söylenmeyi kesip dikkatle bana baktı ve gözlerini kıstı.

"Hiç atlamış olamaz mısın Eva?"

"Asla." derken kendimden çok emindim.

"Emin misin?"

"Elbette, Ingrid her sabah getirir ve son lokmasına kadar içerim."

Tek kaşını kaldırarak, "Bu Ingrid'e güveniyor musun Eva?" diye sordu.

"Elbette güveniyorum, o her zaman..." deyip bir an da duraksadım.

Ingrid haftalardır gözlerimin içine bakamıyor ve bana mesafeli yaklaşıyordu.

Gözlerimi şaşkınlıkla kırpıştırdım.

"Ne?" diye sordu Duncan.

"Ne oldu Eva?"

"Bilmiyorum... Sadece Ingrid, bir süredir bana karşı mesafeli davranıyor ama ne olursa olsun böyle bir şey yapabileceğini sanmıyorum Duncan."

"Bir mala hak ettiğinden çok değer verirsen, kazıklanırsın Eva." Kain aynen böyle söylemişti Ingrid için. Haklı olabilir miydi?

Duncan ise, "Sen öyle san." dedi tıslar gibi.

Artık iyice paniklemiştim. Ingrid, gerçekten böyle bir şey yapmışsa bunu tek başına yapmış olamazdı ve bu da, durumumun ortaya çıkmasının an meselesi olduğu anlamına geliyordu. Çünkü fark etmesi kaçınılmazdı.

"Buradan gitmem gerek Duncan." derken sesim yalvarmaktan öteye geçememişti. Çaresizce yardım bekliyordum.

Ellerini yine ensesinde birleştirerek ileri geri yürüyüp, kendi kendine söylenmeye başladı. Sonra durup tekrar gökyüzüne baktı, ancak bu kez sanki Tanrılardan bir mucize bekler gibiydi. Ağzından bir inilti çıkarken, kolları yenilgiyle iki yanına düştü...

Bana sanki görmeyen gözlerle bakıp, "Tek şansın Theremore, Eva." dedi.

"Elf ormanı mı?" diye sordum şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırırken.

Kafasını sallayarak onayladı. "Marcus, kendisi de melez olan bir lider. Ayrıca savunmasız ve hamile bir insan kadınına da kolay kolay zarar verebileceğini zannetmiyorum."

Sonra elleriyle yüzünü ovuşturup kederli bir sesle, "Yani öyle umuyorum." dedi.

Bir süre, ikimiz de bu ihtimali düşünerek sessizliğe gömüldük. Sonra Duncan, "Kalırsan kesinlikle bebek ölür." diyerek duraksayıp sanki bunu isteyip, istemeyeceğimi anlamaya çalışır gibi dikkatle gözlerimin içine bakmaya başladı.

"Olmaz." dedim kararlı bir sesle. Esasen böyle bir ihtimali düşünebilecek olmamı değerlendirmesi bile benim için can sıkıcıydı.

Onaylayarak kafasını salladı. "O zaman tek şansımız Theremore. Ya ikinizin birden ölme ihtimalini göze alacağız, ya da bebek kesin ölecek."

"Gerekirse ikimiz de ölürüz." derken, bunun almam gereken bir risk olduğunun farkındaydım. Söylediklerimde ciddiydim. Gerekirse ölürdük, ancak ikimiz birden...

Umurumda değildi.

Elimi koluna koyarak hafifçe sıktım. "Senden böyle bir şey istediğim için özür dilerim Duncan. Bunu yapmak zorunda olmadığını biliyorum. Bana yardım ederek ne kadar büyük bir risk aldığını biliyorum. Çok özür dilerim ama gidebileceğim başka kimse yok."

Umursamazca omuzlarını silkti, ancak o ne düşünürse düşünsün benim için her şeyden çok önemliydi bu yaptığı...

Ona gerçekten minnettardım.

Ellerini omuzlarıma koyup hafifçe bana doğru eğildi ve bakışları gözlerime dikti. "İkimiz birden ortadan kaybolamayız Eva. Ben, bu akşam Kain ile konuşup bir süre milisler için ava çıkacağımı söyleyeceğim ve buradan ayrılacağım. Benim yokluğumda ise seni Lance korumaya başlayacaktır."

Duraksadı sanki söyleyeceklerini tam olarak anladığımdan emin olmak ister gibiydi. "Sen akşam yemeğinden dönüp odana çekildikten sonra, bir saat daha yakınlarında bekleriz ve sonra koruma işimiz biter."

Anlıyorum der gibi kafamı salladım.

"İki gün sonra; odana çekildikten sonra ne olur, ne olmaz diye iki saat daha bekleyecek ve ahırlara gidip bir at alacaksın Eva. Yanına hiçbir şey almayacaksın hatta bir pelerin bile, anlıyor musun?"

"Evet."

"Kapıdaki askerlerin seni durdurmamasını sağlayacağım. Shadowlands çıkışında seni bekliyor olacağım ve güvenli bir şekilde Theremore'a gitmene yardımcı olacağım."

Kaşlarım çatıldı. "Sen de benimle gelmeyecek misin?"

"Elbette gelmeyeceğim. Marcus seni öldürmeyecek olsa bile, yanında benimle oraya gidersen ikimizde ölürüz."

Gözlerim doldu ve ben engelleyemeden birkaç damla yaş yanağımdan süzülerek, omuzlarımı tutan kollarına düştü.

"Peki, ya iki gün sonraki o gece Kain odama gelmeye kalkarsa?"

"Ona bir bahane uydur... Başım ağrıyor de, reglim de, ne uydurursan uydur. Ancak bu durumda ne olur ne olmaz diye kaçma girişimini ertesi gün yapacaksın. Tam bir hafta boyunca senin gelmeni bekleyeceğim Eva."

Bir cevap vermemi beklemeden, beni kollarıyla sararak sıkıca sarıldı. Bana sarılması, uzun zamandan beri ilk defa kendimi güvende hissetmemi sağlamıştı. Bu güven duygusuyla, ağlayışım beni nefes nefese bırakacak cinsten çirkin hıçkırıklara dönüştü. Ancak Duncan sessizce beni kucaklarken, saçlarımı okşamaya ve sürekli üzgün olduğunu söylemeye devam etti.

En sonunda sakinleşebildiğimde kafamı kaldırıp ona baktım. Elleriyle yanaklarımı avuçlayıp, başparmaklarıyla gözyaşlarımı silerken bakışlarını gözlerimden ayırmadı. Sonra aramızdaki hava aniden değişmeye başladı. Gözleri yavaşça ağzıma doğru inerken, dudaklarım yoğun bakışları altında şaşkınlıkla açılmıştı. Muhtemelen bunu bir davet olarak düşünmüş ve bir an tereddüt eder gibi olsa da sonra kafasını eğip beni öpmeye başlamıştı.

Yapmam gerekenin bu olduğunu bilsem de onu durdurmadım ve öpüşüne aynı şekilde karşılık verdim. Daha sonra bunun için; Duncan'ın mükemmel öpüşüyor olmasını suçlayabilirdim, ya da içinde bulunduğum duygusal ruh halimi, baş ağrılarımın sonunda beynimi bulandırdığını, yorgunluktan kafamın karıştığını, hatta resmen bana nefes aldırmayan kanımdaki zehri bile...

Ancak o gün, bu anın tadını çıkaracaktım. Çünkü hayatıma giren ilk erkek; bana değerli olduğumu, istendiğimi ve sevildiğimi sadece beni becererek gösterebilen bir pislik olmuştu.

O an istediğim aslında Duncan değil, tüm bunları tekrar hissetmekti. Bilinçaltım yapmam gerekenin bu olduğunu söylüyordu. Çünkü Kain bana bunu öğretmişti. Ancak, doğru olanın bu olmadığını öğretecek biri için biraz daha beklemem ve hatalar yapmaya devam etmem gerekecekti...

Birden, kendimi sırtım sahneyi izleyicilerden ayıran duvara dayanmış olarak buldum. Öpüşmemiz yumuşak öpücüklerle başlamıştı. Ancak Duncan sonra dudaklarını sertçe dudaklarıma bastırarak beni tutkuyla öpmeye başladı. Dudaklarımız aralanarak nefeslerimiz ve inlemelerimiz birbirine karıştı. Dilinin ucunu alt dudağım da gezdirip ağzımın içine sokuyor ve bedenim ona istekle karşılık veriyordu. Öpüşmemiz sona erdiğinde soluğum kesilmişti

Artık Duncan'ın sıcak nefesleri boynumda geziniyordu. İkimizde inliyor ve ihtiyaç içinde titriyorduk.

"Sonsuza kadar yanımda olacağını bilirken, seni görmek bana yeterdi Eva."

Boğuk sesiyle konuşurken boynumda hissettiğim hırıltılı nefesleri tüm vücudumun ihtiyaç içinde kıvranmasına sebep oluyordu.

"Bir daha asla göremeyeceğimi bilerek seni kolay kolay bırakamam."

Dudakları yanaklarıma çıkarken hafifçe eğilip dizlerimin arkasından kavrayarak beni havaya kaldırıp, bacaklarımı beline dolamam için yönlendirdi. Artık onu kıskıvrak yakalayan bacaklarımın arasındaydı. Sırtım yay gibi gerildi. Sertliğini, ısrarlı ve istekli halini tamamen hissedebiliyordum.

Nefes nefese, "Yalvarırım izin ver." dedi ve kendini sertçe bana bastırmaya başladı. Aklım resmen başımdan gitmişti. Ona bir cevap vermeyi geçtim, nefes bile alamıyormuş gibiydim.

"Lütfen hayır deme, lütfen, lütfen..." derken elleri kalçalarımı sıkıca kavramıştı.

Yaptığımız şey neden bilmiyorum ama hem çok doğru, hem de bir o kadar yanlış hissettiriyordu. Kafamda bir ses bana bangır bangır bağırarak, "Hayır!" diye çığlıklar atıyor, durmamı söylüyordu.

Ve onu daha fazla görmezden gelemezdim.

Bu çok büyük bir riskti. Kain'in, bunu bir şekilde keşfetmesi riskini alamazdım. Bana ne olacağı umurumda bile değildi ancak kendim dışında düşünmem gereken iki kişi daha vardı.

"Dur, Duncan." dedim kendimi zorlayarak.

İnleyerek, "Yapma bunu Eva. Bana bunu yapma." dedi.

"Bunu yapamayız." derken o an sesim beni bile ikna etmeye yetmiyordu.

Duncan ise söylediğime, "Hem de öyle bir yaparız ki." diye karşılık verirken çoktan gözünü karartmış bir adamın kararlılığıyla konuşuyordu.

Zayıf itirazlarıma devam ettim. "Bunu anlayabilir."

"Bırak anlasın. Umurumda değil."

O an, anlaması ihtimalinde olabilecekler sanki bir bir gözlerimin önünden geçmeye başladı. Ben bununla yüzleşebilirdim. Hatta belki Duncan bile ancak ya bebeğim?

"Ama benim umurumda, bunu göze alamam Duncan!" derken sesim beni bile hayrete düşürecek bir kararlılık taşıyordu.

Hızla kafasını kaldırıp bana baktı. Bakışları yüzümde gezinirken, ciddi ifademi bozmadan kararlı gözlerle ona bakmaya devam ettim. Çok kısa bir an gözleri acı çekiyormuş gibi sıkıca kapandı ancak bakışlarımız tekrar buluştuğunda beni anladığını gözlerinden okuyabiliyordum. Beline doladığım bacaklarımı yavaşça yere bıraktı. Kendi başıma ayakta durabileceğimden emin olduktan sonra ise bir adım geri çekilip öylece boşluğa bakmaya başladı.

Korku, içime sis bulutları gibi yayılırken düşüncelerimde tek bir şey vardı; Ya bana yardım etmekten vazgeçtiyse?

İstemsizce tekrar ağlamaya başladım. Hormonlarım başımın belası olmuş çıkmıştı. Kendimi aklen dengesizin teki gibi hissediyordum.

Gözyaşlarım arasından Duncan'ın endişeli yüzünü gördüm. Hızla beni tekrar kollarına alıp, saçlarıma ufak öpücükler kondururken sürekli, "Özür dilerim, çok özür dilerim." diye fısıldıyordu.

İyice yatışana kadar beni bırakmadı. Ağlamaya bir son verip düzenli nefesler almaya başlayana kadar beni sakinleştirmek için elinden geleni yaptı. Sonunda kendime gelebildiğimde, avuçlarımı geniş göğsüne dayayıp biraz geri çekildim ardından kafamı kaldırıp gözlerine baktım ve "Ben de özür dilerim." dedim ağlamaktan kısılmış sesimle.

Gerçekten üzgün görünüyordu. Konuşurken sesi endişe doluydu. "Sen özür dileyecek hiçbir şey yapmadın Eva. Bunu yamaması gereken bendim. İçinde bulunduğun durumdan faydalanmak, ya da yardımıma bir karşılık bekliyormuşum gibi görüneceği halde kendime engel olamadım."

Kafamı iki yana salladım. Lanet gözlerim yine dolmuştu. "Bunun aramızdakileri değiştirmesini istemiyorum. Senin dostluğunu kaybetmek istemiyorum Duncan."

Yanaklarımı avuçlayıp kafamı hafifçe kaldırarak ona bakmamı sağladı. "Beni asla kaybetmeyeceksin Eva. Ne olursa olsun yanında olacağım."

Aklıma Saya'nın da beni terk etmeden hemen önce buna yakın bir şeyler söylediği gelince, gülmekle burnumu çekmek arası bir ses çıkardım.

Lütfen aklınıza takılan bir şey olduğunda yorumlarda benimle paylaşın, cevap vermekten mutluluk duyarım.

Olumsuz her eleştirinizle kendimi ve kitabımı geliştirmemi sağlarken, her olumlu düşüncenizle günümü aydınlatırsınız.

Kendinize çok iyi bakın, görüşmek üzere...

Continuă lectura

O să-ți placă și

121K 158 1
KURTARICIM serisinin 1.kitabıdır! Mortena yayınları ile kitap oldu
masum ve yasak De lena

Ficțiune adolescenți

492K 25.7K 40
(2) Thomas Boyle, hayatında ilk defa saf bir kadını arzuladı. Bellanita Hill, Thomas Boyle'un ilk karmaşası oldu ve bu onu çok daha çekici kıldı.
20.3K 2.4K 50
Karşılıksız aşk, cüretkâr bir teklif ve çarpık bir intikam oyunu... Sare'nin kalbi çocukluk arkadaşı Emir'e aittir, ancak kaderin başka planları vard...