Geçmişin Mezarı (Tamamlandı)

By selinselne

147K 13K 5.1K

~Wattys2021 Gizem/Gerilim kategorisi kazananı~ *Yetişkin içerik!* -Ağırlıklı olarak polisiye, romantizm, giz... More

GM | TANITIM
GM | Yazardan Not
GM | 1 | Bilinmeyen
GM | 2 | Teklif
GM | 3 | Zaaflar ve Sınırlar
GM | 4 | Sıfırdan
GM | 5 | Kâbusların Pençesinde
GM | 6 | Korkunç Kanıtlar
GM | 7 | Ölüm Seremonisi
GM | 8 | Soruşturma
GM | 9 | Kaynağı Belirsiz Bir Ses
GM | 10 | Çarmıhın Dört Bir Yanı
GM | 11 | Gizlenmesi Mümkün Olmayan
GM | 12 | Geçmişin Arkasına Saklanan Ölüler
GM | 13 | N ve R
GM | 14 | Raven Mâlikanesinin Ölü Tarafı - 1. Kısım
GM | 15 | Raven Malikânesinin Ölü Tarafı - 2. Kısım
GM | 17 | Geçmişten Gelen
GM | 18 | Mezarların Nefesi
GM | 19 | Araf
GM | 20 | Mezarı Kazılan Kadın
GM | 21 | Geçmiş, Şah Damardan Daha Yakın
GM | 22 | Lanetli Soy
GM | 23 | Ölüm Silsilesi
GM | 24 | Cehenneme Ramak Kala
GM | 25 | Ölümle Baş Başa
GM | 26 | Bir Günlüğüne...
GM | 27 | En Büyük Korku
GM | 28 | Kambur Kadın
GM | 29 | Tünellerde Gezinen Belirsiz Adımlar
GM | 30 | Siyah ve Beyaz
GM | 31 | Gri
GM | 32 | Ölümlülerin Cesetleri
GM | 33 | Nefessiz
GM | 34 | Geçmişten Bir Tutam Sır
GM | 35 | Ölüm Dansı
GM | 36 | Dolunay
GM | 37 | Kurban
GM | 38 - Final | Kimse Göründüğü Gibi Değildir
GM | Yazardan Not

GM | 16 | Gömülen Sırlar

2.9K 316 134
By selinselne

🪦

Dudaklarımdan çıkan güçlü çığlığa engel olamazken o şey, arkamdan nefes nefese koşuyordu. Bilinmez şeyi işitebiliyordum. Bilinmez şeyi hissedebiliyordum. Bilinmez şeyin varlığını sezebiliyordum. O bilinmezdi.

Aklımı tamamen yitirmiştim.

Gözlerimin önüne gelen türlü türlü senaryo beni batağa sürüklerken adımlarım hızla kendini öne atıyordu. Tenime çarpan havayla arkama bakmaya çalıştım ancak karanlıktan başka bir şey yoktu. Sadece varlığını hissedebildiğim ve hırıltısını duyabildiğim şey vardı arkamda... Her yer karanlıktı. Bilinmez şey, neredeyse bana yetişmişti.

"Kimsin sen?" diye bağırdım koşarken. "Uzak dur benden! Git buradan lanet olası, git!"

"Dedektif!" dedi Kuzey. Kalbim artık daha hızlı atıyordu. "Dedektif, neredesin?"

Aklıma gelen ani planla tabanlarımın gücünü arttırdım. "Kuzey, buradayım! Olduğun yerde kal ve bana seslenmeye devam et!" dedim nefes nefese.

Arkamdan gelen şeyin varlığı hâlâ ensemdeydi. Ancak pes etmeye hiç niyetim yoktu. Kuzey bir yandan telaşla bana sesleniyordu ve ben son gücümle koşuyordum.

Aniden yüzüme çarpan sert uzantıların ne olduğunu bilmesem de hızımı yavaşlatamamıştı. Gözlerim karşıdan gelen zayıf bir ışık gördüğünde yüz, iki yüz metre sonra sağa döneceğimi anlamıştım.

Bu tünelin her yanında sarmaşık benzeri şeylerden vardı. Yüzümü sıyıran ve bedenime çarpan hiçbir şey beni yavaşlatmaya yetmiyordu. O şeyin varlığı ise hâlâ hırıltılar eşliğinde ardımdan geliyordu.

Kuzey'in sesine ilerlemeyi sürdürerek sağdaki sapağa yaklaştım. Hızımı ayarlayamadan aniden sağa dönünce çarpıştığım bedenle beraber çığlık çığlığa yere yuvarlanmıştık.

"Dedektif!" dedi kollarını hızla bana saran Kuzey.

Aceleyle kollarının arasından kurtulup tükenmiş ciğerlerime rağmen pes etmeden ayağa kalktım ve arkama baktım. Kimse yoktu.

"Fenerini ver!" diye bağırdım.

Kuzey telaşla ayağa kalkarak fenerini bana uzattı.

Az önce çıktığımı tünelin başına gelip feneri içeriye tuttum. Karanlıktan başka hiçbir şey görünmüyordu. Ama birinin koşarken çıkarttığı ayak seslerini duyabiliyordum. Nefes almakta zorlansam dahi elimi ağzıma kapatıp Kuzey'e dinlemesini işaret ettim.

"Kimdi o?" dedi endişeyle. Onu duymuştu. Başımı bilmiyorum, der gibi iki yana sallayarak kendimi aniden yere attım ve gözlerimi yumdum. Nefes almakta zorlanıyordum.

Kuzey, hızla beni kucağına aldı. Aşağı indiğim merdivenlerden dikkatle yukarıya çıkarken elimdeki feneri önünü görebilmesi için yukarıya tutup başımı göğsüne yaslandım. Tükenmiştim. Gerçekten artık hâlim kalmamıştı.

Kısa bir süre sonra dönen merdivenler bittiğinde Kuzey'in geçidin girişine iki tane demir sopa sıkıştırdığını gördüm. Artık ciğerlerim biraz daha rahattı. Kuzey beni geçit kapağının dışına bıraktıktan sonra kendisi de hızla dışarıya çıktı.

Bir eliyle geçidin kolunu aşağı doğru indirerek diğer eliyle geçit kapağının arasına sıkıştırdığı demirleri aldı. Fakat ben merdivenin kenarına yatmıştım ve onu izlemekten başka hiçbir şey yapamıyordum. Demirleri geçidin kapağına sıkıştırırken zorlanmış olmalıydı ama itiraf etmek gerekirse bu yaptığı zekice bir eylemdi.

Geçidin kapağı kapanırken Kuzey, yanıma oturup beni yeniden kucağına aldı. Başımı göğsüne gömerek saklanmaya çalıştım. Neden saklanmaya çalıştığımı bile bilmiyordum. Kalbimdeki amansız his geçmiyordu.

"Elli dakika," dedi endişeli sesiyle. "Tamı tamına elli dakikadır seni arıyorum."

Elimle kazağının kumaşını sıkarak ona daha çok sokuldum. "O... Şey beni..."

Saçlarımı okşarken bana daha sıkı sarıldı. "Tamam, sakinleş..." dedi rahatlatıcı bir tonda. "Yanındayım... Burada kimse yok. Sadece ikimiz varız Dedektif ve ben, senin yanındayım."

Başımı kaldırarak yüzüne baktım. Fazla endişeliydi ve korkmuş görünüyordu. Gözleriyle yüzümü incelediğinde kaşları çatıldı. Parmaklarıyla elmacık kemiğime dokunduğu zaman hissettiğim acıya rağmen hiçbir tepki veremedim.

"Canın yanıyor mu?" diye fısıldadı, içimi ısıtan şefkatli bir tonlamayla. "Eğer canın yanıyorsa sana pansuman yapabilirim."

Başımı usulca iki yana salladım. "Kafamın içi acıyor, Bilinmeyen..."

Bacaklarının arasında oturduğum yerden sırtıma doladığı koluyla beni yukarıya çekip kendine yaklaştırdı. "Deniz'in yaraları tedavi etme konusunda oldukça başarılı bir yöntemi olduğunu biliyor muydun?" dedi küçük bir kıza masal anlatır gibi. "Ve oldukça etkili bir yöntem, bende her seferinde işe yarıyor."

Kaşlarım havalanırken, "Nasıl?" diye sordum çocuklar gibi.

Cevap olarak yüzüme doğru yaklaştı ve... Dudaklarını şakağıma bastırdı. Dokunuşuyla gözlerim kapanırken kazağını saran parmaklarımı sıktım. Bir müddet sonra dudaklarını şakağımdan ayırsa da bana yakın durmaya devam etti.

"İşe yaradı mı?" diye fısıldadığında kalp ritimlerim benden bağımsız hâle gelmişti.

Konuşmadan başımı kaldırıp yeşil gözlerine baktım. Parlıyordu gözleri... Fakat sonra birdenbire kaşlarını çattı. "Bir daha asla ama asla, ben olmadan hiçbir yere gitmene izin vermeyeceğim."

Gözlerimi kapatıp başımı göğsünden kaldırdım. Bacaklarının arasında oturmaya devam ederken elimle arka cebimdeki telefonu çıkartıp ona uzattım.

"Kuzey, aşağıda biri var ve tüneller birbirine karışıyor. Asansörün altındaki boşluğu buldum, oldukça aşağıdaydı. Yerin kilometrelerce altını düşün..." dedim gözlerim kapalıyken. "Gittiğim yolun aynısını takip ederek geriye döndüğümde bambaşka tünellerle karşılaştım. Dört yol ağzı gibiydi. Hangi yöntemi denersem deneyeyim çıkamadım ve o şey... Her neyse, beni takip etmeye başladı. Kim olduğunu bilmiyorum ama bir kadına benziyor. Yaratık gibi... Asansörün üzerine çıktığımız zaman telefonundan video kaydı açmıştım. O şeyin videosunu kaydetmiş... Onu sadece videodan gördüm. Aşağısı zifiri karanlık... Yüzünü göremedim."

Bütün her şeyi anlattığımda yavaşça gözlerimi açtım. Dikkatle beni izliyordu.

"Gerçekten de sandığımdan daha inatçı ve azimliymişsin," dedi kısık bir tonda. Şaşırsam da ifadesizliğimi korudum. Ellerini sırtımdan aşağı kadar sürükleyip belimi kavradı. "Bütün bunları öğrenmen iyi bir durum ama kusura bakma Dedektif, tek düşündüğüm şey sensin. Şimdi, buradan gidiyoruz."

"Buradan nasıl çıkabiliriz ki?" diye sordum sessizce. "Yeniden tünellerden geçmemiz gerekiyor."

Başını iki yana salladı. "Hayır, üst katta bir şey buldum." Ayağa kalkıp beni de kaldırdı. "Gel hadi," dedi elimi kavrarken.

Beni arkasından yönlendirerek üst kata çıkmaya başladığında tek yaptığım şey sessizce onu takip etmekti.

Darmadağın psikolojime rağmen yine de etraftakilere pürdikkat bakıyordum. Dikkatimden kaçan hiçbir şey olmamalıydı. Bu malikânenin altını üstüne getirecek, gerekirse duvarlarını sökecektim ama ne olursa olsun bütün bilinmeyen sırları ortaya çıkartacaktım. Dağıldığım doğruydu ancak pes etmediğim de öyle.

Üst kattaki koridora geldiğimizde aynı alt katta olduğu gibi duvarlarda birkaç tane daha delik olduğunu gördüm. Gözlerimle el fenerinin aydınlattığı yolu izlemeye devam ederken bir duvarın önünde durduk. Kuzey duvardaki delikten içeriye baktı. Ben yine sessizdim. İçimden bir ses ona güvenmemi söylüyordu.

Duvarın yanındaki tuğlalardan birine basınca duvar, çok hafif bir gürültüyle öne doğru çıktı ve sağa kaydı. Şaşkınca olanları izlerim. Bu bir gizli geçit kapısıydı.

Kuzey, başını Raven Malikânesinin içine açılan geçit kapısından uzatıp karşımızdaki aydınlık koridoru kolaçan ettikten sonra benimle beraber dışarıya çıktı. Malikânenin içindeki koridorun duvarına bakınca geçit kapısını malikânenin içinden kapatmaya yarayan düğmeyi bulmuştum. Ancak benim aksime Kuzey, fark etmemiş olacak ki geçidin içerisindeki tuğladan kapatmak için yeltenmişti. Onun önüne geçip koridorun kırmızı duvarının yarısından aşağı doğru uzanan tahta kirişlerin çıkıntılı kısmına bastım; geçit kapısı kapandı.

Biz ise artık Raven Malikânesinin içindeydik. Görünen tarafında.

Kuzey, bana anlamlandıramadığım bir bakış fırlattığı sırada koridorun köşesinden bir ses duyulmuştu. Yakalanacaktık. Hızla Kuzey'i bize en yakın olan odanın içine çektim. Kapıyı sessizce kapattığım sırada koridordan gelen sesler duyulabiliyordu.

"Tabii ben size bir referans ayarlayacağım," dedi sesi bize doğru yaklaşan Clara.

Hızla odayı taradım. Burası yatak odasıydı; devasa boyutta ve beyaz renkte döşenmiş...

Kuzey beni elimden kendine doğru çekerek duvarın kenarında duran geniş giysi dolabının içerisine girdi. Peşi sıra yanına yerleştiğim sırada bu dolabın fazlasıyla geniş olduğunu fark etmiştim. Giysi odası gibi.

Karanlık dolapta Kuzey, beni kenara yaslayıp, "Burası Robin'le Clara'nın odası, ikinci katın doğu kanadındayız," diye açıkladı, sesinden sitem ettiği belliydi ki sitem etmekte de haklıydı. "Clara buraya geliyor, Dedektif."

Yanlış bir odaya, yanlış bir zamanda girdiğim için kendime kızmıştım. Bugün şanssız günümdü. Burada geçirdiğim diğer günler gibi. Bu senin tercihindi Nora, beladan uzak durma konusunda beceriksizsin.

Odanın kapısı açıldığında gözlerimi kapatıp başımın arkasını dolabın tahtasına yasladım. Bedenime dokunan kıyafetler bana yaralarımı hatırlatıyordu. Boynumdaki birkaç yer, sağ bacağımın kasığıma yakın bir kısmı, sol ayak bileğim ve yüzüm sızlıyordu. Geçitteki enteresan sarmaşıklar yüzünden her yanım çizik içindeydi. Sabredecektim ancak ayakta durmakta zorlandığım da doğruydu.

Clara ise odanın içinde İsveççe bir şeyler konuşuyordu. Fakat dikkatimi çekmemişti. Koridordayken iş hakkında konuştuğunu anlamıştım. Ve muhtemelen beni ilgilendirmeyen bir konuydu. Tek yaptığım şey, dolabı açmaması için medet ummaktı. Şu an bir karışıklığı daha kaldıracak hâlde değildim.

Sessizce odanın içindeki sesleri dinlemeye başladım. Önce bir çekmece sesi... Sonra birkaç topuk tıkırtısı... Ses, odanın solundan, pencere kenarından geliyordu.

Kuzey eliyle göğsüme dokunduğunda kaskatı kesildim. İşaret verir gibi, uyarı mahiyetinde bir dokunuştu bu. Lakin karanlıkta yanlış bir yere dokunmuştu. Bunu fark etmiş gibi hızla elini çekti. Sonra da beni belimden tutarak dolabın kapağına doğru ittirdi. Parfüm kokulu kıyafetler yüzümü okşarken dolabın kapağına yaklaştım. Kuzey, odaya bakmamı istiyordu. Sağ gözümü dolap kapaklarının arasındaki boşluğa dayadım ve odaya baktım.

Clara... Elinde tuttuğu oldukça eski, antika görünen bir kutunun içini karıştırıyordu. Gözleri dolu doluydu. Kutunun içinde onu üzen ve bir şeyler hatırlatan eşyalar olduğunu anlamıştım. O kutuyu odada bırakıp çıkmasını ümit ettim. Sırf merakından dolayı ailenin özel eşyalarını karıştıramazsın Nora!

Evet, bunu yapmam yanlıştı. Fakat Raven Malikânesinde olanlardan sonra belki kuralları biraz esnetebilirdim.

Neyse ki bunu yapmama gerek kalmamıştı. Zira Clara, kutunun kapağını kapattı ve kutuyu, elinde tuttuğu kalın kabanının arasına sararak gizledi. Sonra da odanın çıkışına doğru yürüdü. İşte bu beni şüphelendirmişti. Kutuyu sakladığına göre içinde önemli ve herkesten gizlediği bir şeyler olabilirdi. Belki Linda'yla alakalı... Belki de değil...

Clara odadan çıktıktan sonra birkaç dakika geçmesini bekledim ve gittiğinden emin olunca dolaptan çıktım, "Çabuk olalım," dedim kısaca.

