İyi okumalar...
Adal
"Ne?"
Söylediğim ve saçmalığın daniskası olan o sözlerden sonra ben de içimden kendime aynen bu tepkiyi vermiştim. Evet, söylediklerim kesinlikle mantıklı değildi ve olan biten hiçbir şeyi aklım almıyordu ancak yine de...
"Duydun işte. Sen benim kalbimin pilini bozuyorsun." Sanki suçlarmışçasına onu işaret eden parmağımı indirdim ve çenemi hafifçe kaldırıp bana şok içerisinde bakan İmge'ye bakmaya devam ettim. İmge, kendisine gelmek için gözlerini kırpıştırdıktan sonra sormuştu.
"Bunu nasıl yapıyor olabilirim?"
"Bilmiyorum." diye fısıldadım. Bu kalp pilinin sözde kalp atışlarımı düzenlemesi gerekiyordu ama ne zaman İmge'yi görsem kalbim sıkışıyor, atışları hızlanıyordu. Hepsi İmge'nin yüzünden oluyordu.
Kalp pilimin bu sene içerisinde değiştirilmesi gerektiğini biliyordum. Ameliyatımı olacağım tarih de belliydi ve şu zamana dek ameliyat zamanı öncesinde kalbimde hiç sorun yaşamamıştım. Ama İmge etrafımdayken oldukça sorun çıkarıyordu. Bunun da tek bir açıklaması vardı.
"Radyasyon." dediğimde İmge, gözlerini devirip bana doğru bir adım atmıştı. Anında geriye kaçtığımda İmge'nin sert bakışları gözlerime çıkmış ve beni yerime sabitlemişti. Sabırla konuştu. "Tam olarak neresi acıyor gösterir misin?"
Eli kalbime doğru uzandığında yeni yeni sakinleşen atışlarım yeniden hızlanmaya başlamıştı. Can havliyle geriye doğru büyük bir adım attım ve bana yaklaşmaması adına neredeyse bağırarak konuştum. "Benden uzak dur! Radyasyonlusun sen!"
"Ne? Neyim ben?"
"Radyasyonlu." dedim bastıra bastıra. İmge, söyleyecek hiçbir şey bulamadığı için yalnızca kafasını iki yana sallamakla yetinmişti. Dudaklarında sinirden olduğu belli olan bir gülüş belirdiğinde ben tüm ciddiyetimle ona bakıyordum.
Kızıl saçlarını geriye atıp başını kaldırdığında kalp atışlarım yine hızlanmıştı. Elimi bir faydası olabilecekmiş gibi kalbime bastırdım. Bu kadar mesafe yetmiyor muydu? O kadar mı radyasyonluydu bu kız?
"Sen kafayı sıyırmışsın. Biliyorsun, değil mi?"
"En azından radyasyonlu değilim." dedikten sonra daha fazla burada kalmanın kalp sağlığımı tehlikeye atacağını düşündüğüm için Ada'nın sınıfından içeriye girmiştim. Koridordaki bağrışmama tanık olan birkaç veli, yüzüme aval aval bakarken dudağımın kenarını ısırıp boş bulduğum ilk sıraya oturdum.
Ada'nın sınıf öğretmeni içeriye girip hepimizle öğrencilerin durumu hakkında kısaca konuştuktan sonra konferans salonunda diğer öğretmenlerin de olacağını ve daha detaylı bilgi alabileceğimizi söylemişti. Elbette ki kardeşimin eğitim hayatıyla ilgileniyordum ancak şu an benim için çok daha acil olan bir durum vardı.
Ahmet Amcayı arayıp telefonu kulağıma yaslarken okulun bahçesine çıkmıştım. Onun açmasını beklerken bir yandan da gözlerimi etrafta gezdiriyordum. Başparmağımla dudağımın kenarını kaşırken Ahmet Amcanın nihayet telefonu açmasıyla aceleyle konuştum.
"Ahmet Amca, ameliyatı öne çekmemiz gerekiyor."
"Sana da merhaba, Adal." dedikten sonra oldukça sakin çıkan ses tonuyla sordu. "Ne oldu?"
Ahmet Amca, babamın en yakın arkadaşlarından biriydi. Aynı zamanda benim doktorumdu. Bu yüzden aramızdaki ilişki, doktor ve hasta ilişkisinden biraz daha fazlasıydı. Beni oğlu gibi görüyordu. Babamdan geriye kalan üç kişiye de büyük saygısı ve sevgisi vardı. Ama benimle olan ilişkisi daha yakındı.
"Sanırım pilim bozuldu. Ne kadar dayanabilirim bilmiyorum."
"Bu nasıl mümkün olabilir, anlatır mısın? En son kontrole geldiğinde her şey yolundaydı."
"Bir kız yüzünden." diye homurdandım. O sırada bahçede dolaşan gözlerime İmge'yi kestirmiştim. Yanında Arda karşısında ise bir kadın vardı. Bakışlarımı kaçırıp arkamı döndüm ve Ahmet Amcaya durumu açıklamaya devam ettim. "Kızda aşırı radyasyon var. Kalbim kafayı yiyor onun yanındayken."
"Şu an atışların nasıl?"
Elimi kalbime koyup ölçerken "Normal gibi." diye mırıldandım.
"Peki, bu kızı anlat bana şimdi. Ama elini kalbinden çekme, atışlarını kontrol etmeye devam et."
"Tamam." dedim ancak ne olduğunu çok da anlayabildiğim söylenemezdi. "Az önce fark ettim, kızda öyle bir radyasyon var ki araya metrelerce mesafe koysam da etki etmiyor. Galiba ölüyorum."
"Az önce ne oldu peki?"
"Bilmiyorum, yani İmge telefonla konuşuyordu. Ben de o sırada-..."
"Adı İmge mi? Ne güzel ismi varmış. Kız güzel mi bari?"
"Ahmet Amca, ben sana ölüyorum diyorum sen bana ne diyorsun?"
"Öldüğün falan yok, gerzek herif. Sadece biraz çarpılmışsın o kadar."
Ahmet Amcanın keyifle gülmesi kulağıma dolarken söyleyecek hiçbir söz bulamıyordum. Tutkalla yapıştırılmış gibi hâlâ kalbimin üzerinde duran elimi çektim ve yumruğumu sıktım. "Mümkün değil."
"Peki, diyelim ki senin dediğin gibi bu kız radyasyonlu. Kalp pilini bozmak dışında da belirtileri olmalı. Miden bulanıyor mu? Kendini yorgun hissediyor musun?"
"Bilmem, midem bir tuhaf aslında."
"Kelebeklerdendir o." dedi alayla. Sinirle çenemi sıkarken en sonunda dayanamayıp çıkışmıştım. "Doktor değil de falcı olsaymışsın sen. Harcanıyorsun buralarda. Ayrıca normal bir sancı değildi diyorum. Çok acıdı."
"Acır tabii. Çünkü kalbinin neden sancılandığını bilmediğin için korktun. Bu yüzden de daha çok sıkıştı."
"Ben korkmadım-..."
"Sen bu yalanlarla anneni, kardeşini kandırırsın ancak. Ben bilmiyor muyum senin ölmekten ne kadar korktuğunu? Yıllardır ben ameliyat ediyorum seni. Ameliyat sonrası narkozlu halinle söylediklerini sen hatırlamıyor olabilirsin ama ben unutmadım."
Daha fazla bu konuda bir şey deyip canımı sıkmasına izin vermeden telefonumu kapattım. Bir süre etrafıma boş boş bakınırken Ahmet Amcanın söyledikleri aklımda geziniyordu. Böyle bir şey mümkün değildi. İmge'yle bir alakası yoktu ancak ben birinden etkilenebilecek biri değildim.
Elimi saçlarımdan geçirip İmge'nin olduğu tarafa doğru döndüğümde aynı kadınla konuşmaya devam ediyordu. İlk başta kadını öğretmenlerden biri sanmıştım ancak konuşmanın bu kadar hararetli olması beni işkillendirmişti. Sanki İmge azarlanıyor gibiydi. Başı belada görünüyordu.
O tarafa doğru yürümeye başladığımda konuşmanın birazına kulak misafiri olmuştum. Anladığım kadarıyla karşılarındaki kadın, Arda'nın annesiydi ve toplantı olayı yüzünden ikisini de azarlıyordu. Tahmin ettiğim gibi başı büyük beladaydı.
"Pardon," diyerek konuşmanın ortasına balıklama daldığımda hepsinin bakışları benim üzerimdeydi. Arda'ya ve annesine hafifçe gülümseyip İmge'nin elini tuttum ve kendi yanıma çektim. "Bizim gitmemiz gerekiyor."
Bir şey demelerine izin vermeden İmge'yi oradan çekip aldığımda ikimiz de hızlı adımlarla ilerliyorduk. O kadının bizi durdurmasından, konuşmanın ortasına daldığım için bir de bana azar çekmesinden korkuyordum. Bu yüzden adımlarımı neredeyse koşar gibi atıyordum.
