İmge
Hastanenin girişine geldiğimde adımlarımı durdurmuş, telefonumu cebimden çıkarmıştım. Hastanenin önünde buluşup Kahraman Amcanın yanına gidebilmek için Olcay'a numaramı vermek durumunda kalmıştım. Olcay'ı hızlıca ararken göz attığım kadarıyla numarasının hâlâ aynı olduğunu görmüştüm.
Telefonu ilk çalışta açmıştı. Benim konuşmama izin vermeden "Gördüm seni." diyerek yüzüme kapattığında birkaç saniye sonra önümde belirmişti. Telefonu montumun cebine sokup bakışlarımı hastanenin girişine çevirdim. "Hangi odada kalıyor, biliyor musun?"
"Evet, benim geleceğimden haberi var ama senin geleceğini bilmiyor. Sürpriz olsun dedim."
Kafamı onaylarcasına salladığımda birlikte hastaneden içeriye girmiştik. Olcay'ın adımlarını takip ederken bakışlarımla zemini inceliyordum. "Neden fenalaşmış?"
"Kalp spazmı geçirmiş."
Başka bir şey söylemeyip adımlarını takip etmeye devam ettim. Söyledikleri aklıma Adal'ı getirmişti. Onun da kalp rahatsızlığı vardı. Dışarıdan oldukça sağlıklı görünüyordu gerçi. Hastalığıyla yaşamayı öğrenmiş olmalıydı. Ama ona nasıl bir çocukluk geçirdiğini sorduğumda 'hastaydım' diye geçiştirdiğinden beri içim yanıyordu.
Çocuklar gerçekten de en hassas noktamdı. Dünyadaki tüm çocuklar her şeyin en iyisini hak ediyordu. Ebeveynler çoğu zaman çocuklarına en iyisini vermek için uğraşırdı, kimi zaman veremezdi ancak bir çocuk için en büyük şans onun için çırpınan ebeveynlerinin olmasıydı. Bir çocuğun oyun oynaması gereken yerde hastanelerde sürünüyor olduğunu düşünmekse beni kahrediyordu.
"Önce ben gireyim, sen arkama saklan. Olur mu?"
Bu çocuksu tavrına gözlerimi devirdiğimde Olcay, başını yana doğru eğmişti. Dudaklarını büktü. "Lütfen? Yüzündeki o mutluluğu görmek istiyorum."
"Kalp spazmı geçirmiş birine ani şok yaratmak iyi bir fikir mi sence?"
"Doğru dedin." dedikten sonra hastane odasının kapısını açmış, sanki Kahraman Amca kalp spazmı geçirmemiş de duyma yetisini yitirmiş gibi bağırmaya başlamıştı. "Kahraman Amca! İmge de burada! Sakın korkma, olur mu?"
Olcay'ın arkasından çıkıp yaptığı salaklık için Kahraman Amcaya mahcup bir şekilde baktığımda beni gördüğü için gözlerinin içi gülmüştü. Dudaklarındaki o babacan gülüşe bakarken benim de içim ısınmıştı.
Kahraman Amca, lise çağlarımda tanıştığım ve oldukça iyi kalpli bir adamdı. Lisede kısa bir süreliğine de olsa çalışmak zorunda kalmıştım, Kahraman Amcayla ve Olcay'la bu şekilde tanışmıştım. Kahraman Amca, öğrenci olduğum için işimi en kısa sürede bitirmeme yardımcı olur, bazen ne kadar ısrar etsem de çantama harçlık sıkıştırırdı.
"Nasılsın, Kahraman Amca?" dedikten sonra yatağın yanındaki sandalyeye oturmuştum. Olcay da yanıma otururken Kahraman Amca, gülümseyerek ikimize baktı. "İyiyim, güzel kızım. Seni gördüm ya, daha iyi oldum şimdi."
"Peki ya ben?" diye sordu Olcay.
"Seni görüp de ne yapayım, hayırsız?"
"Ayıp oluyor ama." dediğinde Kahraman Amca hafifçe gülmüştü. Onu gülerken görünce ben de tebessüm etmiştim. İyi olduğunu söylüyordu ancak halsiz görünüyordu, yorgundu. Dinlenmesi şarttı. Bu yüzden her ne kadar kalmak istesem de ziyareti çok uzun tutmayacaktım.
