Geçmişin Mezarı (Tamamlandı)

By selinselne

147K 13K 5.1K

~Wattys2021 Gizem/Gerilim kategorisi kazananı~ *Yetişkin içerik!* -Ağırlıklı olarak polisiye, romantizm, giz... More

GM | TANITIM
GM | Yazardan Not
GM | 1 | Bilinmeyen
GM | 2 | Teklif
GM | 3 | Zaaflar ve Sınırlar
GM | 4 | Sıfırdan
GM | 5 | Kâbusların Pençesinde
GM | 6 | Korkunç Kanıtlar
GM | 7 | Ölüm Seremonisi
GM | 8 | Soruşturma
GM | 9 | Kaynağı Belirsiz Bir Ses
GM | 10 | Çarmıhın Dört Bir Yanı
GM | 11 | Gizlenmesi Mümkün Olmayan
GM | 12 | Geçmişin Arkasına Saklanan Ölüler
GM | 14 | Raven Mâlikanesinin Ölü Tarafı - 1. Kısım
GM | 15 | Raven Malikânesinin Ölü Tarafı - 2. Kısım
GM | 16 | Gömülen Sırlar
GM | 17 | Geçmişten Gelen
GM | 18 | Mezarların Nefesi
GM | 19 | Araf
GM | 20 | Mezarı Kazılan Kadın
GM | 21 | Geçmiş, Şah Damardan Daha Yakın
GM | 22 | Lanetli Soy
GM | 23 | Ölüm Silsilesi
GM | 24 | Cehenneme Ramak Kala
GM | 25 | Ölümle Baş Başa
GM | 26 | Bir Günlüğüne...
GM | 27 | En Büyük Korku
GM | 28 | Kambur Kadın
GM | 29 | Tünellerde Gezinen Belirsiz Adımlar
GM | 30 | Siyah ve Beyaz
GM | 31 | Gri
GM | 32 | Ölümlülerin Cesetleri
GM | 33 | Nefessiz
GM | 34 | Geçmişten Bir Tutam Sır
GM | 35 | Ölüm Dansı
GM | 36 | Dolunay
GM | 37 | Kurban
GM | 38 - Final | Kimse Göründüğü Gibi Değildir
GM | Yazardan Not

GM | 13 | N ve R

2.6K 305 156
By selinselne


Karşımda gördüğüm yüzlere hayretle bakıyordum. Heykel sandığım şeyler aslında balmumundan yapılmış insan figürleriydi. İşte bu oldukça enteresandı.

Ses çıkarmamaya özen göstererek birkaç figürün daha çarşafını kaldırdım.

Balmumlarının yüzlerini yakından incelediğim zaman, Raven ailesinin ölen üyeleri olduğunu anlamam zor olmamıştı. Bu suratları daha önce koridordaki ya da odalardaki tablolarda görmüştüm. Ancak aklımda iki soru işareti oluşmuştu. Birincisi, neden ölen aile bireylerinin balmumu heykellerini yapmışlardı? İkincisi ise neden bu heykeller burada üstü kapalı bir şekilde duruyordu?

Belki soru işaretlerim henüz silinmeyebilirdi ama balmumu heykellerinin kime ait olduğunu öğrenebilirdim.

Önümde duran heykelin üzerindeki kıyafetleri sıyırarak cebimdeki telefonu çıkarttım; fenerini açtım ve bedenini inceledim. Sırt kısmında isim ve tarih mutlaka yazılı olmalıydı ki tahminlerim doğruydu. Balmumu heykelinin sırt kısmında bir isim yazıyordu.

'Erica Raven – 1834'

Oldukça eski tarihte ölmüştü. Ya da belki de bu tarihler, balmumunun yapıldığını güne aitti. Bunu babaanneme sormakta kararlıydım.

Diğer heykelleri de incelediğim zaman hepsinin adlarını ve yanında yazan tarihleri görmüştüm. Ancak tek bir tarihin olması kafa karıştırıcıydı. Ölüm ve doğum tarihleri yazıyor olsaydı, tarihlerin ne zamana ait daha net kavrayabilirdim.

Bir de dikkatimden kaçamayan bir detay daha vardı. Heykellerin arkasına sistematik olarak numaralar yazılmıştı.

İncelediğim; 'Erica Raven'a ait olan heykelde 'FD-57' yazarken diğerinde de 'Hannah Raven- 1902' yazıyordu ve numarası ise 'ED-73' idi.

Sadece ikili harflerle isimlendirilmişler ama sayılar belirli bir düzendeydi. Bütün heykellerin arkasına baktığımda elli ikiden aşağı sayı görememiştim ve bu durumda da başlangıç sayısı elli ikiydi. Bu da heykellerin, sadece bu kadar olmadığı anlamına gelirdi. Zira numaralandırmaya 52'den başlamışlardı, daha öncesi de olmalıydı. Ya da belki de... Numaralandırmaya 52'den başlamalarının büyük bir nedeni vardı.

Heykellerin arkasındaki kodlamada ise FD ve ED harflerinden başka bir harf yoktu. Kimisinde FD, kimisinde ise ED yazıyordu. Muhtemelen İsveç dilinde bir kısaltmaya aitti. Fakat her heykelin yüzüne bakmamıştım. Sadece çarşaflarını aralayıp şifreleme kodlarını kontrol etmiştim. Kriptoloji bilgim burada da yetersiz kalıyordu ve ben, bu durumdan hiç hoşnut değildim. 

Aniden gelen kanat çırpma sesleri duyduğumda gözlerim hızla pencere kenarına döndü. Pencereye yaklaşıp pervazlara çakılmış tahtaların arasından dışarıya baktım.

Bir karga... Camın önünde deli gibi kanat çırpıyordu.

Sonra... Birdenbire... Arkamdan duyduğum hışırtı sesi... Ensemde ani bir ürpertiye neden oldu ama ben... Arkama dönemedim.

Kalp atışlarım zirveye yükselirken gözlerim, hâlâ çırpınmaya devam eden karganın gözlerindeydi. Yapma Nora, cesetlerle karşılaştın ve ölülerle yalnız kaldın. Birkaç balmumunun canlanacağını düşünmüyorsun herhâlde, değil mi?

Kendi kendimi telkin etmeyi dahi beceremezken hışırtı sesi devam ediyordu. Garip ve... Yavaş bir sürtünmeyi andırıyordu ses... Aklımdaki olası ihtimallerden en mantıklı olanını düşündüm. Çarşaflar kaymış olabilirdi. Beklemenin lüzumu yoktu.

Hızla arkamı dönerek bekleyiş verdiği gerginliği azalttım. Gözlerimle odayı taradığım zaman tam karşımdan bana bakan mavi gözlerle karşılaşmıştım.

Yutkundum. İşte bu, beni delirtebilirdi.

Karşımda duran balmumu heykelinin omuzlarının üzerindeki çarşaf yavaş yavaş aşağı kayıyordu. Üstelik... Bu heykel az önce burada, bu odada ve şu anda durduğu yerde değildi.

Çarşaf kaydı, kaydı, kaydı...

Balmumu heykeli gözler önüne serilirken karşılaştığım yüz, kendi yüzümdü.

Omuzlarıma çöken ağırlık yüzünden yerimden kıpırdayamıyordum. Heykel ise... Doğrudan gözlerimin içine bakıyordu. Kapıyı kolaçan etmek istedim. Ancak gözlerimi kendi gözlerimden ayıramıyordum. Sanki heykellerin arasına girip kapıya koşsam beni yakalayacaklarmış gibi...

Sırtımı pencereye dayandığımda kanat çırpma sesleri kesilmişti. Her an tetikteydim. Bir adım atmaya bile çekiniyordum ki bana kalsa günlerce bu köşede durup kendi heykelime bakardım.

İşte o an... Saç köklerim kafatasımdan kopar gibi sızlamıştı.

Bu heykeller ölüler için yapılıyorsa... Benim heykelim de... Benim ölümüm için yapılmıştı.

İhtimaller... Sadece bana benzeyen bir aile üyesi olabilirdi. Ben cesur bir kadındım. Bu sorunu halledebilirdim.

Cesaret dolu bir nefes aldım ve kararlı adımlarla heykellerin arasından yürüdüm. Ürperti hissi içimdeki varlığını koruyordu. Ancak hiçbir şey beni korkutamazdı.

Hızla kendi heykelimin önünde durdum ve elimdeki telefonun ışığıyla yüzüne baktım. Detaylar... Aynıydı.

Acele ederek heykelin arkasına dolandım ve üzerindeki eski usul kıyafeti sıyırdım. İsmin yazdığı yeri görmemle yüreğim sıkışmıştı. Bu balmumu heykeli diğerlerinden farklıydı. Üzerinde kod için 'FD-1' yazıyordu ve isimlendirme olarak 'NR – 1661' yazmışlardı.

NR... Nora Raven...

''Yanılıyor muyum?'' dedim kendi kendime.

Heykelin üzerinde yazan tarihe baktığımda ise oklar benim üzerimden başka birine dönüş yapıyordu. 1661... Üstelik bu heykelin numarası '1' idi. Ve kodlanma olarak 'FD' yazılmıştı. Ama sanki yazılar yeni yazılmış gibiydi.

Telefonun ışığını yazıların üstüne tuttum ve iyice heykele yaklaştım. NR... Kimdi NR? İşaret parmağımla yazıların üstüne dokunduğumda... Balmumunun bedeninin aynı bir insan derisi kadar yumuşak ve... Sıcak olduğunu fark etmiştim. Sanki... Sanki bu heykelin bir kalbi vardı ve bu kalp... Tüm bedenini ısıtıyordu. Kanlı canlı... Gerçek gibi.

Diğer heykellerin üzerindeki çarşaflar aniden yere düşünce sıçrayarak geriye gittim. Fakat... Hiçbir heykelin çarşafı yere düşmemişti. Aksine... Hepsinin suratları da... Bedenleri de kapalıydı. Yalnız biri hariç...

NR...

Heykelin mavi gözleri doğrudan gözlerimin içine bakıyordu. Kalp atışlarım haddini aşarken geri geri kapıya doğru yürüdüm. Gözlerim, heykelin gözlerinden ayrılmazken kapıyı açtım ve dışarıya çıktım.

Kapıyı heykellerin üzerine kapatıp koridorun ortasına doğru yürüdüğümde boğazımın kupkuru olduğunu hissedebiliyordum. Üstelik koridor karanlıktı. Etrafıma bakınarak kuruyan dudaklarımı ıslattım.

''Bütün bunlar ne anlama geliyor?'' diye mırıldandım kendi kendime.

Gözlerimi kapattım ve saçlarımı arkaya doğru taradım. Heykellerin üzerindeki kodları öğrenmiştim. Ve sonraki planım Kuzey'le beraber bu odaya gelmekti. Tek başıma geri dönecek gücü kendimde bulamıyordum. Bu... Ürkünçtü.

Victor konusunu da henüz kapatmamıştım ama bir an önce bu kattan kurtulmam gerekiyordu. Yüzümün bembeyaz olduğuna emindim. Hızlı adımlarla yürümeye başladım. Yanından geçtiğim Victor'un odasının kapısı kapalıydı.

Kendimi üst katın merdivenlerine atarak daha hızlı yürümeye başladım. İkinci kata geldiğimde aceleyle etrafı taradım. Olivia'nın odasını bilmiyordum. Amacım odasını habersizce bulmak ve onu hazırlıksız yakalamaktı. Ama şu an, bu malikânenin odalarına girmekten biraz ürktüğüm doğruydu.

Ölümlü kâbuslar, bilinmeyen asansör geçitleri, çan sesi, rivayetler, mezarlık, beni yatağıma taşıyan bilinmez bir siluet, kendime ait bir heykel, gizemli bir kadın... Bu kadar gariplik korku eşiğimi zorluyordu.

Ve ben korkmaktan nefret ederdim.

Attığım adımlarla kapıların üzerindeki numaralara bakarak ilerliyordum. Hangisinin Olivia'ya ait olduğunu bilmediğim için telefondan onun numarasını tuşluyordum. Uzun koridorun ortasında durarak aramayı cevaplamasını bekledim.

''Nora, neler oluyor?'' dedi garipser gibi.

''Oda numaran kaç? Yanına geleceğim.''

''Elli bir,'' dedi kısaca.

Telefonu kapattım.

Az önce önünden geçtiğim odaya geri dönüp saygısız bir tavır sergileyerek kapıyı açtım.

Olivia, yatağına uzanmıştı ve önünde de bir tane kitap vardı.

''Neler oluyor?'' diyerek elindeki telefonu gösterdi.

Kendimi toparlayıp, ''Seninle konuşmaya geldim,'' dedim ve kapıyı arkamdan kapattım.

İnce kaşları çatılırken yatakta yan döndü. ''Keşke önceden haber verseydin, hazırlıklı olurdum.'' Eliyle üstündeki seksi geceliğini gösterdi. Epey hazırlıksız olduğu doğruydu.

''Kusura bakma ama seni hazırlıksız yakalamak istedim,'' dedim ciddiyetle.

Havalanan kaşları ve ima dolu bakışlarıyla beraber yatakta oturur pozisyona geldi. ''Ne demek istiyorsun?'' dedi arsız bir tonda.

Şaşkınlığımı gizlemeyi başarsam da suratımın belli belirsiz buruşmasını engelleyememiştim. ''Asıl sen ne demek istiyorsun?'' dedim durumun garipliğini vurgulayarak. ''Bayan Norris hakkında konuşacağız ve tabii cinayetle ilgili. Aklına başka bir şey gelmesini istemem."

Umursamaz bir tavırla omuz silkti. ''Sen bilirsin,'' dedi cüretkârlığını gizleme gereği duymadan.

Aldırmamaya çalışarak yatağın ayak ucundaki bordo koltuğa oturdum ve etrafı süzdüm. Oda, sade renklerle döşenmiş de olsa fazla eşya vardı. Olivia, fazlasıyla süslü bir kadındı. Üstelik tam bir ergendi de. Odasındaki posterler, müzik çalar seti, kalpli yastıklar, rengarenk kıyafetler, kocaman bir makyaj masası... Pembe ve siyahın iç içe olduğu bir ortamdı burası. Tarzı yaşına uygundu. Bu tatlılığına hafiften gülümsedim. Fakat sonra ciddiyetle Olivia'ya dönerek boğazımı temizledim.

''Cinayet hakkında seni soruşturduğum zaman bana, Bayan Norris'le alakalı bir takım şeyler anlatmıştın, Olivia. Şimdi seninle, bana anlattıklarını detaylarıyla konuşmak istiyorum. Ayrıca Linda'yla ilgili aklına gelen herhangi ipucu veya işime yarayan bir bilgi varsa onları da söyle lütfen.''

Olaya adapte olarak yatağın ucuna kaydı ve bana yaklaştı. ''Nereden başlasam bilmiyorum. Bayan Norris oldukça gizemli biri,'' dedi gizli bir şey anlatıyormuş gibi.

''En başından başlayabilirsin. Yani, Bayan Norris'in sana şüphe uyandırmaya başladığı zamandan.''

Başını sallayıp sarı saçlarının hepsini tek seferde arkaya attı. ''Aslında ben ondan çocukken de korkardım Nora,'' dedi kaşlarını kaldırarak. ''Ama son yıllarda iyice garipleşmeye başladı. Sürekli kendi kendine şiirler okuyordu ve mezarlıkta takılıyordu... Benim de dikkatimi çekti. Nehir'e anlattığım zaman, o da Bayan Norris'ten şüphelendiğini söyledi ve biz onun izini sürmeye başladık. Önce her şey normaldi. Ama bir süre sonra Bayan Norris malikânenin içinde aniden kaybolmaya başladı. Mesela biz peşinden gidiyorduk, mutfağa giriyordu. Sonra onu takip edince mutfakta olmadığını fark ediyorduk. Oldukça ürkütücü...''

Mavi gözlerini irileştirirken başını garipsercesine iki yana salladı. Bense dikkatle onu dinliyordum.

''Biz de evine gitmeye karar verdik. Onu takip ettik. Ormandaki küçük bir kulübede yaşıyor, buraya oldukça yakın,'' dedi, önemli bir detay vermişti. ''Neyse işte... Sonra orada garip bitkilerle uğraşıp kazanlarda büyü yaptığını gördük Nehir'le... Ama artık bize çok korkunç geldiği için peşini bıraktık. O kadın bize de büyü yapabilir. Güzelliğimin elimden gitmesini hiç istemiyorum açıkçası!''

Kibirli tavrına aldırmadım. ''Peki, şimdi dikkatini çeken bir şey oldu mu?'' diye sordum. ''Bayan Norris'in son zamanlardaki eylemleri seni rahatsız etti mi? Veya sana korkutucu gelen bir hareket sergiledi mi?

''Yani...'' dedi düşünürken. ''Aslında onun peşinde pek takılmıyorum artık. Sadece mezarlığa sık sık gitmesi beni rahatsız ediyor.''

Söylediği şey dikkatimi fazlasıyla çekmişti. Ama Olivia için endişelerim de vardı. Bayan Norris'in amacının kötü olduğu ortadaydı. Eğer Olivia, onunla alakalı bir şeyleri açık ederse, Bayan Norris'in kötülüğüne maruz kalabilirdi.

Ona yaklaştım ve yatağının üzerinde duran elini güven verircesine sıktım.

''Bak Olivia,'' dedim ciddi ve samimi bir şekilde. '' Bahsettiklerine inanıyorum ve sana güveniyorum. Fakat başına kötü bir şey gelsin istemem. Bu yüzden artık Bayan Norris'in etrafında dolaşmaman, iyi bir karar olur. Zeki kızsın. Yaşlı bir kadın için vakit harcaman oldukça yersiz olacaktır.''

Can alıcı gülümsemesi yüzünde peydahlandı. ''Evet, zaten zekâmı başka şeyler için kullanıyorum,'' dedi, söylediklerime ikna olmuştu.