Okuldan yeterince uzaklaştığımızda ikimiz de adımlarımızı durdurmuştuk. Omzumun üzerinden okulun ne kadar geride kaldığına bakıp kendimi rahatlatırken İmge'nin elimin içindeki eli hareketlenmişti. Bakışlarımı ona çevirdiğimde ellerimize bakıyordu. Gözlerimi biraz daha aşağıya indirip ben de ellerimize baktım. Kızın eline resmen ahtapot gibi sarılmıştım.
"Sorun değil mi?" diye sorduktan sonra başını kaldırıp gözlerime baktığında masumiyeti bana tebessüm ettirmişti. Elimi elinden çekip yumruk haline getirdim. Elim yine geçen sefer olduğu gibi uyuşmuştu. Bunları düşünmeyi bırakıp İmge'nin sorusunu hatırladım ve başımı iki yana salladım.
"Hayır, değil."
"Hani ben radyasyonluydum?"
"Anlaşılan radyasyonlu değilmişsin."
"O zaman sebebi neydi?"
"Fazla stres. Ameliyat olacağım için herhalde." diyerek salladım. Yüz ifademdeki korku, İmge'nin sözlerime inanmasını sağlamıştı. Korkum sahte değildi elbette. Gerçekten korkuyordum. Bu iş nereye gidiyordu böyle? İmge neden beni bu kadar heyecanlandırıyordu? Bir insan kendini aynı anda hem ölüyormuş hem de en güzel anlarını yaşıyormuş gibi hissedebilir miydi? Sebebi radyasyon değildi, onu anlamıştım. Ahmet Amcanın dediği gibi çarpılmış olabilir miydim?
"Anladım. Orada beni kurtardığın için teşekkürler."
Yüz ifadesindeki değişiklik kalbimi yine sıkıştırırken bu sefer canımın gerçekten acıdığını anlayabiliyordum. Onu görmediğim o ufak zaman diliminde bir şey olmuştu. Tam ona soracağım anda İmge konuşmuştu. "Ben evime gideyim o hâlde. Sonra görüşürüz." dedikten sonra bana el sallamış ve arkasını dönüp yürümeye başlamıştı.
Arkasından aval aval bakarken cebinden telefonunu çıkardığını ve birini aradığını görmüştüm. Aradığı kişi telefonu açtığında İmge'nin ağzından duymaktan hiç hoşlanmadığım o isim döküldü. "Olcay, ne için aramıştın?"
Elimi kalbime bastırdım. Ahmet Amcanın söyledikleri yeniden zihnimde gezinirken yavaşça yutkunmuştum. Haklıydı. Yaşadıklarımın radyasyondan çok daha mantıklı ancak çok daha tehlikeli bir nedeni vardı.
İmge, beni feci çarpmıştı.
Bunu kabullendikten sonra orada neden o kadar fenalaştığımı da anlamıştım. İmge'nin Olcay'la olan geçmişini biliyordum çünkü. Bana anlatmıştı. Onu nasıl sevdiğinden ancak talihsiz olayların nasıl ikisinin kavuşmasına izin vermediğinden bahsetmişti.
Eşek gibi kıskanmıştım onu. Olan biten bundan ibaretti. Kalbimdeki acının sebebi buydu. İmge, bir şeyim olduğunu sanıp yaklaştıkça da hızlı atışların önü arkası kesilmemişti tabii. Radyasyonlu olmasını bu saçma sapan sebeplere yeğlerdim. Çünkü kabul ettiğim hislerim sinirime dokunuyordu.
Ne hakla kıskanıyordum ki? Ben onun hiçbir şeyi değildim nihayetinde. Yalnızca arkadaşlarının baskısından kurtulabilmek için sevgili rolü yaptığı biriydim. Ondan etkilenmiş olmak tuhafıma gitmiyordu. İmge alımlı bir kızdı. Zekiydi, düşünceliydi ve çok güzel gülümsüyordu. Bunlardan etkilenmemiş olsam tuhafıma giderdi asıl.
Ancak onu, sesini, gülüşünü kıskanmak... Bunlar çok fazlaydı. Bunlar çok tuhaftı.
Çünkü daha önce hissettiğim hiçbir şeye benzemiyordu.
İmge, iyice uzaklaşıp göz hizamdan çıktığında elimi kalbime bastırdım. Düşüncelerimi hisseden kalbim yine bana zor anlar yaşatmaya başlatmıştı. İmge'nin kalbimin pilini bozduğu kesindi.
Ama sebebi radyasyon değildi.
İyi günler, kalbimin pilleri! ♥