Geçmişin Mezarı (Tamamlandı)

By selinselne

147K 13K 5.1K

~Wattys2021 Gizem/Gerilim kategorisi kazananı~ *Yetişkin içerik!* -Ağırlıklı olarak polisiye, romantizm, giz... More

GM | TANITIM
GM | Yazardan Not
GM | 1 | Bilinmeyen
GM | 2 | Teklif
GM | 3 | Zaaflar ve Sınırlar
GM | 4 | Sıfırdan
GM | 5 | Kâbusların Pençesinde
GM | 6 | Korkunç Kanıtlar
GM | 7 | Ölüm Seremonisi
GM | 8 | Soruşturma
GM | 9 | Kaynağı Belirsiz Bir Ses
GM | 10 | Çarmıhın Dört Bir Yanı
GM | 11 | Gizlenmesi Mümkün Olmayan
GM | 12 | Geçmişin Arkasına Saklanan Ölüler
GM | 13 | N ve R
GM | 14 | Raven Mâlikanesinin Ölü Tarafı - 1. Kısım
GM | 15 | Raven Malikânesinin Ölü Tarafı - 2. Kısım
GM | 16 | Gömülen Sırlar
GM | 17 | Geçmişten Gelen
GM | 19 | Araf
GM | 20 | Mezarı Kazılan Kadın
GM | 21 | Geçmiş, Şah Damardan Daha Yakın
GM | 22 | Lanetli Soy
GM | 23 | Ölüm Silsilesi
GM | 24 | Cehenneme Ramak Kala
GM | 25 | Ölümle Baş Başa
GM | 26 | Bir Günlüğüne...
GM | 27 | En Büyük Korku
GM | 28 | Kambur Kadın
GM | 29 | Tünellerde Gezinen Belirsiz Adımlar
GM | 30 | Siyah ve Beyaz
GM | 31 | Gri
GM | 32 | Ölümlülerin Cesetleri
GM | 33 | Nefessiz
GM | 34 | Geçmişten Bir Tutam Sır
GM | 35 | Ölüm Dansı
GM | 36 | Dolunay
GM | 37 | Kurban
GM | 38 - Final | Kimse Göründüğü Gibi Değildir
GM | Yazardan Not

GM | 18 | Mezarların Nefesi

2.7K 315 74
By selinselne

Dudakları... Dudaklarımın üzerine bastırdığı dudakları... Nefesimi kesmişti.

Kuzey, beni öpüyordu! Hiçbir hareket sergileyemiyordum. Tek yapabildiğim eylem, kazağının yakasını parmaklarımı kıracak raddede sıkmamdı. Afallamıştım. Hatta bütün fonksiyonlarım durmuştu. İhtimaller, detaylar, bakış açısı ve akıl oyunları... Her şey anlamını yitirmiş gibi. Ben bir tek onu hissedebiliyormuşum gibi.

Beni biraz daha kendine çekip bir kolunu belime dolayınca tuttuğum nefesimi dışarıya saldım. Hareketsiz olan dudakları hareketlenmeye başlamıştı. Belimdeki koluyla beni havaya kaldırdığında sanki bunu bekliyormuşum gibi bacaklarımı beline doladım ve kollarımı boynuna sardım.

Dudaklarımın arasında yerleşen dudaklarından hafif bir kan tadı aldığım zaman karnımda ani bir kasılma meydana geldi. Onun attığı adımların farkında bile değildim ki sırtım aniden duvara çarpınca boğazımdan bir inilti yükselmişti. Bu Kuzey'i daha çok teşvik etmiş gibi bacağımdaki elini sıkarak kendini bana bastırdı.

Hırsım tazeydi. Dudağını ısırdığımda sesinden bir hırlama döküldü. Parmaklarımı saçlarına daldırarak yumuşak tutamları çekiştirdim. Ancak onun da elleri rahat durmuyordu.

Zaaflarım ya da sınırlarım umurumda bile değildi. Dudaklarımızsa sakin olmamakta ısrarcıydı. Henüz ne ona doyabilmiştim, ne de sinirim geçmişti.

Dudaklarını benden ayırdığında nefes nefese kendimi kontrol altına almaya çalıştım. Gözlerim kapalıydı ama onun nefesini ve tadını hâlâ dudaklarımda hissedebiliyordum.

"Gözlerini aç, Dedektif," diye fısıldadı boğuk sesiyle. Bana yeniden emir veriyor olmasına sinirlenerek gözlerimi açtım. Fakat onun... Gözleri yeşilin en koyu tonundaydı. Hatta ben ömrümde bu kadar güzel bir ton görmemiştim. Büyülenmiş gibiydim.

"Piç kurusu!" diye tısladım dişlerimin arasından. "Sen tam bir piç..."

Dudaklarını yeniden dudaklarıma bastırdığında lafımı ikinci kez bölmesine daha çok sinirlendim. Ancak bu seferki öpücüğü uzun değildi.

"Artık bana istediğin kadar yumruk atabilirsin," dedi tüylerimi diken diken eden boğuk fısıltısıyla. "Çünkü artık senin sınırlarının içindeyim, Dedektif."

Ensesinden kavrayıp onu kendime doğru çektim ve gözlerinin içine baktım. "Sana, o sınırların içindeyken yapabileceğim şeylerin ihtimallerini düşünmüşsündür umarım, Bilinmeyen," diye fısıldadım, ses tonumdaki arsızlığı engelleyemeden.

Beni biraz daha duvara bastırarak, "Düşündüm ve..." dedi başını hafif sağa yatırıp bana yaklaşırken. "...ihtimaller umurumda bile değil."

Bu sefer dudaklarına ulaşan bendim. Az önceki kadar şiddetli olmayan nazik öpücüğümüz son derece yavaştı. Attığım yumruklar yüzünden kan sızan dudağının vicdan azabını çekmiyordum. Aksine, bu oldukça hoşuma gitmişti.

Öpücüğümüz daha yavaş ve daha tutkulu bir hâle gelince ortamdaki sıcaklık artmıştı. Bedenimi ve aklımı kontrol altında tutamıyordum. Belimde, kalçamda ve bacaklarımda dolanan elleri ciğerlerime baskı yapıyordu. Parmaklarım onun yumuşacık saçlarını okşayınca duygularım da yumuşak bir hâle bürünmüştü. Yavaşça benden ayrıldı.

İsveççe bir cümle kurduğunda hafiften gülümsedim.

"Bu küfrü daha önce duymadım," dedim kısık bir sesle.

Yüzünde beliren gülümseme gördüğüm en geniş gülümsemesiydi.

"Gözlerimin gördüğü en harika gözlerin sende olduğunu ve gözlerimin her daim gözlerine bakmak istediğini söyledim, Dedektif," diye fısıldadı buram buram duygu barındıran sesiyle.

Tek kaşımı kaldırarak ağır ağır dudaklarımı ıslattım. "Güzel küfürmüş, terfi atladın Çaylak."

Gülümsemesi daha da genişledi. Bir süre alevlenen gözlerle birbirimize bakmaya devam ettik. Fakat sonra beni kucağından yere indirip elleriyle yüzümü kavradı.

"Sana inanıyorum," diye fısıldadı, artık daha ciddiydi. "Sana her zaman inandım Nora. Senin bana inandığın gibi... Ve bana kırılmanı istemiyorum. Çünkü seni kırmak bu hayattaki en son isteğim."

Söylediklerine anlam yüklesem de ifadesizliğimi korudum ve sessiz kaldım. Fakat o bir cevap bekliyordu. Ellerimi bileklerine sararak derin bir nefes aldım.

"Babaannem bugün balmumlarını gönderdiği için B planı iptal oldu," dedim konuyu bambaşka bir yöne çevirerek. Az önce olanlar hakkında konuşmanın veya sohbet etmenin sırası değildi. Önceliğim işimdi ama sanırım, bu sefer de bir çocuk gibi konunun üstünü kapatmış bulunuyordum. "Kütüphaneye gitmemiz gerektiğini düşünüyor musun? Sence orada senin bulduğundan daha farklı bir şeyler bulabilir miyim?"

Kuzey, kırgınlığını saklama gereği duymadan benden birkaç adım uzaklaştı. "Bu da bir ihtimal tabii. Ama sanmıyorum. Zaten yarın kiliseye gideceğimiz için kütüphanedeki kitaplar biraz bekleyebilir," dedi ciddi bir tonlamayla.

Kafa sallarken az önce elimden aldığı Nina'ya ait olan defteri yeniden elime aldım ve aşağı inmek için kapağı kaldırdım.

"O hâlde Bayan Norris'in bahçedeki kulübesine bakalım," dedim merdivenlere basarken. "Ayrıca bel kemerim de sendeydi."

"Aşağı getiririm," dedi kısaca.

Kendimi aşağı, arşiv odasının esas bölümüne bıraktım ve az önce yaşadıklarımı daha sonra düşünmeye karar verdim. Beklerken de üstümden gelen ışık sayesinde Nina'nın defterine kabaca göz attım.

"Önce odaya gideceğiz, videoyu izlememiz lazım ve sana pansuman yapacağım," diye planımı anlattım.

"Tabii Dedektif," dedi imalı sesiyle. "Bana pansuman yapabilirsin."

Neyden bahsettiğini bildiğimden dolayı istemsizce gülümsüyordum. Birkaç dakika sonra bütün defterleri toplayıp ışığı kapattı ve yanıma indi. Yüzüne kısa bir bakış attım. Dudakları kızarmış... Hatta biraz şişmişti. Odaklanmam lazımdı ama Kuzey yakınlarımda dolanırken bu, hiç de kolay değildi. Arkama geçip elindeki kemeri belime takınca sakinliğimi korumaya çalıştım.

"Nina hakkında ne düşüyorsun?" diye sordum onun bel kemerinde yer alan el fenerini alırken.

"Çetrefilli bir hayatı olmuş, güzel ve gizemli bir kadın," dedi kısaca. "Sanırım laneti Nina'ya yapan rahibenin kim olduğunu öğrenebilirsek hakkındaki gerçekleri ortaya çıkartmamız kolaylaşabilir."

"Ben de öyle düşünmüştüm. Ayrıca odana kamera koyacağım."

Aniden konuya girmem onu şaşırtmışa benzemiyordu.

Omuzumun üzerinden yüzüme doğru eğilip, "Beni dikizlemek mi istiyorsun, Dedektif?" diye sordu.

"Evet," dedim yüzümü ona döndürürken. "Odanda olmadığım zamanlarda neler yaptığını öğrenmek istiyorum."

Arsızlığıma karşılık olarak muzip bir ifadeye büründü. Aslında kamera koymamın nedenini bildiğini, biliyordum ancak ufak flört hareketlerimiz hoşuma gidiyordu. Hemen de durumunuza adapte oldun Nora...

Bir şey söyleyeceği sırada aniden bu katın asansörü çalıştı. Aynı anda kaşlarımıza çatıldı. Hızlı adımlarla arşiv odasının çıkışına yürümeye başladım. Çatı katına ait olan asansör sadece bu kata özeldi ve bu katta babaannemden başka kimse kalmıyordu. O hâlde gelen kişinin kişisel bir amacı olabilir.

Arşiv odasının kapısının önüne geldiğim zaman kulağımı kapıya dayayarak koridordan gelen sesleri duymaya çalıştım. Asansör... Yavaş yavaş bu kata doğru yükseliyordu. Birkaç dakikalık bekleyişten sonra bu katta durdu. Hafifçe araladığım kapının ucundan koridoru görmeye çalıştım. Kuzey ise tam arkamdaydı. Dışarıyı göremiyordu ama sesi de çıkmıyordu.

Dikkatle asansöre baktım. Kapının önündeki demir sürgü yavaşça açıldığında... Gördüğüm kişi evin hizmetlisi Bayan Sofie'ydi. Koridor karanlıktı lakin onun elindeki gaz lambası sayesinde olan biteni rahatlıkla görebiliyordum. Temkinli adımlarla koridorda yürümeye başladı. Gizleniyormuş gibi...

Babaannemin odasının kapısını aralayınca kaşlarım çatılmıştı. Amacı neydi? Gecenin vakti, üstelik babaannem uyumuşken neden onun odasına gelmişti?

Bayan Sofie kapıyı açıp içeriye girdiğinde tedirgin olmuştum. Eğer onun yanına gidersem şüphelenebilirdi ancak suçlu konumunda olan oydu. Ben zaten bu kata babaannemin yanına gelmiştim. Hızla zor durumlar için kullanabileceğim bir plan oluşturdum.

Kuzey'e doğru dönüp, "Burada bekle ve sakın çıkma, eğer aşağı inmek zorunda kalırsam beş dakika sonra odana gel," diye fısıldadım ve çıkarttığım bel kemerimi de ona verdim.

Karanlıkta yüzünü göremiyordum ama sinirle soluduğunu duyabilmiştim.

"Sakın tek başına saçma yerlere gitme," dedi sessizce.

"Bu katta lavabo var, değil mi?" diye sordum.

"Sağımızdaki kapı," dedi ama sesi hâlâ azarlar gibi çıkıyordu.

Hiçbir şey söyleme gereği duymadan kapıdan çıkmak için yürüdüm. Sessiz adımlarla kapıdan dışarıya çıkıp kapıyı, az önceki gibi hafiften aralık bıraktım.

Babaannemin odasının önüne geldiğimde kulağımı kapıya dayayarak sesleri dinledim. Ancak pek bir şey duyulmuyordu. Sadece hafif tıkırtılar...

Ne olduğunu daha iyi anlamak için biraz daha dinledim. Hiç ses yoktu. Oldukça kısa süre sonra Bayan Sofie'nin mırıltısını duydum, dışarıya çıkacak olmalıydı.

Aceleyle Kuzey'in söylediği kapıdan içeriye girdim ve elimle duvarı yoklayarak lavabonun ışığını açtım. Burası... Eski, antika ama şık ve şatafatlı bir banyoydu. Türk usulü kocaman bir hamam ama aynı zamanda kraliyet banyoları misali çeşmeler ve musluklar... Sağ tarafımda küçük, aralık duran kapı daha vardı ve o kapının arkasında pek de büyük sayılmayan bir tuvalet dekore edilmişti.

Daha fazla inceleme gereği duymadan kapının ardındaki sesleri dinledim. Bayan Sofie'nin babaannemin odasından çıktığını duyunca dümdüz bir ifadeyle banyonun kapısını açtım.

Bayan Sofie'nin gözleri anında bana döndü. Endişeli ve şaşkın bakışlarını aklıma not ederek sanki tuvaletten çıkıyormuş gibi bir izlenim verdim; banyonun ışığını ve kapısını kapattım.

"Bayan Sofie?" dedim sorarcasına. "Neden buradasınız?"

Şaşırmış gibi yüzüne bakıyordum ancak o afalladığı için konuşamıyordu.

"Ah... Bayan Raven..." dedi ve duraksadı. "Ben sizin burada olduğunuzu bilmiyordum."

Sakin adımlarla yanına yürüyüp gaz lambasının ışığında yüzünü inceledim. Bakışlarını kaçırmamak için kendini zor tuttuğu belli oluyordu.

"Bir sıkıntı mı oldu?"

"Ben... Hayır, hayır elbette, bir sıkıntı olmadı," dedi, sanırım zaman kazanmaya ve bahane üretmeye çalışıyordu.

Devamını söylemesini istercesine başımı sallayarak gözlerinin içine baskılayıcı bakışlarla baktım. Eğer üzerine gidip sorular sorarsam daha çok zaman kazanmış olacaktı.

"Sadece..." dedi derin bir nefes alarak. "Büyükanneyi kontrol etmek istemiştim Bayan Raven; biliyorsunuz, o hasta ve ben endişeleniyorum. Bugün oldukça kötü görünüyordu, gelip bakmak istedim."

"Evet, ama yanlışınız var, bugün gayet iyi görünüyordu," diye onun fikrine bilerek karşı çıktım. "Herhangi bir sorunu yoktu. Az önce uzun süre birlikte sohbet ettik."

Bakışlarını kaçırdı. Kesinlikle aradığım mimikler ve hareketleri sergiliyordu. Kısa bir anlığına bedeninin yanında duran eline baktığımda parmaklarını ovuşturduğunu gördüm. Elleri terliyor olmalıydı. Gergindi. Hiçbir şey söylemeden baskı uygulayarak yüzüne bakmaya devam ettim.

"Benim... İçim rahat etmedi," dedi sakin görünmeye çalışırken. "Bazen ilacını içmeyi unutuyor."

İşte bu söylediği bende büyük bir şüphe uyanmıştı.

"İlaç mı kullanıyor?" diye sordum bilmezden gelerek. Konu değiştiği için gerginliğini üzerinden biraz atmıştı ve bu da kesinlikle bir işler karıştığını anlamı sağlamıştı.

"Evet, Bayan Raven," dedi ve bir anlığına durup, "Ciğerleri ve kalbi biraz rahatsız, onun için İsveçli doktorların hazırlığı bir ilaç var,"diye açıkladı. "Her gece uyumadan önce içiyor. Bunu evdeki herkes bilir ve sıklıkla kontrol ederler."

Aklımda oluşan yeni plana ayak uydurmak için şaşkın bir ifadeye büründüm.

"Evet, bana bundan söz ettiğini hatırlıyorum," dedim geçmişe gitmiş gibi gözlerimi kısarken. "Az önce de odasında sohbet ederken cam şişedeki bir ilacı suya karıştırıp içmişti."

Bana katıldığını belirterek başını salladı. "O ilaçtan bahsediyorum."

"Umarım bilinmeyen bir ilaç değildir," dedim Kuzey'in bizi dinlediğini umarak, çünkü ona vermek istediğim bir mesaj vardı.

"Hayır," dedi anında. "Büyükannenin yararına olacak bir ilaç... Babanız, Bay Marcus'un gözetimi altında içiyor, içiniz rahat olsun."

"Pekâlâ, Bayan Sofie, aşağı inelim isterseniz," diyerek elimle asansörü gösterdim. Kibarca başını salladı. Asansöre yürüdüğümüz sırada, "Umarım kapıları tam kapatmayı unutmamışsınızdır," dedim Kuzey'in anlayacağını umarak.

"Kapattım Hanımefendi," dedi ve asansörün demir kapağını açtı.

Sakince asansörün içine girdim. Kuzey'in beni anladığını biliyordum. Ona mesaj atarak babaannemin odasındaki ilaçtan biraz almasını isteyecektim lakin telefonunu bana vermişti.

Zemin kata geldiğimizde Bayan Sofie'yle vedalaşarak kendi katıma çıkmaya başladım. Evdeki birkaç kişi henüz uyumamıştı. Salonda oturanlar vardı ve ortak salonun geniş penceresinden gördüğüm kadarıyla kış bahçesinin beyaz ışığı bütün bahçeye vuruyordu. Bu durumda da B planını birkaç saat erteleyecektik.

Kendi odama geçip geceliğimi, lazım olan kıyafetleri, bilgisayarımı, silahımı ve ekipmanlarımdan lazım olanlarını aldım. Ardından sessizce Kuzey'in odasına girerek beklemeye başladım.

Odadaki geniş rafların üzerine gizli bir kamera yerleştirdim; bu kamera sayesinde bana seslenen bilinmez kişiyi yakalayabilirdim.

Sonra da bilgisayarımı açtım. Bütün kameraların kurulumunu yaptığım ve görüntüleri bağladığım programa, bu odaya taktığım kameranın bağlantısını da kurdum.

Altıma rahat bir tayt giyip üzerimdeki kazağı çıkarttım. Getirdiğim kıyafetlerin arasındaki salaş kazağı üstüme geçireceğim sırada kapının kolu açılmaya çalıştı. Hızla kapıya yürüyüp kilidi indirdim ve açtım. Kuzey karşımdaydı.

Sessizce içeriye girdikten sonra kapıyı yeniden kapatıp kilitledim ve "İlacı aldın mı?" diye anında konuya girdim.

Çıplak tenime kısa bir bakış attı. "Evet, Dedektif," dedi ciddi tutmaya çalıştığı sesiyle.

Elimdeki kazağı üzerime giyerek, "Anlayacağını biliyordum," dedim ve muzipçe gülümsedim.

Yüzünü incelediğimde attığım yumruklar yüzünden elmacık kemiğinin morardığını görmüştüm, dudağı da hafiften şişmişti. Ama kanamıyordu. Bu yüzden pansumana gerek yoktu.

Yeniden bilgisayarın olduğu zigon sehpanın önüne geçip ekrana baktığım sırada Kuzey, arkamdan nefeslenir gibi güldü. "Odama mı taşınıyorsun?"

"Çoktan taşınmıştım," diye karşılık verdim gözlerim ekrandayken.

"Büyükannenin ilacıyla ne yapmayı düşünüyorsun, Dedektif?" diye sordu bu sefer de. "Bayan Sofie söylediklerinde haklıydı, bütün aile üyeleri büyükannenin ilacını biliyor."

"Bilmeleri hiçbir şeyi kanıtlamaz," dedim tek kaşımı kaldırarak. "Ama Bayan Sofie'nin bir işler karıştırdığına eminim. Neden babaannemin odasına girsin ki?"

"Bilmiyorum," dedi. "Kontrol etmek için olabilir."

Derin bir nefes aldım. "Emin değilim. Neyse... Biraz kafamızı toparlamamız ama vakit kaybetmeden iz sürme işine devam etmemiz gerekiyor."

Bir şey söylemesine müsaade etmeden ellerimi belime koyarak odanın içinde gezinmeye başladım.

"Şimdi, B planına geçeceğiz ama bu gece B ve D planlarını birleştirmemiz gerekiyor. Yani kütüphaneyi kısaca kontrol ettikten sonra Bayan Norris'in bahçedeki kulübesine bakacağız. Babaannemin içtiği ilaçla bir ilgisi olup olmadığını öğrenmem gerekiyor. Çünkü Olivia daha öncesinde Bayan Norris'in bitkilerle garip tarifler yaptığını söylemişti. Ayrıca şu an evdeki herkes uyumadı, bahçede oturanlar vardı." Gözlerimle saatin kaç olduğunu kontrol ettim. "Saat henüz ona geliyor, gece yarısına kadar kütüphanede işimizi bitirmeliyiz. Sonra da Bayan Norris'in bahçedeki kulübesine bakma sırası gelmiş olacak. Bunu planın en sona aldım, zira Bayan Norris'in bizden asla şüphelenmemesi gerekiyor, sonuçta rivayetlerin gücü ve tabii rüyalarımın kontrolü onun elinde."

Yaptığım uzun açıklamaya ve kurduğum plana karşılık olarak garipseyen bir ifadeye büründü.

"Nasıl bu kadar kısa sürede detaylı planlar kurabiliyorsun? Artık her an bu işi düşünen takıntılı bir kadın olduğunu düşünmeye başladım."

Hafifçe gülümsedim, "Meslek sırrı," dedim İsveççe olarak.

Muzipçe gülümseyerek oturduğu yerden kalktı ve yanıma geldi. Ellerini belime koyup beni kendine doğru çekince hiçbir tepki göstermeden ne yapacağını bekledim.

"Bu sırrı..." diyerek yüzüme eğildi. "...bana da öğretecek misin, Dedektif?"

Resmiyetle, "Tabii," dedim. "Daha birçok meslek sırrım var, mesela sinirimi bozan insanlara karşı uyguladığım teknikleri de öğrenmek isteyebilirsin. Yumruklarımdan daha etkili yöntemlerimin olduğu doğru..."

Tek kaşını yavaşça kaldırırken, "Ne gibi?" diye sordu.

Ellerini belimden ayırıp bir adım geriye çekildikten sonra, "Silahımı ve kelepçelerimi yanımda getirdim, Bilinmeyen. Bunlar daha etkili yöntemlerim," dedim otoritemi ortaya koyarak.

Dudaklarında peydahlanan arsız ancak küçük olan gülümsemeyle, "Demek kelepçe," diye bir imada bulundu.

Karnımda hissettiğim kasılmayı arka plana atarak ifadesizliğimi korudum. "Elbette, Dedektifler; bilinmeyen sinir bozucu suçluları, yakalamak için kelepçe kullanırlar Kuzey Bey."

"Pekâlâ, Bayan Nora," dedi aynı benim gibi ciddiyete bürünüp. Arkasını döndü ve komodinin kenarında duran bilgisayarına yöneldi. "Sanırım biraz suç işlemeliyim," diye mırıldandı alayla.

Gülmemek için dudaklarımı ısırdım. "Suça gerek yok, sadece 'bilinmeyen ve sinir bozucu' kısmı seni kelepçelemem için yeterli," dedim ciddi kalmaya çalışarak. Ve zigon sehpanın önündeki tekli koltuğa oturdum.

Dudaklarını birbirine bastırıp başını hafiften öne eğince bakışlarımı ondan ayırıp bilgisayar ekranına çevirdim. O da yatağa oturmuştu.

Ses kaydını bilgisayarımın kilitli dosyalarına kaydettiğim sırada, "Videoyu izleyelim," diye hatırlattım. "Ha bir de... Yarın kiliseye gidiyoruz, değil mi?"

"Evet, öğleden sonra üç civarında gideceğiz," dedi ve, "Yanıma gel," diye ekledi.

Bilgisayarımdaki işlerimi hallettikten sonra tekli koltuktan kalkıp yatağa, onun yanına oturdum. Kendi bilgisayarında yer alan videoyu başlattı Kuzey. Tünellerdeyken Kuzey'in telefonuna kaydettiğim ve bilinmez kişinin göründüğü videoydu bu. Artık görüntü daha netti ve bu da içimdeki ürpertiyi arttırıyordu. Tünelde kaldığım zamanı hatırlamak dahi istemiyordum. Oldukça ürkünçtü. Yaşadığım malikânede kim olduğu belirsiz biri vardı ve benim Kuzey'den başka yanında olabileceğim kimsem yoktu. Diğerlerine güvenmiyordum. Katil henüz belli değildi. Zira kâbuslarım ve yaşadığım doğaüstü olaylardan sonra zihnim büyük bir darbe yemişti.

Videonun başında aynı tüneldeyken izlediğim gibi asansörün tepesinden aşağıyı çekmeye çalışıyordum. Telefon aşağıya düşünce asansör hareket etmeye başlıyordu. Birazdan o bilinmeyen şey ekranda gözükecekti.

Parmağımı klavyenin durdurma tuşunun üzerine koyarak doğru vaktin gelmesini bekledim. Ekranda aniden beliren bilinmez kişiyi görünce hızla tuşa bastım. Tüylerim diken diken olmuştu. Aynı zamanda Kuzey, şaşkın bir nida çıkarttı.

Bu bir kadındı... Kara saçları keçe misali dağılmış, suratını örttüğü için kim olduğu belli olmuyordu ki zaten bu kadını tanıdıklarını da sanmıyordum.. Üzerindeki kıyafetlerin hepsi siyahtı ve bir rahibe gibi giyinmişti. Ancak gözünün birinin aşağıya sarkık olduğunu ve canavarı andıran kirli, kırık ve yamuk olduğunda dolayı uçları sivrilen dişleri yüzünden korkunç görünen suratı net bir biçimde görünüyordu.

Kimdi bu kadın? Daha doğrusu bu kadının bu hâle gelmesine kim neden olmuştu?

Videoyu tekrar başlatıp devamını izlemeyi sürdürdüm. Kadın, kirli elini telefona doğru uzatıp kameranın görüş açısını kapattı ve duyduğum garip bir hırlamadan sonra video son buldu.

"Telefon kullanmayı biliyor," diye ilk yorumumu yaptım. "Geçitlerde yaşadığına eminim çünkü senin de söylediğin gibi Kuzey, o şey beni arkamdan kovalarken karanlığa alışkındı. Ancak garip olan nokta; geçitlere aşina olmasına rağmen telefon kullanmayı bilmesi." Yüzümü ona dönüp bilgisayarın ekranını indirdim. "Beni kovalarken çıkarttığı hırıltının aynısını çıkarttı. Beni kovalayan şeyin bu bilinmez kadın olduğuna eminim."

Elleriyle çenesini sıvazlarken gözlerime odaklandı. "Bu da demek oluyor ki; bu kadın her kimse dışarıya çıkıp içeriye girebiliyor. Geçitlerin hepsine hâkim olduğu aşikâr ama yer altından üst tarafa çıkıp çıkmadığını bilemeyiz. Çünkü yer altındaki geçitlere açılan merdivenin altındaki kapak içeriden değil, dışarıdan açılıyordu."

"Haklısın," dedim başımı sallayarak. "Yeniden mahzene inip kim olduğunu bulmamız gerekiyor, bu kadının cinayetle bir bağlantısı olabilir."

Kaşlarını çatılınca bu fikrime karşı geleceğini anladım. Ama o, düşüncemin aksine, "İneceğiz ve o çan sesinin de bu kadının da gizemini çözeceğiz," dedi.

🪦

13 Mart, Cuma, 00.16

Kütüphanedeki araştırmamızdan hiçbir sonuç elde edememiştik. Kuzey'in söylediği gibi farklı dilde yazılan eski kitapların tümü gitmiş, yerlerine de sıradan kitaplar konulmuştu. Bunu yapanın kim olduğunu bilmiyordum çünkü bütün delilleri ve detayları araştırsam dahi tek bir ipucu bulamamıştım. Lakin gizlice kütüphaneye girip çıktığı belli oluyordu.

Gece yarısından sonra Bayan Norris'in bahçedeki kulübesine bakmıştık. Kuzey'in babaannemin ilacından aldığı küçük bir tüpü bitkilerle kıyaslamıştım ama yine elim boş kalmıştı.

Bileğime dökülen testideki sıvı ve kütüphanedeki kitaplara sürülen bitkiyi de bulamamıştık. Bu kulübede sadece çiçekler ve değişik bitki türleri vardı.

Kulübenin arkasında yer alan kocaman seranın içine girsek dahi elimiz boştu. Bu seranın içinde çeşit çeşit çiçekler, sebzeler, bitkiler, ağaçlar ve tabii mermerden heykellerin etrafını çevrelediği eski usul çeşmeler dekore edilmişti. Oldukça hoş bir görüntüye sahipti ama gece vakti olduğundan dolayı karanlıkta pek bir şey belli olmuyordu.

Şimdiyse elimiz boş odaya dönmüştük. Uyumak için hazırlanıp yatağa yatmıştık. Lakin uykum yoktu. Göreceğim rüyalardan ve zihnimdeki sorulardan dolayı uyuyamıyordum.

Sırtımı Kuzey'in göğsüne yaslamış, kollarının arasında kıvrılmış bir vaziyette, abajurun ışığıyla aydınlanan odayı izliyordum. Bir eli bana dolanırken, diğeriyle saçlarımla oynuyordu. Omuzumla ensemin arasındaki noktaya üflediği nefesleri tenimin karıncalanmasına neden olunca kısık bir iç çektim. Aklımda bir de o vardı. Bilinmeyen adama karşı hissettiğim duyguların elbette farkındaydım. Sonuçta yetişkin insanlardık. Aramızda olan garip çekimi göz ardı edip çocuk gibi ondan kaçacak değildim. Fakat sonuçları büyük olabilirdi. Hayatımda ilk defa yaptığım bir şeyin nedenini, sonucunu, detaylarını ve ihtimallerini düşünmüyordum. Sanırım Bilinmeyen beni değiştiriyordu.

"Birçok dil bilmene rağmen neden İsveççe öğrenmedin?" diye fısıldadı saçlarımın arasından parmaklarını geçirirken.

"Çünkü kendime bahane yarattım," dedim dürüstçe. "Buraya gelmemek için bir engel olmasını istedim."

"Çünkü gelmek istiyordun," dedi kendinden emin bir şekilde.

İnkâr etmedim ve, "Evet," dedim. Birkaç saniye süren sessizlikte konuyu değiştirerek, "Aileni neden kaybettin Kuzey?" diye fısıldadım.

Omuzumun üzerinde derin bir nefes alınca sırtımın yaslandığı göğsü bedenime yaklaşmıştı. Bir yandan da saçlarımın arasında dolanan parmakları, hafif hareketlerine devam ediyordu.

"Babam bulaşmaması gereken bir işe bulaştı," dedi üstünkörü. "Peşine takılan adamlardan kaçmaya çalıştıkça olaylar daha kötüye gitti. Onu kaybetmekten korkuyordum. Çünkü kötü bir şeylerin döndüğü hissedebiliyordum. Babamın tavırları değişmişti, bu yüzden Nehir iyice kontrolden çıkmıştı. Annem... O adamlar yüzünden öldürüldüğünde..."

Devamını getiremedi. Ancak benim kalbim tedirginliğim yüzünden hızla atmaya ve kasılmaya başlamıştı. Konuşmasını istemedim. Kendimi çok kötü hissediyorum ki onun daha kötü hissettiğini anlamak kolaydı. Keşke konuyu açmasaydın! Ama bilmem ve destek olmam gerekiyordu.

"Annemden sonra her şey daha da kötüye gitti," dedi kısık bir sesle. "Babamla Nehir'i kaybetmemek için elimden geleni yapmaya çalıştım ama olmadı. O adamlar beni kaçırdıktan sonra... Babamı öldürdü. Bir gece evimize girmişlerdi... Yani ben..."

"Her şeyi gördün," diye fısıldayarak cümlesini tamamladım. Sessizliğini korudu.

Belime dolanan kolunu okşayıp parmaklarımı parmaklarına kenetledim. Kollarının arasına daha çok sokulduğumda beni iyice kendine çekti.

"O adamların kim olduğunu bulabildin mi?" diye sordum uzun bir sessizlikten sonra.

"Hayır," dedi kısıkça. "Marcus, Türkiye'de olduğu zamanda bir iş için Nehir'in gittiği okula uğramıştı. Nehir'i okulun koridorunda ağlarken görmüş ve onunla konuşmuş. Nehir küçüktü, devlet bizi yetimhaneye verecekti ve bu yüzden çok korkuyordu. Marcus bunu öğrenince benimle konuşmak istemiş. Sonra bana Nehir'le beraber İsveç'e gelebileceğimi, burada yeni bir hayata başlayabileceğimizi söyledi. Kabul etmedim ama o, fazlasıyla ısrarcıydı. Çünkü bana senden bahsederek; çocukların hepsinin iyi bir hayat yaşaması gerektiğini, savunmuştu. Yine de kabul etmedim."

Şaşırmıştım. Babamın o zamanlar birilerine benden bahsedeceğini hiç aklıma getirmezdim.

"Neden? Nasıl buraya geldin?"

"Marcus'la bir anlaşma yaptım," diye fısıldadı. "Ailemi öldürenleri bulursa onunla İsveç'e gelebileceğimi söyledim. O da anlaşmayı kabul etti. Zaten ne söylersem söyleyeyim kabul edecekti ve ben de bunu bir avantaja çevirdim. Ancak yine de bulamadık."

Şaşkınlığımı gizleme gereği duymadan yüzümü ona doğru çevirdim. Dudakları elmacık kemiğimle şakağım arasında bir noktaya denk gelirken, oraya küçük bir öpücük kondurmuştu.

"On üç yaşında bir çocuğa göre, oldukça zekice bir hareket, Bilinmeyen," dedim açıkça. "Ve kurnazca..."

Belime dolanan koluyla bedenimi tamamen ona doğru döndürdü ve beni kendine çekti.

"Bunu ilk cinayet vakasını dokuz yaşında çözen bir dedektif mi söylüyor?" dedi ciddiyetle. Ona karşılık vereceğim sırada konuyu değiştirdi: "Bu yüzden babana fazlasıyla güveniyorum. Ancak şimdi işler değişti. Raven ailesinin geri kalan üyelerine ve bu malikâneye katlanmak istemiyorum. Her zaman buradakilere minnettar kalacağım ama benim için önemli olan tek kişi Marcus. Nazarımda öz ailem kadar değerli. Bu olanlardan sonra ise..." Dudaklarını ıslatıp duraksadı. "Buradan gitmeyi düşünüyorum."

Kaşlarım alnıma yükselirken, "İsveç'te başka bir eve mi taşınmayı düşünüyorsun?" diye sordum. Buradan gitmek istemesi oldukça normaldi. Onu asla yadırgamıyordum. Aksine, ona katılıyordum.

"Hayır," dedi netlikle. "Yeniden Türkiye'ye dönmeyi düşüyorum. Zaten uzun zamandır aklımdaki plan buydu ama..."

"Ama?"

Yeşil gözleri yüzümde bir süre dolandı. "Ama sen, aklımdaki planı gerçekleştirmek için bana neden sundun."

Neyden bahsettiğini anlamıştım. Benim yüzümden Türkiye'ye dönmek, ona cazip geliyordu. Bu hoşuma gitmişti. Ancak yine de bana göre... Biraz fazla, değil mi Nora? Sen köklü değişikleri sevmiyor olabilirsin ama Kuzey bu konuda farklı düşünüyor Dedektif, emin ol!

"Sence de bu, biraz fazla değil mi Bilinmeyen?" diye sordum tek kaşımı kaldırırken.

Dudaklarına yayılan gülümsemeyle yüzüme yaklaştı.

"Senin için biraz fazla olduğunu mu düşünüyorsun Dedektif?" dedi işgüzar bir hâlde."Bence yanılıyorsun, ben senin için bu yaptığımın bile az olduğunu düşünüyorum."

"Benim için tam olarak ne düşünüyorsun?"

"Şu an..." diyerek dudaklarımla arasındaki mesafeyi kapattı. "Seni öpmeyi düşünüyorum."

Kalbimde garip bir heyecan hissederken iki gözünün arasında gidip gelen görüş açım daralmıştı. Dudaklarını dudaklarıma bastırdığında istemsizce karşılık verdim. İçimden ona karşı çıkmak gelmiyordu. Aksine, Kuzey'e kapılıyordum.

Nazik öpücüğü bedenimin kasılmasında neden olurken beni yavaşça kucağına çıkarttı. Geceliğimin sıyrılan eteğini ağır ağır yukarıya çıkarıyor, avuçlarını tenimin üzerinde sürüyordu. Dudaklarımız ise oldukça yavaş ritimlere sahip olan bir dansın içerisindeydi.

İçimden bunu yapmak gelmese dahi geriye çekilip gözlerine baktım.

"Bu cevap yeterli değildi Bilinmeyen," dedim kucağında oturmaya devam ederken. "Beni tatmin etmedi."

Ufak gülümsemesi yüzüne düşer düşmez beni aniden altına aldı. Tepkisizliğimi korumaya çalıştım ama bunu yapmak oldukça zordu.

Dudaklarıma kısa bir öpücük verdikten sonra, "Seninle birçok şey yapmayı düşünüyorum, Dedektif," dedi boğuk çıkan sesiyle.

"Mesela?" diyerek ellerimi çıplak sırtına doğru sürükledim.

"Öncelikle yalnızlığını elinden alacağım," diye fısıldadı ciddi bir tonda. "Sonra yalnızlığını sonsuza kadar saklayacağım."

"Sence de benden bir şeyleri saklamak oldukça zor değil mi, Çaylak?"

"Bana göre değil." Dudaklarıma belli belirsiz bir öpücük daha verdi. "Zamanla bunu öğrenirsin."

Alaylı bir gülüş sergilediğimde altında kıpırdandığım için bedenini bana bastırdı. Vücudunun birçok uzvunu hissetsem de sessizce gülmeye devam ettim.

"İşiniz çok zor, Kuzey Bey," dedim imayla.

"Beni hafife alıyorsunuz, Bayan Nora," diye karşılık verdi ve beline dolanan bacaklarımı okşadı. Eli kalçama doğru yavaş bir yol izlerken dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Pekâlâ," dedim ciddiyetle. Aramızdaki göz temasını ve baskıcı bakışlarımı korudum. "Benimle aranda olan bu şeyi sürdürmek için geçerli bir nedenin olmalı. Amacın sadece beni elde etmek mi? Yoksa gerçekten bu işin sonunda büyük çıkarımlara sahip olmak mı istiyorsun?" Başımı yattığım yerden hafifçe sağa eğdim. "Babam seni hiç şüpheye düşürmüyor mu? Beni daha yeni yeni tanımaya başladın. Nasıl biri olduğuma bu kadar emin olman çok şüpheli bir durum değil mi? Amacın ne Bilinmeyen?"

Dudaklarındaki gülümseme fazlasıyla genişledi. Ancak ben, bu gülümsemede çapkın bir taraf olduğu izlenimini elde etmiştim.

"Şu yaptığın şeyin, fazlasıyla tahrik edici olduğunu biliyor muydun, Dedektif?" dedi beni şaşırtarak. "Ayrıca erken veya geç olmasıyla ilgilenmiyorum. Verdiğim kararları her zaman akıl yoluyla verdim ve sonucunda da hiç sekteye uğramadım." Gözlerini hafiften kısarak dudaklarını ıslattı. "Tabii bu kararımda biraz duygularımla da hareket etmiş olabilirim ama bu yine de sonucu değiştirmez. Sadece ihtimallerden biri."

Söylediklerine güldüm. O da gülümseyerek kendini yan tarafıma attı ve yeniden kollarını belime doladı.

"Marcus beni etkilemiyor," dedi saçlarımı yavaş yavaş okşarken. "Ondan seni dinleyerek büyüdüm, inan bana senin güzelliğine ve zekâna çocukken de hayrandım; baban her gün, hatta neredeyse her an seni anlatıyordu. Yaptığın işleri takip ediyordu, okuldaki başarılarından insan ilişkilerine kadar... Babanın bu duruma karşı çıkacağını düşünüyor olabilirsin. Fakat ben tam aksini düşünüyorum."

Yıllardır beni üçüncü kişiler tarafından tanıması, Kuzey'in neden bu kadar çabuk benimle yakınlaştığının bir kanıtıydı. Aklımda kısa bir analiz yaptığımda bu durumu oldukça normal karşılamıştım. Sonuçta Kuzey beni tanıyordu. Her ne kadar zihnimden geçenleri göremese de dışarıdan beni çözümlemişti. Bu işin sonunun nereye varacağını bilmiyordum ama onun kararlılığını gözlerinden okumuştum. Yine de ihtimalleri ve diğer sonuçları es geçmiyordum. Sadece ona güvenmek istiyordum. Buna ihtiyacım vardı. Sınırlarımın içerisine giren bu Bilinmeyen adam bana kendimi iyi hissettiriyordu. Artık yalnız olmadığımı anlayınca güvendiğim birinin yanımda olması daha hoş gelmişti. Her ne kadar onu tanımasam da benim için uzun bir süre Bilinmeyen olarak kalacaktı. Fakat bu, onunla birlikte olmayacağın anlamına mı gelir Nora?

"Sanırım bu kafa karışıklığım arasında bunları düşünmek beni fazlasıyla yorar," diye mırıldandım. "Bütün bu olanlar bir son bulunca, bu konuyu baştan sona düşünebilirim. Ancak şimdi değil."

Saçlarımdaki parmakları, geceliğimin açık bıraktığı sırtımı okşamak için aşağı inerken, bu sefer de dudakları saçlarımın arasında gezinmeye başladı.

"Işığı açık bırakacağım, uyu Dedektif," diye fısıldadı. "Yanındayım."

Derin bir nefes alınca ciğerlerime dolan kokusuyla zihnim kapanmaya başladı. Uykuya dalmak üzereydim. Kalbimde amansız bir korku vardı. Lakin Kuzey'in bana sarılan kolları sayesinde ve henüz uyumadığını belirten öpücükleri saçlarıma değdikçe bedenim gevşiyordu. Zaman aktıkça zihnimdeki karanlık büyüyordu.

Aniden bir gürültü duyduğumda yerimden sıçradım. Mayışmış gözlerimi kırpıştırarak yataktan doğrulduğum sırada Kuzey de kalkmıştı.

"Rüya mı?" diye sordum uyur uyanık bir hâlde, sersemce.

Kuzey beni kolumdan kendine çekip, "Hayır, Dedektif," dedi.

Gürültü odanın kapısından geliyordu. Kim veya ne olduğunu bilmiyordum ama oldukça telaşlı bir hâlde kapıya vuruyordu.

Aceleyle yataktan kalkıp tekli koltukta asılı olan sabahlığımı üstüme geçirdim. Kuzey de o sırada üzerine bir kazak giyiyordu. Kapı ise tıklatılmaya devam ediyordu.

"Geliyorum," dedi Kuzey kapıya doğru yürürken. Tedirginliği sesinden belliydi.

Merakla peşinden giderek kapının arkasındaki duvara yaslandım. Kapıyı açtığında nefes nefese bir kadını duymuştum.

"K-Kuzey," dedi kapının ardındaki Sarah. "Ben... Çok kötü şeyler oluyor, dostum. Bela gibi şeyler..."

Kaşlarımın çatıldığı sırada Kuzey kapıyı biraz daha araladı. "İyi misin Sarah? Birini mi gördün? Neler oldu?"

Sarah kısık sesle İsveççe birkaç kelime söyledi ancak söyleme şeklinden iyi kelimelerin olmadığı ortadaydı. "Bayan... Bayan Norris," dedi fısıldayarak. "Deli saçması şeyler yapıyor ve Nora odasında değil. Onun yanına... Gitmiştim... Haber vermek için gittim ama odasında yok!" Oldukça endişeliydi. "Başına bir şey gelmiş olabilir ahbap!"

Kuzey, sıkıntıyla nefesini üfledi. Durumun kötüye gittiğini anlayınca kapının arkasından çıktım ve Sarah'a baktım. Siyah teninden akan terler, korktuğunun kanıtıydı ama beni görünce korkusu uçup gitmiş, yerini kocaman bir şaşkınlık devralmıştı. Hatta kelimenin tam anlamıyla hayrete düşmüştü. Kocaman aralanan ağzı ve büyüyen gözleri, aniden değişen ifadesinin sonucunda ortaya çıkan hayretinin kanıtıydı.

İşaret parmağımı sessiz olmasını belirtmek amacıyla dudağıma bastırarak içeriye girmesini işaret ettim. Şaşkın gözlerle bana bakmayı sürdürürken içeriye girdi.

"Sakin ol Sarah, gel otur," diyerek tekli koltuğu gösterdim.

Şaşkınlıkla koltuğa oturdu. "Aman Tanrım dostum," diye mırıldanıp sırayla Kuzey'e ve bana baktı. "Tanrı şahit, bunu hiç tahmin etmezdim. Şoke oldum."

Ellerimle yüzümü ovuşturup karşısına geçtim. "Ne olduğunu daha sonra açıklarım ama önce bana neler olduğunu anlat," dedim ciddiyetle. "Bayan Norris'ten bahsettin, onu mu gördün?"

"Ha-a evet," dedi Sarah elini göğsüne koyarken. "Mezarlıkta... Garip bir büyü yapıyordu. Bu saatte çoktan evine gitmesi gerekmez miydi o kaçık karının?"

Sıkıntıyla Kuzey'e baktım, onda da aynı ifade vardı. Aklıma gelen başka bir detayla kaşlarım çatıldı.

"Bu saatte mezarlıkta ne işin vardı Sarah?"

"Uyurgezer," dedi Kuzey, Sarah'ın yerine.

Sarah da ardından doğrucu bir şekilde kafa salladı.

"Ama bahçeye çıkmamıştım," diye açıkladı. "Yürürken bu katın en sonuncu odasına girmişim. Gözlerim açıldığında pencere kenarındaydım ahbap, gerçekten Bayan Norris beni çok korkuttu. Oturduğu mezar taşlarının önünde hızla sallanarak bir şeyler mırıldanıyordu. Gözleri... Sikeyim! Gözleri kararmıştı. Tam anlamıyla göremedim ama buna eminim."

Yalan söyler gibi bir hâli yoktu ki zaten Bayan Norris'in rivayetleri dillendirdiğini biliyordum. Onu ilk gece mezarlıkta gördüğüm zaman gözlerinin karardığını ben de fark etmiştim. Odanın içinde gezinip aklımı toparlamaya çalıştım.

Zihnimde çakan şimşeklerle bedenim kaskatı kesildi. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım.

"Kuzey rivayete göre Bayan Norris'in benim için söylemesi gereken rivayet, haftada bir olmalı. Ben buraya geleli henüz beş gün oldu ve bu da demek oluyor ki... Başka biri için bu rivayeti dillendiriyor."

Kuzey İsveççe bir küfür savurdu.

"Siz neyden bahsediyorsunuz arkadaşlar?" diyen Sarah'a baktım. "Eğer bensiz kafayı bulduysanız bu malikâne bir cinayete daha şahit olur. Of... Saçmalıyorum. Özür dilerim Linda hala ama böyle söyleyince kulağa hoş geldi."

Kendi kendine konuşan Sarah'a bakakaldım bir süre. Ardından kendimi toparladım ve ona yaklaştım.

"Her şeyi anlatacağım ama önce bana şunu söyle; kâbus görüyor musun Sarah?"

Sarah'ın siyah gözleri irileşirken, "E-e herhâlde, az önce bir kâbustan uyandım," dedi.

Avucumla alnıma vurup nefesimi tuttuğum sırada Kuzey yeniden bir küfür savurdu. Vakit kaybetmenin gereksiz olacağını düşünerek aceleyle pencere kenarına gidip perdeyi açtım.

"Hangi mezarın önündeydi?" diye sordum mezarlığa bakmaya çalışırken ama Kuzey'in odasından mezarlık görünmüyordu.

"Bilmiyorum," dedi Sarah. "Korkudan buraya nasıl geldiğimi bile bilemedim ki."

Aklımda beliren plana ayak uydurmak için pencereyi açtım. Hızla kendimi dışarıdaki mermer blokların üzerine attığımda arkamdan ikisi de sesleniyordu ama benim tek düşündüğüm şey, Bayan Norris'ti.