"Siz birlikte mi geldiniz?" Bana yönelik sorduğu soruyla kafamı onaylarcasına salladım. Kahraman Amcayla sohbet ederken Olcay'ı biraz dışlamıştık. Ama Olcay, Kahraman Amcayı benden daha sık görüyordu. Bundan emindim. Benimse onu bir yıla yakın bir süredir gördüğüm yoktu. Bu yüzden sohbetimiz bir hayli özlem doluydu ve Kahraman Amcanın 'hayırsız' diye söylenmesinden de nasibimi almıştım. Ama haklıydı, haksızdı diyemezdim.
"Ben şimdi kalkıyorum, Kahraman Amca. Hasta ziyareti kısa olur zaten. Sen de iyice dinlen, tamam mı? Çok dikkat et kendine."
"Tamamdır, kızım. Ayağınıza sağlık. İyi ki geldiniz."
Kahraman Amcaya el sallayarak odadan çıktığımızda içim biraz daha rahattı. Evet, yorgun görünüyordu ancak iyiydi. İyileşecekti. Yine de kendisine gerçekten çok dikkat etmesi gerekiyordu. Aksini düşünmeyip yürümeye başladığımda Olcay da yanımda yerini almıştı. Kafamı ona çevirip dik dik bakmaya başladım. İlk birkaç saniye şaşkınca yüzüme bakıp bir şey söylememi beklerken en sonunda dayanamayıp sormuştu.
"Ne? Ne yaptım?"
"O içeride olanlar neydi?"
"Hangi biri?"
"Kahraman Amcayla bakışmanızı soruyorum. Kafasıyla beni işaret etti."
"Ne kadar paranoyaksın." dedikten sonra hafifçe gülüp başını öne çevirdi ve ağzında geveleyerek konuştu. "Bir şeyler olmuş olabilir."
"Ne gibi şeyler?" Olcay, başını diğer yana çevirip konuşmamaya devam ettiğinde hastanenin çıkışına gelmiştik. Adımlarımı hızlandırıp Olcay'ın önüne geçtim ve onun durmasını sağladım. Gözlerini gözlerime çevirdiğinde merakla ona bakmaya devam ediyordum.
"Ne gibi şeyler ya?"
"Ben niye sorguya çekiliyorum şu an? Telefon numaranı vermeye bile zahmet etmemiştin, iletişimi tamamen koparmak konusunda kararlıydın."
"Haklısın. Sormayayım o halde."
Anlatmak için çatlıyordu, bu yüzden meraksız tavrım bezgince nefesini dışarıya vermesine sebep olurken dökülmüştü. "Aramızın neden bozulduğunu öğrendi. Sorduğunda anlattım, çok uzun zaman önceydi ve o zamanlar hâlâ... Tazeydi bir şeyler. Anladın işte. Şimdi ikimiz beraber gelince yanlış anlamış olmalı."
Aramız bozulmadan önce Olcay'la olan iletişimimizi düşündüm. Hayatımda Elçin dışında kimseyle yakın olmuş sayılmazdım ve duvarlarımı aşan çok kişi de yoktu. Olcay, o insanlardan biriydi. Lisedeyken yakındık. Tatsız şeyler yaşanmıştı ve bağımız kopmuştu. O tatsız şeylerin yaşandığı anlar, hayatımın en kötü anlarıydı ve hatırlamak dahi istemediğimden Olcay'ı komple hayatımdan çıkartmıştım. O zamanlar çıkarmam da gerekiyordu. Şimdi onunla yeniden konuşmamda aslında bir sakınca yoktu ancak korkuyordum.
Yeniden o duruma düşemezdim.
"Her şey geçip bitti, biliyorsun. Ben... Kendi adıma özür dilerim."
"Konuşmaya gerek yok." diyerek konuyu kapattım. Bu, onu sinirlendirdi. "Yapma, İmge. Gerçekten hiçbir şey olmamış gibi mi davranacaksın? En azından bu konuda konuşabiliriz. Normal şekilde de konuşabiliriz. Ben..." İç geçirdi. "Seni özlemişim. Seninle konuşmayı, vakit geçirmeyi... Gerçekten hiç mi imkânı yok?"
"Olcay..." dedim. Sesim itiraz içinde çıktı. Kurallarım konusunda kesindim. Zarar göremezdim. Zarar görme lüksüm yoktu, o zamanlarda kendimi toparlamam uzun sürmüştü ve şimdi dağılma lüksüm yoktu.
Geriye doğru bir adım atıp gözlerini kırpıştırdı. Başını yavaşça sallayıp "Görüşürüz." diye mırıldandı ve yanımdan hızlıca geçti gitti. Olcay'ın önümden çekilmesiyle açılan alana boş bakışlarla bakarken gördüğüm tanıdık yüzle gözlerimi kısmıştım.
"Adal?"
Adal, başını bana çevirdiğinde beni gördüğü için o da şaşkındı. Adımlarının yönünü değiştirip yanıma geldiğinde aynı anda sorduk. "Ne yapıyorsun burada?"
İkimiz de kafamızı sallayıp bu halimize gülerken konuştum. "Önce ben sordum, sen cevapla da diyemiyorum ki. Saniyesi saniyesine aynı anda konuştuk."
"Ben rutin kontrollere geldim. Senin ne işin var?"
"Hasta ziyareti." diye geçiştirdiğimde Adal, onaylarcasına başını salladı. Şimdi bakıyordum da... Hiç iyi görünmüyordu. Bir türlü anlayamadığım bir değişiklik vardı onda. Morali mi bozuktu? Nesi vardı?
"Sen iyi misin?"
"Ne?" Dalgın olduğu için soruma soruyla cevap vermişti. Onun bu halinden sonra sorumun cevabını da almıştım gerçi. İyi görünmüyordu çünkü iyi değildi. Bir şey olmuştu, belliydi. Sorsam bana anlatır mıydı emin olamıyordum. Çünkü özel sorunlarımızı birbirimizle paylaşacak kadar yakın değildik. Evet, birlikte arkadaşlarımıza oyun oynuyorduk. Birbirimizi anlıyorduk. Ama aramızda hâlâ azımsanmayacak bir mesafe vardı.
"Bir sorun mu var?" diye sordum yine de. Eğer anlatmaya niyetliyse anlatırdı. Anlatmak istemiyorsa da onu zorlayacak değildim. Başka birine anlatmasını ummaktan başka yapacak bir şey düşmezdi bana.
"Hayır, hiçbir sorun yok. Neden olduğunu düşündün?"
"Bilmem. Kafam çalışıyor, belki ondandır." Duraksadım. "Yoksa o kız seni taciz etmeye devam mı ediyor?"
"Öyle bir şey yok." dediğinde rahatlarcasına nefes verdim. Ancak bu rahatlığım birkaç saniye sürmüştü. "O zaman daha ciddi bir şey var. Bana anlatmazsın, ondan eminim ama şimdi meraktan da çatlarım ben. Ama anlatman için tehdit de edemem-..."
Adal, öne uzanıp burnumu iki parmağı arasına kıstırdığında sözümü yarıda kesmişti. Hafifçe eğilip yüzlerimizi hizalarken bakışlarından ne kadar eğlendiğini görebiliyordum. "Susacak mısın yoksa burnunu çalayım mı?"
Bileğine hafifçe vurup burnumu ondan kurtardım. "Çocuk mu kandırıyorsun sen?"
"Yok, onu birlikte yapıyoruz."
Yüzüne kaşlarımı kaldırarak baktığımda Adal, doğrulup boğazını temizledi. "Çocuk kandırmayı yani. Çocuğu değil. Elçin ve Erdinç'ten bahsediyorum."
"Evet, biliyorum."
Çok şey söylemek istercesine dudaklarını aralayıp hiçbir şey söylemeden kapattığında yüzümü gıcık bir gülümseme kaplamıştı. Az önceki saçmalamasından dolayı utanıyordu. Aslında geri zekalı beni de utandırmıştı ama ben onun gibi çaktırmıyordum. O yüzden mutluydum.
"Sussana sen." diye çıkıştığında ellerimi iyi yana açtım. "Konuşmadım ki."
"Aklın konuşuyor."
"Onu susturamazsın."
Adal'ın telefonu çaldığında saçma atışmamız bölünmüştü. Adal ekrana baktığı anda gözlerindeki eğlence parıltısından eser kalmamıştı. Yüz ifadesi donarken gülümsemeye çalıştı ve telefonu çok geç olmadan cevaplandırıp kulağına götürdü. "Efendim anne?"
Ayakkabısıyla yerdeki taşları ezerken annesini kısa bir süre için dinlemiş, ardından konuşmaya başlamıştı. "Evet, evet. Çıktım doktordan. Bir sorun yok annem. Merak etme sen, tamam mı? Gayet iyi durumdaymışım."
Sesinde hiçbir sorun yoktu. Ne bir titreme, ne bir çatlama... Annesini iyi olduğuna gerçekten inandırabilirdi. Ancak şu an karşısında olan, onun telefonla konuşurken yaşadığı gerginliği gören biri olarak buna inanmam çok zordu.
Çünkü bir sorun olmadığı konusunda, iyi olduğu konusunda yalan söylüyordu.
Adal, yalan söylüyordu.
İyi günler, kalbimin pilleri! ♥