Kuzey, hiçbir şey söylemeden odanın kapısını açıp dışarıyı kontrol etti ve çıktı. Ben de ardından giderken kimsenin bizi beraber yakalamamasını umuyordum. Artık kimseye güvenim yoktu. Kuzey hariç kimseye. Ona bu kadar güvenmeni anlıyorum ve onaylıyorum ama... Raven Malikânesinde birine gözü kapalı güvenmek için gözlerini kapatman gerek Nora. Ve gözlerin kapalı olduğunda gerçekler de görünmez olur.

Bu doğru da olsa gözlerimi tamamen kapatacak kadar delirmemiştim.

Kuzey'le beraber seri, sessiz adımlarla merdivenlerden inerek alt kata geldik. Doğu kanadından batı kanadına jet hızıyla geçtik ve bize ait olan koridoru yürüyüp Kuzey'in odasına girdik. Hızla kendimi yatağa bıraktım.

"Clara kutuyu aldı, değil mi?" diye sordu ilk olarak.

"Evet," dedim yatakta yan dönerken. "Kabanının arasına sakladı, gizlediği çok belli."

"Tamam, yat ve bekle. Odanın duvarlarını kontrol ettikten sonra sana pansuman yapacağım," diyerek harekete geçti. Bunu gizli geçitteki deliklerin bu odada olup olmadığını anlamak için yaptığını biliyordum.

Gözlerimi kapattım. Zihnimi dinlendirmem ve aklımı toparlamam gerekiyordu.

Yaklaşık on beş dakika sonra yatakta bir hareketlilik hissedince gözlerimi araladım. Kuzey, ilk yardım kutusunu yatağın kenarına koymuş, içini karıştırıyordu. Sırt üstü dönerek onu bekledim. Hâlim yoktu.

"Vücudunun hangi bölgelerinde acı hissediyorsun Dedektif? Dışarıdan görüldüğü kadarı... Oldukça fazla," dedi yatağa otururken. Bir yandan alt dudağını kemiriyor ve alnına yükselen sağ kaşından da anlaşıldığı üzere pürdikkat bedenimi süzüyordu.

"Sağ bacağım, sol ayak bileğim, göğsüm, yüzüm bir de sol omuzum," diye cevapladım sorusunu.

Kuzey hiçbir şey söylemeden kazağımın yakasını aşağı çekerek sıyrıklara baktı. "Çıkartabilir misin?" diye sordu. Sesinde veya yüzünde utanç yoktu. Ancak gözleri hafif kararsız bakıyordu.

İtiraz etme gereği duymadan kazağı çıkarttım.

"Aklım almıyor," dedim kendi kendime mırıldanarak. "Beni tünellerde kovalayan kim olabilir? Bu malikâne sanıldığından da büyük Kuzey. Gizli geçitler, kimliği belirsiz insanlar, esrarengiz olaylar... Cinayetin şüphelilerinin gün geçtikte azalması gerekirken tam aksine, artıyor."

Boynumun açıkta kalan kısımlarına elindeki pamuğu bastırdı Kuzey. Dikkatli ve nazikti. Ben de merakla sıyrıklara bakınca birkaçının derin olduğunu görmüştüm ama en derin olanı omuzumdakiydi.

"Ben de seninle beraber ilk defa yaşıyorum ama bu, gözümü korkutmuyor," dedi kısık bir sesle. "Şüphelilerin hepsini bulacağımıza eminim Dedektif. Artık bazı şeyler göz önünde."

"Mesela?" dedim Kuzey'in elmacık kemiklerinin üzerindeki benlere bakarken. Çehresine dalıp gittim bir anlığına. Keza dalmasam bu soruyu sormazdım.

"Mesela... Her gün yeni bir detayı keşfediyoruz," dedi ciddiyetle. "Bu, bazen beklenmedik ve kötü bir yolla da olsa, aslında her geçen gün gizemi çözmeye yaklaşmış oluyoruz." Göğsümdeki yaraları bantla kapatırken, "Her şeyi sırayla öğreneceğiz Dedektif," dedi ve bana kısa bir bakış atıp pansuman işine geri döndü.

"Doğru," dedim sadece.

Başımdaki ağrı şiddetini arttırınca ellerimle şakaklarımı ovalayarak tahta yatağın tavanını izledim. Kuzey ayağa kalktı ve yatağın ayakucuna dolanıp üzerime doğru eğildi. Dizlerinin ve ellerinin üzerinde durarak bacağımın üst kısmındaki yarayı inceledi. Pantolonum yırtılmış olmalıydı.

"Çıkartacağım," dedi izin ister gibi. Sesi biraz boğuk ve otoriter çıkmıştı. Ona gözlerimle onay verdiğim zaman pantolonumun düğmelerini çözmeye başladı.

"Ağrı kesici var mı ilk yardım çantasında?" diye sordum.

Pantolonumu bacaklarımdan sıyırırken, "Birazdan vereceğim Dedektif, sabır," diye mırıldandı, dikkati bedenimde, aklıysa nerede olduğunu bilmediğim bir yerdeydi.

Bıyık altından gülümsediğim sırada Kuzey, ayakkabılarım da dâhil olmak üzere üzerimdeki her şeyi çıkarttı. Karşısında yalnızca iç çamaşırlarıyla kalsam da bu durumun, şu anki şartlara göre normal olduğunu hatırlatma gereği duyuyordum kendime. En son ne zaman bir erkekle yakınlaştığımı bile hatırlamıyordum. O kadar uzun zaman olmuştu ki, eğer itiraf etmek gerekirse şu an kendimi biraz "çıplak" ve hafiften "gergin" hissediyordum.

Kuzey ise sol ayak bileğimi incelemeye başlamış, kendi kendine sinirle bir şeyler söylenmişti.

"Benim dilimden konuş, Bilinmeyen," dedim ısrarla.

Kaşlarını kaldırarak gözlerime baktı. "Birilerinin yanında küfür etmekten hoşlanmam."

"Benim yanımda edebilirsin," dedim çatık kaşlarla. "Ayrıca geçen gün etmiştin."

"Kelimelerimi kontrol edemeyecek kadar sinirliydim," diye savundu kendini.

"Sık sık sinirlenir misin?" diye sordum yarım bir imayla.

"Hayır." Sol kaşı yavaşça alnına yükseldi. "Pek sık değil." Israrla gözlerine bakmayı sürdürdüm ama o yeniden bileğimdeki yarayla ilgilenmeye başladı. "Bu, diğerlerinden daha farklı, Dedektif. Yanık izi gibi ama... Daha çok iltihap kapmış ve sonra da kabarmış gibi duruyor."

Dirseklerimin üzerinde doğruldum. "Diğer yaralarım, tünellerdeki sarmaşıklar yüzünden oldu. Ancak bileğimi kırılan bir testiye çarptığım için kabarmış olmalı. Testinin içinde garip bir sıvı vardı Kuzey... O testiyi tüneldeki bilinmez kişi kırmıştı." İşaret parmağımı havaya kaldırıp, "Bak," dedim ve parmağımın ucundaki kabarıklığı ona gösterdim.

Kaşları çatılırken dizlerinin üzerinde yatağa çıktı ve bana yaklaştı; parmağımın ucuna baktı. Üzerimde olmasına ses çıkartmamıştım ama içten içe hoşuma gidiyordu sanırım... Sanırım?

Kuzey, parmağımı tuttuktan sonra, "Evet, aynı türde bir yaraya benziyor. Bu neden oldu?" diye sorarak yüzüme baktı.

Yaramazlık yapan bir çocuk edasıyla alt dudağımı ısırdım. "Meraktan..." dedim omuzlarımı kaldırırken. "Testinin içindeki sıvıya dokundum."

Benden sıkıntı çekiyormuş gibi başını iki yana salladı ve üzerimden doğruldu. Omuz silktiğimde gözleri kısa bir anlığına çıplak bedenime kaymıştı. Yutkundu. Ben bu tavrını içten içe garipserken o, kendini toparlamak ister gibi kısık sesli bir nefes aldı. Yatağında çıplak bir kadın yatıyor Nora, etkilenmesi gayet normal bence!

Kontrolü kaybetmemek adına yeniden yatağa uzandım. Fakat Kuzey, aniden bacağımı kavradığında gözlerim ona dönmüştü.

"Oldukça derin kesilmiş," dedi kasığıma yakın olan yaraya bakarak.

"Boş ver," diye mırıldandım. "Hissetmiyorum bile."

Sesli nefesi dudaklarından dökülürken ayak bileğime pansuman yapmaya başladı. Diğer yaralarımın acımadığı doğruydu ama bileğim sızlıyordu.

"Belki toksin bir madde veya alerjen bir kimyasal olabilir," dedim tahminimce. "Gerçi bitkisel kaynaklı sıvı gibi duruyordu ama tam olarak anlayamadım. Zaten tünellerdeki her şey çok garipti."

Bileğimi sargı beziyle sararak, "Ne gibi?" diye sordu.

"Kum, ayak izi bırakmaya elverişli değildi; hatta izleri siliyordu. Tünellerin girişlerinin değiştiğine de eminim. Çünkü duvara kalemle işaretlediğim yazı kaybolmuştu. Zemin katı düşünürsek... Yaklaşık yedi sekiz kat yerin altında kalıyordu tüneller. Yani, -2. katın altına beş kat daha inmek mümkün. Telefon zaten çekmiyordu ve rüzgârın yönü karışıktı. O kadar yerin altına nasıl rüzgâr girebilir, hâlâ mantığım almıyor... O bilinmeyen şey, tünellerin içinde sürekli yürüyordu. Yolumu kaybedince karanlıkta ilerlemeye devam ettim ama... Bir anda onun nefesini arkamda hissettim. Tam arkamda..." diyerek suratımı buruşturdum. "Hırlıyor gibiydi Kuzey, garip. Onunla beraber koştuk ve inan bana gözleri karanlığa fazlasıyla alışmış... Çünkü ben daha kendimi bile göremezken o, beni ustalıkla takip ediyordu."

Kuzey, kaşlarını çatarken ayak bileğimi bırakıp doğruldu ve kalın kollarını göğsünde bağladı. "Yani, tünellerde yaşıyor gibi?" dedi sorarcasına. "Cinayetle bir alakası olduğunu düşünüyor musun, bilmiyorum ama Dedektif... Ben düşünüyorum. Orada yaşıyorsa malikânenin her alanına hâkim olabilir. Ancak dikkatimi çeken bir şey var."

"Onun yaşadığı tünelin geçidinin, kapalı olduğu mu?" diye bir tahminde bulundum.

Ağır ağır başını salladı, "Evet," dedi. "Bu da birilerinin onu oraya kapattığı anlamına gelebilir."

"Ya da birilerinden saklanmak için orada yaşadığı anlamına..." dedim tek kaşımı kaldırarak. "Güzel bir detay yakaladın. Zaten bugün sıkıştığımız tünelden sonra sana terfi vermeyi düşünüyordum, Çaylak. Ama şu an söylediklerin ve o bulduğun geçit kapısı, kesinlikle terfi hak ettiğini bana kanıtladı. Tabii bir de bana pansuman yaptığını atlamayacağım elbette!" dedim eğlenir gibi.

İmayla havalanan kaşının biri, Kuzey'in ifadesindeki muzipliği destekliyordu. Yatağa çıkıp üzerime doğru gelmeye başlayınca tepkisizliğimi koruyarak bana yaklaşmasına izin verdim. Ellerini iki yanıma dayadı ve yüzüme yaklaştı.

"Sadece bunlar yüzünden mi terfi hak ediyorum Dedektif?" diye fısıldadı çekici bir tonda. Başını hafiften yana eğerken, ifadesinde bolca ciddiyet vardı ve hafiften çapkınlık. "Bana torpil geçemez misin?"

Gözlerim iki yeşil irisi arasında gidip gelirken, "Neden sana torpil geçmem gerektiğini anlayamadım," dedim bilmezlikten gelerek.

Dudaklarını ıslattı ve imayla, "Bilmem," dedi. "İhtimalleri sırala, belki bir neden bulursun."

"Benimle oynuyor musun Bilinmeyen?"

Bir elini saçlarıma attı ve yavaşça tokamı çıkarttı. "Oynamak ister miydin Dedektif?" diye sordu ve kısa saçlarımdan parmaklarını geçirdi. Saçlarımı yüzümün sağına doğru atınca dalgalanan tutamlar yüzüme doğru dağıldı. Kuzey de bu durum onu hoşuna gitmiş gibi hafiften gülümsedi ve gözümün önüne gelen saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı.

"Kurallardan bahsetsene," dedim fısıldar bir tonda. "Belki oynamak isterim."

Bana biraz daha yaklaşarak, "Kural yok," diye fısıldadı ve dudaklarıma kısa bir bakış attı. "Yine de... Eğer istediğin herhangi bir kural olursa, söyleyebilirsin."

"Hayır, herhangi bir kural koymayı düşünmüyorum." Gülüşümü bastırıp kendimi yeniden arkaya bıraktım. "Kuralsız bir oyun olabilir."

"Pekâlâ," dedi imalı bir sesle. Benden uzaklaştı ve yanıma oturdu.

Beni birdenbire bacağımdan tutup hızla kendine doğru çekince yatakta aşağı doğru kaydım. Bu hareketine afalladım zira böyle bir şeyi ondan beklemiyordum. Fakat o, sakin duruyordu. Bacağımı bacaklarının üzerine koyarak kasığıma yakın olan yarayı incelemekle meşguldü. Oldukça önemli bir projeyi yöneten iş adamlarını andıran duruşuyla eline bir pamuk aldı. Pamuğun ucuna döktüğü tentürdiyotla yaramın etrafını temizlemeye başladı. Arada bir hafiften kaşları çatılıyor, yüzü buruşuyor veya alt dudağının içini ısırıyordu. Yaramın acıyacağını düşünüyor olmalıydı.

"Acımıyor," dedim fısıltıyla.

Gözleri bir an bana döndü, sonra yeniden bacağıma...

"Alıştığın için böyle diyor olabilir misin Dedektif? Tüylerin diken diken."

Belimi doğrultarak oturur pozisyona geldim. "Çünkü içerisi soğuk," diye açıkladım ve yarama baktım. Gerçekten de oldukça kötü görünüyordu. On santimlik bir kesik şeklindeydi. Ama dikiş gerektirecek kadar derin değildi.

Kuzey, bacağımı hafifçe dışa büküp krem sürmeye başladı. Öyle nazikti ki. Bilinmeyen'in kibarlıkta sınır tanımadığını bir kere daha anlamıştım.

Oturduğum yerden mimiklerini incelemeye devam ettiğim sırada parmağı kremi sürerken yüzünü bana çevirdi.

"Diğerlerine ne söylemeyi düşünüyorsun?"

Usulca omuz silkerek, "Yalan," diye yanıtladım. "Oldukça sağlam bir yalan bulacağım."

"İyi bir yalancı mısın?" Muzip sorusuyla beraber bacağımda gezinen parmağı da yavaşlamıştı.

"Sence?" dedim tek kaşımı kaldırırken. "Ben bir dedektifim, Bilinmeyen."

"Haklısın," diyerek dudaklarını ıslattı. "Bakalım beni de inandırabilecek misin Dedektif?"

Yüzüne yaklaştım ve kremi sürmeye devam eden elinin bileğini kavradım.

"Malikânenin çevresini araştırmak için ormanda yürüyüşe çıkmıştım," dedim oldukça gerçekçi bir şekilde. "Çevrede yaşayan insan veya herhangi bir ev var mı diye bakmak istiyordum ama yürüyüşüm esnasında arkamdan gelen bir şey olduğunu fark ettim." Hafiften ürkmüş gibi kaşlarımı çatarak tedirgin bir nefes aldım. "Önce ne olduğunu anlamadım ancak dikkatli baktığımda büyük köpek olduğunu gördüm." Alt dudağımın içini ısırarak endişeli bakışlar takındım. "Aslında bir köpek de değil... Büyük bir kurda benziyordu. Ondan kaçmak istediğim zaman garip sesler çıkartarak peşimden gelmeye başladı," dedim ve heyecanla dudaklarımı ıslattım. "Ben koştukça o geliyordu, o geldikçe ben daha hızlı koşuyordum... Malikânenin arkasındaki koruya girdiğimde bacağıma takılan bir şey yüzünden yere düştüm ve..." diyerek hızlı bir iç çektim. "Bir müddet yuvarlandım, en sonunda yine de buraya varabildim."

Kalkan kaşlarının beraberinde dudağının kenarı da kıvrılmıştı. "Yalanınla beni ikna ettin." Başını ağır ağır iki yana salladı. "Tabii bu ikna sebeplerinden biri de, karşımda çıplak olman olabilir."

