13| bir avuç gül.

44 11 5
                                    

kanın damarlarda dolaşan bir sıvıdan fazlası olduğunu anladığım gün, büyüdüm.

ay ışığı hâyyam'ın yüzüne vururken, gözlerine yığılan kanı izledim bir süre. ondan biraz uzakta dikilmiş, tam bir saattir, parmağına geçirdiği siyah yüzüğü okşamasını izliyordum. bedenim bir hâyli yorgun düşse de, gözlerimi yüzünden alamamıştım.

sessizliğimiz, yıllandıkça güzelleşen şarap gibi, uzandıkça büyüleniyordu.

yitirdiğimiz tüm sözcükler için, susuyormuşuz gibi susuyorduk. uzaktan. yorgunluğumuzu izleyerek.

hâni kendi yorgunluğumuzu, kendi gözlerimizle izliyor gibi.

“şimâl, dön şu şehre bak. yanmayan ışıklarına, kapalı perdelerine, susmayı kendine âdet edinmiş şu şehre bak.”

gözlerimi, üzerinden ayırıp bakışlarını diktiği şehre çevirdim gözlerimi. şehrin en yüksek noktası, hâni bir kaç adımda ölümü düşlüyormuşuz gibi muazzam.

“şu karanlık şehrin gömleğini giymişsin üstüne. kederin en ağır izi yapışmış yakana, kurtulamıyorsun, hâyyam. kaçamıyorsun bundan.”

gözlerini gözlerime değdirdi. ağırlığı üstümüze sinmiş bu şehrin şahitliği altında onunla göz göze gelmek, sırtımı yasladığım dağın eteğinde solmaktan farksızdı.

“rastladığım en güzel şehirsin sen, şimâl havva.”

“varlığın ölmeye uyuyan şu şehrin ışıklarını yakar, hâyyam.”

usul usul attığı bir kaç adımla karşımda belirdi gövdesi. gözlerimi gözlerine değdirdim, sessizce. elleri, ellerime tutundu. parmakları parmaklarıma geçer geçmez, içimde çalkalanan o hiss, derin bir âh olup dudaklarıma sindi.

“elimi tut şimâl,
şu karanlık şehrin ışıklarını yeniden yakalım.”

elini tuttum,
gül yarası yeşerip gül oldu,
hâyyam'ın avuçlarına kondu.

iki dekabr,
iki min iyirmi,
21:40.

şimâl ile hâyyam.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin