ciğerler, saçlar ve mutfak

Start from the beginning
                                    

suçluluk çok fazlaydı. bugüne kadar hep suçluluk duyduğumu zannettim ama aslında yaşadığım şey hiçbir şey değilmiş benim. bencilliğim yüzünden etrafımdakileri mahvettiğimi düşündüğüm onca zaman aptalın tekiymişim ben aslında.

saf suçluluk duygusunu chan hyung uykusuz olduğu için araba kullanamadığında öğrendim. ya da hyunjin saçımdaki kırıkları bile kafasına takıp vücudumdaki vitamin oranıyla ilgili endişelendiğinde öğrendim. felix belki canım ister de yiyemem, üzülürüm korkusuyla aptal kafedeki son kurabiyeyi alabilmek için dersten sonra deli danalar gibi koşturduğunda da, jeongin saçımı boyamak istediğimi farkedip yedi, bakın abartmıyorum tam yedi farklı renkle kapıma geldiğinde de bugüne kadar altında ezildiğim duygunun aslında küçücük bir kıymık olduğunu öğrendim. çünkü keresteyi iç organlarımla zımparalıyordum şimdi.

geçtiğimiz üç gün tüm arkadaşlarımın tek tek benim aptal bataklığıma bizzat gönüllü olarak girişini seyrettim. bildiğiniz üzere de kendimi suçlama konusunda çok extreme aşamalara gidebiliyordum ben. yani aslında gördüğüm ilgiden güç almam gerekirken kendimi bataklığın daha da derinine gömülmek isterken buluyordum.

ama her zaman değil. çünkü arkadaş grubumun, ki hala bu insanlara böyle seslenebiliyor olmayı bile haketmiyordum, "jisung'a zarar gelmemeli" politikası hepsinin yeni mottosuydu. minho'nun da yeni mottosuydu.

bazen chan hyungu eve bırakıp bana geliyordu dersten sonra. ve kapıdan girdiğinde çok yorgun gözüküyor oluyordu. çünkü erkek arkadaşı dünyanın yükünü kendi omzunda taşımaya çalışıyordu ve minho daha o yükün ne olduğunu bile bilmiyordu. yorgun olması mantıklıydı yani.

ama iş bana gelince, benim yanımdayken ve özellikle yalnızca ikimiz varken öyle güzel sorun yokmuş gibi davranıyordu ki şaşıp kalıyordum. aslında şaşırmamalıydım çünkü ben de çok güzel oynardım aynı rolü ama minho'nun aldığı nefesten bile etkileniyordum bildiğiniz gibi. aslında şu sıralar her hangi birinin nefes alışından etkileniyordum çünkü ben pek beceremiyordum.

minho mutfak masamda oturup bana sinirlendiği bir şeyi anlatırken onu dinliyordum. ve bu çok özel bir andı benim için, okuldan eve dönüp minho'nun gününü dinlemek yani. benim için çok özeldi. tek sorun şeydi, minho'nun erkek arkadaşının sırtındaki yükten bahsetmiştim ya, bendim o yük.

"sanırım o adamın dersini bırakmam lazım. yedi dersi kaldıramıyorum." dedi minho. ben önüne kahve fincanını bırakırken. pek yorum yapmıyordum aslında ve dürüst olmak gerekirse bu salı gününde tam olarak dinlemiyordum da minho'yu. dün gece ikinci kez uykumda nefes almayı unutmuştum ve ölmek gerçekten istemiyordum.

"ama aynı anda mezun olmam gereken bir sevgilim var." dedi sonra. ses tonu neşelenmişti ve sebebi chan hyungla ilgili konuşuyor olmasıydı. ve aslında kalbimi acıtmıştı bu ama nefesimi vermem gereken saniyeyi saydığım için ona odaklanamadım.

"yılın erkek arkadaşı seçilmem lazım. chan için o gerizekalı adama katlanıyorum, bunu kimse yapmaz bence." kafasını bana doğru eğmişti ve dikkatlice bana bakıyordu. çünkü tepki vermemi istiyordu. çünkü bir gerizekalı gibi geçtiğimiz yedi dakikayı nefesimi kontrol ederek geçirmiştim. "jisung."

minho'nun sorunu neydi biliyor musunuz? bana o sıcacık tonla seslenip ellerimi tutması. kalbime yaptığı işkenceyi geçtim o bunu yaptığında nefesimi nasıl kontrol etmemi bekliyordu ki? "durgunsun. bir şey mi oldu?"

'ne zaman bir şey olmuyor ki?' demek istedim aslında. 'nefes alamıyorum hyung' falan da diyebilirdim, ağlayabilirdim hatta. minho'nun sonsuz abi sevgisi beni yatıştırırdı. ama başımı iki yana salladım sadece. kollarında olmak bana iyi gelmeyecekti uzun vadede ve ben herkes benim için uğraşırken birazcık fedakarlık yapabilmeliydim. uğrunda minho'nun bana muhtemelen sarılacağı bir kaç saniyeyi kaybetmek olsa da.

someone's someone | minsungWhere stories live. Discover now