Tehditkâr bakışlarla gözlerinin içine odaklandım. "Bence sen de kendine bir yalan bulmalısın, Bilinmeyen."

"Neden?" diye sordu.

"Çünkü dudağın her an kanayabilir," dedim sınırı aştığını belirtmek amacıyla.

Bir elini yatağa dayayıp bana yaklaştı. Neredeyse bedenim ona değiyor, göğsü çıplak tenime sürtünüyordu.

"Yeniden kötü polis olacağını mı söylemek istiyorsun?"

"İşin sırrı bu değil miydi?" dedim tek kaşımı kaldırarak.

"Evet," dedi kısık bir tonda. "İşin sırrı bu ve bu sır..." Dudaklarımla arasındaki mesafeyi sıfırladı. "...hoşuma gidiyor."

Nefesimi tuttum. Aklımda dönen ihtimaller ve detaylar koca bir set oluşturmuştu. O seti alıp ikimizin arasına koydum.

"İşin bitti mi?" diye sordum geriye çekilirken.

Yatağın üzerindeki kazağımı giyeceğim sırada, "Sana yeni bir tane vereceğim," dedi, ses tonu anında değişmiş, ciddi ve mesafeli bir hâl almıştı.

Yanımdan kalkıp dolabına yürüdüğünde itiraz etmedim. Aklımı karıştırıyordu. Sen de onunkini karıştırıyorsun!

Kuzey, kendi dolabından aldığı bir kazağı bana uzattığında aldım ve üstüme giydim. Koyu maviydi. Ve bana fazlasıyla büyük gelmişti. Neredeyse elbiselerim gibi.

Yataktan kalkacağım sırada Kuzey, katı bakışlarını bana dikti. "Otur, Dedektif," dedi sertçe. "Henüz pansumanım bitmedi."

Yatağın kenarına oturup ilk yardım kutusundan bir sargı bezi çıkarttım ve açtım. Önüme gelerek diz çöktü Kuzey. Sonra da elimdeki bezi aldı ve bacağımı kendine çekip yaramın üzerini sarmaya başladı.

"Çabuk ol," dedim sabırsız bir tonlamayla.

"Acelen mi var?"

"Evet, Kuzey... Çözmemiz gereken birçok gizem var ve gereksiz yere oyalanmak istemiyorum."

Kaşlarını çatarak, "Bunun gereksiz olduğunu mu düşünüyorsun?" diye sordu.

"Elbette," dedim durumun normalliğine baskı yapıp. "Şu an beni sonuca götürmeyen her şey, gereksiz."

Başını kabullenircesine yana eğdi ve kısaca, "Pekâlâ," dedi. Yüzü ve bakışları ifadesizliğini koruyordu. Onu yanlış anlıyorsun Nora... Gereksiz sandığın şeyin aranızdaki çekim olduğunu düşünüyor!

Şu anda kimsenin düşüncesi önemli değildi; önceliğim çözülmesi gereken bir cinayet ve dolusuyla gizemdi. Bu yüzden de Kuzey'in işi bitince hızla ayağa kalktım. Yerdeki eşyalarımı toparlayarak yatağa bıraktıktan sonra kafamda hızlı bir plan kurmaya çalıştım.

"Üst kattaki geçitlerde ne buldun?"

Pencere kenarına doğru yürüyerek perdenin arasından dışarıya baktı. "Yine birkaç tane delik vardı ve birlikte malikâneye girdiğimiz geçit kapısı..." diye açıkladı. "Başka bir şey bulamadım Dedektif, ama üst katta senin de gördüğün gibi birkaç malzeme vardı."

Demir sopalar, sandalyeler ve ufak tefek eşyalardan bahsediyordu.

Başımı sallarken "Peki..." dedim. "Şimdi ne yapmamız gerektiğini planlamalıyız Kuzey. Öncelikle asansör boşluğuna düşürdüğüm telefonu şarja takalım ve--"

"Taktım," dedi başıyla banyo tarafını işaret ederken.

"Tamam, güzel," diye onayladım. "Çan sesini hâlâ öğrenemedik ama asansördeki küçük pencere boşluğu hakkında tahminlerim var. Muhtemelen yer altındaki gizli geçitlerden birine açılıyordur."

Kafa salladı. "Yine de daha sonra kontrol edebiliriz, belki başka bir şeydir."

"Hım hım..." diyerek planımı anlatmaya devam ettim: "Akşam babaannemin yanına, çatı katına gideceğiz. Önce onunla şu balmumu heykelleri hakkında konuşmam gerekiyor. Sonra ikimiz birlikte senin söylediğin, ölen aile üyelerine ait olan resimli defterlere bakacağız. Yani... Biyografilere."

Yadırgarcasına tek kaşını kaldırdı. "Ben çatı katındayken, senin tek başına kütüphaneye gideceğini sanıyordum Dedektif."

"Ben de senin, beni bir daha asla ama asla, yalnız bir yere göndermeyeceğini sanıyordum," diye karşılık verdim.

Katı ifadesiyle başını salladı ve, "Asla!" dedi keskin bir dille. İtiraza mahal verdirmeyecek kadar netti.

Ona takılmadan odada gezinmeye başladım. Aslında kütüphaneye tek başıma inebilirdim ancak uykusuz ve yorgundum. Bedenim halsizdi. Yaralıydım. O bilinmez yaratığın yeniden yanıma gelme ve beni köşeye sıkıştırma ihtimali yüksekti. Ondan korkmuyordum. Fakat bana kötü bir şey yapmak istediği belli olan bilinmez bir kişiye karşı tek başıma savunmasız olurdum. Özellikle de bu hâldeyken.

"Evet," diye konuyu toparladım. "Birlikte çatı katına çıktıktan sonra kütüphaneye ineceğiz ama o, duruma göre değişiklik gösterebilir. Çünkü bildiğin üzere başımıza neler geleceği hiç belli olmuyor."

"Tamamdır, Dedektif," diye onayladı.

"Bu A planıydı." Çıplak bacaklarımı süzerek düşünmeye devam ettim. "Yani eğer kütüphaneye gidemezsek diğer planları devreye sokacağız. B planında ise yeniden doğu kanadının birinci katına gidip, o balmumlarına bakacağız."

Sesli bir nefes alıp gözlerimi yumdum. "C planıysa şu; Bayan Norris ormandaki kendi evine geçince, onun malikânenin bahçesindeki kulübesini kontrol edip bitkilerine bakacağız. Yani, kitaplara uyku yapması için sürülen şeyin, bir bitki olduğunu düşüyorum. Tabii, bugün ayak bileğimle parmağımı yakan testinin içindeki sıvı da bitkilerden yapılmış olabilir."

"Neden uyku vaktini geciktirmeye çalışıyorsun Dedektif?" dedi tam önümde duran Kuzey.

Gözlerimi açıp yüzüne baktım.

Başını sorarcasına salladı. "Ben yanındayım, her zaman yanında olacağım. Erkenden uyuman gerekiyor; yaralısın ve yorgunsun."

"Dün geceki gibi bir rüyadan başka bir rüyaya uyanmak istemiyorum," dedim dürüstçe. "Sen yanımdasın, ama senin gerçek olup olmadığını anlayamamak beni delirtiyor."

Kollarımdan tutup beni yatağa oturttu. "Uyumak zorundasın, dün gece yanıma geldikten sonra sadece bir saat deliksiz uyudun," dedi beni şaşırtarak. "Sürekli sıçrayıp duruyorsun ama sersem gibi yeniden uykuya dalıyorsun. Kafanı toparlayamıyorsun." Duvardaki saate kısa bir bakış attı. "Akşam yemeğine daha beş saatten fazla var. Duş almanı ve uyumanı istiyorum, Nora."

Evet, bugün bir kez daha ondan adımı duymak durumun ciddiyetini gün yüzüne çıkartmıştı. Aslında haklı olabilirdi. İsveç'e geldiğimden bu yana toplasam on iki saat uyumamıştım. Türkiye'deyken de durum aynıydı.

"Tamam, duş almaya gidiyorum," diyerek ayağa kalkmaya yeltendiğimde kollarımdan tuttu.

"Burada al," dedi korumacı tavrıyla. "Senin odanın güvenli olup olmadığını bilmiyorum. Seni gönderemem."

İstemsizce başımı salladım. Ayağa kalkıp banyoya yöneldiğim sırada Kuzey de dolabına doğru ilerledi. O, benim için kıyafet çıkartırken ben banyonun ışığını yaktım.

"Sen banyodayken telefondaki videoyu bilgisayara atıp kaydedeceğim." Elindeki kıyafetleri ve havluyu geniş lavabo tezgâhına bırakıp bana baktı. "Daha sonra birlikte izleriz."

"Tamam," diyerek üzerimdeki kazağı çıkarttım. Zaten az önce bedenimi görmüştü. "Bu arada bir de bugün bulduğumuz her şeyi detaylarıyla not alır mısın Kuzey?" diye sordum halsizce. "Her şeyi tazeyken not alınca, detaylar daha net görünür."

Açıklamama bir şey söyleme gereği duymadan "İlaç getireceğim, duştan önce iç, etkisini daha erken gösterir," dedi ve kapıyı açık bırakıp odaya döndü.

Suyu ayarlamaya başladım. Banyo aynı onun gibi kokuyordu. Benim için getirdiği ilacı içtiğimde bardağı alıp çıktı ve kapıyı kapattı. Antika küvetin içine girerek loş ışıkta yıkanmaya başladım. Kısa bir süre sonra banyoyu Kuzey'in kokusu kaplamıştı. Onun gibi kokmak biraz garipti.

Aradan geçen zamanın ardından benim için verdiği kıyafetleri giydim. Bir kazak ve kullanılmamış erkek iç çamaşırı. İlk defa birine ait olan kıyafetleri giyiyordum. Açıkçası bundan birkaç gün öncesinde olsaydım bu durumu asla kabul etmezdim. Fakat şimdi bu durum bana kendimi farklı hissettiriyordu. Eski yalnızlığımdan eser kalmamıştı. Kabul et Nora, ona alışıyorsun.

Saçlarımı kurulayarak odaya geri döndüğümde her yer karanlıktı. Kuzey perdelerin hepsini kapatmış, yatağa uzanmıştı; bilgisayarla ilgileniyordu. O da duş almıştı. Saçları ıslaktı. Sanırım koridordaki ortak banyoyu kullanmıştı.

Üzerime çöken halsizlik iki misli artarken havluyu kenara bırakıp yatağa yaklaştım. Gözlerimden uyku akıyordu.

"Şimdi biraz daha iyi misin?" diye sordu bilgisayarı kapatırken.

"Evet," diyerek yatağa yattım ve yorganı boynuma kadar çektim. "Sen nerede olacaksın?"

"Burada," dedi kısaca. Sırtını yatak başlığına dayamış, yüzüme bakıyordu.

Garipseyerek, "Öylece beni mi izleyeceksin Bilinmeyen? Çocuk değilim," diye homurdandım.

Başını iki yana sallayıp yanıma uzandı ve yüzünü tavana döndü. Ben ise ondan tarafa dönük yatıyordum.

"Yorgunum aslında ama..." dedi devamını getiremeden.

"Ama..." diye sorarcasına konuştum.

Bana bakıp, "İçim rahat değil," dedi kısık bir tonda.

Aklıma gelen şeyle ona yaklaşarak elimi başımın altına koydum. "Bugün bana tünelde anlattıklarını kaç yaşındayken yaşadın?"

İfadesizliğini korumakta ısrarcıydı ve ben karanlıkta gözlerindeki duygu geçişlerini yakalamakta zorlanıyordum.

"On iki," dedi sessizce. "Annemle babam ölmeden bir ay önce."

"Ölüm kötüdür Bilinmeyen," dedim ona biraz daha yaklaşarak. "Ancak ölümden daha kötü bir şey varsa o da geride kalmaktır... Seni anlayamam belki ama yanında olabilirim."

Dudakları belli belirsiz yukarıya kıvrıldığında o da bana doğru döndü.

"Ölüm kötüdür Dedektif, doğru," diye fısıldadı. "Lakin insan, bu hayatta hiç beklemediği anlarda, hiç beklemediği güzelliklerle karşılaşınca, neyin ne kadar kötü olduğunu unutup gidebiliyor. Geriye kalansa... Yalnızca güzel anılar."

İstemsizce gülümsedim. Ondan biraz uzaklaşarak yorganı başıma kadar çektim.

"Haklısın, sanırım tam olarak bunu yaşıyorum," diye fısıldadım duyulması zor olan bir tonda.

"Ben de," dedi ufak bir fısıltıyla.

Gülümsemem yüzümde yer edinirken gözlerimi kapattım.

🪦

12 Mart, Perşembe, 17.13

İrkilerek gözlerimi açtığımda bedenime sımsıkı dolanan kollar, kıpırdamama izin vermemişti. Hızla yüzümü ondan tarafa çevirip nefes nefese boynuna gömüldüm. Uyuyordu. Onun Kuzey olup olmadığını bilmiyordum ama gördüğüm kâbusun pençeleri boğazımdayken gidecek başka bir yerim yoktu. Oda uyumadan önce olduğundan daha karanlıktı.

Kuzey'in nefesi saçlarıma vururken ben hâlâ kendime gelememiştim. Yutkunarak kuruyan boğazımı ıslattım ve dudaklarımı yaladım.

"Nora..." dedi kim olduğunu anlamadığım ses. Ensemin arkasından... Tam arkamdan geliyordu sesi... Rüya görüyor olmalıydım. Hâlâ rüyada olmalıydım.

"Nora..." dedi yeniden. Gözlerimi sımsıkı yumdum ve Kuzey'in göğsünde saklanmaya devam ettim. Birazdan uyanacaktım.

"Nora..."

Kuzey'in yakalarına parmaklarımı dolayıp nefesimi tuttum. Uyanmayı bekliyordum. Kesinlikle hiçbir şey yapmadan uyanmayı bekleyecektim.

"Nora..." diye fısıldadı arkamdan gelen ses. Nefesi bedenime çarpıyordu sanki...

Hızla Kuzey'i sarstım. "Kuzey! Uyan!"

Gözleri anında açılırken kollarını bana daha sıkı doladı. "Geçti Dedektif," diye telkin etti anında. "Buradayım."

Ona daha çok sokuldum. Neredeyse içine girmek üzereydim.

"Biri var," dedim ufacık bir fısıltıyla.

"Kim var?" diye sordu hızla yataktan başını kaldırırken. Benden ayrılmasına izin vermeden yakalarından kendime çektim.

"Gitme!" dedim hızla.

Rüyamın etkisinden çıkamıyordum ki. Kuzey'i kendi ellerimle defalarca kez öldürmüştüm ve bunu yapmamın nedeni bana zorla yakınlaşmaya çalışmasıydı. Gözlerimin önünden onun ölü bedeni gitmiyordu.

"Gitmiyorum Dedektif, asla gitmeyeceğim." Saçlarıma küçük bir öpücük kondurunca kazağına sarılan parmaklarım gevşedi. Elini sırtıma attığında, "Terlemişsin," dedi küçük bir kızla konuşuyormuş gibi.

Konuşmadım.

"Ne gördün?" diye sordu fısıltıyla.

"Kiliseye ne zaman gideceğiz?" diye sorarak onun sorusunu es geçtim.

"Yarın," dedi sadece.

Hiçbir şey söylemeden başımı göğsüne yaslayıp gözlerimi kapattım ve yeniden uyumak için çabaladım. Kafamı kaldıracak hâlim yoktu. Ancak uyandığım sırada birinin bana seslendiğine emindim. Ya da belki de bu rüyalar beni gerçekten delirtiyordu.

Aklımda çakan şimşekle hızla yataktan doğruldum. Yorganı üzerimden atarak ayağa kalktığımda Kuzey, abajurun ışığını açtı.

"Ne oldu? Aklına bir şey mi geldi?" diye sordu merakla ve o da yataktan kalktı.

Aceleyle tekli koltuğun önündeki zigon sehpaya yaklaştım. "Kâğıt," dedim sadece.

Masanın üzerindeki kalemin kapağını açtığım sırada önüme bir defter uzattı. Gördüğüm bütün rüyaları sırayla not aldım ve tarihlerini yazdım. Hangi rüyayı hangi gün gördüğümü sıralayarak o gün olan olayları rüyaların karşılarına not aldım.

"Bak," dedim kalemin arkasıyla kâğıdı gösterirken. "Bu rüyaların hepsini bir araya getirdiğimde bir sonuç çıkartabiliyorum."

Not aldığım kâğıdı defterden yırtıp yüzüne doğru tuttum ve gözlerine baktım.

"İlk rüyam fısıltıların olduğu ve birkaç kişinin kendi arasında konuştuğu bir rüyaydı. O rüyamda bir çocuğun, başka bir adamdan korktuğunu ve uyumadığı için azar işittiğini görmüştüm. Elinde sarı bir kitap vardı," diye açıkladım. "İkinci rüyamda ailedekilerin öldüğünü görmüştüm. Ertesi gün de cinayetin soruşturması vardı hatta. Ancak rüyamda ölmediğini gördüğüm birileri vardı."

Kaşlarını çatarken, "Kim?" diye sordu.

"Sarah, Eric enişte, sen ve çocuklar," diye sıraladım. "Rivayette neler yazdığını hatırlıyorsun, değil mi?"

"Rüyalarına giren kişi, sana görmeni istediği şeyleri gösterebilir ve yapmanı istediği şeyleri yaptırabilir," dedi büyük bir farkındalıkla.

"Kesinlikle! Bana göstermek istediği şey, cinayetle alakalı olan kişilerdi Kuzey ve ben o rüyada Linda halanın da öldüğünü gördüm," dedim ve duraksadım. "Şöyle düşün... Rüyamda öldüğünü gördüğüm kişilerin cinayetle bir bağlantısı olabilir. Yani bir tür ipucu... Ya da başka bir şeyle bağlantılı da olabilir ama hepsinin bir anlamı var."

Kaşları havaya kalkarken tekli koltuğa oturdu. "Yani, sana bu rüyaları sana gösteren deden, Frederic'ti."

"Eğer rüyalarımla bağlantılı olan kişi gerçekten dedemse... Evet, o," dedim kısık bir sesle.

Başını salladı. "Bu da Sarah'ın ve Eric eniştenin cinayetle alakası olmadığı anlamına gelir Dedektif."

"Kuzey..." dedim atladığı bir detayı hatırlatmak için. "Babam da ölüyordu."

İfadesi hafiften gerildi ancak bunun üzerinde durmuş gibi görünmüyordu.

"Belki de, cinayetin görünmeyen yüzüyle alakalı olan aile üyelerini de, rüyana dâhil etmek istemiştir," diye fikrini sundu.

"Haklısın, mesela Olivia'nın cinayetle bir alakası olduğunu düşünmüyorum. Ama malikânede dönen gizemli olaylarla ilgisi var," dedim fikrine katılarak. "İlk gördüğüm rüyadaki fısıltıların ne demek olduğunu bilmiyorum ancak o sarı kitabı bulmalıyız."

"İhtimalleri sıralamamı ister misin, Dedektif?" dedi alaycı bir ciddiyetle. "Ya da sen kütüphaneyi düşünerek ihtimallerin tam listesini yapabilirsin."

Elimdeki kâğıdı sehpaya bırakırken kibirli bir gülümsemeyle, "Bakış açısı Çaylak, bu konuda ihtimaller zaman kaybı, bakış acısı ise gerçekliği görmeni sağlar," diye karşılık verdim.

Yüzümü baktı ve düşünmeyi sürdürdü. "O zaman rüyanın devamına bakmamız gerekiyor."

"İşte doğru yöntem buydu," diyerek parmaklarımı şıklattım. "Fakat öncesinde diğer rüyalarımın anlamlarını da bulmalıyız ve onlarla bağlantılı olan şeyleri de düşünmeliyiz." Kâğıda kısaca göz atarak, "İkinci gece gördüğüm rüya üçüncü rüyamdı ve yine fısıltılar duymuştum, anlatmıştım sana," diye açıkladığımda başını salladı. "Ve o rüyamda babamla bir kadının konuştuğunu duyuyordum, fısıltı şeklinde. Yani bu da demek oluyor ki; babamın gizlediği bir şeyler var."

Elleriyle yüzünü ovuştururken, "Diğer rüyalarını hatırlıyorum, az önce ne gördün?" diye sordu.

"Seni defalarca kez öldürdüğümü," dedim tek nefeste.

Şaşırmıştı ama bir yandan da endişeliydi. Kendi için değil, benim için.

"Daha önce seni gördüğüm rüyada da, seni öldürmem için bana seçenek sunuyordun," dedim ciddiyetle. "Ben bu rüyaların ne anlama geldiğini bilmiyorum. Sürekli seni görüyorum ama bunun nedeni; beni tek başıma bırakmak için yapılan bir tür akıl oyunu veya delirtici yöntemlerden biri olabilir."

Beni belimden kavrayıp oturduğu koltuğun önüne çekince, dizlerinin dibinde durdum ve başımı hafiften yüzüne eğdim.

"Seni yalnız bırakmayacağımı söyledim Dedektif, kimin ne yapacağı umurumda değil," dedi ciddiyetle. "Rüyalarının bağlantısını çözeceğiz ve artık endişelenmene gerek yok. Çünkü rüyalar seni korkutsa da, sana gerçeği gösterdiği için birçok ipucunu yakalayabilirsin. Dezavantajı..."

"...avantaja dönüştüreceğim," diye cümlesini tamamladım. "Dâhice..."

Belli belirsiz gülümsedi. "Terfi hak ettiğimi ne zaman anlayacaksınız Bayan Nora?"

"Bilinmeyen olmaktan vazgeçtiğiniz zaman Kuzey Bey," diye karşılık verdim.

Beni biraz daha kendine doğru çekti.

"O zaman bana milyon tane soru sormaya şimdiden başlamalısın," dedi ciddi bir tavırla. "Ya da daha etkili yöntemlerim de var, Dedektif. Daha yakın olacağımız yöntemler... Bu sayede bilinmezliğimi ortadan kaldırırsın. Sonuca daha kısa sürede varabiliriz."

Dudaklarımı birbirine bastırarak ondan uzaklaştım. Yalnız, bu bayağı ağır ve... Epey samimi bir itiraftı! Bence evet de!

"Hazırlan, akşam yemeğine gecikmek istemiyorum," dedim konuyu değiştirerek ve bu odadaki eşyalarımı toparladım. "Bütün gün ortalarda yoktuk, kimsenin şüphelenmemesi gerekiyor."

Kapının önüne geçip çıkmak için hazırlandığımda bana bakmayı ve sessiz kalmayı sürdürüyordu. Elimdeki malzeme kemerini aniden ona doğru fırlattım.

"Bu sen de kalabilir, Bilinmeyen."

Havada yakaladığı kemeri sehpaya koydu.

"Yemekte görüşürüz Dedektif, odanın duvarlarını kontrol etmeyi unutma," diye uyardı. "Ayrıca yemekten sonra çatı katına çıkan asansör."

Bildirdiği konuma hiçbir tepki göstermeden odadan çıktım. Ortalarda kimse yokken hızla odama yürüdüm. Fakat sonra koridordaki fiskos masasının üzerinde, önünde adımın yazılı olduğu bir kâğıtla beraber içinde bir tane gül olan vazoyu görmüştüm. Bayan Norris peşimi bırakmamakta ısrarcıydı.

Odaya girer girmez şöminenin içine attım gülü, vazoyla beraber. Bu tür tuzaklara kanacak kadar aptal değildim.

Duvarları kontrol ettiğim sırada guguklu saat öttü. Yemek vakti yaklaşıyordu ve saat altıydı.

Hava kararırken hazırlanmıştım. Koridorda yakaladığım babama Kuzey'in bana bu sabah bahsettiği şeyleri söyleyerek kısaca onun ağzını yokladım.

Kuzey yalan söylememişti. Babaannem gerçekten mahzene, Linda'nın eşyalarına bakmaya iniyordu ve bunu babam, dün gece Kuzey'e söylemişti. Bana da bu durumdan bahsedip babaannem adına üzüldüğünü söyleyince onu telkin ederek yemek odasına gittim. Çoğu kişi buradaydı. Herkese selam vererek kendi sandalyeme oturduğum zaman Kuzey odaya giriş yaptı. Kısa bir bakışmamın ardından yemeğe başlamıştık.

Bugün herkes diğer günlere göre oldukça enerjikti. Yarından sonra hafta sonu olduğu için hızla işlerini toparlamaya çalışıyorlardı. Hafta sonu Raven ailesinin tüm üyeleri malikânedeydi. Bu da gözlem yapma vaktimin geldiğini anlatıyordu. Gizemli ve mistik olaylar yüzünden somut kanıtlara odaklanamıyordum ancak altıncı hissim, bütün her şeyin birbiriyle bağlantısı olduğunu söylüyordu. Keşke biraz da dinlensen Nora! Sadece biraz!