Dikkatli ve aceleci adımlarla mermer blokların üzerinde yürümeye başladım. Neredeyse malikânenin yan taraftaki duvarının biteceği sırada mezarlığa yaklaşmıştım. Bayan Norris oradaydı.

Gözlerimle etrafı tararken birinci kattan aşağı inmenin yollarını arıyordum. Üzerimdeki geceliğe rağmen karanlıkta zar zor görebildiğim garip bir borunun üzerine bastım. Bu boru malikânenin duvarıyla bir ağacın arasında kalmış yaklaşık iki metre uzunluğa sahip bir boruydu. Aşağı inmek için yetersizdi ancak aşağı doğru eğildiği için ağacın altında kalan çardağa ulaşabilirdim.

Çıplak ayaklarla borunun üzerinden yürüdüğüm sırada Kuzey'in odasının penceresinden bana seslendiklerini duyuyordum. Kızgın bir ifadeyle arkamı dönerek elimle sessiz olmalarını işaret ettim. Bayan Norris duyabilirdi. Lakin ikisi de çoktan peşime düşmüştü.

Onları umursamadan borunun üzerinde dikkatli adımlar attım. Ağacın gövdesine yaklaşınca çardağın tahta tavanıyla aramdaki mesafeyi hesapladım. Bu biraz canımı yakabilirdi. Üstelik sabahki yaralarım tazeydi. Lakin pes etmeyecektim.

Dondurucu soğuk tenime bir iğne misali batarken ağaca tutunarak bacağımı çardağa doğru uzattım. Ancak çok aşağıda kalıyordu. Düşün Nora... Düşün!

Aklımdaki en iyi ihtimali değerlendirerek kendimi çardağın arkasında kalan çimenlere doğru aniden bıraktım. Yere düşünce bir anlığına nefesim kesilmişti. Derimi sıyıran dallara rağmen gıkımı çıkartmadan düştüğüm yerden apar topar doğrulup ormanlık alana baktım. Bayan Norris ağaçların ardındaki, buradan uzak olan, mezarlıkta durmaya devam ediyordu.

Koşarcasına attığım adımlarla bahçedeki ormana girdim. Rivayeti öğrenmem lazımdı, yoksa kafayı yiyecektim. Çıplak ayaklarıma batan çimenler canımı acıtsa da gözüm dönmüştü. Bu kötü kadın, yaptığı rivayetlerden dolayı evdeki herkesi tek tek öldürebilirdi.

Mezarlığa yaklaştıkça sesini duyabiliyordum. Ağaçların aralarından geçerek nefesimi kontrol altında tuttum. Ay ışığında parlayan mezar taşları adımlarım hızlandıkça kalbimdeki ürpertiyi arttırıyordu. Bayan Norris'le aramda yeteri kadar uygun bir mesafe kaldığında durdum. Bir ağacın arkasına saklanıp ne yapmaya çalıştığına dikkatle baktım.

Sallanırken elleriyle mezar toprağına dokunuyordu. Sırtı bana dönük olduğu için ellerini net olarak göremiyordum. Ancak rivayeti okuduğunu duyabiliyordum. Bir müddet sonra aniden durdu. Bayan Norris'i malikâneden duymak imkânsızdı. Ayrıca mezarlığa gelmek için gayet mükemmel bir zaman seçmişti. Herkes uyuyordu. Neredeyse ben bile.

"Ah Cecilia gücünü göster bana," dedi sessiz bir tonda. "Seni emin ellere teslim ediyorum, diğerleriyle birlik olun. Esir alın uykuları! O'na tapın!"

Elindeki şeyi aniden kırdığında aklımda iki şimşek çaktı. Birincisi 'diğerleriyle birlik olun' demişti, ikincisi ise elindeki testi tünellerdeyken benim karşıma çıkan testiydi. Bu testi, rivayetler için kullanılıyor olmalıydı. Ritüelleri tamamlamak adına Bayan Norris'in yararlandığı bir tür malzeme olabilirdi.

Peki ya O? Kime tapıyordu ölüler?

Uykuları esir alan birden fazla ölü... Onlar yalnızca birer kemik torbalarıydı. Lakin hayatında bir kez olsa ölülerden korkmamış bir kadını ürkütmeye yetecek kadar güçlü kemik torbaları.

Bir müddet mezarda oyalanıp gitmek için ayaklandı Bayan Norris. Hızla ağacın arkasına saklanarak kendimi gizledim ama zaten o, malikânenin arka bahçesine ilerliyordu. Sanırım arkadaki küçük demir kapıdan çıkıp evine gidecekti. Onu takip etmeliydim ama şu anki durumumla bu, iyi bir seçenek değildi. Bana her şeyi yapabilirdi, yaralanabilirdim veya soğuktan donabilirdim. Hava, hipotermi geçirebileceğim düzeyde soğuktu.

Bayan Norris'in gittiğine emin olunca etrafımı kolaçan ederek mezarlığa yaklaştım. Bayan Norris'in elindeki gaz lambasının ışığı çoktan malikânenin dışındaki, yani arkasındaki ormana karışmıştı.

Cecilia'nın mezarına yaklaşıp inceledim. Testi kırılmıştı ama mezarın toprağında garip bir sıvıdan başka hiçbir şey yoktu. Soğuktan titreyerek yere eğildim. Canımın yanacağını biliyordum lakin yine de sıvıyı kontrol etmem gerekiyordu.

Bu sefer orta parmağımı hafifçe toprağa sürdüm. Parmak ucum anında cayır cayır yanmaya başlamıştı. Zangır zangır titreyen çenemi kasarak yüzümü buruşturdum. Etraf ıssız ve sessizdi. Kimse peşimden gelmemiş olmalıydı. Parmak ucumu dikkatle incelerken kuvvetli bir rüzgâr esti.

Tam o sırada karşımdaki lahitten bir ses duyulmuştu. Omuzlarıma çöken ürpertiyi yok saydım ve başımı yavaşça karşıya kaldırdım. Lahidin üzerindeki, dizlerinin üzerine uzanan ve kolları önünde duran melek heykeline baktım. Bu... Fazlasıyla korkutucuydu.

Zira melek heykelinin başı daha önce gördüğüm ve hatırladığım kadarıyla öne doğru eğikti. Fakat şimdi başını kaldırmış... Doğrudan gözlerime bakıyordu.

Continue Reading

You'll Also Like

15.2M 613K 54
"Soyun!" "Ne?" Yaşlı adam oturduğu masada kaşlarını çatmıştı ki yanındaki kadın tebessüm ederek bana döndü. "Sadece hırkanı çıkar ve bize sol kolunu...
6.8K 1.1K 15
Gece, Anoreksiya Nevroza hastasıdır ve bir Psikiyatr ile tedavi görür. Psikiyatr Enver'in, yıllar önce Akıl Hastanesi'nde tedavi ettiği hastalarıyla...
66K 3.2K 13
Namjoon ve Seokjin Jungkook adında mükemmel bir küçük bulurlar. Ukejungkook # 1 20210620 Babyboy#1 20216.. Bottomjumgkook#4 202106.. This books belo...
34.8K 8.7K 129
🍃The Luzia Design🍃 •İstek Alımları Açık•