İnsan anlamsız ve değmeyecek pek çok şey için ömrünü heba etmeye meyilli tek varlık olarak dünyada hüküm sürmeye devam ediyor.
Kalp taşıyan kimi bambaşka bir coğrafya da aç kalan bir bebeğin ağlamasını bağrında hissederken, kimi de gezegende sadece kendi yaşarmış gibi acımasız, pervasız, düşüncesiz ve saygı duymaktan yoksun.
Bilmiyorlar ki Allah ağacın, çiçeğin, börtü böceğin, kuşların, hayvanların ve tüm kâinatın da rabbidir.
Mustafa ile bahçeye adım atan Yusuf az ilerde fidan diken Servet efendiye seslendi ve adımlarını ona çevirdi "Kolay gelsin"
"Sağ ol, hoş geldiniz" dedi yaşlı adam gülümserken.
Hemen yanında dört beş adet daha dikilmeyi bekleyen fidan vardı.
"Bunları dikmeni Gülnihal mi istedi?"
"Kısmen. Arka bahçede ki tahta çitli alana Mart ayında bizzat kendi ekmişti bunları. Yani çekirdekten yetiştirdi. Baktım dikilmeye hazır hale gelmişler, onun istediği bölümlere dikeyim dedim. Malum fark ederse haline aldırmadan kendi dikmeye yeltenecektir. Daha bir kısmı da duruyor onları henüz sökmedim"
Yusuf daha fazla yorulmaması için her şeyi öylece bırakmasını istedi. "Yarın iş yok bunları çocuklarla hallederim ben" dedi. Ve içeri yöneldi.
"Yengem sayesinde burası küçük çaplı bir ormana dönüşecek yakında" dedi Mustafa.
Yusuf ise önüne bakarak gülümsemekle yetindi.
Konağın Gülnihal öncesi ve sonrası diye iki dönemi vardı ki, bu iki dönem arasındaki fark bariz şekilde ortadaydı. Artık her şey daha renkli, daha coşkulu, hatta daha yeşil ve daha çiçekli denilebilirdi.
Akşam yemeği büyük masanın etrafında yenmeye başlandığında hava henüz yeni kararmıştı. Ömer kızlara kalkmayın diye işaret edip gaz lambalarını yaktı ve karşılıklı iki duvardaki yerlerine astı.
Hamza'da masanın ortasındaki ayaklı şamdanda ki üç mumu tutuşturdu ve oturdu.
Yemek kültürümüzün olmazsa olmazı hatta mihenk taşı olan çorbalar yenmeye başlandı. Gülnihal karşısında oturan Yusuf'un ona dikkatli bakması sebebiyle çorbayı en son bitiren kişi olarak sinirle baktı kocasına. Kaşlarını kaldırdı ve bakmaması konusunda uyardı onu.
Bu hareket onda tam tersi bir etki uyandırmış olacak ki, Yusuf başını olumsuz anlamda usulca iki yana salladı ve ahşap ekmek sepetinden bir parça alıp onun tabağının kenarına bıraktı..
Gülnihal ise istemsizce bir kez daha etrafına bakındı. Mustafa, Ömer ve Zeliha. Tam tahmin ettiği gibi imalı gülümsemeleri ile ona bakıyorlardı.. Sadece Hamza bakmıyordu ki, Ömer'in yalnızca bakışları ile işaret etmesi yetti.
Bütün ilgi ve gözlerin onda olması durumu son derece rahatsız edici bir şeydi onun açısından ve bu durumdan utandığının farkında olmasına rağmen sürdürdüğü tutumu nedeniyle Yusuf'a biraz sinirlendi içten içe..
"Efendim bir şey mi söyleyeceksin?"
Gülnihal kınayan bakışlarını önce tabağına sonra tekrar muhatabına çevirdi. Ve bunu bir kaç kez tekrarladı. Masanın diğer başındaki evin büyükleri her şeyden habersiz yemeğini yerken diğer taraf sessizce fokur fokur kaynamaya başlayan bir cadı kazanına dönüşmüştü..
Yusuf ve cevap bekleyen bakışlarını onun yüzüne sabitlemişken, Gülnihal gözlerini üzerinden çekmesi için hiç konuşmadan son bir kaç uyarı performansı daha sergiledi..
"Bak yine o eski bakışlar, küfür mü ediyorsun sen bana?"
"Lütfen yemeğine odaklan. Tabağın buz gibi oldu" diye dişlerinin arasından homurdandı Gülnihal. Sinirli, tane tane ve net bir şekilde. Sonra aynı minimal anlatım biçimi ile herkesle göz göze geldi "Siz de!" Ve tekrar bakışlarını kocasında sonlandırdı..
Yemeğin sonunda herkes masadan bir şeyler alıp mutfağa inmek için merdivenlere yönelirken, Yusuf elinde tencere ile bekledi en sona kalan karısını.
"Ben toplarım abi siz zahmet etmeseniz" dedi Zeliha.
"Eminim" dedi Yusuf ve sürekli kendini yormaması konusunda ikaz ettiği halde asla söz dinlemeyen karısını işaret eden bir cümle daha kurdu "Fakat benimkiyle bir kaç saat süreceği kesin. Malum kaplumbağadan biraz hızlı" Zeliha'ya göz kırptı ve bakışları, karısının bakışlarına çarpıp düştü ahşap zemine.
Öyle ki tıpkı uzay üssünde fırlatılmak için bekleyen roket gibi hacimli ve potansiyel tehlike arz ediyorlardı.
"Şu bakışlara bak. Altı üstü biraz takıldım sana"
Merdivenden inmeye başlayan Gülnihal'in iki basamak arkasından inmeye başladı o da.
"Dikkatli bas ve acele etme" diye komut verdi Gülnihal'e. Ve elindekini bırakarak yeniden hızla yukarı çıkan Ömer'e gözü ile yavaşla diye işaret etti.. Ömer yanlarından yavaşça geçip gidince başını öne doğru eğdi ve fısıldadı. "Az önce inanılmaz tatlıydın. Her zamanki gibi"
Gülnihal anında değişen ifadesini gizleyerek arkasına döndü "Şişt. Lütfen ama artık ya" dedi sessizce ve önünde dönüp gülümsedi kocasının görmeyeceği şekilde..
Yusuf niyetini fark ettirmeden karısına eşlik ederken, sofraya yardım eden çocuklarını izleyen bir yandan da sallanan sandalyesinde örgüsüne devam eden Serra Sultan, eşi Ahmet beye baktı yuvarlak camlı gözlüklerinin üzerinden.
"Nasıl güzel yardım ediyorlar" sesindeki gurur arttı "Ben yetiştirdim çünkü" elindeki 3 numara şişi kenara bıraktı ve yönünü biraz daha gaz lambasına çevirdi. Artık eskisi gibi net göremiyordu.
"Allah razı olsun" dedi Ahmet bey.
"Allah senden de razı olsun. Ben öyle söyledim ama rol modelleri sendin. Eğer sen bana yardım etmeseydin, onlar bizzat seni görmeselerdi, ben ne söylesem de nafile. Çünkü beni dinlediler fakat hep seni örnek aldılar. Sen iyi bir eş ve iyi bir baba oldun. O dengeyi hep korudun. Şimdi her ne olursa olsun onlarında iyi birer eş ve baba olacaklarından hiç şüphem yok çünkü zihinlerinde ki baba figürü en doğru kaynaktan inşa edildi"
"Estağfurullah" dedi eşine gülümserken yaşlı adam. Öksürdü ve devam etti "Anneleri sendin. En büyük şansları buydu. Evin içinde daima yapıcı, her ne olursa olsun onlara gülümseyen, bilinçli ve her şeye merhamet ile dokunan bir kadın ile büyüdüler. Anneleriyle.."
Gözleri buğulanan karısını görünce suyun akış yönünü değiştirdi "o vakitler Gülnihal konusunda neden o kadar ısrarcı olduğunu şimdi anlıyorum. Tıpkı sana benziyor, senin gençliğin gibi neşeli, çocuksu, yapıcı"
Bir anda modu değişen Serra Hatunun yüzüne bu kez zafer gülümsemesi yayıldı. Elindeki örgüye bir ilmek daha atıp kocasına baktı ve başını salladı "Daha ilk gördüğümde içim ısındı ona. Şükür yanılmadım. Kendim doğursam belki bu kadar benzemezdi bana. Darısı diğerlerinin başına" dedi masanın üzerinden sürahiyi alan Ömer'e gözlüğünün üzerinden bakarken..
O ise annesi ile göz göze gelir gelmez bakışlarını çekip hızla ilerledi. Ürpermiş gibi irkildi ve devam etti. "Nasıl oluyor da konuyu her seferinde ustalıkla oraya getirmeyi başarıyor?" diye mırıldandı...
Aslında bir gece öncesi açık açık konuştukları için artık ima etmekten kaçınacağını düşünmüştü. Çünkü gerek yoktu ama bunlarda işin tuzu biberiydi. Üstelik Serra Sultan bu şekilde oldukça mutluydu. "Resmen bizimle eğleniyor" dedi orta katın balkonuna çıkarken.
"Kim?" Diye sordu Mustafa.
"Annem" birbirine bakarak aynı anda söyledi Ömer ve Hamza..
Mustafa gülümsedi. "Her zamanki mevzular yani"
"Evet" dedi Ömer bir sandalye çekip ters şekilde oturdu onlara karşı. "Asla vazgeçmeyecek"
"Konuşamadık. Ne yaptınız dün gece?"
Mustafa'nın Ömer'e sorduğu sorunun cevabını hızlı bir şekilde ekürüsü Hamza verdi. "Konuştular" sonra da telaşla ona döndü "bunun ne demek olduğunu biliyorsun değil mi, çünkü benimle de konuşmuştu"
"Biliyorum, geriye bir ben kaldım"
Parmağını şıklattı "Aynen" bilmiş bir şekilde gülümsedi "Hazırlıklı ol bugün yarın sana da gelip 'evlenmek gibi bir planın yok galiba?' şeklinde bir cümle ile konuya girecek"
Mustafa içten bir şekilde gülümsedi "Şüphesiz" sonra Ömer'e döndü "İsmi neydi kızın?"
"Dilruba" dedi Hamza sonra Ömer'in bakışları karşısında sustu ve eliyle sen devam et diye işaret etti.
"Dilruba evet"
"Doğru tahmin ettik yani. Hiç şaşmaz. Annemin senin yanında o kızdan bahsettiğini fark edince anlamıştım zaten"
"Aynen ben de" dedi Ömer.
"Peki ne düşünüyorsun?"
"Güzel şeyler"
"Nasıl yani bundan bana bahsetmemiştin" bir kesme işareti gibi konuya yeniden dahil oldu Hamza.
Mustafa bir bakışta bu kez tamamen susturdu haylazlık peşinde olan en küçük kardeşini.
"Senin açından olumlu yani?"
Ömer başını salladı "Nazik, akıllı, kibar" dedi eli ile kol saatini düzeltirken. İçinden devam etti "Ve müthiş güzel"
Ömer her şeyin çok farkında aynı zamanda bilincine vararak yaşıyordu. Bir şey ya aktır, ya kara, ya olur, ya olmaz, ya vardır, yada yok. Bu felsefe henüz onu yanıltmamış hatta daima işini kolaylaştırmıştı. Yine bu şekilde ilerlemeye elbette ki kararlıydı.
Annesinden biraz zaman istemişti. Çünkü aklını meşgul eden önemli bir husus vardı. Onu biriyle görmüştü ve aralarında hissi bir münasebet olabilirdi. İşte bu nedenle peşin hükümlü olmak yerine, öğrenmeyi seçti. Bunun için de pek tabi zamana ihtiyacı vardı. Ayrıca çok hassas bir konuydu, bu sebepten kimseye bahsetmedi o düşüncesinden. Her şey aklında ve kalbinde netleşmeliydi ki sağlıklı düşünebilsin. Karşısındaki kişiye de en ufak zarar vermesin. Gayesi bu yöndeydi.
İlk göz göze geldikleri anı hatırladı. O günlerden çok önceydi. Bütün o olanlar olmadan, hatta Gülnihal yengesi bile değilken.
Konağa geldikleri ilk günlerden her hangi birinde ikisi de aynı anda yakın olan bahçe kapılarından çıkınca bir an şaşkınlık ile duraklamış ve aralarına okyanusun girdiği iki kadim şehir gibi uzaktan uzağa bakışmışlardı.