Ona biraz daha yaklaşarak gözlerinin içine baktım. ''Peki, son zamanlarda kâbus görüyor musun Olivia?''

Sorumu gereksiz bulmuş olacaktı ki kaşları çatılmıştı. ''Yani ara sıra,'' dedi dürüstçe. ''Ama neden sorduğunu anlamadım.''

''Ne tür kâbuslar görüyorsun?'' diye sordum ısrarla.

Gözlerini tavana dikerek biraz düşündü. ''Hım... Aslında rüyalarım pek fazla aklımda kalmaz da birkaç gün önce Linda halanın ölüsünü görmüştüm. Cesedi beni etkilemiş sanırım.'' 

İçim rahatlamıştı. Linda'nın ölüsünü görmesi muhtemeldi. Sonuçta herkes benim gibi cesetlere alışkın değildi.

Oturduğum koltuktan kalkarken, ''Anlattıkların için teşekkür ederim. Aklına takılan başka bir şey var mı?'' diye sordum.

Dudaklarını hızla ıslatarak dizlerinin üzerine oturdu. Heyecanlanmıştı. Bir soru soracak gibi duruyordu. ''Sana bir şey soracağım?'' dedi tahmin ettiğim gibi.

Merakla, ''Sor tabii,'' dedim.

''Kuzey'le aranızda ne var?'' diye sordu pat diye. ''Yani bakışmalarınız, konuşmalarınız falan garip gibi. Aranızda bir şeyler olduğundan şüphelendim.'' Oldukça kıskanç ve korumacı bir tavır sergilediği bakışlarından ve kollarını göğsüne bağlamasından belli oluyordu. Bu hâlinin nedeni, Kuzey'e karşı hissettiği duygular olabilirdi. 

''Ne gibi bir gariplikten bahsettiğini anlayamadım,'' dedim bilmezden gelerek.

Gözlerini sinir olmuş gibi kıstı. ''Boş ver ya! Yemekte falan siz tartıştınız ya, ben de ondan... Yani işte, öylesine merak etmiştim.''

Açıklamasının yetersizliği ve afallaması sonucu Olivia'nın gerçekten Kuzey'den hoşlandığını anlamıştım.

Bu durum beni ister istemez germişti. Kuzey'in, Olivia'ya başka bir gözle bakacağını hiç düşünmemiştim. Oldukça ince düşünen adamdı. Robin amcanın kızıyla herhangi bir münasebete gireceğini sanmıyordum. Üstelik Olivia henüz yirmisinde bile değildi. Kuzey'den küçüktü; kardeşi gibi...

Ancak aynı durum benim içinde geçerli olabilirdi. Sonuçta babam onun hem patronuydu hem de babası sayılıydı. Yani Kuzey, Olivia'ya dahi o gözle bakamazken bana bakması daha saçma olurdu.

Konuyu nereye bağlayacağını çok merak ediyorum Nora. Kuzey hakkındaki değişken tavrının nedeni ne? Belki de Kuzey'in sana o gözle bakmasını istiyor da olabilirsin. Ya da kendine ördüğün duvarları aşan, bilinmez bir adamı, kuzeninden kıskanıyorsundur. Hatta belki de bu yüzden Kuzey'e bu kadar sert çıkışıyor olabilir misin? Nedeni ne? Niçin Kuzey'den konu açılınca soğukkanlılığını koruyamıyorsun? Onunla aranda olanları niye görmezden geliyorsun?

Benim yöntemlerimle beni sorguya mı çekiyordu?

Açıkçası Nora, benim görevim bu; sana her türlü ihtimali ve nedeni sunmak.

''Hey! Sana diyorum,'' dedi Olivia.

İç dünyamdan ayrılarak ona baktım. Kaşlarını kaldırmış bir cevap bekliyordu.

''Ne sormuştun?'' diye sordum sakince.

''Başka konuşmak istediğin konu var mı diye sordum,'' dedi ve beni, sanki yadırgıyormuş gibi süzdü. ''Uyuyacağım da.''

''Hayır, yok,'' dedim kısaca. Sonra da kapıya doğru yürüdüm. ''Ama aklına takılan her şeyi bana gelip anlatmanı istiyorum... İyi geceler Olivia.''

''Sana da, ışığı kapatır mısın?''

Hiçbir şey söylemeden ışığı kapattım ve odadan çıktım. Bileğimdeki saate baktığımda Kuzey'le buluşma saatimizin geldiğini fark etmiştim. Aklım çok karşılıktı. Düşünceler eşliğinde odama dönüp bir şal ve el fenerini aldım, bahçeye indim.

Mezarlık boştu. Kuzey ise ortalarda yoktu. İçimdeki cesaretten kuvvet alarak mezarlığın ortasına kadar yürüdüm. Lahidin önünde olan, dedem Frederic'in koca mezarıyla karşılaştığımda içim ürpermişti. Bu mezar bana dedemi değil, Bayan Norris'in rivayetlerini hatırlıyordu. Uyku vaktine az kalmıştı ve ben fazlasıyla yorgundum. Nasıl uyuyacağımı bile bilmiyordum.

Kırktan fazla olan mezar taşlarının hepsinde sırayla göz gezdirdim. Ama sonra... Aklıma gelen şeyle hızlıca mezar taşlarını kontrol etmeye başladım.

Elimdeki feneri açıp üzerinde yazılı olan isimlere baktığımda içim rahatlamıştı. Az önce gördüğüm balmumu heykellerinde yazan isimler buradaydı. Fakat bütün mezar taşlarını kontrol etsem de 'NR – 1661' ismiyle uyumlu hiçbir mezar görememiştim. İşte bu çok kötüydü.

Aklıma gelen ilk ismi kullanarak 'Erica Raven'a ait olan mezar taşını aradım. Bulduğum zaman önüne çöküp elimle mezar taşını sildim ve hac işaretinin altındaki yazıları inceledim. İsveççe yazıyordu lakin tarihleri ve numaraları anlayabiliyordum.

