BARINAK MESELESİ

By ZenginYazar

47.3K 3.8K 9.4K

Daha ne kadar susacaksın? Ne zamana kadar takacaksın maskeni? Ne kadar daha saklayabileceksin gerçeği? Susma... More

11.02.1997
1.Bölüm - YÜZLEŞME
2.Bölüm - 97 YILININ LANETİ
3.Bölüm - İNTİKAM ATEŞİ
4.Bölüm - İÇİMİZDEKİ KALABALIK
5.Bölüm - HEDEF
6.Bölüm - HARESE
7.Bölüm - PAMUK PRENSES
8.Bölüm - HEDİYE PAKETİ
9.Bölüm - ÖLÜMÜN TA KENDİSİ
10.Bölüm - GÖRÜNMEZ PRANGA
11.Bölüm - DİKEN MEVSİMİ
13.Bölüm - KÜRKÇÜ DÜKKANI
14.Bölüm - RESİMSİZ HİKAYE

12.Bölüm - ASYA'NIN HAMLESİ

1.8K 186 424
By ZenginYazar

Multimedya; Nefes Derin

Multimedyadaki şarkı; Evanescence - My Immortal

Oy ve yorumlarınıza talibim. Epey uzun bir bölüm oldu yorumlarınızı esirgemeyin lütfen.

Keyifli okumalar.

---

Gözlerimi araladığımda beyaz tavanla karşılaşmıştım. Elimi sağ tarafa attığımda boşluk hissiyle sağ tarafıma döndüm. Ateş çoktan kalkmış, odadan çıkmıştı. Yavaşça doğruldum ve üstümdeki yorganı kaldırdım. Yataktan çıktıktan sonra aynada gözlerimi gezdirdim. Saçlarım kuş yuvasına dönmüştü, gözlerim fazla uyumaktan şişmişti. Ateş uyandığında bu manzara karşısında şoka uğramıştı eminim ki. Bileğimdeki tokayla saçlarımı tepeden rastgele bir topuz yaptıktan sonra odadan çıktım.

Aşağı kattan bazı sesler geliyordu. Büyük ihtimalle camlar takılıyordu. Koridorda yavaş adımlarla ilerledim ve banyoya girdim. Elimi yüzümü yıkayıp banyodan çıkarak odama girdim. Üzerimdekileri çıkardım ve lacivert renkli bir kazağı, siyah renkli bol paça pantolonu üzerime geçirdim. Aynanın karşısına geçip kendime baktığımda daha iyi gözüktüğüme karar verdim. Biraz daha toparlanmış gözüküyordum.

Keşke zihnimizi toparlayabilmek de dış görünüşümüzü toparlayabilmek kadar kolay olsaydı. Düşünmek çok boyutlu bir eylemdi. Düşünmek istememek yeterli değildi düşünmemeye. Düşüncelere dur diyebilmek ne yorucuydu. İçinde milyon kere savaş veriyorsun. Kazansan da kaybeden yine sen oluyorsun. İstekle olmuyordu. Düşünmemek için zihnin mutlaka başka bir şeyle meşgul olması gerekiyordu. Düşünmek kadar yoran bir şey yoktu insanı. Düşünceler içini kemirip dururdu.

O fotoğraf karesini görmek beni bozguna uğratmıştı adeta. Doğru bildiğim tüm şeyler domino taşı misali ardı ardına yeri boylamıştı. Ailelerimiz liseden beri tanışıyorlardı ve evlendikten sonra da görüşmeye devam etmişlerdi. Nedendir bilinmez burnuma iyi kokular gelmiyordu. Ateş'in babasının da Asya'yı şikayet etmemesinin altında yatan bir sebep olmalıydı. Olaylar yapboz parçaları gibiydi, çoğu parça kayıptı, ellerimde olanları da yerine oturtamıyordum.

Derin bir iç çektim ve odamdan çıktım. Merdivenleri yavaş yavaş indiğimde Ateş beni salonda karşıladı. Camlar takılmıştı, içerisi sıcacıktı. "Günaydın." dediğimde başını sallamakla yetindi. Eski haline geri dönmüştü. Birisi reset tuşuna basmış olmalıydı. "Taktırmışsın camları."

"Gece söylemiştim. Sen uyanana kadar halloldu bile." dediğinde başımı salladım ve mutfağa girdim. Dolabın içindeki kahve kutusundan iki kapsül çıkardım ve kahve makinesine attım. Kupaları makineye yerleştirdikten sonra makineyi çalıştırdım. Mutfak ile alakam olmayabilirdi ama kahve makinesini çalıştırmayı Ateş'i izleye izleye öğrenmiştim.

Kahve bardakları dolduğunda, kupaları alıp salona geçtim. Kupalardan birini Ateş'e uzattığımda kupayı usulca elimden aldı. Yanına oturduğumda sığmam için bacaklarını topladı. Kahvemden büyük bir yudum aldım ve sıcak kahvenin boğazımdan aşağıya inişini hissetmek için gözlerimi kapattım. Kahvenin yolculuğu midemde son bulduğunda gözlerimi araladım. Ateş de düşünceli bakışlarını yere dikmiş kahvesini yudumluyordu.

"İyi misin?" diye sorduğumda bakışlarını bana çevirmeden başını salladı. Aklında bir şeyler olduğu çok belliydi. Kim bilir yine ne planlar kuruyordu. "Eğer dün gece yanında kalmam sana rahatsızlık verdiyse, bir daha tekrarlamam."

"Hayır." diye mırıldandı. "Kafanda kurma. Sana öyle bir şey söylemedim." Öküz Ateş Karan geri dönmüştü. Dün gece iyi tarafına denk gelmiştim, çenesinin bağı çözülmüştü. Yoksa Ateş yine eski Ateş'ti. Değişen bir şey yoktu. Kahvem bittiğinde kupamı sehpanın üzerine bıraktım. Dizlerimi karnıma çektim ve kollarımı dizlerime sarıp kafamı diz kapaklarıma yasladım. İşte yine kendimle yalnız kalmıştım. Ateş sessizliğine gömülmüş beni yalnız bırakmayı tercih etmişti. Yanımda oturuyordu ama orada yok gibiydi.

Kapı zili çaldığında tek kaşımı kaldırdım. Ateş beni umursamadan ayağa kalktı ve kapıyı açtı. Güntaç ve Gökçe ellerinde alışveriş torbalarıyla içeri girdiklerinde sevinçle ayağa kalktım. Ateş'in sessizliğine daha fazla tahammül etmek zorunda değildim.

Gökçe elindeki torbaları sallayıp mutfağa girdiğinde ben de mutfağa girdim. Alışveriş poşetlerini tezgahın üzerine bırakıp bana döndüğünde gülümsedim. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. "Hoş geldin Gökçe." dediğimde bana sımsıkı sarılmıştı. Güldüm ve ben de ona sarıldım.

"Hoş buldum." dedi geri çekilirken. Güntaç da mutfağa girmiş, elindeki poşetleri tezgaha yığmıştı.

"Ben de hoş geldim mi?" dediğinde güldüm ve başımı salladım.

"Bunlar ne için?" diye sordum elimle tezgahın üzerine yığdıkları poşetleri işaret ederken. Gökçe güldü ve kalçasını tezgaha yasladı.

"Yılbaşı ziyafetimiz için, ne için olacak?" dediğinde kaşlarım çatılmıştı. Bugün yılın son günüydü ve benim bundan haberim yoktu. Buraya geldim geleli zaman kavramımı yitirmiştim. Ne telefonumu elime alıyordum ne de bir takvim yaprağına bakıyordum. Hatta o an evde saatin olmadığını fark ettim. Nasıl da soyutlamıştık kendimizi dışarıdaki hayattan. Şaşırtıcıydı. "Unuttuğunu söyleme bana."

O kadar çok şeyle baş etmeye çalışıyorduk ki yılbaşı aklıma gelmemişti. Dün gece evimize baskın yapılmış, karakola götürülmüşken son düşünebileceğim şey yılbaşıydı. "Derin bu aralar zor bir dönemden geçiyor, hayatım. Unutmuş olması normal." dedi Güntaç göz kırparak. Gözlerimi devirdiğimde Güntaç mutfaktan çıktı ve salondaki Ateş'in yanına gitti.

Mutfakta Gökçe ile baş başa kalmıştık. "Akşama güzel bir sofra donatmaya ne dersin?" diye sorduğunda ağzımdan büyük bir kahkaha firar etmişti. Ben ve yemek yapmak? Ateş ve ben kadar imkansızdı. Gökçe şaşkınca kaşlarını kaldırdığında kahkahalarımı bastırdım.

"Ben yemek yapmanın y'sini bilmiyorum desem tepkin nasıl olur?" dediğimde o da güldü ve poşetlerin içindekileri çıkarıp dizmeye başladı.

"Ben öğretirim." dedi başını sağa yatırarak. Güldüm ve poşettekileri boşaltmasına yardım etmek için yanına adımladım. "Sen de bana yardım edersin. Olmaz mı?"

"Olur." dedim gülümseyerek. Normalde bu kadar gülmeyen biri olarak Gökçe'nin yanında bu kadar gülmem normal miydi? Kızın değişik bir aurası vardı. İster istemez gülmek zorunda hissediyordunuz onun yanındayken.

"Sen iyisin değil mi?" diye sorduğunda tek kaşımı kaldırdım. Yüzündeki ifade değiştiğinde neyden bahsettiğini anlamıştım. Bu konuyu konuşmak istemiyordum. Başımı sallayıp geçiştirdim. Gökçe de konuşmak istemediğimi anlayınca konuyu değiştirdi. "Biz her yılbaşında birlikteyiz. Ateş'i de zorla dahil ediyoruz. Bu sene sen de bizimlesin. İnan çok sevindim. Burada olduğun için çok mutluyum."

"Siz geldiğiniz için ben de çok sevindim, inan bana." dediğimde gülümsemesi daha da genişlemişti. "Ee, menüde neler var Gökçe Şef?" diye sorduğumda kıkırdadı ve bileğindeki lastik tokayla turuncu saçlarımı ensesinde topladı.

"Neler yok ki?" dedi önüne dizdiği malzemelere göz gezdirirken. "Bal kabağı çorbasıyla başlıyoruz. Kereviz salatası, mantarlı karides güveç, patates püresi, mezeler ve hindi dolmayla devam ediyoruz. Limonlu cheesecake ile sonlandırıyoruz."

Bunların hepsini akşama kadar yetiştirebileceğimizden emin miydi? Ona şüpheci bakışlarımı atarken o bütün hindiyi paketinden çıkarmıştı bile. "Bunların hepsini akşama nasıl yetiştireceğiz?" diye sorduğumda güldü ve çekmelerden birinden büyük bir tencere çıkardı. Çeşmeden su doldurduktan sonra hindiyi içine attı ve ocağı yaktı.

"Yetiştiririz merak etme." dedi gülümseyerek. "Hem yetiştiremezsek Güntaç da yardıma gelir. Yardım edersin değil mi aşkım?"

Güntaç oturduğu koltuktan arkasını döndü ve başını salladı. "Elbette bebeğim. Yardıma ihtiyacınız olduğunda seslenin bana, yardıma gelirim." dediğinde güldüm. Çok tatlılardı. Birbirlerine çok uyuyorlardı. Güntaç mı ona ayak uyduruyordu, Gökçe mi Güntaç'a ayak uyduruyordu bilmiyordum ama sorunsuz anlaşıyorlardı.

"Ben ne yapayım?" diye sorduğumda fıstık, pirinç ve ciğeri önüme doğru ittirdi.

"Hindinin içini hazırlayabilirsin. Ciğerleri küp küp doğra, fıstık ve pirinçle birlikte kavur." dediğinde başımı salladım. Tezgahın altından doğrama tahtasını çıkardım ve ciğerleri doğramak için çekmeceden beyaz saplı bıçağı çıkardım.

O da hindinin dışına sürülecek sosu hazırlıyordu. Ciğerleri küp küp doğramaya başladım. Dün gece gördüğüm fotoğraf karesi bir türlü gözümün önünden gitmiyordu. "Dün gece olanları anlattı Güntaç. Arkadaşların senin için çok endişelenmişler." dediğinde başımı salladım ve ciğerleri doğramaya devam ettim.

"Ne kadarını biliyorsun? Her şeyi biliyor musun?" diye sorduğumda başını salladı. Mikroplarını öldürmek için tencereye attığı hindiyi çıkardı ve fırın tepsisine yerleştirdi. Gözlerim salona kaydığında Güntaç ve Ateş'in orada olmadıklarını gördüm. Odalardan birine gitmişlerdi büyük ihtimalle.

"Güntaç her şeyi anlattı. Neden burada olduğunu, neler yaşadığını." dediğinde başımı salladım. "Sevgili olmadığınızı da söyledi." Güldüm. Gökçe de işin magazinsel boyutuyla ilgileniyordu. İşlenen cinayet, eve yapılan baskından daha çok ilişkimizin olup olmamasıyla ilgilenmişti.

"Doğruları anlatmasına sevindim." dedim Gökçe'nin çıkarıp ocağın üstüne bıraktığı tencereye ciğerleri atarken, fıstığı ve göz kararı pirinci de döktükten sonra biraz yağ ekledim. Ocağın altını açıp kavurmaya başladım. "Karakolda verdiği ifade yüzünden rezil oldum. Komiser üvey kardeşimle bir ilişkim olduğunu düşündü. Yerin dibine girecektim."

Güldü ve mezeleri hazırlamak için kollarını sıvadı. "Sizin kan bağınız yok ki. Neden bu kadar tepkilisin?" diye sorduğunda gözlerimi devirdim.

"Sence tek sorun kan bağının olup olmaması mı? Bak ben aşka inanmıyorum. Bunu bir kenara bırakalım, her şeyden öte Ateş ile iletişim kuramıyoruz biz. Yeni tanıştık ve birbirimizden haz etmiyoruz. Burada olmamın tek sebebi ikimizin de Asya'ya karşı olmamız."

"Ne yani bu iş bittiğinde her şeyi bırakıp eski hayatına mı döneceksin?" diye sorduğunda duraksadım. Başka ne yapabilirdim ki Benim kendime ait bir hayatım ve düzenim vardı. Burada onlarla kalmam için hiçbir sebebim yoktu. Arkadaşlarım, işim beni bekliyordu.

"Burada kalmam için bir nedenim yok." dedim ruhsuz bir ses tonuyla. "Elbette siz varsınız. Görüşürüm sizle ama benim İzmir'de kurulu bir düzenim var. Beni bekleyen insanlar var."

Başını salladığında perçemleri yüzüne düştü. "Anlıyorum. Senin buraya gelişin çok ani oldu. Ama burada geçireceğin çok fazla zaman var daha. Ateş ile paylaşım içinde olduğunuzu düşünüyorum. Bunca paylaşımdan sonra hayatınıza hiçbir şey olmamış gibi devam edebilir misiniz? Bunu merak ediyorum."

Paylaşım mı? Ben bir kelimeyi dahi Ateş'in ağzından cımbızla alıyordum. Ateş istemediği sürece onunla iletişim içinde olamıyordum ki. "Bizim aramızda öyle sandığın gibi büyük bir paylaşım yok, Gökçe. Ateş'i az çok tanıyorsun." dedim gözlerimi mutfak penceresinden dışarı dikerken. "Buradaki işim bittiğinde her şeyi geride bırakarak gidip gitmeyeceğimi zaman gösterecek. Şu an o kadar pekişmiş bir bağ yok aramızda. Dengesiz ilerliyoruz. Bazen oluyor ki boğazına çöküp onu boğmamak için kendimi zor tutuyorum. Bazen de içindeki o küçük çocuğu görüyorum. Anne misali sarıp sarmalamak istiyorum onu."

Omuzlarını düşürdü ve eline aldığı malzemeleri doğramaya başladı. "Yani ben bir ilişkiniz olsun diye söylemiyorum ama Ateş seni boşuna yanında tutmuyordur. Yani neden senin için bu kadar endişeleniyor? Neden senin işlediğin bir cinayeti üstlenmeye çalışıp, o gün yanında olmadığı için kendini suçluyor?" dediğinde ocağın altını kıstım ve sürahideki suyu tencereye boşalttım. "Ateş ve senin aşka inanmadığınızı biliyorum ama aranızdaki çekimi inkar edemezsiniz. Senin de bu kadar tepkili olmanı anlamıyorum."

"Tepkili olmamın sebebi aklımda hiç öyle bir şey olmamasından kaynaklanıyor. Ben buraya bunun için gelmedim. Ayrıca Ateş'in Güntaç'ın bizi bu şekilde tanıttığından haberi yok. Eminim bunu duyarsa o da rahatsız olacaktır." dedim omuzlarımı düşürerek. Gökçe'nin söyledikleri şeyler Ateş'in bana karşı hissettiği özel bir duygu falan değildi. İçindeki merhamet duygusunu istemeden dışavurumuydu bu yaptıkları. Altında başka anlam aramanın mantığı yoktu.

"Haklısın. Güntaç'ın patavatsızlığı işte." dedi kendi işini bırakıp benim tenceremin başına dikilirken. İç pilavın içine bir tatlı kaşığı tuz attıktan sonra işinin başına dönmüştü. "Onun kapağını, örtüp altını kıs." Dediklerini yaptığımda elime başka bir iş tutuşturmuştu. Bu yaşıma kadar yemek yapmak şöyle dursun mutfağa girmeyen ben şimdi Gökçe'nin isteğiyle yemek yapıyordum. Tatlı dil gerçekten yılanı deliğinden çıkarıyordu işte.

Mutfaktaki tüm işlerimizi bitirip çıktığımızda hava kararmıştı. Epey yorulmuştuk ama kurduğumuz sofraya göz attığımda buna değdiğine emin oldum. "Hadi git üstünü değiştir." dedi Gökçe saçındaki tokayı çıkarırken. Başımı sallayarak onu onayladım ve salonda suspus oturan bizimkilerin yanından geçip merdivenleri çıktım.

Odaya girdiğimde kapıyı ardımdan örttüm. Dolabı açıp karıştırdım. Evdeydik sonuçta, abartı giyinmeye gerek yoktu. Beyaz gömleğin üzerine kırmızı bir kazak geçirdim. Altımdaki siyah pantolonu değiştirme gereği duymamıştım. Saçımdaki tokayı çıkarıp saçlarımı düzelttim. Yeni yıldan hiçbir umudu olmayan birine göre çok bile hazırlanmıştım. Sırf Gökçe'nin hevesi kırılmasın diye ona ayak uyduruyordum. Yoksa hiçbir şeye hevesim yoktu.

Baharsız ve Gökaysız girdiğim ilk yılbaşıydı. Bana çok kızgın oldukları aklıma gelince omuzlarımı düşürdüm. Acaba şimdi onlar ne yapıyorlardı? Onlar da beni düşünüp üzülüyorlar mıydı? Ya da beni çekiştirip öfkelerini kusmaya mı çalışıyorlardı? Hiç bilmiyordum. İçimdeki burukluğu dışarı vurmamalıydım. Yüzüme sahte bir gülümseme yerleştirip aşağıya indiğimde bizimkiler koltuklara yayılmışlardı.

Güntaç beni gördüğünde gülümsedi ve ayağa kalktı. "Noel annemiz de geldiğine göre masaya geçebiliriz. Yemin ederim kurt gibi acıktım." dediğinde güldüm. Kırmızı giyindiğim noel anne yakıştırması yapmıştı. Gökçe ve Ateş de ayağa kalktığında masaya oturmuştuk.

Gökçe ve Güntaç yan yana oturmuşlar bense onların karşısına oturmuştum. Ateş de masanın başına oturmuştu. Gökçe masaya koyduğu porselen sunum tencerenin kapağını açtı ve çorbalarımızı servis etti.

"Derin ile girdiğimiz ilk yılbaşı olacak." dedi Güntaç gülerek. Ben de gülerek karşılık verdiğimde Ateş derin bir iç çekti. Tüm gece boyunca böyle somurtacak mıydı? Gökçe ve Güntaç Ateş'in bu umursamaz tavrını önemsememişlerdi. Ben de umursamamaya karar verip kaşığımı çorbama daldırdım.

"İlk ve son." dediğinde kaşığım havada kalmıştı. Boş bakışlarımı Ateş'e diktiğimde dudakları sinsice yukarı kıvrılmıştı. O da bu iş biter bitmez gitmemi istiyordu. Gözlerimi kıstım ve başımı salladım.

"Ne öküzsün Ateş." dedi Güntaç gözlerini belertip Ateş'e dikerek. "Öküzlük genlerine işlemiş gibi. Bazen ben bile şaşıp kalıyorum sana. Öyle denilir mi hiç?"

Ruhsuzca güldüm. Gökçe de şaşırıp kalmıştı. Ateş'e öylece bakıyordu. Ateş ise hiçbir tepki vermemeyi tercih etmişti. Elimdeki kaşığı çorba kasesinin içine bıraktım. Gözlerimi Güntaç'a diktim.

"Doğru söylüyor, öküzlük yapmıyor. Bu iş bir sene sürmeyecekse ilk ve son yılbaşım sizinle." dedim gözlerimi kısarak. Güntaç mahcup bir ifadeyle bakıyordu suratıma. Bakışlarımı Ateş'e diktim. Bakışlarımızla birbirimize meydan okuyor gibiydik. Birdenbire değişimini anlamlandıramıyordum ama çok da şaşırmamıştım. Ateş başından beri böyleydi. Dün gece bana kendini bu kadar açmasına şaşırmıştım ben aslında. "Merak etme, gittiğim zaman o eski hayatına dönersin. Sana yük olmak gibi bir amacım yok."

Başını salladığında bakışlarımı üzerinden çektim ve gülümseyerek Güntaç ile Gökçe'ye döndüm. "Kimse kendini kandırmasın. Burada kalıcı değilim." dedim dudaklarımı birbirine bastırarak.

"Ne dersen de, nasıl hissedersen hisset bizim için kalıcısın." dedi Gökçe gözlerini gözlerime dikip gülümserken. Dudaklarımı birbirine bastırdım ve derin bir iç çektim. "Ayrıca aranızın böyle olması her zaman böyle olacağı anlamına gelmez. İster istemez birlikte zaman geçiriyorsunuz. Birbirinize alışacaksınız ve kopmak zor gelecek."

Sessiz kalmayı tercih ettim ve suyumdan küçük bir yudum aldım. "Ben kimseyle duygusal bir bağ kurmam. Bunu bilmeniz gerekir." Bakışlarımı Ateş'e diktiğimde elindeki su bardağını hafifçe salladığını fark ettim.

"Ateş abartma istersen." dedi Güntaç yüzünde daha önce hiç görmediğim kadar sert bir ifade vardı. "Tatsızlık çıkmasın diye susuyoruz, alttan alıyoruz sen de çeneni kapatmayı denesen iyi edersin. Yoksa ben kapatacağım o çeneni."

Ateş tek kaşını kaldırdığında Güntaç da kaşlarını çatmıştı. Aralarındaki uzun bakışmadan sonra Ateş derin bir iç çekip bardağı masaya bıraktı. "Susayım madem." diye mırıldandığında başımı iki yana salladım. Ateş ile birlikte kördüğüm olmaya hiç niyetim yoktu. Onu anlamaya çalışıp kendimi yıpratmayacaktım çünkü ne kadar çabalarsam çabalayayım onu anlayamayacağımı kabullenmiştim. Kafasının içinde neler döndüğünü asla ama asla anlayamayacaktım.

Bana bu öfkesini çözemeyecektim.

O kendi dökülene kadar onu konuşturamayacaktım.

Ne yaparsam yapayım biz iki dengesiz yolumuzu bulamayacaktık. Hep yamuk yumuk adımlarla yürüyecek tepetaklak olacaktık.

Onun tüm garezi kendineydi. İçinde çok büyük savaşlar veriyordu.

Güntaç bakışlarını bana diktiğinde umursamadığımı belli etmek için gülümsedim. Ateş her zamanki Ateş'ti. Alışmıştım ben onun bu tavırlarına sadece bugün ayrı bir hırçınlığı vardı. Tüm sinirini benden çıkarmak istiyor gibi bir tavrı vardı. Beni mahvetmek onu deşarj ediyor olmalıydı.

Yemeğin geri kalanında masada genel olarak gergin bir hava vardı. Gökçe ve Güntaç gergin havayı yumuşatmak için sohbet açmaya çalışmışlardı ancak çok başarılı oldukları söylenemezdi. Ateş tüm hevesimi kırdığı için sahte tebessümlerle karşılık vermiştim onlara.