Dinlenemezdim. Yemekteyken bile gözlerim pürdikkat Raven ailesinin üzerinde, algılarımsa tamamen açıktı. Aile üyeleriyle yaptığım genel sohbet ve yaralarıma uydurduğum yalanlar da herkesi tatmin etmişti.

Yemekten sonra ortak salonda hep birlikte konuşmuştuk. Dinlenmek için odasına çekilenlerden biri de babaannem olunca Kuzey'le buluşma vaktimizin geldiğini ona gözlerimle anlatmıştım. Babama bir şey çaktırmadan yaralarımı bahane edip odama dönmüş ve hazırlanarak zemin kattaki asansörün önüne gelmiştim.

Burası devasa merdivenin arkasında kaldığı için diğerleri tarafından görünmüyordu ama mutfağa giren olursa ve ışıkları yakarsa beni görebilirdi. Bu sorun değildi. Sonuçta babaannemin yanına çıkıyordum.

Kuzey beni sadece bir dakika bekletmişti. Birlikte hızla asansöre binerek üst kata çıktık. Çatı katı diğer katlardan daha farklıydı. Sıradan, küçük bir evi andırıyordu. Asansörden iner inmez karşıma, büyük kare şeklinde bir oda çıkmıştı. Bu odanın duvar kenarlarında devasa tablolar ve duvara yapışan küçük masalar duruyordu. Bu odanın dört tane de kapısı vardı; başka odalara açılıyordu, yani burası bir hole benziyordu.

Kuzey eliyle soldaki, içerisinde ışık yanan kapıyı gösterip, "Büyükannenin odası," diye fısıldadı. Daha sonra da sağdaki odaya yaklaştı ve bana baktı. "Burası arşiv odası Dedektif, ben burada olacağım. Konuştuktan sonra yanıma gel."

Başımı sallayıp arşiv odasının kilidine baktım ve kemerimdeki maymuncuğu kullanarak kilidi açtım.

"Eğer içeride kilitli bir dolap varsa açma, beni bekle Bilinmeyen. Ses çıkartma... Sakın."

Bel kemerimi çıkartıp ona verdiğim sırada, "Tamamdır," dedi kısaca ve arşiv odasına girdi. Kuzey'e maymuncuk kullanmayı öğretecektim ancak buna uygun bir vakit bulamamıştık ki.

Babaannemin kapısını tıklattığımda, anında, "Buyurun," dedi.

Kapıyı açıp kibar bir gülümseye sergileyerek babaanneme baktım. "Kusura bakma babaanne, rahatsız ettim. Seninle biraz konuşabilir miyiz?"

Pencere kenarında oturduğu sallanan koltuğundan kalkmamış ama elindeki dikişi kenara bırakmıştı.

"Gel kızım, tabii," dedi gülümseyerek.

Kapıyı kapatıp yanına ilerledim. Başka koltuk olmadığı için yatağının kenarına oturdum ve şüpheci olmayan gözlerle etrafı taradım.

"Nasılsın?" diye sordum ilgiyle. "Bu sıralarda biraz hasta olduğunu biliyorum babaanne, senin için endişeliyim. Bu yüzden yanına gelmek istedim."

Sesli bir iç çekerek sandalye de hafif hafif sallanmaya devam etti.

"Eh, yaşlanıyorum artık hayatım. Vakit geçiyor," dedi asaletinden ödün vermeden.

"Haklısın. Zaman, bu konuda biraz acımasız," diye açık konuştum. "Ancak sen, Raven ailesinin diğer üyeleri kadar asil ve onurlusun babaanne. Bunun olmasını istemem ama öldükten sonra ardında güzel bir iz bırakacağına eminim."

Ağzını aramak için suyuna gidiyordum. O belli oluyor.

Hoşça gülerek, "İzimi takip ediyorsun," dedi. "Ah güzel kızım, benden sonra malikânemiz başıboş kalacak. Burada olmanı ve arkamdan otoriteyi sağlamanı o kadar isterdim ki..."

"Bunu ben de isterdim," diye yalan söyledim. Konuyu bambaşka yerlere bağlayarak birçok bilgi edinmeyi planlıyordum. "Burada kendimi gerçek evimdeymiş gibi hissediyorum. Başımıza gelen kötü olaydan dolayı işimi yapmalıyım elbette ama..." Sanki üzgünmüşüm gibi başımı öne eğdim. "Linda hala için çok üzgünüm. Üstelik sen... Acını dindirebilmek için onun eşyalarını saklıyormuşsun hâlâ."

"Ah Nora," dedi babaannem elimi tutarken. Sesi titriyordu. "Onu unutamıyorum ki... Ama Linda'nın ruhunu rahat ettirdiğimiz zaman, halan da ben de huzurla uyuyacağız kızım. Artık ölenler için üzülmemeliyiz. Onlar... Onlar gizli bir huzurla baş başalar."

Mavi gözleriyle olan temasımı korudum ve baskıcı bakışlarımı had safhaya taşıdım. "Haklısın babaanne ama korkuyorum," dedim üzgün bir tonda. "Halamın katili aramızda yaşıyor."

İstediğim ifadeyi yakalamıştım. O da korkuyordu.

"Belki de halamın anısına bir şeyler yapmalıyız," diyerek konuyu getirmek istediğim yere getirdim.

Arkasına yaslanarak ellerini önünde birleştirdi. "Linda'm için bir tablo yaptırmayı planlıyorum elbette... Fakat önce onun ruhunu rahatlatman gerekli."

"Bu konuda sana hak veriyorum," diye yeniden yalan söyledim. "Ama Raven ailesi daha iyilerini hak ediyor babaanne, özellikle de Linda halam... Talihsiz ölümü... Daha fazlasını hak ediyor."

"Aklında bir şey mi var?" diye sordu merakla.

Başımı usulca sallarken, "Evet, var," dedim. "Halam için bir heykel yaptırabiliriz. Küçük ama güzel kalbini yansıtmak amacıyla mezarına koyarız."

Düşünür gibi mırıltılar çıkarttı. "Bu biraz fazla olmaz mı?" dedi. Haklıydı.

Ona yaklaştım. "Raven ailesinin tabloları eşsiz babaanne," dedim övgüyle. "Ben ailemize tam olarak hâkim değilim ve bu yüzden de oldukça üzgünüm. Lakin ailemizin onurunu simgeleyecek heykellerin de olduğunu sanıyordum. Merakımı bağışla lütfen, ailemizin önemli üyelerinin heykelleri yok mu?"

Gururla gülümsedi. "Gerçek bir Raven kadınısın hayatım. Zeki, güzel, saygılı, kibar, onurlu ve eşsiz..." Gözleri pencereden dışarıya, ormana döndü. "Deden ölmeden önce bu malikânede doğup büyüyen ve ölen en naçizane atalarımızın balmumu heykelleri vardı. Fakat deden, annesinin heykeli fırtınalı bir günde ikiye yarılınca, bu geleneği ortadan kaldırdı. Artık sadece tablolar ve koca bir mezarlık var."

Elde etmek istediğim bilgiyi elde etmiştim. Ama detaylar da bana lazımdı.

"Bu bizim ailemize yakışacak bir gelenek. Ancak dedem bu konuda oldukça haklıymış," dedim yalancı bir üzüntüyle. "Hiçbir aile üyemizin anısı bu şekilde yok olmamalı. Bize yakışacak gelenekler her daim daha iyi olacaktır." Merakla ona yaklaştım. "Peki diğer balmumu heykellerini nereye koydunuz? Yani eritildi mi, yoksa hâlâ duruyor mu?"

"Eritildi," dedi babaannem, tek kelimeyle.

Ensemden aşağı yayılan ürpertici sıcaklık hissi beni gerim gerim germişti. Eğer balmumu heykelleri eritildiyse, benim gördüklerim neydi?

Continue Reading

You'll Also Like

1.7M 101K 21
MUM OLMAK KOLAY DEĞİL KİTABININ DEVAMIDIR.
192K 25.8K 27
Watty 2020 Fantastik Kategorisi Kazananı ---- YİN YANG SERİSİ | I Gökyüzüne yapılan haykırış. Ve alınan bir geri dönüş. "Senin için geliyorum." Hayal...
1.5K 175 7
Sona geldiğimi düşünüyorken, ben, gerçekten de Kwon Soonyoung'un ellerinde ölmüş gibi hissediyordum.
38.8K 829 39
Arkadaşlar yazım yanlışı çok var ona göre eğlence amaçlı yazıyorum Ahhhhh~~~~~akınnnnn Öğrenci hoca ama hoca genç yani öğrenci 19 yaşında hoca 20 yaş...