1.2

160 24 34
                                    

(Changkyun)

"Prensim, lütfen artık yukarı çıkıp dinlenin. Biz burada ve bahçede bekliyor olacağız."

"Babam ve diğerleri gelmeden gitmeyeceğim Changkyun. Onunla konuşacağım."

Sürekli inat etmek zorunda mıydı? Çoğu asker taht salonunda tetikte beklerken o saray girişinde dikilmiş babasının gelmesini bekliyordu. O odasına çıkmadan hiçbir asker ayrılamazdı taht salonundan. Bu yüzden saatlerdir onu ikna etmeye çalışsamda kabul etmiyordu bir türlü. Hadi, yeterince oyaladın beni zaten.

"Prensim."

"Changkyun yeter artık. Odama gitmeyeceğim."

"Tamam, gitmeyin. Ama bu şekilde dikilmenize izin veremem. Hiç değilse tahtınıza geçin."

"..."

Bunda inat edecek ne var, neden kabul etmiyorsun ki? Gözlerimi devirerek elimi cebime koydum. Bu.. Bir kese vardı. Prensin görmeyeceği bir şekilde keseyi çıkarıp baktım. O kadar çok kese saklamıştım ki içinde ne olduğunu bile bilmiyordum.

Ama.. Mavi olan.. Kesenin içindekini hatırlamam ile aklıma parlak bir fikir gelmişti. Hemen Kihyun'un karşısına geçtiğimde manzarasını kapattığım için kaşlarını çatmıştı.

"Sen fazla mı şımardın? Neden sırıtıyorsun?"

"Bitki çayınızı içtiniz mi?"

"Hayır. Neden soruyorsun?"

"Gidip size getireceğim. Lütfen bekleyin."

Buna itiraz etmeyecektir. O çay olmadan asla sonlandırmaz gününü. Hızlıca yanından ayrılıp mutfağa ilerledim. Sessiz kalması neşemi arttırırken aşçıbaşının kenara bıraktığı bardağı gördüm. Elime alıp içine baktım.

Ih.. Nasıl içiyor bunu ya?

"Bu prensin çayı, değil mi?"

"Evet."

"O halde sizin için götüreceğim bu çayı."

Aşçıbaşı gülümseyerek beni onayladığında çıktım mutfaktan. Bakalım küçük prensimiz ne kadar dayanıklı?

Koridoru kontrol ettim. Boş, kimse yok. Cebimdeki keseyi çıkarıp tek elimle açtım ağzını. Uyku tozu. Dayanıksız ise beş dakikada uyuturdu onu. Tabii birazda sersemletirdi insanı. Ama, ne zararı olabilir ki diye düşündüm tozu çayın içine dökerken. İçindeki kaşık ile çayı karıştırıp boş keseyi cebime koydum. Dikkatle merdivenlerden çıkıp kapıya yöneldiğimde Kihyun'un yerinde olmadığını görmüştüm. Bekle dediğim halde nereye gitmişti ki?

Orada.. Kapıdan dışarı çıkıp öndeki basamaklara oturmuştu. Dışarı bakarak nasıl geçirecekti ki zamanı?

Dumanı üstündeki sıcak çay ile dışarı çıktım. Hemen yanına oturduğumda bana baktı. Çayını uzattım. İki eliyle alıp önüne döndü.

"Aslına bakarsanız babanız en erken sabah 5'te gelebilir. Yine de beklemek istiyor musunuz onu?"

Başıyla onayladı beni. Çayından bir yudum aldığında sırıttım. Üzgünüm, ama bu krallığa ait olan hiçbir şey canımdan kıymetli değildi.

"Onunla konuşmam gerek.. Kızgın hissediyorum. Öz babamın benden gizlediği şeylerin bu kadar ağır olacağını bilemezdim."

O konuşmaya başladığında kötü hissediyordum. Yani.. Bugün başarılı olursam asla tamamıyla öğrenemeyecekti gerçekleri.

"Söylesenize, bu sinir," dememle bana baktı. Aniden bunu yapmış olması yerimden sıçramama sebep olurken kekeleyerek konuşmuştum üstüne birde. "y-yani bu güç.. Babanızdan mı?"

| FIRST SNOW | ~❆❄❆~ ChangKiDonde viven las historias. Descúbrelo ahora