Son derece keyifsiz geçen yemeğin ardından salona geçtik. Güntaç ve Gökçe tekli koltuklara kurulduklarında Ateş ve ben de ayrı ayrı ikili koltuklara yerleştik. Bu kadar dengesiz davranmasına katlanamıyordum, çileden çıkacakmış gibi hissediyordum. Dün geceki Ateş'ten eser yoktu şimdi. Benden nefret ediyormuşçasına bakıyor, beni umursamıyordu.

"Sizi bir gün bile yalnız bırakmadım. Sadece geceyi Gökçe'nin yanında geçirdim. Ne bu haliniz?" dedi Güntaç tek kaşını kaldırarak. O bile aramızdaki gerginliği anlamsız bulmuştu. "Dün gece aranızda bir tartışma mı yaşandı?"

"Hayır, her zamanki halimiz." dediğimde Ateş'in dudakları alayla kıvrıldı.

"Kedi köpek gibisiniz yemin ederim, içimiz karardı." dedi Güntaç Gökçe'nin elini tutarak. "Eğlenelim, azıcık kafa dağıtalım diye geldik. Şu yaptığınıza bakın. Kaç yaşındasınız siz?"

"Ateş'in kusuruna bakmayın, belli ki canı sıkkın. Benim de biraz başım ağrıyor." dedim, başımı sola yatırırken. Ateş'in delici bakışları beni bulmuştu. Ayağa kalktı.

"Benim adıma konuşmayı kessen iyi edersin." dediğinde sertçe yutkundum. Ben de peşinden ayağa kalktım.

Mutfağa sigara içmek için gittiğinde ben de mutfağa gittim. Kalçasını tezgaha yaslayıp sigara paketini çıkardığında karşısına dikildim. Paketi bana uzattığında başımı iki yana salladım. Hiçbir şey söylemeden bir dal sigarayı alıp dudakları arasına sıkıştırdı. Sigarasını yaktığında kollarımı göğsümün altında topladım. "Neden buradasın?" diye sordu gözlerini kısarak.

"Neden geceyi zehir etmeye yemin etmişsin gibi davrandığını öğrenmek için geldim." dediğimde ruhsuzca güldü. "Onların da heveslerini kırıyorsun."

Kafasını sağa çevirip sigara dumanını üfledi ve sigarasını parmakları arasına aldı. "Ben buyum Nefes. Kabul etsen de etmesen de buyum. Bana anlam yüklemeye çalışma." dedi gözlerini kısarak. "Dün gece konuştuğun Ateş değilim ben. O adam değilim."

Dudaklarımı birbirine bastırdım ve başımı salladım. "Sana anlam yüklemeye çalışmıyorum, Ateş. Dün geceki Ateş de sensin, şimdiki de. Ama sen dün geceki Ateş'ten nefret ediyorsun. Dışarı çıkmasını istemiyorsun. Onu bastırmak için elinden ne geliyorsa yapıyorsun."

"Psikolog musun sen?" dedi gözlerini yüzüme dikerken. Bakışları beni ezip geçmek için can atıyormuş gibiydi.

"Değilim. Birinin hakkında çıkarım yapabilmek için psikolog olmaya gerek yok." dedim gözlerimi sakallarında gezdirirken Gözlerine bakmak istemiyordum. "Gözlerinin olması yeterli."

Sigarasını çöp kovasının kenarında söndürüp içine attı. "O dediğin şey benim için geçerli değil." dedi düz bir sesle.

"Neden?"

"Nefes, zamanını beni çözümlemeye çalışmakla harcamasan diyorum. Eğer benim psikolojim senin tez konun değilse bu kadar uğraşmana değmez." dedi, alt dudağını ısırdı. Başımı salladım.

"Çok vaktimiz var sanıyordum. Bu koca evde seni çözmeye çalışmaktan başka bir aktivite sunabilir misin bana?" dediğimde gözlerini kıstı. Keskin bakışlarının radarına yakalanmıştım. Uzun bir süre yalnızca gözlerimin içine baktı.

"Senin dilin çok uzadı." dedi nihayet, alt dudağını diliyle ıslatarak.

Güldüm ve saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. "Hep böyleydim." dediğimde başını salladı. Hiçbir zaman konuşmamazlık etmemiştim. Aklıma yatmayan her şeyi sorgulayıp sormuştum. Şimdi sanki yeni yeni konuşuyormuşum gibi davranamazdı. Her şeyi görmek istediği gibi görüyordu. "Neden içini açmaktan bu kadar korkuyorsun?"

Geçmişle yüzleşmek zordu, kabul ediyorum ama Ateş'inki bambaşkaydı. O geçmişle yüzleşmekten değil bunu birilerine anlatmaktan korkuyordu. Dün gece benimle konuştuğu pişman olmuştu. O yüzdendi bu tavrı.

"Neden sana uzanan tüm yardım ellerine vurup geri kaçırıyorsun? İçindeki o küçük çocuğu görüyorum. Korkmuş, sindirilmiş, köşesine çekilmiş kulaklarını kapıyor. Dünyanın kötülüklerinden saklanıyor. Arkadaşların o çocuğu çıkarmak için uzatıyor elini sana." dediğimde bitkin bakışlarını omuzlarıma dikmişti. Söylediklerimi nasıl savuşturacağını düşünüyordu. Ne kadar konuşursam konuşayım beni anlamayacağını biliyordum.

Çünkü insan duymak istediği gibi duyardı her şeyi.

"Yardım eli istediğimi nereden çıkardın?" diye sorduğunda dilimle dudaklarımı ıslattım. Göğsümde topladığım kollarımı çözdüm.

"Herkes yardım ister."

"Ben istemiyorum ama." dedi gözlerini gözlerime dikerken. Gözlerindeki yorgun ifadeyi görebiliyordum. "Kimsenin benim için çaba sarf etmesini de istemiyorum. Ben buyum. Beni ya böyle kabul edersiniz ya da gidersiniz. Kapı orada." Kapıyı işaret ettiğinde yutkundum.

"Neden sürekli bir şeylerin savaşını veriyormuşsun gibisin? Bir an olsun kafanı boşaltamaz mısın? Hiç değilse bu gece... Bu gece dün geceki Ateş gibi davranamaz mısın?"

"Belki de gerçekten içimde savaş veriyorumdur?" dedi kuru bir ses tonuyla. Gözlerimi ona diktim. "Yanımdaki insanlarla bile bir savaş halindeyim. Görmüyor musun?"

"Benimle neden savaş halindesin? Onu da anlamıyorum. Ben seninle savaşa girecek en son insanım." dediğimde gözlerini kısmıştı, cümlelerimi akıl terazisinde tartıyormuş gibi gözüküyordu. "Eğer bir gün seninle bir savaşa girersem, karşında değil yanında girerim bu savaşa. Ben senin düşmanın değilim." Sustu, hiçbir şey demedi. "Senin en büyük düşmanın yine sensin. Kendini ve hayatını baltalamaktan, ayaklarına çelme takmaktan başka bir şey yapmıyorsun."

"Yaşamak bu mu sanıyorsun? Ya da şöyle sorayım, yaşadığını mı sanıyorsun?" diye devam ettirdiğimde başını sola yatırdı. Gözlerinde yine o küçümseyici ifade belirmişti. Dün gece bana sarılan, yüzünü boynuna saklayan Ateş o değilmiş gibi bakıyordu. Dün gece hiç yaşanmamış gibi yabancı bakıyordu gözlerimin içine.

"Şimdi de yaşam koçluğuna mı başladın?" dedi, dilini dişlerinin üzerinde gezdirdi. Yüzüne sert bir tokat geçirmeyi o kadar çok istiyordum ki... Bu alaycı tavırları bana birini anımsatıyordu. İkimizin de çok iyi bildiği birini. Asya'yı...

Ofladım ve ona bir adım daha yaklaştım. "Beni ciddiye alır mısın lütfen?" Onun ruhu evsiz bir ruhtu. Evsiz bir ruha sahip olmak onu tehlikeli kılıyordu. Boşvermişliğinin ardında çok büyük acılar yatıyordu. Bu zamana kadar ciddiye aldıklarının yara izleriyle dolu bir kalp taşıyordu. Belli ki bu yüzden hayatı ciddiye almamaya başlamıştı.

"Sen her şeyi ciddiye mi alırsın?" diye sorduğunda derin bir iç çektim ve başımı salladım. "Çok üzerler seni."

"Sen de üzüyorsun. Bu tavrınla."

"Bana güvenme derken ciddiydim. Ama dinlememişsin belli ki." dediğinde alayla kıvrıldı dudaklarım.

"Güvendiğine mi kırılır sadece insan?" diye sorduğumda gözlerini usulca kapatıp açtı.

"Güvenmediği birine neden kırılsın ki?" dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım.

Mutfaktan çıkmak için adımladığında omuzlarımı düşürdüm. Tam çıkacakken durdu ve bana dönmeden fısıldadı. "Bu arada o küçük çocuk öldü, Nefes. O gördüğün çürümüş bedeninden başka bir şey değil."

Mutfaktan çıkıp salona geçtiğinde biraz daha mutfakta oyalandım. Hiç keyfim yoktu. Tüm hayat enerjimi tüketmişti. Mutfaktan çıktım ve kendimi koltuklardan birine attım. Gökçe tabu kutusuyla yanımıza geldiğinde gözlerimi bıkkınca yüzüne diktim, omuzlarını düşürüp dudaklarını büzdü. Oflayarak ellerimle yüzümü örttüm.

"Yapmayın böyle. Biraz yeni yıl ruhunu yaşayalım." dedi kutuyu açıp sehpanın üzerine içindekileri yerleştirirken. "Hem oyun oynarsak ortamdaki şu gerginliği biraz olsun kırarız diye düşündüm. Ateş?"

Ellerimi yüzümden indirdim. Ateş usulca başını salladığında gözlerimi şüpheyle kıstım. Tüm garezi banaydı. "Oynarsam gecenin kalanında beni rahat bırakacak mısınız?" diye sordu alaycı bakışlarını Gökçe'nin yüzüne dikerken. Gökçe başını salladığında Ateş doğruldu.

Gökçe sorarcasına bana baktığında dudaklarımı birbirine bastırdım. Hayır diyemeyeceğimi çok iyi biliyordu. Gözlerimi açıp kapatarak onu onayladığımda gülümsedi. Cidden çocuk gibiydi. "E, o zaman Güntaç ile ben grup oluyoruz." dediğinde omuzlarımı silktim. Sanki bize başka bir seçim hakkı bırakmıştı. Gökçe'ye sahte tebessümlerimden birini attığımda sırıttı.

"Fark etmez." diye mırıldandı Ateş. Gözlerimi ona diktiğimde bana baktığını fark ettim. Gözleriyle resmen beni eziyordu. Gözlerimi devirerek önüme döndüm.

"Hangi takım başlasın önce?" diye sordu Güntaç. Gökçe ve Güntaç ikimize de sorarcasına bakıyordu. Ben önemli olmadığını göstermek istercesine elimi salladığımda Güntaç bakışlarını Ateş'e dikti.

"Biz başlarız." dediğinde gözlerimi kıstım ve bakışlarımı ona diktim. Meydan okurcasına eliyle kartları işaret ediyordu, derin bir iç çektim. "Buyur, anlat bakalım."

Yumruklarımı sıkarak ayağa kalktım. Gökçe kağıt destesini elime tutuşturduğunda ilk karttaki sözcük gözüme çarpmıştı bile. 'Şiir.'

Şair, edebiyat, dize, dörtlük ve kafiye yasaklı kelimelerdendi. Gökçe kum saatini ters çevirdiğinde gözlerimi Ateş'in yüzüne diktim. "Sen benim neyim değildin?" diye sorduğumda gözlerini kıstı. Gökçe elimdeki kartı kontrol etmek için başımda dikiliyordu. Güntaç ise Ateş'in yanına oturmuş merak bana bakıyordu. "Dün gece söylemiştin ya!"

Dudakları hafifçe kıvrıldığında elimle acele etmesi için işaret yapıyordum. "Şiir. Ben senin şiirin değildim." dediğinde Güntaç yüzünde anlamadığını belli eden bir ifade ile yüzüme bakıyordu.

Umursamadım ve kartı Gökçe'ye uzattım. Yeni açılan karttaki kelime güvendi. Gülerek saçlarımı omuzlarımdan geriye ittim. Oyun şimdilik benim için kolay ilerliyordu.

"Sana ne yapmamam için sürekli uyarıyorsun beni?" diye sorduğumda elini çenesine attı ve sakallarını kaşıdı.

"Kışkırtma." dediğinde başımı iki yana salladım. Güntaç ikimize de şaşkınca bakmaya devam ediyordu. Çok yanlış anlıyordu ama ona açıklama yaparak vakit kaybedemezdik.

"Hayır o değil. Diğeri."

"Güven." dediğinde başımı salladım. Ateş sırıtmaya başlamıştı. Dengesizin tekiydi. Gökçe kartı aldığında diğer kelimeyi gördüm. Çok manidar olmuştu şimdiki kelime. Dengesiz.

"İkimiz de neyiz?"

"Dengesiz." dediğinde Gökçe bizim bu kadar hızlı oynamamıza şaşırmış gibi bakıyordu. Diğer karta geçtim. İntikam... Kelimeler bizim için özel mi seçilmişti? Bu kadar tesadüf fazlaydı.

"En çok istediğimiz şey neydi?" diye sorduğumda dudakları alayla kıvrıldı. O da bu kadar tanıdık kelimenin üst üste çıkmasından işkillenmişti.

"İntikam."

"Çok iyi gidiyoruz." dedim diğer kartı açarak. Cinsellik kelimesi gözüme çarptığımda gözlerimi kıstım. Bunu nasıl anlatabilirdim? Yasaklı kelimelere göz gezdirdim. Üremek, zevk, haz, evlilik ve uyum yasaklı kelimelerdi.

"İki insan arasındaki çekim." dediğimde gözlerini kıstı. "Hani aşkı tanımlarken bu ifadeyi kullanmıştım."

"Cinsel çekim?" Sorarcasına kaşlarını kaldırdığında türetmesi için elimi salladım. Aşırı sakin bir şekilde oynuyorduk. Panik yapmıyorduk. "Cinsellik."

Başımı salladığımda Gökçe ellerimdeki karları tuttu. "Süre bitti. Beş tane kelime bildiniz." dediğinde başımı salladım. Bir dakika içerisinde beş kelime iyi sayılırdı. Hiç de fena değildi. "Güntaç sen anlat. Ateş sen de kontrol et." Ateş ve Güntaç ayağa kalktığında onların yerine kurulduk.

Güntaç "Güzel iş çıkardınız. Hiç değilse oyun oynarken anlaşabiliyorsunuz." dediğinde güldüm. Doğru söze ne denirdi? Ateş düz bir şekilde Güntaç'ın yüzüne bakmış, hiçbir tepki vermemişti. Ateş bir şey söylemeden kum saatini başlattığında Güntaç homurdandı.

Güntaç heyecanla Gökçe'ye dikti bakışlarını. "Biz neyiz?" diye sorduğunda güldüm. Şimdi biz neyiz diyen yeşilçam kızlarının ses tonunu kullanmıştı.

"Sevgiliyiz." dedi Gökçe tek kaşını kaldırarak. Güntaç başını iki yana salladı. "Değil miyiz?"

"Hayır öyle değil, bebeğim türet biraz. Sevgililerin arasındaki duyguya ne denir?" dediğinde dudaklarımı dişledim. Güntaç aşırı panik olmuş yerinde duramıyordu. Ateş ise yasaklı kelimeyi söylememesi için gözünü dört açmıştı.

"Sevgi, aşk." dediğinde Güntaç eliyle onu onayladı ve kartı değiştirdi.

"Biz seninle ilk buluşmamızda nereye gittik?"

"Sinema."

"Çok iyi gidiyoruz." deyip kartı çevirdi Güntaç. "Ben sana nasıl açıldım? Hani bir şey açmıştım ya."

Ateş elindeki kartı çekip aldı. "Orada kocaman açmak kelimesi var. Görmüyor musun?" dediğinde Gökçe oflayarak elini alnına vurdu. Güntaç hız kesmeden diğer karta göz gezdirdi. Bense ikisinin bu panik hallerini izliyor, gülmemek için yanağımı ısırıyordum.

"Eski sevgilimin adı bu." dediğinde Gökçe gözlerini kıstı.

"Melek? Ezgi? Hülya? Meltem? Pınar-" Güntaç eliyle onu durduğunda artık kahkahalarıma engel olamadım.

"Hepsini saymana gerek yoktu. Senden öncekini soruyorum." dediğinde elimi ağzımın üzerine kapayıp kahkahalarımı bastırdım. Ateş de sırıtmaya başlamıştı.

"Melodi!" dedi Gökçe de gülerek. Gökçe'nin Güntaç'ın tüm eski sevgililerinin adını biliyor olmasına mı yoksa Gökçe'nin hiç çekinmeden hepsinin çatur çutur saymasına mı güleceğimi şaşırmıştım. Ateş Güntaç'ın kolunu tutup kum saatini gösterdiğinde Güntaç ofladı ve kartları sehpanın üzerine bıraktı.

"On yıllık sevgilimle size yenildiğimize inanamıyorum." dedi Gökçe gözlerini sinsice kısarak. O ifadeyi fazla koruyamayıp güldüğünde omzuna yavaşça vurdum. Gecenin geri kalanında birkaç tur daha oynamıştık ama sonuç değişmemişti. Kazanan biz olmuştuk. Güntaç ve Gökçe çok panik oldukları için süreyi yetiştiremiyorlardı. Bizse çok umursamadığımız için zamanımızı daha iyi yönetmiştik.

Gökçe ve Güntaç birbirlerine sarılarak ondan geriye saydıklarında ben onları gülerek izlemiştim. Ateş ise köşesine çekilmiş şömineyi izlemişti. Onlar için büyük bir eğlence olabilirdi ama bizim için hiçbir anlam ifade etmiyordu yeni yıl.

Ya biz çok yaşlanmıştık ya da onlar çok çocuktu. Yeni bir yılın hayatımızda hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini kabullenmiştim ben. Usulca ayağa kalktığımda tüm gözler üzerime çevrilmişti.

"Size iyi eğlenceler. Benim çok uykum geldi." dediğimde Gökçe gözlerini kapatıp açarak karşılık verdi. Güntaç ise anlayışla başını sallayıp delici bakışlarını Ateş'e dikti. Ateş hiçbir tepki vermediğinde merdivenleri çıktım ve odama girdim. Üzerimdekileri çıkarıp ipek siyah geceliği üzerime geçirdim. Saçlarımı at kuyruğu yapıp yatağa yattım.

***

Odaya çıkalı ne kadar zaman geçmişti bilmiyordum ama yatakta huzursuzca dönüp duruyordum. Ateş'in söylediği tüm cümleleri öznesine yüklemine kadar düşünmüş kafamda tartmıştım. Ama hala nereye varmak istediğini anlayamıyordum. İçinde iki tane Ateş vardı. İkisi de birbirinden farklıydı. Mıknatısın iki zıt kutbu gibiydiler.

Dün gece gördüğüm tarafı dışarı çıkmak için can atıyordu ama Ateş ona sert bakışlarından birini atıp olması gereken yerde kalmasını sağlıyordu. Ondan ölesiye nefret ediyordu. Yapabilse öldürüp atardı o tarafını.

Dengesiz biri olduğunun farkındaydım ama bu kadar ani değişmesi beni afallatmıştı. Usulca doğrulup yastığımı yatak başlığına yasladım. Sırtımı yastığa yasladım ve oturur pozisyona geçtim. Zihnimde hala Ateş'in dün gece söylediği cümle dolanıyordu.

'Dilimin kemiği sökük, değilim senin şiirin.'

Ne demek istediğini hala anlayamamıştım. Ya ben çok salaktım ya da o kendine kendinden başka kimsenin anlayamayacağı bir dil geliştirmişti. Artık onu anlamaya çalışmaktan yorulmuştum. Dediği gibi ben psikolog değildim. Onu anlamak için bir noktaya kadar çabalayabilirdim. O kendini açmadığı sürece benim bu çabam nafileydi.

Kapı sessizce aralandığında gözlerimi kapıya diktim. Ateş kafasını araladığı kapıdan içeriye uzatmıştı, koridorun ışığı aralık kapıdan içeri süzülüyordu. "Uyudun mu?" diye sorduğunda gözlerimi yüzüne diktim.

"Sence?" diye sorduğumda gözlerini kıstı.

"Müsait misin?" Başımı salladığımda içeri geçti ve kapıyı örttü. İçerisi karanlık olduğu için perdeleri hafifçe araladı. Yatağın ucuna oturduğunda ona sorarcasına bakıyordum. "Ne hissediyorsun?"

Bunu sormak için mi gelmişti? Alayla güldüm ve üzerimdeki yorgana sarıldım. "Önemi var mı ki?"

"Var." diye mırıldandığında dudaklarımı yaladım.

"Ne mi hissediyorum?" diye sordum gözlerimi gözlerine dikerken. Camdan içeri giren ay ışığı yüzünün bir kısmını aydınlatıyordu sadece. "Sadece taş kalbinin soğukluğunu."

O da benim gibi alayla güldü ve başını salladı. "Bana güvenme derken bunu kast ediyordum işte." dedi derin bir iç çekerek. "Dengesizin önde gideniyim. Bir bakmışsın dün geceki o Ateş'im, bir bakmışsın bugünkü Ateş'im. Sağım solum belli olmaz."

"Sadece şunu merak ediyorum." diye mırıldandım. "Beni gerçekten önemsiyor musun? Yoksa rol mü yapıyorsun?" Oturduğu yerden kalkıp bana biraz daha yakın bir yere oturdu. Gözlerini gözlerime kenetledi.

"İşte bu sorunun cevabını ben de bilmiyorum." dediğinde başımı salladım. "Tek bildiğim şey... Duvarlarımı aştığın."

"Duvarlarını aşmak mı?"

"Nedenini bilmiyorum ama dün gece ilk defa bu kadar açık oldum. Bunu yapabilen tek kişi sensin." dediğinde üzerimdeki yorganı attım ve dibine girdim. Yüzümü yüzüne yaklaştırmıştım.

"O yüzden miydi bugünkü tavrın? Kendini istemediğin kadar açtığın için miydi?" diye sorduğumda gözlerini kıstı.

"Belki de... Bilmiyorum." diye mırıldandığında dudaklarımı birbirine bastırdım.

"İçini dökmek kötü bir şey değil."

"Ben alışık değilim." Gözlerim hareket eden dudaklarına kaydı. Dudaklarını diliyle ıslattığında bakışlarım hızla gözlerine tırmandı. "İçim çok karışık Nefes. Kördüğüm olmuşum."

"Düğümleri çözmek yerine kesip atsak, nasıl olur?" dedim, gözlerimi gözlerinin içine dikerek.

"Yapabilir miyim bilmiyorum. Hiçbir şey bilmiyorum." dediğinde gözlerimi kırpıştırdım. "Nefes kendimi kaybediyor gibi hissediyorum. Daha önceleri dengeli birisi olduğum söylenemez ama şimdi büsbütün kaydı çizgim. Saatim saatimi tutmuyor. Beynimin içindeki sesi susturamıyorum. Bazen çözülüyor dilim bazen mühür vuruluyor."

"Anlıyorum." diye mırıldandım. O da memnun değildi kendinden, belki de bilincinde değildi yaptıklarının.

"Dün gece bir şey oldu." Tek kaşımı kaldırdım. "Zeynep'i görmedim."

Kız kardeşinden bahsediyordu. İlk defa onun ismini telaffuz etmişti. "Onu her gece rüyamda görüyordum. Ama dün gece görmedim." dedi kaşları usulca çatılırken. "Onu görmek beni çok yıpratıyor." Darmadağındı.

"Bugün bunu düşündüm tüm gün. Sen yanımda olduğun için mi görmedim diye. Bunun iyi bir şey mi kötü bir şey mi olduğunu sorguladım. Çok eksik hissettim ama sanki doğru olan bu gibiydi."

"Sağlıklı olan bu. Onun senin hayatın nasıl etkilediğini tahmin edebiliyorum. Kolay değil. Ama onu görmemek senin için daha iyi olduğuna eminim." dediğimde kaşları çatılmıştı. "Rüyalarımız bilinçaltımızdan beslenir. Sen ondan başka bir şey düşünmediğin için onu görmen çok normal."

"Dün neden onu görmedim peki?" diye sorduğunda derin bir iç çektim ve gözlerimi kırpıştırdım.

"Çünkü dün gece benim yanımdaydın, uyumadan önce sohbet ettik ve aklın tüm gün başka şeylerle meşgul olmuştu. Karakol, sorgu derken onu düşünmemiş olman çok normal." dedim gözlerimi gözlerine dikerken.

"Öyle diyorsan..." diye mırıldandı. "Öyledir."

Güldüm ve saçlarımı omzumdan geriye ittim. "Öyle. Hem gün içinde aklının başka şeylerle meşgul olması ve onu rüyanda görmemen güzel bir şey. Yıprandığın bir konunun bu kadar üzerine gitmek doğru değil."

Başını yavaşça salladığında dudaklarımı birbirine bastırdığında geriye doğru çekildim. "Uyuyalım mı?" diye sorduğumda gözlerini usulca kapatıp açtı ve beni onayladı. Birbirimize sırtlarımız dönük şekilde uzanmıştık. Gözlerimi duvara diktim ve onun nefes alış verişlerini dinlemeye başladım.

Yatakta hareket ettiğini hissettiğimde nefesimi tuttum. Bana doğru dönmüş olmalıydı. bakışlarını omuzlarımda hissediyordum. Ne düşündüğünü merak ediyordum. Parmak uçları omzuma değdiğinde gözlerimi usulca örttüm. Nefesimi tuttum. Parmak uçları tenimde dolandı bir saniye, sonra durakladı.

"Nefes..." diye mırıldandığında gözlerimi araladım.

"Hı?" diye tepki verdiğimde dudaklarından gülmeye benzer bir ses döküldü.

"Benden nefret mi ediyorsun?" Dilimle alt dudağımı ısladım ve ona dönmedim. Gözlerimi duvara diktim. Parmaklarını omuzlarımdan çekti.

"Hayır." diye mırıldandım. "Ama senin benden nefret edip etmediğinden emin olamıyorum. Burada olmamı istiyor musun bilmiyorum. Seninle yaşamak çok zor."

Sessiz kaldı. Güldüm ve yorganıma sıkıca sarıldım. Arkasını döndüğünü yatağın hareketlerinden anlayabilmiştim.

Tam uykuya dalmaya hazırlanıyordum ki mırıldandı. "Nefretimi hak edecek bir şey yapmadın ki nefret edeyim. Bakma sen bana, ben de benimle yaşayamıyorum."

---

Kıvırcık saçlarını parmakları arasından geçirip hızla karıştırdı birden doğrulup saçlarını geriye doğru fırlattı. Kabaran siyah saçları onu daha asil ve ihtişamlı gösteriyordu. Onu tanımayan insanlara göre oldukça çekici ve alımlı bir kadındı. Ancak tanındıkça insanların gözündeki bu imajını sarsıyordu. Mide bulandırıcı bir hal alıyordu. Güzelliği karakterinin çirkinliğini örtemiyordu.

Bordo kalem eteğinin üzerine siyah dantel detaylı gömleğini geçirirken oldukça sessizdi. Dudaklarını birbirine bastırmış gömleğinin düğmelerini usulca ilikliyordu. Konuşmayı çok sevmezdi, zihninde dönen bin bir düşünce zaten onu fazlasıyla yoruyordu. Bir de onu asla anlamayacak insanlara kendini ifade etmekle uğraşıp vakit kaybedemezdi.

Zihni büyük bir savaş meydanıydı adeta. Kan gövdeyi götürüyordu. Çok fazla kişiyle savaşıyordu. Derin bir iç çektiğinde arkasında bekleyen Semih ile göz göze geldi. Dudakları çarpık bir gülümsemeyle kıvrılırken Semih kravatını çekiştirdi.

"Araba hazırlandı mı?" diye sordu gümüş renkli yılan desenli küpelerini takarken. Elini küpeden çektiğinde yılan ahenkle sallanmıştı.

Semih usulca başını salladığında Asya sinsice gülümsedi. Cenk'e olanları Ateş ve Nefes'in yanına bırakmayacaktı. Ateş ve Nefes Asya'nın bu durum karşısında sessiz kalacağını sanıyorlarsa çok büyük bir yanılgı içindelerdi. Asya bunun hıncını çok pis çıkaracaktı.

Sıradaki hamlesi çok büyük olacaktı. Ateş Asya'nın peşine düştüğü için çok pişman olacaktı. Asya Ateş'i can evinden vuracaktı. Onu acılar içinde kıvrandıracaktı. Asya bunu kafasında kurgularken bile büyük bir haz duymuştu. Şimdi uygulamaya koymak için çok heyecanlıydı.

"Bunu yapmak istediğinden emin misin Asya?" diye sordu Semih gözlerini kısarak. Semih Asya'nın ne kadar tehlikeli bir kadın olduğunun farkındaydı. Ama ona sadık olmak için kendince sebepleri vardı. Onun yanında ve emri altında olmaktan o da hoşlanmıyordu. Asya da bunun farkındaydı ancak Semih'in mecburiyetinden faydalanıyordu. Semih onun eli koluydu adeta.

"Hiç bu kadar emin olmamıştım." dedi Asya gözlerini tehditkarca Semih'in gözlerine dikerken. Kararlarının sorgulanması ne kadar zoruna gitse de Semih'in bu sorgulayıcı tavrına artık alışmıştı, umursamıyordu.

"Bu yaptığın çok tehlikeli Asya. Geri dönüşü olmayabilir." dedi Semih kol düğmelerini düzeltirken. Asya bacak bacak üstüne attı ve kaşlarını çattı. "Ben senin için söylüyorum bunu. Kartlarını çok açık oynuyorsun."

"Elimi hiçbir zaman gizlemedim." dedi Asya tırnaklarına bakarken. Semih'in bu konuda endişelenmesi onun için çok anlamsızdı. Endişelenilecek bir durum yoktu ortada. Temiz bir iş olacaktı. Her şey o kadar kolaydı ki tereyağından kıl çekermiş gibi kolayca halledilecekti.

"Bu hırsın bir gün sonun olacak Asya." dedi Semih kaşlarını çatarken. Ellerini yumruk yapmış Asya'ya bakıyordu. "Ve ben o gün hiçbir şey yapmayacağım. Yanıp kül oluşunu izleyeceğim."

Asya güldü ve saçlarını geriye savurdu. Semih'in dediklerini umursamayı bırakalı uzun zaman oluyordu. "Beni ne kadar sevdiğini çok iyi biliyorum. Anlatmakla nefesini tüketme Semih." dedi gözlerini alayla gözlerine dikerken. "Yanıp kül olurken ne yapacağını o zaman düşünürsün. Daha çok erken bunları düşünmen için. Bakarsın benim yanışımı göremeden bedenin denizin dibini boylar. Ne dersin ha?"

Semih tiksintiyle yüzünü buruşturdu. "Tek dileğim Ateş'in seni bulduğunda etlerini lime lime etmesi." dediğinde Asya'nın ağzından büyük bir kahkaha döküldü. Kahkahalarını bastırmak için elini dudaklarının üzerine kapadı.

"İsteğin çok manidar Semihciğim. Ama ne yazık ki Ateş ve Nefes'i öldürmen için sana emir verdim. Ne kadar üzücü değil mi? İsteğinin gerçekleşmemesi ve onları kendi ellerinle öldürmek zorunda olman. İnsanın kendi kararlarını veremiyor olması ne yazık." Semih'i kışkırtmak için her yolu deniyordu. Semih'in her ne olursa olsun kendisine sadık olacağını çok iyi biliyordu. Dudaklarını birbirine bastırdı zafer kazanmış bir edayla.

"Boyunu aşan oyunlar oynuyorsun." diye tısladı Semih.

Asya sinsice güldü. Semih Asya'nın sırıtışındaki tiksintiyi vücudunun tüm uzuvlarında hissetmişti. "O oyunların altından sapasağlam çıktığımda yüzündeki ifadeyi görmek isterim."

Semih güldü ve odanın kapısını araladı. "Oyun bittiğinde şah da piyon da aynı kutuya atılır Asya Soyhan. Unutma bunu." Odadan çıktığında Asya başını iki yana salladı ve Semih'in ardından odadan çıktı.

Uzun karanlık koridorlardan geçtikten sonra evden çıktı. Aracının kapısını açmış Emir'e gözleri değdi. Emir bakışlarını yere dikmiş Asya'nın araca binmesini bekliyordu. Asya Emir'i gördüğünde dudakları hazla kıvrıldı.

Emir'in yanına geldiğinde önünde durakladı. Emir Asya'ya bakmamakta ısrarcıydı. Asya güldü ve araca bindi. Emir yavaşça kapıyı kapatıp geriye çekildi.

Şoför aracın motorunu çalıştırdığında Asya başını cama yasladı. Asya'nın aracı malikanenin bahçesinden çıktıktan sonra ardından bir araç daha çıkıp gitmişti. Emir koşar adımlarla malikanenin içine koştu ve odasına girip kapısını kilitledi. Sırtını kapıya yasladı, göğsü hızla inip kalkıyordu. Vücudu korkudan tir tir titriyordu.

Buradan kaçıp kurtulmanın bir yolu olmalıydı. Daha fazla burada kalamazdı. Burada kalmak onun için ölüm gibiydi. Asya'nın istismarı kendinden tiksinmesine neden oluyordu. Her gece burada ne işi olduğunu sorguluyordu.

Neden buradaydı? Neden bu kadının istediklerini yapıyordu? Bu sorunun cevabını kendisi de bilmiyordu işte.

Sorularına cevap bulamıyor, Asya'nın isteklerine boyun eğmek zorunda kaldıkça benliğinden ödün veriyordu. Bir gün buradan kaçacaktı, bunu aklının bir köşesine yazmıştı. Kaçıp kurtulacak Aya'dan olabildiğince uzağa gidecekti.

Derin bir iç çekti ve sırtını kapıda kaydırıp yere oturdu. Başını elleri arasına aldı. Göz yaşları yanaklarından aşağıya süzüldü.

O sırada Asya varmak istediği yere ulaşmıştı bile. Asya'nın bindiği araç durakladığında Semih de kendi aracını duraklattı. Yanındaki adama yanında kalmasını söyledi ve indi. Asya'nın aracının kapısını açtı.

Asya yüksek topuklu siyah ayakkabısıyla zemine bastı. Omzundaki kürkünü çekiştirdi ve araçtan indi. Mavi duvarlara sahip olan büyük ihtişamlı eve dikti gözlerini. Tüyleri diken dikendi. Yıllar sonra onunla yüze yüze gelecek olması Asya'ya garip hissettirmişti. Birkaç adım attığında Semih aracın kapısını örttü.

Asya evin kapısı önünde durakladığında Semih de Asya'nın peşinden gitti. Asya kapıda öylece duraklıyordu. İçeri girebilmek için cesaretini toparlamaya çalışıyordu. Semih Asya'yı yıllar sonra ilk defa bu kadar tedbirli davranırken görüyordu.

"İstersen önce ben gireyim." dediğinde Asya çenesini dikti ve başını salladı.

"Hayır. Tek başıma gideceğim. Önce yüzleşmemiz gerek. Sonrasında ben sizi çağırırım." dediğinde Semih başını salladı. Asya derin bir iç çekip omuzlarını dikleştirdi. Kendinden emin adımlarla bahçe kapısını aralayıp içeri girdi.

Ayakkabısının topukları zeminde tok bir ses çıkarıyordu. Asya etrafındaki seslerden hiçbirini duymuyordu. Aklındaki tek şey onunla yıllar sonra ilk defa karşılaşacak olmasıydı. Gergindi. Ama hala kendinden ödün vermiyordu.

Evin kapısına uzanan uzun ahşap yolu yavaş adımlarla yürüdü. Kapıya ulaştığında yüzüne sahte bir tebessüm yerleştirdi ve zile uzandı. Parmağı zilin üzerinde bir süre bekledi. Sertçe yutkundu ve zile bastı.

Kısa bir bekleyişin ardından kapı aralandı. Üzerinde beyaz gömlek altında siyah etek olan uzun boylu bir çalışan kapıyı açtığında Asya tebessüm etti.

Kız tek kaşını kaldırdı. "Buyurun? Kime bakmıştınız?"

"Ben ev sahibiyle görüşmek için gelmiştim. Eski ortaklarından biriyim. İş için görüşmemiz gerekiyordu." dediğinde kız başını salladı.

"İsminiz nedir?" diye sorduğunda Asya gözlerini kıstı.

"Selma Bozdemir." dediğinde uzun boylu kız elindeki deftere baktı. İsmini teyit ettiğinde gülümsedi ve kapıyı sonuna kadar açtı.

"Hoş geldiniz Selma Hanım." Asya gülümseyerek içeri adımını attı. Geniş ve iyi ışıklandırılmış bir koridordu burası. "Üst katta koridorun sonundaki oda."

Asya başını salladı ve merdivenleri tırmanmaya başladı. Üst kata ulaştığında kürkünü çıkardı ve koridordaki masanın üzerine bıraktı. Odanın kapısının önüne geldiğinde elini kapı kulpuna attı. Dudaklarındaki sahte tebessüm kaybolmuştu.

Omuzları düşmüştü. Derin bir nefes aldı ve kapıyı araladı. Odanın ortasındaki büyük yatakta uzanan o adamı gördüğünde kapının önünde kalakalmıştı. Bakışları adamın yüzüne odaklanmıştı.

Adam Asya'yı gördüğünde gözleri fal taşı misali açılmıştı.

Asya daha fazla oyalanmadan kendini toparladı ve içeri girdi. Kapıyı ardından örttü. Yatağa doğru ilerledi. Adam korkuyla Asya'ya bakıyordu. İkisi de yıllar sonra birbirlerini görmekten oldukça rahatsız olmuşlardı.

"A......As....Aa..." diye mırıldandı adam.

Asya gülerek yatağın yanındaki koltuklardan birine attı kendini.

"Sana da merhaba Ahmet Karan." dedi Asya gözlerini kısarak. "Yarım kalan bir hesaplaşmamız vardı diye hatırlıyorum."

---

Selam! Nasılsınız?

Ateş'in dengesizliği hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce neden yemekte Nefes'e bu kadar büyük tepkiler verdi?

Nefes'in duruşunu nasıl buluyorsunuz?

Güntaç'ın yemek masasında Ateş'e karşı çıkması ve Ateş'in sessiz kalması hakkında ne düşünüyorsunuz? Birbirlerinin emirlerine uyduklarının farkındasınızdır zaten jfdlkhpse.

Gökçe'yi seviyor musunuz?

Sizce Gökçe ve Güntaç tabudaki kelimeleri özellikle mi ayarladılar?

Bu iş bittiğinde Nefes Ateş'i ardında bırakıp gidebilecek mi sizce?

Emir hakkında ne düşünüyorsunuz? Asya'dan kurtulabilecek mi?

Sizce Semih neden Asya'ya sadık olmak zorunda?

Asya'nın aklından ne geçiyor? Neden Ahmet'in yanına geldi? Amacı nedir?

Hikayedeki dönüm noktamızı attım sayılır. Artık işler daha çok kızışacak. Çok çekişmeli bölümler sizi bekliyor.

Okuyup destek verdiğiniz için teşekkür ederim. Yeni bölümde görüşmek üzere. Sizi seviyorum.

Continue Reading

You'll Also Like

623K 21.4K 60
"Anlıyorum çok iyi anlıyorum ben sizi, orda ne duygular içinde olduğunuzu anlıyorum." "Anlayamazsın öğretmen yaşamadan anlayamazsın en yakınını kaybe...
685K 39.5K 34
Evin ise yediği tokatın şiddetiyle yere düşmüştü. Dudağının kenarı yeni bir darbe alırkende Kazım Ağa saçlarından koparırcasına tutup Evin'i kaldırmı...
2.5M 134K 15
Maça Kızı 8 serisinin devam bölümlerini içermektedir.
18.1M 1M 52
"Karımı artık yanımda, odamda ve yatağımda görmek istiyorum!" diye bağırınca donup kaldım. Ne söylediğinin farkında mıydı? Bir başkasının kimliğiyle...