X - ❝Hislerim Sakallarında Saklı❞

21.2K 2.1K 1.1K
                                    

"Sakallarının arasına gizledim hislerimi.

Kesme onları..."

X- "Hislerim Sakallarında Saklı"

On gün sonra...

Düşüyorduk, acıdan bazen ağlıyorduk. Ama sonra kalkıyorduk. Canımızın acısını önce önemser, ardından yok sayardık. Hıçkırarak uyurduk bazen ama ertesi sabah kururdu gözyaşlarımız. Bazen bir enkaza dönüşürdük ama muhakkak yeniden inşa ederdik kendimizi. Solardık. Aniden bir damla suyla yeniden başkaldırırdık aykırı şekilde. Zaman. Zaman her şeye dermandı. Tek bir şeyden başka. İliklerimize kazınan insanın yokluğundan başka. Asırlar dahi geçse, geçmeyecek tek şey onların yokluğuydu.

Zaman akıyordu. Bu zamanın içinde her gün girdabını büyüten bir özlem, kendine yer edinen acı ve yakıcı duygular vardı. Çünkü Zamir yoktu. Kelimenin tam anlamıyla o yoktu ve yokluğu birçok kötü hissin ruhuma işlemesine neden oluyordu.

Gözlerim ısrarla elimdeki romanın cümlelerini takip ederken yorulduğumun bilincine dahi varamıyordum. Ela harelerim acıyla sızlayana kadar saatlerdir okuduğum kitaba baktım. Yüzlerce cümleyi dikkatsiz ve defalarca geri dönüp okuduğum için saatlerdir bitirememiştim kitabı.

Üzerimdeki pikeyi tekmeleyerek yere attım. Kitabı koltuğun kenarına bırakarak uyuşan ayaklarımı zemine dokundurup ayağa kalktım ve odadan çıktım.

Adımlarım beni mutfağa götürdü, karşılaştığım Cihan Bolat duraksamama neden oldu. Kendine filtre kahve dolduruyordu. Omzunun üzerinden bana baktı.

"Kahve?"

Başımı salladım. Tam olarak on gündür onunla bu evde kalıyordum. Beklediğimin aksine beni rahatsız etmiyordu. Bazen mutfakta, bazen salonda karşılaşıyorduk. Onun haricinde odamdan pek çıkmıyordum.

Birkaç dakika sonra Cihan masaya kahve bırakınca uzanıp sıcak kupayı kavradım. Dumanı tüten kahveyi koklayıp dudaklarıma yaklaştırdım, bir uyarı içmeme engel olmuştu.

"Çok sıcak. İçme." İnatlaşmak, sırf inadımdan damağımı yakacak olan kahveyi içmek istedim. Ama sonra omuzlarıma çöken yorgunluğun ağırlığı altında ezilip bu düşüncemden vazgeçtim. Sessizce beklemeye koyulduk. Önce o içti. Sonrasında, "İçebilirsin artık," dedi. Ben de içmeye başladım. "Solgun görünüyorsun. Dışarı çıkalım mı? Seni restorana götüreyim. Acılı bir döner yersen kendine gelirsin."

Başımı iki yana salladım. "Canım istemiyor."

Cihan usanmadan devam etti: "Tepsi kebabına ya da dürüme ne dersin? Sen çok seversin."

Onayladım. "Çok severim. Ama istemiyorum."

Pes ederek omuzlarını düşürüp kahvesini içmeye devam etti. Bir müddet başım aşağıda, gözlerim parmaklarımdaydı. Cihan'ın gözlerinin üzerimde olduğunu biliyor ama hiçbir şekilde yörüngesinden çıkamıyordum.

"Kitabı bitirdin mi?"

İrkilerek ona baktım. "Hangi kitabı?" Bir an düşünsem de sorusuna cevap bulamamıştı zihnim.

"Grinin Elli Tonu?"

Kaşlarımı çattım. "Hı?"

Gülümsedi. "Şaka." Kupayı masaya bırakarak elini çenesinin altına getirdi. "Stefan Zweig'in kitabını bitirdin mi?"

"Ha o," dedim, unutkanlığıma anlam veremeyerek. "Yok daha bitirmedim."

"Günlerdir okuyorsun. İnce bir kitap zaten. Çoktan bitirmen lazımdı. İyi misin sen?"

HALEFWhere stories live. Discover now