Erica Raven, 1835 yılında ölmüştü. Ancak balmumu heykelinde 1834 yazdığına kesinlikle emindim; işim gereği güçlü bir hafızam vardı. Ayrıca yanında yazan kod numarası ise 'FD- 57' idi. Mezar taşının arkasına geçerek elimle tozunu sildim. Karşıma çıkan numara beni aydınlatmıştı. '57' yazıyordu.

Aklımda kalan diğer bir isim olan, 'Hannah Raven - 1902' adlı kişiye ait mezarı bulduğumda onun mezar taşına da baktım.

Daha sonra da arkasına geçtim ve inceledim. Bunda da tam tahmin ettiğim gibi '73' yazıyordu. Hannah'ın balmumunu ve mezarını karşılaştırdığım zaman ölüm tarihlerinin ikisinde de '1902' olduğunu fark ettim.

Yani Erica'nın balmumuyla mezarında olduğu gibi ölüm tarihleri farklı değildi. Hannah'ın ölüm tarihiyle balmumunda yazan tarihler aynıydı.

Ancak kafamın karıştığı bir nokta vardı. Bu iki ismin kodları Erica'da; FD, Hannah'da; ED diye numaralandırılmıştı. Cinsiyet ayrımı olamazdı çünkü ikisi de kadındı.

57 ve 73 sayılarını, ölüm tarihleriyle kıyaslayınca ölüm sırası olduğunu anlamak kolaydı. Herkese öldüğü sıraya göre baştan sona sayı vermişlerdi. Kişileri ve mezarları ayırt etmek için iyi bir yöntemdi.

Fakat FD ve ED kodlarını henüz anlayamamıştım. Bir de Erica'nın balmumuyla mezarındaki ölüm tarihinin neden farklı olduğunu da anlamak zordu.

Yeniden Erica'nın mezarına dönerek fenerimle tarihi kontrol ettim. Bu işte bir gariplik vardı.

''Dedektif,'' dedi tam zamanında yanıma gelen ses. ''Kusura bakma geciktim, Marcus'la olan sohbetimiz uzun sürdü.''

Elimle bana yaklaşmasını işaret ederek oturduğum yerden mezar taşını incelemeye devam ettim.

Yanıma gelip eğildi. ''Yine gizemli tavırlar sergilediğine göre garip olaylar oldu, değil mi?'' diye sordu, alay barındıran bir tonlamayla.

''Erica Raven'ın kim olduğunu biliyor musun, Bilinmeyen?'' diye sordum kısaca. 

''Hayır,'' dedi garipçe. ''Ama ölen herkese ait resimli defterler ve ölen kişilerin tablolarının arkasında yazan onur ahitleri bulunur. Oradan bulabilirsin kim olduğunu ancak... Neden soruyorsun?''

Gözlerim ona döndü. ''Başıma bir şeyler geldi,'' dedim anında. Dizlerimin üzerinden kalkarak karşısına geçtim ve etrafı kolaçan ettim. Bahçede kimse olmasa bile içim rahat etmeyecekti. Onu kolundan tutup lahidin arkasına götürdüm.

Şaşkın gözlerle bana bakmayı sürdürüyordu. ''Ne oldu? Bayan Norris'le mi alakalı?''

''Sadece dinle,'' dedim onu göğsünden ittirip sırtını lahide yaslarken. ''Az önce, Olivia'nın bana soruşturma esnasında Bayan Norris hakkında söylediği şeyleri konuşmak için onun odasına gidiyordum. Ama odasına varmadan önce doğu kanadının birinci katında, Victor'un birileriyle konuştuğunu duydum. Sonra da kapısına yaklaşıp dinledim. Garipti Kuzey, hem de oldukça... Linda'yla konuşuyordu ama kendi kendine değil, sanki gerçekten karşısında Linda varmış gibi.''

Kuzey'in tek kaşı şüpheyle havalanırken etrafı yeniden kontrol edip ona biraz daha yaklaştım. ''Sonra Victor, sanki Linda ona bir şey söylemiş gibi 'Biri mi var?' dedi ve bana doğru baktı,'' dedim fısıldayarak. ''Yani Linda, ona benim geldiğimi haber vermiş gibiydi.''

Bunu söylediğim zaman kaşları çatılmıştı. ''Linda'nın ruhuyla mı konuşuyordu demek istiyorsun, Dedektif?''

Başımı 'bilmiyorum' dercesine salladım. ''Hiçbir fikrim yok. Normalde olsa asla böyle bir şeye inanmam. Ama bu rivayet olayından sonra inanmaya başladım ve tabi az önce olanların da etkisi var.''

''Başka ne oldu?'' diye sordu ciddi bir tonlamayla.

Dudaklarımı yalayıp yüzümü sıvazladım. Aklıma geldikçe tüylerim diken diken oluyordu. ''Victor, onu izlediğimi anlamıştı. Ben de saklanmak için yan odaya girdim,'' diye fısıldadım.

İfademden kötü bir şey olduğunu anlayınca elleriyle dirseklerimi sardı. ''Neler oldu, yüzün bembeyaz? Birini mi gördün veya biri sana bir şey mi yaptı?'' dedi endişeyle. Ama sinirliydi de.

Yutkundum. ''Odada üstü çarşaflarla kapalı heykeller vardı. Çarşaflarını kaldırdığımda... Altından Raven ailesinin ölen üyelerinin balmumu heykelleri çıktı.''

Böyle bir şeyi beklemediği için şaşırmıştı Kuzey. Ancak ifadesinde korku yoktu.

''Sonrasında ben hepsini inceledim," diye devam ettim. "Her aile üyesinin arkasında ismi ve ölüm tarihi yazıyordu ama... Balmumu heykellerini incelediğim sırada pencereden sesler geldi. Hızla oraya gidip baktım. Bir karga kanat çırpıyordu sadece... Ardından arkamdan bir hışırtı sesi geldiğini duydum. Heykellerden geliyordu. Arkamı döndüğümde karşılaştığım heykel...''

''Evet?'' diye ısrar etti.

''Benimdi,'' dedim tek kelimeyle.

Gerilen ifadesiyle beraber kollarımı saran parmakları da sıklaşmıştı.

''Ama esas dikkatimi çeken şey başka...'' dedim derin bir nefes alarak. ''Bana ait olan heykel, ben pencere kenarına gitmeden önce odada değildi, Kuzey. Bak... Bu... Biraz mantık dışı biliyorum ama ciddiyim. Heykelin üzerindeki çarşaf, herhangi bir esinti ya da başka bir dış etken olmadan aşağı kaymaya başladı. Sonra kendi suratımla karşı karşıya geldim ve... Arkasında ismimin baş harfleri yazıyordu.''

Artık daha da gergindi Kuzey. Bakışlarında herhangi bir kaygı görmüyordum. Bana sorgusuzca inanıyordu.

''Neler olduğunu bilmiyorum,'' dedim cesur görünmeye çalışarak. ''Heykellerin arkasında ilginç bir kodlama ve numaralandırma vardı. Aklım çok karışık ve ben...'' Gözlerimi sıkıca kapattım. ''Benim uyumam gerekiyor, aklımı toparlamam lazım ama kâbuslarımı düşünürken bunu yapamam... Bugün yemeğe gelirken Bayan Norris benimle konuştu. Odama çiçek getirmek istediğini söyledi. Benimle oynuyor!'' dedim öfkeyle. ''Ben odama beni kimin taşıdığını bile bilmiyorum, ama eğer bu Bayan Norris'e gerçekten dayanılmaz bir hâle geldi! Uyumaktan bile...''

Beni kendine doğru çekip kollarıyla sarılınca lafım yarıda kalmıştı. Şaşırmıştım. Hatta kaskatı kesilmiştim. Kuzey ise sırtıma dolanan kolunun birini enseme attıktan sonra usul usul saçlarımı okşamaya başladı. Beni bir kedi gibi göğsünde saklıyordu sanki... Rahatlamıştım gibiydim.

''Aklının karıştığını ve sinirli olduğunu biliyorum Dedektif, ama korkmadığını da biliyorum. Sen fazlasıyla güçlü bir kadınsın, birkaç heykel veya kâbuslar seni korkutmak için yeterli gelmez,'' diye fısıldadı.

Kollarım şaşkınlıkla iki yanıma düşerken başım hâlâ göğsünde duruyordu. Sağ kolunu sıkı sıkı belime sardığında onun bedenine daha çok yaklaşmıştım. Sıcaklığı bana bulaşıyordu. Oysa ben, en son ne zaman birine içimden gelerek sarıldığımı bile hatırlamıyordum.

''Teşekkür ederim,'' diye fısıldadım.

''İnan bana...'' dedi ve beni kendinden uzaklaştırıp gözlerime baktı. ''Bu olanların üstesinden geleceğiz. Ama bugün değil. Uyuman ve dinlenmen gerekiyor.'' Fazlasıyla anlayışlıydı. Ellerini dirseklerimden biraz daha yukarıya çıkartıp yüzüme eğildi. ''Bana her zaman sabretmem gerektiğini söylerdin ve ben de şimdi bir çaylak olarak sana bu sözünü hatırlamak istiyorum. Sabret, yakında her şeyi öğreneceğiz.''

Söylediği hoş cümleler kalbimin ritmini değiştirmişti. Artık kalbim daha hızlı atıyordu. Gözlerimiz birbirinden ayrılmazken aklımdan ona söyleyebileceğim tek bir cümle dahi geçmiyordu. Bu yüzden her zamanki gibi 'Nora' olmak yerinde yine 'Dedektif' olmaya karar vermiştim.

''Uyumadan önce çözemem gereken bir şey var Bilinmeyen,'' dedim ciddiyetle. ''Bana İsveççe 'FD' ve 'ED' harflerinin neyin kısaltması olduğunu bulman lazım. Heykellerin arkasında bu yazılar yazıyordu.''

Bakışlarından geçen saliselik duyguyu anlamlandıramamıştım. İşte şimdi işler sarpa sarıyordu. Onun bakışlarını anlamlandırmamam benim için hiç iyi değildi. Profesyonelliği elden bırakmamalıydım. 

Kuzey'in elleri, kollarımdan aşağı düşerken benden birkaç adım uzaklaştı. Yalnızca bekledim ve düşünceli hâliyle gezinmesini izledim.

''Bilmiyorum,'' dedi mesafeli bir tonlamayla. ''Bir araya getirdiğimde birçok kelimenin kısaltması oluyor.''

''Ölüm tarihleriyle alakalıydı," dedim çemberi daraltmak için. "Hatta bu kısaltmaların yanlarında sayılar yazıyordu. Yani, elli ikiden başlayıp yetmişin üstüne kadar çıkan, sırayla yazılmış sayılardan bahsediyordum. Ölen kişilerin ölüm tarihlerinin kronolojik bir sıralamasıydı.''

Yaptığım açıklama boyunca düşünerek yüzümü incelemeyi sürdürdü.

''Bir de şu var,'' dedim aklıma gelen diğer detayla. ''Heykellerdeki ölüm tarihleriyle, mezardaki ölüm tarihlerinin uyuşmadığı kişilere FD yazmışlardı. Heykelle mezardaki ölüm tarihleri aynı olan kişilerde ise; ED yazılıydı.''

Birkaç saniye sonra aniden, surat ifadesinde bir gerginlik meydana geldi. ''Seninkinde ne yazıyordu?'' diye sordu, endişesini gizlemeye çalışarak.

''FD...'' dedim kısaca.

Dudaklarını ıslatıp kaçamak bir bakış attı. Kesinlikle ne olduğunu bulmuştu ve söylemekten çekiniyordu.

''Ne anlama geldiğini buldun, Bilinmeyen,'' dedim kaşlarım çatılırken. ''Söyle.''

''İsveççe de... 'Ölüm sonrası; efter döden' demektir Dedektif. Bu da ED harflerinin karşılığı oluyor.''

Açıklamasını yapınca kodlarla ilgili aklıma gelen ilk seçenek; ölüm öncesi ve ölüm sonrası olarak ikiye ayrılmış olmasıydı.

''Yani bu da...'' dedim kısık bir sesle. ''FD harflerinin İsveççede, 'ölüm öncesi' kelimelerinin baş harfine karşılık geldiği anlamına gelir.'' 

Başını salladı. ''Före döden,'' dedi İsveç dilinde 'ölüm öncesi' kelimesinin çevirisi olarak.

''Benim balmumu heykelim ölüm öncesi kategorisine giriyor ama bir sıkıntı var,'' diye mırıldandım. ''Heykelin tarih kısmında '1661' yazıyordu, biraz kafa karıştırıcı.''

''Belki de senin adınla uyumlu olan bir aile üyesine aittir,'' dedi soğukkanlılıkla.

Üzerimdeki şala daha sıkı sarılırken, ''Bunu ben de düşünmüştüm,'' dedim. ''Ama bana benzeyen heykelin yüzüne yakından baktığım zaman ne gördüm, biliyor musun?''

Sorduğum soru kaşlarının çatılmasına neden olsa da birkaç saniye sonra kaşlarını normal seyrini aldı. ''Heykelin yüzünde... Tıpkı seninkiler gibi benlerin olduğunu gördün, değil mi?''

''Evet,'' dedim ifadesiz bir tonlamayla. ''Dün kütüphanedeyken bana ne söylediğini hatırlıyorsun, değil mi Kuzey?''

Gözlerini yumarak yüzünü sıvazladı. ''Hatırlıyorum elbette... Sana; Raven ailesinden farklı olan tek şeyin, yüzündeki benlerin olduğunu söylemiştim ve bu konuda da annene çektiğini...''

Başımı hayret edercesine iki yana sallayıp lahidin arkasındaki çimenlikte gezinmeye başladım. Bu durum oldukça ürkütücüydü.

''Peki ya tarihi nasıl bulacağız Dedektif?'' diye sordu. ''1661 olduğunu söyledin, gidip o odaya bir daha bakmalıyız.''

''Birçok ihtimal var ama düşünmek, bize zaman kaybettirir,'' dedim ciddiyetle. Yeniden başını salladığında lahidin önündeki mezarlığa doğru yürüdüm. ''O yüzden, bu tarih hakkında kesin hüküm vermeden önce, bana bahsettiğin 'ölen kişilere ait olan resimli defterlere ve tablolara' bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Belki de NR isminin kısaltması başka bir aile üyesine ait olabilir ve tabii o aile üyesinin yüzünde de benimkiler gibi benleri de olabilir.''

''İşte şimdi mantıklı hareket etmeye başladın,'' dedi güven verircesine ve benimle beraber yürümeye başladı. ''Saat geç oldu, uyumaya gidiyorsun, değil mi?''

''Evet, yarın birçok işimiz var ve aklımı toparlamam gerekiyor,'' diyerek bahçedeki geniş ormanın içine girdim.

''Bayan Sofie henüz uyumamıştır,'' dedi kısık bir sesle. ''Ondan uyumana yardımcı olacak bir bitki çayı isteyebilirsin.''

Seslice nefesimi üfleyerek başımı iki yana salladım. ''Hayır, şu ara bitkilerle içli dışlı olmayı pek istediğim söylenemez.''

İkimizde sessiz kaldığımızda duyulan tek şey cırcır böceklerinin sesi olmuştu. Uyumaya gidiyordum ama bir yanım fazlasıyla tedirgindi.

•••

Saçlarımı sıkıca bağlayarak ağrıyan başımı ovaladım. Günün ilk ışıkları henüz içeriyi aydınlatıyordu. Ağır adımlarla odadan dışarıya çıkarken koridorda karşılaştığım Nehir'e ''Günaydın,'' dedim yorgun bir sesle.

Gözleri bana doğru dönerken adımları yanıma varmıştı. ''Günaydın.''

Birlikte aşağı kata yürümeye başladık. Kahvaltı saati çoktan gelmişti ve herkes ortak salonda olmalıydı. Gözlerimle etrafı incelerken sağa dönüp ortak salona girdim. ''Herkese güna...'' Yarım kalan lafımın sebebi salonda kimsenin olmadığıydı.

''Nehir,'' dedim şaşkınla ona dönerken. Ancak Nehir, az önceki gibi yanımda değildi.

Kalbimdeki amansız sıkışıklık hissi artarken bir çocuk kahkahası duyuldu. Aceleyle kahkahanın geldiği yöne doğru koşturdum. Nereden geldiğini bilmiyordum ama sürekli malikânenin odalarında koşturuyordum. Her odaya giriyordum. Kapılar... Kapılar karmaşıktı. Merdivenler sağa ve sola doğru kaymıştı.

Odaların tavanlarında da kapılar vardı. Şaşkınlıkla birbirine girmiş malikânenin odalarına baktım. Çocuk kahkahası hâlâ duyuluyordu.

''Nora Dedektif,'' dedi robotik bir çocuk sesi. Bu, Deniz'di.

Telaşla, bana gülümseyerek bakan Deniz'in yanına koştum.

''Bak sana bir sürprizim var,'' dedi ürkütücü derecede kalın olan sesiyle.

Eliyle devasa odayı gösterdiğinde odadan içeriye girdim. Her... Her yerde Raven ailesinin balmumu heykellerinden vardı. Üstleri çarşafla kapalı olsa dahi onların ailem olduğunu biliyordum.

Korkak bir adım attığım sırada Deniz gülemeye devam ederek heykellerin arasına girdi ve gözden kayboldu. Ürkütücü sessizlik kanımın çekilmesine neden olmuştu.

''Kuzey?'' dedim aklıma gelen ilk ismi söyleyerek.

''Baba! Olivia! Robin!'' diye bağırdım. Çığlığım bir müddet sonra odada yankı yapıyordu. Odada sesim duyuluyordu ama ben konuşmuyordum.

''Marcus, Victor, Robin, Sarah, İsabelle, Clara...''

İsimlerin hepsi onlarca farklı ses tarafından söylenirken ellerimle kulaklarımı kapatıp gözlerimi yumdum. Çığlıklar atarak sesin dinmesini beklediğimde ses, kesilmişti.

