BARINAK MESELESİ

By ZenginYazar

47.3K 3.8K 9.4K

Daha ne kadar susacaksın? Ne zamana kadar takacaksın maskeni? Ne kadar daha saklayabileceksin gerçeği? Susma... More

11.02.1997
1.Bölüm - YÜZLEŞME
2.Bölüm - 97 YILININ LANETİ
3.Bölüm - İNTİKAM ATEŞİ
4.Bölüm - İÇİMİZDEKİ KALABALIK
5.Bölüm - HEDEF
6.Bölüm - HARESE
7.Bölüm - PAMUK PRENSES
8.Bölüm - HEDİYE PAKETİ
9.Bölüm - ÖLÜMÜN TA KENDİSİ
10.Bölüm - GÖRÜNMEZ PRANGA
11.Bölüm - DİKEN MEVSİMİ
12.Bölüm - ASYA'NIN HAMLESİ
13.Bölüm - KÜRKÇÜ DÜKKANI

14.Bölüm - RESİMSİZ HİKAYE

1.7K 192 131
By ZenginYazar

Multimedyadaki şarkı: Keti - Resimsiz Hikaye (Eğer youtubedan dinlerseniz Barınak Meselesi'nde gördüğünüzü belirtin. Sohbet edelim videonun altında. Çünkü bizim hikayemizi en iyi anlatan şarkı bu^^)

Barınak Meselesi için kurduğumuz whatsapp grubuna katılmak ister misiniz?

Keyifli okumalar🧡

---

Güntaç'tan

Parmaklarım askılı bluzunun açıkta bıraktığı teninde ilerlerken Gökçe huysuzca mırıldandı ve yüzünü göğsüme sakladı. Onun bu hareketi beni güldürmeye yetmişti. Güldüğümde Gökçe göğsüme dayadığı eliyle omzuma vurdu. "Uyumaya çalışıyorum." diye mırıldadığında burnumu saçları arasına daldırdım ve kokusunu içime çektim. Saçları ve teni tarçın kokuyordu. Kokusunu ciğerlerime doldurdum. Vücuduna doladığım kollarımı sıkıladım.

Sanki kollarımın arasından uçup gidecek minik bir kuşmuş gibi tutuyordum onu. O kadar minik ve narindi ki dokunmaya kıyamıyordum. "Uyan artık. Öğlen oldu uykucu." dediğimde homurdandı ve başını göğsümden kaldırdı. Çenesini havaya dikmiş gözlerini aralamaya çalışıyordu.

Onun bu hâline güldüm ve çenesine minik bir öpücük kondurdum. "Birazcık daha uyusam, ne olur sanki?" dedi uykulu bir ses tonuyla. Gülerek başımı iki yana salladım.

"Ne mi olur? Baban kafamı kırar." dediğimde huysuzca gözlerini araladı. Kahverengi gözleri gözlerimle buluştuğunda gülümsedi. "Babana seni akşam olmadan eve bırakacağıma dair söz vermiştim. Unuttun mu?"

Başını iki yana salladığında dudaklarımı birbirine bastırdım. Elini yüzüme yasladığında derin bir nefes aldım. Parmakları yanağımı okşuyordu. "Neden böyle bir söz verdik ki?" diye sorduğunda güldüm. Çocuk gibiydi.

"Kalk hadi hazırlan da gidelim bir an önce." Beline sardığım kollarımı açtığımda ofladı ve yavaşça doğruldu. Şekeri elinden alınmış küçük bir çocuk gibi duruyordu. Ben de doğrulduğumda göğsüm omzuna değmişti. Eğilip omzunu öptüğümde gülümsedi. Bana doğru dönüp dudağıma kısa bir öpücük kondurduktan sonra yataktan çıktı. Koltuğun üzerinde duran kıyafetlerini giyinirken ben de yataktan çıkıp üzerimi değiştirdim.

Gökçe bileğindeki tokayı çıkarıp bana uzattığında elinden aldım. "Gel öreyim saçlarını." dediğimde kıkırdadı ve yatağa oturdu. Birkaç dakikalık uğraştan sonra tokayı örgünün ucuna taktım. "Tamamdır. Aynada bak bakayım, olmuş mu?"

Başını sallayıp aynanın karşısında geçti. Kendini inceledikten sonra sırıtarak bana döndü. Baş parmağını kaldırdı. "On numara olmuş." dediğinde güldüm ve ben de ayağa kalktım.

"O zaman çıkalım?" dediğimde başını sallayıp odanın kapısını açtı. Birlikte gülüşerek aşağı indik. Bizimkiler erkenciydi. Çoktan çıkıp gitmişlerdi.

"Nereye gittiler?" dedi Gökçe botlarını ayağına geçirirken. Hisse işi için merkeze inmiş olmalıydılar. Ateş dün gece bundan bahsetmişti. Ben de botlarımı giydim ve askılıkta duran montumu üzerime geçirdim.

"Merkezde işleri vardı. Sanırım onu halletmek için erken çıktılar." Ona uzattığım montunu aldı ve hızlıca üstüne geçirdi. Kapıyı açtığımda Gökçe önden çıkmıştı. Kapıyı kilitleyip beni aracımızın önünde bekleyen Gökçe'nin yanına adımladım. Gökçe'nin kapısını açtığımda öpücük atıp içeri geçti. Kapıyı yavaşça örtüp aracın önünden dolandım ve ben de kendimi araca attım.

Anahtarı kontağa takıp aracı çalıştırdım. Patika yolu geçtiğimizde Gökçe emniyet kemerini takmıştı. "Saat kaç?" diye sorduğumda Gökçe telefonun cebinden çıkardı. Ben de bakışlarımı yola çevirdim.

"On iki buçuk olmuş." dediğinde ofladım.

"Babanın gazabı bizi bekliyor desene." dediğimde güldü.

"Yani öyle demeyelim de geç kaldığımız için bizim için endişelenmiş diyelim." dediğinde güldüm ve başımı iki yana salladım.

"21. Yüzyıl Pollyannası." diye söylendim. Gökçe tek çocuktu. Bu yüzden ailesi üstüne çok fazla düşüyordu. Yirmi sekiz yaşında olmasına rağmen on beş yaşındaymış gibi davranıyorlardı. Benimle kalacağı zaman zar zor izin alıyorduk. Dışarı çıktığımızda eğer hava kararırsa on defa arıyorlardı. Onlara kızamıyordum. Benim de bir kızım olsa böyle davranırdım. Üzerine titrerdim. Onlara hak veriyordum.

"Kendimi daha çok 21. Yüzyıl rapunzeli gibi hissediyorum ama." dediğinde gülümsedim ve elini tutup küçük bir öpücük kondurdum. Elini usulca bırakıp vitese yerleştirdim.

"Ailene hak verdiğim için bana kızmıyorsun değil mi?"

"Kızıyorum tabii ki. Ben yirmi sekiz yaşındayım yahu. Bu ne kontrolcülük? Oldu olacak beni kuleye kilitlesinler." dedi sitem dolu bir sesle.

Güldüğümde bana ölümcül bakışlar attığını hissedebiliyordum ancak bakışlarımı yoldan alamıyordum. "Güzel fikir bence. Fatih amca ve Meryem teyzeyle paylaşayım bu fikri. Onların da hoşuna gidecektir."

"Paylaş tabii. Ama unutma kuleye tırmanabileceğin kadar uzun saçlara sahip değilim." dediğinde kahkaha attım. Şu an beni tokatlamak için can attığına emindim. 

"Sadece dalga geçiyordum. Kızma hemen güzel yüzlüm."

"Bu bizim görüşmemizi de aksatıyor farkındasın değil mi?" diye sorduğunda sıkıntıyla parmaklarımı direksiyona vurdum.

"Evet ama şöyle düşünelim. Hiç değilse ailen bana güveniyor ve benim yanımda kalmana izin veriyor." dedim biraz hızlanırken. "Hem şurada evlenip aynı evi paylaşmamıza ne kadar kaldı? Sabret biraz. O zamana kadar böyle olmak zorunda."

Haziran'ın beşinde düğünümüz olacaktı. Ailesinin bu tavrından kurtulmak için beş ay kalmıştı. Beş ay kadar sabredebilirdik. Hem istediğimiz zaman birbirimizi görebiliyorduk. Ailesinin sevgisini kazanmıştım ve bu bizim için avantajdı.

"Doğru söylüyorsun." dediğinde gülümsedim. Bakışlarımı saniyelik ona çevirdim. Suratı hala asıktı.

"Somurtunca çok çirkin oluyorsun." dediğimde omuzlarını silkti. 

"Bana ne. Bundan sonra çirkin olacağım ben." dediğinde sırıttım ve bakışlarımı tekrardan yola çevirdim.

"Olsun ben yine de severim seni."

"Seveceksin tabii." dedi gülerek. "Zorundasın." 

Sessiz geçen birkaç dakikanın sonunda sessizliği bozan Gökçe olmuştu. "Derin ve Ateş'in merkezde ne işi var ki?"

Yol ayrımına geldiğimiz için direksiyonu sola kırdım ve patika yolu geride bırakmış olduk. Anayola inmiştik. "Derin'in babasından miras kalmıştı. Bahsetmiştim ya. Onun devri için birkaç evrak imzalamaları gerekiyordu. Onun için indiler şehre."

"Anladım. Bari orada da birbirlerini yemeseler ya." dediğinde güldüm. "Ne? Sürekli didişiyorlar."

"İtiraf ediyorum. Ateş geçinmesi zor bir karakter." dediğimde onaylarcasına başını salladı. "Ama dün gece ekstra gıcıklık yaptı."

"Kıza resmen geceyi zehir etti." dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım. Ateş'in tavrını çözmüştüm. Derin'e karşı neden bu şekilde yaklaştığını anlayabiliyordum. "Hayır Derin bir şey yapsa anlayacağım. Yazık kız da hiçbir şey yapmıyor ki."

"Zaten konu Derin ile alakalı değil ki." dedim gözlerimi kısarak. "Ateş Derin'e falan kızmıyor. Kendine kızıyor."

"İyi de neden?"

"Çünkü farkında değil misin, Derin Ateş'in sınırlarını aşıyor. Bizimle sohbet etmeyen o suratsız herif Derin ile her gün her saat aynı evi paylaşıyor. E mecburen aralarında bir iletişim oluyor. Ateş de kendini istemeden çok fazla açıyor. Bu onu rahatsız ediyor." dedim Gökçe kısa bir bakış atarak. Dudaklarını büzmüştü.

"Bu güzel bir şey aslında."

"Ben de öyle düşünüyorum. Ama Ateş bu işte." dedim. 

"Peki sence işleri bittiğinde Derin gidecek mi?" diye sorduğunda derin bir iç çektim. Ben Derin'in gidebileceğini düşünmüyordum. İkisinin arasında gözle görülür bir çekim vardı ve zaman bu çekimi ortaya çıkaracaktı. Bunca zamandan sonra Derin ardını dönüp gidemezdi. 

"Sanmıyorum. Derin artık gitmez, gidemez." dediğimde Gökçe tek kaşını kaldırmıştı.

"Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?" diye sorduğunda kaşlarımı kaldırdım.

"Aralarındaki çekimi görmüyor musun?" diye sordum hayretle. "Görmemek için kör olmak gerekir."

"Görüyorum da onların bu çekimin farkında olduğunu hiç sanmıyorum."

"Ateş farkında olmasa bu kadar hırçınlaşır mıydı sanıyorsun?" diye sordum merakla. "Derin de akıllı kız. Farkındadır."

"Bilmiyorum. Derin'in bu iş bittikten sonra burada kalacağını hiç sanmıyorum. Kızın kurulu bir düzeni, işi, arkadaşları var İzmir'de neden kalsın burada?" diye sorduğunda dudaklarımı büzdüm.

"Çünkü Ateş." dedim ve sustum. Ateş başlı başına büyük bir nedendi.

"Ateş kıza dün gece davrandığı gibi davranmaya devam ederse Derin zor kalır onun yanında."

"O dün geceye mahsustu bence. Ateş de farkında hata yaptığının. Öyle davranmaya devam edeceğini sanmıyorum." 

"Ayrıca aralarında bir şey olacağını düşündüren şey ne sana? Ateş'in bu zamana kadar hiç ilişkisi olmadı." dediğinde ona kaçamak bir bakış attım. "Yoksa oldu mu?"

Başımı salladığımda ofladı. "Ve ben bunu bilmiyorum öyle mi?"

"Ciddi bir şey değildi. Biliyorsun Ateş bu mevzuları paylaşmayı sevmez. O yüzden gelip tanıştırma gereği duymadı. Bana da öyle laf arasında söylemişti." 

"İyi de Ateş aşka inanmıyor. Yanlış mı hatırlıyorum?" Başımı onu onaylamak için salladım.

"Doğru hatırlıyorsun. Hala inanmıyor. Bir ilişkisi olması aşka olan bakış açısını değiştirmedi."  Gelip geçici bir ilişkisi olmuştu, o ilişkiyi yaşarken de aşık olduğunu iddia etmemişti. Aşk Ateş'e her zaman çok uzak bir kavram olmuştu.

"Vay be. Bizim Ateş'e bak sen. Bir ilişkisi oluyor ve bana söylemiyor." İmalı bir ses tonuyla konuşmuştu. Güldüm.

"Ateş'in ne zaman gelip kızlardan bahsettiğini duydun? Klasik Ateş işte."

"Ateş'in daha önce bir ilişki yaşamış olması hala fikrimi değiştirmedi." dediği esnada Gökçelerin mahallesine girmiştik. Mahallenin girişindeki süpermarketi gördüğümde yavaşladım ve otoparka girdim. "Bence Derin Ateş'in yanında kalmayacak."

Arabayı boş bir yere park ettikten sonra anahtarı çevirip motoru durdurdum. "Ben kalacak diyorum. Var mısın iddiasına?" diye sordum ona meydan okurcasına bakarken. Tek kaşını kaldırıp başını salladı.

"Nesine?"  dediğinde dudağımı büktüm. Kısa bir süre sonra aklıma haince bir fikir gelmişti. Sırıttığımı fark eden Gökçe gözlerini kısmıştı. "Abartma."

Omzumu silktim. "Eğer ben kazanırsam bir gün boyunca Fenerbahçe forması giyip dışarıda gezeceksin. Eğer sen kazanırsan ben de Beşiktaş forması giyerim." dediğimde sırıttı ve başını salladı. Gökçe fanatik Beşiktaşlıydı. Ben de fanatik bir Fenerbahçeliydim. Ben kazanacağımdan emin olduğum için rahatlıkla böyle bir fikir atmıştım ortaya. O formayı Gökçe'ye giydirecektim.

Serçe parmağını bana uzattığında gülerek ben de serçe parmağımı uzattım. Sırıtarak parmaklarımızı birbirine geçirip salladık. Geri çektiğimizde Gökçe bana iddialı bir şekilde bakıyordu.

"Hiç öyle bakma. Hiç şansın yok." dediğimde gözlerini devirdi.

"Göreceğiz." dediğinde ben de fısıldadım. "Göreceğiz."

"Annen un istemişti. Hemen alıp geliyorum. Bir şey ister misin?" diye sorduğumda Gökçe başını iki yana salladı. Gülerek araçtan indim ve market girişine adımlamaya başladım. Ellerimi montumun cebine yerleştirmiştim.

"Güntaç Zengin." Yabancı bir ses otoparkta yankılandığında kaşlarım istemsizce çatılmıştı. Elimi belime attım ve silahımın varlığını yokladım. Yavaşça silahımı çıkarıp montumun cebine yerleştirdim. Kafamı sesin geldiği yöne çevirdiğimde hiç tanımadığım genç bir adam ellerini pantolonun cebine yerleştirmiş öylece dikiliyordu. Gözlerimi kıstım ve temkinli bir şekilde ona doğru döndüm.

Kendinden oldukça emin bir şekilde karşımda dikilen bu genç çocuk hiç de tanıdık değildi. Kıvırcık siyah saçları gözlerinin önüne düşüyordu, esmer, kalın kaşlı, renkli gözlü bir çocuktu. Benden yaşça küçük olduğu her halinden belliydi. Tek kaşım sorarcasına kalktığında ellerini cebinden çıkardı. "Tanıyamadım?"

"Tanışmadık da ondan." dediğinde sesi yankılanmıştı. Birkaç adım atıp yanıma geldiğinde elini bana doğru uzattı. Ben de elimi çıkarıp ona doğru uzattığımda elimi tutup sıktı. "Emir ben. Emir Akdeniz."

Ellerimizi geri çektiğimizde hala ona sorarcasına bakıyordum. "Tabii neden böyle bir giriş yaptığımı merak ediyorsun. Haklısın ani bir giriş oldu. Kusuruma bakma." dediğinde başımı salladım. "Üç gündür seni bekliyordum da."

"Beni mi bekliyordun?" diye sorduğumda başını usulca salladı.

"Öncelikle şunu söylemeliyim; silahsızım." dedi gözlerimin içine bakarken. Neden bahsediyordu bu çocuk? Montunu kaldırıp boş belini gösterdiğinde başımı salladım. "Beni Semih peşine taktı."

Kaşlarım hayretle kalkarken geriye çekildim. "Semih Ünal?" diye sorduğumda başını salladı. Semih Asya'nın adamıydı. Dolayısıyla bu karşımdaki adam da Asya'nın adamı oluyordu.

"Ne istiyorsun lan?" dediğimde o da geriye doğru adımladı.

"Sakin ol. Ben onların tarafında değilim." dediğinde şüpheyle ona bakıyordum. Ona nasıl güvenebilirdim ki? Asya için ajanlık yapıyor olabilirdi. "Semih Abi kız arkadaşının adresini bulmuş. Bana verdi. Git muhakkak Güntaç'ı bulursun. Öttür onu, Ateş ve Derin'in yerini öğren dedi." Gökçe'nin adresini bulmuş olmaları beni tedirgin etmişti. Ailesi ile konuşup Gökçe'yi bu işten sıyrılana kadar yanıma almalıydım. Burada güvenli olamazdı.

Alayla güldüm ve boşta olan elimi çeneme atıp sıvazladım. "Sen de karşıma böylece çıkıp beni öttürmeye mi çalışıyorsun?"

"Hayır. Yemin ederim öyle bir niyetim yok. Hem diyorum ya silahsızım ben." dediğinde dilimi dişlerimin üzerinde gezdirdim. Bakışlarım benden küçük duran bu adamın üzerindeydi.

"O zaman ne diye dikildin karşıma?" diye sorduğumda bakışlarını kaçırdı. Gözlerimi kıstım.

"Ben kaçtım." dediğinde tek kaşımı kaldırdım. "Yani Semih'in bana verdiği bu fırsatı kullandım. Kaçtım. Dönmeyeceğim onların yanına. Ama gidecek bir yerim yok. Hem bir yere gitsem dahi beni bulurlar."

"Yani benden ne yapmamı istiyorsun tam olarak?" diye sorduğumda sertçe yutkundu. 

"Biliyorum bana güvenmiyorsun ama ben onların yanında mecburen kalıyordum ve bulduğum ilk fırsatta kaçtım oradan. Oraya tekrar dönmek istemiyorum." Sesi titremişti. Neden dokunsam ağlayacak gibi duruyordu? 

"Kaç yaşındasın sen?" diye sorduğumda gözlerini yere dikti.

"19, Güntaç Abi." Kaşlarım hayretle havaya kalkmıştı. Bu çocuğun Asya'nın yanında ne işi vardı? 

"Sen çok küçüksün. Ne işin vardı Asya ile?"

"Orası çok uzun hikaye abi. Ne sen sor ne ben anlatayım." dedi titrek bir ses tonuyla. "Ben oraya tekrar dönemem anlıyor musun?"

"İyi de sana nasıl güvenebilirim? Ayrıca benden ne istiyorsun tam olarak?"

"Beni Ateş Abiye götürmeni istiyorum." dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Ateş ile ne işin var?"

"Unutma ben Asya'nın yanındaydım. Onunla ilgili işinize yarayacak bilgiler verebilirim. Bunun karşılığında tek bir şey istiyorum sizden." dedi gözlerime beklentiyle bakarken. "Beni saklamanızı istiyorum."

"İyi hoş diyorsun da ben sana nasıl güveneyim?" dediğimde montunu çıkardı.

"Abi bak yanımda ne telefon var, ne iletişim aracı. Sadece biraz param var. Onun dışında hiçbir şeyim yok. Benim size ne gibi bir zararım dokunabilir?" dediğinde düşünmeye başlamıştım.

"Neden kaçmak istiyorsun?"

"Söylersem beni Ateş Abiye götürecek misin?" diye sorduğunda yutkundum.

"Düşüneceğim."

"Çünkü Asya dediğiniz o kadın beni istismar etti." dediğinde donakalmıştım. Bakışlarım büyümüştü. Asya bu kadar aşağılık olamazdı. "Şimdi beni Ateş'e götürecek misin? İstesem de Asya'nın tarafında olamam ben. Hem olsaydım karşına çıkmak yerine hiç çıkmayıp gizlice seni takip eder yerinizi öğrenirdim. Ama ben karşına çıktım."

Başımı salladım ve derin bir iç çektim. "Bekle." deyip telefonumu cebimden çıkardım. Ateş'i arayıp telefonu kulağıma yasladım. Ateş aramayı yanıtladı. "Efendim Güntaç?" dediğinde ofladım.

"Sanırım bir sorunumuz var." dedim bakışlarım Emir'in üstündeyken. O bana umutlu gözlerle bakıyordu. 

"Acil mi?" dediğinde dilimle alt dudağımı ıslattım.

"Semih peşime bir adam takmış. Adam dediğim de çocuk. Kaçmış. Tutturdu Ateş ile görüşeceğim diye. Üstünü falan arayacağım. Telefonu, silahı falan hiçbir şeyi yokmuş. Ne yapayım?"

"Taş eve gelin. Biz birazdan yola çıkarız." dediğinde onu onaylayıp telefonu kapattım.

Telefonu cebime attıktan sonra bana beklentiyle bakan Emir'e döndüm. "Hadi yine iyisin. Ateş'e gidiyoruz." dediğimde gözlerinin içi mutluluktan parıldamıştı. "Ama önce üstünü aramalıyım."

Başını sallayıp bana yaklaştığında üstünü detaylı bir şekilde aradım. Gerçekten dediği gibi birazcık parası dışında hiçbir şey yoktu üstünde. "Yürü arabaya hadi." dediğimde montunu hızlıca üstüne geçirdi ve arabaya doğru yürümeye başladık.

---

Beklenen an gelmişti. On dakika önce Furkan Ateş'i aramış hisse devretme işinin hallolduğunu bildirmişti. Furkan ve Burak kendi üstlerine düşeni yapmışlardı. Sonrasını bizim halletmemiz gerekiyordu. İki aydır hisselerimi devralmamı bekleyen çalışanlarıma ve iş dünyasına bir açıklama yapmak zorundaydım. Şimdiden omuzlarıma yüklenen ağır sorumlulukları hissedebiliyordum. Her ne kadar yönetime karışmayacak olsam da artık eskisi gibi olamayacaktım. Soyhan holdinge bağlı olmalıydım.

Babama karşı aldığım bu tavrı bir kenara bırakıp Asya'nın planlarını suya düşürmek için çabalamalıydım. Herkese ama en çok da babasına kızgın o beş yaşındaki Derin'i bir süreliğine kendi hâline bırakmalı, Yirmi sekiz yaşına gelen kendi hayatını kuran ve babasına olan öfkesini gömüp Asya'yı bitirmek isteyen Nefes'i özümsemeliydim.  Başımı sola doğru eğerek gözlerimi kıstım.

Bıkkın bir nefes bıraktım ve bakışlarımı tavana diktim. Ateş basına servis edeceğimiz görüntüyü çekmek için kamera açısını doğru bir şekilde ayarlamaya çalışıyordu. Bense uzandığım yerde cümlelerimi toparlamaya çalışıyordum. İlginçtir ki heyecanlı ya da gergin hissetmiyordum. Basit bir videoydu. İki dakika bile sürmeyecekti.

Açıkçası birazdan yapacağımız açıklamanın iş dünyasında nasıl bir etkisi olacağından daha çok Asya'nın üzerinde bırakacağı etkiyi merak ediyordum. Benim tanıdığım Asya bu kadar çabuk vazgeçmeyecekti. Bu hamlemiz karşısında atağa geçip canımızı yakmak için çaba gösterecekti. Ne kadar kabul etmek istemesem de o akıllı ve garantici bir kadındı. 

Babamın servetini üzerine geçirememiş olmasına şaşırıyordum. Asya kendini güvece altına almadan duramazdı. Belki de babamın servetine gerek duymadan başka bir kaynak bulmuştu kendine ya da bunca zaman bir birikim yapmıştı. Ondan her şeyi beklerdim. Hisse devrinin bu kadar kolay olması hiç içime sinmemişti. Bunun altında bir oyun olmalıydı. Asya benim bu kadar kolay hedefime ulaşmama göz yumamazdı.

"Ayarladım kamerayı." dedi Ateş başımda dikilmiş yüzüme bakarken. "Kalkmaya niyetli misin?" Gözlerimi gözlerine diktim. Kısa süre birbirimize öylece baktıktan sonra derin bir iç çektim ve Ateş'in kalkmam için uzattığı elini tuttum. Elimi kavrayıp beni nazikçe kendine doğru çektiğinde doğruldum. Doğrulur doğrulmaz ellerimi çektim avcunun içinden.

Tripotu koltuğun hemen dibindeki cam sehpanın üzerine kurmuştu. Objektife girebilmek için koltukta sola doğru kaydım. Ateş bana yaklaşıp dağılan saçlarımı usulca düzelttiğinde dudaklarımı birbirine bastırdım. Gözümün önüne düşen saç tutamını kulağımın ardına sıkıştırırken doğrudan gözlerimin içine bakıyordu.

Sanki bir şeyler söylemek istermiş gibi bakıyordu gözlerime, yavaş ve temkinli hareket ediyordu. "Ne söylemek istiyorsun?" diye sorduğumda dudakları kıvrıldı. Kirpikleri titreşti ve göz bebeğinin büyüdüğünü gördüm. "Bir şey söyleyecekmişsin gibi bakıyorsun."

Diliyle dudaklarını ıslattı ve saçlarımın arasından aşağı doğru kaydırdığı eli çenemde durdu. Çenemi narince okşadığında gözlerim istemsizce kısılmıştı. Dokunuşu bir kediyi okşuyormuş gibi narindi. Parmak uçları çenemi ısıtmıştı. Her daim sıcacıktı elleri. Ya da benim vücudum soğuktu, bilmiyordum.

"Senin için ne kadar zor olduğunu biliyorum." dedi sıkıntılı bir sesle. Beni okumaya çalışıyormuş gibi bir hali vardı. "Bu yaptığınla babana boyun eğdiğini düşünüyorsun. Ama öyle değil, Nefes. Bu algıyı kendin için sen yarattın. Eğer güçlü olmak istiyorsan, önce kendini yeneceksin."

Yutkunduğumda parmaklarını geri çekti ve geriledi. Sessiz kalmayı tercih ettim. Bir bakıma haklıydı. Ben bizi korumak için bu işe kalkışmıştım. Babama muhtaç olduğum için mirasını kabul etmemiştim. Amacım babamın parasını almak değildi. Amacım Asya'yı bitirmekti.

"Hazır mısın?" diye sorduğunda başımı salladım ve yüzüme resmi bir gülüş yerleştirdim. Ateş kameranın ardına geçtiğinde oturuşumu düzelttim. "3-2-1 Kayıt."

Bakışlarımı kameraya diktim ve gülümsedim. "Merhaba, ben Tolga Soyhan'ın kızı Nefes Derin Soyhan. İki ay öncesine kadar ülkemizin önde gelen turizm firmalarından biri olan SOYHAN Holding'in baş varisiydim. Babam Tolga Soyhan'ın ani vefatı beni derinden sarsmıştı. Bugün itibarıyla babamın açtığı yolda ilerlemeye karar verdim ve gerekli işlemleri başlattık." dedim ve durakladım. Konuşurken bakışlarımı kamerada tutuyor ve ellerimi olabildiğince aktif kullanmaya çalışıyordum.

"Noterden onay aldıktan sonra sizleri bilgilendirmem gerektiğini düşündüm. Yönetime benim geçmemle babamın eşi Asya Soyhan, SOYHAN Holding'in yönetim kurulundan çekilmiştir. Kamuoyuna saygıyla duyulur." Konuşmamı noktaladığımda birkaç saniye öylece durdum.

Ateş kamerayı kapayıp hafıza kartını çıkardı. Sehpanın üzerine duran laptopu kucağına aldığında yüzümü buruşturdum. "Videoyu izleyeceğini söyleme." dediğimde sırıttı ve bakışlarını bana dikti. "Ben mutfaktayım. Videoyu kendi başına izle. Bir sıkıntı çıkarsa yeniden çekeriz." Ayağa kalkacağım esnada bileğimi yakaladığında baygın bakışlarımı yüzüne diktim. Bakışlarımla bileğimi tutan elini işaret ettim.

"Cidden mi? Sence de çok klişe değil mi?" dediğimde güldü ve bileğimi bıraktı.

"Bir dakikalık video. Bu kadar utanmana gerek yok." diyerek oynatma tuşuna tıkladı. Video açıldığında somurtmuş bir şekilde Ateş'in suratına bakıyordum. Kendimi izlemeyi, sesimi duymayı hiç sevmiyordum. Bakışlarım ekrana saniyelik bir şekilde kaydığında kıpkırmızı kesilmiştim. Utanarak yüzümü Ateş'in koluna gizledim.

Ses kesildiğinde yüzüm hâlâ Ateş'in omzuna gömülüydü. "Tamam bitti. Başını kaldırabilirsin deve kuşu." dedi keyifli bir ses tonuyla. Yavaşça başımı kaldırdım. Ateş videoyu ilgili haber sitelerine mail atıyordu. "Bu kadar utanacak ne var, ben anlamıyorum."

"Kendimi izlemeye tahammülüm yok." dedim ona garip bir bakış atarken. İşini bitirip laptopu kapattı ve bana doğru döndü. "Sen kendi videonu izleyebiliyor musun daha sonrasında?"

Bir süre sessiz kaldı. Sonra dudakları aralandı. "Ben video çekmiyorum." dediğinde tek kaşımı kaldırdım. Sehpanın üstündeki telefonuna uzandı. Ekranı açıp galeriye tıkladı. Telefonu bana doğrulttu. Galerisi bomboştu. "Aynı zamanda fotoğraf da çekinmem."

"Neden?" diye sordum ona boş bakışlar atarken. Ateş'in garip huyları olduğunu biliyordum ama bunu yapmasının bir nedeni olmalıydı. Telefon ekranını kapatıp koltuğun üstüne attı.

"Çünkü çok saçma." dediğinde tek kaşımı kaldırdım. Kolunu kaldırıp elini ensesine götürdü. "Dünyada kalıcı değiliz. Er geç öleceğiz. Fotoğraflarda, videolarda yaşamak istemem açıkçası."

Kaşlarımı hayretle kaldırıp başımı salladım. "Farklı bir bakış açısı. Ama haber sitelerinde videoların ve fotoğrafların var. Onlar ne olacak?" Bunu sorarken hiçbir art niyetim ya da onu hafife alma gibi bir niyetim yoktu. Cidden merak ettiğim için soruyordum.

Güldü ve diliyle alt dudağını ıslattı. "Vasiyetim var." dedi kuru bir sesle. "İnternet üzerindeki tüm fotoğraf ve videolarımın silinmesini istediğim bir vasiyet. Aynı zamanda çocukluk fotoğraflarımın da yakılmasını istediğimi ekledim."

Yüzüne hayretle bakıyordum. Cidden bunları oturup düşünmüş bir vasiyet bile hazırlamıştı. O gerçekten çok farklı biriydi. Beyni çok farklı çalışıyordu. İstekleri beni şaşırtıyordu. Bin yıl oturup düşünsem böyle bir şey aklıma gelmezdi. Gerçi böyle bir şeyi istediğimi hiç sanmıyordum orası ayrı bir konuydu.

"Kafanın nasıl çalıştığını çok merak ediyorum doğrusu." dedim gülerek. Bana bakarken gözlerinin içinin ışıldadığını görebiliyordum başını salladı ve bakışlarını yüzümden çekti. Aklından ne geçtiğini tahmin edebiliyordum. Kendini ne kadar açıklarsa açıklasın onu anlamayacağımı düşünüyordu. Bakışlarını sehpaya sabitledi. "Anlamayacağımı düşünüyor olabilirsin. Anlayacağımın garantisini veremem. Ama denerim. Seni anlamayı denerim."

Dudaklarını birbirine bastırdı. Elini dağınık saçlarının içinde gezdirirken hâlâ bana bakmıyordu. Cevap vermeyeceğini düşündüğüm uzun bir sessizlik oluştu. Daha sonrasında derin bir iç çekip bana döndü. "Yaşamaya çalıştım." Tek kaşımı kaldırdığım esnada bakışlarını bana dikti. Vücudunu bana döndürüp belini koltuğun kolluğuna yasladı.

"Çok çaba sarf ettim Nefes. Geçmişi unutmaya çalıştım. Asya'yı anlamaya çalıştım. Belki dedim. Belki o da iyi değildi o dönem. Zeynep'i, bana bir yılmış gibi gelen o barınaktaki aç susuz üç geceyi unutmak istedim. Geçmişe gömmeye çalıştım, inan. Bir kez olsun normal bir insanmışım gibi eğlenmeyi, insan içine karışmayı denedim. Sokakta yanıma gelen kedinin başını okşamaya çalıştım. Ama olmadı. Yapamadım. Ben bu dünyada yaşamak için elimden gelen her şeyi yaptım."

Sesi gittikçe hiddetleniyordu. Ellerinin titrediğini görebiliyordum. Zeynep derken sesi titremişti. Gardını indirmişti, kendini tümüyle açıyordu şu an. Bense onun yüzüne ifadesiz bir şekilde bakmaya çalışıyorum, ne kadar başarılı olduğum tartışılırdı. Hislerimi ona yansıtmak istemiyordum. Ona acıdığımı düşünebilirdi.

Ona acımıyordum. Ben onun bu kadar güçlü kalabilmesine hayran kalıyordum. Karşımda enkaz altından sapasağlam çıkmaya çalışan bu adamla gurur duyuyordum.

"Ama başaramadım. İçimdeki şu yangını söndüremedim. Şuradaki şeyi asla söndüremedim." Elini göğsüne yasladı. İşaret parmağı göğsünü işaret ediyordu. "Dışarıdan bakıldığında bir ömür Asya'dan intikam almayı planladığımı düşünmüş olabilirsin. Aksine bir ömür onu affetmeye çalıştım ben. Gençti, hata yaptı dedim. Kendimi avutmaya çalıştım. Değişmiştir, geçmişinden pişmandır diye düşündüm."

Tüylerim diken diken olmuştu. Ağzımı açıp tek bir kelime dahi etmek istemiyordum. Konuşursam susmasından korkuyordum. Sonsuza dek susmak ve onu dinlemek istiyordum. Belki de bu zamana kadar bunları kimseye anlatmamıştı.

"Yanılmışım. Seni öldürmek için peşine adamını taktığında anladım onun doğuştan kötü olduğunu. Kötü doğdu, kötü olarak ölecek. Değişmeyecek. Hırsı hiçbir zaman tükenmeyecek. O gün dedim ki ben Asya'yı bitireceğim ya da Asya beni. Eğer gerçekten yaşamak istiyorsam Asya'dan intikamımı almam gerektiğini anladım. Belki o zaman kalbim soğur ve bağlanan dilim çözülür. O gün nefes almaya başlarım diye umut ettim."

Ses tonu gittikçe alçalmıştı. Öfkesi dinmişti. Sesinde anlayamadığım bir dinginlik vardı. Ses tonu dünyanın en güzel şiirini okuyormuş gibi geliyordu kulaklarıma. İlahi bir şekilde büyüleyiciydi.

"Babanın cenazesinden sonra peşinden bara geldim. Çünkü Asya'nın seni öldürerek hayatına hiçbir şey olmamış gibi devam edip gücüne güç katmasına göz yumamazdım. Bizi tekrardan cezalandırmasına izin veremezdim. Anlıyor musun?" dedi bakışlarını doğruca göz bebeklerime dikerken.

Başımı sallamakla yetindim. Ateş karşıma çıkmamış olsaydı şu an toprak altında olacaktım. Bir mezar taşım dahi olmayacaktı. Arkadaşlarımın benim için başımda dua edecekleri bir yerim olmayacaktı. Ölümüm faili meçhul olacaktı. Ya da kayıp dosyam zaman aşımına uğrayıp kapanıp gidecekti. İlk başlarda bilmesem de Ateş benim hayatımı kurtarmıştı.

Yeri geldiğinde sinirden beni kudurtan, bazen beni kale almayıp iki kelam laf etmeyen bu adam beni kurtarmıştı. Beni o şehirden ve Asya'dan korumak için çaba sarf etmişti. Derin bir iç çektim. Alt dudağımın titrediğini fark ettiğimde sakin kalabilmek için kendime telkinler vermeye başlamıştım. Ağlamamalıydım.

"Ateş Karan bu işte. Yaşamaya çalışan basit bir insan." diye mırıldandığında ellerimi Ateş'in diz kapaklarına yasladım. "O yüzden istiyorum ki ben öldükten sonra bana dair her şey de silinip gitsin. Üzerimde çok fazla iz bırakan bu dünyanın üzerinde hiçbir iz bırakmak istemiyorum ben." Ellerini diz kapaklarına yasladığım ellerim üzerine koyduğunda yutkundum. Parmaklarımı bileklerine sardığımda hiçbir tepki vermedi. "Unutulmak istiyorum sadece. Hiç yaşamamış, hiç var olmamış gibi." 

Peki geride kalan insanlar? Tam dudaklarımı aralamıştım ki konuştu. Sanki aklımı okumuş gibi...

"Beni tanıyan son insan da öldüğünde dünya üzerinden silinip gideceğim. Tam olarak istediğim şey bu." dediğinde bileklerindeki parmaklarımı sıkılaştırdım.

"Ateş." diye mırıldandığımda gözlerini usulca örttü. Sertçe yutkunduğunda adem elmasının hareketlenişine takıldı gözlerim. "Bazen çocukluğunu düşünüyorum ve diyorum ki annen olmalıydım."  Bu söylediğim şeyi yanlış anlayabilirdi ama umurumda değildi. Kast ettiğim şey tamamen yanlış bir kadın tarafından çalınan çocukluğuna ithafendi. 

Ateş'in yüzünde buruk bir tebessüm belirmişti. "Anne..." diye mırıldandı. Kesik bir gülüş döküldü dudaklarından. "Anne kavramına bir hayli uzağım."  Bileklerine sardığım parmaklarıma bakıyordu. Yüzünde garip bir ifade vardı. 

"Ben de." diye mırıldandım. Annemi çok fazla hatırlamıyordum. Beş yaşındaki bir çocuk bir şeyleri ne kadar hatırlayabilirse o kadar hatırlıyordum. Fotoğrafları olmasa çoktan silinip gitmişti yüzü zihnimden. Unutamadığım tek bir şey vardı. O eşsiz kokusu... Ateş bakışlarını kaldırdığında ben de buruk bir tebessüm yerleştirdim dudaklarıma. "Kaderimiz bu."

"Değil." dedi başını iki yana sallarken. "Asya ve Tolga olmasaydı normal bir hayat sürüyor olabilirdik."

Gözlerimi kıstım ve bileklerini usulca bıraktım. Ellerimi kendime çektiğimde başını sola eğdi. "Bilemeyiz. Asya'nın normal olmadığını ikimiz de biliyoruz Ateş. Yanınızda kalsaydı iyi bir anne olmayacağı konusunda hem fikirizdir diye düşünüyorum." dediğimde kaşlarını kaldırdı.

"Ama sen?" dedi ve devamını getirmedi. Annemin ölümünden bahsediyordu ama bunu nasıl söyleyeceğini bilmediğinden ima etmekle yetinmişti. Bazen çok acımasız oluyor ne hissedeceğimi düşünmeden her şeyi yüzüme açıkça söylüyordu. Bazense dili çözülmüyordu. Canımı yakacağından korkuyor sadece ima etmekle kalıyordu. Duymak istediği şeyleri benim inisiyatifime bırakıyordu.

"Annem o gün sadece bedenen ayrıldı yanımdan. Öncesinde defalarca ölmüştü zaten." Sesim titrediğinde parmaklarımı boynuma yasladım. "Asya ve babam birlikte gitmemiş olsaydı da görüşmeye devam edeceklerdi. Annem her gün ölecekti. Hiçbir şeyi değiştirmeyecekti bu." 

"Sen her şeyin kaderden ibaret olduğunu kabullenmişsin zaten." Kaşları hayal kırıklığıyla çatıldı. Omuzlarımı silktim.

"Başka çarem yoktu." diye mırıldandığımda Ateş koltuktan kalktı. Ona sorarcasına baktığımda başıyla kapısı açık olan mutfağı işaret etti.

"Acıktım." dediğinde başımı salladım ve ben de ayağa kalktım. Mutfağa girdiğimizde bakışlarımı etrafta gezdirdim. Bu mutfak taş evdeki mutfaktan daha büyüktü ve daha modern dizayn edilmişti. Mutfak dolapları krem renginde küçük pencereli olan kapaklardan oluşuyordu. Mutfağın tam ortasında büyük açık renkte bir masa vardı. Mutfağın sol duvarı boylu boyunca camdı.

Ateş siyah renkli buzdolabını açtı ve hafifçe eğilip içini karıştırmaya başladığında sandalyelerden birini çekip oturdum. Ateş birkaç parça ürünü masanın üzerine yığdığında gözlerimi onların üzerinde gezdirdim. Salça, tereyağı çıkarmıştı. Çekmecelerden birini açıp bir paket makarna çıkardığında arkama yaslandım. Makarnayı da masanın üzerine bıraktığında bana sorarcasına bakıyordu.

Ben de kaşlarımı kaldırdım. "Ne oldu?" diye sordum yüzüne bakarken. Bakışları beni süzdükten sonra derin bir iç çekti.

"Zayıfladın mı sen? Yoksa bana mı öyle geliyor?" diye sorduğunda güldüm ve ayağa kalktım. Buraya geldim geleli birkaç kilo vermiş olmalıydım, aynaya baktığımda vücudumdaki değişimi görebiliyordum ancak bunun ne önemi vardı ki? Yanına adımlayıp masanın üzerinde duran salça ve tereyağını alıp tezgahın üzerine bıraktım.

"Birazcık kilo vermiş olabilirim." dedim büyük bir tencere bulabilmek umuduyla dolaplardan birinin kapağını rastgele açarken. İlk açtığım dolapta bakliyatların bulunduğu kavanozlar vardı. Yandaki dolaba uzandığım esnada Ateş tezgahın altındaki çekmeceyi açıp çelik bir tencere çıkardığında durakladım.

Çelik tencereyi elinden alıp çeşmenin altına yerleştirdim ve musluğu açtım. Ateş bana sorarcasına baktığında tek kaşımı kaldırdım. "Mutfakla aran kötü sanıyordum." Güldüm ve musluğu kapatıp tencereyi ocağa yerleştirdim. Tencerenin altını açtıktan sonra kalçamı mutfak tezgahına yasladım ve kollarımı göğsümde topladım.

"Doğru, mutfakla aram bizim aramızdan bile daha kötü." dediğimde güldü ve alt dudağının ısırarak başını salladı. "Ama düşündüm de tencereye su doldurabilirim."

Sırıtışı genişlediğinde başımı eğdim. "Devamını ben halledeyim o zaman." dediğinde başımı salladım. Dakikalar sonra su fokurdamaya başladığında masanın üzerinde duran makarna paketini alıp Ateş'e uzattım.

"Hallet bakalım." diye mırıldandığımda gülerek paketi açıp hepsini kaynayan suyun içine boşalttığında tezgahın üzerinde duran tuzluğu ona uzattım. Alaycıl bir bakış atıp tuzluğu elimden aldı ve tencerenin içine döktü. 

"Sen bayağı anlıyorsun bu yemek işinden ha." dediğinde gözlerimi devirdim. O ise gülerek yüzüme bakıyordu. 

"Ne kadar komiksin Seyfi Demir." diye mırıldandığımda omuzlarını silkti. Ona Seyfi diye hitap etmek beni eğlendiriyordu. Çok alakasız bir isim seçimi yapmıştı. Hatta ismini ilk söylediğinde dalga geçtiğini sanmıştım. Aşağıdaki güvenlik görevlisine de kendini Seyfi olarak tanıttığında ciddi olduğunu fark etmiştim.

"Sana Rüya diye hitap etmemi bekliyorsan çok beklersin. Dışarıda mecburiyetten Rüya diye hitap ediyorum." dedi gözlerini gözlerimin içine dikerken. Sorarcasına tek kaşımı kaldırdım. "Nefes... Senin ismin Nefes."

Güldüğümde o da güldü. "Evet benim ismim Nefes. Bunu ben de biliyorum Ateş." deyip kıkırdadığımda dudaklarını birbirine bastırdı.

"Yani demek istediğim ne Derin ne de Rüya. Sen benim gözümde Nefes'sin." dedi çekmeceden çıkardığı ahşap kaşıkla makarnayı karıştırırken. "Nefes Soyhan."

"Sanırım bana Nefes diye hitap etmene alıştım." dedim titrek bir ses tonuyla. Bu söylediğim şeyden kendim de emin olamamışım gibiydi ses tonum. "İlk başlarda tüylerim diken diken oluyordu. Şimdilerde hâlâ içten içe bir burukluk hissediyorum ama eskisi kadar güçlü değil."

Bana baktı. Yeşil gözlerinde sükunet hakimdi. "İtiraf etmek gerekirse ilk başlarda senin damarına basmak için bu şekilde hitap ediyordum." dedi kısık bir ses tonuyla. Gözlerimi kırpıştırdığımda derin bir iç çekti. "İçindeki öfkeyi dışarı yansıtmanı istedim. Çünkü eğer seni yanıma alacaksam senin de en az benim kadar yaralanmış ve öfkeli olduğunu bilmem gerekiyordu. Her şeyi geride bırakmış, hayatına yeni bir sayfa açmış birini yanımda sürüklemem adil olmazdı aksi durumda." 

Yutkunduğumda ocağın altını kıstı ve kollarını göğsünde toplayıp sırtını duvara dayadı. Ne tepki vereceğimi merak diyordu. Bakışları temkinli bir şekilde yüzümde geziniyordu. Ona karşı ne hissettiğimi bilmiyordum. Öfke? Minnet? Belki ikisi de. Hissettiklerim değişkendi. 

"Pekala." diye mırıldandım. "Damarıma basmak işe yaradı mı?"

Hafifçe gülümsedi. "Yaramaz mı?" dediğinde kaşlarım istemsizce çatılmıştı. "Damarına bastığımda sende kendimi gördüm."

Dudaklarımı büktüğümde sırtını duvardan çekti ve tezgahın üzerine bıraktığı ahşap kaşığı makarnanın içine daldırdı. Doldurduğu kaşığı tencerenin içinden çıkardı. Bana doğru yaklaştığında doğruldum ve göğsümde topladığım kollarımı çözdüm.

"Pişmiş mi? Bir tadına baksana."  dediğinde kaşığı bana uzatması için bekliyordum. Ancak kaşığı bir anda kendine çevirdiğinde şaşırmıştım. Şaşkın ifademi gördüğünde güldü ve üstünde buharlar  yükselen kaşığı dudaklarına yaklaştırarak üfledi. 

Kaşığı tekrar bana uzattığında dudaklarımı aralayarak makarnalardan bir tanesini aldım. Çiğnerken başımı salladım. "Pişmiş." dediğimde geri çekildi. 

Dakikalar sonra mutfak masasına oturmuş karşılıklı salçalı makarnalarımızı yiyorduk. Karnımın doyduğunu hissettiğimde parmaklarımın arasındaki çatalı bıraktım. Ateş bakışlarını bana çevirdiğinde tek kaşımı kaldırdım sorarcasına. "O tabak bitecek." Gözleriyle tabağın içindekileri işaret ediyordu. Bıkkınca dudaklarımı yaladım.

"Ellerine sağlık. Gerçekten güzel olmuştu ama şurama kadar doluyum." İşaret parmağımla boğazımı hizaladığımda kaşlarını indirip kaldırdı.

"Belki bu söylediğimi senin üzerinde otorite kurmak için söylediğimi düşünebilirsin. Ama öyle değil. Yanıma geldiğinden beri gözle görülür bir şekilde kilo verdin. Güçten düşmeni istemiyorum." Ses tonu oldukça dingindi. Gözlerini doğrudan gözlerime dikmiş küçük bir çocukla konuşuyormuş gibi açıklıyordu kendini. "Lütfen zorluk çıkarma ve tabağındakileri bitir."

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Niyetim zorluk çıkarmak değildi, sadece midem küçülmüştü ve bir çatal daha alırsam midem allak bullak olacaktı. Bakışlarımı tabağın dibinde kalan makarnalarda gezindirdim. Ne kadar az kalmış olsalar da gözümde büyüyordu. Sanki iki üç porsiyonluk bir makarna yığını gibi duruyordu.

"Güçten düştüğüm yok Ateş." Bakışlarımı tekrardan ona diktim. "Sadece birkaç kilo verdim. Bu da normal. Şehir değişikliği ve yaşanan bazı tatsız olaylardan kaynaklanıyor. Normalde de çok fazla yemek yemiyorum." Tatsız olaylardan kastımı anlamıştı ve başını sallamıştı.

"Yine de sen o tabağı bitir bence." Ilımlı tutumu karşısında inatla yaklaşıp onu sinirlendirmek istemiyordum. Derin bir iç çektim.

"Ateş cid-" Cümlemi tamamlamama izin vermeden söze atıldı.

"O tabağı bitirirsen istediğin bir şeyi yaparım." Kaşlarım şaşkınlıkla havaya kalkmıştı. O ise ifadesizce yüzüme bakıyordu. Teklifini cazip bulmuştum. Ona istediğim bir şeyi yaptırabilmek için bitirebilirdim tabağımı.

"Ne istersem mi?" diye sorduğumda gözleri kısıldı ve başını hafifçe salladı.

"Çok aşırıya kaçmadığın sürece evet." Gülümsedim ve bıraktığım çatalı tekrardan elime aldım. 

"Aslında şüphelenmiyor değilim." dediğimde sırıtarak suyundan büyük bir yudum içti. "Bu ısrarının altında bir neden yatıyor olmalı. Zehir falan yok değil mi?"

Güldüğünde gözlerinin kenarları kırıştı ve gözlerinin içi ışıldadı. Küçük haylaz bir çocuk gibi bakıyordu. Çatalımı daldırdım ve makarnamı bitirmek için kendimi zorladım. "Ne istiyorsun?" diye sorduğu esnada son lokmamı ağzıma atmıştım. Uzun bir süre ağzımdaki büyük lokmayı çiğnedim ve yutkundum.

"Bana gitar çalıp şarkı söyler misin?" diye sorduğumda omuzları düşmüştü. Bunu isteyeceğimi düşünmemiş olmalıydı. "Bakma öyle. Çok uçuk bir istekte bulunmadım."

Elini ensesine attı, ovuşturdu. "Bir tane." dediğinde onu onaylamak için başımı salladım. "Daha fazlasını istemeyeceksin."

Güldüm. Sanki daha fazlasını istesem verecekti. "Söz. Bir daha senden böyle bir şey istemeyeceğim." O da benim gibi başını salladı.

"İyi ki burada da bir gitarım var. Yoksa evde herkese konser vermek zorunda kalacaktım." dediğinde kıkırdadım. O da silik bir şekilde gülümsedi ve ayaklandı. "Düş önüme." Onun peşinden ben de ayağa kalktım. Mutfaktan çıkıp oturma odasına geçtiğimizde Ateş odanın köşesindeki büyük dolabı açtı. İçinde gitar çantasını çıkardı ve koltuğun kenarına yasladı.

Büyük siyah koltuğa attım kendimi. Çantayı özenli ve yavaşça açıp gitarı aldı. Çantayı tekli koltuğun üzerine bırakıp yanıma oturduğunda yüzüme sorarcasına bakıyordu. Tek kaşımı kaldırdım. "Ne çalmamı istiyorsun?" Dudaklarımı birbirine bastırdım. Gözlerime beklentiyle bakıyordu. 

Sanırım onun istediği bir parçayı çalması daha iyi olacaktı. Hem böylelikle onun müzik zevkini de görmüş olurdum. Bakışlarımı yüzüne diktiğimde tek kaşını kaldırdı. "İstek parça için mendil uzatma mı bekliyorsun?" diye sorduğunda sırıttım. Ateş'in bu alaycıl tavrı çoğu zaman beni sinir etse de bazen beni eğlendirebiliyordu. Şimdi olduğu gibi.

"Mendile gerek yok. Çünkü özel bir isteğim yok." dediğimde bu cevabı beklemediğini yüzündeki şaşkınlıktan anlamıştım. "Sen istediğin bir şeyi çal."

"Peki." diye mırıldandı ve oturuşunu düzeltip gitarı dizlerinin üzerine yasladı. Derin bir çektiğinde sol kolumu koltuğa dayayıp yanağımı avuç içime yasladım. Aramızda az bir mesafe vardı dizlerimiz birbirine değiyordu. Gözlerimi suratına dikmiş hiç çekinmeden her bir ayrıntısını inceliyordum. O ise parmaklarını tellere yerleştirdi ve gözlerini usulca örttü.

Parmaklarını gitar tellerine vurdu ve hiç bilmediğim bir parçayı çalmaya başladı. Gözleri kapalıydı sanki müziği hissetmeye çalışıyormuş gibiydi. Dudaklarını birbirine bastırıp mırıldandı.

"Resimsiz bir hikaye bu. Hiçbir zaman anlatılmamış, dile gelmeden yitip bitmiş. Masum bir aşk öyküsü değil, delice yaşanmış öyle bitmiş." Sesinin rengi büyüleyiciydi. Kırk yıl düşünsem senin bu denli güzel olacağını tahmin edemezdim. Telleri üzerinde gezinen parmakları hızlanmıştı. Kirpikleri titriyordu. 

"Kör eden büyük aşkları biraz bunu hak etmiş. Zarar vermiş çok incitmiş. Ama güzelmiş çok güzelmiş. En büyük hazineler bile bu kadar zengin değilmiş." Ben de ritme kendimi kaptırmış başımı sallıyordum. Sesinde hırçın bir tını vardı. Sanki müzik onu hırslandırıyormuş, duygularını canlandırıyormuş gibi bir izlenim yaratmıştı.

Sertçe yutkunduğunda adem elması şiddetle hareket etti. Yüzünde acı çektiğini açıkça belli eden bir ifade belirmişti. "Aşılmaz günah tepesi değil. Görenler hiç anlamamış. Şeytanları taşlamaktansa vazgeçirmişler onları." Nihayet gözlerini araladığında gözlerinin yeşili gözlerimi yakaladı. Nedense bedenimi bir ürperti almıştı. Bu söz onu anlatıyor gibiydi. Adeta Ateş'i tanımlamıştı. Evet evet bu söz tamamen Ateş'i anlatıyordu. 

Kendini kötü biri olarak yansıtıyordu ancak öyle değildi. Aslında son derece merhametli biriydi. Aşılmaz günah tepesi değildi o. Kimse onu anlamamıştı. Alt dudağımı ısırdım.

Ah, Ateş, ah...

"Artık benim değilsin. Yağmurlar yağsın, gökler delinsin. Artık benimle değilsin. Kör olası yalnızlık bu, seni kaybettim." Gözlerini kaçırdığında ben de gözlerimi gitara dikmiştim. Sesi çatallaşmıştı ve bu benim en sevdiğim şeydi. Birinin şarkı söylerken ses tonunun değişmesi bana şarkının duygusunu daha iyi hissettiriyordu.

"Bağışlanmamış bir aşk bu. Aklı tükenmiş gördüğünde. İşlediği günahları gibi ıssızca çökmüş üstlerine." Bakışlarım yüzüne tırmandı ama o bana bakmıyordu. Birkaç saniye sonra o  da gözlerini bana dikti. Gözlerinde daha önce hiç görmediğim bir ışıltı vardı.

"Kendi cennetine dönen katilmiş o." Sırıttığında gülümsedim.

"Sevmeyi unuttuğunu sanmış. Vurmuş içinde kalanları ama ölmemiş aşkları." dedi parmaklarını son kez tellere hızlıca vururken. Ve fısıldadı. "Seni kaybettim."

Gitarı kucağından indirip yere bıraktığında ona şaşkınca bakıyordum. "Sesinin bu kadar güzel olacağını düşünmemiştim." diye mırıldandığımda dudaklarını birbirine bastırdı. Sessiz kalmayı tercih etmişti. Gözlerimi kıstım yüzümü avcumdan kaldırdım. "Bu şarkıyı özellikle mi tercih ettin?"

Yüzünü buruşturduğunda zafer kazanmış bir edayla sırıttım. Cevabımı fazlasıyla almıştım. "Şarkının bazı sözlerinde seni gördüm." dediğimde alayla kaşlarını kaldırdı.

"Hangi sözlermiş o sözler?" Bu sorusuyla tam olarak emin olmuştum. Onu anlayıp anlamadığımı test etmek istiyordu. Sözleri söylediğimde red edecek, hiçbir alakasının olmadığını söyleyecekti. Ama ben emindim. Bu şarkıyı öylesine söylememişti.

"Aşılmaz günah tepesi değil. Görenler hiç anlamış." dedim donuk bir ses tonuyla. "Bu söz o kadar sensin ki Ateş. Bu şarkıyı sevmenin bir nedeni de belki kendinden bir şeyler görüyor olmandır." 

Dudakları alayla kıvrıldı. "Bu şarkıyı sevdiğimi söylemedim ki. Öylesine bir şarkı işte. Çok anlam yüklemeye gerek yok." dediğinde ona biraz daha yaklaştım. Gözlerimi gözlerine dikmiştim.

"Buna inanayım mı şimdi?" dediğimde gözlerini usulca kapatıp açtı.

"İnan."

Başımı iki yana salladım. "Her söylediğine inanmamam gerektiğini söylemiştin." 

Güldü. O da bana yaklaştığında burunlarımız birbirine değdi. "Doğru." dediğinde sıcak nefesi yüzüme çarpmıştı. "Yalan söylemeyi severim."

Dudaklarıma çarpık bir gülüş yerleştiğinde gözlerini kıstı. "Evet fark ettim." Gözleri hareket eden dudaklarıma indiğinde kesik bir nefes bıraktım dudaklarımdan. "Daha demin yalan söyledin."

Bakışları gözlerime çıktığında gülümsedim. O ise sessizliği tercih etmişti. "Aşılmaz günah tepesi olduğunu düşünmüyorum. Sana baktığımda dipsiz bir kuyuda olduğunu  görüyorum. Ne kadar uğraşırsam uğraşayım biliyorum ki seni o kuyudan çıkaramayacağım. Ama yanına inip seninle o kuyuda yaşayabilirim." Şaşkınlıkla yüzüme bakıyordu. Bu cümleleri kurmamı beklemiyordu. Bu cümleleri duymak ikimiz için de çok şaşırtıcıydı. 

Geri çekildiğinde yanlış bir şey söylediğimden şüphelenmiştim. Yanlış anlayabileceği bir şey söylememiştim. "Birkaç ay sonra gidecek biri için oldukça iddiali sözler bunlar." diye mırıldandığında gözlerimi kırpıştırdım. Ayağa kalktığında ileri doğru atılıp hızla koluna uzandım ve dirseğini yakaladım. Başını bana çevirdiğinde ben de ayağa kalktım ve tam önüne dikildim.

Dirseğindeki elimi bileğine indirdim ve karakolda tuttuğum gibi tuttum. Sanki parmak uçlarım bileklerine masaj yapıyormuş gibi... "Eğer..." Sertçe yutkunduğumda sorarcasına gözlerimin içine bakıyordu. Bense aklımdaki cümleleri toparlamaya çalışıyordum. "Eğer kalmamı istersen, gitme dersen... Kalırım." 

Şaşkınlıkla tek kaşını kaldırdığında bileğini bıraktım. "Anlamadım." dediğinde derin bir iç çektim.

"Diyorum ki. Kalmamı istersen her şeye rağmen kalırım yanında." 

"Neden?"

Bunun cevabını ben de bilmiyordum. Dilimle alt dudağımı ıslattım. "Bilmiyorum." Bakışlarımı kaçırdığım esnada onun da sertçe yutkunduğunu duyabilmiştim. Birkaç adım attığımda ayaklarımız birbirine değiyordu. Elini belime yerleştirdiğinde parmak uçlarımda yükselip ellerimi omuzlarına koydum.

Nefeslerimiz birbirine karışıyordu. Bakışlarımız bizi delip geçiyordu kelimenin tam anlamıyla. Dudaklarımız birbirine yaklaştığında gözlerini usulca kapattı. Bu yaptığımız ne kadar doğruydu bilmiyordum ama umurumda değildi. Anı yaşamak istiyordum. Ben de gözlerimi kapattım.

Burunlarımız birbirine değdiğinde dudaklarım istemsizce kıvrılmıştı. Sıcak nefesi dudaklarıma çarpıyor, adeta okşuyordu. Dudaklarımız birleşeceği esnada sıçrayarak geri çekilmemizi sağlayan şey Ateş'in çalan telefonu olmuştu. Kalbim deli gibi atıyordu, geri çekildim ve gözlerimi araladım. Ateş de gözlerini açmıştı. Kolu hâlâ belime sarılıydı. Başımı omzuna yasladığımda Ateş cebinden telefonunu çıkardı. 

Güntaç arıyordu. Ateş homurdanarak telefonu açtı. Ben de omuzlarındaki ellerimi indirip beline doladım kollarımı. "Efendim Güntaç?" diye sorduğu esnada ben başımı omzuna yaslamış onu izliyordum. Bakışlarım kirli sakalında geziniyordu. "Acil mi?"

Bir süre karşı tarafı dinledi sessizce. Kaşları çatılmış yüzünde ciddi bir ifade belirmişti. Ne konuştuklarına odaklanamıyordum. Atan kalbimin sesi yüzünden hiçbir şey duyamıyordum. Eğer Güntaç aramamış olsaydı... 

"Taş eve gelin. Biz de yola çıkarız birazdan." dedi kararlı bir ses tonuyla. Hiçbir şey söylemeden telefonu kapatıp cebine attığında kollarımı belinden çektim. Yavaşça belimi bıraktığında geri çekildim ben de.

"Gidiyor muyuz?" diye sorduğumda başımı salladı. "Ne oldu?"

"Bilmiyorum. Güntaçlar da merkezdeymiş. Eve gitmemiz gerekiyor. Sanırım bir sorunumuz var." dedi. Bakışlarından bir şeyler düşündüğünü anlayabiliyordum.

Peruğumu ve lenslerimi taktığımda Ateş de kasketini ve gözlüğünü takmıştı. Çıkmak için hazırdık. Bizi evde bekleyen sorunu merak ediyordum doğrusu.

----

Asya sessiz sakince salonunda sigarasını içerken Semih panikle içeriye girdi. Asya bakışlarıyla onu süzüyordu. Semih Asya'nın haberleri duymadığını sakinliğinden anlamıştı. Asya tek kaşını kaldırdığında Semih sesli bir şekilde yutkundu. "Ne oldu Semih?" diye sorduğunda Semih bunu nasıl anlatabileceğini düşünüyordu. "Bir şey mi oldu? Yoksa içeri apar topar girmek gibi bir huy mu edindin kendine?"

"Asya bir şeyler oldu." dediğinde Asya sakinliğini korumaya devam etmişti.

"Onu anlayabiliyorum." dedi Asya parmakları arasındaki sigarayı dudaklarına götürüp sigaradan içine çektiği havayı ciğerlerine gönderirken. "Ne oldu da dut yemiş bülbüle döndün?"

Semih ellerini panikle hareket ettirip ortadaki sehpanın üzerinde duran televizyonun kumandasını aldı. "Ben anlatamıyorum. En iyisi siz izleyip görün." dediğinde Asya sigarasını sehpanın üzerindeki küllüğe bıraktı.

"Eğer aldığım sakinleştiricilere güvenip beni sınıyorsan yapmamanı öneririm. Çünkü sinirleniyorum artık." dediğinde Semih başını sallayıp televizyonu açtı. Haber kanallarından birinde durdu.

Birkaç saniye sonra Derin'in videosu ekranlara verildi. Asya sessiz ve ifadesiz bir şekilde haberi izledikten sonra Semih televizyonu kapattı. Asya hiçbir tepki vermeden sigarasını tekrardan parmakları arasına aldı. 

Asya'nın hiçbir tepki vermemiş olması Semih'i gerçekten şaşırtmıştı. Yoksa aldığı sakinleştiricilerin etkisinde miydi Asya? Neden sessiz kalmıştı? Onun tanıdığı Asya şimdi ortalığı ayağa kaldırmıştı. "Neden bana öyle bakıyorsun Semih?" diye sordu Asya sırıtarak. 

"Asya iyi misin sen?" diye sordu Semih merakla.

Asya kafasını salladı. "Evet. Kötü mü duruyorum?" 

Semih yutkundu. Neler döndüğünü anlamaya çalışıyordu. Asya'nın bu olayı bu kadar sakin karşılayacağını hiç düşünmemişti videoyu ilk gördüğünde. Nasıl oluyor da bu kadar sakin duruyordu?

"Asya sen daha düne kadar bu şirket için Derin'in peşine adam taktın. Ölsün de şirketin başına geçeyim diye. Yanlış mı hatırlıyorum ben?" dediğinde Asya sırıttı. "Kız şirketin başına geçmiş bir de üstüne üstlük seni yönetimden çıkarmış ve sen tepkisizce sigaranı yudumluyorsun öyle mi?"

Asya biten sigarasını küllüğe bastırıp söndürdü ve bıraktı. "Semih nasıl oluyor da yıllarca benim yanımda çalışıp beni gram tanıyamamış oluyorsun." dediğinde Semih'in kaşları şaşkınlıkla havaya kalkmıştı.

"Yani?"

"Sence ben arkamı sağlama almadan ipleri bu kadar kolay bırakır mıyım? Hele o küçük velede bu kadar çabuk yenilir miyim?" diye sorduğunda yüzünde büyük bir sırıtış belirmişti. "O şirketin artık benim için hiçbir değeri yok. Elimde daha büyük bir şey var."

Semih gözlerini kısmış sinsi kadını süzüyordu. "Nasıl oluyor da hep bir adım önde oluyorsun?" diye sorduğunda Asya keyiflenmişti. Dudaklarından şuh bir kahkaha döküldü.

"Buna zeka derler." dediğinde Semih derin bir iç çekti.

"O zaman Derin ve Ateş'i öldürme planını rafa mı kaldırıyoruz?" diye sorduğunda Asya'nın kaşları çatıldı. Anında ciddileşti ve kollarını göğsünün altında topladı.

"Sana öyle bir şey söylemedim." dediğinde Semih gözlerini kıstı.

"Ama şirketi zaten devraldı. Daha ne?"

"Ben onları öldürmezsem onlar beni öldürecek. Anlamıyor musun?" dedi nefretle. Sesi odada yankılanmıştı. "Cenk'in halini görmedin mi? Oyun oynuyor gibi bir halimiz mi var?"

Semih sustu.

"Emir daha Güntaç'a ulaşamamış mı?" diye sordu Asya merakla Semih'e bakarken. Semih başını salladı.

"Güntaç yine ininde gizlendiği için çocuk hala pusuda. Yerini öğrenir öğrenmez döner merak etme." dediğinde Asya dudaklarını büzdü.

"Ya dönmezse?" diye sordu kıvırcık saçlarını eliyle düzeltirken.

"Gidecek başka yeri yok. Mecbur dönecek." dedi Semih ceketini düzeltirken.

"Umarım yanılmıyorsundur Semih." diye mırıldandı Asya. "Umarım. Şimdi çık."

Semih başını sallayarak salondan çıktı. Asya bacaklarını koltuğa uzattı ve televizyonu açtı. Ahmet'in ölüm haberi için gün sayıyordu.

---

Selammm. Ben geldim. Nasılsınız?

Güntaç ve Gökçe'yi seviyor musunuz?

Sizce iddiayı kim kazanır? Güntaç mı? Gökçe mi?

Ateş'in önceden bir ilişkisi olması... :D (BU İYİ BİR GÜLÜCÜK DEĞİL, HABERİNİZ OLSUN :D)

Emir sizce kurtuldu mu dersiniz? Emir'in böyle yapacağını düşünmüş müydünüz?

Ateş Emir'e ne tepki verecek dersiniz?

Ateş'in vasiyeti hakkında ne düşünüyorsunuz? (fotoğraf, video olayı)

Ateş'in kendini aştığını ve yaralarını daha çok gösterdiğini düşünüyorum. Siz ne düşünüyorsunuz?  Onu birazcık anlayabildiniz mi?

Sizce Nefes'in düşündüğü gibi Ateş o şarkıyı kasten mi seçti?

Ateş ve Nefes birbirine yakınlaşıyor mu dersiniz?

İlk öpücüğü alıyorduk tüh Güntaç aramasaydı :D Nasip değilmiş... 14 bölümdür öpüşemeyen AtNef :)

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum. Kendinize iyi bakın.

Sizi çok seviyorum.

YN: Aslında bu konuda konuşmayı hiç istemiyorum ama yine de yazmak istedim. Aylardır yerimizde sayıyoruz. Hep aynı kitleyle hareket ediyoruz. Büyüyebilmek adına desteğinize ihtiyacım var. Daha fazla kişiye ulaşabilmek için oy ve özellikle de yorumlarınıza ihtiyacım var. Arkadaşlarınıza da önerebilirsiniz. Şöyle ki bir hikaye bittikten sonra büyümez. Çünkü aktiflik düşer. Ve kitabımızın bitmesine 16 bölüm kaldı. Sadece aktifliğin artmasına yardımcı olmanızı istiyorum. Sıralamada yükselebilmek adına ❤

Continue Reading

You'll Also Like

ZEMHERİ By yudumsucan

General Fiction

39.3K 2K 9
Zemheri babası tarafından zorla evlendirilen bir kızdı. Akay ona yıllarca aşık bir adamdı. Zemheri Akay'ı sevecek mi?
Zeynep By Jutenya_

General Fiction

554K 38.9K 34
Güzeller güzeli Zeynep... İki adam ve bir kadın. Afran'ın mutlu olmak istediği tek masal prensesi Zeynep'ti. Zeynep'in masalında aşık olduğu prens...
779K 44K 37
Evin ise yediği tokatın şiddetiyle yere düşmüştü. Dudağının kenarı yeni bir darbe alırkende Kazım Ağa saçlarından koparırcasına tutup Evin'i kaldırmı...
60.1K 3.8K 14
Unutulmuş bir kadın, Yüzbaşı Hazal Unutulmuş. [Kurgudaki kişi ve olaylar tamamen hayal ürünü olup hiçbir kurum ve kuruluşlarla alakası yoktur]