XI - ❝Mezarlar ve Doğumlar❞

En başından başla
                                    

"Beyefendi," diyen sesle beraber yaşlı gözlerimi ona çevirdiğimde bana bazı evraklar uzatıyordu. "Bunları imzalamanız gerekiyor." Cidden mi?

Titreyen ellerimle bana verdikleri kalemi tutup rastgele imzalar attıktan sonra ayakta duracak gücüm kalmadığı için hastanenin soğuk zeminine oturmuş, bacaklarımı kendime çekmiştim.

Keşke annem ya da babam burada olsaydı. Saçlarımı okşayarak bana teselli vermesine ihtiyaç duyduğum iki kişi de hayatımda yoktu.

Baba, neden bu kadar erken öldün? Şehitler ölmez, diyorlar ama ben seni o çukura kendi ellerimle gömerken buna nasıl inanabilirim?

Anne, neden benden vazgeçtin? Neden babamın hayalini benim varlığıma tercih ettin?

Mihrinaz, neden ben senin hayatındaki en önemli kişi değildim? Eğer öyle olsaydım asla sana zarar gelmezdi. Deden ve Turan yüzünden kurşun yemez, bu hâle gelmezdin.

Ellerimi şakaklarıma getirerek tüm sesleri susturmak istedim. Onun gözlerini açtığı ana kadar yok olmak istedim. Sonra duraksadım. Yok olursam gözlerini açtığında beni görmezdi ve üzülürdü. Bencil davranamazdım çünkü bencillik benim hamurumda yoktu. önce sevdiklerimi düşünürdüm. Ve ben en az kendimi seviyordum.

Çalan telefonum cebimde titrerken elimi yavaşça indirip cebime daldırdım. Telefonu açtığımda, "O iyi mi?" diye sordu Baran.

"Bilmiyorum." Boğazımda kocaman bir yumru vardı. "Orada durumlar nasıl?"

"İkisi de öldü. Turan'ın peşine düştüler."

Keskin bir sesle, "Bana Turan'ı bul," dedim. "İlk ben göreceğim onu."

Telefonu kapatmak üzereyken, "Zamir," dedi Baran. "Biz yoldayken Naz biriyle konuştu. Kemal Demirhan davasının kanıtlarını aldı, parmak izlerini kasadan temizlettirip öyle gitti. Naz da çok tanımıyordu. Dedesi tutuklandığında telefonunu teslim ettiği kişiymiş."

Bu, tahmin ettiğim ve çoktan önlemini aldığım bir detaydı. Bunu Baran'a açıklamak için dudaklarımı araladığım sırada görüş açıma giren kişiyle beraber telefonu yüzüne kapattım. Acilden çıkan bir doktor bana doğru gelmeye başladığında duvara tutunarak ayaklanmıştım. "Eşim iyi mi?"

"Kurşun dalağa saplanmış. Splenektomi yapmamız, yani dalağı almamız gerekecek. Diğer organların zarar görüp görmediğine de o zaman bakacağım. Çok kan kaybettiği için acil kan takviyesi yapacağız."

Titreyen çenemi sabitlemeye çalışırken "İyi olacak mı?" diye sordum.

"Elimizden geleni yapacağız." Kaşları çatılırken yüzüme baktı. "Siz tuğgeneralin oğlu musunuz?" Başımı ağır ağır salladım. Bir anda elini omzuma atarak sıktığında, "Sizi bir odaya aldırmamı ister misiniz? İyi görünmüyorsunuz," dedi endişeyle.

"Gerek yok."

Doktor, hemşirelere ve asistanlara onu operasyon için hazırlamaları emrini verirken perdeler kapalı olduğu için hiçbir şey göremiyordum. Operasyonun riskini bana söylememişti. Bu yüzden telefonumu alarak Asemin teyzeyi aradım. Telefonu geç de olsa açmıştı. "Teyze." Kahretsin! Neden ağlıyordum yine?

"Ne oldu, Zamir?"

Titreyen sesimle, "Splenektomi riski nedir? Sadece bunu söyle," dedim.

"Yaralandın mı, oğlum? Hangi hastanedesin?"

Elimle yüzümü tuttum. Bunu dile getirmek beni utandırıyordu. Çünkü onu koruyamamıştım. "Mihrinaz... O vuruldu. Kurşun dalağına saplanmış."

HALEFHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin