19 • Aynı gökyüzü altında ikimizde uyuyakaldığımızda, aynı zamanda kalplerimizin ritmine göre..
Çok yakın fakat çok uzak.
•
Kim olduğumu unutacak kadar karışık hissettiğim bir sabaha uyanırken turnuvanın bitmesine son iki maç, Kanada'ya uçmama ise beş gün kalmıştı ben, delirecek gibi hissediyordum.
Uzaktan bakıldığında her şey mükemmel ilerliyordu, sadece bir maçı kaybetmiş olmama rağmen kendi kategorimde liderliği devralmıştım ve ikinci ile aramda, oldukça uzak bir puan aralığı vardı.
Huzursuz hissetmemin tek sebebi Jeongguk'tu, buradan giderken sanki benliğime ait tüm parçaları da o minik spor çantasına sıkıştırarak yanında götürmüştü.
Onu rüyamda görmenin, sürekli zihnimde dönüp durmasının ve her an sanki kollarımı saracakmışım gibi hissetmemin başka bir anlamı yoktu benim gözümde.
Ona nasıl yaklaşmam gerektiği konusunda hala ikilem içindeydim, bana aşkını ilan etmiş olması bile durumu zihnimde bir yere oturtmakta zorlanıyordum. Bir şeyler yapmam gerekiyordu ama ne yapacağımı bilmiyordum, bunalmıştım ve bir an önce buradan gitmek istiyordum.
Kapım hararetli bir şekilde çalarken ayaklandım, terliklerimi sürüyerek yaklaştım ve kilidi çevirdim, Seokjin telaşlı bir şekilde odaya daldığında kaşlarım çatıldı. Onu telaşlı ve gergin görmek pek karşıma çıkan bir durum değildi, tamamen sakinliğini korumaya programlanmış gibi hissettiğim çok fazla an olurdu.
"Ben bittim."
Kendi kendine söylenirken odada dolanıyor, alt dudaklarını dişlerken arada durup yüzüme uzun bir bakış attıktan sonra devam ediyordu. Şu an ne yaptığı konusunda hiçbir fikrim yoktu, kapıyı kapatarak yatağıma ilerledim ve Seokjin'in beyni olduğunu hatırladığı bir zamanda olanları anlatması için beklemeye başladım.
Beni ilgilendiren bir durum olmadığı belliydi, biraz daha geriye giderek bağdaş kurdum ve komodinin üzerindeki telefonumu alarak mesajlarımı kontrol etmeye başladım. Jimin çok heyecanlı olduğuna dair bir sürü mesaj atmıştı ve bu beni gülümsetti, onun adına çok mutlu hissediyordum.
Seokjin adımı söylediğinde telefonun ekranını kapatarak ona baktım, bakışlarını bana çevirmiş halde odanın ortasında dikiliyordu. "Jung Hoseok final maçını izlemeye geliyor." Bunu çok önemli, benim de onunla aynı tepkiyi vermemi bekler şekilde söylemişti ama ben bir an, Jung Hoseok'un kim olduğunu hatırlamakta bile zorlandım.
O yeniden odada dolanmaya başladığında, "Neden bu kadar telaş yaptığını anlamıyorum." dedim, ona platonik bir şekilde aşık olsa da bir süredir flört ettiği biri vardı. "Hoseok benimle konuşmak istediği bir konu olduğunu söyledi." Seokjin sonunda dolanmaktan vazgeçerek tek kişilik koltuğa bıraktı, "Benimle ne konuşmak istiyor olabilir?" diye sordu bu kez, benden çok kendi kendine konuşuyor gibi konuştuğu için cevap vermem gerektiğini düşünmüyordum fakat bu halleri beni endişelendirmiyor değildi.
Telefonuma düşen bildirim ile yeniden telefonumun ekranını açtım, Jeongguk bir fotoğraf atmıştı. Yanında tanıdığım tek isim Namjoon'du, eski liginden birileri ile olmalıydı. Fotoğrafta tek odak noktam adını bilmediğim sarı saçlı çocuğun kolunu Jeongguk'un omzuna atması ve parmaklarının onun beyaz boynuna değiyor olmasıydı, telefonu yatağa fırlatarak Seokjin'e döndüm, hala boş bir şekilde bana bakıyordu.
"Belki de çocuğun peşinden koşmanın ardından birden flört yapınca seni kıskanmıştır, bilirsin, bunlar olağan şeyler."
Söylediklerim kaşlarının daha da çatılmasına sebep olurken ellerimi bacaklarımın üzerine koydum ve beklemeye başladım, "Bu ne kadar sağlıklı bir hoşlanma olur?" diye sordu ciddileşerek, "Bilmiyorum. Farkında mısın emin değilim ama sorduğun insan benim?" Bu dediğim gülmesine sebep olurken çatılan kaşları düzeldi, "Şimdi düşünme bunu, gelince öğreniriz. Kahvaltı edelim." diyerek ayaklandım, benimle birlikte kalkarak kolunu omzuma attığında aklıma o fotoğraf geldi, ona dokunan herkesten nefret ediyordum.
Kahvaltı için masamıza geçtiğimizde Seokjin telefonunu masanın üzerine bırakmadan önce gözden geçirdi, "Beş gün sonra Kore'ye dönüyoruz, ne hissediyorsun?" diye sordu, "Ben dönmüyorum, hatırlatırım." dedim dudaklarımı büzerek, "Jimin beni de davet etti düğüne, beraber geçelim mi Kanada'ya?" Sorusu başımı kaldırıp ona bakmama sebep oldu, onaylayan mırıltılar bırakmamın ardından patates kızartmama geri döndüm.
Jeongguk ile en son dün öğle sıralarında minik bir konuşma gerçekleştirmiştik ve o andan beri ona mesajlar atsam da dönüş alamamıştım, şimdi arkadaşları ile takılıyor olması sinirimi bozuyordu. "Patatesleri düzgün ye." dedi Seokjin uyarıcı bir tonda, gözlerimi devirerek arkama yaslandım, Seokjin'in flörtü koçu ile birlikte uzaktaki bir masaya geçerken bir kez dönüp bakmadı ve bu, kaşlarımı çatmama sebep oldu.
"Aranız mı bozuk?"
Elindeki çatalı bırakarak önünde mendil ile dudaklarını silerken "Aramızın bozuk olması için bir aramız olması gerek." dediğinde gözlerimi devirdim, "Sonuçta flört ediyordunuz ve bu da bir şey." Söylediklerimi önemsemeyerek çatalını yeniden eline aldı, "Benim aşık olduğum kişi Hoseok, o sadece öylesine konuştuğum biriydi." derken gayet rahat görünüyordu.
Çayımdan büyük bir yudum alırken arkama yaslandım, "Ben Jeongguk dışında birini bile düşünemezken sen nasıl biri ile takılabiliyorsun?" diye aklımdan geçenleri mırıldandığımda bunu yapmamam gerektiğini bilmem gerekiyordu, bakışları ciddiyetle bana dönerken "Kabul ediyorsun yani aşık olduğunu?" diye sordu, bir şey demeden kahvaltıma devam ederken bakışları üzerimde geziniyordu.
Jeongguk'a karşı içimde biriken duygular için kesin bir ad koymak hala imkansız bir durumdu benim için, ona baktığımda kalbimde dolup taşan bir şeyler vardı ama ne olduğunu kestirmek zordu.
O kendi hislerine bir isim koyarak olaya noktayı koymuş olsa da bu kadar basit gelmiyordu gözüme, orada öyle durmuş ona aşığım dediğimde kelimeler hislerimi karşılamıyordu sanki.
Seokjin'in masanın üzerindeki telefonu çaldığında gülerek eklline aldı ve ekranı bana doğru çevirdi, Jeon Jeongguk yazısı orada bana bakarken omuzlarımı silktim. "Hey, Jeongguk." diyerek açtı telefonu, "Ihm, bilmiyorum. Biz kahvaltı yapıyoruz şu an, belki odada bırakmıştır." dedi bana bakarak, elinseki telefonu işaret ettiğinde başımı salladım, yanıma almak içimden gelmemişti ve Jeongguk beni aramış olmalıydı.
Elindeki telefonu bana uzatırken uzandım ve aldım, "Jeongguk." dedim sakin bir sesle, "Hyung! Senin için endişelendim, neden telefonunu yanına almıyorsun?" diye sordu, arkama yaslanarak iç geçirdim, "Arkadaşlarınla gezerken aklına geleceğimi tahmin etmedim." Seokjin gülmemek için dudaklarını birbirine bastırırken boştaki parmaklarım masanın üzerindeki peçeteyi yırtırıyordu.
"Hyungie, sen her zaman aklımdasın."
Sevimli ses tonu beni cezp etmek için ideal olsa da kanmamam gerektiğini biliyordum, Jeongguk'ta tuhaf bir şeyler vardı, ben etrafındayken tek odak noktası ben oluyordum ama gözden kaybolduğu anda odağı çabuk bir şekilde dağılabiliyordu. Hoşlanmadığım konu da tam olarak buydu, neden her zaman tek odağı ben olamıyordum?
Telefonu kapatmadan önce final maçına gelmek için elinden geleni yapacağını, mutlaka telefona bakmam gerektiğini söyledi. Bir şey demeden Seokjin'e telefonu geri verdim, "Sen bu çocuğa fena kaptırdın kendini." dedi masanın üzerine bırakırken, "Kaptıran taraf sadece benim." dedim elimde olmadan, bu gerçekti ve canımı yakıyordu biraz.
Seokjin ciddileşerek ellerini masanın üzerine koyarken garson gelerek boşalan tabakları aldı, "Jeongguk genç ve heyecanlı bir çocuk, ondan tüm gün seninle ilgilenmesini bekleyemezsin, her şeyi geçtim, senin hislerini bile bilmiyor Taehyung. Ne istiyorsun sen bu çocuktan?" Bunun cevabını daha önce ona vermiş olmama rağmen yeniden bana bu soruyu soruyordu ve ben ne yapacağımı cidden bilmiyordum.
Parmaklarımın arasındaki soğumaya başlamış fincanı masanın üzerine bırakırken gözlerim kısa bir anlığına açılıp kapandı, "Eğer final maçına gelirse..." diye başladım, zihnimde tüm olasıkları değerlendirmenin ardından iç geçirdim yeniden.
"Ondan sevgilim olmasını isteyeceğim."
🌟
geçiş bölümüydü,
kısa olduğu için üzgünüm.