pankreaslardaki bir iki kara delik

En başından başla
                                    

bu yüzden gülümsedim. gerek olmadığını söyledim. hatta yalnız kalmak istediğimi de ekledim sonuna. chan hyung belki de her erkek arkadaş gibi haklı bir şekilde beni minho'nun yanına yaklaştırmak istemiyordu ama ben diyorum ya bu adam beni kendinden çok severdi. içtendi yani benim yanlış anladığım teklifinde. ben iyi olayım diye yapardı.

bu yüzden kısa süreli tartışmamızı uzlaşmaya vardırmak için chan hyungun hyunjin'i arama teklifini kabul etmek zorunda kaldım.

zaman görecelidir, bu yüzden chan hyung'un bana ekmek arası bir şeyler hazırlayıp son kez anlımı öptükten sonra eski sessiz filmlerdeki gibi yüzüme uzun uzun bakıp evimden çıkmasından ne kadar süre sonra kapımın çaldığını sizin hayal gücünüze bırakıyorum.

hyunjin geldi. korktum. gerçekten çok korktum kapımı açarken. en son bu evin kapısından girdiğinde başıma gelenleri hatırladım, nasıl en çok ihtiyaç duyduğum anda omzumdaki elini hissedemediğimi hatırladım.

ve yine de açtım o kapıyı.

gerizekalı olduğumu da bir kaç saniye sonra farketmiştim. hyunjin, daha ben gün yüzüne bakamadan beni kollarının arasına alıp bütün kemiklerimin tuzla buz olmasına sebep olacak kadar sıkı bir şekilde kucakladığında ne kadar yanlış birinin beni bıraktığını sandığımı anladım.

o da özür diliyordu bir de.

"jisung özür dilerim. çok özür dilerim bir daha asla seni bırakmayacağım. seni yalnız bıraktığım için çok üzgünüm, seni çok seviyorum." 

hayatımın aldığı şekil ne olursa olsun o kapıdaki sarılma anımızdan bir sonraki konumda buluyordum kendimi, yatağımın üstünde ve hyunjin'in kollarında. lisede aslında minho ve chan hyung'un ikinci yıl dönümleri yüzünden ağlayıp hyunjin'e babamla kavga ettiğimi söylediğimde de bana sarılmıştı geçen dönem felix üzerime şişeleri devirdiğinde de. şimdi de sarılıyordu. sırtım göğsüne yaslıydı ve bacaklarının arasında oturuyordum. ayaklarımın ucunda laptopımdan bir film açıktı ve hyunjin saçlarımı okşuyordu.

kalbinin büyüklüğüne hayret ettiğim ve göründüğünden çok daha hassas olan en yakın arkadaşım bana sormak istediği onca soru olmasına rağmen benim hazır olmamı beklemeye karar vermişti. ben konuşabilmek için gözyaşlarımın bitmesini beklerken o beni kucağında odama taşımış, sevdiğim bir filmi açmıştı ve şimdi duymadığımı sanarak benimle sessizce ağlıyordu.

"chan hyung'a söyledim." dedim. hyunjin bir şey söylemedi ama burnunu çekti. devam etmemi bekliyordu. "ben söylemedim aslında. changbin söyledi."

"changbin kafayı mı yemiş?" aniden belimdeki kollarını çözüp bağırdı. ben kızamıyordum ama hyunjin kızmıştı sanırım. "illa öğrenecekti."

nasıl söyledim bunu bilmiyorum ama artık yüzümü ona döndüğüm hyunjin'in gözleri yumuşacık oldu. sonra da tekrar sarıldı zaten bana. ben anlatırken o sessizce dinliyordu.

chan hyungun odaya gelişini anlattım, üstüme yürüyüşünü anlattım ve changbin'in onu susturmaya çalışışını da. hatta hızımı alamayıp onlar evimden çıktıktan sonra olanları da anlattım.

yuta'nın sicheng isimli çocuğa aşık oluşunu, hyunjae'in milletin sevgilisiyle takılma hevesi yüzünden dayak yediğimizi aklıma gelen her saçma detayı anlattım.

mingi'yi anlattım. onunla nasıl tanıştığımızı bile bilmiyordu. bana verdiği romdan bahsettim, beni evime getirmesinden sonra da sevişmemizden bahsettim.

ama bana nasıl dokunduğunu anlatmadım. ona sunacak hiçbir şeyim kalmamış olmasına rağmen yanımda oluşunu da anlatmadım. beni öptüğünde başlarda minho'yu öptüğümü hayal ettiğimi ama sonradan mingi'nin dudaklarına alıştığımı da anlatmadım. nasıl anlatabilirdim ki bunları birine? yani evet tamam kendimden utanırdım illa ama asıl sorun bunlara yetecek kelimem olmayışıydı. hyunjin'e mingi beni bırakırken öyle gülümsedi ki ben ilk kez biri için değerli oldum diyemezdim.

someone's someone | minsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin