14|

409 53 35
                                    


14|Yalnız bir arzu değil.

••••••••••••~♪

Şirkete doğru, yolun sağından yürüyerek dün olanları düşünüyordum. Farkında olmadan baş parmağımı dudaklarımın üzerinde gezdirdiğimi anlayınca durdum ve hala serinde olsa içimi ferahlatan gökyüzüne bakarak tebessüm ettim.

Çok güzel bir histi bu: tüm uvuzlarımda şarkı söyleyen, dışarıdaki soğuğa rağmen içimi yakan, tebessüm etmemi sağlayan. Evet...
Bu his bir arzuydu.
Hatta arzudan daha fazlası.
Aşktı bu olan.
Aklımda onunla olma düşüncesi her canlandığında zevkten dört köşe olan bir his sadece arzu olamazdı. Ona aşık olmak istiyorum. Onun bana bakması sonucu tutuşmak istiyorum. Ateşi ona sadece temasen olmadığını, ateşten daha çok yanıldığını ona hissettirmek istiyorum.

Bana, emin olmayan bakışlarını üzerimde tutmasını istiyorum. Sanki sonsuzluğun içine girmiş gibi hissettirmek istiyorum. Sonsuzlukta, kimsenin görüp duyamadığı o yerde el ele tutuşmak istiyorum.

"Sende ister miydin?"

Beni duymadığını bildiğim sözlerimi ona kullanırken, oldukça iyi bir eğitmen olduğunu da geçiriyordum. Hem babamı hemde kendimi tatmin edeceğim için mutluydum.
Ama en çokta kalbimdi, sevinç
içine gömülen...

Uzunca bir süre bulutlara bakarak düşüncelere dalıp gitmişken, yakınlardan kısık kısık gelen ıslık sesi ile bedenime hakim olan mutluluk yerini merak sardı. Sağa sola bakınıp sesin nereden geldiğini anlamaya çalıştım. Tek bakmadığım yerin arkam olduğunu anladığımda hemen oraya da döndüm.

Ama sesin kaynağı arkamda da değildi. Boşvererek önüme dönmeye karar verdim, o an verdiğim karardan hiç haz etmedim. Çünkü önümde aniden beliren silüet benim korku ile geriye doğru sendelememe sebep oldu.

Suratının tamamı, kandan rengi değişmiş cam kırıklıkları ile dolu, tüm kıyafetleri suratı ile uyumlu kan ve kurumuş çamur ile çevriliyken, şiş ve oldukça morarmış olan elinde tuttuğu kemanı, bana gösteren kişi; Zhan'ın grubundaki o saçı kazık ve dövmeli oğlanın ta kendisiydi.

Dehşet verici görüntüsünden gözlerimi kaçırırken belli belirsiz konuşuyordu;
"Keman çalmayı öğrenmemelisin!"
"Görüyor musun?"
"Bu şey..." Kirli ellerinde, sımsıkı tuttuğu kemanı bana daha çok yaklaştırırken,
"Bu şey sonumuzu getirecek."
"Katil mi olmak istiyorsun?"

Titreyen sesim ile,
"Ha?"

Asık suratı, konuştuğunda bile asla  kırışmıyordu. Korkmuş görüntüsü adı altında tüm öfkesini bana kusarken, ben adım adım geriye kaçıyordum. Ve o da sendeleyerek üzerime geliyordu.

"Ya da.."

Ben hızlanırken, yavaşça ve kısık bir şekilde döküldü ağızlarından o cümle:

"Ölmek mi istiyorsun?"

Her duyduğumda, sinirimin daha çok bedenimi ele geçirmesini sağlayan o  cümleyi tekrar işittiğimde, ayağımın takılması ile kaldırımın dibine, arka tarafımın üzerine düştüm. Sızlanıp kaçırdığım bakışlarımı ona götürürken aynı cümle tekrarlandı. Daha boğuktu bu sefer sesi. Sanki git gide daha duyulmayacak seviyeye iniyordu.

Hızlanan nefesimle, bağırıp çağırmaya başlamıştım ki son "yeter!' değişimde, karşımdaki görüntünün değişmesi üzerine nefesim kesilmeye başladı. Gözlerimi avuç içlerim ile kapatarak ona, yeni kişiye bakmamı engelledim: Kekeleyene...

"Siktir."
"Neler oluyor?"

Tir tir titreyen vücudumu sabit tutmaya çalıştıkta acıyı çoğaltıyordum. Her sey güzel giderken, zihnim yine benliğimi parçalamayı başarmıstı. Bu yüzden nefret ediyordum. Neyden olduğunu bilmeden, bu zihnimde benimle alay eden insanlardan nefret ediyordum. Her kendimi mutlu hissettiğim an bunları yaşamak
zorunda mıydım?

Violinist | YizhanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin