Geçmişin Mezarı (Tamamlandı)

By selinselne

147K 13K 5.1K

~Wattys2021 Gizem/Gerilim kategorisi kazananı~ *Yetişkin içerik!* -Ağırlıklı olarak polisiye, romantizm, giz... More

GM | TANITIM
GM | Yazardan Not
GM | 1 | Bilinmeyen
GM | 2 | Teklif
GM | 3 | Zaaflar ve Sınırlar
GM | 4 | Sıfırdan
GM | 5 | Kâbusların Pençesinde
GM | 6 | Korkunç Kanıtlar
GM | 7 | Ölüm Seremonisi
GM | 8 | Soruşturma
GM | 9 | Kaynağı Belirsiz Bir Ses
GM | 10 | Çarmıhın Dört Bir Yanı
GM | 11 | Gizlenmesi Mümkün Olmayan
GM | 12 | Geçmişin Arkasına Saklanan Ölüler
GM | 13 | N ve R
GM | 14 | Raven Mâlikanesinin Ölü Tarafı - 1. Kısım
GM | 16 | Gömülen Sırlar
GM | 17 | Geçmişten Gelen
GM | 18 | Mezarların Nefesi
GM | 19 | Araf
GM | 20 | Mezarı Kazılan Kadın
GM | 21 | Geçmiş, Şah Damardan Daha Yakın
GM | 22 | Lanetli Soy
GM | 23 | Ölüm Silsilesi
GM | 24 | Cehenneme Ramak Kala
GM | 25 | Ölümle Baş Başa
GM | 26 | Bir Günlüğüne...
GM | 27 | En Büyük Korku
GM | 28 | Kambur Kadın
GM | 29 | Tünellerde Gezinen Belirsiz Adımlar
GM | 30 | Siyah ve Beyaz
GM | 31 | Gri
GM | 32 | Ölümlülerin Cesetleri
GM | 33 | Nefessiz
GM | 34 | Geçmişten Bir Tutam Sır
GM | 35 | Ölüm Dansı
GM | 36 | Dolunay
GM | 37 | Kurban
GM | 38 - Final | Kimse Göründüğü Gibi Değildir
GM | Yazardan Not

GM | 15 | Raven Malikânesinin Ölü Tarafı - 2. Kısım

2.2K 306 90
By selinselne

Selam ballar! Uzun zamandır bölüm atmıyordum; kitabı bitirip tüm bölümleri düzenlemeye aldığım için. Artık ardı ardına bölümler atmayı düşünüyorum ama hadi hayırlısı.

Keyifli okumalar ve öpücükler! :*

Ellerimi duvara dayayıp delikten içeriye daha ayrıntılı baktım. Burası bir koridordu. Malikânenin koridorlarından biri olduğu çok açıktı ama hangisi olduğunu bilmiyordum. Yüksekliğe bakılırsa içerideki duvarda, tabloların asılı olduğu konumdaydım. Mantığımı çatıştırıp karşıdaki kapının numarasını görmeye çalıştım.

"Kuzey, altı numaralı oda tam olarak hangi konumda yer alıyor?" diye sordum.

"Doğu kanadında birinci katta," dedi merakla. "Neden, ne oldu?"

"İndir beni," dedim kısaca.

Belimden kavrayıp beni kucağına aldı ve dikkatli davranarak bedenimi yere bıraktı. Pantolonunun önüne sıkıştırdığı fenerini tek hamlede çekip aceleyle yürümeye başladım.

"Neler oluyor, Dedektif?" diye sordu ısrarla.

Hızla duvarları inceleyerek başka delik olup olmadığına baktım. "Sabret, Bilinmeyen."

Geçtiğim iki koridor sonrasında bir delik daha gördüm. Ancak bu diğeri gibi yukarıda değil, göğüs hizasında kalıyordu. Feneri yeniden Kuzey'e uzatıp deliğe doğru eğildim. İçeriye baktığımda gördüğüm manzarayla şoka uğramıştım. Şaşkın bir nida çıkarttığımda Kuzey'den sabırsız bir nefes sesi işitmiştim.

Nehir ile Gabriel... Hangi oda olduğunu tahmin etmekte zorlandığım bir odada öpüşüyorlardı.

"Neden bu-"

Hızla geriye çekilerek elimde Kuzey'in dudaklarını kapattım. Kaşları çatılmıştı.

"Delikler evin içini gösteriyor," dedim kısık bir sesle. "Odada birileri var, bizi duyabilirler."

Parmaklarını bileğime sarıp elimi, yüzünden indirdi. "Kim?"

Soğukkanlılıkla yüzüne baktım. Kardeşinin Gabriel'le bu kadar yakın olduğunu bilmek istemezdi. "Önemli değil, Eric'le Robin amca muhabbet ediyor."

Dudakları arsızca yukarıya kıvrılırken yüzüme yaklaşıp burnumun dibinde durdu. "İnan bana, yalan söyleme konusunda kusursuzsun, hatta senden daha iyi manipüle ustası görmedim Dedektif, ama atladığın bir nokta var; detaylar... Robin amcanın kahvaltıdan sonra acil bir işi çıktı ve sen bunu bilmiyorsun."

Ciddiyetimi bozmadan yavaş yavaş başımı iki yana salladım. "Pekâlâ, Nehir'le Gabriel var odada ve... Görmemen daha iyi."

Kaşları çatılsa da sinirli durmuyordu. Geriye çekilerek deliğe meraklı bir bakış attı. "Artık buna alıştım," diye birkaç kelime geveledi, kardeşi adına utandığını belli etmekten çekinmezken. "Neyse ne... Bu delikleri kimin açtığını bilmiyorum ama birilerinin kullandığı aşikâr."

Bileğinden yakalayıp duvarın yanından uzaklaştım. "Haklısın ve bu durumda cinayeti çözebiliriz," dedim netçe. "Linda'nın öldürüldüğü odayı birileri gözetlemiş olabilir. Ayrıca aklımda çok kötü bir ihtimal var." Aniden durdum ve ona döndüm. "Olivia'nın söylediklerini hatırlıyorsun, değil mi?"

"Bayan Norris'in ortadan kaybolması..." diye fısıldadı.

Başımı sallayarak elimdeki feneri etrafa tuttum. "Demek ki Olivia haklı, burada bir yerlerde Raven Malikânesinin içine açılan kapılar olmalı."

"Kesinlikle," dedi ve yürümeye devam etti.

"Bana dün gece mezarlıktayken bahsettiğin, ölen aile üyelerinin defterleri nerede duruyor?" diye sordum başka bir konuya geçiş yaparak.

"Çatı katındaki arşiv odasında ama kilitli..." dedi, bir an duraksadı. "Kilitli diyeceğim ama senin her kapıyı açabildiğini unutuyorum," dedi kendi kendine.

Sessizce güldüm. "Detaylar çaylak, detaylar," dedim az önce bana yaptığı imanın aynısını yaparak. Sonra da etrafıma bakınıp sağdaki koridora döndüm. "Akşam arşiv odasının kapısını açacağım ve sen de gidip 'NR-1' koduna uygun 1661 tarihinde ölmüş aile üyesinin defterini bulacaksın. Ben de kütüphaneye ineceğim ve orayı inceleyeceğim."

"Seni oraya yalnız başına göndereceğimi mi sanıyorsun, Nora Raven?"

Çatık kaşlarla yüzüne baktım. Ciddi tavrından ödün vermeyerek karşıya bakıyordu. Ancak aniden gördüğü şeyi garipsediğinde ben de gözlerimi karşıya çevirdim ve baktığı yöne baktım.

Merdiven... Dönerek yukarıya kadar uzanan, eski bir merdiven inşa edilmişti duvarın kenarına. Yanındaki duvarda da uzun bir kol duruyordu.

"Nereye çıkıyor sence?" diye sordu.

Kuzey'in önüne geçip, "Elbette malikânenin bir üst katına," dedim.

Sonra da pantolonun bel kısmına parmaklarımı soktum ve pantolonu kendime doğru çektim. Kuzey'se ne yapmaya çalıştığımı anlamaya çalışıyordu. Ciddi ifademden ödün vermeden elimdeki feneri Kuzey'in pantolonun bel kısmına yerleştirdim. "Gece, odanda buluşacağımız zaman..." dedim yüzüne yaklaşarak. "Yani ben kütüphaneden dönerken... Sana bel kemerini getiririm, Bilinmeyen."

Yeşil gözlerinden kısa bir anlığına geçen çapkın ve arsız bakışı yakalayabilmiştim. Fakat o, hızla ciddileşmişti.

Omuz silktim ve Kuzey'e arkamı dönerek merdivenin yanındaki tutamaç gibi duran demir kola yaklaştım ve aşağı indirmeyi denedim. Kol, eski olduğundan dolayı biraz zorlasa da aşağı inebiliyordu. Ancak kuvvet gerekliydi. Bir şey, kolun inmesini engelliyor gibi duruyordu.

Kuzey, bedenimin iki yanından kollarını uzatarak demir kolu tuttu. Rahatlıkla aşağı indirdiği sırada saçlarıma vuran nefesini ve sırtıma değen göğsünü hissedebiliyordum. Ancak şu an dikkatimi çeken başka bir şey vardı. Kuzey kolu indirdikçe merdivenin altından bir kapak açılıyordu.

"Kolu tutmaya devam et," diyerek eğildim ve Kuzey'in kollarının arasından çıktım. Bu sefer kendi fenerimi kullanıp açılan kapaktan içeriye baktım. Bu kapağın aşağısından da bir merdiven iniyordu. "Kol kendi başına duramıyor mu?"

Demir kolu birkaç kere aşağı doğru zorlamayı denedi. "Hayır, tutulması lazım."

Aklımdaki B planıyla kapağın arasında sıkıştırabileceğim herhangi bir nesne aradım ama yoktu. Tek başıma gitmekten başka seçeneğim kalmamıştı.

"Şimdi, ben aşağı ineceğim ve etrafa bakacağım. Sen de, ben indikten sonra üst kata çıkıp orayı inceleyeceksin. Tam olarak yirmi beş dakika sonra geri gel ve kapağı yeniden aç."

Kaşları çatılırken kapağın kolunu bırakmaya yeltendi. Tereddüt bile etmeden sağ kolumu kapaktan içeriye uzattığımda Kuzey, kolum arada kalmasın diye, hızla kapağın kolunu yakalamıştı.

"Dedektif!" dedi hiddetle. "Şu pervasızlığından vazgeç. Aşağıda ne olduğunu bilmiyoruz, tek başına inemezsin!"

Kolumu kapaktan içeride tutmaya devam ederken diğer elimle kemerimdeki kalemi, mürekkep silmeye yarayan mendili ve pusulayı çıkarttım. "Bunları sana bırakıyorum. Gittiğin yolları işaretle ve geri dönerken iz bırakmamak için sil; kimsenin bu gizli koridorları keşfettiğimizi anlamaması lazım. Pusulayla yönünü takip edebilirsin, şu an merdivenin yönü batıya bakıyor," diye açıkladım. "Fazlasıyla dikkatli davran, gördüğün ve bana göstermek istediğin her şeyin fotoğrafını çek. Ayrıca ne olduğunu anlamazsan bakış açını değiştir."

Bacaklarımı kapaktan içeriye sarkıttığım sırada öfkeyle, "Nora!" dedi. Adımla seslendiği zamanlar ister istemez geriliyordum. Fakat şimdi onu dinlemenin sırası değildi. "Bu evde bir katil var! Tek başına asla gidemezsin! Çık şuradan dışarı!"

Başımı sallayarak merdivenlerden birkaç basamak aşağı indim. "Haklısın, Bilinmeyen. Ve bir an önce katili yakalamamız gerekiyor. Yirmi beş dakikan var."

Feneri karanlık olan merdivenlere tutarken aşağı inmeye başladım.

"Sana geri dön dedim ve ben bir kere söylerim! Hemen buraya gel, Dedektif!"

"Kararları ben veririm, sen değil!" dedim sertçe. "Ayrıca yirmi dört dakikan kaldı, zaman kaybetmek istiyorsan senin tercihin."

Sinirden dişlerini sıktığını görebiliyordum. Anlaştık mı, der gibi tek kaşımı kaldırdım. Hiçbir tepki vermedi Kuzey. Sabrı buraya kadar olmalıydı.

"Yirmi dört dakika," dedim ve merdivenden aşağı doğru hızlı adımlar attım.

Ardımda kalan kapağı aniden kapattı Kuzey. Ona sert çıkışmak istemesem de koyduğum kurallara uyması gerektiğini anlayacaktı. Ekip işlerinde yalnızca birinin sözü geçerdi zira diğerlerinin de fikri işin içine girerse zaman kaybı yaşanır, kaos ortamı oluşur ve kanıtlar arka planda kalırdı. Bu, kati ve çiğnenmemesi gereken en mühim kuraldı.

Derin bir nefes aldım. Kapak kapanınca merdiven oldukça karanlık bir hâl almıştı. Temkinli adımlarla etrafıma bakınmayı sürdürdüm. Uzun bir süre dar olan döner merdivenden inmeye devam ettim ama en nihayetinde merdiven bitmişti. Neredeyse altı yedi kat aşağı inmiştim. Saydığım merdiven basamaklarından yola çıkarak varmıştım bu kanıya.

Şimdi ise karşımda uzun bir koridor çıkmıştı. Etrafım fazlasıyla sessizdi ve hafiften esinti vardı. Burası herhangi bir çıkışa açık olmalıydı. Çünkü rüzgârın gelebileceği bir alan lazımdı. Yürüdükçe de esinti artıyordu.

Çıktığım koridora bel kemerimdeki yedek kalemimle bir işaret bırakıp sağdaki koridora döndüm. Sol taraftakine girmek istemiyordum. İçimden bir ses sağdan ilerlememi söylüyordu. Zaman kaybetmemek için koşarcasına adımlar attığımda boş bir alana varmıştım.

Bulunduğum yer geniş bir odayı andırıyordu ve karşımda duran kapıdan turuncu ışık yayılıyordu. Aniden aklımda çakan şimşek bir detayı fark etmeme neden olmuştu. Asansör boşluğu Nora!

Evet, asansör boşluğunun altından da turuncu ışık geliyordu. Karşımdaki kemerli kapıdan içeriye girdiğimde yerdeki küçük spot ışıklarından turuncu bir ışık yayıldığını gördüm. Üstüme baktığımda ise asansörün olduğunu görmüştüm. Demek ki burası salı günü asansörün üstünden aşağı baktığımda gördüğüm zemin kattı. Tam da tahmin ettiğim gibi asansör metrelerce üstümde duruyordu. Yani, malikânenin oldukça altında, yerin dibindeydim. Korkuyor musun yoksa Dedektif?

Korku benden uzaktaydı. Ama bildiğim diğer şey, Kuzey'in telefonunu buraya düşürdüğümdü.

Fenerimle Kuzey'in telefonunu aradığım sırada arkamdan adım sesleri duyar gibi oldum. Hızla arkamı dönüp feneri geldiğim alana tuttum. Kimse yoktu. Aklım karışıyor olmalıydı. Bence yanılmıyorsun Nora... Garipten sesler duyacak kadar paranoyaya sahip değilsin, git bak.

Umursamadım. Yeniden asansör boşluğuna dönerek telefonu aramaya devam ettim. Kenarda hafiften parlayan bir şey gördüğümde merakla o yöne gittim. Duvarın köşesine.

Yere eğilip elimle toprağa dokununca parlayan şeyin telefonun ekranı olduğunu anlamıştım. Kumların altına gömülmüştü. Kumlar duvarlardan veya yukarıdan düşüyor olabilirdi.

Telefonu elime alıp bu alandan ayrılmak için arkamı dönüğüm an...

Durdum. Bu da neyin nesiydi?

Duyduğum adım sesleri hafif bir koşturmaya dönüşmüştü. Sanki birileri dışarıdaki alanda koşturuyor gibi bir ses. Sırtımı duvara yaslayarak girdiğim kapıya doğru adımlar attım. Başımı kenardan çıkartıp baktığımda yine kimseyi görememiştim. İhtimallerim üst kattan gelebileceği yönündeydi ama yine de emin değildim. Etrafa bakmayı sürdürürken geniş alana çıktım ve geldiğim yöne geri döndüm.

Sırtımdaki ürperti hissi geçmiyordu. Takip ediliyormuş gibi bir izlenime sahiptim ama her seferinde aniden arkama baktığımda koca bir karanlıkla karşılaşıyordum. Daha fazla beklemenin boşa zaman kaybettireceğini düşündüğüm için adımlarımı hızlandırdım.

Geldiğim köşeden döndüğümde aniden karşıma çıkan şey beni afallatmıştı. Burada, üç farklı tünel daha vardı. Hayır, yanlış gelmiş olamazdım. Geri dönüş yolunu aynı şekilde takip etmiştim. Kalemle işaretlediğim duvara bakınca içimdeki endişe büyümüştü. İz, duvarda yoktu.

Olduğum yerde dönüp girdiğim tünel ve diğer üç tünelle beraber toplam dört tünelin ortasında bekledim. Burası artı şeklindeki dört tane tünel girişine ait bir alandı. Karmaşıktı. Aklım allak bullak olmuştu. Dönüp durdukça aklım daha çok karışıyordu.

"Kendi kendine ortaya çıkan tünellerin olduğu bir malikânede yaşıyorum," dedim kendi kendime. "Sadece bir cinayetin işlenmesi bile mucize..."

Elimdeki telefonu cebime sıkıştırarak derin bir nefes aldım ve nefesimi tuttum. Sakin ol ve mantıklı düşün Nora, bu tünellerde sıkışacak kadar aptal değilsin.

Evet, zaten sakindim. Tek yapmam gereken şey ipuçlarını takip etmekti. Asla panik yapma, zaman kaybedersin.

"Panik yapmıyorum!" dedim sitemle. "Sakinim... Sakinsin."

Ben senin hissettiklerini dillendiriyorum...

Dişlerimi sıktım. Sonra da kolumdaki saate baktım. Tamı tamına yirmi üç dakika geçmişti ve eğer Kuzey'in başına bir şey gelmediyse birazdan merdivende olurdu.

Sakince ortada durdum. Dört yola ayrılan karanlık geçitlere sırayla fenerimi tutarak baktım. İlk izini süreceğim şey yerdeki kumdu. Ayakkabılarımın izi kumlara mutlaka kazınmış olmalıydı. Tünellerden birine girerek yeri inceledim; iz yoktu. Dışarıya çıkıp ortadaki alana geldim ve bu tünelin girişine kalemimle çarpı koydum. Diğer iki tünele de aynı şeyi girdikten sonra hiçbir sonuç olmadığını fark ederek son tünele girdim.

"İmkânsızı yaşıyor olabilir miyim?" dedim kendi kendime.

Burada da ayak izim yoktu. Oysaki birinden birinde mutlaka ayak izimin olması gerekiyordu; keza az önce bu tünellerin birinden çıkmıştım.

"Saçmalıyorum..." dedim gözlerimi kapatarak. "İz sür Nora... İz."

Dikkatle yere baktım ve karşımdaki tünele girerek attığım adımların kumda çıkarttığı izleri takip ettim. Fakat kum izi tutmuyordu; hatta izleri siliyordu. Kör olacak kadar yaşlandığını düşünmüyordum aslında Nora, yanılmış olabilir miyim?

"Hayır... Gerçekten kum izleri siliyor," dedim çatık kaşlarla.

Sonra da yere eğildim ve parmaklarımla kuma dokundum. Yapışkan, yumuşak bir dokuya sahip... Çocukların oynadığı oyun kumuna benziyordu ve ben böyle bir kumun varlığını bilmiyordum bile.

Birdenbire işittiğim adım sesi sağımdaki tünelden yankılanmıştı. Hızla feneri oraya tuttum. Hiçbir şey yok... Ya da hiç kimse...

Nefesimi kontrol etmekte zorlansam da henüz panik yapmak için çok erkendi.

İkinci izini süreceğim şey rüzgârdı. Buraya gelirken girdiğim tünel esintiye sahipti. Eğer esintinin geldiği yönü bulursam, o yönden geri dönebilirdim. Cebimdeki çakmağı çıkartarak sırayla tünellerin içine tuttum. İşte bu daha kötüydü. Tünellerin biri hariç diğer üçünden rüzgâr geliyordu. Yani gidebileceğim net bir yön yoktu.

Çakmağı cebime sıkıştırarak ellerimle yüzümü sıvazladım. Ne yapacaktım?

Acil durumlarda aklıma gelen B planını kurmuştum; Kuzey'in telefonunu cebimden çıkartıp açmaya çalıştım. Çalışıyordu... Fakat şebeke bu kadar yer altındayken tabii ki çekmezdi. Kilidi kaydırıp ekranı açınca karşıma, o gün asansör boşluğundayken çektiğim video çıkmıştı. Telefonun ekranı kırık olsa da izlenebilecek seviyedeydi. Şarjına baktığımda çok az kaldığını gördüm ama telefondaki pusulaya bakmam için yeterliydi.

Pusulaya girmek için telefonun ekranına dokunmaya çalıştım. Fakat işe yaramıyordu; ekran kırık olduğundan dolayı gerçekleşen tek eylem, videonun başlatılmasıydı. Merakla videoya baktım.

Videoda uzun bir süre sadece turuncu ışık görünüyordu. Ancak sonra telefon, kamerası yukarıya bakacak bir şekilde aşağı düşmüştü. Kamera çatlamıştı ve görüntü kırık bir biçimde çekilmeye devam ediyordu. Kameranın perspektifinden dolayı üst kattaki asansörün aşağı inip yukarıya çıktığını görebiliyordum. Videoda işe yarar bir şey olmadığını anladığımda videoyu kapatmaya karar vermiştim.

Sonra... Telefondan ani bir hışırtı duyuldu. Kaşlarım çatılırken videoyu izlemeyi sürdürdüm. Fakat karşıma çıkan görüntü... Hayır... Bu kadarı da fazlaydı. Gerçek olamayacak kadar fazla...

Telefondaki videoyu hızla kapatıp nefes nefese etrafıma bakındım.

Videoda yüzü net olarak görünmeyen siyahlar içindeki bir kadının ekrana baktığını görmüştüm. Devamını izleyememiştim. Lakin o kadın her kimse burada olmalıydı. Bu geçitlerdeydi o... Benimle beraber... Ayak sesleri... Değişen tüneller...

Sakin olabilmek için ellerimi saçlarımdan geçirdim. Bilinmezlik beni çıldırtıyordu.

Nefes seslerim tünel duvarında yankı yaparken, "Kim var orada?" diye var gücümle bağırdım. "Her kimsen karşıma çık! Hadi!"

Hiçbir cevap ya da ses gelmiyordu.

O an... Arkamdaki tünelden bir kırılma sesi duydum. Tüylerim diken diken olurken hızla arkamdaki tünele girdim. Feneri önüme tuttum ve koşarak ilerlemeye başladım. Neyle karşılaşacağımı bilememek beni hem heyecanlandırıyor hem de kendine çekiyordu.

Ayağım aniden bir şeye takıldığında bileğimde hissettiğim keskin acıyla yere yuvarlanmıştım. Fener elimden yuvarlanıp gitti. Ve karanlık... Boğucu, sessiz, yalnız bir karanlık.

Ayak bileğimdeki sızı... Bir sıyrık acısı mıydı bu? Ya da yanık sızısı?

Ellerimle yerin zeminini yoklayarak duvara dokundum. Sırtımı duvara yaslayıp cebimdeki çakmağı ve telefonu çıkarttım. Telefondaki video yarıda durdurulmuş bir şekilde ekranda duruyordu. Aniden karşıma çıkan surat beni cezbetmişti.

Hiçbir şeyi umursamadan ekrana daha yakından baktım. Neydi bu? Siyahlar içindeki sıradan bir kadına benzese de aslında bir canavarı andırıyordu. İncecik... Zayıf ve kemikli... Hayır, rüyalarımdaki Kambur Kadın'dan çok daha farklıydı. Ruhani bir varlık denemezdi. Ama insan da değildi.

Yaratıktı. İnsanlıktan hayvanlığa evirilmiş bir yaratık. Merakla videonun devamını izledim. Ekrana yaklaştı siyahlar içindeki yaratık. Her yanı yırtık elbisesi rahibeleri andırsa da aslında üstüne tam oturmayan basit bir kumaş parçasını giymişti.

Yara içindeki suratı... Şişmiş alnı ve aşağı doğru kaymış olan sol gözünün altındaki koca yarık onu hayvani bir varlığa benzetiyordu.

"Kimsin sen, ne işin var burada?" dedim istemsizce.

Sorularım cevapsız kalıyordu. Telefonu bırakıp karanlıkta etrafıma bakındım. Sessiz ve kimsesiz...

Ayak bileğim aniden sızlayınca dudaklarımı ısırarak bileğimi kontrol ettim. Canım yanıyordu. Ama bileğimin durumu daha kötüydü; boydan boya kesilmişti. Testinin kırık parçaları kesmiş olmalıydı, kesik yarası kabarmış, sanki iltihaplanmışım gibi şişmişti. Bu, normal değildi. Ve daha kötüsü, gitgide şişiyor, yürüyemeyeceğim bir şekle bürünüyordu.

Ne yapacağımı bilemezken feneri bulabilmek için telefonun kısık ekran ışığını yere tuttum. O an gördüğüm şey beni şaşırtmıştı. Yerde kırılmış bir testi duruyordu. Az önce kırılan ve bileğimi kesen testiydi bu.

Aceleyle testi kırıklarına yaklaştım ve içine baktım. Oldukça yapışkan görünen sarı renkli bir sıvı dökülüyordu testiden. Ne olduğunu anlayabilmek için parmağımı daldırdığımda hissettiğim yanma yüzünden acıyla inledim. Bu da neydi böyle?

Arkamdan bir fısıltı duyduğum an gözlerim o yöne döndü. Kalbim deli gibi atıyordu ama karanlıktan başka bir şey göremiyordum. Bilinmezlik... En büyük korkumla baş başaydım. Delirmek üzereyken nefesimi tutarak gözlerimi kapattım. Aklını toparla Nora, zekânı kullan! Sen bir dedektifsin!

Gözlerim karanlığa alışamıyordu. Karanlık bilinmezdi. Karanlık ürkünçtü. Annemin beni odaya kapattığı zamanları hatırlayınca nefeslerim hızlanmıştı. Panikle sesli nefesler aldım. Hayır, şimdi hiç sırası değildi; panik ataklarımın sırası değildi. Telefondan şarjın bittiğine dair ritimli bir ses duyduğumda anında kendimi toparladım. Evet... Ritim. Duvarlardaki titreşimlerin yarattığı ritimleri dinleyebilirdim.

Kendimi kontrol altına aldım ve sakinleşmek için birkaç nefes alıp verdim. Telefonu hızla cebime sıkıştırarak çakmağı çaktım. Önümü görebildiğim kadarıyla ilerlemek zorundaydım. Bunu başarabilirdim. Ayak bileğimin ve parmak ucumun acısını es geçerek yavaşça ayağa kalktım. Ensemdeki karıncalanma hâlâ varlığını koruyordu.

Şu an bu tünellerde kim olduğu bilinmeyen bir yaratık vardı ve ben... Yalnızdım. Karanlıkta... Uçsuz bucaksız tünellerde... Sesimi bile duyuramayacağım kadar yerin altında... Bilinmez bir şeyle baş başa.

"Sakinim," diye fısıldadım kendi kendime. Sonra da elimle duvara dokundum. Korkmanın hiç sırası değildi.

Elimdeki çakmağı kapatıp arka cebime attım ve gözlerimi yumarak bütün yetilerimi ellerime odakladım. Titreşimleri hissetmeye çalışıyordum. Ancak hiçbir hareketlilik yoktu. Yavaş yavaş ileriye doğru adım atarken ellerim duvardaydı. Kontrollü ve soğukkanlı hareket etmek için çabalıyordum. Lakin göğsümdeki sıkışıklık geçmiyordu. İhtimalleri sıraladıkça aklımın yetisi kayboluyordu.

Uzun bir süre sesli nefesler alıp vererek ilerlemeye devam ettim ancak sonra... Ensemden vuran bir esinti nefesimi kesmişti. Birileri üflüyor gibi... Gözlerim açılırken durduğum yerde kaskatı kesildim. Hissedebiliyordum... Arkamda birinin nefes aldığını hissediyordum. Hırıltılı ve ritmi bozuk bir nefes... Tam enseme vuruyor, dağılan saçlarımı havalandırıyordu.

Bu şey...

Hafif hırıltılı bir ses duyduğumda bedenim aniden atağa geçmişti. Son gücümü kullanarak koşmaya başladım. Nereye gideceğimi, önüme ne çıkacağını, duvarların nerede bittiğini bilmezken azimle ve korkuyla koştum. Koştum, koştum...

Ayak sesleri...

Arkamdaki bilinmez şey, beni takip ediyordu.

Continue Reading

You'll Also Like

4.4M 104K 15
Henüz daha çocuklar. Onlar çok çekişmeli, çok inatçı. 2 kuralı olan bir oyunun içindeler. Oyun acımasızca ve onlar farkında olmadan birbirle...
192K 25.8K 27
Watty 2020 Fantastik Kategorisi Kazananı ---- YİN YANG SERİSİ | I Gökyüzüne yapılan haykırış. Ve alınan bir geri dönüş. "Senin için geliyorum." Hayal...
2.3K 145 17
"Sen hep ölmek isterdin , ben ise yaşamak. Ben senin için ölüyorum Dila, sen benim için yaşa..." Dila ölmek için her gece ALLAH' a yalvarırken, Keri...
EBYAZ By Üm

Fantasy

64.1K 12.4K 32
YİN YANG SERİSİ | II Bir yok oluş. Bir yeniden doğuş. Yapılan hatalarla süregelen bir uyanış. "Hayatımı şekillendiren meleği bir vesvese çakmağında y...