144

17.8K 1.6K 3.4K
                                    

cumartesi gününün geri kalanı küçük arkadaş grubum için alışılmışın dışında geçmişti. normal koşullar altında kavga ettiğimizde yarım saat sürmeden toparlanırdık ama bu sefer kimsenin bırakın eğlenmeye odalarından çıkmaya gücü yoktu.

erken dönmüştük. gerektiğinden çok daha erken ve geldiğimizden az kişiyle dönmüştük.

hyunjin ve seungmin ne konuşmuşlardı ve günün sonunda yanıma geldiğinde hyunjin bana endişelenmememi söylemişti ama bunu nasıl yapacaktım ki?

konuşmuyorlardı. sadece onlar değil, benim bir saniye bile susmayan arkadaşlarım konuşmuyordu.

changbin yazlığı kilitlerken hepimiz dışarıda bekledik. sangyeon hyung bir elini omzuma koymuştu. "bana haber ver olur mu?"

kafamı salladım. beni güvende hissettiriyordu ve seul'e onsuz dönme fikri şimdiden bütün aptal kemiklerimin titremesine sebep olmuştu. "kendine dikkat et, hyung."

sangyeon beni kollarının arasına alıp yavaşça saçımı okşadı. aynı chan gibi kulağıma bir kaç yatıştırıcı fısıltı bıraktı ama neler dediğini hatırlamıyorum ne yazık ki.

changbin'in yazlık evinden seul'e dönüş yolumuzda sessizlik dışında hiçbir şey hatırlamıyorum.

bunların hepsi 6 koca gün önceydi. 6 gün, bu 144 saat ederdi. 144 saattir normalde susmak bilmeyen mesajlaşma grubumuza tek bildirim gelmemişti. changbin, hyunjin ve felix dışında kimsenin yüzünü 144 saattir görmemiştim. hyunjin ve seungmin 144 saattir konuşmamıştı. ve ben kendimden en çok nefret ettiğim 144 saati geçirmiştim.

"senin bir suçun yok. düzelecek jisung, bunu biliyorsun. sadece biraz zamana ihtiyacı var herkesin."

changbin'in bu cümleleri kaç kere söylediğinden emin değildim. şimdi de tam olarak odaklanamıyordum zaten. evimin geniş salonundaki gösterişli avizenin altında uzanırken sağımda yatan changbin'e odaklanamıyordum, solumdaki hyunjin'e de odaklanamıyordum.

hyunjin'e odaklanmamayı kendim seçmiş de olabilirdim tabi. beni korumak için çok büyük bir hatayı sırtlamıştı ve şimdi ilk aşkıyla konuşmuyorlardı.

"başka bir şey var. neden anlatmıyorsun anlamıyorum." saçlarının parmaklarının arasında dolaşışını gördüm. seungmin bağırmıyordu bile ama hyunjin titriyordu.

"söyledim sana, şaka yapmak istedim."

"hyunjin yaptığın şaka değildi. sen bunu yapmazsın." iç geçirdi seungmin ve ben onları gizlice dinlediğim kapıya biraz daha sokuldum.

"minho'ya aşık değilsin. yalan söylüyorsun."  hyunjin kafasını hızla iki yana salladı. müdahale etmeliydim, gidip anlatmalıydım ama patavatsız ve cesur jisung'a ulaşamıyordum. içimde yalnızca korkak jisung vardı. kendimden nefret ettim.

"tamam. şöyle yapacağız, ya bana anlatırsın, ya da ben bu gece otobüse binerim."

hyunjin ona anlatmadı. izin verdim, hatta anlatması için yalvardım ama yapmadı. her şeyi daha da karıştıracağını söyledi. ben minho'yu gömmek istiyordum sonuçta, ve hyunjin yapmamam gerektiğini düşünse de yanımda olacağına söz vermişti.

elimdeki otlu sigarayı changbin'e uzatırken gözlerim koltukta uyuyan felix'e takıldı. neler olduğuyla ilgili hiçbir fikri yoktu. sadece omzunun üstünde oturduğu yerden bana bakan kertenkelesiyle sakince uyuyordu.

"yatalım mı?"

hyunjin'in uzun süredir konuşmadığını kanıtlayan boğuk sesini duyduğumda ona döndüm. canı yanıyordu ve yüzündeki her kas bunu belli ediyordu. changbin dikleşip sigarayı küllük olarak kullandığım ölü çiçeğin saksısında ezdi ve ben kafamı salladım.

someone's someone | minsungWhere stories live. Discover now