Gözlerimi yavaşça araladım. Hayır... Bu... Olamazdı. Bütün heykeller iskelet misali kanlı suratlarıyla yukarıya bakıyorlardı. Başlarını tavana doğru kaldırmış orayı izliyorlardı. Korkarak tavana baktım. Aklımı yitiyordum.

Tavana uzun elleri ve bacaklarıyla tutunan karaltı şeklinde bir kadın vardı. Kambur, simsiyah bir kadın... Örümceği andıran yürüyüşüyle bana doğru gelince geri geri yürümeye başladım.

Sırtım aniden bir şeye çarpmıştı. Hızla çarptığım şeye doğru döndüm. Bu benim heykelimdi. Elinde devasa bıçağıyla kararmış gözlerini kısarak genişçe gülümsüyordu. ''Onları biz ölürdük Nora,'' dedi bana. ''Biz!''

Korkuyla arkamı döndüm. Ailemdeki herkesin heykelleri aynı anda yüzlerini bana çevirince tavanda duran siyah kambur kadın hızla üzerime atladı.

Çığlık... Çığlık attım.

•••

Bağırarak yataktan sıçradım. Gözlerim karanlığa alışamazken ellerimle terli suratımı silmeye çalıştım. Buğulu gözlerle odaya bakınca karşımda gördüğüm siluet beni ürkütmüştü. Hızla yanımdaki abajuru alarak havaya kaldırdım ve ışığını yaktım.

''Sakin ol,'' dedi karşımda dikilen Kuzey. Aydınlıkta görebildiğim ifadesinde fazlasıyla endişe vardı.

''Kuzey?'' dedim sorarcasına. ''Sen...''

''Uyku tutmayınca sana bakmak istedim,'' diyerek yanıma yaklaştı ve hâlâ havada tuttuğum abajuru alıp komodinin üzerine koydu. ''İyi misin Nora? Biraz hava almak ister misin?''

Derin bir nefes alarak sakinleşmeye çalıştım. Titreyen bedenimi yeniden yatağa bıraktığım sırada Kuzey, yatağa, yanıma oturdu. ''Ne gördün?'' diye sordu anlayışlı bir tonda.

''Çok kötüydü,'' dedim sadece. Konuşacak gücü kendimde bulamıyordum. Yüreğim hâlâ deli gibi atıyordu.

Kuzey bana bakmayı sürdürürken, ''Gitmemi ister misin?'' diye sordu. ''Eğer rahatsız olduysan...''

''Hayır...'' diyerek kolundan tuttum. ''Gitme lütfen, kendimi iyi hissetmiyorum.''

Nefeslerim hâlâ düzene girmemişti. Bana yaklaşıp eliyle yüzüme yapışan saçlarımı arkaya çektiğinde gözlerinin içine baktım. Bu adam mükemmel bir insandı.

''Neden buradasın Bilinmeyen?'' diye fısıldayarak omuzlarını tuttum. Üzerime eğildiği için bana oldukça yakın duruyordu.

''Çünkü seni önemsiyorum,'' dedi dürüstçe. ''Bambaşka bir hayata başladığını ve bunun zorlukları olduğunu biliyorum. Ama güçlü olduğunu da biliyorum.''

Dudaklarımda beliren ufak gülümseye gözleri kaydı. Yine yüzümü inceliyordu. Eliyle saçlarımı okşadığında omuzlarımdaki parmaklarımı kollarına doğru indirdim. ''Teşekkür ederim,'' dedim fısıldayarak.

Derince nefes aldıktan sonra bana biraz daha yaklaştı. ''Biliyor musun Nora? Yüzün fazlasıyla güzel,'' dedi fısıldar gibi bir tonda. ''Seni ilk gördüğüm anda yüzünün ne kadar güzel olduğunu düşünmüştüm ve bu... Asla aklımdan çıkmıyor.''

Kalp atışlarım hızlanırken yutkundum. ''Ne demek istiyorsun?'' diye sordum. Heyecanlanmıştım.

''Bilmiyorum,'' diye fısıldadı dudaklarıma yaklaşırken. ''Bunun ne demek olduğunu ben de bilmiyorum.''

Dudakları dudaklarımın üzerini örttüğünde kaskatı kesildim. Elleri yüzümden belime doğru inerken kollarımı istemsizce boynuna doladım.

Beni oldukça nazik bir şekilde öpmeye başladı. Kokusu burnuma dolunca gözlerim kapanmıştı. Belimdeki kollarıyla beni havaya kaldırdı; ona ayak uydurdum. Kalbim duracak gibi atıyordu.

Beni kucağına aldığı zaman dudaklarının tadına varmaya çalışıyordum. Elleri saten geceliğimin altına girince heyecanım daha da artmıştı. Fakat...

O an... Aklımda çakan üç tane şimşek vardı. Birincisi uyumadan önce kapıyı kilitlemiştim. İkincisi, Kuzey beni ilk gördüğü zaman etraf karanlıktı. Yani odama giremez ve ilk karşılaşmamızda yüzümü göremezdi. Üçüncüsü ise... Şu an Kuzey bana hiç Dedektif dememişti. Lakin Kuzey bana her daim Dedektif, diye seslenirdi.

Kalbim şimdi korkudan atıyordu. Onun ise elleri çıplak tenimde dolanmaya devam ediyor, dudakları dudaklarımı öpüyordu.

Eğer bu Kuzey değilse... Kimdi?

Continue Reading

You'll Also Like

192K 25.8K 27
Watty 2020 Fantastik Kategorisi Kazananı ---- YİN YANG SERİSİ | I Gökyüzüne yapılan haykırış. Ve alınan bir geri dönüş. "Senin için geliyorum." Hayal...
328K 27.4K 35
Sonra gece üstümü örttü, yıldızlı gece göğüne benzeyen gözlerine bakmaya fırsat bulamadan.
116K 7.9K 44
• Wattys2018 Büyük Buluşlar Kazananı "Ben bu gece, şeytanın peşindeki gözlerimi kapatacağım soğuk bir güneşe. İçimde yanan ateşin kül ettiği duygular...
1.7M 101K 21
MUM OLMAK KOLAY DEĞİL KİTABININ DEVAMIDIR.